Güneş'in Yok Olmasını Engelleyen Mucize

Dev bir nükleer reaktör olan Güneş'in içindeki reaksiyonlarda büyük bir enerji açığa çıkmaktadır. İnsan hayatının devamı için temel kaynak olan Güneş'te meydana gelen bu reaksiyonlarda oluşabilecek en ufak bir sapma Güneş'in sönmesine ya da birkaç saniye içinde havaya uçmasına neden olacaktır. Böyle bir tehlikenin meydana gelmemesi Güneş'teki bu işlemlerin mucizevi bir hassasiyetle tasarlanmış olmasından kaynaklanmaktadır.

Güneş'i ve Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde, büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengede saklıdır. Güneş büyük çekim gücü ile tüm gezegenleri çeker, gezegenlerin dönmesinden kaynaklanan merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimin etkisi azalır ve muhteşem bir denge oluşur. Eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Ama bunların hiçbiri olmaz ve tüm gezegenler kendi yörüngelerinde yol alırlar. Çünkü Allah'ın ayette bildirdiği gibi, "Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler." (Yasin suresi, 40)

Güneş, dev bir nükleer reaktördür. Güneş'in içinde sürekli olarak hidrojen atomları helyuma dönüştürülür ve bu işlemler neticesinde ısı ve ışık açığa çıkar. Güneş'teki bu nükleer reaksiyon, insan hayatı için zorunludur. Dünya'ya ulaşan ısı ve ışığın açığa çıkması içinse dört hidrojenin birleşip bir hidrojene dönüşmesi gerekir.

Çekirdeğinde sadece tek bir proton yer alan hidrojen, evrendeki en basit elementtir. Helyumun çekirdeğinde ise iki proton ve iki nötron bulunur. Güneş'te gerçekleşen işlem, dört hidrojenin birleşmesiyle bir helyum elementinin oluşmasıdır. Bu işlem sırasında çok büyük bir enerji açığa çıkar. Dünya'ya gelen ısı ve ışık enerjisinin neredeyse tamamı, Güneş'in içindeki bu nükleer reaksiyonla oluşmaktadır. (Harun Yahya, Evrenin Yaratılışı)

Ancak, dört hidrojen atomunun biraraya gelip bir anda helyuma dönüşmesi mümkün değildir. Bunun için, iki aşamalı bir işlem gerçekleşir. Önce iki hidrojen birleşir ve bir proton ve bir nötrona sahip bir "ara formül" meydana gelir. Bu ara formüle "dötron" adı verilir. Sonra da iki dötronun birleşmesiyle bir helyum çekirdeği oluşur.

En Güçlü Nükleer Kuvvet

Şimdi asıl soruyu sorabiliriz. Peki, iki ayrı atom çekirdeğini birbirine yapıştıran kuvvet nedir? Bu kuvvete "güçlü nükleer kuvvet" denir. Güçlü nükleer kuvvet, evrendeki en büyük nükleer kuvvettir. Bu kuvvet yerçekiminden milyar kere milyar kere milyar kere milyar kat daha güçlüdür. Bu güç sayesinde iki hidrojen çekirdeği birbirine yapışabilmektedir.

Ancak araştırmalar göstermiştir ki, güçlü nükleer kuvvet, bu işi yapmak için tam gereken miktardadır. Güçlü nükleer kuvvet eğer şu anda sahip olduğu değerinden biraz bile daha zayıf olsaydı, iki hidrojen çekirdeği birleşemezdi. Yan yana gelen iki proton, hemen birbirlerini iter, böylece Güneş'teki nükleer reaksiyon başlamadan biterdi. Yani Güneş hiç var olmazdı. Ünlü bilimadamı George Greenstein, bu gerçeği "eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman Dünya'nın ışığı hiçbir zaman yanmayacaktı" diye açıklar.

Güneş'teki Dengeli Reaksiyon

Peki acaba güçlü nükleer kuvvet birazcık daha güçlü olsa ne olurdu? O zaman da bir proton ve bir nötrondan oluşan dötron değil, iki protonlu di-proton meydana gelirdi. Ve bu durumda Güneş'in yakıtı aniden çok çok etkili bir yakıt haline gelirdi. Bu öyle bir yakıt olurdu ki, Güneş ve ona benzer diğer tüm yıldızlar, birkaç saniye içinde havaya uçardı. Güneş'in havaya uçması ise, birkaç dakika sonra tüm Dünya'yı ve üzerindeki tüm canlıları alevlere boğar birkaç saniye içinde kömür haline gelirdi. Ama yüce Yaratıcımız olan Allah'ın rahmeti sayesinde güçlü nükleer kuvvetin gücü, tam olması gereken düzeydedir ve Güneş dengeli bir reaksiyon gerçekleştirir yani "yavaş yavaş" yanar.

Tüm bunlar, güçlü nükleer kuvvetin gücünün, tam insan yaşamına imkan verecek biçimde ayarlanmış olduğunu göstermektedir. Eğer bu ayarlamada bir sapma olsaydı, Güneş gibi yıldızlar ya hiç var olmazlar, ya da oluştukları andan çok kısa bir süre sonra korkunç birer patlamayla yok olurlardı. Allah, Güneş'i insanın yaşamı için özel bir şekilde yaratmıştır ve bunu Kuran'daki "Güneş ve Ay, belli bir hesap iledir" (Rahman Suresi, 5) ifadesiyle bizlere bildirmiştir.

Tüm evreni yoktan var edip, sonra da onu dilediği biçimde tasarlayıp düzenleyen tek güç alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah, gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratmış sonra da ona belli bir düzen vermiştir. Evrendeki cisimlerin mucizevi dengeler sayesinde kararlı bir şekilde durmaları, Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğu gösteren delillerden biridir. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, "Göğün ve yerin O'nun emriyle durması da, O'nun ayetlerindendir". (Rum Suresi, 25)

Tekvir Suresi'nin 17. Ayetinin Ebced Değeri Haçlıların Kudüs'ü İşgal Ettiği Tarihi Vermektedir

“Kararmaya ilk başladığı zaman geceye, andolsun.” (Tekvir Suresi,17)

Arapçası:“Vel leyli izâ as’as(as’ase).”

1099 yılı 1. Haçlı seferinin (1096-1099) sonunda Haçlıların Kudüs’ü ele geçirdikleri ve bütün şehir halkını kılıçtan geçirdikleri tarihtir.

Ve elleyli iza as'ase

6 + 131 + 702 + 260 = 1099 (Şeddeli)

Allah (cc) 'tan Tevbe Ve Bağışlanma Dilemek

Rabbimiz, "Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder..." (Nisa Suresi, 17) ayetiyle, samimi tevbe eden bir kimsenin tavrının nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. Bir başka ayetinde ise Allah (cc) salih müminleri, "Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 135) sözleriyle tanımlamaktadır.

Allah (cc), cahillik ya da bilgisizlik nedeniyle yapılan, ancak fark edildiğinde hemen vazgeçilen ve üzerlerinde bile bile ısrar edilmeyen hataları affedeceğini bildirmektedir. Kuran’da bu konuda bildirilen bir başka ölçü ise, Allah (cc)'ın ahiret günü insanları sorumlu tutacağı tavırların sadece açıkça ortaya konulan samimiyetsizlikler olmadığıdır. Allah (cc) insanları, vicdanen bildikleri, ama insanlardan saklamaya çalıştıkları gizli samimiyetsizliklerden de hesaba çekecektir. Dolayısıyla insan, kendini değerlendirirken sadece dıştan görülebilen ve delillendirilebilen tavır bozukluklarını değil, gizli samimiyetsizliklerini de kendisine ölçü almalıdır. Ve bunların hepsinden vazgeçerek Rabbimiz'den bağışlanma dilemelidir.

Eğer hatalarından pay almaya yanaşmaz ve yüz çevirir ise, "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) ayetleriyle açıklanan insanların konumuna girebileceğini bilmelidir. Bu durumda samimiyete bile bile yanaşmadıkları, Allah (cc)'ın ayetlerini bildikleri, doğru yolu gördükleri halde tavırlarını bile bile değiştirmedikleri için, Allah (cc) bu insanların anlayışlarını tümüyle kapatabilir. Allah (cc) bu duruma karşı insanları şöyle uyarmaktadır:

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (A'raf Suresi, 146)

Tüm bunlar, Allah (cc)’a sığınıp tevbe ve bağışlanma dilemekten kaçınan ve hatalarından arınmaya yanaşmayan kimselere Allah (cc)'ın verebileceği karşılıklardan sadece birkaçıdır. Kendilerine tanınan süre insanları aldatmamalıdır. Allah (cc), insanlara merhametinden, affediciliğinden ve bağışlayıcılığından dolayı doğru yola yönelmeleri için belli bir süre tanımaktadır. Eğer insan bu süreyi kendi lehinde kullanmaz, vakit varken tevbe ve bağışlanma dileyerek hidayete yönelmezse sonuç kaçınılmaz bir azaba dönüşebilir. Dahası insan kendisi için takdir edilen sürenin ne zaman dolacağını bilemez. Bu nedenle her an ölecekmiş gibi, imanını güçlendirmek ve ahlakını güzelleştirmek için ciddi bir çaba içinde olmalıdır. Ölene kadar her insan için her an tevbe etme ve samimiyetle Allah (cc)'a teslim olma yolu açıktır.

Vücudumuzda Acil Durumlarda Devreye Giren Savunma Yöntemleri

Vücudumuzda Acil Durumlarda Devreye Giren Savunma Yöntemleri İnsan bedeni kusursuz bir savunma sistemiyle yaratılmıştır. Bayılmak, hapşırmak, ateşimizin yükselmesi, bronzlaşmak, hıçkırmak gibi, günlük hayatta bize olağan gelen vücut reaksiyonlarımız, aslında Allah’ın bedenimizde yarattığı koruma kalkanlarından birkaçıdır.

Vücudumuzda acil ihtiyaçlara göre devreye giren özel savunma yöntemleri, bunları öğrenen her insanı hayrete düşürecek niteliktedir. Her aşaması titiz bir plan dahilinde işleyen özel savunma mekanizmalarından bazıları şunlardır:

Nefes Yollarını Temizleyen Doğal Koruma Yöntemi: Hapşırma 



Hapşırma, burun mukozasında bulunan ve insana rahatsızlık verebilecek bir maddenin dışarı atılması ihtiyacı nedeniyle meydana gelen bir reflekstir. Hapşırarak burundan şiddetli bir hava çıkarılmış olur, böylece nefes yolu temizlenmiş olur.

Burun, solunum işleminin başladığı yerdir. Buraya yerleşecek ve hava girişini engelleyebilecek veya rahatsızlık verebilecek maddeler hapşırma refleksiyle temizlenmektedir. Bu refleks tamamen kişinin isteği dışında ve ani gerçekleşir. Biz farkında bile değilken, Yüce Allah’ın ilhamıyla bedenimiz her saniye korunmakta ve kendini düşmanlara karşı bir ordu gibi savunmaktadır.

İnsan Nasıl Hapşırır?

Burun mukozasında rahatsızlık veren madde, buradaki sinirleri uyarır. Beyne iletilen mesaj sayesinde, beyindeki refleks merkezleri tarafından hapşırma emri verilir. 



Hapşırmanın İnsan Bedenindeki Etkisi 



Hapşırma sırasında yüzdeki, göğüsteki ve karındaki kasların büyük bir bölümü kasılır. Bu kasılmalar da bir uyum içerisinde gerçekleşir. Beyin ve omurilik tarafından gerçekleştirilen bu paralellik sayesinde kişinin hapşırmayı durdurması pek mümkün olmaz. Zaten insan vücudunda meydana getireceği basınç kılcal damar zedelenmesine yol açabileceği için, hapşırmanın tutulmaya çalışması doktorlar tarafından önerilmez. 

Hapşırma işleminden sorumlu olan sinirler, aynı zamanda gözün dış yüzeyinde bulunan kornea ile de bağlantılıdır. Bu sebeple, hapşırdığımız zaman gözlerimiz de yaşarır ve gözleri açık tutmak mümkün olmaz.

Sindirim Sistemine Kaçan Havayı Boşaltma Yöntemi: Hıçkırık 



Yemek yerken veya su içerken yutkunma sırasında kimi zaman mideye biraz hava da alınır. Hıçkırma, yiyeceğin üzerine yapışarak sindirim sistemine giren bu havayı atmak için sindirim sisteminin gösterdiği bir reaksiyondur.

Nasıl Hıçkırırız? 



Havayı yuttuğumuz anda diyafram hemen büzüşür ve çok ani, hızlı nefes almayı sağlar. Bu sırada boğazımızın üst tarafında, ses tellerinin bulunduğu kısımda bir kapanma meydana gelir ve buradan geçen hava bir anlığına bloke edilir. Bu da boğazımızdan bir ses çıkmasına neden olur.
Mide ve diyaframın ilişkisi ise bu iki organın sinirlerinin birbirine çok yakın hatta iç içe geçmiş olması sebebiyledir. Bu nedenle genellikle insan yemek yedikten veya su içtikten sonra hıçkırır. Sindirim işlemi bittikten sonra ise hıçkırık olmaz. 



Hıçkırmanın İnsan Bedenindeki Etkisi 



Eğer vücudumuzda hıçkırık refleksi diye bir şey olmasaydı, sindirim sistemimize giren havadan haberimiz bile olmazdı. Midemizde bir rahatsızlık hissetsek bile bu havayı itmemiz için hıçkırık benzeri bir işlem gerçekleştirmemiz gerektiğini bilmez, bilsek bile bunu gerçekleştiremezdik. Kendi irademizle bunu yapmaya çalışırken rahatsızlığımız daha da artardı. Oysa hiç bunlara gerek olmadan Yüce Allah’ın ilhamıyla vücudumuzda gerçekleşen bu refleks sonucu gerçekleşme ihtimali olan rahatsızlıklara karşı önlem alınmıştır. Hiç şüphesiz böyle bir sistemin evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen meydana gelmesi gibi saçma bir şey söz konusu değildir. İnsan bedenindeki her detay, Yüce Rabbimiz’in kusursuz yaratma sanatının tecellilerindendir.

Vücudumuzdan Gelen Dinlenme Emri: Ateş Yükselmesi 
 



Ateşimizin yükselmesi, insan bedeninde hastalıklarla savaşma belirtisidir. Bu sayede kişi dinlenmeye zorlanır. Böylece vücudun mikroplarla savaşmak için ihtiyacı olan enerji, yürümek, gezmek, çalışmak vs. gibi işlerle harcanmamış olur. Dolayısıyla ateş yükselmesi, hastalığın sebep olduğu bir yan etki değil, insanı dinlenmeye zorlamak için yaratılmış özel bir güvenlik önlemidir. 



Ateşimiz Nasıl Yükselir? 



Ateşimizin yükselmesi, beynin “ateş merkezi” tarafından sağlanır. Beynin ateş merkezi de “IL-1” isimli bir madde tarafından harekete geçirilir. Ateş tehlikeli boyutlara ulaştığında vücudumuzda salgılanan kortizol hormonunun mucizevi bir etkisi ortaya çıkar. Kortizol hormonu farklı etkilerinin yanı sıra tehlikeli ateşin durması için de yaratılmıştır. İnsanın yüksek ateşten ölme tehlikesi ile karşılaştığı durumlarda kortizol devreye girer ve ateş merkezini aktive eden IL-1 maddesinin üretimini durdurarak ateşi düşürür. 



Ateş Yükselmesinin İnsan Bedeni Üzerindeki Etkisi 



Ateş yükselmesi, mikrobik hastalıkların ilerleyerek vücudun hasar görmesini engelleyen bir mekanizmadır. Yüksek vücut sıcaklığında bakterilerin çoğalmasını sağlayan demir, çinko ve bakır miktarları azalır. Ayrıca hücrenin sindirim organeli olan lizozomlar kolay bölünür. Lizozomlardan açığa çıkan parçalayıcı enzimler, hücreleri içindeki virüslerle birlikte öldürür. Yüksek vücut sıcaklığı, savunma hücreleri olan lenfositlerin de çoğalmasını sağlar. Aynı zamanda virüsleri öldüren interferon üretimi de artar. 

Bir an durup düşündüğümüz takdirde vücudun kendini dinlenmeye alması ve enerji saklamak için bu yöntemi kullanmasının ne kadar detaylı bir sistemin sonucunda gerçekleştiğini anlayabiliriz. Kuşkusuz Yüce Allah vücudumuzdaki tüm sistemleri birbiriyle uyum içinde, tam ihtiyaca yönelik ve kusursuz olarak yaratmıştır. İnsan vücudundaki her hücrenin üzerinde tecelli eden akıl ve şuur, kendilerini yoktan var eden Allah'ın sonsuz ilmini yansıtmaktadır. 


İnsan Bedeninin Kendini “Beklemeye Alma” Yöntemi:Bayılma


Kalp atışlarının, soluk alma hareketlerinin gerçekten veya görünüşte durmasıyla meydana gelen geçici bilinç kaybına “bayılma” adı verilir. 
Bayılmak da tıpkı diğer refleksler gibi istem dışı gerçekleşen bir bilinç kaybıdır. Vücudun direnemeyecek duruma geldiğinde enerjiyi sağlamak, üstesinden gelemeyecek bir acı hissinden korumak veya beyne daha fazla kan gitmesi amacıyla gerçekleşir. Bu işlem bir nevi bilgisayarlarda kullanılan “beklemeye almak” işlemini de andırır. Bayılma, aynı zamanda vücuttaki başka problemlerin de habercisi olabilir. 

Sinir sistemi aşırı duyarlı olan kişilerde de bayılmalara çok sık rastlanır. Aşırı heyecan, korku, stres, güneş çarpması, kötü kokular, diş çekilmesi, kan görmek, çok keskin bir sancı, ağrı gibi durumlar bayılmaya neden olabilir. 



Nasıl Bayılırız? 



İnsan bayılmadan önce başı döner ve gözleri kararır. Çoğunlukla da kulakları çınlar. Bunun sonucu olarak yüz sararır, nabız duyulmayacak kadar yavaş atmaya başlar. Eller soğur, dudakların ve yüzün rengi solar. Alın ve yüz soğuk şekilde terlemeye başlar. En sonundaysa kişi kendini kaybeder ve bayılır. 



Bayılmanın İnsan Bedenindeki Etkisi 



Bayılan bir kişi, birkaç dakika içinde yavaş yavaş ayılır ve kendine gelir. Önce yüzünün rengi yerine gelir, kalp vuruşları netleşir ve nabız duyulmaya başlar. Kişi derin bir uykudan uyanmış gibi bilincine kavuşur. 




Bronzlaşma, Aslında Vücudun Bir Savunma Mekanizmasıdır 



Bronzlaşma, cildimizin 'derma' isimli tabakasındaki renk hücrelerinin kimyasal bir tepkimesidir. Bu hücreler, güneş ışığının içindeki UV ışınlarına maruz kaldıklarında hemen 'melanin' denilen koyu renk maddelerinin miktarını artırır. Melanin, epiderm adı verilen üst derinin üst tabakasında üretilen koyu renkli saç ve deri pigmentleridir. Bu renk taneciklerini üreten özelleşmiş hücrelere ise melanosit adı verilir. Melanositler, sahip oldukları uzantılar sayesinde üst derinin daha yukarı kısımlarına melanin (renk taneciklerini) taşırlar. Güneş bu hücrelerin üretimini uyarır. Önce ciltte kalınlaşma olur, daha sonra deri kendini korumak için daha fazla renk maddesi üretir ve koyulaşmaya başlar. Yani melanin pigmenti UV ışınlarının derinin dış kısmından daha iç tabakalara süzülmesini engelleyerek deriye doğal bir güneş koruması sağlar. 


Yüce Allah Kusursuzca Var Edendir 



Vücudumuzu incelediğimizde istem dışı işleyen organlara ait, kendi kendini koruyan, iyileştiren ve hiç şaşmadan işleyen hayranlık uyandıran sistemlerle karşılaşırız. Çeşitli yöntemler geliştirmek, anlaşmak, plan yapmak ve bu planlar doğrultusunda mükemmel bir organizasyon ile hareket etmek gibi vasıfların savunma hücrelerinden veya organlardan beklenemeyeceği açıktır. Bir insan topluluğu dahi, böylesine kusursuz bir biçimde organize olarak hareket edip yapacaklarını aksatmadan, unutmadan, şaşırmadan, karmaşa çıkarmadan yerine getiremez. Tüm sistemleri kusursuz şekilde rahmetiyle kontrol eden Yüce Allah, kullarını mükemmel bir düzen içinde yaratmıştır. Öğrendiğimiz her bilgi, bize Allah'ın yüceliğini ve üstün kudretini kanıtlayan yaratılış delillerindendir.

Bir Kuran ayetinde Rabbimiz'in yaratma sanatı şöyle bildirilmiştir: 



"Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı..." (Mümin Suresi, 64)

Kuran'dan Günümüze İşaretler: Kalp Masajı

Kuran'dan Günümüze İşaretler: Kalp Masajı Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan pek çok mucizevi özelliği vardır. Kuran'daki bilimsel bilgilerde, geçmişle ilgili verilen haberlerde, matematiksel şifrelemelerde o dönemde hiçbir insan tarafından bilinemeyecek gerçekler ayetlerde haber verilmiştir. Bunların yanı sıra, o dönemin bilgi düzeyiyle ve teknolojisiyle edinilmesi mümkün olmayan gelişmeler, Kuran'da bir kısım ayetlerde önceden işaret edilmiştir. Ancak 20. ve 21. yüzyıl teknolojisiyle eriştiğimiz bazı bilimsel gerçeklerin 1400 yıl önce Kuran'da bildirilmiş olması, Kuran'ın insan sözü olamayacağının apaçık bir ispatıdır.Kuran'da geleceğe yönelik işaret olabilecek ayetlerden biri Bakara Suresi'nin 73. ayetidir:
Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı. Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız. (Bakara Suresi, 72-73)

Yukarıdaki ayette "bir parçasıyla" olarak çevrilen Arapça "biba’diha" ifadesinin anlamları arasında "birisi, birileri" kelimeleri de bulunmaktadır. Bu anlamları göz önüne alındığında, göğüse üstten vurulduğunda, kalbin yeniden çalışması mümkün olabileceğinden, ayette kalp masajı yapılmasına işaret ediliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bilindiği gibi kalp masajı yapılan kişi ölü bir beden alametlerine sahiptir. Şuuru kaybolmuş, solunum ve kalp atımı durmuştur. Günümüz bilgileriyle, kalbi duran bir kişiye kalp masajı uygulanarak, kişinin kalbinin atması ve hayati fonksiyonlarının devamı sağlanmaktadır. Kalp masajında göğüs kafesine belli aralıklarla baskı uygulanmakta ve kalbin kan pompalaması için ritmik kasılması yeniden başlatılmaktadır.

Bu bakımdan ayette ölü bir bedene vurularak, yeniden canlanmasının sağlanması, ayetin kalp masajı yöntemine işaret olabileceğini düşündürmektedir. Kuran, herşeyi yoktan var eden, ilmiyle tüm varlıkları kuşatan ve zamandan münezzeh olan Yüce Allah'ın sözüdür. Bu nedenle Kuran'ın içinde yer alan her ayet, Yüce Rabbimiz'in hikmetle vahyettiği bilgileri içerir. Allah bir ayetinde, Kuran'la ilgili olarak, "... Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok çelişkiler bulacaklardı"(Nisa Suresi, 82) buyurmaktadır.

Müminler Nelere Dua Ederler?

Müminler Nelere Dua Ederler?Allah’ın dünyada da ahirette iyilik vermesi için:

"Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik, ve bizi ateşin azabından koru" der. " (Bakara Suresi, 201)

Maruf Ne Demektir?

İyilik, ihsan. Güzel gelenek. İslam ahlakında uygun görülen, yönlendirilen ve istenilen biçim.

Müslüman Nasıl Konuşmalıdır?

Hikmetli Konuşmak


Hikmetli konuşmak, bir insanın olabilecek en doğru, en faydalı ve en yerinde konuşmayı yapabilmesidir. Ancak hikmetli konuşmanın herhangi bir kuralı yoktur ve kişinin zeka seviyesiyle, kültür düzeyiyle, tahsil durumuyla ya da teknik bilgisiyle herhangi bir bağlantısı yoktur.

Hikmet sahibi bir kimse konuşmalarında kendisini karşı tarafa beğendirme amacı taşımaz. Kendisine nutku verip konuşturacak olanın Allah olduğunu bilerek Allah'a sığınır ve sadece O'nun rızasını kazanmayı hedefleyerek konuşur. Her an olduğu gibi konuşurken de insanların değil Allah'ın huzurunda bulunduğunu ve konuşmasının ancak O'nun dilemesiyle etkili olacağının şuurundadır. Sözlerinin etkili ve hikmetli olması için Allah'a dua eder. Bu samimiyete karşılık, vicdanı insana söylenmesi gereken en güzel sözleri ilham eder. Bir ayette hikmetli konuşmanın önemi şöyle bildirilmiştir:

"Kime dilerse hikmet ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir… " (Bakara Suresi, 269)

İbadette Kararlı Olmak

"Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun? "
(Meryem Suresi, 65)

"Kararlılık", bir konuda sebat göstermek, sonuca ulaşmada hiçbir engel tanımamak ve azimle gayret ederek her ne olursa olsun yapılması gerekenleri yerine getirmek anlamına gelir. Allah Müslümanlardan sadece ibadet etmelerini değil, aynı zamanda ibadette kararlı olmalarını istemektedir.

İbadet, kulluk anlamına gelir. Yani insanların kul olarak Allah için yaptıkları her eylem, konuşma, hal ve tavır birer ibadettir. 5 Vakit namaz bir insan için nasıl önemli ve farz olan bir ibadetse, aynı şekilde öfkeyi yenmek, güzel söz söylemek, insanları uyarıp korkutmak, zanda bulunmamak ya da tartışmacı olmamak da bir ibadettir. Bu nedenle Allah'ın "ibadette kararlı ol" emri hem fiili ibadetler hem de güzel ahlak için geçerlidir.

Ancak ayetlerde Müslümanlara kararlı olmaları emri verilirken, haber verilen önemli bir nokta daha olmuştur. Bu da Müslümanların kararlılığının deneneceğine dair bildirilen açıklamalardır. Yüce Allah Müslümanların din ahlakına uygun şekilde yaşamak konusunda gösterdikleri kararlılığı hem o an için olumsuz gibi görünen olaylarla hem de bolluk, sağlık, zenginlik veya iktidar gibi verdiği nimetlerle sınayabilir. Kısacası Müslümanlar hem zorluk hem de kolaylıkla denenirler. Ancak her iki durum da samimi iman sahibi müminlerin tavırlarında olumsuz bir değişiklik yaşanmaz ve her ortam ve şartta aynı kararlılıkla İslam ahlakını yaşarlar.

İnkarcılara Karşı Onurlu Olmak Kavramı Ne Demektir?

"Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir… "
(Maide Suresi, 54)

Allah Kuran'da müminlere güzel ahlaklı olmayı ve her ne olursa olsun, nasıl bir tavırla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar bu özelliklerinden taviz vermemeyi emretmiştir. İnkar edenlerin yaşadığı hayat ise, müminlerin sahip olduğu güzel ahlak özelliklerine tamamen zıt tavırlar içerir. Müminler inkar edenlerin bu tavırlarıyla karşılaştıklarında onların seviyesine inmez ve onurlu bir tavır ile karşılık verirler. Onların bu ahlakı karşısında Kuran ahlakından asla taviz vermezler ve bu konuda güçlü bir kararlılık gösterirler. Kötü söze güzel sözle, kibire tevazuyla, haksızlığa adaletle, merhametsizliğe merhametle cevap verirler.

Kurbağa Derisine Renk Veren Pigment Hücresi: Kromatophor

Kromatofor, kurbağalar için neden hayati önem taşıyan bir pigment hücresidir?

Bu pigment hücresi, kaç tabakadan oluşur ve bu tabakaların görevi nedir?

Söz konusu pigment hücresindeki hormonlar, pigmentlere nasıl etki eder?

Bir kurbağa, parlak yeşil renkli yapraktan çamurlu kahverengi bir gölete atladığında, derisinin renginde hızlı bir değişim göze çarpar. Allah’ın kurbağanın vücudunda var ettiği mükemmel bir sistemle meydana gelen bu değişim, bu canlının yırtıcı hayvanlara karşı kullandığı savunma taktiklerinin en önemlilerinden biri olan ‘kamuflaj’ını sağlar. Böylelikle yaşadığı ortamın renklerine mükemmel bir uyum sağlayarak görünmez hale gelen kurbağa, düşmanlarından kolaylıkla kurtulmuş olur. Kurbağaların bulundukları ortama bu şekilde kolaylıkla uyum göstermesini sağlayansa pigment hücreleridir.

Pigmentler, renklerin yansımasını sağlayan moleküllerdir. Diğer bir ifadeyle, her maddenin yansıttığı renk, kendisini oluşturan pigment moleküllerine bağlıdır. Fakat her pigment molekülünün atom yapısı farklıdır. İşte kurbağanın derisindeki yeşil rengin oluşmasına neden olan da bu farklılıktır.

Kurbağa derisindeki pigment moleküllerinin atomlarının sayısı, çeşidi ve dizilişleri yalnızca bu canlıya özgüdür. Diğer canlıların pigmentlerinden daha farklı olan kurbağanın pigmentlerine çarpan ışık, yeşil renk tonunun yansımasına neden olur.

Kurbağa Derisinin Rengini Belirleyen Pigmentlerin Dizilişleri Nasıldır?

Kromatofor adı verilen pigment hücreleri, üst üste yığılmış üç tabakadan meydana gelir.

En alt tabakayı melanoforlar oluşturur. Melanoforlar, koyu kahverengi ya da siyah renkte olup insan derisine de renk veren melanin pigmentini içerirler.

Melanofor hücrelerinin üstünde iridoforlar bulunur. İridoforlar renklenme meydana getirmezler fakat hücrenin içindeki purin kristallerinin yüzeyindeki ışığı yansıtırlar. Işık bu hücrelere geldiğinde, diğer amfibiyen, balık ve omurgasızlarda olduğu gibi kurbağalarda gümüşi renkli yanardöner bir yansıma meydana getirir.

Yeşil kurbağaların çoğunda, güneş ışığı deriden geçerek iridoforlardaki küçük aynalara ulaşır. Geri yansıyan ışık ise mavidir. Bu mavi ışık ksanthofore denilen sarımsı pigmentler içeren üst tabakaya doğru hareket eder. Üst hücrelere doğru yayılan ışık, insanlar tarafından yeşil renk olarak algılanır. Ksanthoforları olmayan kurbağalar ise parlak mavi renkte görünürler.

İşte kurbağaya yeşil rengi veren moleküllerin özel dizilişi bu şekildedir. Ancak burada akla hemen bir soru gelir: Kurbağalar yeryüzüne ulaşan özel ışık tayfının özelliklerini bilip ona göre özel pigment molekülleri seçerek mi bu renklere sahip olmuşlardır? Kuşkusuz bu mümkün değildir. Peki ya böyle bir durumun rastlantı sonucu gerçekleşmesi mümkün müdür? Elbette hayır. Açıktır ki ne kurbağaların böyle bir işlemi kendi iradeleriyle gerçekleştirmeleri, ne de böyle bir oluşumun tesadüfen meydana gelmesi mümkün değildir. Yüce Allah her canlıyı kendine has çok detaylı özelliklere sahip olarak yaratmıştır. Kurbağalar da kendi özelliklerine uygun pigmentlere sahiptir.

Kurbağa Pigment Hücrelerini Savunma Taktiği Olarak Kullanır

Kurbağanın özel olarak yaratılmış yeşil rengi, yırtıcı hayvanlara karşı kullandığı savunma taktiklerinin en önemlilerinden biri olan kamuflajı sağlar. Canlının birkaç kattan oluşan pigment hücreleri, derinin rengini parlak yeşilden koyu kahverengiye çevirebilir. Böylelikle yaşadığı ortamın renklerine son derece uyum sağlayarak görünmez hale gelen kurbağa, düşmanlarından kolaylıkla kurtulmuş olur. Kurbağayı bulunduğu ortama uyumlu hale getiren akrobatlar olarak tanımlanabilecek pigmentler, bu canlıdaki hormonlar sayesinde şekil değiştirirler. Bunun için hücrenin içindeki pigment çevresinde dolaşırlar ve gelen ışığın yoğunluğunu değiştirirler. Bu şekilde kurbağa parlak yeşil renkli yapraktan çamurlu kahverengi bir gölete atladığında, derisindeki hücreler kurbağanın rengini değiştirerek onun korunmasını sağlar.

Bulunduğu zeminin rengini alan bir kurbağanın böyle bir işlemi kendi iradesiyle ya da tesadüfen gerçekleştirmesi mümkün değildir. Elbette ki diğer tüm canlılar gibi kurbağaya da kamuflaj yeteneğini veren, renk değişimini gerçekleştireceği kimya laboratuvarlarını vücuduna yerleştiren üstün akıl ve bilgi sahibi olan Allah’tır.

Her Seferinde Aynı Rengin Oluşması Bir Mucizedir

Bir laboratuvar ortamında kurbağanın rengini oluşturmaya çalıştığınızı düşünün. Bu konuda hiç bilginiz yoksa, bulunduğunuz laboratuvar ne kadar gelişmiş imkanlarla dolu olursa olsun, istediğiniz gibi kesin bir sonuç alamazsınız. Bırakın kurbağanın yaşadığı ortamla son derece uyumlu, gerektiğinde renk değiştirerek tamamen görünmez hale gelen renk kalitesini, her defasında canlının aynı rengini tutturmayı bile başaramazsınız. Durum böyleyken kurbağalardaki bu muazzam sistemin tesadüflerle oluştuğunu iddia etmek elbette ki bilimsellikten uzak ve akıl dışı bir iddia olacaktır. Yeryüzündeki kusursuz yaratılış Rahman olan Allah’a aittir. Allah Nahl Suresi’nde şöyle bildirmektedir:

“Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır.” (Nahl Suresi, 13)

Kamuoyuna Duyuru




1- Sayın Adnan Oktar ve BAV mensupları hakkında 2000 yılında 4422 sayılı yasaya aykırılık iddiasıyla açılan kamu davası, davanın görüldüğü mahkemece 2005 yılında zamanaşımı kararıyla düşürülmüştür.

2- Bu iddia kapsamında mahkemece verilen karara karşı “temyiz başvurusu hakkı” sadece savcılık makamına aittir. Savcılık makamının dışında hiçbir kişi veya kurumun temyiz yetkisi yoktur. Bu durum Yargıtay’ın bu konudaki yerleşmiş içtihatlarıyla sabittir.

3- Sözkonusu davada Savcılık makamı temyiz başvurusunda bulunmamıştır. Bu durumda mahkemece verilen zamanaşımı kararının 2005 yılında kesinleşmesi gerekirdi.

4- Fakat dava sonuçlandırılmamış ve arka arkaya önemli hukuka aykırı kararlar ortaya çıkmıştır.

5- Fatih Altaylı ve Ebru Şimşek isimli kişiler hukuken hakları bulunmamasına rağmen dosyada verilen kararı temyiz etmişlerdir. Yerel mahkeme, hukuken bu temyiz dilekçesini reddetmesi gerekirken hataya düşerek dilekçeyi kabul etmiştir.

6- Yapılan bu büyük hukuki hata, hayret verici şekilde Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nce de tekrarlanmıştır. Fatih Altaylı ve Ebru Şimşek’in geçersiz temyiz taleplerinin reddedilmesi gerekirken hataya düşülerek başvuru işleme konmuştur.

7- Yargıtay 8. Ceza Dairesi, hukuken geçersiz olan bu temyize dayanarak mahkemenin zamanaşımı kararını 2007 yılında bozmuştur.

8- O nedenle, hukuken 2005 yılında bitmiş olması gereken BAV Davası 6 seneden beri gereksiz yere sürmektedir. Hakimlerden sanık vekillerine kadar da herkes bu durumun farkındadır.

9- Bu hukuk dışı durumu düzeltebilecek mercilerden biri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’dır (CMK’nun 308. Maddesi gereğince).

10- Bu sebeple bu makama geçtiğimiz ay sanık vekillerince bu 6 yıllık hukuk ayıbına son verecek bir başvuruda bulunulmuştur.

11- Başvuru dilekçesinde, 2005 yılında verilen zamanaşımı kararını kaldıran Yargıtay ilamının dayanağı olan temyiz dilekçesinin geçersiz olduğu açıklanmış ve bu hukuka aykırılığın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla düzeltilmesi talep edilmiştir. Dilekçe, Türkiye’nin otorite kabul edilen saygın hukukçularının verdiği 15 ayrı bilimsel mütalaa ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ile desteklenmiş ve konu detaylı şekilde izah edilmiştir.

12- Bu başvuru sürecinde Yargıtay Başsavcılığı yetkilileriyle yapılan görüşmelerde, bu yargı mensupları talebimizin ve başvurumuzun son derece haklı olduğunu sözlü olarak defaatle ifade etmişlerdir.

13- Ancak bu başvuru 05.07.2011 tarihinde Yargıtay Başsavcılığı tarafından reddedilmiştir. Bu ret kararı verilirken dosyada bulunan Türkiye’nin saygın hukukçularının görüşleri ve Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları dikkate alınmamıştır.

14- Hukuki bir hata masum insanların 6 seneden beri haksız yere yargılanmasına yol açmıştır. Bunu düzeltme yetkisine sahip yargı mercilerinin bu açık haksızlığa karşı kayıtsız kalmasının sebebini anlamakta zorluk çekmekte, bu durumun BAV Camiası’na önyargıdan kaynaklanmış olmasından endişe etmekteyiz.

15- Ortaya çıkan bu gayri hukuki durumun düzeltilmesi ve ilgili makamların kanunlarımızı harfiyen uygulaması konusunda daha titiz ve dikkatli olmasını Yüce Türk Milleti huzurunda önemle talep ve istirham ediyoruz.

Okyanusta Tek Sıra Halinde Göç Eden İstakozlar

Okyanusta Tek Sıra Halinde Göç Eden İstakozlar Istakozlar göç mevsiminin geldiğini nasıl anlarlar?

Bu canlıların göç ederken konvoy oluşturmalarının sebebi nedir?

Istakozlar grubu bir tehlike anında neden sırayı bir savunma rozeti şekline sokar?


Sonbaharın ortasında ıstakozların yaşadıkları bölgede hava şartları son derece değişkendir. Yüksek basınç sonucu rüzgarlar yoğunlaşır, gökyüzü kararır, yağmur yağar ve ısı düşer. Bununla birlikte ıstakozların yaşadığı sığlıklar bulanıklaşır. Rüzgar sonucu sığ alanlarda büyük dalgaların oluşturduğu hareketler meydana gelir. Bu, ıstakozların göç mevsiminin geldiğinin işaretlerindendir.

Istakozların neden sonbaharda göç ettikleri ve bu zamanlamayı nasıl yaptıkları tam olarak bilinmiyor. Fakat eldeki bilgilerle, çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülüyor. Yapılan araştırmalara göre ani ısı değişikliği ve yoğun su hareketleri ıstakozlarda yer değiştirme eğilimi meydana getiriyor olabilir.

Burada önemli olan nokta, bir ıstakozun içinde yaşadığı ortamın iklimsel değişikliklerini fark ediyor, bu ortam şartlarının kendi yaşamı için bir risk olacağını anlıyor ve ona göre de önceden tedbir alıyor olmasıdır. Aldığı tedbirde de önceden hesaplaması gereken noktalar vardır. Örneğin ıstakozun kendisi için uygun olan ortamın, okyanusun neresinde olduğunu ve oraya hangi yolla en çabuk ulaşacağını önceden bilmesi gerekir. Bütün bu kararları verdikten sonra da son derece bilinçli şekilde oraya doğru yönelmelidir. Istakozların sahip oldukları muazzam özellikler, bunlarla da sınırlı değildir. İşte Rabbimiz’in yarattığı eşsiz özelliklerle donatılmış olan ıstakozların göç ederken kullandığı diğer yöntemler:

Istakozların Hayranlık Uyandıran Göç Metodu

Istakozların göçleri genel olarak daha sakin sulara doğru olur. Bu seyahat sırasında oldukça dikkat çekici görüntüler meydana gelir. Her ıstakoz kendi önündekine dokunacak şekilde pozisyon alır ve yaklaşık elli-altmış ıstakoz bir araya gelerek bir konvoy oluştururlar. Bu şekilde okyanus tabanında birkaç gün ve gece yürürler. (David Attenborough, The Trials of Life, s.123)

Konvoyun elemanları kendi pozisyonlarını antenlerinin ve ön bacaklarının uçlarını sürekli olarak önlerindeki ıstakozun karnına dokunarak belirler. Bu bağlantı ıstakozun anteni alınsa bile bozulmaz. Antenleri alınan ıstakoz önündeki ıstakoza ön ayaklarının ucuyla daha fazla dokunmaya başlar. Eğer bu uçlar da alınırsa o zaman ıstakoz ön ayaklarının ikinci uçları ile diğerlerine dokunur. Bu şekilde ıstakoz görmese bile sıranın korunmasını garanti altına almış olur. Öndeki ıstakozun neden olduğu su hareketi muhtemelen onu izleyen ıstakozun kaybolan bağlantıyı yeniden elde etmesini sağlarken, kimyasal uyarı da onun bir ıstakozu izlediğini gösterir.

Istakozlar Neden Tek Sıra Halinde Göç Ederler?

Istakozların göçe toplu olarak karar verdikleri düşünülse bile bu şekilde tek sıra oluşturarak seyahat etmelerini açıklayabilmek zordur. Bu davranış şeklinin ıstakoza birçok faydası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Öncelikle yol boyunca karşılaşacağı tehlikelere tek başına karşı koyamayacak olan ıstakozlar, birlikte hareket ettiklerinde av olmaktan kurtulabilirler. Çünkü tümünün birden sahip oldukları gözler, antenler ve diğer tüm alıcılar düşmanı fark etmek ve caydırmak için aynı anda kullanılmış olur.

Genellikle bu göç yolunda büyük balıkların saldırısına uğrarlar. Saldırı esnasında lider kendi etrafında döner. Bunu gören diğer bireyler tehlike olduğunu anlar ve onlar da dönerek bir rozet şekli oluştururlar. Bu sırada ıstakozlarda savunma kabukları oluşur. Normal şartlar altında çok çabuk yem olacakken bu tedbirler sayesinde düşmandan korunmuş olurlar. 


Ayrıca ıstakozların en hassas yerleri karın bölgeleridir. En büyük hasarı bu bölgelerinden alırlar. Dizi şeklinde sıralandıklarında ise bir arkada olan ıstakoz diğerinin karın bölgesini kapatarak onu korumuş olur. (John Owen, Fantastic Journey, s.109) 


Dizi şeklinde göç etmek ıstakozların hareket kabiliyetlerini de artırır. Tek başına su içinde ilerlerken karşılaşılan sürtünme kuvvetiyle bir bireyin arkasından giderken karşılaşılan kuvvet arasında yarı yarıya fark vardır. Dizi şeklinde yaptıkları hareket sayesinde ıstakozlar daha kısa bir sürede daha fazla yol almış olurlar. Bazı türlerin saatte 1 kilometre yürüdükleri görülmüştür. 


Yaşadıkları Bölgeyi Her Durumda Kaybolmadan Nasıl Bulurlar? 



Yapılan araştırmalar ıstakozların tanımadıkları bir yere yerleştirildiklerinde de kendi bölgelerine dönebildiklerini göstermiştir. Ancak bütün çalışmalara rağmen bunu hangi yöntemi kullanarak yaptıkları tam olarak anlaşılamamıştır. Örgücü ıstakoz Panulirus argus, yol boyunca tüm yönelme ipuçlarından yoksun bırakılmasına ve yakalandığı yerden kilometrelerce uzakta tanımadığı bir alana yerleştirilmesine rağmen yaşadığı bölgeye geri dönebilmiştir. Bu konuda yapılan bir deney dikkat çekicidir. 

Sahilde yakalanan ıstakozlar üzeri örtülü, ışık geçirmeyen bir konteynıra yerleştirilerek, kamyonla deney alanına götürülmüşlerdir. Yolculuğun yarısında konteynıra mıknatıslar yerleştirilmiştir. Mıknatısların bazıları iple asılmış ve düzensiz şekilde sallandırılmıştır, böylece konteynırın içine yerleştirilen mıknatıs düzeni devamlı değişen bir ortam oluşturmuştur. Yolculuğun diğer yarısında ise ıstakozlar aynı konteynırda ama mıknatıslar olmadan taşınmıştır. Tüm yolculuk boyunca konteynırların kamyon hareket ettikçe düzensiz olarak sallanması sağlanmıştır. İpuçlarının durağanlığını bozmak için kamyon 37 km uzaktaki deney alanına gitmeden önce bir dizi düzensiz manevralar ve daireler yapmıştır. Sonra tüm ıstakozlar kamyondan alınmışlar ve doğal manyetik alanı olan bir tankta gece boyunca bekletilmişlerdir. 

Sabah olduğunda ıstakozların gözleri lastik bantlarla kapatılmış ve daha önceki gibi yönlerini nasıl buldukları test edilmiştir. Mıknatıslarla ve mıknatıssız nakledilen ıstakozlar arasında hiçbir yönlenme farklılığı bulunmadığı görülmüştür. Aksine her iki grup da tereddütsüz olarak yakalanmış oldukları alana doğru yönelmişlerdir. (2 Haziran 2003) (Nature 421, 60 - 63 (2003); doi: 10.1038/nature01226, True navigation and magnetic maps in spiny lobsters, Larry C. Boles And Kenneth J. Lohmann, Department of Biology, University of North Carolina, Chapel Hill, North Carolina 27599, USA, Correspondence and requests for materials should be addressed to L.C.B. (e-mail: LBoles@email.unc.edu) 



Istakozlar Şu Anda Tam Olarak Çözülememiş Bir Metodu Nasıl Bilip, Uygulamaya Başlamışlardır? 



Şüphesiz bir ıstakozun günün birinde kendi aklı ile böyle bir yöntem düşünmesi ve her koşulda yönünü bulmayı başarmaya azmetmiş olması mümkün değildir. Bu göç davranışlarının zamanla ıstakozların aşamalı kararlarıyla oluşması da imkansızdır. Istakozun göç yeteneği kendi başına sahip olması mümkün olmayan, hayranlık uyandıran bir özelliktir. Tüm bunları düşünüp planlayan, planlarına göre hesap yapan, yolunu şaşırmadan onu istediği yere ulaştıran akıl ıstakozun aklı değildir. Herşeyi yaratan ve yarattığını en iyi bilen Yüce Allah, ıstakozların da yaşamları boyunca karşılaşacakları herşeyi önceden bilir. Onları ihtiyaç duyacakları her türlü beceriyle donatan üstün güç sahibi Rabbimiz’dir. Bu, Allah’ın yaratmadaki üstün sanatının göstergelerinden yalnızca bir tanesidir:



“Allah... O’ndan başka İlah yoktur. Diri’dir, Kaim’dir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yüce’dir, pek Büyük’tür.” (Bakara Suresi, 255)

Allah'la Derin Bir Bağlantının Kurulması

Allah'la Derin Bir Bağlantının Kurulması Nefis Allah’ın dilemesi dışında insanı sürekli olarak kötülüğe davet eder. İnsan nefsin bu kötülüklerinden ancak Yüce Allah’la samimi ve derin bir bağlantı kurarak kurtulabilir. Bu bağlantının en etkili yollarından biri O’na dua etmektir. İnsan, samimi kullarının duasına muhakkak cevap vereceğini bilerek (Bakara Suresi, 186) Yüce Allah’tan nefsini arındırmasını, aklını açmasını ve derin bir imana sahip olmayı dileyebilir. Ancak Rabbimiz’le yakın bağlantı kurmanın yolları sadece dua ile sınırlı değildir. O’nun büyüklüğünü, yaratışının mükemmelliğini, düşünerek, nimetlerini anarak, O’nu övüp (tesbih edip) yücelterek ve O’na ibadet ederek nefis hırslardan, korkulardan (gelecek ve kaybetme korkusu gibi) ve bencil tutkulardan arındırılabilir.
Sevilen Şeylerden İnfak Etmek ve Fedakar Olmak

İnsanın nefsi malı yığıp biriktirmeye, cimrilik etmeye, bunları kimseyle paylaşmamaya öncelikli olarak hep kendini düşünmeye, bencil olmaya ve fedakarlıktan kaçınmaya eğilimlidir. İnsan nefsindeki bu zaaflardan kurtulabilmek için Yüce Allah’ın emrettiği Kuran hükümlerini eksiksiz olarak uygulamalıdır. Nitekim Yüce Allah nefislerdeki cimrilik ve bencillik duygusundan kurtulmanın en hayırlı yolunun infak etmek olduğunu şöyle bildirmektedir:

“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Tegabün Suresi, 16)

Nefsi Kınamak


Nefsi temizlemenin en etkili yöntemlerinden biri de onu sürekli olarak kınamaktır. Müminler nefislerini kınayarak gerçek kurtuluşa ve cennete kavuşacaklarını bildiklerinden “Şu sözümle neyi kastettim? Bu hareketi yapmaktaki amacım neydi? Kalbimden geçen şu düşünceden elde etmek istediğim nedir?” gibi sorularla söyledikleri ve yaptıkları hareketlerde kendilerini denetlerler. Herhangi bir hata veya yanlışlık yaptıklarında bunu diğer müminlerle paylaşarak hem onların aynı yanılgıya düşmesine engel olmaya çalışırlar, hem de nefsin büyüklük gururundan dolayı hiç hoşlanmadığı eleştiriyi yaparak ona acı çektirir ve ezerler. Çünkü nefsin en çok sevdiği şey “kendine benlik vermek”, bu benlik duygusunun sonucu olarak hataları da sahiplenip bunları itiraf etmekten insanı engellemektir. Nefis bu biçimde insanı hatasız olduğuna inandırmaya ve kötülükleri bu biçimde örtüp kapatmaya çok eğilimlidir.

Nefsinin kötü isteklerine tabi olup da onu temizleyip arındırmamış ve dünyada iken nefsini kınayıp eleştirmemiş olan kişinin ahirette nefsini kınaması ise ona bir yarar sağlamaz. Nitekim Yüce Allah kıyamet gününün hemen ardından kendini kınayıp duran nefsin durumuna yemin etmektedir: “Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim. Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.” (Kıyamet Suresi, 1-2) Vicdanın Sesini Dinlemek Vicdan Yüce Allah’ın kullarına nefsin “fücurundan” yani kötülüklerinden kurtulmak için bahşettiği çok büyük bir nimettir. İnsanı Allah’a ve dinin bildirdiği doğrulara, hayırlara yöneltip, iyiyi ve kötüyü ayırt etmesini sağlar. Vicdan, bir anlamda doğruya yönelten Allah’ın sesidir. İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran’da gösterilen temel prensipleri tam olarak kavradığı takdirde, doğru yolda ilerleyecektir. Mümin günlük hayatta birkaç seçenek arasında seçim yapmak durumunda kaldığında, karşılaştığı seçenekler içinde, Allah’ın rızasına en uygun olanını, dinin menfaatlerine en yararlı olanını seçerken vicdanının sesini dinler. Çünkü vicdan ilk olarak devreye girer ve hangi seçeneğin Allah’ın rızasına daha uygun olacağını insana ilham eder. Ancak ikinci aşamada nefis devreye girer ve onu diğer alternatiflere yöneltmeye çalışır. Bunun için de genellikle insana mazeretler fısıldar. Nitekim Yüce Allah insana bir yarar sağlamayacak olan nefsin bu fısıltıları yerine vicdanının sesini dinleyen kişileri kurtuluşa ulaştıracağını müjdelemektedir:
“Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakındırırsa, Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.” (Naziat Suresi, 40-41)

Allah Aşkı En Asil Ahlaka Vesile Olur

Allah Aşkı En Asil Ahlaka Vesile OlurAllah’ı aşkla sevmek demek; insanın kalbindeki Allah sevgisinin dünyadaki diğer tüm sevgilerin üstüne geçmesi, en güçlü, en yoğun ve sürekli artan bir biçimde kalpte hissedilmesidir.
  • Allah aşkı nasıl artar?

  • Allah aşkı müminlerde nasıl tecelli eder?

    “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (Enam Suresi 162) ayetinde haber verildiği gibi Allah’ı aşkla sevmek, insanın tüm hayatını Allah’ın rızası ve hoşnutluğu üzerine kurmasına dayanır. Allah sevgisi, dünyada hiçbir sevgiyle kıyaslanmayacak derecede yoğun bir sevgidir.

    Allah, Kuran’da, “Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Tevbe Suresi, 111) ayetinde haber verdiği gibi, müminlerin yaptıklarının karşılığını mutlaka verecektir.

    Bu karşılık; Rabbimiz’in rızası, sevgisi ve lütfederse cennetidir. Fakat bir müminin Allah’a olan aşkı, hiçbir zaman karşılığa dayalı değildir. Mümin Allah’ı karşılıksız olarak sever. Çünkü yaptıklarının karşılığını beklemek üzerine kurulu olan bir sevgiye gerçek aşk denemez. Allah aşkı hiçbir maddi karşılığı olmayan çok saf, temiz ve asil bir duygudur. Bu asil duygu, sadece Yüce Rabbimiz olan Allah’ın rızası için Allah’ı sevmek üzerine kuruludur.

    Zorluk ve Çile Karşısında Gösterilen Güzel Ahlak

    Allah Aşkının Bir Tecellisidir

    Müminin Allah aşkının ispatı, dünyada imtihan olarak yaratılan zorlukları sevinçle karşılamasıdır. Müslüman daima çetin ortamlardan, zorluklardan yılmayacak tam aksine onları rahmet olarak görecek bir ruh yapısına sahip olursa bu gerçek bir aşkın alameti olur. Çünkü Yüce Allah’ın yarattığı imtihanın bir gereği olarak Müslümanlar en zor koşullarla ve en çetin zamanlarla denenirler. Örneğin Hz. Yusuf (a.s.) çocuk yaşta kuyuya atılmış, daha sonra vezirin eşinin iftirası ile uzun yıllar zindanda kalmıştır. Hz. İbrahim (a.s.) ateşe atılmış, tüm peygamberler (peygamberlerimizi tenzih ederiz) delilikle veya büyücülükle suçlanmışlar, ölümle tehdit edilmişlerdir. Fakat Allah, ne zorluk meydana getirirse getirsin müminler, Allah’a olan aşklarında kararlılık göstermişlerdir. O’na olan aşklarını en güzel şekliyle ifade etmişler ve her koşulda Rabbimizin kendileri için yarattıklarını bir güzellik ve hayır olarak görmüşlerdir.

    Samimi bir Müslüman, zorluk ve çile gerektiren ortamları, Yüce Allah’ın özel olarak yarattığını bilir. Hz. Yusuf (a.s.)’ın kuyuda yaşadıkları, Hz. Musa (a.s.)’ın firavunla mücadelesi, Hz. İbrahim (a.s.)’ın ateşe atılması, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mağarada müşriklerden gizlenmesi gibi zorluklar aslında Allah’ın kader ilminin birer tecellisidir.

    Burada verilen birkaç örnekte olduğu gibi Allah’ın insanların kaderlerinde yarattığı her detay müminlerin, tehlikeli ve zor hareketlere karşı sabırlarının denendiği ortamlardır. Müminler her türlü zorluk ve çile ortamında sabırlı olur ve “Ya Rabbi ben Seni çok seviyorum. Her ne olursa olsun Sana olan aşkımdan, sevgimden ve muhabbetimden asla vazgeçmem. Ne kadar zorluk olursa olsun yine vazgeçmem. Daha da şiddetli sıkıntı olsa yine bırakmam. Canımı alsalar, malımı alsalar yine vazgeçmem” diyebiliyorsa bu müminin samimi sevgisinin ve Yüce Allah’a duyduğu derin aşkın gücünün tecellilerinden biridir. Ama asıl olan; zorluk zamanında, yani kişinin nefsiyle mücadele ettiği anlarda bu duasına uygun bir ruh hali ve akıl yapısı göstermesidir.

    Allah’ı Aşkla, Coşkuyla Sevmek İnsana Neşe ve Huzur Verir

    Samimi bir Müslümanın özelliği Allah’ı deli aşık ruhuyla sevmesidir. Mümin, her sabah coşkuyla kalktığında hemen aşkla sevdiği Rabbimizi aklına getirir. Bu sevginin neşesi ve sevinciyle güne başlar. Bu aşk onda bayram neşesi ve sevinci meydana getirir. Çünkü sonsuz bir aklın sonsuz bir gücün, sonsuz bir merhametin kontrolü ve koruması altında olduğunu ve Allah’ın kulu olduğunu hatırlar. Bu, çok rahatlatan, sevinç veren bir lütuftur. Ayrıca Allah kullarına sürekli nimetler verir. Müminin bu nimetleri her yerde görmesi Rabbimize olan aşkını ve imanının coşkusunu arttırır. Ayrıca Allah müminlere bir lütuf ve ikram olarak sonsuz cennet hayatını da müjdelemiştir. Bu lütfun sevinci de inananların yüreklerini kaplar ve sevgilerinin artmasına vesile olur.

    Cenneti güzelleştiren de müminin Allah’a olan aşkı ve tutkusudur. Cennetin o muhteşem görüntüsü, ihtişamı, güzel insanlar, giysiler ve evler Allah aşkı ile güzelleşir. Cennette de insanı mutlu eden, huzur ve coşku veren, Allah’ın kendisinden razı olması, Allah’ın yani asıl sevdiğinin sevgisini kazanmış olmanın getirdiği mutluluktur.

    Allah Aşkı, Her An, Her Saniye Yaşanan ve O’nun Tecellilerine de Yönelen Derin Bir Sevgidir

    “Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 13) ayetinde bildirildiği gibi müminin aşkla Allah’a yönelmesi ve O’nun tecellilerini de bu aşkla sevmesinin temelinde ‘göklerde ve yerde olanların tümü’nün Allah’ın birer nimeti olduğunu unutmaması vardır. Müminin insan, çocuk, hayvan ve çiçek sevgisinin çok şiddetli olmasının nedeni budur. Bu nedenle baktığı herşeyde Allah’ı görür. Allah rızası için sevdiğinden, baktığı herşeye aşık olmaktan kendini alamaz. Bu aşk, Allah aşkından kaynaklanan doğal bir ruh halidir ve tutkulu imanla, akılla, derinlikle, fedakarlıkla ve çok yüksek ahlakla kazanılır.

    Bu bilinçle hareket eden bir kişi gördüğü her güzellik karşısında Allah’ı tesbih eder. Allah rızası için muhabbet, sevgi duyar. Müminin sahip olduğu bu üstün ahlaka Kuran’da şöyle bir örnek verilmektedir:

    “Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi. Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: “Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbim’i zikretmekten dolayı tercih ettim.” Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. “Onları bana geri getirin” (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.” (Sad Suresi, 30-33)

    Ayetlerden de anlaşılacağı üzere müminlerin tüm varlıklara yönelik sevgilerinin kaynağında, Allah aşkı ve Allah’ı zikretme amacı bulunur. Hz. Süleyman (a.s.) örneğinde olduğu gibi Allah’ın tecellilerinden alınan derin zevki ancak Allah’ı aşkla seven müminler anlar.

    Allah Aşkı Ahlak Güzelliğini Arttırır

    Allah’a deli aşık olan bir mümin Allah’ı gücendirmekten, O’nun rızasından mahrum kalmaktan korkar. Bu nedenle Allah’a olan aşkını ifade edebilmek için Allah’ın emirlerine titiz olur, O’nu çok sever ve saygılı olur. Örneğin egoist ve bencil olmaz, şefkatli ve koruyucu olur, nefsine düşkün, çıkarlarının peşinde koşan biri olmaz. Tam aksine affedici olur. Çünkü af ve merhamet, sevgiyi devam ettiren bir güçtür. Sabırlı olmak, fedakarlık, cesaret, sevecenlik gibi bütün güzel huyların kökeninde hep Allah aşkı vardır.

    Ruhtaki derinlik ve aklın kaynağı da Allah aşkına dayanır. İmanın gücü, coşkusu, Yüce Allah’ın tecellilerine olan şefkat yani gerçek sevgi, derinlik ve tutkunun kaynağı Allah aşkıdır. Bu aşk, insan ruhunda tarifi mümkün olmayan çok şiddetli bir haz oluşturur ve bu, kişinin iman ve akıl gücüyle orantılı olarak artar. Yüce Allah’ın mümin kullarına bu duyguyu yaşatması çok büyük bir nimettir. Allah, iman edenlerin gerçek dostunun ve yardımcısının ancak Kendisi olduğunu Kuran’da şöyle bildirmektedir:

    “... Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir. (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Bakara Suresi, 106-107)

    Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 85. sayı (Temmuz 2011) 48. sayfada yayınlanmıştır.

    Müslümanın Hayatında Namaz İbadetinin Önemi

    İman sahibi bir insan ibadetlerine gösterdiği titizlikle kendini belli eder. Allah (cc)’ın farz kıldığı namaz, oruç, abdest ibadetlerini yaşamı boyunca şevkle sürdürür. Allah (cc) salih Müslümanların ibadet şevkini pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden biri şu şekildedir:

    Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 22)

    Namaz, müminlere hayatları boyunca sürdürmeleri emredilen, vakitleri belirlenmiş bir ibadettir. İnsan unutmaya ve gaflete düşmeye müsait bir varlıktır. İradesini kullanmayıp kendini günlük olayların akışına kaptırırsa asıl dikkatini vermesi ve aklında tutması gereken konulardan uzaklaşır. Allah (cc)'ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an kendisini izlediğini, işittiğini, yaptığı her şeyin hesabını Allah (cc)'a vereceğini, ölümü, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın meydana gelmeyeceğini, karşılaştığı her şeyde, her olayda bir hayır olduğunu unutur. Gaflete düşerek, hayatının gerçek amacını aklından çıkarabilir.

    Günde beş vakit kılınan namaz ise, bu unutkanlık ve gafleti yok eder, müminin bilincini ve iradesini canlı tutar. Müminin sürekli olarak Allah (cc)'a yönelip dönmesini sağlar ve Rabbimizin emirleri doğrultusunda bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur. Namaz kılmak için Allah (cc)’ın huzurunda duran mümin, Rabbimiz ile güçlü bir manevi bağ kurar. Namazın insana Allah (cc)’ı hatırlattığı ve insanı her türlü kötülükten alıkoyduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir:

    Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

    Tarih boyunca peygamberler kavimlerine Allah (cc)'ın farz kıldığı namaz ibadetini tebliğ etmişler, kendileri de hayatları boyunca bu ibadeti en güzel ve en doğru şekilde uygulayarak tüm müminlere örnek olmuşlardır. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şu şekildedir:

    - Hz. İbrahim için:

    Rabbim, beni namazı(mda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. (İbrahim Suresi, 40)

    - Hz. İsmail için:

    Kitap'ta İsmail'i de zikret. Çünkü o, va'dinde doğruydu ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi. Halkına, namazı ve zekatı emrediyordu ve o, Rabbi katında kendisinden razı olunan (bir insan)dı. (Meryem Suresi, 54-55)

    - Hz. Musa için:

    Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)

    Hz. İsa için:

    (İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.” Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. (Meryem Suresi, 30-31)

    Mümin kadınlara örnek olarak gösterilen Hz. Meryem'e de namaz kılması emredilmiştir:

    Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et. (Al-i İmran Suresi, 43)

    Namaz hangi vakitlerde farz kılınmıştır?

    Kuran'da, namazın müminlere vakitleri belirlenmiş bir ibadet olarak farz kılındığı bildirilmektedir. Ayette şöyle buyurulur:

    Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)

    Namaz vakitleri, “sabah”, “öğle”, “ikindi”, “akşam” ve “yatsı” olmak üzere beş vakitten oluşmaktadır. Namaz vakitleri pek çok Kuran ayetinde açıkça bildirilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:

    Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.” (Taha Suresi,130)

    Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edip (yüceltin). Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de. (Rum Suresi, 17-18)

    Allah (cc)'ın vahiy ve ilhamıyla Kuran'ı en iyi anlayan ve tefsir eden Peygamber Efendimiz de (sav) beş vakit namazın gün içindeki başlangıç ve bitiş zamanlarını müminlere tarif etmiştir. Namaz vakitlerinin bildirildiği en çok bilinen hadis-i şeriflerden biri İbn-i Abbas'ın bildirdiği hadis-i şeriftir:

    "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cibril (aleyhisselam) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibril (aleyhisselam) bana yönelip: 'Ey Muhammed Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselam) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!' dedi."

    Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimizin huzurunda O'nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O'na saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir. Namaz ibadetini hakkıyla yerine getirmek isteyen bir mümin, huşuyu engelleyebilecek şeylere karşı önlem almalı, namazda gereken dikkat ve konsantrasyonu sağlamaya azami titizlik göstermelidir.

    Namazı dosdoğru kılmak Rabbimizi anmamız, O'nu yüceltmemiz ve bütün eksikliklerden münezzeh tutarak O'nu birlememiz için büyük bir fırsattır. Nitekim ayette Allah Kendisi'ni zikretmek için namaz kılınmasını buyurmaktadır:

    Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)

    Kadına Şiddete Karşı Özel Büro

    Ne Demişti

    Destan TV, 08 Mart 2009

    Adnan Oktar: Mesela 2006 yılında yapılan araştırmaya göre Türkiye’de her 26 dakikada bir aile içi şiddet olayı yaşandı diyor. Rezalet. Çocuk istismarı,KADIN İSTİSMARI, taciz ve aile içi tecavüz ve şiddet, ensest gibi olaylar yasal mercilere en az taşınanlar arasında. Bakın rezalete bakın. …. Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre, aile içinde fiziksel şiddetin boyutları oldukça büyük. Araştırmalara göre Türkiye’de kadınların %57’si fiziksel, %47’si cinsel şiddete maruz kalıyor. %8’i ise tecavüze uğruyor. Aile içinde. Bu tam bir rezalet. Tam bir kepazelik, buna karşı aklı başında, MAKUL BİR ÖRF GELİŞTİRİLMESİ GEREKİYOR. MAKUL BİR GELENEK GELİŞTİRİLMESİ GEREKİYOR.

    Ne Oldu

    Hürriyet, 28 Haziran 2011

    Kadına karşı şiddet her geçen gün artarken Ankara Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş, bu tür olayların önüne geçmek için özel bir büro kurdu. Kuriş, konusunda uzman 1’i kadın, 2 Cumhuriyet savcısını, sadece kadına yönelik şiddet soruşturmalarına bakmak için görevlendirdi. Bu savcılar gerektiğinde aile mahkemelerinden koruma kararı talep edecek, uymayanlar hakkında dava açabilecek.

    Peygamberimiz (sav)'in Zorluklar Karşısındaki Güzel Ahlakı Tüm İnananlar İçin Örnektir

     Peygamberimiz (sav)'in Zorluklar Karşısındaki Güzel Ahlakı Tüm İnananlar İçin Örnektir Yüce Allah dünya hayatında insanları zorluklarla imtihan edeceğini bildirmiştir. Bu zorluk ve sıkıntılar, iman etmeyen kişilere de Müslümanlara da isabet edebilir. Ancak bunlar iman etmeyenler için bir tür azaba dönüşürken, Allah'ın herşeyi hayırla yarattığını bilen salih Müslümanlar için eşsiz birer güzelliktir. imanlarının derinleşmesi için değerli bir vesile, neşelerinin, coşkularının, birbirlerine olan sevgi ve bağlılıklarının güçlenmesi için bir fırsattır.

    Zor­luk­la de­nen­mek, Müs­lü­ma­nın ha­ya­tı­nın önem­li bir par­ça­sı­dır. Nitekim tüm alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Pey­gam­be­ri­miz (sav) ha­ya­tı bo­yun­ca pek çok if­ti­ra­ya ma­ruz kal­mış, öl­dü­rül­mek­le teh­dit edil­miş, Mek­ke­li müş­rik­ler­den çok de­fa zu­lüm gör­müş, sa­ha­be­ler­le bir­lik­te sa­hip ol­du­ğu her­şe­yi bı­ra­kıp Me­di­ne'ye göç et­miş­tir. Hz. İb­ra­him ate­şe atıl­mış, Hz. Yu­suf ön­ce ıs­sız bir ku­yu­da
    son­ra da yıl­lar­ca ha­pis­ha­ne­de kal­mış, Hz. Mu­sa Fi­ra­vun'un zul­mü­! ;ne uğ­ra­mış, Hz. İsa'yı öl­dür­mek için tu­zak ku­rul­muş, an­cak Al­lah el­çi­le­ri­ne yö­nel­ti­len tüm bu tu­zak­la­rı boz­muş, tüm zor­luk­la­rı sa­lih kul­la­rı için gü­zel­lik­le­re dö­nüş­tür­müş­tür. İman et­me­yen­ler ta­ra­fın­dan Müs­lü­man­lar aley­hin­de, on­la­ra zor­luk ver­mek ama­cıy­la çe­şit­li tu­zak­lar ku­ru­la­ca­ğı Ku­ran'da de­tay­lı ola­rak ha­ber ve­ril­miş­tir. Al­lah bir ayet­te şöy­le bil­dir­mek­te­dir: “Ha­ni o in­kar eden­ler, se­ni tu­tuk­la­mak ya da
    öl­dür­mek ve­ya sür­gün et­mek ama­cıy­la, tu­zak ku­ru­yor­lar­dı. On­lar bu tu­za­ğı ta­sar­lı­yor­lar­ken, Al­lah da bir dü­zen (bir kar­şı­lık) ku­ru­yor­du. Al­lah, dü­zen ku­ru­cu­la­rın (tu­zak­la­rı­na kar­şı­lık ve­ren­le­rin) ha­yır­lı­sı­dır.” (En­fal Su­re­si, 30)

    HER ZORLUKLA BERABER BİR KOLAYLIK VARDIR Yü­ce Al­lah En­bi­ya Su­re­si'nin 101. aye­tin­de, "Biz­den ken­di­le­ri­ne gü­zel­lik geç­miş bu­lu­nan­lar" ola­rak ta­nım­la­dı­ğı mü­min­le­re bir de­ne­me ola­rak ve­ri­len zor­luk­la­rın ya­nın­da çok bü­yük ko­lay­lık­lar da sağ­lan­mak­ta­dır. Müs­lü­man­la­rın bir­lik için­de ha­re­ket et­me­le­ri, her­şe­yin bir de­ne­me­den iba­ret ol­du­ğu­nu bil­me­le­ri, son­suz ahi­ret yur­du­na ha­zır­lık için­de ol­duk­la­rı­nın şu­urun­da ol­ma­la­rı, as­lın­da bu zor­luk­lar kar­şı­sın­da on­la­ra ve­ril­miş bü­yük bi­rer ko­lay­lık hük­mün­de­dir. Bu­nun ya­nın­da Yü­ce Al­lah mü­min­le­ri çok da­ha bü­yük bir gü­zel­lik­le müj­de­le­mek­te­dir. Pey­gam­ber­le­rin ve sa­lih mü­min­le­rin ha­yat­la­rın­da da ol­du­ğu gi­bi Rab­bi­miz her zor­lu­ğun ar­dın­dan ina­nan­la­ra mut­la­ka bir za­fer, ba­şa­rı ve ga­li­bi­yet ver­miş­tir. Bir ayet­te şöy­le buy­rul­mak­ta­dır: “Al­lah, tak­va sa­hip­le­ri­ni (ina­na­rak ve inanç­la­rı­nı uy­gu­la­ya­rak) za­fe­re ulaş­ma­la­rı do­la­yı­sıy­la kur­ta­rır. On­la­ra kö­tü­lük do­kun­maz ve on­lar
    hüz­ne ka­pıl­ma­ya­cak­lar­dır.” (Zü­mer Su­re! ­si, 61) İman Et­me­yen­le­rin Zor
    An­lar­da Ser­gi­le­dik­le­ri Ta­vır­lar “İta­at ve ma­ruf (gü­zel) söz­dü. Fa­kat iş, ke­sin­lik ve ka­rar­lı­lık ge­rek­tir­di­ği za­man, şa­yet Al­lah'a sa­da­kat gös­ter­se­ler­di, şüp­he­siz on­lar için da­ha ha­yır­lı olur­du." (Mu­ham­med Su­re­si, 21) aye­tin­de de bil­di­ril­di­ği gi­bi gü­zel ah­la­kın asıl ola­rak "ke­sin­lik ve ka­rar­lı­lık" ge­rek­tir­di­ği za­man­lar­da gös­te­ril­me­si önem­li­dir.

    Çün­kü in­san­la­rın bü­yük bir bö­lü­mü zor­lukla­rın­da gös­te­ri­len sa­da­ka­tin üs­tün bir
    ah­lak ol­du­ğu­nu bi­lir­ler ve ko­nuş­ma­la­rın­da böy­le bir du­rum­la kar­şı­laş­tık­la­rın­da
    sa­dık ve güç­lü ola­cak­la­rı­na da­ir sözler verirler. An­cak zor­luk anı gel­di­ğin­de ba­zı
    in­san­la­rın ta­vır­la­rı da­ha ön­ce­ki va­at­le­ri­ne uy­maz. Ken­di­le­ri­ne en ufak bir sı­kın­tı do­kun­du­ğun­da kö­tü bir ta­vır gös­te­re­bi­lir, ani­den hır­çın­la­şa­bi­lir, sev­gi ve şef­kat
    gi­bi duy­gu­lar­dan uzak­la­şıp kin ve öf­key­le ha­re­ket ede­bi­l! ir­ler. Bir an­da
    te­vek­kül­süz , is­yan­kar, za­lim bir tav­ra yö­ne­le­bi­lir­ler. Bu ne­den­le, zor­luk za­man­la­rı güç­lü olan­lar­la güç­süz olan­la­rın bir­bir­le­rin­den ay­rı­la­ca­ğı, kö­tü ah­la­kın or­ta­ya
    çı­ka­ca­ğı, ima­nı za­yıf kim­se­le­rin ­ise en­di­şe­ye ka­pı­lıp ken­di­le­ri­ni bel­li ede­cek­le­ri bir dö­nem­dir. İş­te böy­le ör­nek­ler, sa­mi­mi ve güç­lü bir ima­na sa­hip Müs­lü­man­la­rın
    de­ğe­ri­ni kat kat ar­tır­mak­tadır.

    Fakirlere yardımda aile hekimliği modeli geliyor

    Ne Demişti

    Tempo TV, 3 Aralık 2008

    Adnan Oktar: Kuran’da onlara mustazaf denir, yani fakir insanlar, acz içinde olan insanlar, tabii ki müslümanın hedefidir bu, Allah ona hedef göstermiştir. YANİ FAKİRLERİ KURTARMAK, ONLARI RAHATLATMAK ONLARA MAL, MÜLK SAĞLAMAK, İMKAN SAĞLAMAK, EKONOMİK SEVİYELERİNİ YÜKSELTMEK,Müslüman için bu farzdır. Bütün müslümanlara farzdır. Geceli, gündüzlü bunun için müslüman gayret edecek. Biz de tabii ki bu gayretin içerisindeyiz. Onun için Türk-İslam birliğini istiyoruz. Onun için ekonomik yardımlaşmayı, faizin kalkmasını, vergilerin indirilmesi, ticaretin gelişmesini istiyoruz. Zenginlerin elinde eğer imkan varsa fakirlere bunları dağıtmasını istiyoruz. Devletin de vergileri azaltmasını istiyoruz. Bunlardan amaç halkın refahı ve huzurudur tabii ki…

    El Cezire, 13 Aralık 2008Adnan Oktar: Tabi Müslümanların görevi de zekat, sadakada daha titiz olmaları, bol bol kardeşlerine kendi imkanlarını dağıtmaları, onlara malla, parayla, yiyecekle bol bol yardım etmeleri, borçlu olanların borçlarını affetmeleri, çünkü Kuran’da borcun affedilmesi bir ibadet olarak belirtiliyor, yani illa borcu öde diye fakir insanların yakasına yapışılması doğru değil, bundan vazgeçilmesi lazım…FAKİRLERİ KOLLAMA VE ONLARA FERAHLIK VE RAHATLIK SUNMA, REFAH SUNMA SON DERECE HAYATİ BİR KONU VE BU ÇOK KOLAY YAPILABİLECEK BİR ŞEY. O zaman piyasa da canlanır, ortalık da canlanır, her şey olur.

    Ne Oldu

    Zaman, 11 Haziran 2011

    Fakirlere 14 ayrı kurum tarafından yapılan devlet yardımlarının tek çatı altında toplanmasının ardından,ihtiyaç sahipleriyle birebir ilgilenmek üzere 7 bin sosyal destek uzmanı görevlendiriliyor. Yoksullar, devlet kurumlarına başvurmak yerine, aile hekimliğinde olduğu gibi bu uzmana başvurarak her türlü bilgiyi alabilecek. Uzmanlar, eğitildikten sonra göreve başlayacak. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, sahipsiz hiçbir vatandaş kalmayacağını, sosyal güvenlik yardımlarında sistemin sağlıktaki aile hekimliği gibi işleyeceğini söyledi.

    Kuran Bilgisi: Fatır Suresi

    Kuran Bilgisi: Fatır SuresiFatır Suresi, Kuran’ı Kerim’in 35. suresidir. Mekke’de indirilmiştir ve 45 ayetten oluşmaktadır. Sure, adını ilk ayette geçen yaratan (Fatır) kelimesinden almıştır. Allah’ın isimlerinden olan Fatır kelimesinin anlamı; yaratan, icad eden demektir.

    Fatır Suresi, Allah’a hamd ile başlayan surelerdendir. Bu surede şöyle bildirilmektedir:

    “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.” (Fatır Suresi, 1)

    Ayette de bildirildiği üzere çevremizde gördüğümüz veya göremediğimiz tüm detaylarda Yaratılış’ın apaçık izleri vardır. Kuşkusuz bunların tümünün varlığı her şeyin Yaratıcısı olan Allah'a aittir. Kainattaki varlıklara ait olan en ufak bir detayda dahi Rabbimiz'in kusursuz sanatını görmek mümkündür. Bu surede bu konular detaylarıyla vurgulanmaktadır.

    Surenin devamında ise;

    • Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden kainat olayları, hikmet ve kudretine işaret eden çeşitli deliller,

    • Allah’ın va’dinin hak olduğu,

    • Herşeyin Allah Katında bir kitapta yazılı olduğu,

    • Öldükten sonra dirilme,

    • Allah’ın çeşitli nimetleri,

    • Müminle kafir arasındaki fark konu edilmektedir.

    Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 84. sayı (Haziran 2011) 53. sayfada yayınlanmıştır.

    Kamuoyuna Duyuru



    KAMUOYUNA DUYURU

    ·                   Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında 2000 yılında açılan kamu davasının 2005 yılında zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Böylece Fatih Altaylı ve Ebru Şimşek’in müdahillik hakları da 2005 TARİHİNDE KESİN OLARAK DÜŞMÜŞTÜR. Ancak buna rağmen, hukuka aykırı olarak Yerel Mahkemenin zamanaşımı kararını temyiz etmişlerdir.
    ·                   Yargıtay 8. Ceza Dairesi ise, kanunen temyİz hakkIna sahİp TEK Mercİ OLAN SavcIlIk makamINIn Bİr temyİz talebİ olmamasIna rağmen, müdahil olmayan bu kişilerin hukuken geçersiz olan temyiz başvurusuna dayanarak zamanaşımı kararını 2007 yılında bozmuş, böylece ikinci bir hukuki hata ortaya çıkmıştır.
    ·                   Çünkü Fatih Altaylı ve Ebru Şimşek’in 2005 yılından itibaren davamızda, sokaktaki herhangi bir insan gibi hİçbİr hukukİ haklarI kalmamIştIr. Dolayısıyla herhangi bir İtİraz veya temyİz haklarI da kalmamIştIr. (Nitekim yerel mahkeme bu kişilerin müdahilliklerini kaldırmıştır.)
    ·                   Zira kanunlarımıza göre, bu tür davalarda devlet adına temyiz başvurusu yapma yetkisi sadece Savcılık makamına aittir, VATANDAŞLARIN İSE TEMYİZ BAŞVURUSU YAPMA HAKKI BULUNMAMAKTADIR.
    ·                   Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin hatasını düzeltmek ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yetkisindedir. Ancak gerek kanunlarımızda, gerekse Yargıtay içtihatlarına emsal teşkil eden davalarda bu tip durumlarda MUTLAK SURETLE DÜZELTME YOLUNA GİDİLMESİNE RAĞMEN, Sayın Başsavcılık makamı, kendisine yapılan ve son derece sağlam ve kesin hukuki temellere dayanan DÜZELTME TALEBİNİ REDDETMİŞTİR. Böylelikle yerleşmiş Yargıtay içtihatlarının aksine bir hukuki durumun ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.


    ÖRGÜT İDDİASI İLE SÜREN SUÇLAMALARDA
    GERÇEK KİŞİLER ZARAR GÖREMEZLER, MÜDAHİL   OLAMAZLAR, DOLAYISIYLA KARARLARI DA
    TEMYİZ EDEMEZLER
    İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülmekte olan davada 24.11.2005 tarihinde zaman aşımı kararı alınmıştır.
    Ancak şantaj yapmak suçlaması, Yerel Mahkemenin söz konusu kararından önce 02.06.2005 tarihinde zamanaşımına girmiştir.
    Sadece şantaj iddiası yönünden davaya müdahil olan EBRU ŞİMŞEK VE FATİH ALTAYLI’NIN 02.06.2005 TARİHİNDEN İTİBAREN DOSYADAKİ TÜM SIFATLARI VE DOLAYISIYLA DAVAYI TEMYİZ YETKİLERİ KESİN OLARAK SONA ERMİŞTİR.
    Ayrıca örgüt suçlaması ile süren davalarda gerçek kişiler “suçtan zarar gören” sıfatı kazanamazlar. Bu sebeple de örgüt suçlaması ile ilgili; GERÇEK KİŞİLERİN,
    1. DAVAYA KATILMA HAKLARI
    2. VE EN ÖNEMLİSİ HÜKMÜ TEMYİZ HAKLARI YOKTUR.
    Bir an için örgüt iddiasıyla açılan davaya gerçek kişilerin müdahil olabileceği farazi bir varsayım olarak kabul edilse bile bu durum dahi BAV Davası’nda örgüt iddiasını temyize imkan vermemektedir. Çünkü BAV Davasındaki şantaj iddiası 2005 yılında zamanaşımından düştüğü için gerçek kişilerin 2005 yılından itibaren davanın örgüt suçlamasıyla ilgili kısmını temyiz imkanları kalmamıştır.
    Nitekim Yerel Mahkeme, Fatih Altaylı ve Ebru Şimşek’in müdahil sıfatlarını, “katılma hak ve yetkileri bulunmadığından müdahiller Fatih Altaylı ve Ebru Şimşek’in esas kararla birlikte temyizi kabil olmak üzere müdahillik sıfatlarının kaldırılmasına” şeklindeki kararıyla kaldırmıştır. (29.04.2011 tarih ve 1 no’lu ara karar)  
    Bu açık gerçeğe rağmen Ebru Şimşek ve Fatih Altaylı vekilleri, Yerel Mahkemenin zamanaşımı kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuşlardır.
    Yargıtay 8. Ceza Dairesi de sanki ortada geçerli bir temyiz varmış gibi değerlendirme yaparak Yerel Mahkemenin çete davasında verdiği zamanaşımı kararını 2007 yılında bozmuştur.
    Ancak bu bozma kararına dayanak yapılan temyiz dilekçesinin geçersiz olduğu şimdi ortaya çıkmıştır. Nitekim konu hakkında hukuki mütalaa veren çok değerli ceza hukukçuları ve akademisyenler1 de Ebru Şimşek ve Fatih Altaylı’nın dosyada müdahil olma ve temyiz etme hakları olmadığını, Yerel Mahkeme ve Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin ise bu kişilerin sanki böyle bir hakları varmış gibi kabul ederek, hukuken yok hükmünde bir karar verdiklerini belirtmişlerdir.
     Gerçek kişilerin örgüt suçlamalarında zarar görmelerinin mümkün olmadığı konusunda Yargıtay’da istikrar bulmuş bir uygulama vardır. Bu gerçeği ortaya koyan Yargıtay içtihatlarından bazıları şu şekildedir:
    Yargıtay 1. Ceza Dairesi
     20/05/2009 tarih, 2008/6080 E. ve 2009/2875 K. sayılı ilam
    Çıkar amaçlı örgüt kurma ve bu örgüte üye olma suçuna müdahale mümkün olmadığından, sanıklar hakkında verilen beraat kararlarına karşı Cumhuriyet Savcısının da temyizi bulunmadığından, ..., bu suçtan kurulan hüküm temyiz incelemesi kapsamı dışında bırakılmıştır.”
    Yargıtay 1. Ceza Dairesi
     17.12.2007 tarih, 2007/3941 E. ve 2007/9452 K. sayılı ilam
    “Müdahiller vekilinin yetkisi bulunmadığından, sanıklar hakkında kurulan suç işlemek için örgüt kurmak ve örgüt üyesi olmak suçları ile 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kurulan hükme yönelen temyiz başvurusunun CMUK’nun 317. Maddesi uyarınca REDDİNE...”

    YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISININ
    BU HUKUKİ HATAYI DÜZELTME YETKİSİ VARDIR
    CMK’nun 308. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu tür hukuki hataların düzeltilmesini Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndan talep edebilmektedir. Genel Kurul da hatalı kararı iptal ederek bunu düzeltebilmektedir.
    BAV mensuplarının avukatları da Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin hatalı bozma kararının kaldırılması için CMK.nun 308. maddesi çerçevesinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuru yapmışlardır.
    Ayrıca konuyla ilgili olarak ceza hukukçuları ve akademisyenlerince hazırlanan 13 adet mütalaayı da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunmuşlardır.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gerek yönetim ve idaresinde gerekse dosyaların incelenmesinde görevli olan savcılar talebimizin ve başvurumuzun son derece haklı olduğunu görüştükleri bir çok kişiye defalarca ifade etmişlerdir.
    Ancak, Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin yaptığı HATA,
    1. Yargıtayın yerleşik içtahatlarına
    2. CMK 317. Maddeye
    3. TCK 220. Maddeye
    4. Ceza hukukçuları ve akademisyenlerin mütalaalarına
    5. Görüşü alınan çok sayıda değerli hukukçunun kanaatine
    6. C. Savcısının zaman aşımı kararını temyiz etmemesine
    göre açık olmasına rağmen Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Erbil’in Ankara dışında olduğu bir sırada bu haklı talebimiz alelacele reddedilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, BAV Davası’nın 6 sene kanunlara rağmen gereksiz yere uzamasına ve bu süre zarfında yargının senelerce lüzumsuz olarak meşgul olmasına yol açan böylesine vahim bir hukuki hatanın düzelmesine neden engel olduğunun anlaşılabilmesi  için  bu konunun araştırılması gerekmektedir.
    12 Eylül 2010 Referandumu yargıdaki siyasallaşmaya son veren çok önemli reformları başlatmıştır. Ancak yaşadığımız bu son hayret verici olay, yargıda daha pek çok yapılması gereken şey olduğunu göstermiştir.
    Kamuoyuna saygıyla sunuyoruz.

                                                                Ufuk Zeytinoğlu 
    Bi­lim Araş­tır­ma Vak­fı


    1) Prof. Dr. Fatih S. Mahmutoğlu, Prof. Dr. Emin Artuk, Doç. Dr. Ümit Kocasakal, Prof. Dr. Hamide Zafer, Prof. Dr. Mustafa Ruhan Erdem, Prof. Dr. Hasan Tunç, Prof. Dr. Vahit Bıçak, Doç. Dr. Caner Yenidünya, Prof. Dr. Erol Cihan, Prof. Dr. Veli Özer Özbek, Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Doç. Dr. İlhan Üzülmez, Prof. Dr. Süheyl Donay, Doç. Dr. Yusuf Yaşar ve Dr. Bilal Kartal.