Adnan Oktar Canlı Yayında (30 Nisan 2010)

30 Nisan 2010 Cuma Saat 22:00'de
Kocaeli TV'de CANLI YAYIN

Kocaeli TV: T2A 11862 H Doğu 27500 5/6 ve D-smart 180. kanalda

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

İLMİ ARAŞTIRMA DERGİSİ MAYIS 2010 BÜLTENİ





Değerli okuyucumuz,

Derginiz İlmi Araştırma Mayıs ayında da yine çok önemli konulardaki makalelerle sizlere ulaşıyor.

Münafıklar, Kuran’da pek çok Ayette anlatılan ve Müminlerin dikkat etmeleri bildirilen insanlardır. Bu nedenledir ki, kendisine Kuran’ı rehber edinen bir mümin, münafıklara karşı dikkatli olmak, onların özelliklerini bilmek durumundadır. Çünkü Kuran ahlakını yaşayan her mümin topluluğu, mutlaka münafıklarla karşılaşacaktır. Sayın Adnan Oktar da bu nedenle röportajlarında sık sık münafıklarla ilgili açıklamalar yapmakta ve tüm Müslümanları münafıklara ve şeytanın en büyük oyunlarından biri olan münafıklık tehlikesine karşı uyarmaktadır.

“Sayın Adnan Oktar Münafıklık Tehlikesini ve Hz. Mehdi (a.s) Dönemindeki Münafıkları Anlatıyor” başlığını taşıyan kapak konusunu büyük bir ilgiyle okuyacaksınız.

Derginizde yer alan başka bir makale ise Sayın Adnan Oktar’ın Seyyid Salih Özcan Hocaefendi ile Sohbeti başlığını taşıyor.

Sayın Adnan Oktar’ın her gece saat 22.00’de çeşitli uydu kanallarıyla birlikte www.harunyahya.tv adresinden canlı olarak yayınlanan, aynı anda 106.4 Mavi Karadeniz radyodan da dinlenebilen “Adnan Oktar’la Baş Başa” programının 10 Nisan 2010 tarihindeki konuğu Seyyid Salih Özcan Hocaefendi’ydi. Bediüzzaman Said Nursi’nin halen yaşamakta olan az sayıdaki talebelerinden biri olan Seyyid Salih Özcan Hocamız, Said Nursi ile bizzat tanışma ve Said Nursi’nin İslam ahlakının yayılması için verdiği ilmi mücadeleye ve sohbetlerine katılma şerefine nail olmuş muhterem bir şahıstır. Tüm hayatını Kuran ahlakını yaşama ve Risaleleri yayma amacıyla geçirmiş olan Salih Özcan Hocamız, Sayın Adnan Oktar ile gerçekleştirdiği sohbet esnasında Bediüzzaman Said Nursi’nin özel sohbetlerinde kendisine Hz. İsa (a.s.), Hz. Mehdi (a.s.) ve İslam ahlakının dünya hakimiyeti hakkında verdiği müjdeleri açıklamıştır. Konunun detaylarını derginizde okuyabilirsiniz.

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatından sonra yaşanan “Dört Halife Dönemi”, İslam dininin Arap Yarımadası’nın sınırlarını aşarak yayıldığı bir dönemdir. Önemli zaferlerin kazanıldığı ve Müslümanların huzur ve refah içinde bir hayat sürdürdükleri bu dönem, Peygamberimiz (sav)’in ahir zamanda Hz. Mehdi (a.s.)’ın nüzulü ve Hz. İsa (a.s.)’ın zuhuru ile müjdelediği Altınçağ’ın geçmişteki güzel bir örneğidir. Bu dönemin ilk halifesi olan Hz. Ebu Bekir (r.a.), merhametli, kararlı ve adil yönetim anlayışının yanı sıra her koşulda sergilediği İslam ahlakı ile kendisine üstün başarılar nasip olmuş örnek bir Müslümandır. Bu konuyu içeren ve Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın güzel ahlakını anlatan makaleyi de büyük bir ilgiyle okuyacaksınız.

Her ay olduğu gibi bu ay da derginizle birlikte sizlere 300’ü aşkın kitabı büyük bir teveccühle takip edilen yazar Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinden biri olan ve büyük bir ilgiyle okuyacağınız SONSUZLUK BAŞLAMIŞ DURUMDA isimli kitabı da sizlere ulaşıyor.

Derginizde yer alan konuların başlıkları ise şunlardır:

KAPAK KONUSU:

Sayın Adnan Oktar Münafıklık Tehlikesini ve Hz. Mehdi (a.s.) Dönemindeki Münafıkları Anlatıyor

MAKALELER:

Sayın Adnan Oktar’ın Seyyid Salih Özcan Hocaefendi ile Sohbeti
Sıddık İsmi ile Şereflendirilen Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın Üstün Ahlakı
Sayın Adnan Oktar Hz. Mehdi (a.s.)’ın İlmi Mücadelesini ve Mücadele Ortamını Anlatıyor -2-
İnceleme: İman Etmeyenler Kendilerini Nasıl Kandırırlar?

Güncel
- Türk Bilim Adamları “İnsülin Üreten Hücre” Geliştirdi
- Tamamen Oksijensiz Ortamda Yaşayan Deniz Canlısı Keşfedildi
- Kansere Karşı Nanoteknolojik Robot
- Zebra Balığı Hasarlı Kalbi İyileştiriyor
- Elden Bin Kat Daha Hassas Robot Üretildi
- Organ Naklinde Büyük Gelişme: Soluk Borusu Nakli
Bir Ayet Bir Açıklama
Kısa Kısa...
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: CERN, Darwin’i ve Materyalizmi Sarstı mı?
Adnan Oktar Ne Demişti? Ne Oldu?

HEDİYE KİTAP:

Sonsuzluk Başlamış Durumda

İLMİ MERCEK DERGİSİ MAYIS 2010 BÜLTENİ


Değerli okuyucumuz,

İnsanın duyuları aracılığı ile algılayamadığı, geleceğe ve geçmişe dair olaylar anlamına gelen ‘gayb’ı, yalnızca üstün güç sahibi olan Allah bilir. Evrende ve diğer tüm alemlerde meydana gelen her olay, Allah’ın bilgisi dahilinde ve kontrolü altındadır. Ancak bazı çevrelerde gayb konusu yanlış anlaşılmaktadır. Yapılan açıklamalarda görülmektedir ki bu kişiler, Allah’ın Katında saklı olan gayb bilgisinin Allah tarafından dilediği elçilerine ve ilim sahibi kullarına bildirilebileceği konusunda yeterli bir bilgiye sahip değildirler. Oysa Kuran-ı Kerim’de bildirildiği üzere Rabbimiz Kendi Katında saklı tuttuğu bilgi ve gayb haberlerinden dilediği kadarını elçilerinden bazılarına açar.

İlmi Mercek derginiz Mayıs 2010 sayısında sizlere Allah Kullarından Dilediklerine Gayb Hakkında Bilgi Verir başlıklı kapak konusu ile bu önemli konuyu sizlere ulaştırıyor.

