Fosiller Evrimi Yalanlıyor; Cırcır Böceği


cbfosiller
CIRCIR BÖCEĞİ

Yaş: 45 milyon yıllık
Dönem: Eosen
Bulunduğu Yer: Baltık, Jantarny, Rusya
Cırcır böcekleri parlak renkli, yuvarlak iri başlı, kısa kanatlı, uzun antenli böceklerdir. 2 cm boylarında olup, gündüz kazdıkları çukurlarda gizlenirler, gece faaliyet göstererek öterler. Sadece erkekleri ön kanatlarını birbirine sürterek ses çıkarır ve dişileri kendilerine çekerler. Resimdeki amber içinde yaklaşık 45 milyon yıldan beri hiç bozulmadan kalmış olan bir cırcır böceği (Oecanthidae) görülmektedir. Bu böceğin günümüzdeki örneğine baktığımızda tamamen aynı özellikleri taşıdığını görürüz. Bu da bize binlerce canlı örneğinde gördüğümüz gibi canlıların ilk yaratıldıkları günden bu yana aynı özellikleri taşıdıklarını, dolayısıyla hiçbir zaman evrimleşmediklerini kanıtlamaktadır.

 Yaratılış Atlası İçin Ne Dediler? 
Büyükelçi Mario Alessi  -  Uluslararası Organizasyon İtalyan Topluluğu Genel Sekreterlik 
20 Eylül 2007
Harun Yahya’nın Yaratılış Atlası eserini nazik bir şekilde göndermenizden dolayı candan teşekkürlerimi sunmak isteirm.
Eserin gelmesi benim açımdan büyük bir sürpriz oldu; ambalajını açıp büyük bir ilgi ile okuduktan sonra, içeriği bu denli zengin ve yüksek kalitede yayınlanmış bir eser hakkındaki hayranlığımı ifade etmek isterim.
Çok iyi belgelenmiş ve ikna edici olan eser çok tartışmalı bir konuyu ele alıyor ve güncel bir tartışmanın içine giriyor. Ayrıca büyük monoteist dinlerin (Yaratılışa dair) birleştiği temel bir bakış açısı ortaya koyuyor: Bir uluslararası ilişkiler uzmanı olarak, uluslar arasında diyalog ve anlayışa değerli bir katkı oluşturduğunu görüyorum.
Serinin ileriki ciltlerinin aynı amaca ilham vereceğine inanıyorum. 
Saygılarımla,
Büyükelçi Mario Alessi

Dua Sıkıntı ve Zarara Yol Açan Olaylara Karşı Adeta Bir Set Oluşturur


Müminlerle zayıf imanlı kişilerin duaları arasında ne gibi farklar vardır?
İnsan dua ederken nelere dikkat etmelidir?
“Ya olursa” mantığıyla dua etmek neden büyük bir gaflettir?


