YARGI'NIN SORUNLARI ÇÖZÜLMELİDİR



Adalet bir ülkeyi ayakta tutan ana temellerden biridir. Osmanlı İmparatorluğu adaletiyle dünyaya örnek olmuş ve bu yüzdendir ki pek çok millet Osmanlı’nın yönetiminde olmayı canı gönülden istemiştir. Bugün ise adalet sistemimizin özenilen ve örnek alınan bir sistem olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Türkiye, adalet sistemi en çok eleştirilen ülkelerden biridir. Ülkemiz maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) sıklıkla dava edilen ve en çok da ceza alan ve tazminat ödemeye mahkum edilen ülke konumuna gelmiştir.

AİHM 2007 yılında en fazla Türkiye aleyhine karar almıştır. Bu kararlar, istemesek de adalet sistemimizin eksik yönlerini ortaya koymaktadır ve yapıcı özeleştiriler yapılması için fırsat teşkil etmektedir. AİHM’den en çok ne sebeple ceza aldığımıza baktığımızda, “Adil Yargılanma Hakkı”nı düzenleyen AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edildiği gerekçesi görülmektedir. Bugün Türkiye hakkında 10.000’e yakın dava halen AİHM önünde karar beklemektedir.

Bu durum, vatandaşlarımızın gerçek anlamda adil bir şekilde yargılanamadığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Ne yazık ki, ülkemizde adalet ancak AİHM gibi bir dış unsurun müdahalesine ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Artık bir Avrupa mahkemesi nasıl adaletli ve insan haklarına saygılı davranmamız gerektiğini bize tarif etmektedir. Bu durum, gerçekte adaletiyle tanınan Türk toplumu için, son derece rahatsız edicidir.

Ancak adli sistemimizle ilgili olarak uluslararası yargı kuruluşlarının dışında, bizzat kendi vatandaşlarımızın kanaatleri de çok farklı değildir. Davası olan herkes haklının büyük ihtimalle kazanamayacağını ve adaletin tecelli etmeyebileceğini düşünmekte, bunu önemli bir ihtimal olarak görmektedir. Kanunların kişiden kişiye değişen şekilde uygulanmasının örnekleri, kayırma ve gözetme artık neredeyse sıradan olaylar haline gelmiş ve kanıksanmıştır. Sonuç itibariyle yargıya güven -ne yazık ki- azalmıştır.

Yargının en üst kademesinde görev yapmış olan Yargıtay Onursal Başkanı Mehmet Uygun “vicdan ile cüzdan arasında sıkıştık” diyerek hâkimlerin içinde bulundukları durumu itiraf etmiştir. Bu durumda bazı yargı mensuplarının maddi durumlarının alınan kararlarda rol oynadığı şüphesi artık sarih hale gelmiştir. 1999 yılında İstanbul Barosu'nun Marmara Üniversitesi’ne yaptırdığı bilimsel bir çalışmada ortaya çıkan sonuç da oldukça vahimdir. Yargı sisteminin taraflarından biri olan avukatlar, yargıda yüzde 94.5 oranında yolsuzluk olduğuna inanmaktadırlar. (İstanbul Barosu Çevresi Adli Yargıda Yolsuzluk Araştırması, Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, 1999)

Peki yapılması gereken nedir?

Adalet sisteminin bir an önce ayrıntılarıyla ve bütünüyle gözden geçirilmesi ve yaşanan aksaklıkların giderilmesidir. Oysa bugün yargının itibarını korumak adına, apaçık aksaklıkların varlığı görmezden gelinmektedir. Bu tavrın yargının itibarını korumaya faydası değil tam tersine zararı vardır. İçte vatandaşlarımızın devlete olan güveni ve inancı, dışta ise ülkemizin itibarı zedelenmektedir.

BİRİNCİSİ, YARGITAY HÂKİMLERİ’NE DAVA AÇILABİLMELİDİR

Bu tablonun tersine çevrilmesi için Yargı’nın, özellikle de Yargıtay’ın yasal denetime açılması şarttır. Yargıtay hakimlerine dava açılamayacağını belirten (Yargıtay Kanunu’na aykırı) içtihadın terk edilmesi, Yargıtay üyelerine HUMK 573’te belirtilen kuralları ihlal ettikleri takdirde diğer hakimler gibi dava açılabilmesi, Yargıtay hakimlere ceza davası açma yolunu tıkayan meslektaş dayanışmasının derhal sona erdirilmesi gerekir. Yargıtay hakimlerinin kendi kendilerine sağladıkları bu dokunulmazlık zırhı kaldırıldığında, Yargı’dan çok daha adil, doğru ve insan haklarına uygun kararların çıktığı görülecektir.

İKİNCİSİ, YARGITAY’DAKİ DAİRE DÜZENİ AMACINA UYGUN HALE GETİRİLMELİDİR

Yargıtay’daki ceza ve hukuk daireleri beşer hakimli kurullar halinde karar vermektedir. Bu sistemin amacı, davalar hakkında son sözü söyleyecek yer olan Yargıtay’da hata yapılmasını önlemektir. Bu sistem, bir dava dosyasını inceleyen beş hakimin hepsinin birden hata yapmasının zor olacağı düşünülerek kurulmuştur. Ancak iş yoğunluğu ve hakim açığı nedeniyle, bugün, bu sistem, dosyaları tek bir tetkik hakiminin incelemesi, kurul üyelerinin dosyayı hiç incelemeyip bu tetkik hakiminin raporunu kurul kararına dönüştürerek imzalamaları şekline dönüşmüştür. Emekli Yargıtay hakimlerinin hemen hemen hepsi bu uygulamadan şikayet etmektedirler. Daire üyelerinin çok nadir dosyalara baktıklarını, tek bir tetkik hakiminin raporuyla karar verdiklerini, kimi zaman daire üyelerinin dosyalara hiç bakmayıp tetkik hakimlerinin raporlarıyla yetindiklerini belirtmektedirler. Bu uygulama Yargıtay’da hata oranını artırmaktadır. Dosyalar Yargıtay’da iyi incelenememektedir. Yargıtay sisteminin amacına uygun çalışabilmesi için, tek bir tetkik hakiminin raporuna bakıp dosyayı incelemeden karar verme uygulaması kaldırılmalıdır. Özellikle önemli davalarda en az beş tetkik hakiminin raporu esas alınmalıdır. Bu konudaki aksaklıkları gidermek için müfettişler görevlendirilerek bir teftiş sistemi kurulmalıdır.

ÜÇÜNCÜSÜ, ADALET SİSTEMİMİZ ELEŞTİRİYİ HOŞGÖRÜYLE KARŞILAMALI, ELEŞTİRİLERE SUÇ MUAMELESİ YAPILMASINA SON VERİLMELİDİR

Adalet sistemi eleştirilebilmelidir. Yargı, hakkındaki değerlendirme ve eleştirilere hoşgörüyle bakabilmeli ve bu eleştirilerden istifade edebilmelidir. Daha iyiye ulaşmada her kesimden eleştirilere mutlaka kulak verilmelidir. Bu konuda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin “YARGI KARARLARI ELEŞTİRİLEMEZ DİYE BİR KURAL YOKTUR, DEMOKRATİK BİR TOPLUMDA VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ KABUL EDEN BİR DEVLETTE HİÇBİR KİŞİ VE KURUM ELEŞTİRİ DIŞINDA KALAMAZ” şeklindeki içtihadı bu bakımdan örnek bir karar teşkil etmektedir.

DÖRDÜNCÜSÜ, YARGI MENSUPLARI İDEOLOJİK ÖNYARGILARDAN UZAK OLMALARI KONUSUNDA EĞİTİLMELİDİR

Yargı mensupları vicdanlarıyla ve gerçek anlamda tarafsız şekilde hareket etmelerinin bir erdem olduğu hususunda bilinçlendirilmeli, eğitilmelidirler. Adaleti başta yargı mensupları gözetmeli ve yüceltmelidir ki adalet yerini bulsun. Ancak bu şekilde ülkemiz adalet sistemi tekrar dünyaya örnek ve saygıdeğer haline geri getirilebilir. Ülkemizde adaletin yaygın olarak hakim olması ve Türkiye’nin dünyaya örnek bir yargı sistemine kavuşmak için her şeyden önce ideolojik önyargılardan sıyrılmış, tarafsız hakimlere ihtiyaç vardır.

Bir yargıç, bir görüşü veya bir çevreyi sevmeyebilir. Ama bu gibi düşünce ve kanaatler, bu kişi ve çevreleri mağdur edecek şekilde hüküm kurmak için gerekçe olamaz. Bu uygulamalar, ideolojik ve şahsi düşmanlıklar sebebiyle yargı yetkilerinin kötüye kullanılması anlamına gelir ki, bunu kabul etmek mümkün değildir.

Yargı mensupları hoşnutsuzluklarını vatandaşlara karşı hukuka aykırı hükümler vererek açığa vuramazlar. Yasaları ayrımcı bir şekilde, kişiden kişiye farklılık gösterir biçimde uygulayamazlar. Bir kanun adamı her şeyden önce kanuna uymalıdır. Mahkeme salonunun kapısından içeri girip kürsüye oturduğu anda her türlü fikirden, düşünceden bağımsız objektif bir tavır sergilemelidir.

BEŞİNCİSİ, YARGI MENSUPLARI SOSYAL VE EKONOMİK AÇIDAN BATI ÜLKELERİ STANDARTLARINA SAHİP HALE GETİRİLMELİDİR

Hâkimlerin maddi bağımsızlıklarını tam anlamıyla kazanmaları da, tarafsız ve hukuka uygun kararlar alınmasında etkili olacaktır. Bu nedenle yargı mensupları maddi açıdan ihtiyaçlarını zorlanmadan karşılayabilecek gelir seviyesine kavuşturulmalıdır.


SONUÇ

Toplumdaki her türlü kötülüğün kökeni adaletsizliktir. Adaletsizliğin yaygınlaştığı toplumlarda ahlaksızlık, suç ve kargaşa da yaygınlaşır.Bu nedenle, ülkemizin en öncelikli hedefi Yargı’nın tüm sorunlarını gidermek olmalıdır.


Adnan Tınarlıoğlu (Bilim Araştırma Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi)




mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir