Hatalar İnsanın Kaderindedir

Allah Kuran ayetlerinde insanların unutabilen, yanılabilen aciz varlıklar olduklarını bildirmektedir. İnsan gereği gibi düşünmediği, ihmalkarlık yaptığı, gereken tedbirleri almadığı, irade gösteremediği, zaaflarına yenildiği, unuttuğu ya da yanıldığı için hata yapabilir. Bu son derece doğaldır. Ancak önemli olan hata değil, hatadan sonra insanın nasıl bir tavır gösterdiğidir. Yapılan hata ne kadar büyük olursa olsun, insanın vazgeçmeye karar vermesiyle birlikte, Allah’ın hoşnut olacağı umulan tavrı uygulamaya başlamasıyla birlikte, -Allah’ın izniyle- o hata da ortadan kalkmış olur. Yüce Allah Al-i İmran Suresi’nde şu şekilde bildirir:

“Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135)


,
İnsanın Tüm Yaptıklarını Allah Yaratır, 

İnsan hayatı boyunca ne yaşarsa yaşasın, ne yaparsa yapsın, nasıl bir durumla karşılaşırsa karşılaşsın, hatasıyla ve doğrusuyla, tüm yaptıklarını Allah yaratmaktadır. Ayetlerde Allah dilemedikçe tek bir yaprağın dahi düşmeyeceği bildirilmektedir. (Enam Suresi, 59) Kamer Suresi’nde ise “Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı)dır.” (Kamer Suresi, 52-53) şeklinde haber verilmektedir. Yani kişi, Allah dilediği için o hatayı yapmaktadır, o hatayı yapması kaderinde yazılıdır. Kuran’a uygun bir tavır gösterdiği takdirde ise o hatanın sonucunda mutlaka bir güzellik oluşacaktır. 

Örneğin bir insan yürürken dikkatini tam olarak açmadığı ve önüne bakmadığı için karşısına çıkan bir vazoyu kırabilir. Ya da saatlerce emek verilerek hazırlanmış bir yemek tabağına çarpıp yere düşürebilir. Uyuyakaldığı için kendisini bekleyen insanların işlerini geciktirebilir. İşte tüm bunlarda Allah’ın yarattığı türlü hikmetler gizlidir. O kırılan eşyayı kıran Allah’tır. O eşya belki ileride sahipleri arasında bir huzursuzluğa yol açacak, belki daha tehlikeli ve birine zarar verecek şekilde kırılacaktır. Belki de onun kırılmasıyla, Allah o yere onun çok daha güzelinin alınmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde yere dökülen yemeği döktüren de Allah’tır. Belki o yiyecekte bayat bir malzeme vardır ve yiyen birinin rahatsızlığına sebep olacaktır. 

Belki yiyecek olan kişinin daha sağlıklı bir şeyi yemesine engel olacaktır. Bunun gibi uyuduğu için gideceği yere geciken bir insanı uykudan uyandırmayan da Allah’tır. Çünkü onu bekleyen arkadaşlarının geç kalması gerekiyordur. Belki bu onları bir tehlikeden koruyacak, belki daha önemli bir işi halletmeleri için onlara imkan oluşturacaktır. 

Eğer insan bu gerçeklerin farkında olmazsa, bir hata yaptığında paniğe kapılır, tedirginlik ve üzüntü duyar. Huzursuz olur, ye’se düşer. Özellikle de oluşan durumun diğer insanlar üzerindeki etkisinden dolayı üzüntüsü büyür, sıkıntısı gün geçtikçe artar. Ancak Allah’ın dilemesiyle kaderinde gerçekleşen bir hata nedeniyle kendisini bu kadar üzmesi, ye’se düşmesi, sıkıntı duyması ve yıpratması Kuran ahlakına uygun değildir. Müslümanlar hatalarından dolayı oluşan rahatsızlıklarını ve tedirginliklerini yine Allah’a sığınarak, Kuran ahlakıyla hareket ederek ortadan kaldırırlar. 

Din ahlakına göre yaşamayan insanlarda olduğu gibi, tedirgin oldukları için ruhsal bir bunalıma girmezler. Hatalarını duygusal bir bakış açısıyla değerlendirip üzüntüye, sıkıntıya, karamsarlığa ya da umutsuzluğa kapılmazlar. Bu tedirginlikleri, onlarda yalnızca çok derin ve şiddetli bir pişmanlık hissi oluşturur. Ancak bu, şeytanca değil, Müslümanca bir pişmanlıktır. Çünkü bu pişmanlık onların Kuran ahlakına daha da sarılmalarına vesile olur. Allah’a daha da içli bir şekilde dua ederler. 

İman coşkuları, Kuran ahlakını yaşamaktaki kararlılıkları, Allah’a olan bağlılıkları, ahirete olan inançları, Allah korkuları çok daha fazla artar. Her konuda çok daha iyi olmak için çok daha samimi kararlar alır, çok daha fazla çaba harcayacak bir şevk ve enerji kazanırlar. Defalarca aynı tarihe döndürülseler, her seferinde de olayların aynı şekilde gerçekleşeceğini bilirler. Kendilerini kınarken, nefislerini eleştirirken ve yaptıklarından dolayı pişmanlık duyarken, bunların tümünün kaderde olduğu için o şekilde gerçekleştiğini unutmazlar. Bu nedenle de iman etmeyen insanlarda olduğu gibi, ‘kurtulamadıkları bir suçluluk hissiyle yaşamazlar’. Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir: 

“Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır.” (Kamer Suresi, 52-53) 

İnsanın hayatı boyunca hiç hata yapmayacağını, eksiksiz ve kusursuz olduğunu iddia edebilmesi imkansızdır. Çünkü insan hata yapabilecek aciz bir varlık olarak yaratılmıştır. Yüce Rabbimiz ise sonsuz bağışlayan ve tevbeleri kabul edendir. Bu nedenle müminin bilerek veya bilmeyerek, gaflete kapılarak ya da nefsine uyarak işlediği hataları konusunda yapması gereken, bunlardan ibret almaktır. 

Pişman olup doğruya yönelmek, vakit geçirmeden Rabbimiz’e sığınmak ve bir daha o hatayı tekrarlamamak için gayret göstermektir. Elbette ki hata yapmamaya ve günah işlememeye, Rabbimiz’in sınırlarını korumaya çok özen göstermelidir. Fakat buna rağmen hata yaptığında da, Allah’tan bağışlanma dilemesi çok güzel bir mümin özelliğidir. Rabbimiz’in ‘Tevbeleri kabul eden’ (Tevvab), ‘Bağışlayan’ (Gaffar), ‘Merhamet eden’ (Rahman) isimleri de hatalarından pişman olan ve tevbe edip Allah’a yönelen müminler üzerinde tecelli eder.


Müminler Yaptıkları Hatalardan Ders Çıkarırlar

hata3(1)İmanlarının ve Allah korkularının bir gereği olarak, hataları, müminlerin çok daha güzel ahlaklı olmalarına vesile olur. Bir konuda belki bir kez hata yaparlar, ama hayatlarının sonuna kadar o hatayı hatırlarında tutarak, o olaydan aldıkları dersten istifade ederek benzer bir tavır göstermekten sakınırlar. 

Ancak Allah insanı, vicdanını bu şekilde kullanması, pişman olup tevbe etmesi, Kendisine yönelip bağışlanma dilemesi ve o hatayı bir daha yapmamak için karar alması için özellikle hata yapacak karakterde yaratmıştır. 

İnsan hata yapmamak için elinden geleni yapmalı; aklını, vicdanını, iradesini sonuna kadar kullanarak her zaman çok üstün bir ahlak göstermek için çaba sarf etmelidir. Ama hata oluştuğunda da, kişi,  Kuran’da hata yapan müminin göstermesi için bildirilen ahlakı yaşayarak bu durumu telafi etmelidir.

Eğer yaptığı hata, o kişinin, Allah’ın sonsuz gücü karşısındaki aczini ve Allah’a olan muhtaçlığını çok daha iyi kavramasına vesile olmuşsa, bu da o kişinin samimi imanının, Allah korkusunun bir göstergesidir. Yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyuyor, hesap gününde bu tavrından sorumlu tutulmaktan korkuyorsa, acz içerisinde Allah’ın lütfuna ve affediciliğine sığınıyorsa, Allah’ın izniyle Kuran ahlakına uygun bir ahlak içerisinde demektir. 

Böyle bir insan, Allah’ın tevbesini kabul etmesi ve kendisini affetmesi için can-ı gönülden dua eder. Bir daha aynı hatayı tekrarlamamak için Allah’a kendi içinden çok samimi olarak söz verir. Rabbimiz’in samimi kullarının tevbelerini kabul edeceğini müjdelediği ayetlerden biri şöyledir:

“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)

Müminlerin her konudaki ölçüleri Kuran olduğu için, hata yapan bir insana olan bakış açıları da yalnızca Kuran ahlakıyla olacaktır. Mümin, karşısındaki gibi kendisinin de her an hata yapabilecek, acz içinde bir insan olduğunu bilir. Her insana herşeyi yaptıranın Allah olduğunu unutmaz. Allah’ın dilemesiyle-, bir insanın samimiyetle mi yoksa kasti olarak mı böyle bir hata yaptığını fark edebilir. Samimi olan bir insana ise, sadece tek bir hatasından dolayı Allah’ın izniyle ne sevgisinde ne de saygısında bir değişiklik olmaz.

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/158488/Hatalar-Insanin-Kaderindedir

Bir Ayet Bir Açıklama: Hücurat Suresi, 2


02mercek(7)Elçiler, müminler arasında, Kuran ayetleriyle belirlenmiş özel ve ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler. Ayette, müminlerin elçilere yönelik tutum ve davranışları konusunda bir örnek verilmekte ve konuşurken kullanacakları ses tonu özel olarak tarif edilmektedir.

 Müminlerin Allah'ın elçisiyle konuşurken seslerini birbirlerine olduğu gibi yükseltmemeleri hatırlatılmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise bu tavrın, bir edep veya görgü kuralı olmanın çok ötesinde, Allah'ın kesin bir emri olmasıdır. Ayetin devamında belirtildiği gibi aksine bir davranışın amelleri boşa götürecek bir tavır olması konunun önemini açıkça ortaya koymaktadır. Bunu Kuran'ın açık bir hükmü olarak değil de, herhangi bir ahlak kuralı olarak görmek, "yapılırsa güzel olur, yapılmazsa da biraz ayıp olur" şeklinde bir anlayışı sürdürmek, Allah'ın ayetlerini gözardı etmek anlamına gelir. Oysa elçiye gösterilen saygı Allah'a gösterilmiş demektir. Aynı şekilde eğer tam tersi bir ahlak gösterilirse bu da Allah'a karşı gösterilmiş bir tavır olur.

Elçiye karşı kasıtlı olarak saygıda kusur etmek ise Allah'ın razı olmayacağı bir tavırdır. Ancak, art niyet olmadan, cahillik, düşüncesizlik, hatalı bir samimiyet anlayışı sonucu elçinin huzurunda sesini yükselten bir kişinin, mümin de olsa, diğer müminlere kıyasla daha düşük bir akıl ve şuur seviyesine ve daha duyarsız bir karaktere sahip olduğu ise açıktır. 

Allah'ın konuya verdiği önem, buna riayet edenlerin övüldüğü ve müjdelendiği bir sonraki ayette de anlaşılmaktadır:

“Şüphesiz, Allah'ın resulünün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.” (Hucurat Suresi, 3)

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/158500/Bir-Ayet-Bir-Aciklama-Hucurat-Suresi-2

Allah’ı Anmak En Büyük İbadettir

İnsanın, Allah’ı anmada gösterdiği gevşeklik, O’na olan yakınlığını azaltır. Din ahlakını yaşamayan insanlar Allah’ı hiç anmadıkları, günlerce akıllarına bile getirmedikleri için helal-haram demeden günahın her türlüsünü işlemeyi, Allah’ın emirlerine riayet etmemeyi bir yaşam biçimi haline getirmişlerdir.
Müminler ise gerek sözleriyle gerekse zihinlerinden geçirdikleri düşünceleriyle hayatlarının her anında Allah’ı anıp zikrederler. İnsanın kimi zaman gafletle Allah’ı aklından çıkarması, imanlı bir kişinin dahi istemeden de olsa çeşitli hata ve günahları işlemesine sebep olabilir. Çünkü Allah’tan gafil olarak geçirilen bir süre içinde, insanın olayları doğru algılayıp değerlendirmesinde bozukluk olacaktır. Dahası iyiyi kötüden ayırt etmesinde, hareket, davranış ve konuşmalarında Kuran’ın sınırlarını gözetecek bir bilinci korumasında önemli aksaklıklar meydana gelir.

www.Allahayakinolmak.com

Müminler kainattaki tüm ilimlerin, mülkün ve hükmün gerçek sahibinin Allah olduğunu her zaman bilerek, her işlerinde Allah’a yönelirler. Rabbimiz’e karşı boyun eğici ve teslimiyetli davranır, övgüyü daima herşeyi yaratan Allah’a yöneltir ve durmaksızın O’nu yüceltip tesbih ederler.

Allahanmak1Gafletten Kurtulmanın Yolu Dikkat ve Şuurun Daima Açık Olmasıdır

Kuran ahlakına uygun olmayan her türlü tavır bozukluğunun altında yatan neden, Allah’ı anmada gösterilen gevşekliktir. Allah’ın hükümlerine karşı duyarlılığını yitiren kişi bazen olmayacak hatalar yapar. Sonradan bu hatalarını düzeltince, bunları nasıl yaptığına kendisi de şaşırır. Bu tür hatalar, aslında Allah’ı unutmanın önemini hatırlatan uyarı ve işaretlerdir. Gafletin süresi ve derecesi arttıkça yapılan yanlışların sayısı ve büyüklüğü de artar. Allah’ı anma konusunda gösterilen gafletin sıklığı ve sürekliliği ise kişinin imanı için büyük bir tehdittir.

Oysa, Allah’ı her an akılda tutmak, O’nun ayetlerini tefekkür etmek insanın aklının ve şuurunun sürekli açık olmasını sağlar. Böyle olunca da, kişi Kuran’ın emirlerine ve yasaklarına uymada büyük titizlik gösterir.
İnsan yaratılış olarak zayıf bir hafızaya, hemen dağılan dikkate, gaflete kapılmaya müsait bir yapıya sahiptir. Yüce Allah’ın imtihan olarak özel yarattığı bu durumdan insan ancak dikkatini sürekli olarak açık tutarak kurtulabilir. Bunun için, Rabbimiz’in her an, her saniye bizimle birlikte olduğunu, bizi gördüğünü ve işittiğini bilmek, her işi düzenleyip denetimi altında tutanın O olduğunu unutmamak, tüm hayatımızın belirlenmiş bir kader doğrultusunda yaşandığını hatırlamak, yapılan her işte, görülen her görüntüde Allah’ın sonsuz aklını, hayranlık uyandırıcı sanatını ve O’nun Yüce Kudretini tefekkür etmek, her zaman tevekküllü ve teslim olmak, Allah’ı tesbih etmek ve yüceltmek gerekir.

Allah’ı sürekli zikreden bir insan kendi aczini daha iyi idrak eder, hiçbir konuda kendine ait bir güce ve iradeye sahip olmadığını daha iyi fark eder. Bunun sonucu olarak, Allah’a sürekli dua eder ve talep içerisinde olur. Yalnızca Allah’tan ister, her konuda Allah’a başvurur, kendini tamamen Allah’a teslim eder. Hiçbir konuda kendine müstakil ve bağımsız bir kişilik verip, büyüklenmez. Hareketleri, davranışları, konuşmaları Allah’ın koruması altında olur. Böylece Allah ona her an nasıl, ne şekilde davranması gerektiğini, en doğru hareketi, en güzel sözü ilham eder. Ona, ayette müjdelendiği gibi “insanlar arasında yürüyeceği bir nur verir.” (Hadid Suresi, 28) Güzel bir ahlaka kavuşmasını sağlar.

Bunun tersine insan Allah’ı anmaktan uzaklaştıkça, kendi başına, yapayalnız ve yardımcısız kalır. Doğru düşünebilme, doğru karar verebilme yeteneğini kaybeder. Yaptığı işler başarısız olmaya başlar. Çünkü Allah’ın yardımı, desteği olmadan hiç kimse hiçbir sorunun üstesinden gelemez. Hiçbir sorunu Allah’tan bağımsız olarak kendi gücü ve iradesi ile çözemez. Kuran’da övülen, takva sahibi bir mümin haline gelemez. Çünkü o daha başta Allah’ı unutarak en büyük hatayı yapmış ve gafillerden olmuş olur.

www.Allahinsanati.com

Yüce Allah’ı tanımanın, kavramanın ve O’na imanda derinleşmenin bir sınırı yoktur. Bir insan Yüce Allah’a yakın olmak ve O’nu daha iyi tanımak için ne kadar fazla çaba harcarsa, ne kadar fazla düşünürse, imanı, aklı ve Allah korkusu o derece güçlenir. Bu nedenle Allah yolunda hizmet etmek için büyük çaba harcayan ve O’na yakınlaşmak için derin tefekkür eden müminler, Allah’tan çok korkan ve Allah’a bütün kalbiyle bağlı olan insanlardır. Müminlerin Allah’ın hükümlerini uygulama konusunda gösterdikleri titizlik ve vicdanlarını kullanma konusunda gösterdikleri hassasiyet Rabbimizin sevgi ve rızasını kazanmakta ve O’na yakınlaşmakta en etkili vesilelerdir. Nitekim Yüce Rabbimiz iman edenleri Zatı’na yakınlaşmaya Kuran’da şöyle davet etmektedir:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda ceh edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide Suresi, 35)

Müslümanın Allah ile Manevi Bağlantısı Çok Güçlüdür

İman eden bir insan günlük hayatın hiçbir anında Allah’ı asla aklından çıkarmaz, Allah ile olan manevi bağlantısını bir an bile koparmaz. Böyle bir durumu vicdanı kabul etmez, Allah’a olan sevgisi ve bağlılığına asla bunu yakıştırmaz. Kuran’da bildirilen Allah’ın Hz. Musa (a.s.)’a olan hatırlatması şu şekildedir:
“Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.” (Taha Suresi, 42)
Allah, Firavun’a giderek onu hak dine davet edecek olan Hz. Musa (a.s.) ve kardeşi Hz. Harun (a.s.)’a Kendisi’ni zikretmede gevşek davranmamalarını bildirmiştir. Zira yukarıda da anlatıldığı gibi onları Firavun’un karşısında asıl başarılı kılacak olan Allah’tır.

Bunun yanında Allah’ı az anmak münafıkların bir özelliğidir. Bu durum Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar.” (Nisa Suresi, 142)

Allah’ı anmanın, iman edenler için önemli bir ibadet olduğu bazı ayetlerde ise şöyle haber verilmektedir:
“... Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük(ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

“Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.” (Bakara Suresi, 152)

www.Allahayonelmek.com

Allah’ı Sürekli Anmak Mümini Doğru Yola Yöneltip İletirAllahanmak3

“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d Suresi, 28) ayetinde haber verildiği gibi Allah’ı zikretmek müminin kalbine ve ruhuna ferahlık veren, Allah’ın razı olduğu güzel ahlaka kavuşmasını sağlayacak olan anahtardır:
  •  Allah’ı zikretmek mümini ahlaken çok güzelleştirir.
  •  İçinde kötü düşünceye yer kalmaz.
  •  ‘İnsanların üzerindeki unutkanlık ve gafleti yok eder.
  •  Müminin bilincini, imani şevkini ve iradesini canlı tutar.
  •  Müminin sürekli olarak Allah’a yönelip dönmesini sağlar.
  •  Allah’ın huzurunda olmak ve O’nu en güzel isimlerle yüceltmek, Allah’la güçlü bir manevi bağlantı sağlar.
  •  Sadece Allah’ın anılması, O’nun yüceltilmesini ve bütün eksikliklerden münezzeh tutularak O’nun birlenmesini sağlar.
  •  Allah’ın yarattığı nimetler için O’na şükredilmesine ve Allah’ın rızasının kazanılmasına vesile olur.
  • Tevbe ederek insanın aczi için Allah’tan bağışlanma dilemesine vesile olur.
  •  Huşu içinde Allah’ı zikreden birinin imanda derinliği, samimiyeti, ihlası ve Rabbimiz’e olan yakınlığı artar.
  •  Bu ahlaktaki bir insanın ise Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavır göstermesi Allah’ın izniyle mümkün değildir.
Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/159754/Allah%E2%80%99i-Anmak-En-Buyuk-Ibadettir

Müminlerin Birbirini Sevmesi Farzdır

Hayatın anlamı iman ve sevgidir. Allah, sevmeyi ve sevilmeyi sever.  Allah evreni sevgi üzerine kurmuştur. Her şeyde bu gerçeği görürüz. Yeryüzünün bu kadar sanatlı olması, renklerin çeşitliliği, doğanın estetiği, hayvanların güzelliği tamamen Allah’ın kullarına ikramından, sevgisindendir. Minicik bir çiçeğin üzerindeki harika sanat, renk geçişleri, hep Allah’ın sevgisi, kullarına ikramıdır. Allah’ın bizler için yarattığı meyvelerdeki sebzelerdeki kokunun, estetiğin, çekirdeklerine, paketlenme detaylarına kadar her inceliğin sebebi yine sevgidir. Yeryüzündeki su Allah’ın sevgisinden, Allah’ın ikramındandır.

Evrendeki düzen sevgidendir. Her biri kendi yörüngesinde ilerleyen gezegenlerden oluşan evrenin matematiksel düzeni, bu büyüklüğün dengesini etkileyebilecek çok ince milimetrik dengelere dayalıdır. Bunun sebebi de hep sevgidir.

Sevgi olmadan din yaşanmaz. Sevgi farzdır. Bu anlayışı kalbine yerleştirmemiş insanda derin bir boşluk var demektir. Bir Müslümanın Allah için yaptığı her şey sevgi temellidir. Allah korkusunun sebebi de yine sevgi temellidir. İnsanın en Yüce Aşkının hoşnut olmayacağı bir şeyi yapmaktan çekinmesine denir Allah korkusu. Nasıl ki insan sevdiği bir kişinin beğenmeyeceği, hoşuna gitmeyeceği en ufak bir şeyi yapmak istemez. Hoşnut olmaması ihtimaline karşı dahi önlem alır, yapmaz. İşte bu nedenle Allah korkusunun temelinde Allah aşkı yatar.
Din kalpte yaşanır. Aşkla yaşanır, şevkle yaşanır, içtenlikle, candanlıkla, sevinçle, can-ı gönülden yaşanır. Zorla olmaz. Bu nedenle en önemli konudur imanda sevgi.

Bir insan düşünün her gün namaz kılıyor, oruç tutuyor, elinde tesbihi tesbih çekiyor, başında takkesi, tüm Kuran’ı ezbere biliyor. Ama insanlara karşı tavrında soğuk, gaddar ve katı. Affedici değil. En ufak bir tavrın cezalandırılması gerektiği mantığında. Herhangi bir eksikliği telafi ile düzeltme görüşünde değil. Hiç kimseyi beğenmiyor, herkesi eleştiriyor. Ama şekli konularda çok titiz. Kuran’ı ezbere biliyor, fakat tatbik etmiyor. İşte böyle bir model Kuran ruhundan uzak bir modeldir. Çünkü İslam sevgidir, anlayıştır, merhamettir, uzlaştırıcılıktır, birleştiriciliktir.

Kuran’a göre Müslümanların birbirini sevmesi farzdır. Allah ayetlerde affediciliğinden, esirgeyiciliğinden, bağışlayıcılığından bahseder. Rabbimiz Nur Suresi’nin 22’inci ayetinde şöyle buyurur: “…. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”

Herkes kendisini Allah’ın bağışlamasını, affetmesini mutlaka ister ve umudeder. İşte Rabbimiz’in ayette vurguladığı şekilde bizlerin de sevecen, tamamlayıcı, affedici bir bakış açısı ve ahlak yapısı üzerinde olmamız şarttır.
Halihazırda Müslüman alemi birbirinden kopmuş, ayrılmış durumda. Bunun sebebi Kuran’da Allah’ın öğütlediği şefkatin, sevginin, affediciliğin, korumacı ruhun Müslümanların arasında gereği gibi yaşanmaması. Müslüman cemaatlerin bir diğer cemaate şefkatli bir bakış açısı içerisinde olmaması. Mezheplerin birbirlerine kardeşçe yaklaşmaması. Aynı dine mensup, aynı Allah’a inanan, aynı peygamberi seven insanlar, detaylardaki farklılıklardan dolayı birbirlerinden kopmuş durumdalar. Bunun deccalin bir fitnesi olduğu, şeytani bir tuzak olduğu çok belli. Şeytan dinin özünde var olan sevgiyi, merhameti Müslümanların birbirine göstermesine engel oluyor. İşte bu fitneyi dağıtmanın yolu da birbirimizi sevmemiz, birleşmemiş, ittifak etmemiz. Kuran’daki yardımlaşma, fedakarlık ruhunu uygulamaya geçirmemiz.

Yanı başında öldürülen Müslüman kardeşleri için hiç bir şey yapmayan umursuzca o gün yiyeceği yemeği düşünen bir insanın durumunu düşünün. Müslümanın öncelikli görevi, hayati olan nedir? Müslümanlar öldürülürken, İslam alemi acı içerisinde, perişan bir halde kurtuluşu beklerken, zavallı kadınlar, çocuklar, insanlar varken aciliyet sırası nedir? Öncelikli olan öldürülen birileri varsa bunların kurtarılması, o şerrin ortadan kaldırılması değil midir? Fikren bu fitnenin etkisiz hale getirilmesi için ilmi çaba göstermek değil midir? Bunun için birbirimizden yardım isteyip, birlikten kuvvet doğar mantığı ile bu konuya yoğunlaşıp, çaba sarfetmemiz değil midir? Müslümanların arasını uzlaştırıp, hepimizin aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı dine mensup olduğumuzu hatırlatıp, kardeşler olarak zorda kalanları bulundukları durumdan çekip kurtarmak için hemen harekete geçmek, birleşmek, ittifak etmek değil midir? Rabbimiz Saf Suresi’nin 4’üncü ayetinde, “Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” diyerek istediği, sevdiği, olması gereken modeli, farz olanı bizlere açıkça bildirmiştir.

Bizler birbirimizin velisiyiz. Müslümanlar veli ahlaklı insanlardır. Allah’ın dostları, Allah’ın yardımcıları, yeryüzüne barış ve adalet dağıtacak üstün ahlak sahibi kişilerdir. O halde farz olan Müslümanların birbirlerini sevmeleri, birbirlerini kucaklayıp, ittifak kurmalarıdır. Şeytanın nifakını, fitnesini, derhal, en acil şekilde bozup Müslüman aleminin içinde hemen fedakarlık ruhunun tezahür edip, birbirlerini mezhep ayrımı, cemaat ayrımı gözetmeksizin kucaklamalarıdır.

Rabbimiz, Ali İmran Suresi’nin 103’üncü ayetinde, “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın…” diye Müslümanlara emir vermiştir. Dağılıp ayrılmamak, bilakis sımsıkı birbirimize sarılıp, yardımlaşıp, destek vererek fitneyi fikren dağıtmak üzerimizde farzdır.

Dünyada her gün Müslümanlar şehit ediliyor. Zavallı kadınlar, küçük bebekler, çocuklar, yaşlılar bir hiç uğruna, sırf Müslümanların birleşmemesi sebebiyle, İslam ahlakının şefkatli güçlü ruhunun tesis edilmemesi sebebiyle, ittifak olmaması sebebiyle öldürülüyorlar.

Rabbimiz, Nisa Suresi’nin 75’inci ayetinde “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?” diye yalvaran insanların durumlarını bildirerek Müslümanları vicdanlarını kullanmaya çağırıyor. Müslümanların bu mücadelesinin fikren olması gerektiği, bu zülme sebep olan ideolojileri ilmen etkisizleştirmek olduğu, böylece fitnenin temelden durdurulacağı açıktır.

Kaderi Allah yazmıştır. Ve kurtuluşun anahtarını da bizlere haber vermiştir. Tek yapacağımız şey o anahtarı kilidine oturtmaktır. Bu da sevginin, merhametin kardeşlerimiz arasında, Müslümanların arasında tesisidir. Allah’ın farz kıldığı sevgi ile tüm Müslümanların ayrılıkları bir kenara bırakıp ittifak etmesidir. 

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/158725/Muminlerin-Birbirini-Sevmesi-Farzdir

Bitkilerin Besin Değerini Hesaplayan Geyikler

Ren geyikleri sürekli hareket halinde olan canlılardır. Bu derece hareket halinde olmalarının nedeni ise besin aramalarıdır. Ren geyiklerinin temel besin kaynakları kolay sindirilebilen likenlerdir. Fakat likenler yavaş büyürler. Geyiklerin kışlık alanları genellikle likenlerin çok bol olduğu ve karın az bulunup besine kolay ulaşılan yerlerdir. Kışın bu özellikteki alanlara gidilir. Yazın ise yeni doğmuş yavruların sütle beslenebilmeleri için, ren geyiğinin protein ve minerallerle beslenip süt üretmesi gerekir. Likenlerde bu protein yoktur. Besinlerin özellikleri; bulundukları enleme, yüksekliğe ve toprağın özelliklerine göre değişir. Yüksek enlemdeki bitkiler, hem protein ve mineral bakımından zengin hem de kolay sindirilebilir özelliktedir. Ancak bu, her mevsim için geçerli değildir. Sadece yaz sezonunun başında bitkiler bu özellikleri taşırlar. Bunu biliyormuşçasına Rren geyikleri yazın başlamasıyla beraber bu alanlara giderler. Yaz ilerledikçe bu bitkilerin besin değerleri de gittikçe azalır. Isı düşüp yerler karla kaplanmaya başladığında en uygun besin yine likenlerdir ve bu nedenle kışlık alanlara doğru geri göç başlar. Bu canlıların bir botanikçi, bir coğrafyacı gibi düşünüp, “hangi enlemde hangi bitki ne zaman yetişiyor?”, “bu bitkinin içeriğini ne oluşturuyor?”, “kendisinin hangi besin kaynağına ihtiyacı var” ve “o bölgeye ulaşmak için hangi yöne doğru gitmesi gerekiyor?” gibi soruların cevaplarını bilmeleri imkansızdır. Fakat bu canlıların tamamı yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli olan davranışları eksiksiz yerine getirmektedirler. Bu durum davranışlarının kendilerine sürekli olarak ilham edildiğini açıkça göstermektedir. Yüce Allah yarattığı varlıkları sonsuz merhametiyle koruyandır. Bedenlerinin eksiksizce yaşam koşullarına uygun yaratılması dışında geyiklerin hareketlerini de Allah kesintisizce an an ilham etmektedir. Bu canlılar Allah’ın ilhamıyla yaşamlarını sürdürürler ve Allah’ın sonsuz kudretinin delillerinden yalnızca biridir: “Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) Yaratan’dır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)

“Bağnaz zihniyet ortadan kalktığında, Avrupa Birliği Türkiye’yi hemen kabul eder...”


Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almama nedenleri bağnazlık. Bu düzeldiğinde derhal alırlar. Bunun dışında almazlar. 

Günther Oettinger’in “Diz üstü sürünerek gidip Türklere ‘Bize katılın’ teklifinde bulunacaklar” sözleri, hoşumuza gitsin, gündem olsun, manşet olsun diye söylenmiş bir söz. Nitekim istediği gibi bütün gazetelerde de sür manşet oldu. Yoksa hiçbir Avrupalı öyle bir şey yapmaz. Öyle bir şey yok.

Yani adamın hayatını felç edecek bir tavırdan bahsediyorsun sen. Mesela iltifat da yasak. Avrupalılar birbirlerine iltifat ederler. İltifat yasak, gülmek yasak. Parfüm yasak, diş fırçası bile yasak. Mesela kadının allık sürmesi yasak, dudak boyası kullanması yasak. Avrupalılar hep bakımlı gezerler. Değil mi? Tertemiz, bakımlı gezerler. Yasak, haram. Hepsine fasık gözüyle bakacaklar, hepsine acayip insan gözüyle bakacaklar. Adam buna tahammül edebilir mi? Sıkılır, rahatsız olur. Bir insana bir insan sürekli bu gözle bakarsa, nasıl rahat etsin o insanın yanında? Değil mi? Böyle suçlayan ve aşağılayan bir üslup kullanmış olacaklar. Adamın izzeti nefsine dokunur. Rahat yaşayamaz. 

 Mesela süslü, bakımlı bir ev olmuyor, yani her şey yasak aklına gelen. İnanılır gibi değil yani sistem olarak. Böyle bir hayatı istemezler. Böyle hayatı isteyenleri de istemezler. 

Dolayısıyla bu geçiştirilecek bir konu değil. Ortada böyle büyük bir hastalık var. Bunun bağnaz insanların görüşü olduğu; Kuran’ın, İslam’ın bu şekilde olmadığının anlatılması lazım. (Adnan Oktar, 22 Şubat 2013, A9 TV)

http://harunyahya.org/tr/Makaleler/159300/%E2%80%9CBagnaz-zihniyet-ortadan-kalktiginda-Avrupa-Birligi-Turkiye%E2%80%99yi-hemen-kabul-eder%E2%80%9D