EVRİMCİLERİN SAHTE DELİLLERİNE ARTIK KİMSE İTİBAR ETMEZ!


Dar­wi­nizm ar­tık tü­ken­miş­tir. Dar­wi­nist­ler ve ma­ter­ya­list­ler, ka­mu­oyu önün­de kü­çük düşmüş­ler­dir. Ar­tık an­lam­sız gu­rur ve inat­tan vaz­geç­me­li, 150 yıl­lık bü­yü­nün et­ki­sin­de kur­tul­ma­lı­dır­lar. Canlılık tesadüfen var olmamış, canlılar birbirlerinden türememişlerdir. Evreni ve içindeki canlı cansız her varlığı Yüce Allah yaratmıştır.

Ev­rim te­ori­si­ni ayak­ta tut­mak için ya­lan üs­tü­ne ya­lan uy­du­ran, sü­rek­li sah­te de­lil­ler gün­de­me ge­ti­ren ev­rim­ci­ler sü­rek­li ola­rak ka­muo­yu önün­de re­zil ol­mak­ta­dır­lar. Ev­rim­ci­le­rin son sah­te de­li­li “kuş­la­rın ata­sı” ola­rak ta­nı­tı­lan Tyran­no­sau­rus isim­li bir di­no­zor fo­si­li­dir. 2003’te ABD’nin Mon­ta­na eya­le­tin­de bu­lu­nan bu fo­sil­den el­de edi­len pro­te­in­ler üze­rin­de ya­pı­lan bir ça­lış­ma­nın so­nuç­la­rı ka­mu­oyu­na yi­ne san­sas­yo­nel şe­kil­de du­yu­rul­muş­tur. Ev­rim­ci­ler, bu fo­sil­den al­dık­la­rı pro­te­in­le­ri 21 mo­dern kuş tü­rü­nün­ki­ler­le kı­yas­la­mış­lar ve bu canlının, ta­vuk ve de­ve­ku­şu ile doğ­ru­dan ak­ra­ba­lı­ğı ol­du­ğu so­nu­cu­na var­dık­la­rı ya­la­nı­nı or­ta­ya at­mış­lar­dır.

Oysa kuş­la­rın di­no­zor­lar­dan ev­rim­leş­ti­ği id­dia­sı ön­de ge­len kuş­bi­lim­clerin (or­ni­to­log) net ka­nıt­lar or­ta­ya ko­ya­rak cep­he al­dık­la­rı bir uydurmadan iba­ret­tir. Kaldı ki canlılar arasındaki benzerlikler evrim teorisinin ispatı yolunda hiçbir anlam ifade etmemektedir. Can­lı­lar ara­sın­da mo­le­kü­ler ben­zer­lik­le­rin ol­ma­sı el­bet­te son de­re­ce do­ğal­dır; çün­kü ay­nı mo­le­kül­ler­den oluş­mak­ta, ay­nı su­yu ve at­mos­fe­ri kul­lan­mak­ta, ay­nı mo­le­kül­ler­den olu­şan be­sin­le­ri tü­ket­mek­te­dir­ler. Me­ta­bo­liz­ma­la­rı ve do­la­yı­sıy­la ge­ne­tik ya­pı­la­rı­nın bir­bi­ri­ne ben­ze­me­si de çok nor­mal­dir.

Eğer moleküler karşılaştırmalardan yola çıkılarak evrim ispatlanmaya kalkışılırsa ortaya çıkan tablo evrimi büsbütün çaresiz bırakmaktadır. Evrimcilerin hayali soyağaçları moleküler karşılaştırmalara göre yapılmaya kalkıldığında bugüne kadar yapılmış bütün soyağaçlarını çöpe atmak ve insanla patates arasında bile evrimsel bağ olduğunu iddia etmek gerekmektedir.

Ün­lü bi­yo­kim­ya­cı Prof. Mic­ha­el Den­ton da mo­le­kü­ler bi­yo­lo­ji ala­nın­da el­de edi­len bul­gu­la­ra da­ya­na­rak şu yo­ru­mu ya­par: "Mo­le­kü­ler dü­zey­de, her can­lı sı­nı­fı, öz­gün, fark­lı ve di­ğer­le­riy­le bağ­lan­tı­sız­dır. Do­la­yı­sıy­la mo­le­kül­ler, ay­nı fo­sil­ler gi­bi, ev­rim­ci bi­yo­lo­ji ta­ra­fın­dan uzun za­man­dır ara­nan teo­rik ara ge­çiş­le­rin ol­ma­dı­ğı­nı gös­ter­miş­tir... Mo­le­kü­ler dü­zey­de hiç­bir or­ga­niz­ma bir di­ğe­ri­nin "ata­sı" de­ğil­dir, di­ğe­rin­den da­ha "il­kel" ya da "ge­liş­miş" de de­ğil­dir..." (Evo­lu­ti­on: A The­ory in Cri­sis, Lon­don: Bur­nett Bo­oks, ss. 290-91)

Bi­li­nen en es­ki kuş fo­si­li, 150 mil­yon yıl ya­şın­da­ki Arc­ha­eop­teryx'tir. Bu can­lı, ku­sur­suz uçuş kas­la­rı ve uçu­şa uy­gun tüy­le­riy­le, uçu­cu bir kuş­tur. Son ça­lış­ma­da kuş­lar­la iliş­ki­len­di­ril­me­ye ça­lı­şı­lan di­no­zor fo­si­li sa­de­ce 68 mil­yon yıl­lık­tır. An­la­şı­la­ca­ğı gi­bi, bu di­no­zor­dan yak­la­şık 80 mil­yon yıl ön­ce bi­le kuş­lar yer­yü­zün­de ya­şa­mak­ta idi­ler. Do­la­yı­sıy­la bu di­no­zor­la bir soy bağ­la­rı­nın ol­du­ğu, “di­no­zor­dan ev­rim­leş­tik­le­ri” hi­ka­ye­si­nin uy­dur­ma­dan iba­ret ol­du­ğu an­la­şıl­mak­ta­dır.

Bu ça­ba­lar bo­şu­na­dır. Mo­dern bi­lim, ya­şa­mın kö­ke­nin­de ola­ğa­nüs­tü bir komp­leks­li­ğin ya­nı­sı­ra mad­de­ci bir ba­kış açı­sıyla açık­lan­ma­sı müm­kün ol­ma­yan, yük­lü mik­tar­da ge­ne­tik bil­gi­nin yat­tı­ğı­nı or­ta­ya koy­mu­ştur. Basına yansıyan bu tip ha­berler, ma­ter­ya­list dün­ya gö­rü­şü­ne bağ­lı çev­re­le­rin göz­bo­ya­yı­cı tak­tik­ler­le sür­dür­dük­le­ri aciz ça­ba­lar­dan iba­ret­tir. Can­lı­lar te­sa­dü­fi bir sü­reç­te ev­rim­leş­me­miş, Yü­ce Allah’ın “OL” em­riy­le yok­tan ya­ra­tıl­mış­lar­dır.

Yeni açıklanan ve kuşlarla soy bağı olduğu iddia edilen Tyran­no­sau­rus isimli dinozor fosili 68 milyon yıllıktır. Oysa yukarıda fosili görülen ve nesli tükenmiş bir kuşa ait olan Conficusiornis isimli fosil 120 milyon yıllıktır.

(1) Tek bir protein bile te­sa­dü­fen mey­da­na ge­l­mez...

Pro­te­in­ler hem can­lı hüc­re­le­ri­nin ya­pı­taş­la­rı­nı oluş­tu­ran hem de hüc­re için­de çok çe­şit­li gö­rev­ler üst­le­nen komp­leks mo­le­kül­ler­dir. Or­ta­la­ma bir pro­te­in mo­le­kü­lü­nün te­sa­düf­ler­le or­ta­ya çık­ma ih­ti­ma­li he­sap­lan­dı­ğın­da “10 üze­ri 950’de 1” gi­bi in­sa­nın ha­yal gü­cü­nün öte­sin­de bir ra­kam çık­mak­ta­dır. Bu sa­yı ma­te­ma­tik­sel ola­rak pra­tik­te “0 ih­ti­mal” an­la­mı­na ge­lir.

(2) İn­dir­ge­ne­mez komp­leks­li­ğe sa­hip or­gan­lar evrimi yalanlar

İn­dir­ge­ne­mez komp­leks­lik, ev­rim te­ori­si­nin te­me­lin­de­ki ka­de­me­li ge­li­şim id­di­ası­nı ge­çer­siz kı­lan bir özel­lik­tir. Ör­ne­ğin göz­ ve ka­nat­larda in­dir­ge­ne­mez komp­leks­lik özel­li­ği mev­cut­tur. Bi­ra­ra­ya ge­le­rek gö­zü oluş­tu­ran göz­ya­şı be­zi, re­ti­na, iris gi­bi or­ga­nel­le­rin aşa­ma­lar­la te­ker te­ker oluş­ma­la­rı müm­kün de­ğil­dir. Çün­kü gö­zü oluş­tu­ran tüm par­ça­lar ancak ek­sik­siz ol­du­ğun­da gör­me ger­çek­le­şe­cek­tir. Ay­nı şey ka­nat­lar için de ge­çer­li­dir.

(3) DNA’da­ki akı­lal­maz bil­gi tesadüfleri reddetmektedir

Bir in­sa­nın dış gö­rü­nü­mün­den iç or­gan­la­rı­nın ya­pı­la­rı­na ka­dar bü­tün özel­lik­le­rinin bil­gi­si DNA'nın için­de özel bir şif­re sis­te­miy­le ka­yıt­lı­dır. Eğer DNA'da­ki bu ge­ne­tik bil­gi­yi ka­ğı­da dök­me­ye kalk­sak, yak­la­şık 500'er say­fa­lık 900 cilt­ten olu­şan dev bir kü­tüp­ha­ne oluş­tur­ma­mız ge­re­kir. Ama bu akı­lal­maz ha­cim­de­ki bil­gi, DNA'nın "gen" adı ve­ri­len par­ça­la­rın­da şif­re­len­miş­tir. DNA’nın te­sa­düf­ler­le or­ta­ya çı­ka­ma­ya­ca­ğı ke­sin bir ger­çek­tir.

(4) Fo­sil ka­yıt­la­rı Yaratılış’ı göstermektedir

Bu­gü­ne ka­dar 250 bin ay­rı tü­re ait yak­la­şık 100 mil­yon fo­sil çı­ka­rıl­ma­sı­na rağ­men bun­lar­dan bi­ri bi­le Dar­wi­nizm’i des­tek­le­me­mek­te­dir. Bu­lu­nan fo­sil­le­rin her bi­ri tam ve ek­sik­siz can­lı­la­ra ait­tir. Oy­sa ev­rim­ci­le­rin id­di­ala­rı ger­çek ol­say­dı bu den­li faz­la fo­si­lin çok bü­yük bir bö­lü­mü “ara can­lı­la­ra” ait ol­ma­lıy­dı, oy­sa bir ta­ne bi­le yok­tur.

(5) Canlılar Kamb­ri­yen dö­ne­minde aniden ortaya çıkmışlardır

Can­lı­lar­da­ki ana be­den ya­pı­la­rı­nın (yu­mu­şak­ça­lar, kor­da­lı­lar vb. ka­te­go­ri­ler) ne­re­dey­se ta­ma­mı, gü­nü­müz­den yak­la­şık 530 mil­yon yıl ön­ce Kamb­ri­yen Dö­ne­mi’nde or­ta­ya çık­mış­tır. Kamb­ri­yen ön­ce­sin­de sa­de­ce bir-iki ana ka­te­go­ri var­ken, Kamb­ri­yen’de 50’den faz­la ana ka­te­go­ri, dün­ya­nın çe­şit­li böl­ge­le­rin­de ani­den or­ta­ya çık­mış­tır. Kamb­ri­yen ön­ce­si can­lı­lar sa­de bir be­den ya­pı­sın­day­ken, Kamb­ri­yen’de­ki­ler bun­lar­la kı­yas edi­le­me­ye­cek de­re­ce­de komp­leks­tir. Ör­ne­ğin bu de­vir­de or­ta­ya çık­mış olan tri­lo­bit­le­rin sa­hip ol­duk­la­rı göz­ler ile bu­gün­kü can­lı­la­rın göz ya­pı­la­rı ara­sın­da hiç­bir fark yok­tur.

(6) “Ya­şa­yan fo­sil­ler” ev­rim ma­sal­la­rı­na ce­vap­tır...

Ya­şa­yan fo­sil­ler, ev­rim te­ori­si­nin 'ka­de­me­li ge­li­şim id­di­ası'nı son de­re­ce çar­pı­cı şe­kil­de ya­lan­la­yan ka­nıt­lar­dır. Bu fo­sil­le­re “ya­şa­yan fo­sil” is­mi ve­ril­me­si­nin se­be­bi, yüz mil­yon­lar­ca yıl­lık yaş­la­rı­na kar­şın, gü­nü­müz­de ya­şa­yan ör­nek­le­riy­le ta­ma­men ay­nı ol­ma­la­rı­dır. Ka­rın­ca­lar­dan ağaç­la­ra, ya­ra­sa­lar­dan kö­pek ba­lık­la­rı­na ka­dar çok çe­şit­li tür­le­re ait ya­şa­yan fo­sil­ler mev­cut­tur. Bu du­rum, do­ğa ta­ri­hi bo­yun­ca hiç­bir ev­rim­leş­me ya­şan­ma­dı­ğı­nın ke­sin bir bel­ge­si­dir.

(7) Sü­rün­gen­ler kuş­la­rın ata­sı de­ğil­dir...

Ev­rim­ci­ler ar­tık Arc­ha­eop­teryx’i sü­rün­gen­ler­le kuş­lar ara­sın­da ara form ola­rak gös­te­re­me­mek­te­dir­ler. Bu fo­sil üze­rin­de ya­pı­lan in­ce­le­me­ler, bu can­lı­nın bir ara ge­çiş for­mu ol­ma­dı­ğı­nı, sa­de­ce gü­nü­müz kuş­la­rın­dan bi­raz da­ha fark­lı özel­lik­le­re sa­hip, so­yu tü­ken­miş bir kuş tü­rü ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir. Güç­lü uçuş kas­la­rı­nın ol­du­ğu­nu ka­nıt­la­yan gö­ğüs ke­mi­ği­nin var­lı­ğı ve gü­nü­müz kuş­la­rı­nın­kin­den fark­sız olan asi­met­rik tüy ya­pı­sı, bu can­lı­nın mü­kem­mel ola­rak uça­bil­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir.

(8) Ba­lık­lar ka­ra­ya çık­ma­mış­lar­dır...

Ev­rim­ci­ler bir za­man­lar su­dan ka­ra­ya ge­çiş hi­ka­ye­si­ne de­lil ola­rak Cœle­canth isim­li ba­lı­ğın fo­sil­le­ri­ni de­lil gös­te­rir­ler­di. Coele­canth o dö­nem­de ba­lık­lar ve am­fi­bi­yen­ler ara­sın­da ya­şa­mış bir ara can­lı zan­ne­dil­di. An­cak 1938’de Hint Ok­ya­nu­su’nda Coele­canth'ın "can­lı" bir ör­ne­ği bu­lun­du. Ar­dın­dan gü­nü­mü­ze ka­dar 200’den faz­la ör­ne­ği ya­ka­lan­dı. Can­lı Co­ele­canth’lar üze­rin­de­ki in­ce­le­me­ler, bu­nun ku­sur­suz ya­pı­da bir ba­lık ol­du­ğu­nu, da­ha ön­ce fo­sil­le­ri üze­rin­de ya­pı­lan yo­rum­la­rın ta­ma­men ha­ta­lı ol­du­ğu­nu or­ta­ya koy­du.

(9) Mu­tas­yon­lar ye­ni tür­ler oluş­tur­maz...

Mu­tas­yon­lar, can­lı hüc­re­si­nin çe­kir­de­ğin­de bu­lu­nan ve ge­ne­tik bil­gi­yi ta­şı­yan DNA mo­le­kü­lün­de, rad­yas­yon ve­ya kim­ya­sal et­ki­ler so­nu­cun­da mey­da­na ge­len kop­ma­lar ve yer de­ğiş­tir­me­ler­dir. DNA çok komp­leks bir dü­ze­ne sa­hip­tir. Do­la­yı­sıy­la bu mo­le­kül üze­rin­de olu­şan her­han­gi rast­ge­le bir et­ki ona an­cak za­rar ve­rir. Mu­tas­yon­lar ço­ğu za­man hüc­re­nin ta­mir ede­me­ye­ce­ği bo­yut­lar­da bir­ta­kım ha­sar­la­ra, sa­kat­lık­la­ra ve hat­ta ölüm­le­re se­bep olur­lar. Hi­ro­şi­ma, Na­ga­za­ki ve­ya Çer­no­bil fa­ci­ala­rı­na ma­ruz kal­mış in­san­lar bu­nun can­lı gös­ter­ge­le­ri­dir. Mu­tas­yon­la­rın ev­rim­sel bir me­ka­niz­ma ol­du­ğu­nun id­dia edil­me­si ev­rim te­ori­si­nin için­de bu­lun­du­ğu çık­ma­zın bir ka­nı­tı­dır.

(10) Do­ğal se­lek­si­yon ev­ri­me yol aç­maz…

Do­ğal se­lek­si­yon, güç­lü ve çev­re şart­la­rı­na uy­gun ya­pı­da­ki can­lı­la­rın ha­yat­ta ka­lı­şı­nı ifa­de eder. An­cak bu du­rum ye­ni tür­ler or­ta­ya çı­kar­maz. Ör­ne­ğin yır­tı­cı hay­van­la­rın teh­di­di al­tın­da olan bir zeb­ra sü­rü­sü için­de, hız­lı ka­ça­bi­len zeb­ra­lar ha­yat­ta ka­la­cak, zeb­ra sü­rü­sü za­man­la da­ha hız­lı ko­şa­bi­len zeb­ra­lar­dan mey­da­na ge­le­cek­tir. An­cak bu sü­reç sı­nır­lı­dır ve zeb­ra­la­rı bir baş­ka can­lı tü­rü­ne dö­nüş­tür­me­ye­cek­tir. Çün­kü zeb­ra­la­rın is­ke­let kas ya­pı­sı ve fiz­yo­lo­ji­si DNA’la­rın­da ka­yıt­lı­dır ve yır­tı­cı­lar­la olan mü­ca­de­le bu bil­gi­yi de­ğiş­ti­re­mez, zebraya ye­ni ge­ne­tik bil­gi ka­zan­dı­ra­maz.

(11) İn­san ev­rim ge­çir­me­miş, in­san ola­rak ya­ra­tıl­mış­tır...

İn­sa­nın soy ağa­cı­nın sa­de­ce ev­rim­ci­le­rin ha­yal­gü­cü doğ­rul­tu­sun­da kur­gu­la­nan bir şe­ma ol­du­ğu or­ta­ya çık­mış­tır. Ev­rim­ci­ler in­sa­nın, sı­ra­sıy­la "Aust­ra­lo­pit­he­ci­nes > Ho­mo ha­bi­lis > Ho­mo erec­tus> Ho­mo sa­pi­ens" can­lı­la­rın­dan ka­de­me­li ola­rak tü­re­di­ği­ni öne sür­müş­ler­dir. Bu sı­ra­la­ma­da­ki can­lı­la­rın her bi­ri­nin, bir son­ra­ki­nin ata­sı ol­du­ğu iz­le­ni­mi­ni ver­miş­ler­dir. Oysa ev­rim­ci­le­rin bir­bir­le­ri­nin ata­sı ola­rak gös­ter­dik­le­ri bu can­lı­lar ger­çek­te yan­ya­na bu­lun­mak­ta, bu da in­sa­nın ha­ya­li so­ya­ğa­cı­nı yık­mak­ta­dır. Pa­le­oant­ro­po­log­la­rın son bul­gu­la­rı, Aust­ra­lo­pit­he­ci­nes, Ho­mo ha­bi­lis ve Ho­mo Erec­tus'un dün­ya­nın fark­lı böl­ge­le­rin­de ay­nı dö­nem­ler­de ya­şa­dık­la­rı­nı gös­ter­mek­te­dir.


(12) Ev­rim­ci sah­te­kar­lık­la­rı….

Ev­rim­ci­le­r te­ori­le­ri­ni is­pat et­mek için sah­te­kar­lık­la­ra da başvurmaktadırlar. Bugüne kadar, emb­ri­yo çi­zim­le­rin­de­ki sah­te­kar­lık­lar, im­ha edi­len ve­ya sak­la­nan fo­sil­ler ve bunlar gibi pek çok ev­rimci sah­te­kar­lı­ğı yapılmıştır. Bunlardan en çarpıcı olan ise Piltown Adamı sahtekarlığıdır.

1912 yı­lın­da İn­gil­te­re’de­ki Pilt­down ya­kın­la­rın­da ele ge­çi­ri­len bir ka­fa­ta­sı­nın bir may­mun ada­ma ait ol­du­ğu­nu öne sü­rül­müş­tür. Ka­fa­ta­sın­da in­san, çe­ne­sin­de or­gan­gu­tan özel­lik­le­ri gös­te­ren bu fo­si­l ün­lü Bri­tish Mu­se­um’da 40 yıl bo­yun­ca ev­rim ka­nı­tı ola­rak ser­gi­len­miş­tir. An­cak bu fo­si­lin sah­te ol­du­ğu 1953 yı­lın­da or­ta­ya çık­mış­tır. Fo­sil ev­rim­ci­ler ta­ra­fın­dan in­san ka­fa­ta­sı ve oran­gu­tan çe­ne­si­nin bir­bi­ri­ne tut­tu­rul­ma­sı ve kim­ya­sal mad­de­ler­le es­ki­til­me­si su­re­tiy­le suni olarak oluş­tu­rul­muş­tu.


HARUN YAHYA’NIN EVRİM TEORİSİNİ YERLE BİR EDEN ESERLERİ


Yaza­rın ki­tap­la­rının 9.000 say­fa ve 10.000 re­sim­lik bö­lü­mü

Ev­rim Te­ori­si­nin çö­kü­şü­nü konu al­mak­tadır.

Adnan Oktar’ın, Harun Yahya müstear ismiyle kaleme aldığı eserlerin sayısı yaklaşık 250’dir. Bu kitaplar 48.000 sayfa ve 35.500 resimden oluşmaktadır. Adnan Oktar'ın, Harun Yahya müstear ismi ile kaleme aldığı kitapları ve bunlardan yararlanılarak hazırlanan belgeselleri, www.harunyahya.org, www.harunyahya.net ve www.harunyahya.com adreslerinden ücretsiz olarak okuyabilir veya Global Yayıncılık'ın 0212 444 444 1 no’lu telefonundan temin edebilirsiniz.



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir