Şeytanın Bir Aldatmacası: Çoğunluğa Uyma Tehlikesi

  • Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda  çoğunluğa uyma mantığı insanlara neler kaybettirir?
  • Bu yanlış mantığın temeli neye dayanır?
İnsanları, Kuran ahlakının gereklerini yerine getirmekten alıkoyan engellerden biri, onları içinde yaşadıkları toplumun kendileri hakkında ne diyeceğine, ne düşüneceğine bağımlı hale getiren “çoğunluk yapıyor” mantığıdır. Ancak bu mantık batıldır ve insanları yanlış yönlendirmekte, onları haksız çoğunluğun yaşadığı hayat şeklinin ve uydukları kuralların doğru olduğuna inandırmaktadır. Oysa Kuran’da Allah Müslümanlara şöyle emretmektedir:
“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için onlardan sakın... “ (Maide Suresi, 49)

Çoğunluğa Uyma  Mantığının Temeli İman Zafiyetine Dayanır

Yüce Rabbimiz Kuran’da dinin özünü çok açık olarak anlatmıştır. Rabbimiz’in Kuran’da en çok dikkat çektiği konulardan biri ise iman zafiyetidir. Bir ayette Hz. Nuh (a.s.)’ın kavmini iman etmeye çağırdığı fakat onların düştükleri iman zafiyeti nedeniyle Hz. Nuh (a.s.)’ın bu çağrısına yanıt vermedikleri şöyle bildirilmiştir:
 
“Dedi ki: “Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.” Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.” “Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.’ “Sonra onları açıktan açığa davet ettim. Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim.””  (Nuh Suresi, 5- 9) 
 
Hz. Nuh (a.s.) kıssasında olduğu gibi günümüzde de insanların en  büyük sorunu iman zafiyetidir. Allah’ın yarattığı bir hikmet üzere insanların bir kısmı ahirete tam anlamıyla inanmazlar. Allah’ın yaratma gücünü tam kavramayan bu kimseler, daha çok nefislerinden yana tavır alır, nefislerinin geçici heves ve isteklerini tatmin etmeye yönelik hareket eder ve bu nedenle çok kısa bir sürede bitecek olan dünyaya meylederler. Etraflarında da sıkça gördükleri Kuran ahlakına uygun olmayan hayat biçimini benimser, günlük hayatlarında bu doğrultuda kararlar alıp, buna göre düşünürler.

Çoğunluğa Uyma  Mantığında Olanlar Dünyaya Hırsla  Bağlanmışlardır

Allah dünyayı geçici bir yer olarak yaratmıştır. Bunun belirgin göstergesi herşeyin bozulması ve ölümlü olmasıdır. Allah insanları en kolay bozulan malzeme olan et ve kemikten yaratmıştır. Allah’ın insanı et ve kemik gibi çabuk bozulan bir malzemeden yaratması özel bir imtihandır. Allah dileseydi insanı dayanıklı bir maddeden de yaratabilirdi. Örneğin demir bozulurken kötü koku yaymaz. Yavaş yavaş paslanır fakat kokusu yoktur. Taş çok sağlamdır, sadece zaman içinde parçalanır. Tahta gibi materyaller ise belirli bir çürüme şekline sahiptir ve hiçbiri etin bozulması gibi çok kötü bir görünüş ve kokuya sahip olmazlar. İşte kendilerini çok beğenen herkesin de beğenisini kazanan çok güzel ve yakışıklı insanlar, öldüklerinde toprağın altında çok kısa bir sürede böyle şiddetli bir bozulmaya uğrarlar. Aslında insanlar toprağın altındaki insanların bir ay sonraki halini görseler dünyaya hiçbir bağlılıkları kalmaz. Ama ölüler toprağın altında kaldıkları için hiç kimse çürüyen bedenlerin dehşet verici görüntüsü ile muhatap olmaz. Bu nedenle dünyadaki geçici zevklerini sonuna kadar yaşamaya ve tüm zevkleri tüketmeye devam ederler. Oysa bir insanın bütün sevgisini, dikkatini Allah’a vermesi gerekir. Gerçekte Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Fakat Allah insanların çoğunluğunun zalim ve cahil olduğunu, çevrelerindeki hatalı örneklere bakarak iman etmekten uzaklaştıklarını şöyle bildirir:
 
“Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitab’ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak insanların çoğu iman etmezler.” (Ra’d Suresi, 1)
 
Allah bir başka ayette ise iman eden insanların bir kısmının da şirk koşmadan iman edemeyeceğini bildirmektedir:
 
“Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi, 106)
 
İşte ayetlerde haber verildiği gibi, bazı insanlar nefislerine kolay geldiğinden, en doğru olanın, çoğunluğun uygulamaları olduğu yanılgısına kapılırlar. Allah’ın adetullahı gereği bu, asırlardır yaşamış olan toplumlarda insanların kabullendiği en temel düşüncelerden biridir. Bu da çoğu zaman kişinin yapacağı bir hareketi, alacağı bir kararı düşünmeden ve yargılamadan, çoğunluğun isteklerine göre ayarlamasıyla sonuçlanır. Oysaki düşünmeksizin çoğunluğa uyum sağlamak tamamıyla şeytanın bir oyunudur ve insanı, dünyada ve ahirette büyük kayıplara sürükleyebilir. Kuran’da şeytanın insanların büyük çoğunluğu üzerindeki etkisi şöyle bildirilmektedir:
 
“Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil  indirmediği, sizin ve atalarınızın  ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, Kendisi’nden başkasına kulluk   etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”  (Yusuf Suresi, 40)

Çoğunluğa Uyma Mantığına Sahip Olanlar Derin Düşünmekten Yoksun Bir Zihniyete Sahiptir

İnsan bir tek kendisinin ve Allah’ın var olduğunu düşünürse ve yol gösterici olarak Kuran’ı ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetini rehber edinirse çoğunluğun yaptığı hataları tekrarlamaktan uzaklaşır. İnsanlar genellikle çevrelerindeki kişilerin ve arkadaşlarının yanlışlarını, “herkes yapıyor” mantığı ile değerlendirir ve onların yaptıkları hataları tekrar etmekte sakınca görmezler.  Oysa gerçekte çevresindeki insanlardan bazılarının ruhu olmayabilir, ruhu olmayan bir insan da ölü konumundadır. Dolayısıyla bir ölüyü örnek almak ve “ölü böyle inkar ediyor, ölü şöyle eğleniyor” demek elbette mantık dışıdır. 
 
Akıllı ve vicdanlı insanların yapması gereken dünyanın asıl sahibi olan Allah’a yönelmektir. Bu ise insanı Kuran’ı anlamaya, derin düşünmeye ve tefekkür etmeye yöneltir. Derin düşünen bir Müslüman ise doğruyu ve yanlışı ayırt etmek için hiçbir zaman çoğunluğu esas almaz. Herhangi bir şeyi insanların çoğunluğu doğru dediği için doğru, yanlış dediği için de yanlış olarak değerlendirmez. Her olayı Kuran’a ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine göre değerlendirir. 
 
Allah Kuran’da bir tavrı, bir olayı yanlış ve çirkin olarak bildirmişse, bütün dünya o tavrı gösterse bile asla bu çirkinliğin kendi üzerinde oluşmasına müsaade etmez. Allah’ın Kuran’da övdüğü bir tavrı da, isterse dünya üzerindeki hiç kimse uygulamasın, gururla ve şerefle uygular. Müslümanın Kuran ahlakına tezat oluşturacak basit bir tavrı asla olmaz. Asil tavrını her ortamda, her şartta korur. Kendisine en çirkin ahlakla yaklaşıldığında dahi, karşısındaki kişiye Rahmani ve Kuran ahlakına uygun bir yaklaşımda bulunduğu zaman her zaman üstün geleceğini, Allah’ın kendisini koruyacağını bilir. 
 
Allah’ın “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran, 139) ayetinde bildirdiği gibi, bir mümin her zaman iman ettiği için ahlaken üstün ve asil olduğunun şuuruyla hareket eder. Rabbimiz Kuran’da müminlerin bu özelliğini şöyle bildirmiştir:
 
“(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı                          kılmaktan ve zekatı  vermekten ‘tutkuya  kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve                     gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.”  (Nur Suresi, 37)

Çoğunluğa Uyma Psikolojisi İnsanların Özgürlüğünü Kısıtlar

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar arasında çoğunlukla kitle psikolojisi hakimdir. İnsanlar genellikle kendi akıl ve vicdanlarının yönlendirmesine göre değil, kitle psikolojisiyle hareket ederler. Bu ruh hali de hayatlarının her aşamasına hakim olur. Kendi zevkleri, estetik anlayışları, konuşma üslupları, sevgi anlayışları yok olur, yerine kendilerinin de beğenmediği ve rahat etmediği ama toplumda kabul gören ve tepki almayacaklarını düşündükleri yapmacık, samimiyetsiz bir ruh hali oluşur.
 
Toplumun genelinin yaşadığından farklı bir uygulama diğer insanlar tarafından hemen dikkat çeker ve hatta tepki toplar Bu nedenle Kuran’ı ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetini rehber edinmeyen kimseler akıllarını ve vicdanlarını tamamen dondururlar ve toplumun beklentilerine göre hareket ederler. Bir davranışın doğru olup olmadığını, ahirette kendilerine bir yükümlülük getirip getirmeyeceğini hiç hesaba katmadan körü körüne uygularlar. Bunun sonucunda sevgisiz, vefasız, bencil, menfaatperest, şefkat ve merhamet duygularından yoksun, öfkeli, hırslı, kindar, tartışmacı, dedikoducu, enaniyetli bir yapı ortaya çıkar. Bu ahlakı yaşayan kişiler, Allah’ın çirkin görüp Müslümanları sakındırdığı bütün kötü ahlak özelliklerinden kendileri de zarar gördükleri halde, sırf çevrelerindeki insanların çoğu bu şekilde yaşadığı için ve belki de aksi şekilde tavır gösterdiklerinde ezileceklerini, altta kalacaklarını, haklarını koruyamayacaklarını sandıkları için hayatları boyunca bu çirkin sistemin içine hapsolurlar. Allah bir Kuran ayetinde çoğunluğa uymanın nasıl bir sonuca sebep olacağını şu şekilde bildirmektedir:
 
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’” (En’am Suresi, 116)

Zaman İyi Değerlendirme Sanatı

  • Zamanı iyi değerlendirmek  niçin önemlidir?
  • Nasıl zaman mühendisi olunabilir?
Bazı kimselerin Kuran ahlakını yaşama konusunda en çok yanıldığı noktalardan biri, hayatlarını “ibadet zamanları” ve “diğer zamanlar” olarak iki bölüme ayırmalarıdır. Söz konusu kişiler, büyük bir yanlışlık olarak, bu dünyanın geçici olduğunu ve ahiret hayatının varlığını, yalnızca belirli ibadet zamanlarında hatırlarlar. Bu belirli zamanların dışında ise, dünya işlerinin sözde karmaşasına kapılarak sahip oldukları “zaman”ı ahiret açısından önemli olmayan faydasız işler ve düşüncelerle geçirebilmektedirler. Oysa, uykuda geçirilen saatler çıkarıldığında, Yüce Allah kullarına her gün yaklaşık olarak 16-17 saatlik büyük bir zaman dilimini, Rabbimiz’in rızasını kazanabilmeleri için ihsan etmektedir.
Bir hadisinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dünyadaki zaman ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
İbnu Ömer (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) omuzumdan tuttu ve: “Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbnu Ömer şöyle diyordu: “Akşama erdin mi, sabahı bekleme, sabaha erdin mi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” (Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25 (2334))
Her anlarını Kuran ahlakına göre yaşamak için çaba gösteren müminler, dünya hayatında geçirdikleri her saniyenin hesabını Allah Katında vereceklerini bilirler. Bu nedenle yaşamları boyunca bu sorumluluğun verdiği bilinçle hareket eder ve Allah’ın rızasını kazanabilmek için zamanlarını en iyi şekilde değerlendirirler. “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.” (İnşirah Suresi, 7) ayetinin hükmü gereği, yaşadıkları her anı salih bir amelde bulunabilmek için kullanırlar.

Şeytanın Oyalaması: Boş Vakit

zamanmuhendisi(2)
Boş vakit geçirmeyi güzel görmek, şeytanın insanlara verdiği bir telkindir. Din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda insanlar için boş vakit geçirmek, onların kullandığı ifadeyle “zaman öldürmek” çok yaygındır. Fakat mümin, Allah’ın ona lütfettiği vaktini, her anını Allah’a yakınlığını artırarak, daha derin düşünerek, Müslümanlara, İslam’a hizmet ederek geçirmelidir.
Allah’a samimi olarak inanan bir kişi, şeytanın dünya hayatında insanlara süslü gösterdiği boş uğraşlardan kendini tamamen uzak tutmalıdır. İnsan ancak bu şekilde berrak bir zihinle gereği gibi derin düşünebilir. Kuran’da müminlerin boş işlerden yüz çevirdikleri şöyle bildirilmiştir:
   “Onlar, ‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Müminun Suresi, 3)  

Vakti İyi Değerlendirerek Allah’ı Razı Edecek Çalışmalar  Yapmanın Önemi

Vaktini boşa geçiren bir insan gereği gibi ölümü, cenneti, cehennemi derin düşünemez. Halbuki mümin, herkes gibi kendisinin de süratle ölüme doğru gittiğini, dünyadaki her şeyin imtihanın bir gereği olarak yaratıldığını kesinlikle aklından çıkarmaz. Allah’ın gün içinde kendisine gösterdiği aczini düşünüp kendisini Allah’a yaklaştıracak konulara yönelir. Örneğin, Müslümanların Kuran ahlakını insanlara anlatma konusunda verdikleri samimi fikri mücadeleyi gördüğü halde, şeytanın ona süslü gösterdiği hayatı tercih eden, hayatını boş amaçlarla harcayan birini düşünelim.
Hesap gününde bu kişiye Allah yolunda çaba harcamak varken, neden boş işlerle vakit geçirdiği sorulabilir. Mümin, hesap gününde böyle bir durumla karşılaşmadan, dünyada iken vicdanını kullanarak böyle bir tavırdan sakınmalıdır. Kuran’ın, “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75) ayetinde bildirildiği gibi, müminler hayatlarını, Allah’ın razı olacağı şekilde Allah’ın rızası için tebliğ yapmak, derin düşünmek, İslam ahlakını yaymak için çaba göstererek geçirmelidirler. Aksinde gün içinde düşündükleri, dikkat verdikleri dünyevi birçok konu onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır. Aksine hesabını veremeyecekleri bu boş vakit onları ahirette kayba sürükleyebilir. Önemli olan müminin bu gerçeğin bilincinde olması ve tek bir anını bile boşa geçirmemesidir. Kuran’da bu yönde samimi çaba gösteren müminler şöyle müjdelenmişlerdir:
“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.” (Araf Suresi, 42)

Boş Düşüncelerle Kaybedilen Vakitlerin Geri Kazanılamayacağı Unutulmamalıdır


zamanmuhendisi2(1)
Pek çok insanın zamanını harcadığı konuların başında, genellikle bir sonuca ulaşmayan, ancak gün boyunca onları meşgul edebilen boş düşünceler gelebilmektedir. Örneğin; kendi aleyhine olacağını düşündüğü bir durum karşısında muhtemel planlar ve savunmalar hazırlamak veya çevresinde yapılan konuşmalardan ve esprilerden kariyerine bir zarar gelip gelmediğini ince ince hesaplamak, bu konulardan sadece birkaç tanesidir. Bu örnekler, insanların bulundukları ortama ve duruma göre çoğaltılabilir; ancak hepsinden çıkan sonuç aynıdır. Bunların hiçbiri insanlara fayda sağlamamakta, aksine vakit kaybettirmekte ve zaman zaman gerginlik meydana getirebilmektedir.
Bunun yanı sıra -ders çıkarma amacı olmadan- geçmişte yaşanmış olayları tekrar tekrar düşünmek de vaktin boşa harcanmasına neden olur. Artık sadece hafızada kalan birer bilgi olan anıları sürekli düşünmek ve zamanı bu şekilde harcamak çok büyük bir gaflet halidir.
Bu şekilde kaybedilen zamanların dönüşü olmayan sonuçlarından biri, boşa geçen sürenin geri kazanılamamasıdır. Çünkü insan, Allah’ın yarattığı kader üzere, dünyada belli bir süre kalacaktır. Kaybedilen bu süre, dünyada kalınacak hayattan alınmış ve geri gelmesi mümkün olmayan bir vakittir. En önemlisi de, “Allah’ın rızasını kazanmak” gibi hikmetli ve hayırlı düşüncelerle zamanı en iyi şekilde değerlendirmek yerine, geçmişte yaşanan olayları anmak ya da anılarda yaşamak böyle bir imkanı engelleyecektir. Ancak burada belirtilmesi gereken bir nokta vardır: Tabii ki mümin de geçmişinde yaşadığı bir olayı hatırlayabilir. Fakat hatırladığı olaylardan ahiretini hayırlı şekilde etkileyecek dersler çıkarmaya çalışarak, gaflete kapılmadan Allah yolunda çaba harcamaya devam eder.

Hoşa Gitmeyen Olaylarda da Kader Mükemmel Şekilde İşlemektedir

Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların boşa zaman harcadıkları bir diğer konu da, hayatlarının büyük bir kısmında pişmanlıklar yaşamaları ve “keşke”lerle dolu düşüncelere sahip olmalarıdır. Herşeyin Yüce Allah’ın kontrolünde olduğunu tam olarak kavrayamamış olan bu kişiler, yaşadıkları olaylarda hoşlarına gitmeyen bir durum olduğunda, kaderin mükemmelliğini gözardı ederek pişmanlık dolu düşüncelerle saatlerce mücadele edebilirler. Oysa insanın başına gelen her olay, ilim bakımından herşeyi kuşatan Allah’ın belirlediği kader dahilinde yaşanmaktadır. Bu yaşananları “keşke” gibi düşüncelerle değiştirmenin imkanı yoktur. Ancak şeytan insanların hayırlı işlerle ilgilenmelerini engellemek ve oyalamak için onları bunun gibi boş düşüncelere daldırmaktadır. Şeytanın bu amacı Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (Araf Suresi, 16-17)

Boş Konuşarak Kaybedilen Vakitler…

zamanmuhendisi3(1)İsraf edilen zamanların önemli bir bölümü boş konuşmalarla geçmektedir. Dedikodu yapmak, insanlarla alay etmek, saatlerce yemek tarifleri, moda konularında ya da televizyon dizileri hakkında konuşmak, kişilerin anılarını durmaksızın anlatmaları, tüm akşamı futbol sohbetlerine ayırabilmeleri ya da politika ve dünya siyaseti hakkında -kendileri hiçbir girişimde bulunmamalarına rağmen- yorumlar yaparak düşüncelerinin doğruluğunu savunmaları, kibirleri dolayısıyla haksız olduklarını kabul etmeyerek bir konu hakkında saatlerce tartışmaları bu boş konuşmalara verilebilecek örneklerden yalnızca birkaçıdır. Örneğin dedikodu ve alaycılık gibi kötü ahlak özellikleri, Allah tarafından yasaklanmış davranışlar olmasının yanı sıra kişilerin vakitlerini de boş ve yararsız konuşmalarla geçirmelerine, ahiret hayatlarını unutmalarına neden olmaktadır.
Yüce Allah’ın “…Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür…” (Ankebut Suresi, 45) ayetiyle bildirdiği üzere, insanın ahireti için yapacağı en hayırlı konuşma Allah’ı anmasıdır. Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak amacı dışında yapılan tüm konuşmalar, hikmetsiz ve boş konuşmalar olacak ve dolayısıyla kişilerin zamanı israf etmelerine neden olacaktır. Müminlerin boş konuşulan bir ortam olduğunda gösterdikleri tavır Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
 “‘Boş ve yararsız olan sözü’ işittikleri zaman ondan yüz çevirirler…” (Kasas Suresi, 55)

Yararsız Uğraşılarla Kaybedilen Vakitler

Çoğu insanı yanıltan bir diğer nokta, “nasıl olsa daha gencim, ibadet etmek için daha çok vaktim var” şeklinde düşünerek, hem ibadetlerini hem de ecir kazanabilecekleri her türlü güzel davranışı ertelemeleridir. Bu kişiler, ölümü kendilerinden uzak gördükleri için, gün boyu boş ve amaçsız işlerle uğraşmakta bir sakınca görmezler.
Günümüzde birçok kişinin internette amaçsızca saatlerce dolaşmaları, ev işlerine ve spor yapmaya gereğinden fazla zaman harcamaları, vücudun günlük ihtiyacı olan 7-8 saatten çok daha fazla uyumaları, dergi ve gazetelerdeki aynı haberleri tekrar tekrar okumaya ve hiçbir sınırlama koymaksızın televizyon izlemeye saatler harcamaları, alışveriş sırasında adeta kendilerinden geçerek şuursuzca zaman kaybetmeleri bunlara örnek olarak verilebilir.

Dinlenme veya Tatil Yapma Mantığıyla Kaybedilen Zamanlar

Önemli bir zaman israfı da, kimilerinin tatile çıkmayı ya da hafta sonlarını hiçbir şey yapmamak ve düşünmemek olarak yorumlamaları ve buna göre hareket etmeleridir. Oysa tatil için gidilen mekanlarda da hayırlı faaliyetlerde bulunmak, buralarda görülen Yüce Allah’ın yaratma sanatının delilleri hakkında düşünmek ya da hafta sonlarındaki zamanı hayra yönelik işlerle değerlendirmek, ahiret için çok daha faydalı davranışlar olacaktır. Hüküm ve hikmet sahibi Allah, tek amaçları dünya hayatından sonuna kadar yararlanmak olan kişilerin durumunu Kuran’da şöyle bildirmektedir:
“O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir.” (Hicr Suresi, 2-3)

Boş ve Yararsız Şeylerden Yüz Çevirmek

zamanmuhendisi4(1)
Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirmek, insanın sadece Allah’ın rızasını kazanacağı davranışlarda bulunmasıyla mümkün olur. Mümin dünyada kendisine verilen süreyi çok iyi değerlendirmesi gerektiğini bilir. Çünkü bu dünyada yaptığı işler sonucunda, ahirette sonsuza kadar yaşayacağı yer belirlenecektir. Bu nedenle, her yaptığı işle ahirete yönelik bir hayır kazanmaya çalışır. Elbette her insan gibi konuşur, güzel vakit geçirir, yemek yer, güler, düşünür ve çalışır. Fakat bunları yaparken aklında hep din ahlakına ve insanlara menfaat sağlayacak hayırlı düşünceler vardır. Kuran’da müminlerin bu üstün ahlakı şöyle bildirilmiştir:
 (“Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir.”(Furkan Suresi, 72)

Nasıl “Zaman Mühendisi”Olunur?

 “Zaman mühendisi”, üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir tanımlamadır. Zaman mühendisi olabilmek için, öncelikle samimi olarak bu konuda karar almak en önemli adımdır. Kişinin o an içinde bulunduğu bu gaflet halinden kurtulabilmek için çaba göstermesi gerekir. Nitekim Yüce Rabbimiz, Kuran’da, duaları kabul edeceğini bildirmiştir:
“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara Suresi, 186)
Vaktinin boşa geçtiğini fark eden bir kişi; dua edebilir, Kuran okuyup ayetler hakkında tefekkür edebilir. Konuşmalarda boş söze dalmaktan kaçınıp sözün en güzeli ve özlüsü seçilerek hikmetli konuşmaya gayret edilebilir. Kişinin ahiretine fayda sağlamayacak her türlü alışkanlıktan vazgeçilebilir. Eğer yapılan bir işte vakit kaybediliyorsa, bu işin pratik yollarını bulmaya çalışarak o konuda daha az zaman harcanabilir. Aradaki zaman farkında ise daha fazla iman hakikati öğrenmek için kainattaki mükemmel yaratışla ilgili kitaplar okunabilir, araştırmalar yapılabilir, insanlara hak din ahlakını tebliğ etmek için faaliyetlerde bulunulabilir.
Bunlar, burada sıralayabileceğimiz sınırlı örneklerden yalnızca bir kısmıdır. Her insan Kuran ahlakını rehber edinip kendine göre farklı planlar geliştirerek Allah’a yakınlaşmak için çok çeşitli yollar arayabilir. Ancak asıl önemli olan, yapılan iş ne olursa olsun, vaktin iyi değerlendirilmesindeki amacın, Rabbimiz’in rızasını kazanmak ve sonsuza kadar sürecek olan ahiret hayatına hazırlanmak olduğu unutulmamalıdır. Çünkü bir iş eğer samimi olarak yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yapılıyorsa, ancak o zaman salih bir amele dönüşebilir. (Doğrusunu Yüce Allah bilir.) Bir Kuran ayetinde, müminlerin salih amelde bulunmalarıyla ilgili olarak şu şekilde bildirilmektedir:
“İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.” (Ankebut Suresi, 58)
Yüce Allah’ın verdiği “zaman” nimetinin bilincinde olmayan insanların düşüncelerine, konuşmalarına ve hayatlarının her anına boşa zaman geçirme konusundaki umursamazlıkları yansır. Ancak tüm hayatı boyunca sürecek bu umursamazlığın, insanın sonsuz ahiret hayatını cehennemde geçirmesine neden olabilecek son derece büyük bir tehlike olduğunu kesinlikle unutmamak gerekir.
“İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azabları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez.” (Bakara Suresi, 86)

Bakteriler Nasıl Yüzüyor?

  • Caulobacter Crescentus adlı bakterinin yüzme şeklini inceleyen bilim adamları, hangi önemli detaylarla karşılaştılar?
  • Bu bakterinin yüzmesine yardım eden Brown devinimi nedir?
  • Yüzme işlemi, bu bakterinin çoğalması için neden hayati önem taşır?
Bir havuzda yüzdüğünüzü hayal edin. Su içerisinde hareket edebilmek için yaptığınız işlem; ellerinizi ve kollarınızı hareket ettirmektir. Fakat, küçük organizmalarda, bu durum çok daha farklıdır. Örneğin, mikropların sürati ve yönü, etraflarını saran sıvıya bağlıdır. Bakterilerin yüzmesi ise; bizim tüm ağırlığımızı kaldıran su yerine bir havuz dolusu balın içinde yüzmemize benzetilebilir.
Caulobacter Crescentus isimli bir bakterinin yüzme şeklini inceleyen bilim adamları, bakterilerin yüzerken akıntıdan çok ciddi oranda etkilendiklerini keşfettiler. Bu tek hücreli bakterinin zıt yönlere hareket eden başı ve kuyruğu, ona yönünü belirlemede yardım etmektedir. Bir diğer etken de Brown devinimidir.

Brown Devinimi Nedir?

YUZENBAKTERICaulobacter bakterisi, kamçılı bir tek hücreli organizmadır. Yüzdükçe, yuvarlak başı bir yöne hareket ederken kuyruğu da diğer yöne hareket eder. Bu da bir tork (yani kuvvet momenti) oluşturur. Ancak; Caulobacter’i hareket ettiren tek kuvvet bu değildir. Aynı zamanda Brown devinimden de faydalanır.
Brown devinimi, bir sıvı ya da bir gaz içinde katı asıltı (çözünemeyen madde parçacıklarının dibe çökmeden bir sıvı ortamda kalmış durumu) halinde bulunan, boyutları birkaç mikrometreden küçük parçacıkların yaptığı düzensiz devinime denir. Başka bir deyişle, bakteri bu devinim sayesinde yüzerken etrafında bulunan su molekülleri tarafından adeta langırt gibi itilir.
Hidrodinamik ilişkinin çift etkisi ve Brown devinimi, Caulobakter’in yüzerken oluşturduğu dairesel şekilleri açıklar. Başka bir deyişle, bakterilerin düz ve doğru bir yöne doğru hareket edemediklerini gösterir.

Yüzme İşleminin Bakterinin Çoğalması İçin Önemi

Yapılan araştırmalar, bakterinin yüzme davranışı ile ilgili bir başka ilginç durumu daha ortaya çıkarmıştır. Caulobacter’in yüzerken çizdiği daireler, bakterinin yüzey sınırlarına yaklaşmasıyla darlaşır. Yüzeye iyice yaklaştıktan sonra, sapının ve vantuzlarının yardımıyla yapıştırıcı bir özellik kullanarak katı maddelere sabit bir şekilde tutunur ve burada çoğalarak kendi kopyalarını oluşturur.
Burada, dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır. Caulobacter’in yaşamını ve soyunu devam ettirebilmesi için; çoğalması gereklidir. Bu çoğalma işlemini de ancak katı bir maddeye (örneğin cam bir yüzeye) yapışıp tutunarak gerçekleştirebilir. Bunun içinse, yüzeye yaklaşması yani yüzmesi gerekir.
Caulobacter’in yüzebilmesi için ise; vücudunda sahip olduğu uzuvların hiçbiri tek başına yeterli değildir. İki tane fizik kuvvetinden destek alması şarttır. Bir bakterinin herhangi bir fizik kuvvetini bilmesi ve bu fizik kuvvetlerine hükmetmesi gibi bir durum elbette ki beklenemez. Üstelik bakteri, beyin gibi herhangi bir kontrol ya da karar alma organına da sahip değildir. Şüphesiz, Caulobacter’in yüzmesi canlının vücudundaki her uzvun bilgisine ve tüm fizik kuvvetlerine hakim olan Yüce Allah’ın ilhamıyladır. Bir ayette Rabbimiz’in her ilmin ve bilginin tek sahibi olduğu şöyle bildirilmiştir:
“Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”(Bakara Suresi, 32)
Kaynak: www.sciencedaily.com/releases/2008/11/081119151515.htm

Allah’ı Sevmeyen Bir Topluma Allah Mutluluk Vermez

  • Din ahlakından uzak  olan toplumların yaşadıkları huzursuzluğun ve bereketsizliğin sebebi nedir?
  • Dünyadaki tüm toplumların rahata ve huzura kavuşmalarının çözümü nedir?
  • Allah’ı samimi bir sevgiyle aşkla ve tutkuyla sevmek, O’nun sınırlarını korumak milletlere  neler kazandırır?
Bir toplumun refah, huzur ve mutluluk içinde olabilmesinin tek yolu millet olarak insanların    Allah’ı sevmesi ve Kuran ahlakını hayatın her kademesine uygulamasıdır. (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ı sevmeyen, Allah’ın varlığını -haşa- inkar eden Marksist Darwinist düşünce tarzını benimseyen, Allah’a yönelmeyen bir toplumu Allah çok zor bir duruma düşürür. Allah sevilmeden, Allah’a hayran olunmadan, Allah’a aşk duyulmadan bir toplumda bereket, bolluk ve huzur olmaz. Sadece sefalet, sıkıntı, azap, bölünme ve kahır olur. Elbetteki rahat ve huzurlu yaşamak için Allah sevilmez. Allah sevgisi fıtraten insanın içinde yaratılmış doğal, samimi, candan bir sevgidir ve vicdanımızın gereği olduğu için de Allah doğal olarak sevilir. Fakat hem birey olarak hem de toplum olarak coşkuyla Allah’ı daha çok sevmek ve daha çok bağlanmak gerekir. Bereket, bolluk, güzellik, iyilik, huzur, büyüme, güç, iktidar ve dünya hakimiyeti bu sırrın içindedir. Bu sırrın dışına çıkıldığında ise asla büyüme ve gelişme mümkün olmaz. Buna en iyi örnek Avrupa, Amerika ve Rusya’dır. Söz konusu ülkeler aslında her türlü ekonomik kaynağa sahiptirler. Üçüncü dünya ülkeleri ve gelişmekte olan ülkelerin pek  çoğunun kaynakları ve imkanları da yeterlidir. Durum böyle olmasına rağmen bu ülkelerin ekonomik kriz yaşamaları, ahlaki çöküş içinde olmaları ve çeşitli şiddet olaylarına sahne olmalarının nedeni genel olarak insanların Allah sevgilerinin az olması ve Marksist, Darwinist, ateist düşünce sistemini yaşamın her alanına yansıtmalarıdır. Bu sistem terk edilmediği sürece bu ülkeler istedikleri teknik önlemi alsalar, tüm ülkelerle yardımlaşsalar ve oldukça etkili propaganda yöntemleri kullansalar, dünyaca ünlü bilim adamlarını ve ekonomistlerini devreye soksalar bile, ızdıraptan, acıdan, manevi ve maddi bir çöküşten kurtulamazlar. Çünkü dünyanın süper gücü olarak görülen ABD dahil olmak üzere dünyadaki tüm gücü elinde tutan liderler, ülkeler ve halklar Allah’ın gücü karşısında aciz kalırlar. Unutulmamalıdır ki bütün güç ve kudret Allah’ın elindedir. İşte dünyadaki pek çok ülkeyi hatta Müslüman ülkelerini bile sıkıntıya düşüren en büyük neden birçok insanın bu gerçeği unutmuş olmalarıdır. Bir kısım insanlar bunu anlayamadıkları, maddeyi ve olayları (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’tan bağımsız zannettikleri için, yaşamakta oldukları sıkıntılı ortamdan kurtulamamaktadırlar. 

Küresel Mali Krizin Sebebi Allah’ın Emir ve Yasaklarının Göz Ardı Edilmesidir

Allahhuzur
Allah faizi haram kılmıştır. Ancak bazı ülkelerin ekonomilerini faiz sistemi üzerine kurmaları küresel mali krizin en büyük nedenidir. İnsanların birçoğu faiz sistemine göre tüm mali durumlarını ayarladıkları için bankalara yoğun yatırımlar yaparlar ve bu nedenle de piyasada para akışı, üretim, alım-satım çok düşük olur.
Bu gibi kişiler, bankaların göz alıcı tekliflerine aldanarak faizin kurtarıcı olacağını düşünürler. Parayı harcamayarak, bankalarda biriktirerek kısa yoldan kar elde edebileceklerine inanırlar. Bunun çöküşe uğramaz bir sistem olacağını sanırlar. Allah’ın haram kıldığı faiz gibi bir sistemi uygulamaktan dolayı zarara uğrayabileceklerini belki de hiç düşünmezler. Oysa Yüce Rabbimiz ayetlerinde faizin ekonomik çöküşe sebep olacağını belirtmiştir:
 “Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez.” (Bakara Suresi, 275-276)
Bir toplumra Darwinist materyalist sistemin genel düşünce prensibi olan  “güçlü olan zayıf olanı ezer” şeklindeki yanlış mantık ahlak kaidesi haline getirilmişse, Allah’ın insanların Kendisi’ni sevmelerini emreden, herşeyin Kendi kontrolü altında olduğunu bildiren hükümleri göz ardı edilirse Allah bu toplumlara Kahhar (Kahreden, herşeye, her istediğini yapacak surette galip ve hakim olan) isminin tecellisi olarak zorluk ve sıkıntı verir. Örneğin ekonominin “vahşi kapitalizme” dönüştüğü bir sıkıntı musallat eder. Sosyal adaletsizlik ve sonrasında da ülke ekonomisinin çöküşü kaçınılmaz bir son haline gelir.
Bir millet sıkıntı ve zorluklardan kurtulmayı hedefliyorsa, mutlaka Darwinist görüş ve anlayıştan ayrılmalı ve Allah’ı daha çok sevmeye başlamalı ve O’nun emir ve yasaklarının yer aldığı Kuran ahlakına yönelmelidir. Çünkü Darwinizm ekonomide zayıfların ezilmesini, acımasızca rekabet etmeyi insanlara telkin ederken, Kuran ahlakında zayıfa yardım etme, onu koruma, yardımlaşma ve merhamet vardır. Kuran ahlakına göre yaşandığında, Allah’ın yasakladığı faiz sistemi sona erer, paralar bankalarda saklanmaz. Tam tersine yoksula sadaka verilir, böylelikle yoksulun da alım gücü olur, bunun sonucunda üretim gereksinimi doğar, fabrikalar güçlü bir şekilde çalışmaya başlar, piyasa hareketlenir, alış ve satış görülmedik biçimde artar. Fakirlik sona erer, zengin olan da daha fazla zenginleşip huzurlu yaşar. Rabbimiz bir ayetinde bu gerçeği şöyle bildirir:
“İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır.” (Rum Suresi, 39)
Kuran ahlakının  esası  olan bu sistem Allah’ın emir ve yasaklarına uyulması ile mümkündür. Allah’ın emir ve yasaklarına uyulmasının temelinde ise O’nu sevmek  ve sevgisini daha çok kazanmak isteği yatar. Tüm mülkün Allah’a ait olduğunu bilmek, şimdi de gelecekte de insanı koruyup gözetenin Allah olduğuna kalpten inanmak ve Rabbimiz’e dayanıp güvenmek, toplumda huzurun  ve rahatlığın temelidir.

Dünyadaki Darwinist Sistem, İslam Cumhuriyeti Kurduğunu İddia Eden Arap Ülkelerini de Etkisine Aldığından Bu Ülkelerde de Gerçek Allah Sevgisi Yaşanmaz

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman Arap halkları Darwinist- komünist rejimler tarafından yönetilmeye başlamışlardır. Bu dönemde farklı ülkelerdeki Arap halkları savaşlar, etnik katliamlar, terörist eylemler ya da devlet baskısıyla yaşamak zorunda kalmışlardır. Birbiri ardına gelen komünist ihtilaller sürekli bir istikrarsızlık ve fakirleşme ile sonuçlanmıştır.
Arap komünizmi diğer komünist rejimler gibi her türlü zorbalığı kullanarak gücü elinde tutmuş ve sahte bir Arap milliyetçiliği maskesine bürünmüştür. Bölgede Osmanlı döneminde var olan, Allah sevgisine dayalı sevgi, şefkat ve merhamet ortamının yerini komünizmin vahşiliği, barbarlığı ve zorbalığı almıştır.
Allahhuzur2(1)

Günümüzde İslam Cumhuriyeti kurmak amacıyla devrim yaptığını iddia eden İran, Libya, Mısır ve Suriye gibi ülkeler gerçekte deccaliyet sisteminin eline düşmüştür. Bu ülkelerin halkları hatta pek çoğunun yöneticileri komünizmden nefret ettiklerini söylerler ancak örneğin İran’da Şah’ı görevinden almak için komünistlerle iş birliği yapmışlardır. İran devrimi yapılırken Çin, Rusya ve Avrupa komünistleri bu devrimi desteklemiş ve İran’da devrim bu şekilde yapılmıştır.
Darwinist sistemin etkisi altındaki ülkelerde yönetim biçimi, adı o şekilde konmamış bile olsa komünist rejimdir. Hükümeti Darwinist ve materyalist, ideolojisi komünistlik olan ülkelerde, komünizm gençler arasında da oldukça yaygın hale gelmiştir. Bu nedenle kimi zaman isimlerinde İslam Cumhuriyeti ibaresi olmasına rağmen bazı Arap ülkelerinde Kuran ahlakına uymayan bir ahlaki dejenerasyon rahatlıkla yaşanmaktadır. Oysa bu toplumlara gerçek Allah sevgisi anlatılsa, Allah sevgisi ve samimi iman bağı ile birbirlerine bağlanmış olsalar günümüzde yaşadıkları toplumsal şiddet olayları ve dejenerasyondan Allah’ın izniyle kurtulmuş olacaklardır.
Hurafelerle, komünist düşünceyi birleştiren bazı Müslüman ülkelerde, devlet materyalizmin kökeni olan diyalektik felsefeyi okullarda rahatlıkla okutmakta ve Darwinizmin geçersizliğini anlatmamaktadır. Dolayısıyla (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ın varlığını inkar eden bu sistemi devam ettirdikleri ve gerçek Allah sevgisini yaşamadıkları için bu ülkeler karmaşa ortamından kurtulamamaktadırlar.

Toplumlardaki Ahlaki Çöküşün, Dejenerasyonun, Ekonomik Krizin, Toplumsal Olayların Tek Çözümü Milletlerin Allah’ı ve Birbirini Sevmesidir

Allahhuzur3Kuran’da, “Nedeni şu: Bir kavim, kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.” (Enfal Suresi, 53)ayetinde Allah insanlar ahlakını, kişiliğini tavrını değiştirinceye kadar kendilerine nimet olarak bağışladığı mal, mülk, zenginlik, güç, iktidarı değiştirmeyeceğini bildirir. Bu, Yüce Rabbimiz’in çok açık bir kanunudur.
“Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.”(İbrahim Suresi, 7) ayetinde ise Rabbimiz bir başka gerçeğe dikkat çekmekte ve  şükrettikçe nimetini artıracağı ama aksi yapılırsa nimetini azaltacağını bildirmektedir. Eğer toplumlar;
  • º Allah’ın kendilerine bahşettiği doğal kaynakları şükretmeden kullanırlarsa,
  • º Yoksula ve yardıma muhtaç olan kişilere ve fakir ülkelere dağıtmazlarsa,
  • º Allah’ın yasakladığı hükümleri göz ardı ederlerse,
  • º Birbirlerini sevmek koruyup kollamak yerine birbirleriyle kavga ve mücadele eden bireylerden olurlarsa kısacası Allah’ın Kuran’da emrettiği güzel ahlakı uygulamazlarsa,
  • º Ve en önemlisi (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ı inkar eden Darwinist ve materyalist sistemleri resmi ideoloji olarak benimserlerse Allah da buna karşılık olarak onlara zorlu bir hayat yaşatır.  
Gerçekte her insan Allah’ı sevecek ve Kuran ahlakını yaşayacak fıtratta yaratılmıştır. Ateistler bile gerçekte Allah’ı severler ve fakat bu gerçeği kendilerine bile itiraf edemezler. Bu nedenle hiçbir insanın Allah’ı sevmemesi gibi bir şey mümkün değildir. Ancak asıl olan Allah’ı sevmede kararlı olmak ve ölünceye kadar hatta ölürken bile Allah sevgisini coşkuyla hissetmektir. Son anda bile gözlerin Allah sevgisini yansıtması gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu şekilde vefat etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) çok zorlu imtihanlardan geçmiş olmasına ve ağır hastalanmasına rağmen vefat etmeden önce son olarak gözünü göğe çevirmiş, Refik-i Ala “Yüce Dost’a” dedikten sonra gözlerini kapatmıştır. Cennetin en nadide çiçeği olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e itaat Yüce Rabbimiz’in emridir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gibi Allah’a sevgiyle bağlı olmak da bu itaatin bir parçasıdır. Bir ayette Allah toplumlar arasında da sevginin güçlü olması gerektiğini Allah’ın tecellisi olan insanlara da sevgi duyulmaması durumunda askeri, siyasi ve sosyal alanda gücün gideceğini şöyle bildirir:
“Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi , 46)
Allah’ı aşkla sevmek; Allah sevgisinin dünyadaki diğer tüm sevgilerin üstünde en şiddetli, en yoğun ve sürekli artan bir biçimde yaşanması, kalplerde  hissedilmesidir. Allah’a  kavuşmak için özlem     duymak, O’nun Zatına ve yarattıklarına karşı  güçlü bir sevgi beslemek ve bütün kainatı sevgi    gözüyle kucaklamaktır. Saymaya güç yetiremeyeceğimiz nimetlerine karşı olan hayranlığımızın   ve şükrümüzün bir sonucu olarak Yüce Allah’a coşkulu bir aşk ile kalpten bağlanmaktır. En çok O’na güvenmek, sadece O’nu yüceltmek, sadece O’nu hoşnut kılmaya çalışmak ve yalnız O’nu dost edinmektir.

Rabbimiz’i Aşk ile Sevmenin Önemi

Allahhuzur4
Allah’ı derin bir aşkla seven bir mümin Allah’ı gücendirmekten O’nun rızasından mahrum kalmaktan korkar. Cehenneme gitse bile ateşte yanmaktan ziyade Allah aşkını ifade edememek onu rahatsız eder. Bu nedenle Allah’a olan aşkını ifade edebilmek için Allah’ın emirlerine titiz olur, O’nu çok sever ve saygılı olur. Örneğin egoist ve bencil olmaz, şefkatli ve  koruyucu olur, nefsine düşkün çıkarlarının peşinde koşan biri olmaz, tam aksine fedakar olur. Çünkü fedakarlık,  merhamet ve af, sevgiyi devam ettiren bir güçtür. Sabırlı olmak, cesaret, sevecenlik gibi bütün güzel huyların kökeninde hep Allah aşkı vardır. Ruhtaki derinlik ve aklın kaynağı da Allah aşkına dayanır. İmanın gücü, coşkusu, Allah’ın tecellilerine olan sevgi kısacası gerçek sevgi, derinlik ve tutkunun kaynağı Allah aşkıdır. Bu aşk insan ruhunda tarifi mümkün olmayan çok şiddetli bir haz oluşturur ve kişinin iman ve akıl gücüyle orantılı olarak ruhunu çok şiddetle sarsan bir zevke dönüşür. Allah’ın mümin kullarına bu duyguyu yaşatması çok büyük bir nimettir. Bu aşkın samimiyet ve derinlikle elde edileceği Kuran’da çok hikmetli bir biçimde açıklanır:
“Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulba yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır.” (Lokman Suresi, 22)

Sayın Adnan Oktar'ın Hz. Davud (as)'dan itibaren şeceresi

adnanoktar secere_6

Almanya'nın Düsseldorf şehrinde fosil sergisi (Temmuz 2012)


Düsseldorf'ta bulunan büyük bir alış veriş merkezinde fosil sergisi gerçekleştirildi. Milyonlarca yıllık bitki ve hayvan fosillerinin yer aldığı sergiye Alman halkı büyük ilgi gösterdi. Almanya'nın çeşitli şehirlerinde fosil sergileri devam etmektedir.  
1d(1)
2d
3d

4d
6d
5d
7d
8d
9d
10d
11d

Güzel ahlak zorluk içindeyken anlaşılır

Peygamberlerin zorlu koşullar karşısındaki tutumları nasıldır?
İnsanların güzel ahlaklı olmaları için niçin zorluk yaşamaları gerekir?
zorluk1(1)
Yüce Allah kullarını aklın ihtiyarını almayacak şekilde imtihan eder. Bu imtihanda mutlaka zorluk olması gerekir. Konfor içinde olunursa imtihan olmaz. Çünkü insanlar konfor içinde yaşarken gerçek ahlaklarını gösteremezler. Yaşadıkları da imtihan değil keyif içinde yaşamak olur. İmtihan olmak için mutlaka zorluk gerekir, çünkü Allah’a derin aşkla olan bağlılık ancak zorluk anlarında belli olur. Örneğin peygamberlerimiz hapse atılmışlar, (peygamberlerimizi tenzih ederiz) delilik iftirasına maruz kalmışlar, fakat onlar herşeye rağmen yiğitçe, kararlılıkla din ahlakını tebliğ etmeye devam etmişlerdir. Bu nedenle hiçbir Müslümana, umutsuz ifadeler kullanmak ya da bahaneler öne sürmek yakışmaz. Kuran’da bildirilen ve peygamberlerimizin zorluklar karşısındaki sabırlarını ve güzel ahlaklarını örnek veren pek çok kıssa vardır. Allah ayetlerinde Müslümanların da bu güzel ahlaka sahip olmalarını öğütler.
Allah Peygamberleri Çok Zorlu Şartlarla İmtihan Etmiştir
Bazı insanlar, “zorluklar sadece bize geliyor, biz hastalanıyor, sıkıntılarla karşılaşıyoruz ama peygamberler daha kolay şartlarda imtihan oluyorlardı” gibi yanlış düşüncelere kapılabilirlerdi. Ancak Rabbimiz peygamberlerin çoğunun hayatında çeşitli zorluklar yaratmış, hatta onların şehitliğine imkan vererek, en zorlu koşullarla imtihan edildiklerini fakat bu zorlu koşulların onların Allah’a olan yakinlerini artırdığını göstermiş, onların sahip oldukları güzel ahlakın tüm Müslümanlara örnek olmasını istemiştir.
Mübarek peygamberlerimizin tüm Müslümanların sahip olması gereken bu güzel tavırlarına bazı örnekler şunlardır:
Hz. Yunus (a.s.), balığın karnında bulunduğu o zorlu süre boyunca Allah’a yönelmiş ve ayette bildirildiği üzere  “...içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.”(Kalem Suresi, 48) Bu zorlu imtihan ortamında Allah’a kalpten yönelen Hz. Yunus (a.s.), Rabbimiz’in rahmeti ve şefkati ile balığın karnından kurtulmuş ve bir topluluğa peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Yunus (a.s.)’ın bu zorlu imtihanı, Kuran’da şu şekilde anlatılır:
“Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik. Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)
Hz. Eyüb (a.s.), kendisini saran şiddetli zorluk ve sıkıntılara rağmen o hali ile peygamberlik görevini şerefli şekilde sürdürmeye devam etmiştir. İçinde bulunduğu her türlü ağır şarta karşın, daima sabır göstermiş ve Allah’a olan tevekküllü tavrını devam ettirerek müminlere örnek olmuştur. Bu kutlu peygamberimizin içli duası bir ayette şöyle bildirilmiştir: 
“Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (Enbiya Suresi, 83) 

 


Hz. Yahya (a.s.) da büyük zorluklarla karşılaşmış, dönemin zorlu inkarcıları tarafından hapsedilmiş, çok zor anlarda bile namazlarını, ibadetlerini kesintisiz devam ettirmiştir. Başı kesilerek şehit edilirken de Allah’ı anmaş ve bu zorlu imtihanı Allah’ın yarattığını bilerek Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmuştur.
Hz. Zekeriya (a.s) dönemin baskıcı ve zorba kişilerinden kaçarak ağaç kovuğunun içine gizlenmiş, bu kişiler Hz. Zekeriya (a.s)’ı saklandığı ağaç kovuğunda bulduklarında ağacı biçerek bu mübarek peygamberi şehit etmişlerdir. Hz. Zekeriya (a.s.) testerenin sesini duymuş, fakat bu onun Allah’a olan bağlılığını arttırmış ve “Baki olan Allah’tır” sözlerini tekrarlayarak şehit olmuştur.
Hz. İsa (a.s.) da  münafıkların tuzaklarına karşı mücadele ederken aynı zamanda Roma yönetiminin ve askerlerinin baskısına maruz kalmış, hatta Hz. İsa (a.s)’ı şehit etmek üzere askerler evine gelmiş fakat Hz. İsa (a.s.) Allah’a olan teslimiyetini asla kaybetmemiştir. Allah, Hz. İsa (a.s)’ın bu teslimiyetine büyük bir mucize ile karşılık vermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir. Hz. İsa (a.s.)’ı ihbar eden Yahuda İskaryot’u ise Allah Hz. İsa (a.s.)’a benzetmiş ve Yahuda İskaryot’un tüm karşı çıkmalarına rağmen Romalı askerler onu Hz. İsa (a.s.) zannederek çarmıha germişlerdir. Yahuda İskaryot Hz. İsa (a.s.)’a kurduğu düzenin Allah tarafından bozulması ile çarmıhta can çekişerek feci şekilde ölmüştür. Ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
“Ve: “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)
zorluk2İnsanların Çok Güzel Ahlaklı Olması İçin Dünyada Zorluklar ve  Çile ile Eğitilmeleri Gerekir
Rabbimiz, “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155)ayetiyle dünya hayatında insanların nimetlerle olduğu kadar, sıkıntı ve zorluk ortamlarıyla da karşılaşabileceklerini bildirmiştir. Bir ayette Allah bu durumun bir hikmetini, “Andolsun, Biz sizden cehd edenlerle (çaba harcayanlarla) sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız).” (Muhammed Suresi, 31) sözleriyle açıklamıştır. Allah Kuran’da ayrıca, “İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3)şeklinde buyurmuştur.
Zorluk ortamları, kişilerin içlerinde yaşadıkları asıl karakterlerinin ortaya çıkmasına vesile olur. Bir insanın cesur mu yoksa korkak mı, cömert mi yoksa cimri mi olduğu; insaniyetli, vicdanlı, merhametli mi yoksa düşüncesiz ve bencil bir ahlaka mı sahip olduğu hep zor şartlar altında ortaya çıkar. Tüm hayatını, sahip olduğu herşeyi Allah’a adamış, Rabbimiz’in rızasını kazanabilmek için her türlü fedakarlığı göze almış bir insanın ahlakındaki üstünlük de yine bu şekilde anlaşılır. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırsa karşılaşsın, imanın verdiği şevk, azim ve iradeyle büyük bir sabır gösterir. En zor şartlarda bile elinden gelenin, güç yetirebildiğinin en fazlasını yapmaya, içerisinde bulunduğu zor koşullara rağmen başkalarına yardım etmeye çalışır. Allah‘ın bu tür şartları insanları denemek için özel olarak yarattığını, insanın refah içerisindeyken olduğu kadar zorluk içerisindeyken de güzel bir ahlak göstermekle yükümlü olduğunu bilir. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3)
Allah Her Zorlukla Beraber Bir Kolaylık Yaratmıştır
Allah’ın inananlara bir deneme olarak verdiği çeşitli sıkıntı ve zorluklar karşısında müminler hep üstün ahlak gösterirler. Bu sırada içlerinde şevk, huzur, sevgi ve saygı hazzı yaşarlar. Fakat burada özellikle vurgulanması gereken bir nokta tüm zorlukların yanında Allah’ın iman eden kullarına çok büyük güzellikler ve kolaylıklar verdiğidir. Allah pek çok ayetinde salih müminlerin işlerinde büyük kolaylıklar kıldığını bildirir:
zorluk3“Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi, 5-6)
“… Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara Suresi, 185)
“… Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız.” (Ala Suresi, 8)
“… Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. Bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür.” (Talak Suresi, 4-5)
“… Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir.” (Talak Suresi, 7)
Zorluk Anlarında Gösterdikleri Sabır ve Şevk   Müminlerin İhlaslı Ahlaklarının Bir Tecellisidir
Bir müminin en önemli özelliklerinden biri,  her işini Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için yapması yani ihlas sahibi olmasıdır. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı her hareketin hesabını ahirette vereceğini bilerek, Rabbimiz’i en fazla hoşnut edeceği umulan tavrı gösterir. Dolayısıyla daima sabırlı ve tevekküllüdür. Sabrının ve tevekkülünün sırrı ise, “Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49) ayetinde de bildirildiği gibi, her olayı Yüce Allah’ın kaderle yarattığını bilmesidir. Bu nedenle, zorluklar salih bir müminin sabrını ve tevekkülünü pekiştirir, bu özelliklerinin derece derece artmasına vesile olur.
Hiç kimse bir an sonra ne olacağını bilemez. Bunun ilmi sadece Rabbimiz’e aittir. Ancak Yüce Allah Kuran’da birçok ayeti ile her işlerinde Allah’a yönelen müminlerin sonunun hayır olacağını bildirmektedir. Bu nedenle zorluk zamanlarında neşe ve şevkle sabredip tevekkül eden bir müminin sabrettiği her saat, her dakika, hatta her saniye ahirette sonsuz nimetlerle donatılmış cennetle karşılık bulmasını sağlayabilir.  Soğuk, açlık, hastalık, hepsi sona erecek olan, süresi Rabbimiz Katında belirli, sadece dünyaya ait zorluk ve sıkıntılardır. Yüce Allah, imtihan olarak verdiği zorluklara sabretmenin karşılığında inanan kullarına cenneti müjdelemiştir:
“Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz.” (Nahl Suresi, 96)