Türkiye’nin yolu daima demokrasidir

Gezi parkı olayları Türkiye için önemli bir dönüm noktası oldu. Gençliğin özellikle çevreci emellerle kendi isteklerini dile getirmeleri güzeldi. Fakat bundan faydalanmaya çalışanlar da oldu elbette. Komünist kalkışma girişimi için örgütlenen Marksist gruplar ve Ortadoğu’nun Arap baharı ruhundan etkilenen hükümet karşıtı sesler anarşi peşindelerdi. Bu kişilerin özlemi demokratik bir ülkede, demokrasi dışında yöntemlerle hükümeti devirmekti. Başarılı olamadılar. Ama o tarihten beri sesleri hiç kesilmedi.
Demokrasiler, muhalif seslerin de var olmasını gerektirir. Muhalif sesler demokrasilerin güçlenmesi ve gelişmesi için gereklidirler. Hükümetlerin de eleştirilmesi, protestolarla yüzleşmeleri gerekir. Bu, çok sesliliğin bir göstergesidir. Çok seslilik ise daima toplumlara fayda getirir. Bu açıdan bakıldığında Gezi parkı olaylarının hükümete fayda getirdiği gerçeği de yadsınamaz.
Fakat hükümetlere yönelik muhalif hareketler eğer kirli planlar, kanlı ihtilaller veya ürkütücü darbelerin özlemi içindelerse, kirli emellerini bir düşmanlık politikası ile yaygınlaştırılmayı hedefliyorlarsa daima başarısız olurlar. Türkiye, darbeler konusunda deneyimli, devlet içinde yapılanmış terör örgütleriyle yüzleşmiş ve 28 Şubat darbesinin hoş olmayan sonuçlarından demokratik hamlelerle kurtulmakta olan bir ülkedir. Geçmişteki hataların hiçbirine izin vermeyecektir.
Geçtiğimiz haftalarda bu düşmanlık politikası, Ak Parti hükümeti ile Fethullah Gülen Hocaefendi cemaatini karşı karşıya getirme çabalarıyla kendisini gösterdi. Dershanelerin kapatılması konusu gündeme oturunca, açtıkları dershaneler ile ülke çapında başarılı bir eğitim kampanyası yürüten Cemaat ile Ak Parti bir anda karşı karşıya geldi. Karşı karşıya getirildi demek çok daha doğru olacaktır, çünkü ne Sn. Fethullah Hocaefendi’nin mizacı böyle bir düşmanlık politikasına uygundur ne de Ak Parti’nin cemaate yönelik böyle bir yaklaşımı vardır. Ancak Gezi’den beri her türlü kargaşa ortamını provokatif eylemleri için fırsat bilen kişiler, bu konuyu kullanarak söz konusu eylemlerine devam ettiler. Aynı ideolojiyi ve davayı paylaşan Türkiye’nin iki önemli gücü, bu yöntemle birbirine düşürülmek istenmiş ve belli ki bu yolla iki tarafı da temelde ise Türkiye’yi güçsüzleştirmek hedeflenmişti.
Konunun alevlendiği sıralarda canlı yayınlarımda önemli bir çağrı yaptım: “İki tarafın barıştırılması lazım. Çünkü Müslümanlar kardeştir ve Allah Müslümanların arasının düzelmesini ister.” Buna iki tarafın da verdiği karşılık güzel ve olumluydu. Son olarak Sn. Fethullah Hocaefendi’nin “kendi iktidarımız ile aramızda düşmanlık olamaz” sözleri ile hava yumuşamaya başlamıştı. Tam da o sırada ise önemli bir yolsuzluk operasyonu Türkiye’ye damgasını vurdu.
Detayları bütün dünya basınında oldukça geniş yer bulan ve Türkiye’nin yüzleştiği en büyük operasyonlardan biri sayabileceğimiz bu olay, İstanbul Başsavcı Yardımcılığının talimatıyla başlatıldı ve bakan oğulları, bürokrat ve işadamları dahil 52 kişinin yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alınmasıyla devam etti. Söz konusu operasyonun hemen akabinde yoğun olarak “cemaat yaptırdı” iddialarının konuşulması ise, kargaşa ortamlarını kullanmak isteyenlerin düşmanlık politikasının bir başka tezahürüydü. Aynı gece canlı yayın sırasında yine oldukça net bir açıklama yaptım: “Bu operasyonun Fethullah Gülen cemaati ile hiçbir ilgisi yoktur!” Nitekim cemaat sözcüsünden ertesi gün gelen açıklama ile bu sözlerim onaylanmıştı. Birinci ağızdan gelen bu açıklama, düşmanlık provokatörlerinin de planlarını bozmuştu elbette.
11 yıldır Türkiye’yi derin çetelerden ve askeri vesayetten kurtaran, darbe planlarını engelleyen, Türkiye’nin ekonomik ve politik konumunu güçlendiren başarılı Ak Parti hükümeti için bu önemli operasyonu ise şöyle değerlendirebiliriz:
·         Uluslararası hukukta geçerli olan masumiyet karinesi, yargı karar verene kadar kişilerin masumiyetini esas alır. Dolayısıyla henüz ortada bir suçlu yoktur. Peşin hükümle yorum yapanlar, demokratik bir hukuk devletine yakışmayan tavır sergilemektedirler.
·         Uluslararası kanunda önemli bir diğer ilke suçun şahsiliği ilkesidir. Suçu kimin işlediği önemlidir. Suçu işleyen kişi nedeniyle suçlunun ailesi veya onun bağlı olduğu hükümetin sorumlu tutulması hukuken mümkün değildir.
·         Türk hükümet sözcüsü Arınç, karalama propagandalarını ciddi şekilde eleştirirken “yolsuzluk söz konusu olduğu bir yerde hükümetimizin yolsuzluktan yana tavır almasını hiç kimse beklemesin” ifadelerini kullanmıştır. Bu son derece doğru bir yaklaşımdır. Karalama gibi kirli yöntemlere asla itibar edilmemesi, yolsuzluk varsa üzerine gidilmesi iktidarı zayıflatmaz, aksine güçlendirir.
·         Söz konusu operasyon, Gezi olaylarından beri hem Türkiye hem de dünya basınında bazı art niyetli kişilerin Başbakan Erdoğan’a yönelik “diktatör” benzetmelerine önemli bir yanıt niteliğindedir. Büyük bir gizlilikle yürütülmüş, bakanların çocuklarının dahi gözaltına alındığı, bakanların konuşmalarının dinlenebildiği bir ülkede artık hiç kimsenin başbakana yönelik diktatörlük suçlamasını ağzına alabilecek bir durumu olamaz. Bu olay Türkiye’de demokrasinin nasıl güçlü bir şekilde işlediğinin çok önemli bir kanıtıdır.
Kargaşa ortamlarından faydalanmayı amaçlayan kişiler daima olur. Fakat Türkiye gibi oturmuş bir demokrasi ve iman gücü olan bir hukuk devletinde, işler daima adli ve hukuki yöntemlerle, hak ve hakkaniyetle çözülür. 2013 yılını hareketli geçiren Türkiye gibi önemli bir ülkenin, bu olayları da itidal ve sükûnetle değerlendirmesi hem Ortadoğu hem de tüm dünya için elzemdir. Eğer ortada bir suç tespiti varsa, suçlularının kanun yoluyla tespit edilmesi, başarılı devam eden ve pek çok konuda büyük adımlar atmış olan Türk hükümetinin gidişatını etkilemeyecektir. Bu konuyu bahane ederek demokrasi dışında bir iktidar değişimi hevesi güdenler ise daima başarısız olacaktır. Çünkü Türkiye ne kadar güçlü bir demokrasisi olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Sayın Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: