Düşünme zamanı...

Dünya çapında yapılan tüm protestolara rağmen Dakka, Abdulkadir Molla’yı idam etti. Molla’nın idamı İslamofobi’nin sadece batı dünyasına has bir durum olmadığını, Müslüman ülkelerde dahi görülebilen bir korku olduğunu bizlere gösterdi. Bu korkunun temel sebebi ise, İslamiyet’in Kuran’a dayalı uygulamaları değil  aksine radikal ve bağnaz eğilimlerin Kuran’dan uzak uygulamalarıdır.
Müslümanlar bile bu konuda bölünmüş görünüyor. İslam ülkelerindeki bir çok hükümet kendi topraklarındaki “radikal” gruplara karşı çok temkinli. Öyle ki, toplumlarının radikalleşmesinden korkan hükümetler bazen güç kullanmak zorunda kalıyorlar.
Cemaat-i İslami’nin lideri Molla’nın müebbet hapis yerine idam edilmesi de bir şekilde aynı kaygılara işaret ediyor. Bu durum karşısında, İslam’ın gerçek öğretilerini izleyen samimi, aydın Müslümanların hem dünyaya hem de kendi toplumlarına İslamiyetin gerçek yüzünü yansıtmaları tek çözümdür.
Bu yapılmazsa, dünyanın bir çok ülkesinde Müslümanlara karşı yürütülen bu tür zulüm uygulamalarının sayısı giderek artacaktır.  
Gerçek bir inanan hiçbir zaman adaletsizlik ve zulüm karşısında sessiz kalamaz. Vicdan ve Hamiyet-i İslamiye duyguları, inanan bir insanı, şahit olduğu bir zulüm karşısında hemen harekete geçirir. Yaşanan zulüm ve haksızlığı durdurabilmek için samimi bir Müslüman elinden gelen her şeyi yapar. Sesini duyurabileceği her imkanı kullanır ve var gücüyle o mazlum insanlara destek olmaya, onlara yardım ulaştırmaya çalışır. İşte bizler de bu şuur içerisinde Abdul Kadir Molla’nın idam edilmesine var gücümüzle karşı çıktık ve dünya çapında Müslümanların genel hissiyatlarını seslendirmeye çalıştık. 
Gerek sosyal medyada, gerekse siyasi yollarla Müslüman Türk milleti olarak, Bangladeş’teki Müslümanların sesini duyurup, bu zulmü durdurmanın yollarını aradık. İslam, Müslümanların zorluklar karşısında birbirlerine yardımcı olmalarını emreder ve birbirlerine zulmetmelerine izin vermez.
Bangladeş’te olup bitenler İslam’ın gerçek öğretileriyle tam bir tezat içindedir. Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, insanlara karşı affedici, şefkatli ve merhametli bir tavır içerisinde olmaktır.  
Bu vicdanları sızlatan vahim olaydan sonra Müslüman dünyasının yapacağı şey olanlardan ders çıkarıp böylesi hataları tekrar etmemek olmalıdır. Bangladeş halkı da geçmiş yıllarda yaşanan olayların değerlendirmesini yaparken, intikam hissiyle değil,  hoşgörü,  merhamet ve affediciliği esas alarak hareket etmelidir. Allah Kuran’da, hatalar karşısında “affetmenin her zaman daha hayırlı olduğunu” bildirmiştir. Bu nedenle Bangladeş hükümeti de, ülkesindeki yargılamalarda ve ceza kararlarında  Kuran’da bildirilen bu üstün ahlak anlayışını unutmamalıdır.
Dünyadaki tüm Müslümanların kendi aralarındaki küçük farklılıkları bir kenara bırakmaları ve Allah ve Peygamberi (sav) tarafından emredildiği şekilde birlik olmaları gerekir.
İslam, Müslümanlar arasında birliğin kesin gerekliliğini savunur ve bu birlik olmaksızın Müslümanların zayıf düşecekleri ve karşılaşabilecekleri tüm cephelerde yenilecekleri konusunda uyarır.
Müslümanların dünyadaki haksızlıklara karşı güç birliği oluşturup bu birlik ruhu içerisinde, tek ses olarak hareket etmeleri aslında çok kolaydır.  Ancak böyle bir birlik,  güçlü bir irade ve İslam’ın gerçek öğretilerini uygulama konusunda tutku derecesinde bir istek ve kararlılık gerektirir. 
Birçok Müslüman “düşünür”, mevcut global senaryo dahilinde bunun mümkün olmayacağını iddia ederek, böylesi bir birlik oluşturma fikrini reddetmektedir. Bu mantık  bir birlik oluşturmanın önündeki engellerin üstesinden gelmeye yardımcı olmadığı gibi tam aksine içinde bulunulan durumu daha da karmaşık hale getirecektir. Bu unsurlar küresel dengelerin, çıkar çatışmalarının, sosyopolitik, ekonomik ya da kültürel farklılıkların, böyle bir birliği olanaksız kılacağını düşünmektedir. Oysaki ortada ne zor  ne de karmaşık olan hiçbir şey yoktur.
Bir takım engeller olduğunu kabul etmek gerekir ancak bunlar Müslümanların bu yönde çaba harcamasına engel olmamalıdır. Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışma, dünyanın diğer ülkelerine de büyük bir konfor sağlayacaktır. Böyle bir birlik dünya üzerindeki her din, her inanç ve her düşünceden insanın da rahat yaşamasını olanaklı kılacaktır.
Bu makale Arab NewsThe Nation gazetelerinde ve Caravan Daily haber sitesinde yayınlanmıştır. 

Molla'nın idamı ve alınacak dersler

Dünyada İslam karşıtlığına yol açan gerçek İslam değil bağnazlıktır
Bugün tüm dünyada ‘İslamofobi’ adı altında yaşanan korku, aslında gerçek İslam dinine karşı değil, bağnazlığa karşı duyulan korkudur. Aynı korku Müslüman ülkelerin kendi içindeki, farklı görüşler arasında da yaşanmaktadır. Müslüman yönetimler dahi, kendi halkları içerisinde radikal grupların gelişmesine karşı ciddi bir teyakkuz ve temkin ile yaklaşmaktadırlar. Bu nedenle de, böyle bir ihtimal dahi söz konusu olduğunda, durumu baskı ve şiddet ve zor kullanarak kontrol altına almaya çalışmaktadırlar.
Bangladeş’te yaşananlar Müslümanların Kuran ahlakını tam olarak yaşamamasının sonucudur
İşte bugün Bangladeş’te Cemaat-i İslami liderlerinden Abdul Kadir Molla’nın ömür boyu hapis yerine, idam cezasıyla karşılık görmesi de, yine bu radikal gruplara ve bağnazlığa karşı duyulan tedirginliğin bir sonucudur. Dolayısıyla İslam’ı doğru algılayan samimi Müslümanlar, hem dünyaya hem de kendi coğrafyalarındaki halklarına İslam’ın gerçek yüzünü biran önce tanıtmakla sorumludurlar. Aksinde dünyanın bir çok ülkesinde, dindar kimselere yapılan bu gibi zulümlerin sayısı giderek artabilir.
Müslümanlar zorluklar karşısında birbirlerine destek olmalıdırlar
Vicdan ve Hamiyet-i İslamiye duyguları, inanan bir insanı, şahit olduğu bir zulüm karşısında  sessiz kalamayacağı şekilde harekete geçirir. Yaşanan zulüm ve haksızlığı durdurabilmek için elinden gelen her şeyi yapar. Sesini duyurabileceği her imkanı kullanır ve var gücüyle o mazlum insanlara destek olmaya, onlara yardım ulaştırmaya çalışır.
İşte bizler de Allah’tan korkan Müslümanlar olarak, bu yüzden Bangladeş’te Abdul Kadir Molla’ya karşı yapılan zulmü engellemeye ve oradaki mazlum Müslümanların sesini tüm dünyaya duyurmaya çalıştık. Gerek sosyal medyadan gerekse siyasi yollarla Türk milleti olarak, Bangladeş’teki yardıma muhtaç Müslümanların sesini duyurup, zulmü durdurmanın yollarını aradık.
“Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz”
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” (Buhari, cilt 5, s. 2261) diye bildirmiştir.
Kuran’da ise, “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin...” (Hucurat Suresi, 10) buyrulmuştur. Bangladeş gibi Müslüman bir ülkede, inanan insanların Müslüman kardeşlerinin kanını dökmeleri, Kuran ahlakına göre asla kabul edilebilir değildir.
Müslümanlar hatalara karşı hoşgörülü, şefkatli ve affedicidirler
Ve Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, insanlara karşı affedici, şefkatli ve merhametli bir tavır içerisinde olmasıdır. Her insan hata yapabilir. Önemli olan bu hataları tekrarlamamak ve bunlardan yola çıkarak iyi ve güzel olana ulaşabilmektir. Bangladeş halkı da, geçmiş yıllarda yaşanan olayların değerlendirmesini yaparken, intikam alma gözüyle değil, hoşgörüyle bakarak merhamet ve affediciliği esas alarak hareket etmelidir. Allah Kuran’da, hatalar karşısında “affetmenin her zaman daha hayırlı olduğunu” bildirmiştir. Bu nedenle Bangladeş hükümeti de, ülkesindeki yargılamalarda ve ceza kararlarında da, Kuran’da bildirilen bu üstün ahlak anlayışını unutmamalıdır.
Allah, Müslümanların zorlukları birlik olarak yenebileceklerini bildirmiştir
Sadece Bangladeş halkının kendi içinde muhalefeti bırakıp kardeşçe yaşaması değil, dünyadaki tüm Müslümanların Allah'ın bildirdiği bu farzı yerine getirip birlik olmaları gerekir. Çünkü Rabbimiz, “Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, BİRLİK OLUP KARŞI KOYANLARDIR.” (Şura Suresi, 39) ve“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, SANKİ BİRBİRLERİNE KENETLENMİŞ BİR BİNA GİBİ SAF BAĞLAYARAK MÜCADELE EDENLERİ sever.” (Saff Suresi, 4) diye bildirmiştir.
Ve Allah, “Eğer siz bunu yapmazsanız (BİRBİRİNİZE YARDIM ETMEZ VE DOST OLMAZSANIZ) yeryüzünde bir fitne ve BÜYÜK BİR BOZGUNCULUK (FESAT) OLUR." (Enfal Suresi, 73) sözleriyle, eğer Müslümanlar birlik olmaz, birbirlerini desteklemezlerse, o zaman dünyada zulmün, kargaşanın, acıların, savaşların, çatışmaların kan dökücülüğün hakim olacağını bildirmiştir. Allah'ın “...ÇEKİŞİP BİRBİRİNİZE DÜŞMEYİN, çözülüp YILGINLAŞIRSINIZ, GÜCÜNÜZ GİDER...” (Enfal Suresi, 46) ayetiyle hatırlattığı gibi, böyle bir durumda Müslümanların haksızlıklar karşısında güçsüz kalıp mağlup olacaklarını hatırlatmıştır.
Müslümanların güç birliği oluşturması çok kolaydır; zor görülmemelidir
Müslümanların dünyadaki haksızlıklara karşı güç birliği oluşturup birlik ruhu içerisinde, tek ses olarak hareket etmeleri aslında çok kolaydır. Pek çok Müslüman bunu gözünde büyütmekte, olası senaryolar üreterek böyle bir birliği zor görmektedir. Kolaylıkla aşılabilecek konular, büyük engeller gibi değerlendirilerek harekete geçilmemektedir. Küresel dengelerin, çıkar çatışmalarının, sosyal, siyasi, ekonomik ya da kültürel farklılıkların, böyle bir birliği olanaksız kılacağı düşünülmektedir. Oysa ki ortada ne zor ve ne de karmaşık olan hiçbir şey yoktur. Bu zaten, her vicdanın severek tasdik edeceği insani bir dayanışma birliğidir.
Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışma, dünyanın diğer ülkelerine de büyük konfor sağlayacaktır
Böyle bir birlik dünya üzerindeki her din, her inanç ve her düşünceden insanın da rahat yaşamasını sağlayacak büyük bir konfordur. Dünyanın çok geniş bir coğrafyasına yayılmış ve çok geniş bir nüfusa sahip olan Müslümanların sevgi ve kardeşlik ruhu içerisinde yaşamaları, dünyanın her yerine barış, huzur, adalet, hoşgörü, merhamet ve affediciliği hakim kılacaktır.
Bu yazının orjinali Malezya Islam Partisi’nin gazetesi olan Harakah Daily News’de yayınlanmıştır:

Türkiye’nin yolu daima demokrasidir

Gezi parkı olayları Türkiye için önemli bir dönüm noktası oldu. Gençliğin özellikle çevreci emellerle kendi isteklerini dile getirmeleri güzeldi. Fakat bundan faydalanmaya çalışanlar da oldu elbette. Komünist kalkışma girişimi için örgütlenen Marksist gruplar ve Ortadoğu’nun Arap baharı ruhundan etkilenen hükümet karşıtı sesler anarşi peşindelerdi. Bu kişilerin özlemi demokratik bir ülkede, demokrasi dışında yöntemlerle hükümeti devirmekti. Başarılı olamadılar. Ama o tarihten beri sesleri hiç kesilmedi.
Demokrasiler, muhalif seslerin de var olmasını gerektirir. Muhalif sesler demokrasilerin güçlenmesi ve gelişmesi için gereklidirler. Hükümetlerin de eleştirilmesi, protestolarla yüzleşmeleri gerekir. Bu, çok sesliliğin bir göstergesidir. Çok seslilik ise daima toplumlara fayda getirir. Bu açıdan bakıldığında Gezi parkı olaylarının hükümete fayda getirdiği gerçeği de yadsınamaz.
Fakat hükümetlere yönelik muhalif hareketler eğer kirli planlar, kanlı ihtilaller veya ürkütücü darbelerin özlemi içindelerse, kirli emellerini bir düşmanlık politikası ile yaygınlaştırılmayı hedefliyorlarsa daima başarısız olurlar. Türkiye, darbeler konusunda deneyimli, devlet içinde yapılanmış terör örgütleriyle yüzleşmiş ve 28 Şubat darbesinin hoş olmayan sonuçlarından demokratik hamlelerle kurtulmakta olan bir ülkedir. Geçmişteki hataların hiçbirine izin vermeyecektir.
Geçtiğimiz haftalarda bu düşmanlık politikası, Ak Parti hükümeti ile Fethullah Gülen Hocaefendi cemaatini karşı karşıya getirme çabalarıyla kendisini gösterdi. Dershanelerin kapatılması konusu gündeme oturunca, açtıkları dershaneler ile ülke çapında başarılı bir eğitim kampanyası yürüten Cemaat ile Ak Parti bir anda karşı karşıya geldi. Karşı karşıya getirildi demek çok daha doğru olacaktır, çünkü ne Sn. Fethullah Hocaefendi’nin mizacı böyle bir düşmanlık politikasına uygundur ne de Ak Parti’nin cemaate yönelik böyle bir yaklaşımı vardır. Ancak Gezi’den beri her türlü kargaşa ortamını provokatif eylemleri için fırsat bilen kişiler, bu konuyu kullanarak söz konusu eylemlerine devam ettiler. Aynı ideolojiyi ve davayı paylaşan Türkiye’nin iki önemli gücü, bu yöntemle birbirine düşürülmek istenmiş ve belli ki bu yolla iki tarafı da temelde ise Türkiye’yi güçsüzleştirmek hedeflenmişti.
Konunun alevlendiği sıralarda canlı yayınlarımda önemli bir çağrı yaptım: “İki tarafın barıştırılması lazım. Çünkü Müslümanlar kardeştir ve Allah Müslümanların arasının düzelmesini ister.” Buna iki tarafın da verdiği karşılık güzel ve olumluydu. Son olarak Sn. Fethullah Hocaefendi’nin “kendi iktidarımız ile aramızda düşmanlık olamaz” sözleri ile hava yumuşamaya başlamıştı. Tam da o sırada ise önemli bir yolsuzluk operasyonu Türkiye’ye damgasını vurdu.
Detayları bütün dünya basınında oldukça geniş yer bulan ve Türkiye’nin yüzleştiği en büyük operasyonlardan biri sayabileceğimiz bu olay, İstanbul Başsavcı Yardımcılığının talimatıyla başlatıldı ve bakan oğulları, bürokrat ve işadamları dahil 52 kişinin yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alınmasıyla devam etti. Söz konusu operasyonun hemen akabinde yoğun olarak “cemaat yaptırdı” iddialarının konuşulması ise, kargaşa ortamlarını kullanmak isteyenlerin düşmanlık politikasının bir başka tezahürüydü. Aynı gece canlı yayın sırasında yine oldukça net bir açıklama yaptım: “Bu operasyonun Fethullah Gülen cemaati ile hiçbir ilgisi yoktur!” Nitekim cemaat sözcüsünden ertesi gün gelen açıklama ile bu sözlerim onaylanmıştı. Birinci ağızdan gelen bu açıklama, düşmanlık provokatörlerinin de planlarını bozmuştu elbette.
11 yıldır Türkiye’yi derin çetelerden ve askeri vesayetten kurtaran, darbe planlarını engelleyen, Türkiye’nin ekonomik ve politik konumunu güçlendiren başarılı Ak Parti hükümeti için bu önemli operasyonu ise şöyle değerlendirebiliriz:
·         Uluslararası hukukta geçerli olan masumiyet karinesi, yargı karar verene kadar kişilerin masumiyetini esas alır. Dolayısıyla henüz ortada bir suçlu yoktur. Peşin hükümle yorum yapanlar, demokratik bir hukuk devletine yakışmayan tavır sergilemektedirler.
·         Uluslararası kanunda önemli bir diğer ilke suçun şahsiliği ilkesidir. Suçu kimin işlediği önemlidir. Suçu işleyen kişi nedeniyle suçlunun ailesi veya onun bağlı olduğu hükümetin sorumlu tutulması hukuken mümkün değildir.
·         Türk hükümet sözcüsü Arınç, karalama propagandalarını ciddi şekilde eleştirirken “yolsuzluk söz konusu olduğu bir yerde hükümetimizin yolsuzluktan yana tavır almasını hiç kimse beklemesin” ifadelerini kullanmıştır. Bu son derece doğru bir yaklaşımdır. Karalama gibi kirli yöntemlere asla itibar edilmemesi, yolsuzluk varsa üzerine gidilmesi iktidarı zayıflatmaz, aksine güçlendirir.
·         Söz konusu operasyon, Gezi olaylarından beri hem Türkiye hem de dünya basınında bazı art niyetli kişilerin Başbakan Erdoğan’a yönelik “diktatör” benzetmelerine önemli bir yanıt niteliğindedir. Büyük bir gizlilikle yürütülmüş, bakanların çocuklarının dahi gözaltına alındığı, bakanların konuşmalarının dinlenebildiği bir ülkede artık hiç kimsenin başbakana yönelik diktatörlük suçlamasını ağzına alabilecek bir durumu olamaz. Bu olay Türkiye’de demokrasinin nasıl güçlü bir şekilde işlediğinin çok önemli bir kanıtıdır.
Kargaşa ortamlarından faydalanmayı amaçlayan kişiler daima olur. Fakat Türkiye gibi oturmuş bir demokrasi ve iman gücü olan bir hukuk devletinde, işler daima adli ve hukuki yöntemlerle, hak ve hakkaniyetle çözülür. 2013 yılını hareketli geçiren Türkiye gibi önemli bir ülkenin, bu olayları da itidal ve sükûnetle değerlendirmesi hem Ortadoğu hem de tüm dünya için elzemdir. Eğer ortada bir suç tespiti varsa, suçlularının kanun yoluyla tespit edilmesi, başarılı devam eden ve pek çok konuda büyük adımlar atmış olan Türk hükümetinin gidişatını etkilemeyecektir. Bu konuyu bahane ederek demokrasi dışında bir iktidar değişimi hevesi güdenler ise daima başarısız olacaktır. Çünkü Türkiye ne kadar güçlü bir demokrasisi olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Sayın Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: