Adnan Oktar Canlı Yayında (31 Ocak 2010)

Tüm Canlılığın Yaratıcısı Yüce Allah'tır


Tüm Canlılığın Yaratıcısı Yüce Allah'tırDarwinizm, dünya tarihinin en mantık dışı, en akıl almaz batıl dinidir. Canlılığın her detayında mükemmel bir düzen ve akıl olmasına rağmen, Darwinizm bunların tümünün sözde bilinçsiz ve tesadüfi süreçlerin ürünü olduğu yorumunu yapar. Protein, laboratuvarlarda bile tek başına üretilemeyecek son derece kompleks yapıda bir moleküldür ve elektron mikroskobunun altında böylesine kompleks bir yaşamın olması gerçek anlamda hayranlık uyandırıcıdır. Fakat Darwinizm bu muazzam yaratılış karşısında dahi "tesadüfen oluştu" yorumunu yapar. Canlılar birbirlerinden oldukça farklı özelliklerde ve niteliklerde yaratılmışlardır ve sahip oldukları organ ve yapıların birbirlerine dönüşmesinin imkansız olduğu açık ve reddedilemez bir şekilde ortaya çıkmıştır. Fakat Darwinizm dünyadaki muazzam canlı çeşitliliğinin tek bir bakteriden türediğini iddia eder.

Darwinizm'in iddialarının gerçek olduğuna, canlıların evrimleştiklerine dair tek bir tane bile delil bulunmamaktadır. Fakat buna rağmen, Darwinist dergiler her hafta yeni bir sahte fosil yayınlamaktadır. Yeryüzünde açık bir düzen ve ihtişam vardır. Fakat Darwinizm bütün bunların sözde kaostan, karmaşa ve düzensizlikten kendi kendine, kör tesadüfler neticesinde ortaya çıktığını iddia eder. Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, Darwinizm'in dünya çapında kabulüne, akıllı bir insanın herhangi bir mantık ve delil bulabilmesi imkansızdır.

Fakat bu aldatmaca hedefine ulaşmıştır. Hadislerde deccalin fitnesinin bütün dünyayı saracağı haber verilmiştir. Gerçekten de bütün dünya, deccali sistem olan masonluğun etkisiyle batıl bir sistemi, bilinçsizce, şuursuzca kabul etmiştir. Her milletten, her inançtan çok sayıda insan, bu batıl sisteme uyum gösterir hale gelmiştir. İnsanlar, böyle bir batıl dine uyum göstermenin kendileri için nasıl bir açmaz oluşturacağını tahmin edememişlerdir. Pek çoğu bu teoriyi, gerçekten de bilimsel zannetmiş, bunu herhangi bir teori olarak görmüş, bunun kendi dünyaları, kendi gelecekleri için ne kadar büyük tehlikeler içerdiğini anlamamışlardır. Öngörülü davranamamış, insanın sözde evrimleşmiş bir hayvan olduğunu iddia eden bir yalanın, insanlar, toplumlar, devletler üzerinde nasıl tahrip edici bir etki oluşturacağını önceden görememişlerdir. Sapkın bir fikir sisteminin her yandan kendilerini sarıp kuşattığını, çocuklarını, ülkelerini, yaşadıkları ortamı olumsuz etkilediğini fark edememişlerdir. Bu sapkın fikir sisteminin; etraflarındaki saldırıların, katliamların, cinayetlerin, hırsızlıkların, ahlaksızlığın, dejenerasyonun, anarşizmin, savaşların, terörün temel sebebini oluşturduğunu ve gitgide bu bataklığın içine battıklarını anlayamamışlardır. Çocuklarına Darwinizm'i öğretmenin, onları kötü ahlaklı, isyankar, dejenere hale getireceğini, insani vasıflardan uzaklaştıracağını düşünememişlerdir. Deccali sistem olan masonluk, o kadar sinsi bir şekilde yaklaşmış, o kadar büyük bir oyun oynamıştır ki, insanların büyük çoğunluğu farkında olmadan, başlarına ne geleceğini bilmeden bu oyunun esiri olmuşlardır. Şu an dünyanın içinde bulunduğu durum, bu gafletin ve Darwinizm belasına karşı gösterilen bu umursuzluğun sonucudur.

İnsanların büyük kısmının farkında olarak veya olmadan deccalin savunduğu yaşam tarzına uymalarının, deccaliyetin dediklerini yapmalarının kuşkusuz çok zarar verici sonuçları olmuştur. Deccalin batıl dinine tabi olmak, Allah'ın razı olduğu güzel ahlaktan, Rabbimiz'in hoşnutluğundan uzaklaşmak anlamına gelir. Dünyanın geniş bir kesiminde Kuran ahlakına uygun olmayan bir yaşam sürdürülmesinin temel sebebi budur. Allah Kuran'da, insanların birbirlerine iyiliği emredip kötülükten men etmelerini öğütler. Bugün dünyanın pek çok yerinde bu büyük sorumluluk yerine getirilmemekte, tam tersine insanlar hep kötü olana doğru yönlendirilmektedir. Allah, insanları bencillikten, cimrilikten, nankörlükten, vefasızlıktan, menfaat düşkünlüğünden, harama girmekten, kıskançlık, kötü söz söylemekten ve adaletsizlikten, israftan, gurur, büyüklenme ve öfkeden sakındırmıştır. Şu anda ise pek çok toplumda bu ahlak anlayışının tam tersi yaşanmaktadır. Kuran'a uyan Müslümanlar arasında karşındakinin nefsini kendi nefsinden önde tutmak, ona her konuda mutlaka öncelik vermek esastır. Fakat şu an insanların büyük bir kısmı yalnızca kendi menfaatlerini gözetmekte ve bu uğurda çok küçük düşürücü tavırlara dahi tenezzül etmektedir. Kuran'a göre haksız yere bir can almak haramdır. Şu anda ise işlenen cinayetlerin sayısı hayret uyandıracak kadar fazladır. Kuran'a göre herkes bir diğerinin hakkını gözetmekle yükümlüdür. Oysa şu an dünyanın pek çok ülkesinde sistem, insanların birbirlerinin hakkını elinden alma, birbirlerini aldatma sistemi üzerine kurulmuştur. Kuran'a göre malın ihtiyaç olandan fazlası yoksul olana verilir . Yine dünyanın pek çok ülkesinde şu anki sistemde yoksul sürekli daha da fazla sömürülmekte, adeta yok edilmeye çalışılmakta, zengin olan ise daha fazla mala sahip olabilmek için hırs yapmaktadır.

Allah'ın Kuran'da belirttiği ahlakın tam tersinin yaşanması, deccalin kurduğu sistemin bir sonucudur. İnsanların büyük çoğunluğu, deccalin sistemine uymalarının bir sonucu olarak ferahlık içinde yaşayabilecekken yaşayamamakta, mutlu olabilecekken olamamakta, nimetlere kavuşabilecekken bereketsizlik içinde yaşamaktadırlar. Deccalin sistemi insanlar için büyük bir kabus, bir bela olmuştur.

Fakat deccalliyet artık fikren ölmüştür. Masonların tüm oyunları ortaya çıkarılmış, yok edilmiştir. Deccaliyetin ayakta durup tutunacağı hiçbir dal kalmamıştır. İnsanları artık daha fazla aldatamamakta, Darwinizm aldatmacasına kimseyi inandıramamaktadır.

Bunu Allah'ın izniyle gelecekte de yapamayacaktır. Çünkü Allah'ın vaadine göre batıl, mutlaka yok olup gitmeye mahkumdur. Allah, bu düzeni insanların Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edebilmesi, hak olanı açıkça görebilmeleri için yaratmıştır. Yoksa kuşkusuz, deccal sistemini ortadan kaldırmak ve Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak için Allah'ın "Ol" emri yeterlidir. Deccal, kendi tuzağını büyük ve güçlü sanmıştır. Oysa Allah'ın tuzağı karşısında hüsrana uğramıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah ayetlerinde şöyle bildirir:

Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.

O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?

Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?

(Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
(Araf Suresi, 96-99)

Akıl ve vicdan sahibi bir insanın sorumluluğu, aklın, mantığın, vicdanın ve bilimin gösterdiği doğrulara uymak ve her varlığı Allah'ın yarattığı gerçeğini kabul etmektir. Kuşkusuz Yüce Rabbimiz'in insanların övgüsüne, teslimiyetine, takdirine ve ibadetine ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olan yalnızca insanın kendisidir. Allah'a karşı büyüklenmek insana dünyada ve ahirette hüsrandan başka bir şey getirmeyecektir. Allah'a teslim olmak ise, dünyada hayırlı ve güzel bir yaşamın, ahirette ise bu dünya ile kıyaslanmayacak sonsuz ve büyük nimetlere kavuşmanın bir vesilesidir. Ama hepsinin üzerinde, insana en büyük mükafat Allah'ın rızası olacaktır.

Deccalin yenilgisi ise sonsuza kadar devam edecektir. Darwinizm'in çöküşü bunun en önemli göstergesidir. Önemli olan bundan sonra vicdanın gösterdiği yola uymak, bir ömrü deccalin esiri olarak harcamamaktır. Eğer bir insanın aklı ve şuuru yerindeyse, yapılması gereken budur.

Her varlığın sahibi ve hakimi olan Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel. (Zümer Suresi, 54-55)

Adnan Oktar Canlı Yayında (30 Ocak 2010)

VİZESİZ GEÇİŞLERDE OSMANLI'YI YAKALADIK

Ne Demişti

American Public TV, 25 Aralık 2009

Adnan Oktar: Türk İslam Birliği'ni iki yıl önce söylemiştim. Ben söyledikten sonra Türk ülkeleri olan işte Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi ülkeler ve İslam ülkeleriyle vizeler kalkmaya başladı.Vize kalkması ne demektir? Bu ulusların insanlarıyla Türk insanlarının rahat görüşebilmesi, rahat ticaret yapabilmesi, rahat sosyal ilişkiler içinde olması demektir. Bir süre sonra, vizelerin kalmasından sonra da pasaportlar kalkacaktır. Pasaportlar da kalkınca ne demektir? İslam ortak pazarı gibi, Türk ortak pazarı gibi bir Türk İslam Birliği oluşacaktır. Bunun amacı sadece siyasi, çıkara dayalı bir yapı değil, sevgi, şefkat, merhamet, arkadaşlık, dostluk, kardeşlik duygularının hakim oluğu bir birliktir. Dolayısıyla hepsinin üstünde Allah sevgisi, Allah korkusu ve Allah sevgisinden kaynaklanan coşku esas olacaktır. O zaman hayat bir anlam kazanır. Yoksa sırf yemek içmekle, ticaretle insanlar mutlu olmuyor. Ekonomiler çöküyor görüyorsunuz. Ekonomik krizin ana nedeni de sevgisizliktir, egoistliktir, bencilliktir ve hepsinin üstünde Darwinizm'dir. Ama Darwinizm'in yıkılması, sevgisizliğin gittikçe ortadan kalkıyor olması, şefkatin, merhametin, sevginin dünyaya hakim olması hızla yayılıyor. Dolayısıyla Türk İslam Birliği de belirli bir çıkış içerisinde, 10-20 yıl içerisinde tamamen birleşip bitmiş olacaktır inşaAllah.



Kanal 35, 18 Ocak 2009

Adnan Oktar: Türkiye’nin öncülüğünde büyük bir İslam Birliği'nin oluşturulması, bütün Türk devletlerini kapsayacak şekilde, bütün İslam ülkelerini kapsayacak şekilde büyük bir birlik oluşturulması, yani pasaport ve vizenin kalkması, sınır kapılarının açılması, askeri, siyasi, politik bir ittifak yapılması. Nasıl Avrupa Birliği bunu yapabiliyor, nasıl Sovyetler Birliği bunu yaptı biz de yapabiliriz. Bu dünyaya sevgi, barış getirir, kardeşlik duygularını pekiştirir ve hem Hıristiyanları, hem de Musevileri özledikleri barış ortamına oturtur. Yani tam bir barış ortamı olur. İstedikleri gibi ibadetlerini yaparlar, istedikleri gibi huzur içinde yaşarlar. Bunun bir an önce oluşması için tabi herkesin bunu gündem haline getirmesi ve herkesin talep etmesi gerekiyor.

Ne Oldu


Hürriyet, 12 Ocak 2009




Türkiye’nin doğusunda bulunan, Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında yer almış ülkelerle karşılıklı vize muafiyeti anlaşmaları imzalaması, diplomatik çevrelerde “Türkiye, Osmanlı Schengen’i uygulamaya koyuyor” diye yorumlanıyor.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in Ehli Kitap İle İlgili Bazı Hadisleri


Peygamberimiz (s.a.v.)'in Ehli Kitap İle İlgili Bazı HadisleriHz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Bir zimmiyi (sorumluluk altına alınan kişi) haksız yere öldüren cennetin kokusunu duyamaz. Halbuki onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyabilir." (Buhari, Cizye, 5)

Peygamber Efendimiz (sav),

"Her kim zımmiye zulmeder veya taşımaktan aciz olduğu yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım"

"Kim bir muahime zulmeder veya gücünün üstünde bir iş yükler ya da zorla ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım."
(Ebu Davud, Harac, 31-33)

"Kim bir zimmiye eziyet ederse ben onun davacısıyım. Ben kime (bu dünyada) davacı olursam, kıyamet gününde de davacı olurum." (Acluni, Keşfu'l-Hafa' II,218)

Hz. Peygamber buyuruyor:

"Sakının! Kim, böyle insanlara (yani kendileriyle anlaşma yapılmış olanlara) zalim ve sert olursa, onların haklarını kısarsa veya tahammül edebileceğinden fazlasını yüklerse veya hür iradeleri dışında onlardan bir şey alırsa, hüküm günü onlardan ben davacı olacağım." (Ebu Davut, Cihat; (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 71)

Hz. Ömer zamanında fethedilen ülkelerin hiçbirinde, tek bir ibadet yerine bile, hiçbir zaman saygısıda kusur edilmemiştir. Ebu Yusuf yazıyor:

"Bütün ibadet yerleri olduğu gibi bırakıldı. Ne onlar yerle bir edildi, ne de mağluplar eşya ve mallarından yoksun bırakıldı." (Ebu Yusuf, Kitab-ül Haraç; İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 74)

Hz. Ali:

"Her kim ki bizim zımmimizdir, onun kanı bizimki kadar kutsaldır, malları bizim mallarımız kadar tecavüzden masundur" dedi. Başka bir kaynakta, Hz. Ali'nin şöyle dediği naklediliyor: "Zımmi durumunu açıkça kabul edenlerin malları ve hayatları bizimki (yani Müslümanlarınki) gibi kutsaldır." (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 76)

Hz. Peygamber (s.a.v.), Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde:

"Şarkta ve Grapta yaşayan tüm hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir. Nasraniyet dini üzere yaşayanlardan hiç kimse kerhen İslam'a icbar edilmeyecektir. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar" maddelerini yazdırdıktan sonra: "Ehl-i Kitap ile ancak en güzel yöntemlerle mücadele edin...(Ankebut, 29/46) ayetini okudu. (İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, (v.218/834), es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Turasi'l-Arabiyye, Beyrut, 1396/1971, IV/241-242; Hamidullah, el-Vesaik, s.154-155, No.96-97; Doğu Batı kaynaklarında birlikte yaşama, s.95)

Adnan Oktar Canlı Yayında (28 Ocak 2010)

Allah'ın İnsanlara Nimeti Dua

Allah'ın Kuran'da tarif ettiği duada, kişi Allah'ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, O'na saygı ve korkuyla boyun eğmiş ve O'nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiştir.

Duanın belli bir zamanı ve yeri yoktur. İnsan sokakta, otomobilde, okulda, işyerinde, kısacası her yerde dua edebilir. Önemli olan kişinin Allah'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu unutmamasıdır. Dua insanı Allah'a yakınlaştıran çok değerli bir ibadettir. Çünkü Rabbimiz'in verdiği nimetler süreklidir, insanların bu nimetler karşısında dua ve bağışlanma dilemeleri de sürekli olmalıdır.

Kuran'da, bir ayette dikkatin daha kolay sağlanacağı, günlük uğraşların dışında kalan saatlere, yani geceye ve sabah namazı vaktinde duaya dikkat çekilmektedir. Ayette
"...seher vakitlerinde bağışlanma dileyenler" (Al-i İmran Suresi, 17) şeklinde tarif edilmekte ve dolayısıyla günün bu en erken saatinin önemi vurgulanmaktadır. Kuran'da seher vaktine ve geceye dikkat çekilmesinin çeşitli hikmetleri vardır. Samimi bir dua ve içten bağışlanma ile güne başlayan ve her an Allah'ı hatırlayan insan, akşama kadar geçireceği günün içindeki gelişmeleri de Kuran ayetleri ile değerlendirir. Allah'ın kendisini izlediğinin bilinci ile hareket eder. Allah, gece vaktinin, hareketli olan gündüze göre düşünme, okuma ve duaya daha elverişli olduğunu şöyle bildirmektedir:

"Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır. Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel." (Müzemmil Suresi, 6-8)

Gece duası gün içinde dünyevi uğraşlarla vakit geçiren insanın kendi kendine bir vicdan muhasebesi yapmasını sağlar. Dolayısıyla gece duası gün içinde yapılan hataların gözden geçirilmesine ve bu hatalardan dolayı tevbe edilmesine, bağışlanma dilenmesine ve günlük uğraşıların insan ruhunda yarattığı muhtemel olumsuzlukların giderilmesine bir vesiledir. (Harun Yahya,
Kuran' da Dua)

Allah Her Duaya İcabet Eder

İnsanlar Allah'ın yardımından kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dua etmelidirler. Çünkü duaları kabul eden Rabbimiz Kuran'da şu şekilde bildirmiştir:
"Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar." (Bakara Suresi, 186)

Duanın kabul olmayacağı endişesiyle dua etmekten vazgeçmek Kuran ahlakına uygun bir davranış değildir. Bu, pek çok yönden hatalı, hatta cahilce bir tavırdır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, ayetlerde vurgulanan "duaya icabet" bir şeyin "aynen gerçekleşmesi" anlamına gelmez. Çünkü insan, bazen kendisi için zararlı olan bir şeyi Allah'tan talep ediyor olabilir.
"İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir." (İsra Suresi, 11) ayeti, bize bu durumu açıklamaktadır. Duada istenilen şeyin geciktirilerek verilmesinin veya tamamen farklı bir şekilde icabet edilmesinin bir nedeni de Allah'ın insanlara olan rahmetindir. Allah herkesin ihtiyacını en iyi bilen, herşeyden haberdar olandır.

Bu makale,
Mercek Dergisi 28. sayı (Ekim 2003) 7. sayfada yayınlanmıştır.

Adnan Oktar Canlı Yayında (27 Ocak 2010)

Namaz İbadetine Titizlik Göstermek


Namaz İbadetine Titizlik GöstermekCenab-ı Allah 5 vakit namazı müminlerin üzerine farz kılmıştır. İnsan ahirette namaz ibadetini yerine getirip getirmediği konusunda sorgulanacaktır. Namaz büyük bir titizlikle, hiç aksatmadan, tam vaktinde, büyük bir şevk ve huşu ile yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Nitekim Kuran’da pek çok ayette namazın önemi bildirilmiştir. Kıyamet Suresi'nde hesap gününde insanların Allah (cc)'ın rahmetinden mahrum kalmalarının bir sebebinin de 'namaz kılmamaları' olduğu bildirilmiştir:

"(Ölüm korkusundan) Ayaklar birbirine dolaştığında; O gün sevk, yalnızca Rabbinedir. Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı. Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti. Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın."(Kıyamet Suresi, 29-35)

Rabbimiz tüm insanları, beş vakit namaz kılmakla yükümlü kılmıştır. Cehennemdeki insanlar da kendilerine orada bulunma sebepleri sorulduğunda namaz kılanlardan olmadıklarını söylerler. Bu gerçeği Yüce Allah (cc) Kuran’da şöyle bildirir:

"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?" Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler. " (Müddessir Suresi, 42-43)

Peygamberimiz (sav) de pek çok hadis-i şerifinde 5 vakit namazın önemine dikkat çekmiştir. Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir kudsi hadisinde Resulullah şöyle buyurmaktadır:
“Beş vakit namazlar, gelecek haftaya kadar cüm’a, gelecek seneye kadar ramazan, büyük günahlardan sakınılırsa, aralarındaki hatalar için kefarettirler.”(Müslim) (Riyazü’s Salihin, İmamı Nevevi, çeviren: Mehmet Emre, Bedir yayınevi, sf. 698)

Muaz (ra) dedi ki; Resulullah (sav) beni Yemen’e (vali olarak) gönderdi (de şöyle) buyurdu:
“Sen, kitap ehlinden bir kavme (vali) gidiyorsun. Onları (önce) Allah’dan başka (ibadete layık) hiçbir mabud olmadığına şehadete çağır. Eğer onlar bu hususta itaat ederlerse kendilerine, Yüce Allah’ın her gece ve gündüz beş vakit namaz (kılmay)ı farz kıldığını bildir. Şayet onlar, buna da itaat ederlerse kendilerine Allah Teala’nın zenginlerden alınıp, fakirlerine verilecek olan sadakayı (zekatı) farz kıldığını bildir. Eğer onlar, buna da boyun eğerlerse mallarının iyilerini almaktan sakın. Mazlumun (bed) duasından sakın. Zira onunla Allah arasında (kabülünü engelleyen) hiçbir perde yoktur.” (Buhari ve Müslim) (Riyazü’s Salihin, İmamı Nevevi, çeviren: Mehmet Emre, Bedir yayınevi, syf. 669))

Resulullah Efendimiz (sav), namaz kılmamanın ya da namaz vaktini geçirmenin ne kadar tehlikeli olduğunu mübarek hadis-i şeriflerinde şöyle bildirmiştir:

Imam-i Sâfi ile Beyhakî'ye göre Peygamberimiz (sav):
“Herhangi bir vakit namazı kılmaksızın vaktini geçirenler yuvası dağılmış, malını mülkünü elden kaçırmış gibidirler.” buyuruyor. (Imam Gazali - Mükasefetü´l Kulub - Kalplerin Keşfi)

Müminler Allah (cc)’ın rızasını kazanmak, O’na yakınlaşmak, Rabbimize olan teslimiyetlerini ve boyun eğiciliklerini göstermek için bu ibadeti büyük bir fırsat olarak görür, huşu içinde bu ibadetlerini yerine getirirler. Salih müminler için namaz, Rabbimiz'e çok yakın oldukları, O’nun huzurunda kıyam edip secdeye vardıkları bir andır. Bu sırada tüm dünya işlerinden de kendilerini çekerek, sadece Allah (cc)'a yönelirler. Allah (cc)'ın belirlediği vakitlerde ve hiç bırakmadan bu ibadetlerine devam ederler. Namaz kılmayı, diğer tüm işlerinin üstünde görür, tüm ibadetlerine çok önem verirler. Bu konuda hiçbir mazeretin söz konusu olamayacağını bildiklerinden, mutlaka namazlarını vaktinde ve tüm sünnetleriyle birlikte eksiksiz eda ederler. Bunun karşılığında da Rabbimiz’in hoşnutluğunu umarlar.

Bu makale,
Vakit gazetesinde 08 Mart 2007 tarihinde yayınlanmıştır.

Hz. Mehdi (a.s.) Hz. İsa (a.s.)'ın Da İmamı Olacaktır


Hz. Mehdi (a.s.) Hz. İsa (a.s.)'ın Da İmamı OlacaktırResulullah (sav) Efendimiz Saadetle şöyle buyurmuşlardır: "Daima ümmetimden bir cemaat kıyamet’e kadar hakkı yükseltmek için fikri mücadele yapacak, Meryem oğlu İsa (as) yeryüzüne inecek. emirleri (Hz. Mehdi (a.s.)), ona (Hz. İsa (a.s.)’a) "Bize namaz kıldır" dedikleri zaman, hayır diyecek ... ve "İmam-ı Mehdi’yi" imamete geçirir"

(Sahih-i Müslim, c. 1, s. 209)

VİZE KALKIYOR, TİCARİ HEDEF 100 MİLYAR DOLAR

Ne Demişti

Ekin TV, 29 Ocak 2009

Adnan Oktar: Bunun tek çözümü var. Maddi ve manevi tek çözümü var: Türk İslam Birliği’dir. Türkiye’nin liderliğinde, Türk devletlerinin desteğinde, evet ve bütün İslam ülkelerinin de içine katılacağı dev ve kocaman bir İslam Birliği. Dünyanın en dürüst, en efendi, en güvenilir, en efendi, süper yapılanması olacaktır bu... Yani aynı soydanız, aynı dindeniz, aynı ırktanız, yani her şeyimiz bir, bir sürü kapı var, açılsın o kapılar. Azerbaycan’ın kapıları açılsın, Gürcistan’ın kapıları açılsın, İran’ın kapısı açılsın, Irak’ın Suriye’nin kapıları açılsın, Türkistan’ın kapıları açılsın. Rahat rahat gidip ticaret yapalım, sohbet edelim, konuşalım. Onlar bizim canımız ciğerimiz parçamız, kardeşlerimiz. Yani kapıya gittiğimizde biz niye pasaport gösterelim, normal arabayla basıp geçelim.



MPL TV Satranç Tahtası Programı, 19 Aralık 2008

Adnan Oktar: Bütün bu bölgenin ağabeysiyiz biz, dostuyuz. Hepsi bizim komşumuz, binlerce sene, yüzlerce sene iç içe yaşamışız biz, tamamen suni bir ayrılık var. SINIRLAR AÇILSIN, VİZELER KALKSIN, GÜRÜL GÜRÜL TİCARET YAPALIM, BAĞRIMIZA BASALIM ONLARI, BİR SEVİNÇ OLSUN, BAYRAM OLSUN, BEREKET, BOLLUK BÖYLE HER YERİ BİR SARSIN. Dünya da görsün bu kalleşliğin, egoistliğin, bencilliğin çirkinliğini görsünler, bize özensinler.

Ne Oldu

Zaman, 14 Ocak 2010



Zaman, 14 Ocak 2010



Türkiye, 14 Ocak 2010


LÜBNAN'LA VİZE RESMİ OLARAK KALKTI

Ne Demişti

Çay TV, 23 Temmuz 2008

Adnan Oktar: Herkes Avrupa Birliği’ni son derece makul görüyor. Akdeniz Birliği’ni çok makul görüyor. Fakat öz be öz kardeşimiz olan Türklerin bir araya gelmesini yani şöyle düşünelim Konya, Erzurum, İzmir haşa Allah esirgesin bizden ayrı olsa biz bir gün desek ki bizim birleşmemiz gerekiyor biz kardeşiz nasıl oluyor bu desek bu son derece makul bir şey.

Çay TV: Bu kadar doğal diyorsunuz.

Adnan Oktar: Bu kadar doğal. Dinimiz bir, dilimiz bir, her şeyimiz bir, aynı köklerden geliyoruz, kardeşiz fakat ayrıyız. Bugün Azerbaycan’a desek ki hadi birleşelim. Bir gün düşünmezler kabul ederler. Yani bunun sadece resmi olarak talep edilmesi gerekiyor. Yani iki devlet bir millet olarak, çok rahat birleşebiliriz. Hiçbir engel yok. Kazakistan da öyle, Kırgızistan da öyle, Türkmenistan da öyle, Doğu Türkistan’da öyle hepsi rahatlar ve bu birleşmenin sonucunda İslam alemi de öyle Irak, Suriye CAN ATIYORLAR TÜRKİYE İLE BİRLEŞMEK İÇİN. Bütün mesele Türkiye’nin bunu açıkça ortaya koymasında yani adı konulması gerekiyor. Sadece talep olması yeterlibuna ait.

Ne Oldu


Bugün, 12 Ocak 2010




Türkiye, 12 Ocak 2010


Ölüm Bir Son Değildir


Ölüm Bir Son DeğildirÖlüm, her insanın dünyada bir süre yaşadıktan sonra karşılaşacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak ölüm bir yokoluş değil sadece dünya hayatının bitişidir. Bu bitişten sonra, ayette ifade edildiği üzere “bitmeyen zamanlar boyu” devam edecek ahiret hayatı başlayacaktır. Her insan doğduğu, diğer bir ifadeyle, Allah onu varlık alemine getirdiği andan itibaren sonsuz hayatına başlamıştır ve bir imtihan süreci yaşamaktadır. Bu sürecin sonunda ‘ölüm’ adı verilen geçiş anından sonra, mahşer günü Rabbimiz’e hesap verecek ve O’nun takdir ettiği şekilde ahiret hayatında yaşamaya devam edecektir.

İnsan Asla Yok Olmaz

Allah insanları belli bir kader üzerine yaratmıştır. İnsanın dünyada ne kadar yaşayacağı daha kendisi doğmadan saatine, dakikasına kadar bellidir ve bu süre dolduğunda dünya hayatı bitecektir. Dünya hayatında bedenenen bir son olsa da ölümün ardından ahiretteki sonsuz hayat başlayacağı için yaşam ahiret hayatında devam edecektir. İnsanın bu yaşamının azapla mı, yoksa nimetler içinde mi geçeceği ise, dünya hayatında, Allah'ın bildirdiği Kuran ahlakına bağlılığına ve Allah'ın rızasını gözetmesine bağlıdır. Bütün bu sistem, kainat, dünya, insan ve insana yönelik yaratılan herşeyin sebebi, sonsuz yaşam olan ahirete yöneliktir. Allah, insanı bir amaçla yarattığını, bu dünyadaki kısa yaşamından sonra Kendisi’ne döndürüleceğini şöyle bildirmektedir:

“Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Müminun Suresi, 115)

Ayette bildirildiği üzere, her insan Allah’a kesin olarak döndürülecektir. Bu Allah’ın vaadidir. Yüce Allah, bu ölümün ardından insanların tümünü yeni bir yaratılışla tekrar diriltecektir. O gün, inkar edenler ile iman edenlerin kesin bir ayrılışla ayrılacakları, mahşer gününün kalabalık ve bir o kadar da ürkütücü ortamını yaşayacakları ve bölükler halinde ebedi yurtlarına sevk edilecekleri gündür.

“İnsanların, Alemlerin Rabbi İçin Kalkacağı Gün”

Kuran'da, evrendeki tüm yaratılmışların yanında, evrenin kendisinin de bir ölümü olduğu haber verilir. Ölümlü olan yalnızca insan değildir. Tüm hayvanlar ve bitkiler de ölür. Hatta gezegenler ve yıldızlar da… Ölüm evrendeki tüm yaratılmışların ortak kaderidir. Allah Katında ezelde belirlenmiş olan bir günde tüm insanlar, canlılar, Dünya, Güneş, Ay, yıldızlar, kısacası tüm maddesel varlıklar yok olacaktır.Kuran'da bu güne
"kıyamet" (kalkış günü) adı verilir; bu gün, "insanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı gün" dür. (Mutaffifin Suresi, 6)

Kuran’da bildirildiği üzere Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte insanlar toplanarak, yayılan çekirgeler gibi kabirlerinden dışarı çıkarak Rabbimiz’in huzuruna çıkacaklardır. Ayette bu gerçek şöyle bildirilmiştir:

“Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.” (Kamer Suresi, 7)

İnsanların Hesap İçin Toplanmaları

Bu dehşet dolu günün ardından ise hesap günü yaşanacaktır. Bu an, iman etmeyenlerin ömürleri boyunca kaçtıkları, anlamazdan geldikleri, müminlerin ise hazırlanıp bekledikleri hesap anıdır. Allah, bu günü de yarattığı herşeyde olduğu gibi Kendi gücüne ve şanına uygun olarak yaratmıştır. Hesabın gerçekleştirilmesi için melekler saflar halinde dizilirler. O gün, insanlar arasında adaletle hükmedilecek ve konuşacak kişi sadece doğruyu söyleyebilecektir. (Zümer Suresi 69-70)

Kuran'da müminlerin hesap günü yüzlerinin aydınlık ve nurlu olduğu ve Rabbimiz'e baktıkları ise şu şekilde bildirilmiştir:

“Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 11)

İnkar edenlerin suçluluğu ise yüzlerindeki alameletlerden belli olacaktır. Allah, inkar edenlerin o anki ruh hallerini ayetlerde şu şekilde bildirir:

"O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır." (Kıyamet Suresi, 24-25)

Mayıs 2005 tahminlerine göre dünyada yaklaşık olarak 6 milyar insan yaşamaktadır. Bu sayıya şimdiye dek yaşamış ve bundan sonra da yaşayacak insanların sayısı eklenirse mahşer (diriliş) günü toplanacak insan kalabalığı ve bunun oluşturacağı etkileyici görüntü hakkında bir fikir edinilebilir. İnsanlar biraraya toplanacak ve birbirlerini, olayları, olup bitenleri açıklıkla görüp anlayabileceklerdir. Çünkü o gün, Rabbimiz'in Kuran'da belirttiği üzere, keskin bir görüş hakimdir:

"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 22)

Hesap Anı

Genellikle insanların hayatları için bir dönüm noktası olacağına inandıkları belirli olaylar vardır. İyi bir üniversiteye girmek, diploma almak, iyi bir iş sahibi olmak gibi... Bu ve buna benzer planları olan insanlar, amaçlarına ulaşacakları ana kadar gün sayıp, pek çok hazırlığı o anı hedefleyerek yaparlar. Bu insanların yaşamlarının o kesitinde sadece bu hedef vardır ve yalnızca bu amaç doğrultusunda yaşadıklarını söylemekten de çekinmezler. Bunlar kuşkusuz doğal isteklerdir, ancak insanların esas yaratılış amacı Allah'a kulluk etmektir. Bu da Kuran ahlakını yaşamakla yerine getirilebilir. İşte insan nasıl yukarıda saydığımız hedefler için hiç durmadan çalışıyorsa, yaratılış amacına uygun olarak hareket etmeli ve sonsuza kadar kalacağı ahiret hayatı için de yoğun çaba göstermelidir. Ancak bu çabayı dünya hayatında ulaşacağı bir hedef ile kıyaslamak pek akılcı bir düşünce olmayacaktır. Çünkü dünya hayatında belirlediği hedeflerin sonunda elde ettiği her türlü kazanç, kendisiyle birlikte bir gün mutlaka bitecektir. Ayrıca elde edilen menfaatler ne kadar fazla olursa olsun, bunun ahiret için bir faydası olmayacak, bu uğraşı içindeyken de mahşer vakti, hergün biraz daha yakınlaşacaktır. Geçen her saat, her dakika, hatta her saniye ölüme, yeniden dirilişe ve hesaba doğru atılmış yeni bir adımdır. Bu ilerleyişi durdurmanın ya da geri çevirmenin yolu yoktur ve tüm insanlar bu yolu izleyeceklerdir.

Sonsuz kudret sahibi olan Allah Kuran'da, insan yaşamının her geçen gün bir sona doğru gittiğini şöyle haber vermektedir:

"Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın." (İnşikak Suresi, 6)

İnsanlar Yapayalnız Sorguya Çekilirler

Hesap gününün bir başka özelliği de, insanların hesaba
"tek olarak, yapayalnız" çekilecek olmalarıdır. Hem dünyada hem ahirette yakınlarından yardım göreceğini umanlar, hesap günü onlardan uzaklaşacak ve tek başlarına hesap vereceklerdir. Rabbimiz, Kuran'da şöyle haber vermiştir:

"Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir." (Meryem Suresi, 95)

Hesap anı insanlar için zorlu bir gündür çünkü yalnız kalmak çoğu insanın -özellikle zorluk anlarında- en fazla çekindiği duygulardan biridir. Tek başına bırakılmak dünya şartlarında dahi insanlar için en büyük azaplardan biridir. Böyle durumlarda genellikle ailelerinden yardım bekleyen insanların yanında, o gün kendi aileleri de dahil olmak üzere güvenebilecekleri, yardım alabilecekleri hiç kimse olmayacaktır. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilmiştir:

"Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da." (Müminun Suresi, 101)

Amel Defterlerinin Verilmesi

İnsanın dünya hayatı boyunca yaptığı herşey, kendisinin göremediği ancak Yüce Allah'ın Kuran'da buyurduğu üzere sağ ve sol tarafında bulunan melekler tarafından kaydedilir. Hesap anı için hazırlanan defterler din gününde insanlara sunulur. Kişi yaptıklarının hiçbirini reddedemez, çünkü yaşadığı her an, amel defterine kaydedilmiştir. Herkes kendi defterinden, ahiret için neler hazırladığını öğrenir. Rabbimiz'in kimseyi zerre kadar haksızlığa uğratmadığı ve bir hardal tanesi kadar küçük bir iyiliğin dahi hesaba katıldığı bu anda, müminlerle, inkar edenlerin tavırları çok farklıdır.

Ayette bildirildiği üzere o gün Müminlerin amel defterleri sağ yanından verilecektir. Müminlerin bu sevinç ve coşkularına karşın, defterleri sol yanlarından verilen inkarcılar kahredici bir utanç ve korku içindedirler:

“Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. Kimin de kitabı ardından verilirse. O da, helak (yok olmay)ı çağıracak. Çılgın alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı. Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi.” (İnşikak Suresi, 7-15)

Cehennemin Gösterilişi

Tüm yaşam muhasebesinin yapıldığı bu günde, herkes dünyada yaptıklarının hesabını verir. Cehenneme gireceğini anlayanlar, kısacık bir ömrü sonsuz bir hayata tercih etmenin verdiği acıyı yaşarlar. Onlar kendilerine azabın dokunmayacağını, kıyamet gününün gerçekleşmeyeceğini ve yaptıklarının karşılıksız kalacağını zannederken ölüm ve ardından gelen sorgulamadan sonra sonsuza kadar kalacakları yere gideceklerdir. Kuran’da bildirildiği üzere, sorgulamanın ardından insanlar birbirlerinden hemen ayrılmazlar. Müminler cennete sevk edilmeden önce onlara da iman etmeyenlerle birlikte cehennem gösterilir. O gün mümin ya da inkarcı, tüm insanlar cehennemin çevresinde diz çökecektir. Herkes cehennemin korku salan uğultusuna ve içindeki tüyler ürpertici görüntülere şahit olacaktır. Ancak müminler burada kalmayıp cennete gidecek, iman etmeyenler ise ebedi olarak kalacakları cehenneme gireceklerdir. Ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

“Sonra Biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi biliriz. Sizden ona girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır. Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz.”(Meryem Suresi, 70-72)

Elbette sonsuz merhamet sahibi Allah'ın müminlere cehennemi göstermesinin birçok hikmeti vardır. Cehennemin durumunu yakından gören müminler, Allah'ın kendilerine verdiği imanın ne kadar büyük bir nimet ve müjde olduğunu birkez daha anlayabilecek ve şükredecekledir. Çünkü ayetlerde bildirildiği üzere, cehennem dehşet verici bir görüntüye sahiptir. O azaptan kurtulmuş olmak insan için büyük bir nimet ve şüküre vesile olacaktır. Müminler cehennemi görmekle, cennetin ne kadar büyük bir nimet olduğunun kıyasını yapma imkanına sahip olurlar.

Asıl Hayat Ahirettedir

Yüce Rabbimizin, ortalama 60-70 yıllık dünya hayatındaki salih amellerine karşılık kullarına sonsuz cennet yaşamı vaat etmesi, çok büyük bir nimettir ve O’nun lütfundandır. İnsan bu lütuf ve nimetlerin şükrünü çok iyi yapmalı ve ölümden sonraki asıl yaşamında sonsuz cennet hayatıyla şereflendirilebilmek için dünya hayatındaki imtihanı boyunca ciddi bir çaba harcamalıdır. Çünkü Kuran ahlakına uygun bir yaşam sürmediği takdirde hesap günü Allah Katında küçük düşebilir ve sonsuz cennet hayatı yerine sonsuz azapla karşılık görebilir. Rabbimiz asıl hayatın ahirette yaşanacağını şöyle bildirmiştir:

“Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” (Ankebut Suresi, 64)

Sonsuzluğu Anlayabilmek

Allah dünyadaki herşeyde bir sınır yaratmıştır. Her işin ya da her ölçünün bir sonu vardır. Bu nedenle "sonsuz" kavramını anlayabilmek için üzerinde düşünmek ve bilinen bazı ölçülerle kıyaslamak gerekir.

Sonsuz zaman deyince genellikle insanların aklına yüz bin yıl, bir milyon yıl ya da bir milyar yıl gibi rakamlar gelir. Bu sürelerin çok uzun olduğu, asla tükenmeyeceği düşünülür. Sonsuz uzaklık deyince de yine genellikle akıllara yüz bin ışık yılı, bir milyon ışık yılı ya da bir milyar ışık yılı gibi uzaklıklar gelir.

Oysa bunlar son derece sınırlı düşünceler ve kavramlardır. Şöyle bir örnekle sonsuzluğun ne derece olağanüstü bir büyüklük olduğunu vurgulayabiliriz: Yüz katrilyon insan olsa (ki şu anda dünya nüfusu yalnızca 6 milyardır), tüm hayatları boyunca gece gündüz hiç durmadan sayı saysalar, üstelik yüz katrilyon yıl ömürleri olsa ve ömürleri boyunca başka hiçbir iş yapmadan bu işle uğraşsalar, yine de sonsuzluğa ulaşamazlar. Çünkü sonsuzluk, hiç bitmeyecek, başı ve sonu olmayan bir büyüklüğü ifade eder.

Böyle bir büyüklüğün ahiret hayatında vaadedilmesi de Yüce Allah’ın hikmetli yaratışının örneklerinden sadece biridir. İman etmeyen insanların en çok korktukları konuların başında ölüm geldiği için, genellikle dünya hayatında çok uzun yıllar hatta sonsuza kadar yaşama hırsı içinde oldukları görülür. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmiştir:

“Andolsun, onları hayata karşı insanlardan ve şirk koşanlardan daha ihtiraslı bulursun. Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması(Bakara Suresi, 96)

Ancak Rabbimiz insanların tüm istek ve tutkularının karşılığını dünya hayatında yaratmasına rağmen yalnızca sonsuzluk isteğinin karşılığını yaratmamıştır. Acıkan insanın yemek yiyerek, uykusu gelen insanın uyuyarak ya da susayan bir insanın su içerek tatmin ettiği nefsinin dünya hayatında bir tek sonsuzluk isteği tatmin bulmayacaktır. Çünkü Allah sonsuzluk hissinin karşılığını yalnızca ahirette yaşatacaktır. Kuran’da Allah’ın bildirdiği ahlaka göre yaşayanlar sonsuz cennet hayatı ile müjdelenirken, Allah’ın ayetlerini inkar edenleri sonsuz cehennem hayatında azabın beklediği haber verilmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

“Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.” (Araf Suresi, 36)

“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.” (Araf Suresi, 42)

Bu makale,
İlmi Araştırma Dergisi 12. sayı (Haziran 2005) 34. sayfada yayınlanmıştır.

Hadis Köşesi 06


Hadis Köşesi 06Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Ben dostum sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim: "Mü'minin nuru ve beyazlığı, abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır."

(Müslim, Tahâret 40. Ayrıca bk. Nesâî, Tahâret 109)

Kalp Kasındakı Mucize


Kalp Kasındakı MucizeVücudumuz sürekli yorulma halindedir. Spor yapma, araba kullanma, temizlik, alışveriş, yürüme, koşma, merdiven çıkma, yemek yeme gibi gün içindeki tüm hareketler fiziksel olarak yorulmamıza sebep olur. Oluşan bu kas yorgunluğunun giderilmesi için bir süre dinlenilmesi, hareketsiz kalınması gerekir. Ancak siz oturduğunuz hatta uyuduğunuz zaman bile asla durmayan bir kasınız vardır. Ve o hiçbir zaman yorulmaz. Yaratıldığı ilk andan ölümünüze kadar da hiç durmayacak, yorulmayacaktır. Bu kas kalbinizdir.
Kalp hiçbir zaman kas yorgunluğu çekmeyen özel kaslardan oluşmuştur.

Size yorgunluk veren hareketleri yaparken bir de kalp kaslarınızın yorulduğunu hiç düşündünüz mü?

Eğer böyle olsaydı, yani her yorulduğunuzda kalbinizde yorulsaydı yukarıda saydığımız işlerden hiçbirini yapamaz, daha harekete başlamadan yığılıp kalırdınız. Allah kalp kaslarına yorulmama özelliği vererek kulları üzerindeki sonsuz merhametini tecelli ettirmektedir.

Kalp kasları dakikada 70, günde 100 bin, yılda 40 milyon kez atmasına rağmen yorulmamaktadır. Siz hiçbir şey yapmayıp otururken, hatta uyuduğunuz zaman bile çalışmaktadır. Ama asla yorulmamaktadır. Kalp kası ortalama bir ömür boyunca yaklaşık 2 milyardan daha fazla kan pompalar. Kalbin sol tarafı kanı tüm vücuda ulaştırabilmek için daha yüksek basınçla pompalaması gerektiğinden daha kalın kaslara sahiptir. Pompalama işleminin çok güçlü yapılması gerekmektedir, çünkü kanın vücuttaki en küçük kılcal damarlara kadar gitmesi hayati bir durumdur. Yaşamı boyunca 2 milyar kere pompalama yapan, her pompalama sırasında da belli bir basıncın altına düşmemesi gereken bir kasın çok sağlam olması gerekir. Gerçekten de kalp kasları kalın kaslardan oluşmaktadır. Kalp kaslarının güçlü kalın kaslardan oluşması da her şeyi yerli yerince yapan Rabbimiz'in sonsuz şefkatinin bir örneğidir. Rabbimiz kullarına karşı çok ilgilidir. Sevendir.

Kalbin çalışması hiç durmadığı gibi, bazı zamanlarda kalp çalışmasını artırır. Örneğin koşarken kalp, kan pompalama miktarını saatte 2270 litreye çıkarabilir.

Yorulan kaslarımızın ihtiyacı olan daha çok oksijeni sağlamak için kalp çalışma temposunu dakikada 70’den 180 defaya çıkarır, dokulara sağladığı kanı 5 katına yükseltebilir. Kalp kaslarımız yorulmadığı gibi diğer kaslarımız yorucu bir hareket yaptığında daha da hızlanarak diğer kaslara destek vermektedir. Şüphesiz ki bu, her şeyin en ince detayını bilen, her detayda üstün aklını tecelli ettiren Rabbimiz'in benzersiz eseridir:

"... Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (En' am Suresi, 80)

Adnan Oktar Canlı Yayında (23 Ocak 2010)

Papağanlardaki Anlama ve Öğrenme Yeteneği


Papağanlardaki Anlama ve Öğrenme YeteneğiAnlama-öğrenme yeteneği bakımından konuşan kuşlar arasında en yetenekli olanların, gri Afrika papağanlarının oldukları bilinir. Bu papağanların çarpıcı özelliklerinden biri, konuşmaları nesnelerle ya da hareketlerle ilişkilendirebilmeleridir. Örneğin, bir süre her sabah kafesinin üzerindeki örtü kaldırılırken kendisine "günaydın"denen bir papağan, bir sabah örtüsü kalktığında bu kelimeyi kendiliğinden söyleyebilir. Pek çok papağan sahibinden de, telefon çaldığında papağanının "alo"dediğini, ya da kapı çaldığında "kim o?" dediğini duymuşsunuzdur. Üstelik çoğu papağan bunları kendilerine özel olarak öğretilmediği halde yapabilir. Bunun nedeni söz konusu papağanların, olaylar ve bu olaylar esnasında geçen konuşmalar arasında ilişki kurabilmeleridir.

Uzunca bir süre papağanların ve diğer konuşan kuşların sadece taklit yaptıkları düşünülürken, yapılan araştırmalarla bu canlıların şaşırtıcı zihinsel yeteneklerinin olduğu anlaşılmıştır. Hatta bilim adamları kuşların iletişimindeki kompleksliğin daha yeni yeni anlaşılmaya başlandığına inanmaktadırlar. Prof. Irene Pepperberg'in, 1977 yılından beri
"hayvan davranışları ve hayvan-insan iletişimi"konusunda yaptığı çalışmalar, kuşların konuşma ve anlama yetenekleri hakkında derinlemesine bilgi vermiştir. Prof. Pepperberg'in en önemli çalışmalarından biri, 3 gri Afrika papağanı ile yürüttüğü çalışmadır. Bu papağanlardan en yaşlısı olan "Alex", belirli kelimeler kullanarak araştırmacıyla iletişim kurabilmekte, kendisine verilen emirleri anlamakta, kendi isteklerini dile getirebilmekte, sayı sayabilmekte, cisimleri, renkleri, şekilleri tanıyabilmektedir. Bu kabiliyet bilim adamlarına göre, otomatik olmaktan çok, yüksek bir şuur göstergesi olan öğrenme sonucu gerçekleşmektedir. Elbette ki hayvanlarda gördüğümüz bu yüksek şuur, Allah'ın canlılara olan ilhamıdır. Şuursuz atomlardan oluşan, küçücük bir et parçası olan kuşun, kendi kendine böylesine kompleks yetenekler sergilediğini düşünmek kuşkusuz son derece akılsızlık olacaktır. Allah bu canlılarda tecelli ettirdiği yeteneklerle benzersiz yaratma sanatını bizlere göstermektedir.

Papağan "Alex"in Mucizevi Yetenekleri

Prof. Irene Pepperberg'in eğittiği "Alex" in yeteneklerini genelleyecek olursak bu papağan sadece cümlecikleri üretmek ve kavramakla kalmamakta, aynı zamanda kendisine öğretilen kategori, miktar, renk ve boyut gibi kavramları da anlayabilmektedir. Ayrıca bir cismin bir diğerinden farklı olup olmadığını, bir yerde mevcut bulunup bulunmadığını da ayırt edebilmektedir.

  • Alex adındaki bu papağan 40'tan fazla cismin adını öğrenmiştir: kağıt, anahtar, fındık, tahta, buğday, kamyon...

  • "Hayır" kelimesini ihtiyacına yönelik yerli yerinde kullanabilmektedir. Ayrıca birşey istediğinde "buraya gel", "... istiyorum" veya bir yere gitmek istediğinde "...'ya gitmek istiyorum" gibi cümleler kurarak isteklerini sözlü bir şekilde aktarabilmektedir.

  • Cisimlerin sayısını ayırt etmek için "iki", "üç", "dört", "beş" ve "altı" rakamlarını -gruplar ne kadar karışık olursa olsun- kullanabilmektedir. 5 farklı şekli 2, 3, 4, 5 veya 6 köşeli olarak isimlendirebilmektedir.

  • Alex "kategori" konusunda da kavrama yeteneğine sahiptir. Bir eşyanın rengi kendisine sorulduğunda, şekli ile ilgili bir cevap vermemekte, eşyanın rengini söylemektedir. Bu durum, papağanın "soyut kavramlara karşı yetenek" sahibi olduğunu ortaya koymaktadır.

  • 100'den fazla nesneyi istemek, reddetmek, kategorilere ayırmak ve saymak üzere nesnelerin sıfatlarını ve isimlerini birleştirebilmektedir. Bu yeteneklerin ölçüldüğü testlerde ise yüzde 80 oranında başarı elde etmektedir.

  • Alex'e kısa bir eğitimin ardından, "beni kaşıyın", "patlamış mısır istiyorum"gibi isteklerini dile getirmeye başladı. Eğer istediği yemekten farklı bir şey verilirse bunu reddediyor ve isteğini yineliyordu. Belirli yerlere götürülmeyi istiyordu. Örneğin, "beni iskemleye götürün" diyor, eğer yanlış yere götürülürse götüren kişinin kolundan inmiyor ve isteğini tekrar ediyordu.

  • Bir başka deneyde ise Alex'e, bir tepsi içinde 7 madde -örneğin mor anahtarlık, sarı odun, yeşil deri, mavi kağıt, turuncu mandal, gri kutu, kırmızı kamyon- gösterilip hangisi gri diye sorulduğunda, Alex yedi nesneye de dikkatlice bakıp "kutu" diye cevap veriyordu. Sonra tepsiye kırmızı üçgen kağıt ve mavi üçgen tahta konarak hangisi aynı diye sorulduğunda "şekil" diye cevap veriyordu.

Yukarıdaki örneklerden de anlaşıldığı gibi, papağanlar -gerekli eğitimi aldıkları takdirde- uzun cümleleri ezberleyip bunları doğru yerlerde ve çeşitli sorulara karşılık vermek için kullanabilmektedirler. Ayrıca çeşitli kelimeleri ve melodileri de tanıyabilmektedirler. Günümüzde papağanlar, yunuslar ve balinalar gibi ileri zeka seviyesine sahip canlılar arasında sayılmaktadır. The Augusta Chronicle adlı yayında, yapılan yeni araştırmaların papağanların, şempanzeler ve yunuslarda olduğu gibi ancak 5 yaşındaki çocukların başa çıkabileceği karmaşık zihinsel kavramların üstesinden gelebildiği ifade edilmektedir.Şüphesiz bir papağanın böyle bir yeteneğe sahip olması büyük bir yaratılış harikasıdır. Bilinç ve akıldan yoksun canlıların konuşma ve sesleri taklit edebilme yeteneğine sahip olmaları, öğrenme yeteneği geliştirmeleri ve sonra öğrendiklerini hafızalarında saklayıp, yerli yerinde kullanmaları Allah'ın papağanlara olan ilhamıdır. Bu canlılar bunları kendi akılları, iradeleri ya da bilinçleriyle değil, yalnızca Allah'ın ilhamıyla gerçekleştirmektedirler. Allah bir ayetinde
"... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur..." (Hud Suresi, 56) şeklinde bildirerek, tüm canlılar üzerindeki hakimiyetini haber verir.

Bu makale,
Milli Gazete gazetesinde 26 Kasım 2005 tarihinde yayınlanmıştır.

İslam Dünyasında Bir İlk: Adnan Oktar Museviler Ve Müslümanlar Arasında Kardeşliği Tesis Ediyor


İslam Dünyasında Bir İlk: Adnan Oktar Museviler Ve Müslümanlar Arasında Kardeşliği Tesis EdiyorSayın Adnan Oktar'ın İsrail'den gelen heyetle yaptığı toplantı, hem İslam dünyasında hem de Batı'da büyük bir ilgiyle takip edildi ve Ortadoğu barışı için atılmış çok büyük bir adım olarak kabul edildi.

Sayın Adnan Oktar bugün, 20 Ocak 2010 Çarşamba, İsrail'den gelen içlerinde farklı dini grupların liderleri ve İmar Bakanı Yardımcısı Sayın Eyup Kara'nın da bulunduğu geniş bir heyetle birlikte bir basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısının amacının, Müslümanlar ve Museviler arasında oluşturulmaya çalışılan suni gerginliklere engel olmak, bölgede barışın hakim olmasını sağlamak ve uzun süredir esir olarak tutulan İsrailli er Gilad Shalit'in serbest bırakılması için kamuoyuna çağrıda bulunmak olduğu açıklandı.

Toplantıda konuşma yapan Adnan Oktar, Müslümanların ve Musevilerin Hz. İbrahim'in çocukları olduğunu, bir tarafın İsmailoğulları diğer tarafın Yakupoğulları olduğunu, dolayısıyla iki topluluk arasında çatışma olmasının çok yersiz olduğunu ifade etti. Musevilerin ve Hıristiyanların bizlere emanet olduklarını, tıpkı Peygamberimiz (sav) döneminde olduğu gibi onların en iyi şekilde korunmasını sağlayacağını, Musevilerin de Hıristiyanların da Müslümanların da "saçlarının tek teline bile zarar gelmesine müsaade etmeyeceğini" söyleyen Oktar, Kuran'a ve hadislere uygun olan davranışın bu olduğunu belirtti. İçinde bulunduğumuz yüzyılın Mehdiyet çağı olduğuna dikkat çeken Sayın Oktar, bundan sonra artık savaşların sona ereceğini, tüm silahların bırakılacağını, akan kanların ve terörün duracağını, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada sevginin hakim olacağını söyledi. İran'ın nükleer silah üretmesi konusunda neler düşündüğü yönündeki soruya ise, atom bombası kullanılmasının İslam'a göre haram olduğunu ifade eden Sayın Oktar, bu konuda İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat'a haber gönderdiğini, nitekim bir müddet sonra İran'ın da açıklama yaparak atom bombasının haram olduğunu ve kullanmayacaklarını söylediklerini belirtti. Konuyla ilgili olarak Hürriyet gazetesinde manşetten haber yapıldığını da vurguladı.

Er Gilad Shalit'le ilgili soruları da cevaplayan Sayın Adnan Oktar, "Bir insanın sürekli, her an öldürülme korkusuyla esir tutulmasının" çok zor olduğunu, Gilad'ın anne ve babasına kavuşmasını istediğini hem Gilad'ın hem de ailesinin çektiği acıların son bulması gerektiğini söyledi. Ancak bununla birlikte, İsrail hapishanelerinde tutulan annelerin, kız çocuklarının ve gençlerin de biran önce bırakılmaları gerektiğini ifade eden Oktar, "bu kardeşlerimiz birer melek gibi o hapishanelerden çıksınlar, barış için ilimle, kültürle çalışma yapan insanlar olsun istiyoruz" dedi. Gilad'ın babası Noam Shalit ile görüşmelerinin devam ettiğini açıklayan Adnan Oktar, önümüzdeki günlerde Noam Shalit’in Türkiye’ye geleceğini ancak güvenlik sebebiyle bu görüşmelerin detayları hakkında bilgi veremeyeceklerini söyledi.

İsrail'le Türkiye arasında gerginlik oluşturmaya çalışanların boş bir çaba içinde olduğunu da vurgulayan Sayın Adnan Oktar, Musevilerle Müslümanların, Müslümanlarla Hıristiyanların, Şiilerle Sünnilerin, Şiilerle Vahabilerin çatışmasını isteyen, sürekli kan dökülmesinden yana insanlar olduğunu ama bunların hedeflerine ulaşamayacaklarını söyledi. Yangına körükle gitmek yerine, yatıştırıcı, affedici, geçmişi geçmişte bırakan, bundan sonra neler yapılabileceğini değerlendiren, barışcıl ve ılımlı bir üslupla hareket eden bir yapı içerisinde olmanın önemine dikkat çeken Oktar, Müslümanların Musevilere bakış açısının nasıl olması gerektiği hakkında da önemli açıklamalar yaptı.

Kuran'da yer alan "Hıristiyanları ve Musevileri veliler edinmeyiniz" ayetini bazı kimselerin yanlış anladıklarını, bu ayette bildirilenin Hıristiyanları ve Musevileri kendinize yönetici edinmeyiniz anlamında olduğunu, bunun da çok doğal olduğunu, Müslüman bir toplumda Müslüman, Hıristiyan bir toplumda Hıristiyan, Musevi bir toplumda Musevi bir yönetici olmasının halkın rahatlığı açısında doğal olarak istenen bir durum olduğunu ifade etti. Peygamberimiz (sav) döneminde Kitap Ehli'nin çok rahat yaşadığını hatırlatan Oktar, Osmanlı döneminde Musevileri İspanya'dan alıp topraklarımıza getirdiğimizi, onları en güzel şekilde konaklayıp yerleştirdiğimizi, onlara yurdumuzu açtığımızı, bugün de tıpkı geçmişte olduğu gibi güzellik içinde yaşanması gerektiğini söyledi.

Toplantıya katılan diğer katılımcılar da, Sayın Adnan Oktar'ın öncülüğünde böyle bir toplantı düzenlenmesinin barış ve kardeşlik için olan önemine dikkat çektiler. Toplantıda Suriye Müftüsü'nden gelen ve bu girişimi destekleyen mesajı okuyan Sanhedrin Bnei Noah Mahkemesi Başkanı Haham Sayın Yeshayahu Hollander, Bir olan Allah'a iman edenlerin birlikteliğinin büyük bir güç olduğunun üzerinde durdu. İmar Bakanı Yardımcısı Sayın Eyup Kara da bu toplantının İslam dünyasında çok önemli bir değişime vesile olacağı inancında olduğunu ve Sayın Adnan Oktar'la birlikte bu girişimin içinde olmaktan mutlu olduğunu ifade etti. Ortodoks Hıristiyan lider Rahip Hurrian Dimitri ise burada bulunmalarının amacının ve vermek istedikleri mesajın tüm dinlerin sevgi, kardeşlik ve barış içinde yaşaması olduğunu belirtirken Sayın Adnan Oktar aynı Peygamberimiz gibi tüm şiddet ve önyargıların değişmesine vesile olan çok büyük bir insan olduğunu söyledi.

Yerli ve Yabancı basın tarafından büyük ilgiyle izlenen toplantıda Sayın Adnan Oktar'ın Hz. İsa (as)'ın çok yakında zuhur edeceğini, dünyada artık hiçbir savaş yaşanmayacağını, bilimin, sanatın, estetiğin geliştiği bir döneme girdiğimizi söylerken, çok yakında Türk İslam Birliği'nin kurulacağının müjdesini de verdi. "Bundan iki yıl önce vizeler kalkacak, Türk İslam Birliği kurulacak demiştim, olaylar tam bu şekilde gerçekleşiyor" diyen Sayın Oktar büyük bir sevgi ve dostluk birliğinin oluşmaya başladığını, bu birliğin yeryüzünde barışın garantisi olacağını söyledi.

İsrailli heyet mensupları:
  1. İmar Bakanı yardımcısı Eyüp Kara (Necef ve Celile için Kalkınma ve İmar Bakanı Yardımcısı; Başbakan Benjamin Netanyahu’ya en yakın Musevi olmayan kişi; Museviler, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve diğer tüm dinler arasında güçlü ve sıcak bir ilişki kurulması hedefine sahip)
  2. Haham Yeshayahu Hollander (Kudüs Musevi Hahamlar Meclisi Sanhedrin, Beni Nuh Mahkemesi Başkanı)
  3. Haham Ben Abrahamson (Kudüs Musevi Hahamlar Meclisi Sanhedrin’in İslam konusunda danışmanı)
  4. Efraim Lahav (Başbakanlık ofisinden kıdemli strateji danışmanı; Kudüs Akademik Biriliği yönetim kurulu başkanı)
  5. Dürzi topluluğu lideri Şeyh Ameen Kablan
  6. Ortodoks Hıristiyan lider Rahip Hurrian Dimitri
  7. Bedevi lider Sn. Ataf Krinawi
  8. Samaritlerin lideri Sn. Japhet Tsedaka (Yefet Zadka)

Adnan Oktar Canlı Yayında (22 Ocak 2010)

Hadis Köşesi 05


Hadis Köşesi 05Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i: "Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağırılacaktır. Yüzünün nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın" buyururken işittim.

(Buhârî, Vudû' 3; Müslim, Tahâret 35)

Rüya Mucizesi ve Maddenin Gerçek Mahiyeti

  • Uyku sırasında vücut faaliyetlerinde hangi değişiklikler yaşanır?

  • Kuran'da uyku hali ile ölüm hali hakkında bildirilen önemli gerçek nedir?

  • Uykunun hangi evresinde rüya görmeye başlarız?

  • Beynin uyanık durumdayken çalışan tüm algılarının rüya görürken de çalışması hangi önemli gerçeği ortaya koyar?

Uyku; vücudumuzun yemek, içmek ve nefes almak kadar önemli bir ihtiyacıdır. İnsan genellikle, 24 saatlik zaman diliminin gündüz bölümünü çalışmayla geçirirken, gece bölümünü dinlenmeyle geçirir. Gece; uyuyarak bedenin dinlendiği, yeni bir gün için fiziksel ve ruhsal yönden hazırlıkların yapıldığı zamandır. Vücudumuzun en temel ihtiyaçlarından biri olan uykuyu, Yüce Allah bizler için bir dinlenme süreci olarak yarattığını Kuran'da şöyle bildirmiştir:

“O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır.” (Furkan Suresi, 47)

Uyanıkken düşünen, hareket eden, muhakeme yapan, yürüyen, konuşan bir insanın uykuya dalmasıyla birlikte hayati faaliyetler dışında dış dünya ile ilişkisinin kesilmesi büyük bir mucizedir. Ancak insan uykuya dalınca, herşeyin eksiksiz devam ettiği başka bir mucize gerçekleşmektedir. Bilim adamları tarafından hala tam olarak açıklanamayan bu mucize “rüya”dır. Uyku esnasında görülen rüyalar, Yüce Allah'ın insanların çok önemli bir gerçeği kavramalarına yardımcı olan bir rahmetidir.

Rüyanın Oluşum Mucizesi

Uyku sırasında soluk alıp verme yavaşlar, kalp atış ritmi düşer, metabolizma minimum enerji kullanarak hücre yenileme faaliyetlerine hız verir, hormon aktivitesi artar. Vücudumuz dinlenme halindeyken, beyin aktivitesi, ilk uykuya daldığımız anda yavaşlarken daha sonra birden artmaya başlar. Uykuda beyin, sanılanın aksine uyumaz. Beyin faaliyetinin arttığı bu devre, “rüya görme” devresidir. Stanford Tıp Merkezi Uyku Kliniği'nden Dr. William Dument'in görüşüne göre; rüya görmek son derece önemlidir ve rüyalar fiziksel dengenin oluşmasını sağlamaktadır.

Uykunun Evreleri Nelerdir?

Evrende bulunan tüm dengeler gibi vücut dengesi de zamana bağlı ritm değişimleriyle sağlanır. Örneğin organlarımızın ritminin en yetersiz olduğu anlarda uyku ihtiyacı hissedilir. Bu ihtiyacın giderilmesi için dalınan kesintisiz bir uyku ise çeşitli evrelere ayrılır: Yavaş dalga uykusu ve REM (Rapid Eye Movement- Hızlı göz hareketlerinin gözlendiği uyku evresi). Yavaş dalga uykusu da dört evreden oluşur.

Bölüm 1: Uykuya giriş bölümüdür. Normal bir uykunun % 2-5'lik bölümünü oluşturur. Bu bölüm 30 dakikayı aşarsa bir uyku probleminin habercisi olabilir.

Bölüm 2: Hafif uyku dönemidir. Normal uykunun % 45-55'lik bölümüne karşılık gelir.

Bölüm 3-4: Delta uykusu. En dinlendirici uyku anıdır. Bu bölüm bütün uykunun % 13-23'ünü oluşturur. Burada beynin aktiviteleri, solunum ve kalp atışları yavaşlar.

5. Bölüm diye de adlandırılan REM uykusu ise uykunun en aktif olduğu dönemdir. Uykunun % 20-25'lik kısmına karşılık gelir. Solunum, kalp atışı ve beyin aktivitesi bu sırada artar. Rüyalar bu anda görülür.

REM Uykusunda Vücutta Hangi Değişiklikler Yaşanır?

Ayrıntılı ve uzun rüyaların görüldüğü REM sırasında soluk alma duraklar, atardamar tansiyonu yükselir. Bunun yanı sıra nörolojik olarak değerlendirildiğinde, REM gerçekten de beynin temizlenmesi anlamına gelmektedir. Serbest radikaller ve karbon monoksit bu evrede atılır. Ayrıca REM sırasında sinir hücreleri arasında sinaps bağlantıları da yeniden düzenlenir. REM'den çıkışta ise, uyanıklık sırasında yeni bağlantılar kurmaya elverişli serbest sinapsların sayısında % 60'lık bir artış gözlenmiştir. (İnsan vücudu trilyonlarca hücreden meydana gelmiştir. Bu hücrelerden bir kısmı da nöron denilen sinir hücreleridir. Sinaps ise, iki nöronu birleştiren küçük bir aralıktır. Bilgi bir nörondan diğerine sinapslar aracılığı ile geçer.)

Rüya Görürken de Beyin Çalışır

Rüyalar sadece REM uykusu bölümünde görülür. EEG (beyin aktivitesini inceleyen alet)'lerin kullanılması sayesinde, rüya görülürken beyinde meydana gelen hareketlilik incelenebilmektedir. Yapılan araştırmalarda, rüya görüldüğü sırada vücudun hareketsiz kalmasına rağmen beynin uyanıkken olduğu kadar çok çalıştığı belirlenmiştir. Özellikle de limbik sistem denen duyguların merkezi olan bölüm ile beynin çelişki ve yanlışlıkları analiz eden bölümlerinin çok fazla çalıştığı ortaya çıkmıştır.

Bunun yanı sıra uyanıkken beyin belli bir anda temelde beş tip algıyı değerlendirir:

1. Dışarıdan gelen uyarı (ses, renk ve beş duyu ile ilgili olabilir).

2. Vücut duruşu ile ilgili veya eklemlerden, kaslardan gelen uyarılar (kuvvet veya gerginlik artışı/azalışı).

3. Vücudun kendi içinden gelen bir uyarı, örneğin bir diş ağrısı veya kaşıntı.

4. Bilinçli iç uyarı, düşüncenin içinden gelen uyarı.

5. Bilinçsiz iç uyarı, yani duygusal ve psikolojik uyarı.

Mucizevi olan ise, uyanıkken bu beş tip uyaranın değerlendirilmesiyle algıladığımız dünyayı, uyku esnasında rüya görürken de algılıyor olmamızdır. Ancak, rüyada bu uyaranların hiçbiri olmaksızın gerçek bir hayat yaşandığı zannedilmektedir. Üstelik rüyada zaman algısı çok farklıdır. Normal saatlerde 10-15 saniye gibi algılanabilecek süreç içinde, saatlerce sürebilen bir film şeridi dolusu rüya görülebilir. Örneğin zil sesi 10 saniyede gelişen bir kavramdır; fakat bu süre içerisinde kişi, sonu zil sesi ile biten çok detaylı, uzun ve konulu bir rüya görebilir.

Boyut farkı, rüyada ve dünyada farklı zaman algılarına neden olmaktadır. Kuran ayetlerinde, farklı boyutlarda zamanın daha farklı bir hızla aktığı bildirilmektedir. Allah Katındaki bir günün insanların bin yılına eşit olması (Hac Suresi, 47) da bu konuya bir örnektir. Bu konu ile ilgili diğer ayetler şöyledir:

“Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.” (Mearic Suresi, 4)

“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.” (Secde Suresi, 5)

Aynı şekilde, dünyada ve ahirette de zamanın algılanışının çok farklı olacağı Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:

“Dedi ki: “Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?”

Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.”

Dedi ki: “Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,””
(Müminun Suresi, 112-114)

Kuran'da Bildirilen Uyku Hali ve Ölüm

Kuran'da uyku hali “ölüm” olarak adlandırılmakta ve bilinen “ölüm”le “uyku hali" arasında bir ayrım bildirilmemektedir. Bu da uyku sırasında yaşanan olayın, ölümle aynı sistem içinde gerçekleştiğini göstermektedir. Sonsuz ilim sahibi Yüce Allah Kuran'da uykunun niteliğini şöyle bildirmektedir:

“Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda. Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı tutar, öbürsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Zümer Suresi, 42)

Uykuda Gerçekleşen ve Ölümle Bu Kadar Benzeşen Olay Nedir?

Uyku, insanın ruhunun, “uyanık” olduğu sırada kullandığı bedenini bırakmasıdır. Rüya görmeye başlandığında ise bu kez yepyeni bir beden kullanılmaya başlanır ve yepyeni bir ortam algılanır.

Aynı şekilde, ölümle birlikte de dünya ortamı ve bu ortamda kullanılan bedenle olan ilgi kesilir. Yeniden dirilişe kadar sürebilecek olan bir “uyku” döneminden sonra, ahiret ortamı ve bu ortamda kullanılacak olan bedenle yeniden yaşama başlanır. Kuran'da ölümden sonra dirilişe inanmayanların, dirildiklerinde söyledikleri sözler şöyle bildirilmektedir:

“Demişlerdir ki: “Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş”.” (Yasin Suresi, 52)

Rüyanın Öğrettikleri

Rüyanızda olaylar tamamen sizin kontrolünüz dışında gelişir. Ne yeri, ne zamanı, ne de senaryoyu siz tayin edersiniz. Uykunuzun içinde kendinizi aniden olayların içinde bulursunuz. Değişik mantık örgüleri, anlaşılmaz doğa yasalarıyla karşı karşıya kalmanıza rağmen bunlar size asla garip gelmez.

İnsanlar için gerçek; elle tutulan, gözle görülen şeylerdir. Oysa rüyada da “elinizle tutar, gözünüzle görürsünüz” ama gerçekte ne eliniz vardır, ne gözünüz, ne de görülüp-tutulacak birşey. Rüyaların aldatıcılığının farkına varan Alman bir felsefeci bu konuda şunları söylemektedir:

“Biz şimdi uyanık halde miyiz yoksa düş mü görüyoruz? Bu kuşkusuz anlamlı bir sorudur. Aslında bu soruyu çoğu kere düşümüzde de sorduğumuz olmuştur. Gene düşümüzde soruya verdiğimiz yanıtın, yani uyanık olduğumuz yanıtının, biz uyandıktan sonra yanlış olduğunu görmüşüzdür. Peki aynı yanılgı şimdi de olamaz mı? Hayır diyemeyiz, çünkü pekala bir gün düş gördüğümüz ortaya çıkabilir.” (Hans Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, s. 179)

Benzer sorular tarih boyunca birçok bilim adamı ve felsefeciyi meşgul etmiştir. Bunlardan biri de ünlü filozof Descartes'tır. Descartes bu konu hakkında şu yorumu yapmıştır:

“Rüyalarımda şunu bunu yaptığımı, şuraya buraya gittiğimi görürüm; uyanınca da hiçbir şey yapmamış, hiçbir yere gitmemiş olduğumu, uslu uslu yatakta yattığımı anlarım. Benim şu anda da rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir? İşte bütün bunlardan, içinde bulunduğum dünyanın gerçekliği tümü ile şüpheli birşey oluyor.” (Macit Gökberg, Felsefe Tarihi, s.263)

Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Gerçek yaşamın sürekli olup, rüyanın kopuk kopuk olması ya da rüyada farklı sebep-sonuç ilişkilerinin bulunması mı? Bunlar temelde önemli farklar değildir. Çünkü sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşmaktadır.

İnsan rüya sırasında, gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsa, aynı durum dünya hayatı için de geçerlidir. Rüyadan uyandığımızda “gerçek yaşantı” denilen daha uzun bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel, hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. Elde hiçbir delil olmamasına rağmen, bu konuda herhangi bir şüphe duyulmamasının nedeni, birtakım alışkanlıklar ve önyargılardır..

Rüya mı Gerçek, Hayat mı?

Neyin gerçek neyin rüya olduğu konusunda yaşanan çelişkilerin temel sebebi, her ikisinde de seyredilen hayatların zihinde oluşmasıdır. Gerçek olarak adlandırılan hayat da, beyne ulaşan elektrik sinyallerinin oluşturduğu etkidir. Ayrıca yaşanılanların gerçekçi olarak hissettirilmesi de hiçbir zaman bir ölçü değildir. Madde dış dünyada vardır ancak insan bunlara erişemez; bir başka deyişle insan sadece algılarının beynindeki yorumlarıyla muhatap olur ancak bu algılarının, dış dünyada varolan maddesel karşılıklarına hiçbir zaman ulaşamaz. Tıpkı rüyalarında olduğu gibi...

Rüya ile ilgili bir örnek, konuyu daha iyi açıklayacaktır. Beynimizin içinde bir rüya seyrettiğimizi düşünelim. Rüyada hayali bir bedenimiz olacaktır. Hayali bir kolumuz, hayali bir gövdemiz, hayali bir gözümüz ve de hayali bir beynimiz. Rüya sırasında bize “nerede görüyorsun?” gibi bir soru sorulduğunda vereceğimiz cevap “beynimde görüyorum” olacaktır. Ama ortada gerçek bir beyin yoktur. Sadece hayali bir vücut, hayali bir kafatası ve hayali bir beyin vardır. Rüyanızdaki görüntüyü gören irade ise, rüyadaki hayali beyin değil, ondan daha “ötede” olan bir varlıktır.

Rüyadaki ortamla gerçek hayat denilen ortam arasında herhangi bir fiziksel fark olmadığı bilinmektedir. Öyleyse, gerçek hayat denilen ortamda, “nerede görüyorsun?” sorusu sorulduğunda da üstteki örnekteki gibi “beynimde” cevabını vermenin bir anlamı yoktur. Her iki durumda da gören ve algılayan irade, bir et parçası niteliğindeki beyin değildir.

Beyin analiz edildiğinde, yalnızca diğer canlı organlarda da bulunan protein ve yağ molekülleri gibi moleküllerden ibaret olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle, beyin dediğimiz et parçasında, görüntüleri seyrederek yorumlayacak, bilinci oluşturacak, kısacası “ben” denilen şeyi oluşturabilecek birşey yoktur.

O halde beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm algıları hisseden bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?

Bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.

Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana, tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah'ın gücünü düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.

Rüya Maddenin Gerçek Mahiyetini Anlamak İçin Önemli Bir Vesiledir!

Maddenin gerçek mahiyetinin anlaşılması son derece önemlidir. Çünkü maddenin ardındaki bu sırrı kavrayan kimseler, çok daha farklı bir ruh hali yaşayacaklardır. Herşeyden önce, maddenin gerçek yönünün anlaşılması ile insanlar sonsuz güç sahibi Allah'ın nerede olduğu, cennet ve cehennemin varlığı, ruhun mahiyeti, ölümden sonraki yaşam, sonsuzluk gibi konuları rahatlıkla kavrayabilmektedirler. Örneğin; önceleri materyalist bir dünya görüşüne sahip veya bu görüşün telkini altında yetişmiş insanlar bu konuları kavrayamazken, maddenin aslı ile muhatap olamadığımız gerçeğinin fark edilmesiyle, Yüce Allah'ın tek mutlak varlık olduğunu açıkça görebilmektedirler.

Bunun sonucu olarak dünya hayatında bağlanılan herşeyin, hırsların, tutkuların anlamsızlığı görülecek; kibirin yerini tevazu ve yumuşak başlılık, cimriliğin ve bencilliğin yerini fedakarlık ve yardımlaşma, güvensizlik ve sıkıntının yerini ise huzur ve tevekkül alacaktır. Çünkü maddenin aslı ile muhatap olamadığı, Yüce Allah'ın “his ve vehim mertebesinde yarattığı” bir dünyada yaşadığını anlayan insan, Allah'ın yarattığı olaylar ve varlıklar arasında mücadele etmekten kurtulur. Her hayrın ve şerrin Allah'tan olduğunu bilir ve her işinde Allah'a dua edip O'ndan yardım ister.

Herşeyi benzersiz yaratan Allah'ın her an kendisini işittiğini ve gördüğünü bilen, yaptığı her hareket nedeniyle ahirette hesap vereceğini idrak eden bir kişi, doğal olarak güzel ahlaklı olacak, Allah'ın emir ve yasaklarına titizlik gösterecektir. Böylece toplumda herkes birbirine karşı sevgi ve saygı dolu olacak, iyi ve güzel davranışlarda birbiriyle yarışacaktır. İnsanlar arasındaki değer yargıları değişecek, madde değerini yitirecek; böylece insanlar arasında üstünlük, mevki ve makama göre değil, ahlaka ve takvaya göre olacaktır.

Küçük çıkarları için bile sinirlenen, öfkelenen, saldırganlaşan insanların yerini, her gördüğünün Rabbimiz'in bir denemesi ve görüntüsü olduğunu bilen, bu nedenle öfke, kızgınlık, bağırıp çağırma gibi tepkilerin kendisini küçük düşüreceğinin bilincinde olan insanlar olacaktır. Bu sayede insanlara ve toplumlara huzur ve güven hakim olacak, herkes yaşamından ve sahip olduklarından hoşnut olacaktır.

Bu gerçeğin bilinmesi, düşünülmesi ve yaşanmasıyla beraber Allah'ın izniyle insanlar daha pek çok güzelliklere kavuşacaklardır. Bu güzelliklere kavuşmak isteyen kişilerin yapması gereken ise, bu son derece önemli gerçeği iyice düşünmek ve anlamaya gayret etmektir. Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri yaratan Yüce Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmiştir:

“Gerçek şu ki size Rabbiniz'den basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir...” (Enam Suresi, 104)

Dünyayı algılayış şeklimiz, "dışarıda" yani bedenimizin etrafında bir görüntü olduğuna bizi inandıracak mükemmelliktedir; ama içinde bulunduğumuz durumun gece gördüğümüz rüyalardan pek farklı bir yönü yoktur. Rüyalarımızda çevremizdeki olayların, seslerin ve görüntülerin farkında oluruz; hatta bedenimizin de... Düşünürüz ve muhakeme ederiz; korku, öfke, memnuniyet ve sevgi duyarız. Diğer insanlarla konuşur, onlarla aynı şeyleri gördüğümüzü düşünerek etrafımızdakiler hakkında fikir alışverişinde bulunur hatta üzerimize gelen bir araba çarpmasın diye kaçarız. Kısacası rüyamızda da çevremizde maddesel bir dünya olduğu izlenimine kapılırız. Ta ki uyanıp da yaşadığımızı zannettiğimiz şeylerin sadece zihnimizde yaşandığını fark edene kadar...

Rüyadan uyanıp "herşey bir rüyaymış" dediğimizde, yaşadığımız deneyimin aslında fiziksel bir gerçekliğe dayanmadığını; tüm olup bitenlerin zihnimizde yaratıldığını ifade etmek isteriz. Uyanık olduğumuzu düşündüğümüz zaman ise, dünyayı algılayışımızın gerçek olduğuna kesin kanaat getirerek hareket ederiz. Ancak uyanık olduğumuz zamanki deneyimlerimiz de tıpkı rüyada olduğu gibi zihnimizde yaşanmaktadır. Bu yüzden, şu anki algılarımızın da bir rüya olmadığına kesin emin olamayız.

Bu makale,
İlmi Araştırma Dergisi 55. sayı (Ocak 2009) 22. sayfada yayınlanmıştır.