Uluslar nasıl zenginleşiyor? - Yaman Törüner - Milliyet 8 Ocak 2007 Pazartesi

Ulusların zenginleşmesi için, sermaye ve servetin, kendisini o ulustan sayanların ellerinde toplanması gerekiyor. Biz buna "gelir dağılımındaki bozukluk" diyoruz. Gelir dağılımı bozuldukça, bazıları fakirleştikçe veya yeterince zenginleşemedikçe ya da zenginlikleri yerinde saydıkça toplam zenginlik artıyor.

Kapitalizmde önemli olan, kendi ulusunu oluşturan unsurları fazla fakirleştirmeden, zenginlere kaynak aktarabilmek. En iyisi, geniş kitlelere fakirleştiklerini hissettirmeden, zenginleri desteklemek. Kısacası, kapitalist sistemi savunuyorsanız, zenginleri daha fazla zengin etmekten başka yolunuz yok. Bunun adına, "servet düşmanlığı yapmamak", "siyasilerin kendi zenginlerini yaratma çabası" deniliyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD), gelir dağılımı en bozuk olan ülke olduğunu biliyor muydunuz? ABD'de bütün yapılan, işçi sayısını kontrollü olarak artırıp mevcut vatandaşların hayat seviyelerini düşürmeden, işçilik ücretlerini baskı altında tutmak ve böylece zenginlerin daha fazla kazanmasını sağlamak oldu. İşçi kesimi de olabildiğince tüketime yönlendirildi.

Böylece, işçiler çalıştılar, harcadılar, "mortgage" sistemiyle borçlandırıldılar, paralarının geri kalanını da borsaya yatırdılar. Yani, işçiler her biçimde ellerindekini, avuçlarındakini patronlara verdiler. Sonuçta, çok çok az sayıda işçi, "kapitalist patron" olabildi. Biz buna, "kapitalizmin fırsatlar ülkesi yaratması" diyoruz. Lokanta, benzin istasyonu v.s. gibi küçük işyerleri sahipleri kapitalist anlamda "zengin" sayılmıyorlar. Bunları, işçilere hizmet veren işçiler sayabiliriz.

İşçileri artırıyorlar

ABD'de işçi sınıfının sayısının yeterince artması için, sisteme her yıl yeni işsizler alınıyor. Hatta, bu amaçla piyangolar düzenleniyor. Yeni gelenler, en az 5 yıl hizmet etmeden vatandaşlığa alınmıyorlar. 5 yıl sonra ise, zaten işçi kalmaya alışmış oluyorlar. ABD'ye yıllar boyu göçmen olarak kabul edilenlerin genel özellikleri, genç, sağlıklı, işsiz ve ülkede fazla tanıdığı olmayan kişi olmaları.

Zenginleşmenin ikinci ayağı, medyayı yönlendirmekten geçiyor. Bunun adına, "halka kötü şeyleri izlettirmemek" diyoruz. 1 Ocak günü New York Times'ta yer alan bir haberde, "Saddam'ın asılmasının Amerikan halkına nasıl verilmesi gerektiği konusunda, medya yöneticilerinin çok zor anlar yaşadığı" anlatılıyordu.

Avrupa Birliği'nin akil yöneticileri de, bu sistematik konuyu biliyorlar. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin zenginleşme sistemi, denizaşırı sömürgeler oluşturmak iken, artık bu mümkün olamıyor. Onlar da kendi işçilerini yaratmak zorundalar. En büyük sorun, çalışmadan yemeğe alışkın olan, tembel ve geniş sosyal güvenlik hakları tanınmış olan halklarını nasıl işçi sınıfı haline getirecekleri.

Sosyal sorunlar kapıda

Şimdi bununla uğraşılıyor. Ucuz işçi sağlanması için, fakir ülkeler üyeliğe alınıyor. Yeni gelenler, rahat kazanmaya alışmış eskilerin işlerini kapıyorlar. Patronlar da sonunda en düşük ücreti isteyene işi verecek. Bundan kurtuluş yok. Dolayısıyla, Avrupa'yı ciddi sosyal sorunlar bekliyor. Euro'nun ve pound'un dolara göre yüksek değerlerde tutulması da halkın fakirliğe alıştırılmasına yardım ediyor. Türkiye'ye, bol ve ucuz işçi gücü kapasitesi olan ülke olarak sıra bekletiliyor.

Avrupalı yöneticiler, bu "bekleme odası sistemi"ni, dünyaya ve kendi halklarına, "nüfusumuzun yaşlanma olasılığına karşı alınan önlemler" diye anlatıyorlar. İhtiyaç doğduğunda, Türkiye de sisteme alınacak. Öte yandan, Türkiye'yi sisteme almadan Avrupa'nın ABD ile boy ölçüşmesine fazla olanak yok.

Türkiye, artık her şeyin farkında. Biz de zenginlerimizi yaratmak istiyoruz. Biz de "mortgage sistemi"ni kuracağız. Biz de, yabancılarla ortaklık yapıyoruz. Üstelik, hepimiz vatanımızı seviyoruz ve herkesten fazla çalışıyoruz. Yeter ki, kısır çekişmelerle birbirimizi engellemeyelim.

http://www.milliyet.com.tr/2007/01/08/yazar/toruner.html