Evrimciler, rekonstrüksiyonlarda burun ve dudakların yapısı, saçların şekli, kaş biçimi ve kıllar gibi fosil izi bırakmayan özellikleri kasıtlı olarak evrimi destekleyici nitelikte şekillendirirler. Ortaya çıkardıkları hayali varlıkları, aileleriyle yürürken, avlanırken veya günlük hayatın başka bir kesitinde gösteren ayrıntılı resimler hazırlarlar. Oysa bu çizimler tamamen birer hayal ürünüdür ve hiçbir fosil karşılıkları yoktur ve evrimcilerin içine düştükleri çaresizliği göstermektedirler.
Darwinist yayınlar, yine büyük bir elbirliği içinde son günlerde oldukça ilginç görünümlü bir canlının resmini manşetten yayınladılar. Evrimcilerin ürettikleri hayali resimdeki bu garip canlı, tüm dünyaya bir anda “Üçüncü tür” olarak tanıtıldı. Gazeteler Darwinist iddiaları destekleme amaçlı başlıklar attılar, “Bilinmeyen bir insansı!”, “Büyük Keşif, Ne Neandertal Ne Homo sapiens”, “İnsanlık Tarihini Yeniden Yazacak Gelişme”... "TEK BİR SERÇE PARMAĞI FOSİLİ ÜZERİNDEN YAPTIKLARI SPEKÜLASYONLARLA KÜÇÜK DÜŞMEYİ GÖZE ALAN DARWİNİSTLER” ismini taşıyan makalemizde Darwinistlerin son çırpınışlarından biri ile ilgili gerçekleri okuyabilirsiniz.

Bu ay derginizle birlikte Harun Yahya müstear ismiyle eserlerini yayınlayan dünyaca ünlü yazarımız Sayın Adnan Oktar’ın kıymetli eserlerinden biri olan MUCİZELER ZİNCİRİ isimli kitabını da hediye olarak alabilirsiniz.

Sizlere ulaşacak olan diğer konu başlıklarımız ise şunlardır:


KAPAK KONUSU:

Allah Kullarından Dilediklerine Gayb Hakkında Bilgi Verir


İNSAN MUCİZESİ:

Her İnsanın Sesi Neden Farklıdır?

İMAN HAKİKATLERİ:

İnsanın Bir Damlasını Oluşturamadığı Nimet: SU

İNSAN VÜCUDU:

RNA Yaratılış Gerçeğini Gözler Önüne Seriyor

İNCELEME:

Tek Bir Serçe Parmağı Fosili Üzerinden Yaptıkları Spekülasyonlarla Küçük Düşmeyi Göze Alan Darwinistler

Bu Sayıdaki Diğer Makaleler
İslam Dünyası’nda Geçen Ay
Sayın Adnan Oktar’ın Filistin Adalet Bakanlığı Şeriat Mahkemeleri Baş Hakimi Şeyh Tamimi ve Danışmanı ile Canlı Yayın Sohbeti
Türk İslam Birliği Yolunda...
Bu Ay Neler Var?
Bir Ayet Bir Açıklama
“Ultra İnce Maddeleri Beyazlatma” Tekniğine Model Olan Böcek
Fosiller Evrimi Yalanlıyor
Ebcedlerde Ahir Zaman

HEDİYE KİTAP:

Mucizeler Zinciri

Adnan Oktar Canlı Yayında (29 Nisan 2010)

29 Nisan 2010 Perşembe Saat 22:00'de
Maraş Aksu TV ve Kaçkar TV'de CANLI YAYIN

Maraş Aksu TV: T3A 12685 H Batı 30000 5/6
Kaçkar TV: T2A 12130 V Batı 27500 5/6

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Haman kelimesi

Kuran'da Eski Mısır hakkında verilen bilgilerin bazıları yakın zamana kadar gizli kalmış bazı tarihsel gerçekleri açığa çıkarmaktadır. Bu gerçekler, Kuran'daki her kelimenin belirli bir hikmete göre kullanıldığını da bize göstermektedir.

Kuran'da Firavun'la birlikte adı geçen kişilerden birisi "Haman"dır. Haman, Kuran'ın 6 ayetinde, Firavun'un en yakın adamlarından biri olarak zikredilir.

Buna karşılık Tevrat'ta Hz. Musa'nın hayatını anlatan bölümde, Haman'ın adı hiç geçmez. Fakat Haman ismi Eski Ahit'in sonraki bölümlerinde, Hz. Musa'dan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış ve Yahudilere zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçmektedir.

Kuran hakkında akıl dışı yorumlarda bulunan bazı gayrimüslimlerin iddialarının dayanaksız olduğu bir Mısır hiyeroglifinin bundan yaklaşık 200 yıl önce çözülüp, eski Mısır yazıtlarında "Haman" isminin bulunmasıyla ortaya çıktı. 18. yüzyıla dek Eski Mısır dilinde yazılmış kitabeler ve yazılar okunamıyordu. Eski Mısır dili hiyeroglifti ve çağlar boyunca bu dil varlığını sürdürmüştü. Fakat MS 2. ve MS 3. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması ve kültürel etkisiyle Mısır, dinini olduğu gibi dilini de unuttu; yazılarda hiyeroglif kullanımı azaldı ve sona erdi. Hiyeroglif yazısının kullanıldığı bilinen en son tarih MS 394 yılına ait bir kitabedir. Bundan sonra bu dil unutuldu ve bu dilde yazılmış yazıları okuyabilen ve anlayabilen kimse kalmadı. Ta ki bundan yaklaşık iki yüzyıl öncesine dek…

Eski Mısır hiyeroglifi 1799 yılında, Rosetta Stone adı verilen, MÖ 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözüldü. Bu tabletin özelliği üç farklı yazıyla yazılmış olmasıydı: Hiyeroglif, demotik (hiyeroglifin el yazısı şekli) ve Yunanca. Yunanca metnin de yardımıyla tabletteki eski Mısır yazısı çözülmeye çalışıldı. Tabletin tüm çözümü, Jean-Françoise Champollion adlı bir Fransız tarafından tamamlandı. Böylece unutulan bir dil ve bu dilin anlattığı tarih aydınlanmış oldu. Bu sayede eski Mısır uygarlığı, onların dinleri ve sosyal yaşantıları hakkında bir çok şey öğrenildi.

Hiyeroglifin çözümüyle konumuzu da ilgilendiren çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu: "Haman" ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında geçiyordu. Viyana'daki Hof Müzesi'nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman'ın Firavun'a olan yakınlığı da vurgulanıyordu. (Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien, 1906, J. C. Hinrichs' sche Buchhandlung.)

Tüm yazıtlara dayanılarak hazırlanan "Yeni Krallıktaki Kişiler" sözlüğünde ise, Haman'dan "Taş ocaklarında çalışanların başı" olarak bahsediliyordu. (Hermann Ranke, Die Ägyptischen Personennamen, Verzeichnis der Namen, Verlag Von J. J. Augustin in Glückstadt, Band I, 1935, Band II, 1952.)

Ortaya çıkan sonuç önemli bir gerçeği ifade ediyordu. Haman, aynen Kuran'da geçtiği gibi Hz. Musa zamanında Mısır'da yaşayan bir kişiydi. Kuran'da bahsedildiği gibi, Firavun'a çok yakındı ve inşaat işleriyle ilgileniyordu.

Kuran'da, Firavun'un kule yapma işini Haman'dan istemesini haber veren ayet, bu arkeolojik bulguyla tam bir uyum içindedir:

Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka İlah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın İlahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 38)

Sonuç olarak, Eski Mısır yazıtlarında Haman'ın adının bulunması, Kuran'ın, gayba hakim olan Allah katından indirilmiş olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Zira Kuran'da Peygamber Efendimizin yaşadığı devirde ulaşılması ve çözülmesi mümkün olmayan bir tarihi bilgi mucizevi şekilde bizlere aktarılmıştı.

Allah'ın varlığı apaçık bir gerçektir

Evrenin her noktası Allah’ın yaratma sanatının benzersiz tecellileriyle doludur. Gözümüzü çevirdiğimiz her yer Allah’ın sonsuz gücünü ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Yeryüzündeki tüm hassas yapı ve dengeler ve Dünya’yı kuşatan sayısız fiziksel ve kozmik kanun; Samanyolu Galaksisi, Güneş Sistemi, Güneş'in yaydığı ışık, evrenin genişleme hızı, suyun akışkanlık değeri, Dünya'nın Samanyolu Galaksisi'ndeki konumu, Ay'ın Dünya'ya olan uzaklığı, atmosferdeki gazların oranı ve bunlar gibi sayısız fiziksel değer ve tüm bunların yanında denizler, okyanuslar, dağlar, kelebekler, sincaplar, geyikler, kaplanlar, kediler ve saymakla bitiremeyeceğiz diğer tüm varlıklar üstün ve yüce olan Rabbimiz Allah’ın varlığını apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

İnsan, kainattaki hangi düzeni ya da etrafındaki hangi canlıyı incelerse incelesin, bu yapıda ya da canlıda olağanüstü bir aklın delillerini görür. Küçücük bir böceğin ya da denizin karanlıklarındaki bir balığın vücudunda dahi muhteşem bir yaratılışa dair sayısız detay bulunmaktadır.

Evrenin her noktasına hakim olan bu büyük akıl, elbette ki her şeye hakim olan üstün bir Yaratıcımız'ın, yani Allah'ın varlığının ispatıdır. Allah, tüm canlıları olağanüstü özelliklerle yaratmış ve böylelikle insanoğluna Kendi varlığının ve gücünün apaçık delillerini göstermiştir. Bu gerçeği görebilmek için, mutlaka biyokimya laboratuvarlarının ya da jeolojik kazıların sonuçlarına da ihtiyaç yoktur. Nitekim Allah’ın varlığı küçük bir çocuğun dahi rahatlıkla anlayabileceği kadar apaçıktır. Gökyüzünün, dağların, yıldızların, bitkilerin, tohumların, hayvanların ve etrafındaki sayısız varlığın yaratılışı üzerinde kısa bir süre düşünen insan Allah'ın yaratma sanatını müşahade edecek, böylece kendisini ve tüm evreni yoktan yaratan Rabbimiz'i tanıyıp O’na yönelecektir.

Allah’ın varlığı her yeri kuşatmıştır

İnsanlardan bazıları kendilerini, maddeyi, çevrelerinde gördükleri dünyayı mutlak varlık zannederler. Allah'ı ise (Allah'ı tenzih ederiz) bu mutlak maddeyi saran bir hayal gibi düşünürler. Veya, Allah'ı gözleri ile göremedikleri için, "herhalde Allah bizim göremeyeceğimiz bir yerde, uzayın veya göklerin uzak bir yerinde bulunuyor" derler. (Allah'ı tenzih ederiz) Bunların hepsi büyük bir yanılgıdır.

Çünkü Allah, sadece göklerde değil her yerdedir. Allah, tek mutlak varlık olarak, tüm kainatı, tüm insanları, yerleri, gökleri, her yeri sarıp kuşatmıştır ve Allah tüm evrende tecelli etmektedir. Hadislerde rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (sav), Allah'ın gökte olduğunu söyleyen bir şahsa doğru söylediğini bildirmiştir. Ancak bu rivayet, Allah'ın heryerde olduğu gerçeğiyle hiçbir şekilde çelişmemektedir. Zira, dünyanın sizin bulunduğunuz noktasındaki bir kişi ellerini göğe kaldırarak Allah'a dua etse ve Allah'ın gökte olduğunu düşünse, Güney Kutbu'nda bir başka insan da aynı şekilde Allah'a yönelse, Kuzey Kutbu'nda bir insan ellerini göğe kaldırsa, Japonya'daki bir insan, Amerika'daki bir insan, Ekvator'daki bir insan da aynı şekilde ellerini göğe kaldırarak Allah'a yönelse, bu durumda herhangi bir sabit yönden söz etmek mümkün değildir. Aynı şekilde evrenin ve uzayın farklı noktalarındaki cinler, melekler, şeytanlar da göğe doğru dua etse herhangi bir sabit gökten veya yönden söz etmek mümkün olmayacak, tüm evreni kaplayan bir durum olacaktır.

Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah'ın Zatı başkadır. Allah'ın tecellileri ise her yerdedir. Bir kişi bir odaya girse burada Allah yok derse, Allah'ı inkar etmiş olur. Allah'ın tecellileri o oda da dahil her yerdedir. Siz her nereye dönerseniz, Allah'ın tecellisi oradadır. Allah'ın her yeri sarıp kuşattığı, bize şah damarımızdan yakın olduğu, her nereye dönersek Allah'ın yüzünü göreceğimiz birçok Kuran ayeti ile bildirilmiştir. Örneğin Allah, Bakara Suresi'nin 255. ayetinde "... O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır...." diye bildirmektedir. Hud Suresinin 92. ayetinde ise, "... Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır." denilerek, Allah'ın insanları da yaptıklarını da kuşattığı bildirilmektedir.

Kuran'da da bildirilen gerçek açıktır: Allah sadece göklerde değildir. Allah, her yeri sarıp kuşatandır. Bu bilgi bize Kuran aracılığı ile verilmektedir. Maddenin ardındaki sır ile ilgili gerçeğin anlatılması ise, bu ayetlerin insanlar tarafından daha iyi anlaşılmasına ve kavranmasına vesile olacaktır. Maddenin mutlak varlık olmadığını anlayan insanlar Allah'ın her an her yerde olduğunu, her an kendilerini gördüğünü ve işittiğini, her şeye şahit olduğunu ve kendilerine şah damarlarından daha yakın olduğunu, her dua edenin duasını işittiğini bütün açıklığı ile anlayacaklardır.

Bilim Allah’ın varlığını ispatlıyor

Evreni ve içindeki tüm varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratma sanatını keşfederek insanlığa açıklamanın yolu "bilim"dir. Dolayısıyla din, bilimi Allah'ın yaratışındaki detaylara ulaşmada bir yol olarak benimser ve bu nedenle bilimi teşvik eder.

Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerçeklere göre yönlendirilen bilimsel araştırmalar da çok hızlı ve kesin sonuçlar getirir. Çünkü din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Dolayısıyla doğru bir noktadan başlanarak yapılan araştırmalar, evrenin ve canlılığın var oluşuna ait sırları en kısa sürede, en az emek ve enerji harcayarak açığa çıkaracaktır. 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein'ın da söylediği gibi "dinsiz bilim topaldır", yani dinin yol göstermediği bilim ilerleme gösteremez, kesin sonuçlara ulaşması çok zaman alır ve hatta çoğu zaman sonuç alınması mümkün olmaz. Bilim ancak Allah'ın sonsuz kudretini, evrendeki yaratılış delillerini araştırma amacını benimser ve bu amaç doğrultusunda çalışırsa doğru sonuçlara ulaşabilir. Rotası doğru çizilirse, yani doğru yönlendirilirse bilimin gerçek amacına en kısa sürede ulaşması sağlanabilir.

Allah insanları, gökyüzü, yağmur, bitkiler, hayvanlar, doğum, coğrafi özellikler gibi konularda araştırma ve inceleme yapmaya çağırmaktadır. Allah'ın insanları, üzerinde düşünmeye çağırdığı konulardan bazıları ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. (Kaf Suresi, 6-10)

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3)

İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı? (Tarık Suresi, 5)

Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi? (Gaşiye Suresi, 17-20)

Bilimsel araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiler insanlara yaratılışın sırlarını, Allah'ın sonsuz ilmini, aklını ve gücünü tanıtmaktadır. Ve tarih boyunca insanlığa büyük hizmetler veren bilim adamlarının önemli bir bölümünün Allah'a inanan dindar kimseler olmasının nedeni de budur; bilimin Allah'ın kudretini takdir edebilmenin bir yolu olması...

Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi (as)'ın hem çıkış tarihini ve alametlerini, hem ahlakını ve fiziksel özelliklerini, hem ismini çok detaylı olarak tarif

Bazı Nur talebesi kardeşlerimiz, Peygamberimiz (sav)'in Hz. Mehdi (as)'ın çıkış tarihini ve ismini bildirmediğini iddia ederek, bu durumda Müslümanların Hz. Mehdi (as)'ı tanımalarının mümkün olmadığını öne sürmektedirler. Bu iddiada olan söz konusu Nur abileri, Hz. Mehdi (a.s.)’ın isminin açıkça bildirilmemiş olmasını da aslında Hz. Mehdi (a.s.)’ın bir şahsı manevi olarak geleceğinin bir alameti olduğunu düşünmektedirler. Ancak bu düşüncelerini dolaylı bir dille ifade etmedirler. Allah'ın Müslümanların sürekli bir beklenti içinde olmalarını sağlamak için hem Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkış zamanını hem de adını bildirmediğini söyleyerek aslında güya böyle bir şahsın olmadığını anlatmaya çalışmaktadırlar.

Oysa bu iddiaları kesinlikle doğru değildir. Peygamberimiz (s.a.v.) birçok hadisinde, Hz. Mehdi (a.s.)’ın kendi ehl-i beytinden, kendi evlatlarından, kendi soyundan bir kişi olacağını huy olarak kendine benzeyeceğini ancak fiziksel olarak ben-i İsrail ricaline benzeyeceğini yani güçlü ve heybetli bir görünüşü olacağını ifade etmiştir. Sırtında yer alan nübüvvet mühüründen, yine reyhan yaprağı şeklindeki diğer bir et beninden, dişlerinin inci yıldızı gibi beyaz ve parlak olmasına, iki kaşı arasında tek bir kaş çatma çizgisine, uyluklarının geniş olmasına, heybet ve acarlığına, alnında bulunan iz ve hafif içbükeyliğe, saçlarının gürlüğü ve burnunun küçük olmasına kadar yüzlerce fiziksel özellikle Hz. Mehdi (a.s.)’ın bir şahsı manevi olarak değil bir şahıs olarak hicri 1400’de zuhur edeceğini ifade etmiştir. Ayrıca Hz. Mehdi (a.s.)’ın adının kendi adına, babasının adının da Peygamberimiz (s.a.v.)’in babasının adına uygun olacağını yani benzeyeceğini ifade etmiştir.

Ebu Davud ile Tırmızi’nin İbni Mesut (RA) dan nakil ettiklerine göre, Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Onun ismi ismime, babasının ismi de babamın ismine muvafık olacaktır...” [1]

Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatından sadece bir gün kalmış olsa bile, benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (Mehdi) gelinceye kadar Allah (c.c.) o günü muhakkak uzatır.” -Ahmed b. Hanbel “Müsned” inde tahric etmiştir.-

Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan rivayete göre;

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benim Ehl-i Beyt'imden ismi, ismime uygun olan bir adam (Mehdi) bütün Araplar üzerine hakimiyet kuruncuya kadar dünya (yok olup) gitmez.

Başka bir rivayete göre, şöyle buyurmuştur:

“Dünya hayatından sadece bir gün kalmış olsa bile, benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (Mehdi’yi) gönderinceye kadar Allah (c.c.) o günü muhakkak uzatır. O, daha önce zulüm ve eziyet ile doldurulmuş olan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.” (Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Beyhaki ve Ebu Amr Ed-Dâni tahric etmişlerdir.)

Yine Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan başka bir rivayete göre şöyle buyurmuştur:

“Benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (yeryüzünde) hakimiyet kuruncuya kadar dünya (yok olup) gitmez. O, daha önce zulum ve eziyet ile doldurulmuş olan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.” -Ebu’l Kasım Taberâni “El- Mu’cemu’s-sagir” eserinde tahric etmiştir. Ayrıca, Tirmizi “ El-Cami” eserinde ve Ebu Davud da “Sünen” adlı eserinde yaklaşık olarak aynı manaya gelen fakat bazı lafızların yerleri değişik şekilde tahric etmişlerdir.

_________________________________

[1] Kıyamet Alametleri, Genişletilmiş 9. baskı, s.159-160)


Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hz. Mehdi (a.s.) hakkındaki bu ifadeleri Hz. Mehdi (a.s.)’ın adı hakkında önemli bilgiler taşıyan son derece bilgi verici izahlardır.Ancak birşeyin ortaya çıkıp açıklık kazanması için dünyadaki imtihanımız gereği bir süre geçmesi gerektiğinden bu hadislerde Peygamberimiz (s.a.v.)’in neyi kastettiğini bizim tam olarak bilmemiz şu an için mümkün olmamaktadır. Ama bu bilgi Allah Katında bellidir. Biz Allah'ın kaderine tabi olduğumuzdan o vakit gelene kadar bu adı tam olarak öğrenmemiz söz konusu olmayacaktır. Ancak vakti geldiğinde ve Allah bu hadislerdeki hikmeti açığa çıkaracak, insanlar bu hadislerde aslında ne kadar açık bir şekilde Allah'ın Hz. Mehdi (a.s.)’ın adının bildirilmiş olduğu anlaşılacaktır.

Tüm canlılığın yaratıcısı yüce Allah'tır

Darwinizm, dünya tarihinin en mantık dışı, en akıl almaz batıl dinidir. Canlılığın her detayında mükemmel bir düzen ve akıl olmasına rağmen, Darwinizm bunların tümünün sözde bilinçsiz ve tesadüfi süreçlerin ürünü olduğu yorumunu yapar. Protein, laboratuvarlarda bile tek başına üretilemeyecek son derece kompleks yapıda bir moleküldür ve elektron mikroskobunun altında böylesine kompleks bir yaşamın olması gerçek anlamda hayranlık uyandırıcıdır. Fakat Darwinizm bu muazzam yaratılış karşısında dahi "tesadüfen oluştu" yorumunu yapar. Canlılar birbirlerinden oldukça farklı özelliklerde ve niteliklerde yaratılmışlardır ve sahip oldukları organ ve yapıların birbirlerine dönüşmesinin imkansız olduğu açık ve reddedilemez bir şekilde ortaya çıkmıştır. Fakat Darwinizm dünyadaki muazzam canlı çeşitliliğinin tek bir bakteriden türediğini iddia eder. Darwinizm'in iddialarının gerçek olduğuna, canlıların evrimleştiklerine dair tek bir tane bile delil bulunmamaktadır. Fakat buna rağmen, Darwinist dergiler her hafta yeni bir sahte fosil yayınlamaktadır. Yeryüzünde açık bir düzen ve ihtişam vardır. Fakat Darwinizm bütün bunların sözde kaostan, karmaşa ve düzensizlikten kendi kendine, kör tesadüfler neticesinde ortaya çıktığını iddia eder. Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, Darwinizm'in dünya çapında kabulüne, akıllı bir insanın herhangi bir mantık ve delil bulabilmesi imkansızdır.
Fakat bu aldatmaca hedefine ulaşmıştır. Hadislerde deccalin fitnesinin bütün dünyayı saracağı haber verilmiştir. Gerçekten de bütün dünya, deccali sistem olan masonluğun etkisiyle batıl bir sistemi, bilinçsizce, şuursuzca kabul etmiştir. Her milletten, her inançtan çok sayıda insan, bu batıl sisteme uyum gösterir hale gelmiştir. İnsanlar, böyle bir batıl dine uyum göstermenin kendileri için nasıl bir açmaz oluşturacağını tahmin edememişlerdir. Pek çoğu bu teoriyi, gerçekten de bilimsel zannetmiş, bunu herhangi bir teori olarak görmüş, bunun kendi dünyaları, kendi gelecekleri için ne kadar büyük tehlikeler içerdiğini anlamamışlardır. Öngörülü davranamamış, insanın sözde evrimleşmiş bir hayvan olduğunu iddia eden bir yalanın, insanlar, toplumlar, devletler üzerinde nasıl tahrip edici bir etki oluşturacağını önceden görememişlerdir. Sapkın bir fikir sisteminin her yandan kendilerini sarıp kuşattığını, çocuklarını, ülkelerini, yaşadıkları ortamı olumsuz etkilediğini fark edememişlerdir. Bu sapkın fikir sisteminin; etraflarındaki saldırıların, katliamların, cinayetlerin, hırsızlıkların, ahlaksızlığın, dejenerasyonun, anarşizmin, savaşların, terörün temel sebebini oluşturduğunu ve gitgide bu bataklığın içine battıklarını anlayamamışlardır. Çocuklarına Darwinizm'i öğretmenin, onları kötü ahlaklı, isyankar, dejenere hale getireceğini, insani vasıflardan uzaklaştıracağını düşünememişlerdir. Deccali sistem olan masonluk, o kadar sinsi bir şekilde yaklaşmış, o kadar büyük bir oyun oynamıştır ki, insanların büyük çoğunluğu farkında olmadan, başlarına ne geleceğini bilmeden bu oyunun esiri olmuşlardır. Şu an dünyanın içinde bulunduğu durum, bu gafletin ve Darwinizm belasına karşı gösterilen bu umursuzluğun sonucudur.
İnsanların büyük kısmının farkında olarak veya olmadan deccalin savunduğu yaşam tarzına uymalarının, deccaliyetin dediklerini yapmalarının kuşkusuz çok zarar verici sonuçları olmuştur. Deccalin batıl dinine tabi olmak, Allah'ın razı olduğu güzel ahlaktan, Rabbimiz'in hoşnutluğundan uzaklaşmak anlamına gelir. Dünyanın geniş bir kesiminde Kuran ahlakına uygun olmayan bir yaşam sürdürülmesinin temel sebebi budur. Allah Kuran'da, insanların birbirlerine iyiliği emredip kötülükten men etmelerini öğütler. Bugün dünyanın pek çok yerinde bu büyük sorumluluk yerine getirilmemekte, tam tersine insanlar hep kötü olana doğru yönlendirilmektedir. Allah, insanları bencillikten, cimrilikten, nankörlükten, vefasızlıktan, menfaat düşkünlüğünden, harama girmekten, kıskançlık, kötü söz söylemekten ve adaletsizlikten, israftan, gurur, büyüklenme ve öfkeden sakındırmıştır. Şu anda ise pek çok toplumda bu ahlak anlayışının tam tersi yaşanmaktadır. Kuran'a uyan Müslümanlar arasında karşındakinin nefsini kendi nefsinden önde tutmak, ona her konuda mutlaka öncelik vermek esastır. Fakat şu an insanların büyük bir kısmı yalnızca kendi menfaatlerini gözetmekte ve bu uğurda çok küçük düşürücü tavırlara dahi tenezzül etmektedir. Kuran'a göre haksız yere bir can almak haramdır. Şu anda ise işlenen cinayetlerin sayısı hayret uyandıracak kadar fazladır. Kuran'a göre herkes bir diğerinin hakkını gözetmekle yükümlüdür. Oysa şu an dünyanın pek çok ülkesinde sistem, insanların birbirlerinin hakkını elinden alma, birbirlerini aldatma sistemi üzerine kurulmuştur. Kuran'a göre malın ihtiyaç olandan fazlası yoksul olana verilir . Yine dünyanın pek çok ülkesinde şu anki sistemde yoksul sürekli daha da fazla sömürülmekte, adeta yok edilmeye çalışılmakta, zengin olan ise daha fazla mala sahip olabilmek için hırs yapmaktadır.
Allah'ın Kuran'da belirttiği ahlakın tam tersinin yaşanması, deccalin kurduğu sistemin bir sonucudur. İnsanların büyük çoğunluğu, deccalin sistemine uymalarının bir sonucu olarak ferahlık içinde yaşayabilecekken yaşayamamakta, mutlu olabilecekken olamamakta, nimetlere kavuşabilecekken bereketsizlik içinde yaşamaktadırlar. Deccalin sistemi insanlar için büyük bir kabus, bir bela olmuştur.
Fakat deccalliyet artık fikren ölmüştür. Masonların tüm oyunları ortaya çıkarılmış, yok edilmiştir. Deccaliyetin ayakta durup tutunacağı hiçbir dal kalmamıştır. İnsanları artık daha fazla aldatamamakta, Darwinizm aldatmacasına kimseyi inandıramamaktadır.
Bunu Allah'ın izniyle gelecekte de yapamayacaktır. Çünkü Allah'ın vaadine göre batıl, mutlaka yok olup gitmeye mahkumdur. Allah, bu düzeni insanların Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edebilmesi, hak olanı açıkça görebilmeleri için yaratmıştır. Yoksa kuşkusuz, deccal sistemini ortadan kaldırmak ve Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak için Allah'ın "Ol" emri yeterlidir. Deccal, kendi tuzağını büyük ve güçlü sanmıştır. Oysa Allah'ın tuzağı karşısında hüsrana uğramıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
(Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi, 96-99)
Akıl ve vicdan sahibi bir insanın sorumluluğu, aklın, mantığın, vicdanın ve bilimin gösterdiği doğrulara uymak ve her varlığı Allah'ın yarattığı gerçeğini kabul etmektir. Kuşkusuz Yüce Rabbimiz'in insanların övgüsüne, teslimiyetine, takdirine ve ibadetine ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olan yalnızca insanın kendisidir. Allah'a karşı büyüklenmek insana dünyada ve ahirette hüsrandan başka bir şey getirmeyecektir. Allah'a teslim olmak ise, dünyada hayırlı ve güzel bir yaşamın, ahirette ise bu dünya ile kıyaslanmayacak sonsuz ve büyük nimetlere kavuşmanın bir vesilesidir. Ama hepsinin üzerinde, insana en büyük mükafat Allah'ın rızası olacaktır.
Deccalin yenilgisi ise sonsuza kadar devam edecektir. Darwinizm'in çöküşü bunun en önemli göstergesidir. Önemli olan bundan sonra vicdanın gösterdiği yola uymak, bir ömrü deccalin esiri olarak harcamamaktır. Eğer bir insanın aklı ve şuuru yerindeyse, yapılması gereken budur.
Her varlığın sahibi ve hakimi olan Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel. (Zümer Suresi, 54-55)

Kuran'a göre Müslümanların birlik olmaları farzdır

Allah Kuran'da müminlere birlik olmalarını, inkara karşı imanda saf bağlamalarını, birbirlerini kardeşleri gibi görüp sevmelerini, birbirlerine karşı merhametli, affedici ve koruyucu olmalarını, dağılmaktan, ayrılmaktan ve parçalanmaktan şiddetle kaçınmalarını emretmiştir. Kuran'a göre müminlerin birlik olmaları farzdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)

Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39)

Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (mücadele edenleri) sever. (Saff Suresi, 4)
Burada Müslümanların birlik olmasıyla ilgili olarak sadece birkaç ayete yer verilmiştir. Bu ayetlerden ve Kuran'ın genelinden açıkça anlaşıldığı gibi;

• Müslümanların birlik olmaları,
• Kardeşce bir sevgi ve şefkatle birbirlerine bağlı olmaları,
• Çekişip tartışmamaları,
• Birbirlerinin velileri ve dostları olmaları,
• Birbirlerini her koşulda koruyup kollamaları,
• Birbirleriyle istişare halinde olmaları,
• Birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf haline inkara karşı ilmen mücadele etmeleri farzdır.

Bu durumda tüm bunların aksi bir tutum sergilemek, yani;

• Birleştirici değil ayırıcı olmak,
• Müslüman kardeşlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmamak,
• Müslüman kardeşlerine karşı affedici, koruyucu ve kollayıcı olmamak,
• İnkara karşı verilen ilmi mücadelede Müslümanlarla kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlamamak haramdır.

Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin'de, Keşmir'de, Doğu Türkistan'da, Moro'da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir. Müslümanlar, Peygamberimiz (sav)'in "Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz" sözünü hatırlarından çıkarmamalıdırlar.

Dünya Müslümanlarının, güçlü ve aktif bir Türk İslam Birliği sağlayamamış olmaları, günümüzde yaşanan çeşitli sorunların temelinde yer alan önemli bir eksikliktir. Güçlü bir birlik sağlandığında bugün yaşanan sorunların benzerleriyle ya hiç karşılaşılmayacak ya da karşılaşılan tüm sorunlar tahmin edilenden çok daha kısa süre içinde çözüme kavuşturulacaktır.

İslam dünyasında farklı kültürler, gelenekler ve anlayışlar olması son derece doğaldır. Önemli olan, bu farklılıkların inanç birliği altında, çoğulcu bir dayanışma içinde toplanmasının sağlanmasıdır. Görüş, düşünce ve uygulama farklılıkları her toplum içinde karşılaşılan olağan durumlardır. İslam ahlakının gereği tüm farklılıklara rağmen Müslümanların, birbirlerinin kardeşleri oldukları gerçeğini unutmamalarıdır. Irkı, dili, vatanı, mezhebi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeştirler. Bu nedenle İslam dünyası içindeki farklılıklar birer zenginlik olarak değerlendirilmeli, bunlar, Müslümanların birbirleri ile çekişmesine neden olan, onları ana konulardan uzaklaştırıp, acil ve önemli sorunlara tedbir alınmasını engelleyen çatışma ve ayrılık nedenlerine dönüşmemelidir.

Müslümanların birbirleri ile olan ilişkilerinde, temel ölçü karşılarındaki kişinin ırkı, etnik kökeni, dili gibi özellikleri, sahip olduğu imkanları, makamı veya mevkisi değil, imanı ve güzel ahlakıdır.

Samimi iman eden kişiler arasında sevgi, bir diğerinin Allah'tan korkup sakınmasına, Rabbimiz'e duyduğu içli sevgiye, yaptığı salih amellere, gösterdiği güzel ahlaka göre şekillenir. Eğer bir kişi hayatını Allah yolunda vakfetmiş olduğunu tüm tavır ve davranışları ile ispatlıyor, her anında Allah'ın rızasını ve rahmetini gözeterek güzel davranışlarda bulunuyorsa, müminler o kişiye karşı sevgi ve hürmet duyarlar. Bu kişinin derisinin rengini, ait olduğu milleti, maddi imkanlarını kıstas olarak değerlendirmezler, bunlar sevgilerinde olumlu ya da olumsuz bir etki yapmaz. Aynı kıstaslar, Müslüman toplumlar arasındaki ilişkilerde de geçerli olmalıdır. İki Müslüman toplum arasındaki ilişkinin özü, Kuran'da bildirildiği gibi olmalıdır.

Müslümanlar, birlikte hareket etmelerini engelleyen durumlar olduğunda şu sorular üzerinde düşünmelidirler:

"Bu konu, İslam ittifakını zedeleyecek kadar önemli mi?"
"Üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan bir konu mu?"
"İnkarcı ideolojilere karşı fikri çalışma içinde olmak yerine, Müslüman bir diğer toplulukla uğraşmak makul mü?"

Bu sorulara vicdanına başvurarak cevap veren herkes, sonu gelmeyen çekişmelerden uzak durmanın ve Müslümanlar arasındaki Kuran ahlakına dayalı bu ittifakı korumanın öncelikli olduğunu görecektir.

İslam dünyası, ayrılıkları ve farklılıkları bir kenara bırakıp, tüm Müslümanların "kardeş" olduğu gerçeğini hatırlamalı ve bu manevi kardeşliğin getirdiği güzel ahlak ile tüm dünyaya örnek olmalıdır. İman edenlerin birbirleri ile kardeşliği, Yüce Allah'ın bir lütfu ve nimetidir. Samimi Müslümanlar bu nimet için Rabbimiz'e şükretmeli ve Allah'ın "dağılıp-ayrılmayın" emrini unutmamalıdırlar.

Adnan Oktar Canlı Yayında (26 Nisan 2010)

26 Nisan 2010 Pazartesi Saat 22:00'de
Adıyaman Asu TV'de CANLI YAYIN

Adıyaman Asu TV: T2A 11746 H Doğu 27500 5/6

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Üzerinde Düşünülmesi Gerekenler: Kuran Ahlakını Tam Anlamıyla Yaşamanın Önündeki Engeller

Üzerinde Düşünülmesi Gerekenler: Kuran Ahlakını Tam Anlamıyla Yaşamanın Önündeki Engeller
Üzerinde Düşünülmesi Gerekenler: Kuran Ahlakını Tam Anlamıyla Yaşamanın Önündeki Engellerden Dinde Pasifizm

Allah, Kuran'da, tavır ve konuşmalarıyla, Müslümanların Kuran ahlakını yaşama ve yayma konusundaki şevk ve azimlerine olumsuz etki edebilecek bazı insanların varlığına dikkat çekmiştir. Bu tür kimselere karşı dikkatli olmak, şeytanın ve taraftarlarının müminleri pasifize etmek için sürdüregeldikleri sinsi yöntemlerini iyi kavramak gerekmektedir.

Müslümanları pasifize etmeye yönelik hal ve tavırlara sahip kişiler, müminlerle birlikte yaşar, iman ettiklerini söylerler. Bunlar, henüz imanı tam olarak kavrayamamış, Allah'ı gereği gibi takdir edemeyen zayıf imanlı kimseler olabileceği gibi, münafık karakterli ve kalplerinde hastalık olan kişiler de olabilirler.

Bu kişilerin en büyük özelliği, din ahlakını anlamakta ve yaşamakta çekimser ve gevşek davranmaları, dahası müminleri de kendileri gibi olmaya -gizli ve açık olarak- teşvik etmeleridir. Bu karakterdeki insanlar, konuşma ve davranışlarıyla da iman edenleri kısa süreliğine de olsa pasifize etmeye çalışırlar.

Ne var ki samimi ve vicdanlı bir mümin, asla böyle pasif bir karaktere bürünmez. Yüce Allah'a gönülden bağlıdır, O'nun azametinden içi titreyerek korkar ve hayatı yalnızca Allah rızası için yaşamaya adanmıştır. Şevkini ise iman gücünden alır ve çevresine de şevk ve güzel ahlakı aşılar. Ancak aşağıda temel özelliklerini anlatacağımız pasif karakter sergileyen insanlar sevgi, yakınlık, samimiyet, dostluk, kardeşlik, sadakat, vefa, bağlılık gibi Allah'ın razı olacağını bildirdiği Müslümanların üstün ahlak özelliklerinden yoksundurlar. Bunlar, cansız, şevksiz ve donuk kişilikleriyle çevrelerine negatif etki yayan, soğuk, duyarsız, keyiflerine düşkün ve vakitlerinin çoğunu nefislerini savunmakla geçiren insanlardır. Herşeyin nefislerine uygun olmasını ister, rahatlarından taviz vermezler. Sürekli bir uyuşukluk hali üzerlerine çökmüştür. Ayrıca akıl zayıflığı, ferasetsizlik, tembellik, korkaklık, sinsilik, mal hırsı, olumsuzluk, kibir, kıskançlık gibi -samimi müminlerde Allah'ın izni ile asla rastlanmayan- bazı temel özellikler, bu kimseler üzerinde yoğun olarak görülür. (İnsan Karakteri)


Gerçek bir Müslümanın vicdanı, nefsine daima üstün gelir. Allah bir Kuran ayetinde Müslümanların bu ahlak özelliğini şöyle bildirmiştir:

"İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır..." (Bakara Suresi, 207)

Üzerinde Düşünülmesi Gerekenler: Kadere Teslimiyetin Önemi

Üzerinde Düşünülmesi Gerekenler: Kadere Teslimiyetin Önemi
Bir insan, eğer Allah dilerse güzellikten zevk alır. Allah dilerse keşifler yapar, teknoloji icat eder. Eğer Allah isterse beste yapar, keman çalar, kitap yazar. İnsan, eğer Allah dilerse sevinir, üzülür, zevk alır, heyecanlanır, endişelenir, coşku duyar. Bir müzikten hoşlanması Allah'ın dilemesiyledir. Bir güzelliği takdir etmesi Allah'ın dilemesiyledir. Güzel manzaradan, güzel kıyafetten, güzel davranıştan, çiçekten, tavşandan, bir tablodan, pastadan hoşlanması Allah'ın dilemsiyledir. Eğer Allah dilemezse, bu hislerin ve bu yeteneklerin hiçbirine sahip olamaz.

Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir.

Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülen, sinirlenen, bağırıp çağıran insanlar, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere üzmektedirler. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır. (Kavimlerin Helakı)

Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır.

Adnan Oktar Canlı Yayında (25 Nisan 2010)

25 Nisan 2010 Pazar Saat 21:30'de
İzmir Kanal 35 TV ve Kanal Avrupa TV'de CANLI YAYIN

İzmir Kanal 35: T3A 12685 H Batı 30000 5/6
Kanal Avrupa: T2A 11742 V Batı 2965 5/6

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Vücudumuzdaki Sıcaklık Ölçme Teknolojisi

Vücudumuzdaki Sıcaklık Ölçme Teknolojisi
Sıcaklık ölçen elektronik cihazlar, çevremizdeki ısının derecesini sayısal bir değer veya elektrik sinyali olarak belirlerler. Vücudumuzda ise soğuk ve sıcak olarak algılanan iki farklı his vardır. Ancak bu sadece genel bir sınıflandırmadır. Çünkü vücudumuz sıcak ve soğuğu tıpkı elektronik cihazlar gibi birtakım derecelere ayırır. Biz de çevremizi çok sıcak, ılık, serin, soğuk, çok soğuk gibi terimlerle tanımlarız.

Vücudumuzda gözle görülmeyen küçüklükteki moleküllerden oluşmuş sıcaklık ölçerler, uzun araştırmalar sonucu üretilen tüm sıcaklık ölçerlerden daha küçük olduğu halde bunların tümünden çok daha yüksek bir teknolojiye sahiptir. Yüce Allah’ın üstün aklının delillerinden yalnızca biri olan bu sistem, özellikle son beş yıldır bilim adamları tarafından titizlikle incelenmektedir. Yapılan araştırmalarla vücudumuzda altı çeşit sıcaklık ölçer tespit edilmiştir. Ancak araştırmalar devam ettikçe bu sayının artması beklenmektedir.

Vücudumuzdaki Sıcaklık Değerlerini Saptayan Moleküller

Yüce Allah tarafından vücudumuza özel olarak yerleştirilmiş olan bu küçük sıcaklık ölçerler sayesinde çok farklı sıcaklıklara duyarlı hale geliriz. Bu algılar sayesinde soğukta üşüdüğümüzü, çorba içtiğimizde çorbanın sıcaklığını, dondurma yediğimizde dondurmanın serinliğini hissederiz. Kısacası bu alıcılar hayatımıza apayrı bir boyut katar. Kuşkusuz bu durum Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği mükemmel bir nimettir. Çünkü bazen bu alıcılar, yaşamımız için son derece kritik bilgiler taşırlar. Örneğin elimizi sıcak bir cisme değdirdiğinizde şiddetli bir acı duyarak, aniden elimizi sıcak cisimden çeker, bu sayede yanmaktan kurtuluruz. İşte bu his Yüce Allah’ın vücudumuza yüksek sıcaklığı algılayan özel bir koruma sistemi yerleştirmesi ile gerçekleşir.

Vücudumuzdaki Özel Koruma Sistemi

Bu sistem, aslında çalışması için özel bir çaba harcamamıza gerek olmayan otomatik devreye giren reflekslerden biridir. Bu sistemi ayrıntılı olarak incelediğimizde Yüce Allah’ın üstün aklına ve yaratma sanatındaki detaya bir kez daha şahit oluruz.

Bu koruma sisteminin düzgün çalışabilmesi için, öncelikle yüksek sıcaklık değerinin vücudun anlayacağı bir dile çevrilmesi gereklidir. Örneğin elimizi sıcak bir cisme dokundurduğumuzda elimizin ucundaki sıcaklık ölçerler sıcaklığı elektriğe çevirerek elektrik sinyalleri biçiminde sinirler yoluyla omuriliğe iletirler.

Normal şartlarda olması gereken, elektrik sinyallerin beyne omurilik yoluyla iletilmesidir. Vücuttaki normal tepkilerde alıcılardan gelen bilgiler direkt beyne iletilir, beyin de bu bilgileri değerlendirir ve vücuttaki ilgili yerlere emirler yollar. Ancak elimizi çok sıcak bir cisme değdirdiğimizde en uygun davranış mümkün olan en kısa sürede elin bu cisimden çekilmesidir. İşte bunun için Yüce Allah çok ince bir detay yaratarak omurilikte sinirlere kısa devre yaptırır. Sıcaklık ölçerden gelen elektrik sinyali omurilik içinde kasları hareket ettiren sinirlere bağlanır. Bu sinirler, elimizi tam da sıcak cisimden çekmeye yarayacak olan motora yani kaslarımıza gider. Siz bu sayede refleksle çok kısa bir sürede elinizi çekersiniz. Bir yandan da sıcaklık bilgisi beyne iletilir ve şiddetli acıyı hissedersiniz.

Bütün bu kararları alan elbette ki bu özel sistemi oluşturan moleküller, sinirler ve hücreler değildir. Tüm bu saydıklarımızın bir bilinci yoktur. Bu bilgilerin herhangi bir şekilde bu şuursuz atomlara yerleştirilmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla tüm sıcaklık ölçer sistemimize bu bilgileri yerleştiren, nasıl davranmaları gerektiğini öğreten, kısacası onları yöneten bir güç vardır. Bu benzeri olmayan ilmin ve gücün sahibi Yüce Allah'tır. Her şeyin Yüce Allah tarafından kontrol altında tutulduğu bir ayette şöyle bildirilmiştir:

“(Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Bakara Suresi, 107)

Sıcaklık Algısı ve Maddenin Gerçeği

Hissettiğimiz sıcak ve soğuk algıları, Yüce Allah’ın yaratmasının önemli bir delilidir. Çünkü dış dünyada ya da iç dünyamızda aslında soğuk veya sıcak kavramları yoktur. Sıcaklık aslında atomların titreşimlerindeki miktarla ilgilidir. Buna göre, örneğin içtiğimiz suyun sıcaklığının farklı olması su moleküllerinin hareketlerindeki farklılıktır.

Böyle bir hareketliliği sıcaklık olarak algılamamız olağanüstü bir olaydır.

Yaratılıştaki detayın mükemmelliği nedeniyle bazı insanlar çoğu zaman gerçekten de algılarının dışında bir dünyanın içinde gördüğünü, duyduğunu, cisimlere dokunduğunu, bu maddeler dünyasında yaşadığını düşünür ve hissettiklerini de bu maddelerin kendi özellikleri gibi algılar. Sıcaklık için de aynı durum geçerlidir. Bu yanılgıya göre sıcaklığı kendi zihinlerinin dışında, maddenin bir özelliği zannederler. Ancak sıcaklık kavramının zihinde oluşan bir kavram olduğunu ispatlayan şöyle bir örnek verilebilir: Bu, kutu içinde verdiğimiz alıcıların sıcaklık dışında, bazı özel moleküllere de tepki vermeleridir. Örneğin TRPM8 algılayıcısı mentol molekülüne de tepki verir. TRPV1 algılayıcısı kırmızı biberdeki capsaicin maddesine de tepki verir. Bu yüzden ısıyı düşüren bir durum olmadığı halde siz mentollü bir şeker aldığınızda ağzınızda ferahlama ve soğuk, acılı bir yemek yediğinizde sıcaklıkta bir artış olmadığı halde ağzınızda sıcaklık hissedersiniz.

Kusursuz Algılayıcılar

TRPA1, TRPM8, TRPV1, TRPV2, TRPV3, TRPV4 gibi isimler alan ve sıcaklık değerlerini saptayan moleküllerin her biri birbirinden farklı sıcaklık değerlerinde çalışırlar. Bunlardan TRPA1 ve TRPM8 soğukluğu algılamada, TRPV1, TRPV2, TRPV3, TRPV4 ise sıcaklığı algılamada kullanılır.

  • TRPA1 170C’den küçük sıcaklıklarda,

  • TRPM8 250C’den küçük sıcaklıklarda

  • TRPV1 420C’den büyük sıcaklıklarda,

  • TRPV2 520C’den büyük sıcaklıklarda,

  • TRPV3 330C’den büyük sıcaklıklarda,

  • TRPV2 270C’den büyük 420C’den küçük sıcaklıklarda tepki verir.


İnsan Rabbimiz’in Koruması Altındadır

Vücudumuz için özel olarak hazırlanmış sıcaklık ölçer sistemimiz tüm hayatımız boyunca, hiçbir hataya yer vermeyecek şekilde kusursuzca çalışır. Çevremizdeki sıcaklığı ölçen termometrelerden daha hassas ölçümler yapabilir, vücudumuzu tehlikelerden koruyan reflekslerin oluşmasına katkıda bulunabilirler. Bu kadar detaylı ve hikmetli özelliklerle dolu bir sistemin rastlantılar sonucu oluştuğunu iddia etmek elbette mümkün değildir. Hiç şüphesiz tüm bu sistem, sonsuz bir ilim ve kudret sahibi olan Rabbimiz’in kusursuz yaratışının ve eşsiz sanatının delillerinden yalnızca biridir. Sıcaklık hissini algılayan her bir parça, her bir hücre, her bir molekül ve her bir atom yaratıldığı ilk günden itibaren onu yaratan sonsuz ilim ve akıl sahibi Allah'ın ilham ettiği şekilde hareket etmektedir. Allah her birine nasıl hareket etmesi gerektiğini tüm detaylarıyla, sürekli bildirmektedir. Bu gerçek Kuran ayetlerinde şu şekilde haber verilmektedir:

“Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12)

"... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 37-38)