duasetolusturur4
Bazı insanlar bir alışkanlık olarak, özellikle de zor durumda kaldıklarında hemen Allah'a dua ederler. Ancak bu insanların duası, müminlerin duasından çok farklıdır. Çünkü bu gibi kişiler sadece zorluk anlarında Allah'a muhtaç olduklarını hatırlar ve o andaki sıkıntıdan kurtulmak için Yüce Allah’a yönelerek dua ederler. Oysa insanın hayatında Allah'a muhtaç olmadığı tek bir an bile yoktur. İşte iman zafiyeti içinde olan kişilerle müminlerin dualarındaki fark burada ortaya çıkar.
Müminler her zaman ve her durumda Allah'a yönelirler. Dua etmek için kendilerine bir sıkıntı dokunmasını beklemezler. Allah'a her an yakınlaşma ihtiyacı içindedirler. Ancak zayıf imanlı kişilerin karakterlerinin en belirgin özelliği ise, Allah'a karşı son derece nankör ve ikiyüzlü olmalarıdır. Kendileri sıkıntıdayken her şeyi bir kenara bırakarak Allah'a dua eder, sıkıntıları geçince de sanki dua eden kendileri değilmiş gibi (Allah’ı tenzih ederiz) Allah'ı unuturlar. Çünkü çoğunlukla olayların büyük bir bölümünün Allah'tan başka varlıkların kontrolünde gerçekleştiğini sanırlar. Bu kişiler dünyadaki her şeyin Allah'ın iradesiyle gerçekleştiğini bilmemektedirler. Bu sığ görüşlülükleri sebebiyle, gerçekleşmesini istedikleri herşeyin zaten Allah'ın kontrolünde olduğunu hesap edemezler. Örneğin, bir hastalıkla muhatap olduklarında kendilerini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünürler. Her hastalığa şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru da var edenin Allah olduğunu düşünemezler. Çok güvendikleri doktorlar, ilaçlar yetersiz kalınca, o ana kadar çok az düşündükleri, hatta belki de hiç düşünmedikleri Allah'a sığınma fikrine yönelirler. Oysa şifa verecek olan yalnızca Allah'tır. Söz konusu insanlar bunu kavrayamazlar ve nankörce bir tavır içinde olurlar. Bu nankörlükleri bir ayette şöyle haber verilir:
“İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” (Yunus Suresi, 12)
Her insanın zor anında Allah'ı aklına getirmesi, aslında herkesin tek sığınacağı varlığın Allah olduğunu bildiği anlamına gelmektedir. Daha önce nefsin çıkarlarına ters geldiği için göz ardı edilen bu gerçek, büyük bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen hatırlanır. 
duasetolusturur2
Dua, Allah'a Ulaşabilmenin En Kolay Yoludur
İnsan dua ederken Allah’ın sıfatlarını düşünmelidir. O, insana şah damarından daha yakın olan, herşeyi bilen ve işitendir. İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce dahi Allah'tan gizli kalmaz. O halde Allah'tan bir istekte bulunulması için, insanın samimi olarak sadece düşünmesi bile yeterlidir. İşte Allah'a ulaşmak bu denli kolaydır.
Furkan Suresi'nin 77. ayetinde, insanlar "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?" ifadesiyle uyarılırlar. Duasız bir hayatın Allah Katında herhangi bir değerinin de olamayacağı bu ayette özellikle vurgulanmıştır. Çünkü dua, Yüce Rabbimiz karşısında son derece aciz olan insanın O'na yöneleceği, hataları konusunda O'na itirafta bulunacağı ve sadece O'ndan yardım dileyeceği, O'nun varlığını ve gücünün büyüklüğünü hissedeceği ve günlük yaşantısının her anında bu bilinci koruyabileceği çok önemli bir vesiledir.
Çarşıda, sokakta, otomobilin içinde, okulda, işyerinde, kısacası her mekanda ve her zaman dua edilebilmesi, dua etmek için belli bir sınırın konulmamış olması Allah'la bağlantının kesintisizce sürmesini sağlar. Nitekim Allah ile yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlayan müminin gün içinde Allah'ın rızasını unutması ya da Allah'ın sınırlarını göz ardı etme ihtimali Allah'ın izniyle ortadan kalkmış olur. Güne dua ile başlayan insan, gün boyunca Allah'ın kendisini izlediğinin bilinci ile hareket eder. Gece duası ise gün içinde dünyevi uğraşlarla vakit geçiren insanın kendi kendine bir vicdan muhasebesi yapmasına vesile olur. İnsanın gün içinde başına gelen ve zahiren olumsuz gibi gördüğü olayları daha hikmetli, tevekküllü ve şuurlu bir biçimde değerlendirmesini sağlar. Böyle bir tefekkür gün içinde yapılan hataların gözden geçirilmesine ve bu hatalardan dolayı tevbe edilmesine, bağışlanma dilenmesine ve günlük uğraşıların insan ruhunda oluşturabileceği muhtemel olumsuzlukların önüne geçilmesine vesile olur. 
İnsanın sadece zorluklarla karşılaştığında dua etmesi, Allah’a içten yakınlıkla bağlantıdan uzak ve samimi olmayan bir davranıştır. İnsanın gün içinde aklına geldikçe sıklıkla yakınlık ve içtenlikle Allah'a dua etmesi Allah’ın razı olacağı güzel bir davranıştır. Unutulmamalıdır ki "Kendisi'nden başka hiçbir sığınılacak bulunmayan" tek Yüce Zat alemlerin Rabbi olan Allah’tır. 

Sayın Adnan Oktar Duanın Önemini Açıklıyor:
Vakit varken, imkan varken Allah’a samimi dua etmek lazım. Bela geldikten sonra değil. Duayı aksatmamak lazım. Dua aksatıldığında, bela yol bulur gelir, Allah esirgesin. Müslümanın gününü duasız geçirmemesi lazım. Sabah, öğle, akşam beş vakit namazında sürekli Allah ile bağlantı halinde olması lazım. Duanın kesilmesi belanın akışı için yol açar. Normalde settir belaya, dua. Seti açmış olursun. Açtın mı bela oradan akar geçer. Çünkü Allah’ı unutmuş oluyorsun. O zaman Allah kendini hatırlatacak başka bir şey yapabilir. (13 Mayıs 2012, A9 TV)
 Zorluk, Sıkıntı ve Musibetler Ancak Allah’ın İzni ve Yaratması ile İnsanlara Ulaşır
İnsanların başına deprem, yangın, sel gibi doğal afetlerin yanı sıra, kaza, hastalık gibi zahiren pek çok zarar ve sıkıntı gelebilir. Ancak tüm bu olaylar Allah’ın izni ve yaratması ile gerçekleşir. Allah bela ve musibet konusunda Yüce Zatına dua eden kullarını korur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah’ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah’ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar.” (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 314)
Hadiste bildirdiği gibi insanlar başlarına gelecek sıkıntı ve şer gibi görünen olayları dua ile üzerlerinden kaldırabilirler. Çünkü Allah’ın Hafız (Koruyan, gözeten, muhafaza eden) ismi vardır. Bu isme sığınarak dua etmek, insanın korunmasına vesile olacak önemli bir ibadettir. Ancak insan hiçbir zaman Allah’ın yarattığı kaderi yargılama ve eleştirme hakkına sahip değildir. Tam teslimiyetle iman etmiş bir kimse için Allah’tan gelen şer gibi de görünse mutlaka içinde bir hayır gizlidir. Aslında bu insanın bir malı sigortalattığında o mala zarar gelmesini önleyemediği halde sigorta yaptırmasına benzer. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi eğer kişinin kaderinde varsa başına bela ve musibetler gelebilir. Ancak insan bunun Allah’ın yarattığı bir sır olduğunu bilerek, Allah’a teslim olup O’na için için yalvara yalvara dua etmeli ve Allah’ın bu güzel ismine sığınarak kendisini musibetlerden korumasını Yüce Rabbimiz Allah’tan dilemelidir. Çünkü Allah duaya icabet ettiğini bir ayetinde şu şekilde bildirmiştir:
“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara Suresi, 186)

Peygamberimiz (s.a.v.) Allah’a dua etmenin önemini bildirmiştir:
Her konuda olduğu gibi dua etmek konusunda da en güzel örnek Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Rivayetlerde, Allah'ın tüm alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberimiz (s.a.v.)'in, Rabbimiz'e olan samimiyetini, güzel ahlakını, teslimiyetini ve imanının derinliğini ortaya koyan duaları yer almaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Ebu Musa el-Eş'ari'den şöyle tahdis etti: Peygamber (s.a.v.) şu dua ile dua ederdi: "Ey Rabbim! Benim günahımı, bilgisizliğimi, her işimde israfımı ve benden daha iyi bilmekte olduğun kusurlarımı mağfiret eyle! Ya Allah! Benim hatalarımı, kasdımla ve bilgisizliğimle işlediklerimi, şakalarımı mağfiret eyle! Bunların hepsi bende vardır. Ya Allah! Evvelden yaptığım, sonradan yapacağım; gizlediğim, açığa çıkardığım bütün günahlarımı Sen mağfiret eyle! Öne geçiren ancak Sensin, sonraya bırakan da ancak Sensin. Sen her şeye gücü yetensin!" (Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Mütercim: Mehmed Sofuoğlu, Ötüken Yayınları, İstanbul 1987, Cilt 14 s. 6336)
 “Ya Olursa” Mantığıyla Dua Etmek Büyük Bir Gaflettir
Kimi insanlar da Allah’a iman eder ve gün boyu, Allah’ın bu isimlerinin tecellilerini hayatlarında açıkça görürler. Allah’ın ne kadar büyük lütuf sahibi olduğunu, iman edenlere ne kadar güzel bir hayat sunduğunu, her bir insana ne kadar eşsiz nimet ve rızıklar verdiğini çok açık olarak fark ederler. Ancak yine de dua ederken, bazen bu gerçeklerden gaflete düşer; ‘Allah’ın dualarına kesin olarak icabet edeceğine olan inançlarını’ tam olarak muhafaza edemezler. Olayları Allah’ın sonsuz gücüne göre değil de, dünyadaki şartlara, olayların gelişimine, teknik gerçeklere bakarak değerlendirirler. Kendi akılları doğrultusunda, hayat ve yaşanacak olaylar hakkında kesin teşhislerde bulunur ve kendilerine göre belirli çıkarımlar yaparlar. Örneğin ‘2+2 toplanırsa, kesin olarak 4 eder; ve bu iki rakamdan bunun dışında da bir sonuç çıkması mümkün değildir’ gibi teknik teşhislerde bulunurlar. Ve bu teknik gerçeklere olan inançlarını dualarına da yansıtırlar. Allah’tan bir şey isterken, gerçekte dünya şartlarında bunun mümkün olmayacağına dair neredeyse kesin bir inanç içerisindedirler.
(Allah’ı tenzih ederiz) Bu yanlış inançtaki insanlar Allah’a, ‘Ya olursa’ mantığıyla dua etmektedirler. ‘Ben bu olayların nasıl gelişeceğini biliyorum, sonuç kesin şu şekilde olur, ama ben yine de belki aksi olur diye dua edeyim’ gibi bir anlayışla Allah’a yönelmektedirler. Bu düşünceleriyle, aslında kendi teşhislerinin gerçekleşmesi için dua ettiklerinin farkında değillerdir. Çünkü böyle bir insanın asıl inandığı ve desteklediği fikir, kendi teşhisleridir. İstediği şeylerin gerçekleşmesi için gerekense, bunun tam tersidir: Allah’a çok kesin olarak güvenerek ve Allah’ın istediği her şeyi yaratabileceğine çok fazla inanarak dua etmek...
Samimi imanın ve samimi duanın en önemli şartlarından biri, insanın kendine ait, dünya hayatının görünen yüzüne aldanarak yaptığı teşhislerini kafasından atmasıdır. Allah’ın sonsuz aklının yanında, kendisinin çok sınırlı ve yüzeysel bir akla sahip olduğunu bilmesidir. Ve Allah’ın dilediğini yaratmadaki sonsuz gücünün yanında, kendi acizliğini görmesidir. Olayların dıştan görünen yüzüyle, bunların ardında gizlenen gerçeklerin aynı olmadığını ve bunları ancak Allah’ın bilebileceğini kavramasıdır. Teknik gerçeklere bakarak yaptığı teşhislerin çoğu zaman aldatıcı olabileceğini, Allah’ın gücünün tüm bunların üstünde olduğunu anlamasıdır. Bir insan kalbinde Allah’a karşı derin bir sevgi, güven ve teslimiyet yaşıyorsa, Allah’ın bu insan için, her olayı olabilecek en güzel, en hayırlı şekilde sonuçlandıracağını unutmamasıdır.
Allah’ın, sıkıntı ve ihtiyaç içerisinde olan samimi bir kulunu, mutlaka rahmetiyle kuşatacağından emin olmasıdır. 
Dua, zaten kaderimizde var olana doğru bizi yönlendirir. Kaderimizi takdir eden de, bize duayı ettiren de Allah'tır. İmam Rabbani bu konuda şöyle söylemektedir:
"Bir şeyi istemek, ona nail olmak (onu elde etmek) demektir; Zira Allahu Teala kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez." (İmamı Rabbani)

Zümer Suresi

Sureler
Zümer Suresi, Kur’an-ı Kerim’in 39. suresidir. Mekke’de indirilmiştir ve 75 ayetten oluşmaktadır. Sure adını 71 ve 73. ayetlerde geçen “zümer” kelimesinden almıştır. Zümer; “zümreler, gruplar” demektir.
“İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu.” (Zümer Suresi, 71)
“Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin."” (Zümer Suresi, 73)
Zümer Suresi’nde;
  • Göklerde ve yerde Allah'ın birliğini gösteren deliller,
  • Müminlerin cennete, kafirlerin cehenneme sevk edilecekleri,
  • nsanların ölümleriyle karşılaşmadan Allah'a yönelmeleri gerektiği,
  • Tevhid inancının gerekliliği, şirkin batıllığı ve kötü sonuçları,
  • Kur'an-ı Kerim’in insan aklını, muhakeme ve yargıyı olağanüstü geliştirdiği;
  • Kuran'da bildirilen ayetler üzerinde derin düşünmenin önemi,
  • Allah’ın Darwinist, materyalist, ateist sistemi ahir zamanda ortadan kaldıracağı,
  • Tevekkül etmeyen her insanda ruhi bozukluklar olacağıyla ilgili konular haber verilmektedir.


Sayın Adnan Oktar ve Arkadaşlarının Güzel Özellikleri

1.Bir çok kimsenin tebliğ yapmadığı, yapamadığı sosyal çevrelere ulaşmak, bu çevrelerde en etkili tebliği yapmak ve bu çevrelerdeki insanların Kuran ahlakını yaşamalarına vesile olmak
2.    Kuran’ın ve dinin hayatın her anını kapladığını göstermek
3.    Israrla sevginin üzerinde durmak
4.    Kadınlara, çocuklara, çiçeklere, hayvanlara sevgiyle bakmanın, her birinin Allah’ın güzel tecellileri olduğunu düşünmenin, bundan heyecan duymanın değerini göstermek
5.    Eserlerinde en can alıcı, en mühim konuları tespit etmek ve bunları en hikmetli şekilde insanlara anlatmak
6.    Yazılarında, kitaplarında, belgesellerinde bir ilkokul çocuğunun da üniversite mezunun da rahatlıkla anlayabileceği samimi, candan, hikmetli bir üslup kullanmak
7.    İslami kitapların görünümüyle, resimleriyle, tasarımıyla son derece estetik ve etkileyici olabileceğini göstermek
8.    “Adamlık dini”, “Şeytanın gizli silahı romantizm” gibi hiç kimsenin üzerinde daha önce durmadığı çok önemli konuları tespit etmek
9.    İnsanlara din ahlakını kamil anlamda yaşamalarına engel olan hususları göstermek ve bunları en akılcı en ikna edici şekilde cevaplamak
10.Kitaplarda, yazılarda, sohbetlerde şüpheye yer verecek, insanları vesveseye düşürebilecek, akıllarını karıştırabilecek hiçbir unsurun olmaması
11.İnsanlara acı çektiren, onları mutsuz eden belaları tam teşhis etmek ve fikren bu belalar etkisiz hale getirmek
12.Darwinist materyalist ideolojilere karşı en doğru bilimsel cevapları vermek
13.Darwinist materyalist ideolojilere fikren tam yenilgiye uğratmak
14.Darwinist materyalist komünist çevrelerde en büyük paniği meydana getirmek
15.Darwinizme ve materyalizme karşı verilen delillerin hepsinin, itiraz edilmesi mümkün olmayan net ve bilimsel deliller olması
16.Tüm dünyada her mezhepten, her cemaatten Müslümanın tebliğde kullandığı eserler hazırlamak
17.Bu eserlerin benzerlerinin bugüne kadar hiç hazırlanmamış olması
18.İslam’ın tebliğinde teknolojiyi en verimli şekilde kullanmak
19.İslam’da neşenin, sevincin, bilimin, sanatın, müziğin olduğunu tüm dünyaya göstermek
20.Müslümanın modern olduğunu göstermek
21.Müslümanın kaliteli ve asil olduğunu göstermek
22.Müslümanların dünyanın en güzel nimetlerine layık olduğunu göstermek
23.Malın ve mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu bilen, tüm imkanlarını Allah için kullanan insanlar olmak
24.Sanata ve estetiğe önem vermenin değerini göstermek
25.Herkese şefkatle, her düşünceye anlayışla yaklaşmak gerektiğini Kuran ve hadislerden delillerle ortaya koyarak nefretin önüne geçmek
26.Alevi, Şii, Caferi, Vahabi, Sünni herkesin tertemiz Müslüman olduğunu, herkesin bir diğerini sevgiyle kucaklaması gerektiğini ısrarla anlatmak
27.Toplumu baş örtülü baş örtüsüz diye ikiye bölmeye çalışan anlayışa karşı etkili fikri çalışma yapmak
28.Laikliğin ve demokrasinin özünün Kuran’da olduğunu insanlara anlatmak
29.İslam’ın fikir özgürlüğünü teşvik ettiğini insanlara göstermek
30.Komünist, ateist, dinsiz her düşünceden insanın birinci sınıf vatandaş muamelesi görmesi gerektiğini, her fikre kendi ifade hakkı tanınması gerektiğini anlatmak
31.Demagoji yapmamak, akılcı, bilimsel ve dürüst cevaplar vermek
32.Suni, yapmacık bir üslup hiçbir zaman kullanmamak
33.Çok samimi olmak
34.Evde farklı, televizyonda farklı, işte farklı olan Müslüman modelini hiçbir zaman kabul etmemek. Her yerde aynı olmak.
35.Gerçek sevginin, coşkulu sevginin nasıl olduğunun gösterilmesi
36.İltifatın, güzel sözün en güzel örneklerinin görülmesi
37.Toplumda kadına karşı olan yanlış bakış açısının değiştirilmesi
38.Kadınlara sevginin, şefkatin, değer vermenin nasıl olacağının gösterilmesi
39.Kuran ayetlerinin daha önce hiç örneği görülmemiş tefsirlerinin yapılması
40.Kuran’ın günümüze bakan yönlerinin en hikmetli şekilde anlatılması, gösterilmesi
41.Dini hiç bilmeyen bir insana nasıl yaklaşılması gerektiğini göstermek
42.Cesur olmak, Allah yolunda başına gelen hiçbir zorluktan yılmamak
43.Hiçbir kalıba göre hareket etmemek, sadece Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uymak
44.Mehdiyeti, Hz. İsa (as)’ı ve İttihad-ı İslam’ı neredeyse hiçbir alimin anlatmadığı bir dönemde, ısrarla sürekli anlatmak
45.Mehdiyetle ilgili gizlenmiş hadisleri ortaya çıkarmak
46.Atatürk’ün samimi bir dindar olduğunun delilleriyle ilk defa anlatılması
47.Atatürk’ün Türk İslam Birliği’ni istediğinin ortaya konulması
48.Ateist masonluğun gerçek yüzünü gösteren, bununla birlikte masonların İslam’a yönelmesine vesile olan olmak
49.Müslümanların büyük bir kısmının dahi yeise düştüğü bir dönemde, büyük bir şevk ve heyecanla Türk İslam Birliği’nin olacağını savunmak
50.Türk İslam aleminin herhangi bir yerinde zulüm olduğunda, bunun ortadan kalkması için gayret etmek
51.Günü birlik geçici çözümler değil, kalıcı çözümler için gereken yolu göstermek
52.Yobazlığın nasıl bir bela olduğunu tam teşhis etmek ve Kuran ayetleriyle net ortaya koymak
53.İman hakikatlerinin en etkileyici anlatımını yapmak
54.Yapılan her anlatımla kalbe etki etmek
55.Mason localarında ilk defa İslam’ın tebliğini yapmak
56.Dünyanın en üst düzey masonlarının namaz kılmasına vesile olmak
57.Kitaplardan, sitelerden, televizyondan, yapılan hiçbir çalışmadan ücret almamak
58.A9 TV’nin reklam almayan tek kanal olması
59.Büyüklere hürmetin, vefanın nasıl olacağının en güzel örneği olması
60.Asla çözümsüz bir üslup kullanmamak
61.Siyasetçilerin, düşünürlerin, önde gelenlerin dahi çözümsüz gibi bir üslup kullandıkları konularında net çözümü ortaya koymak
62.Başka hiçbir topluluğa benzememek
63.Cemaatlerin, Sivil Toplum Kurumlarının, vakıfların, siyasilerin örnek alabileceği net bir model oluşturmak
64.Kınayanın kınamasından korkmamak, Kuran’a ve sünnete göre hak olanı tavizsiz uygulamak
65.Fikren karşı olanların dahi takip etmekten, okumaktan, izlemekten kendilerini alıkoyamamaları

Madde Ruhun Yorumudur

 Müziği dinlerken onun verdiği ritmden zevk alan, bir yemeği tadarken ondan hoşlanan veya onu lezzetsiz bulan, karşısındaki insanı seven, ona şefkat duyan, kendi benliğini araştıran, kendi beynini laboratuvarda inceleyen, keşifler yapan, problemler çözen, başarılarıyla sevinen, karar veren, beste yapan, kitap yazan varlık acaba şuursuz tesadüflerin sonucu meydana gelmiş olabilir mi?
 Acaba hangi rastgele kimyasal olay bir insana güzel davranmayı, ince düşünceli olmayı, fedakarlık yapmayı öğretebilir?
 Acaba hangi rastgele olay sonucunda insan bir şeyleri öğrenme, aklında tutabilme, karşısındakini eğitme, devletleri yönetebilme yeteneğine sahip olmuştur?
  Evrim teorisyenleri tüm bu sorulara bir açıklama getirememiş ve (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ın varlığını inkar etmek için ortaya attıkları evrim yalanı, Allah’ın olağanüstü eserlerinden olan “bilinç” karşısında yerle bir olmuştur.
MADDE2
Evrim taraftarları, Darwin zamanında açıklamasız olan bilinç konusuna Darwin’den sonra çeşitli şekillerde açıklama getirmeye çalıştılar. Hayali ilkel insanların birbirleri ile iletişim kurmaya, avlanmaya ve alet yapmaya başlayarak beynin evrimini sağladıklarını iddia ettiler. Beynin hayali gelişimi ile birlikte dilin evrimleştiğini, konuşma becerisinin beraberinde bilincin meydana geldiğini ve bu şekilde insanı diğer hayvanlardan ayıran en önemli farkın ortaya çıktığını savundular. Bu iddiaların hiçbiri bilimsel bir dayanak bulamadı. Fosil kayıtları bunların herhangi birine delil oluşturabilecek tek bir bulgu bile vermedi. Dil ve bilinç üzerine yapılan bilimsel çalışmalar ve deneyler, böylesine bir gelişimin tesadüfen gerçekleşmesine dair tüm olasılıkları ortadan kaldırdı. Darwinistlerin ellerinde sadece iddiaları vardı. Bu iddialar, tüm evrimci kitaplarda az-çok benzer şekilde, müthiş bir senaryo dahilinde anlatılıyor ama hiçbir evrimci kaynak buna bilimsel bir delil sunamıyordu. Bu içler acısı durumun tek bir açıklaması vardır: Çünkü böyle bir evrim yaşanmamıştır.
Darwinistlerin, İnsan Bilincinin Sözde Evrimini “Bilimsel Cümlelerle” Süslemeye Çalışmaları Boş Bir Çabadır
Darwinistler “ortaya çıkma olgusu” adında bir faktörün bilincin evriminde etkili olduğunu savundular. Darwinistlere göre, bir rastlantı, hiç beklenmeyen bir başka şeyin ortaya çıkışına yol açabilirdi. Bunun klasik bilimsel örneğinin ise “su” olduğunu iddia ettiler. Buna göre, oksijen ve hidrojen kendi başlarına suya benzer bir özellik taşımamakta, ancak belli bir oranda birleştiklerinde ortaya çıkan su molekülleri önceden tahmin edilemeyen çeşitli özellikler ortaya koymaktadır. Evrimciler bu durumu insanın bilinci konusuna uyarladılar ve insan bilincinin kökeninde, beyin kimyasında meydana gelen rastlantısal bir değişimin yattığını iddia ettiler. Hiçbir şekilde test edilemeyen, hiçbir bilimsel kanıta sahip olmayan böyle bir iddiayı, çözümsüz kaldıkları bilinç konusuna uyarlamak, çaresizliklerinin çok açık bir göstergesiydi.
Bu elbette son derece mantıksız ve teknik anlamda imkansız bir aldatmacadır. Çünkü herkes gayet iyi bilir ki, insan bilinci su örneğindeki gibi fizik kurallarına bağlı bir hadise değildir. Bir insanın, bir çileği görünümü, kokusu ve tadı ile gözünün önüne getirebilmesi, aile yakınlarının görüntülerini ve seslerini sanki yanındaymış gibi algılayabilmesi, beynindeki atomların daha önce bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak için hareketlenmelerinin bir sonucu değildir elbette. Tüm bunları gerçek gibi algılaması, insanın dileğidir, isteğidir ve o sırada düşündüğü şeydir. Fiziksel niteliği olan atomların farklı şekillerde birleşerek metafizik bir kavram olan “bilinci” ortaya çıkarmaları imkansızdır. Bu yalnızca Darwinistlerin yaşadığı bir hayal, gerçekleşmesini çok istedikleri bir dilektir ama bilinç, evrimin saçma ve delilsiz iddiaları ile kesin olarak açıklanamaz durumdadır.
Darwinistler Ruh Sahibi Olduklarının Bilincinde Değildirler
Modern bilim, insan aklının, materyalistlerin iddia ettikleri gibi beyin hücreleri arasındaki alışverişten kaynaklanmadığını teyit etmiştir. Bir başka deyişle, insan bedeninde, bedenin kendi fonksiyonlarına ait olmayan ve fiziksel bir niteliği bulunmayan bir varlık vardır. Materyalist felsefenin bir ürünü olan ve maddenin mutlak varlığı dışında hiçbir açıklamayı kabul etmeyen evrim teorisi, maddesel varlığı olmayan insan ruhu karşısında tümüyle açıklamasızdır.
Bu noktada bir gerçeği tekrar hatırlatmakta fayda vardır: Evrim teorisinin, canlıların gelişimi ile ilgili olarak kanıtlanmış tek bir iddiası, delillendirilmiş tek bir örneği yoktur. Evrim teorisi, canlı tarihi üzerine yalnızca spekülasyonlara başvurmuş, sahte deliller kullanmış ve canlıların evrimleşmediğini ispat eden bilimsel ve paleontolojik gerçekleri örtbas etmeye çalışmıştır. Bu yolla, geçersizliği anlaşılmış fosil örneklerini propaganda malzemesi yapmış, onları ara geçiş örnekleri olarak göstererek insanları aldatmaya çalışmış ve hatta bu uğurda sahtekarlığa başvurmuştur. Evrimcilerin, canlıların hayali evrimi ile ilgili uçsuz bucaksız senaryoları ve masalları vardır. Ama bunların tek bir tanesi bile bilimsel olarak ispat edilememiştir. Dahası, bilim ve teknoloji, böyle bir evrimin imkansızlığını açıkça ilan etmiştir.
Evrimin içinde bulunduğu bu çıkmazlar arasında bilinç konusunu özel yapan, fiziksel hiçbir delil ile varlığı açıklanamayan bu konu üzerine evrimcilerin bir senaryo dahi geliştirememeleridir. Modern teknoloji ürünü, gelişmiş tarama cihazları, materyalistlerin, beyinde akıl meydana getiren bir bölge veya süreç beklentilerini boşa çıkarmıştır. İnsan aklına maddeci bir açıklama getirilememektedir.
Materyalist bakış açısına sahip olan kişilerin bu arayışlarının nedeni bilinci gerçek anlamda kavrayamamalarıdır. Bu gibi insanlar ruh sahibi olduklarını, bir şuurla hareket ettiklerini anlayamamaktadırlar. Darwinizm’i savunmalarının tek sebebi budur. Eğer bilinç gibi olağanüstü bir varlığın farkında olsalar, bir ruh taşıdıklarını anlasalar, Darwinist olmaları imkansızdır. Bu tümüyle metafizik bir gerçektir.
Darwinistler Şuurun Varlığını Gerçekten Hissetselerdi Ruhun Evrimleştiğini Asla İddia Edemezlerdi
Darwinistler, indirgenemez komplekslikteki bir insan gözünün tesadüfen evrimleştiğini ve ışığı algılama yani “görme” özelliğine tesadüfen sahip olduğunu iddia etmektedirler. Renkleri gören, çevresindekileri algılayabilen, bunlar hakkında yorum yapabilen insanı söz konusu tesadüflerin, hücresel etkileşimlerin bir sonucu olarak görmektedirler. Gözdeki hücrelerin dışarıdaki ışığı yakaladığını ve bizlere renkli bir dünyanın sunulması için bu mekanizmanın ve beynin varlığının yeterli olduğunu iddia etmektedirler. Ama bu hücrenin bir görüntüyü fark edip bunu algılayabilmek için açılıp kapanması, bir şuurla karar vermesi, kısacası ruhun emrine uyarak hareket etmesi gibi bir olağanüstülüğü kavrayamazlar.
Hiçbir Darwinist, kendisinde var olan şuuru hissetmez. Bunu hissederek Darwinizm’i savunması imkansızdır. Kendisindeki şuuru hissederek, sadece bir hücre yığınından ibaret olduğunu, bakteriden türeyip bu hale kadar geldiğini, sahip olduğu ve algıladığı her varlığın şuursuz tesadüflerin eseri olduğunu iddia etmesi imkansızdır. Normal şuur ve vicdanla bunu iddia etmesi mümkün olamaz. Darwinistler, içlerinde gören, düşünen, akleden, yorum yapan, seven, sevinen, üzülen bir varlık olduğunun farkına varamamaktadırlar. Farkına vardıkları anda, maddeyi ilahlaştırma düşüncesinden hemen vazgeçeceklerdir.
Bir insanın yeşil rengi görmesi, karşıdan gelen arkadaşını tanıması, onu görmekten dolayı sevinç duyması artık bilimin içine giren bir konu değildir. Fiziğin ötesinde bir gerçektir. Bu, fiziksel veya maddesel hiçbir sebep ve kavram ile açıklanamaz. Kendisinde olan bilinci fark eden bir insan için ise, her şeyin mutlak maddeden ibaret olduğunu iddia edip savunmak imkansızdır. İşte bu nedenle, Darwinistlerin sahip oldukları şey apayrı bir düşünce yapısı, apayrı bir algılama şeklidir. Kuşkusuz doğrusunu Allah bilir.
Allah Kuran’da, böyle insanların, mucize görseler bile inanmayacaklarını şu şekilde haber vermiştir:
“Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar.” (Enam Suresi, 111)
Normal düşünen bir insan için, kendi içindeki şuuru algılayıp fark eden “ben”i görebilmek, beyninin dışında bir bilince sahip olduğunu anlayabilmek son derece kolaydır. Ama Darwinistler, farklı bir düşünce yapısına sahip olduklarından hem maddenin dışında bir şuurun varlığını, hem de kendilerine ait olan bilinci görememektedirler. Herhangi bir Darwinist üzerinde bunu görmek, bunu gözlemlemek oldukça kolaydır.
Bilinçsiz Olaylar Bilinç Meydana Getiremezler
Evrimcilerin  tesadüflerin, rastgele ve bilinçsizce meydana gelen etkilerin, nasıl bilinç var ettiklerini açıklamaları gerekmektedir. Şuursuz olayların, nasıl şuurdan daha üstün davrandıklarını, nasıl bilinçli bir varlığın yapabileceğinden daha fazla bilinç ortaya koyabildiklerini izah etmeleri gerekmektedir. Eğer iddia ettikleri evrim doğruysa, önce bilimsel deliller getirmeleri, sonra tüm bu mantıksızlıkları açıklığa kavuşturmaları gerekmektedir. Evrimciler, buna bilimsel bir açıklama getirebilmiş değildirler. Bilinçsiz olayların bilinç meydana getirdiği ikilemine bir çözümleri yoktur. Bu konuyla ilgili yazılmış evrimci kitaplarda, binlerce evrimci makalede ve konferansta bunun açıklamasını yapamamışlardır.
Salt maddenin varlığına dair geliştirilmiş olan teori, maddenin dışındaki bu mucize karşısında müthiş bir şok yaşamaktadır. Allah’ın varlığını inkar etmek için ortaya atılmış bu yalan, Allah’ın olağanüstü eseri “bilinç” karşısında yerle bir olmuştur. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.” (İbrahim Suresi, 46)
Farklı işleyen özel bir düşünce sistemi, Darwinistleri maddeye bağımlı yapmakta, bunun dışındaki açıklamaları reddetmelerine sebep olmaktadır. Ancak normal bir bilince, sağlıklı bir düşünce sistemine sahip bir insan, dünyanın bir algılar bütünü olduğunu ve bunu algılayan “ben”in dışarıdaki ışıktan, beyinden, kulaktan, gözden, elektrik sinyallerinden farklı bir şey olduğunu rahatça görebilir. Dışarıdaki ışık, gördüğümüz kırmızı rengin sebebi olabilir ama onun kırmızı olduğunu fark eden, bunu tanıyan, kırmızının ne olduğunu bilen “ben”in bir açıklaması olmalıdır. Normal düşünebilen bir insan, tüm bu algıların ruha ait olduğu sonucunu hemen çıkaracaktır. Çünkü böyle bir insan, kendi sahip olduğu bilincin, “ben” dediği şuurun farkındadır. Böyle bir insan, tüm maddeci açıklamaların mantıksızlığını ve geçersizliğini kolaylıkla görebilir. Darwinizm’in ne büyük bir yanılgı olduğunu hemen fark edebilir.

MADDE4(1)
Sayın Adnan Oktar Ruhun Evrimle Asla Açıklanamayacağını Anlatıyor
ADNAN OKTAR: “Eğer bedenimizi yaratan şey beynimizse…” demişler, beyin yaratmıyor tabii ki. Allah beyin diye bir organı vesile ediyor. Beyin, bir avuç etten, yağdan oluşmuş et parçası. Beyinde bir şey yok. Beyin sadece aklın ihtiyarı kalkmasın diye sebep olarak ortaya konuyor. Yoksa kan damarlarıyla dolu, yağlı lop et. Bir şey yok beyinde. Sinir lifleriyle dolu bir şey. Bilinç, bilincin evrimi, yani ruhun evrimi diyorsun bu konuya girdin mi zaten biteceksin.
Ruh evrim geçirecek gibi bir şey değil ki. Ele alınamıyor, gözlemlenemiyor, laboratuvara konamıyor. Çünkü bilince sen tabisin, bilinç sana tabi olmuyor hiçbir zaman için. Bilinç seni yönlendiriyor, sen bilinci yönlendiremiyorsun. Laboratuvarda bir şey incelendiğinde bilincinin içinde inceleyebiliyorsun. Bilinç seni kontrol ediyor, sen bilinci kontrol edemiyorsun. Bilinç; görme, duyma, işitme, dokunma, koklama, hepsinin mükemmelliğinden oluşan şuur, yani ruhtur.
Ruhun yorumu, madde. Allah öyle inan dediği için biz maddeye inanıyoruz, var kabul ediyoruz. Maddenin dışarıdaki varlığını gören yok, bilen yok, nasıl olduğunu da bilmiyoruz. Bilim adamları diyorlar ki; “dışarıda olduğunu tahmin ettiğimiz, inandığımız madde simsiyah ve saydam.” Eğer ışık olmasa zaten göremeyiz. “Işık olduğunda da saydam” diyorlar. Dolayısıyla dünyaya baktığımızda bir cam bloğa bakmış gibi oluyoruz. Hiçbir şey yok. Bir cam küreye nasıl bakarsın? Dünyaya baktığında da bir cam küreye bakar gibi, hiçbir şey yok. Simsiyah karanlığın içinde, bir cam küre düşünün, öyle.
Bilincimize gelince, Allah onu bize böyle gösteriyor. Evrimciler ruha da evrim geçirtmeye çalışıyorlar. Bilinci de evrimleştirmeye uğraşıyorlar. Kendilerince ruhu evrimleştirecekler.
Ruh sana hakim, ruh sana öğretiyor her şeyi. Ruha ders vermeye kalkıyorlar. Ruhun içinde bir hiçliksin sen. Hiçlik olarak oturuyorsun ruha ders vermeye kalkıyorsun. Ruhundaki kodlanmış bilgiyi söylüyorsun sen. Evrimleşmeden falan bahsediyorsun ya; ruhun kodlanmış olarak onu sana söylüyor. Allah tarafından söyletiliyor. Sen ruhun esirisin, hiçbir yere kıpırdayamazsın. (Sayın Adnan Oktar’ın 24 Haziran 2012 tarihli A9 Tv röportajından)