İyi İnsan ve İman Eden İnsan Farklı Mıdır?

İyilik, insanların hayatları boyunca üzerinde en çok konuştukları ve düşündükleri kavramlardandır. Bazı insanlar, kendi belirledikleri ölçüler içinde “iyi insan olmak” ve “kendisini ve sevdiklerini kötü tavırlardan, kötü insanlardan korumak” için gayret eder. Kötülükten sakınmak için gösterilen bu çaba, elbette son derece önemlidir. Ancak yaşamları boyunca bu yönde çaba harcayan pek çok insan, kötülüğün aslında kendilerine ne kadar yakın olduğunu gereği gibi düşünmemiş olabilir. Çünkü Kuran ahlakına göre yaşamayan insanlar, iyiliği ve kötülüğü inançları, düşünceleri, hayata bakış açıları ve toplumsal eğitimleri doğrultusunda kendileri belirlemektedirler. Oysa gerçekte iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu öğrenebileceğimiz kaynak, Kuran’-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetidir. Allah, Kuran’ı insanlara doğruyu yanlışı bildirmek ve onları karanlıklardan nura çıkarmak için göndermiştir. Kuran’da iyilik ve kötülüğün neler olduğu ve insanı kötülüğe sürükleyen nedenler bildirilmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur:
“Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.” (Casiye Suresi, 21)
İyi İnsanlar ve İman Eden İnsanların Genel Ahlaklarındaki Farklılıklar
Bir insanın iyi ahlak özelliklerini barındırması elbette ki çok güzel bir vasıftır. Ancak bu kişi imanlı olmazsa bu iyi tavırlarını tam olarak güzel ahlaka çeviremez ve bunlarda süreklilik gösteremez. Ayrıca iman edenlerin bütün bakış açıları ve davranışları toplumda “iyi” olarak nitelendirilen insanlardan tamamen farklıdır. Birkaç örnekle bile bu gerçeği görmek mümkündür:
* İyi insanlar herhangi bir durumda, üstelik de uzunca bir süre tahammül edebilirler ve bu ilk anda güzel ahlak gibi algılanabilir. Ancak aslında tahammüllerinin bir sınırı vardır. İman edenler ise tahammül etmezler tam tersine büyük bir coşkuyla Allah için sabrederler. İşte bu nedenle konu ya da şartlar ne olursa olsun iman edenlerin sabırları taşmaz, kimi zaman ilk anda öfke duysalar da Allah korkuları nedeniyle bunu yenmeyi bilirler.
* İyi insanlar bazı hatalarda affedici olabilirler ancak hataları kendilerince büyük ya da küçük olarak nitelendirdikleri için bu da sürekli olmaz. Üstelik tekrarlanan hatalarda toleranslarının bir sınırı vardır. Müminler ise Kuran ahlakının bir gereği olarak herhangi bir hata ya da kaybın tekrar tekrar gerçekleşmesi durumunda dahi affedici olurlar. Allah’a tevekkül ederek, hayırlarını görmeye çalışırlar. Tevbeyi kabul edecek olanın Allah olduğunu bilir, kimseyi yargılamazlar.
* İyi insanlar başkaları için güzellikler yapabilir, hatta fedakar bile olabilirler. Ancak bunun takdir edilmesini ister, bir şekilde başkalarını haberdar eder ya da iyilik yaptıkları kişiyi minnet altında bırakabilirler. İman edenler ise hiçbir karşılık beklemeden, sadece Allah rızasını, Allah’ın hoşnutluğunu gözeterek iyilik yaparlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile bunu fark ettirmeden hemen başkalarına öncelik verirler. Üstelik tek bir konuda değil her konuda bu güzel ahlaklarını devam ettirirler.
iyiliginkaynagi
İşte bazı insanların “iman etmeye gerek olmadığı ama iyi bir insan olmanın yeterli olduğu” şeklindeki iddiaları sadece bu birkaç örnekte de görüldüğü gibi geçersizdir. İmansızlık insanın ruhunu körelten, bütün güzel özellikleri yavaş yavaş yok eden, iyiliklerin yerine kötülükleri getiren bir bela gibidir.
İmanlı Bir İnsan ile İmansız Bir İnsanın Her Hali Birbirinden Farklıdır
İman etmeyen ve dolayısıyla Allah’tan korkmayan bir insan, ne kadar kendine güvenli gibi görünmeye çalışırsa çalışsın gerçeği gizleyemez. Bu kişinin yüzüne baktığınız anda korkuyu, çaresizliği, bitkinliği, tedirginliği, bıkkınlığı hemen görmek mümkündür. Bazı insanlar bu bariz görüntüyü kendilerince, uykusuzluk, açlık, yorgunluk gibi sebeplere bağlamaya çalışsalar da gerçek açıktır. İmansızlığın getirdiği sıkıntılı hal, insanın hem bedenen hem de ruhen çökmesine, adeta yavaş yavaş yok olmasına sebep olur.
İman eden bir insan ne olursa olsun üzülmemesi gerektiğini bilir ve buna göre hareket eder, sabırlıdır, her zaman olgun ve asil tavırlar gösterir, itidallidir, ani olaylarda nasıl davranacağını bilir, çok sık zorluklarla karşılaşsa da hep rahat ve huzurludur.
iyiliginkaynagi4
Allah güzel ahlaklarında istikrar gösterdikleri takdirde, kullarının hayatlarından korkuyu, hüznü çekip alacağını, kötülüklerini örtüp bağışlayacağını ve onlara yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğini bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
“İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz.” (Ankebut Suresi, 7)
Allah’a tevekkül ettikleri için, her an huzur ve büyük bir rahatlık içinde yaşayan, her saniyelerinde neşeli, sevgi dolu, güzel ahlakta kararlı davranan insanlar müminlerdir ve tarihin her devresinde diğer insanlarla bir arada yaşamışlardır. Bu kişiler; her anlarını Allah yolunda hizmet ederek geçirirler, başlarına gelen tüm sıkıntılara, hastalıklara, acılara, yokluklara güzellikle sabrederler. Her ne olursa olsun, Allah’a olan derin aşkları onları güzel ahlaka yönlendirir ve bu nedenle de her işleri güzellik ile sonuçlanır. Bu insanlar “iyi insan olmaya” çalışmazlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için, Allah’ın dostu olmak için çalışırlar.
Unutulmamalıdır ki, insanların güzel bir hayat yaşamaları, gizli azaplardan kurtulmaları kendi davranışlarına bağlıdır. Rabbimiz insanlara mutlu olmanın, sıkıntılardan kurtulmanın yolunu göstermiş; bunun ancak Allah’ın gösterdiği hidayet yoluna uymakla mümkün olacağını bildirmiştir:
“... kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.” (Taha Suresi, 123)
Sayın Adnan Oktar İsra Suresi 7. Ayetini Tefsir Ediyor
İsra Suresi, 7; “Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz.”
ADNANOKTAR: “Ben iyilik ettim” diyor. Nerede iyilik ediyorsun? Beyninin içindeki görüntüye iyilik etmiş oluyorsun. Ben sana iyilik ettiğimde, iyi bir şey yaptığımda, beynimdeki senin görüntüne iyilik ederim. Dışarıda aslı vardır ancak, beynimdeki varlıkla ben bağlantı kuramam. Dolayısıyla kendi içimde kalmış olur.
iyiliginkaynagi2İyilik ettiğimde onun sevabı banadır. Kötülük edersem de benim aleyhime olur. “Kendinize iyilik etmiş olursunuz” diyor Allah ayette. Yani “dünyada, ahirette karşılığı iyi olur” diyor Allah. “Ve eğer kötülük ederseniz o da (kendi) aleyhinizedir.” Manen sıkılırsınız. İntikam almaya kalkarsan, öfkelenirsen, şüpheci olursan, şüphe insanı kasar. Sevgisizlik kasar. Kuşkuculuk azap verir. İntikam almaya kalkarsan tef gibi gerilirsin. Ama güzel huylu olursan bütün sinirlerin yatışır, kafan rahatlar, beynin açılır, neşe içinde olursun. Onun için diyor ki Cenab-ı Allah; “eğer kötülük ederseniz o da sizin aleyhinizedir.” “Sizi boğar” diyor. Ahirette de karşılığı cehennem olur. İyilik edersek de ahirette cennettir karşılığı. “Sonunda vaad geldiği zaman,” ebcedi 2019, Hz. Mehdi (a.s.)’a da işaret ediyor.
Sonunda vaad geldiği zaman,” Allah’ın vaadi Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkışı, geldiğinde. İsa Mesih (a.s.)’ın gelişi de yine Cenab-ı Allah’ın bize vaad ettiğidir. (Sayın Adnan Oktar’ın 28 Kasım 2010 tarihli röportajından)
Kuran’da insanlara bildirilen, kötülüğün iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri her insanın içinde bulunan ve kendisine sürekli olarak kötülüğü emreden “nefis”tir. Nefis durmaksızın verdiği telkinlerle insanları doğru yoldan uzaklaştırmaya ve onları felakete sürüklemeye çalışır. Kuran’da nefsin bu özelliği şöyle bildirilmektedir:
“(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir ...” (Yusuf Suresi, 53)
Allah’tan korkup sakınan kişi, karşısına çıkan her olayda Allah’ın rızasına ve Kuran ahlakına uygun bir tavır göstererek, hayatının her anında iyi davranışlarda bulunmuş olur. Çevresinde olup biten tüm olayların Allah’ın hakimiyetinde geliştiğini bilmesi, herşeye hayır ve hikmet gözüyle bakması, gizli veya açık yaptığı her tavrın ahirette karşısına çıkacağını düşünmesi kişiyi sürekli olarak doğru düşünmeye ve güzel davranışlarda bulunmaya sevk eder.
Şeytan İyiyi Kötü, Kötüyü İyi Göstererek İnsanları Aldatır
Şeytan, insanları Kuran ahlakına uymadıkları halde doğru yolda olduklarına ikna etmek için çok çeşitli sahte deliller öne sürerek kandırır. Bu delillere iman gözüyle bakmayan kimseler ise kolaylıkla ikna olarak tavırlarını, sahte gerçekler doğrultusunda şekillendirirler.
“Kim Rahman (olan Allah)’ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.” (Zuhruf Suresi, 36-37)
Kuran’da kötülüğü tercih edenlerin cehenneme, dünyadaki hiçbir azapla karşılaştırılamayacak sonsuz bir azabın içine sürülecekleri ve orada kalacakları ise şöyle bildirilmiştir:
“Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa onlar ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. “ (Bakara Suresi, 81)
Kuran’da bildirilen gerçek iyilik, Allah’tan korkan ve sınırlarını koruyan kimselerin davranışlarıdır. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirir: “... ama iyilik sakınan(ın tutumudur)...” (Bakara Suresi, 189)
Kaynak: http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/161115/Iyi-Insan-ve-Iman-Eden-Insan-Farkli-Midir

Samimiyet İrade Ve Kararlılık Gerektirir


İnsanların Bir Kısmı Vicdanları Yerine Çıkarları Doğrultusunda Kararlar Verebilirler

Her insan, bir konuda yapılması gereken en doğru ve en isabetli tavrın ne olduğunu bilecek şekilde yaratılmıştır. Allah her insanın vicdanına en iyiyi ve en doğruyu ilham eder. Dolayısıyla her insan, her şartta yapılması gereken en güzel tavrın ne olduğunu bilmektedir. Ve istediği takdirde, vicdanının kendisine gösterdiği bu doğruluğu, sözlerine de en mükemmel şekilde yansıtabilir.
Ancak işte insanın içten içe bildiği bu doğruları bir de uygulama safhası vardır. Bu noktada insan yine vicdanıyla baş başa kalır. Çok iyi bildiği doğrular ile, nefsine ve çıkarlarına daha uygun olan tavırlar arasında bir tercih yapmak durumundadır. Ve çoğu insan bu noktada, doğrulardan yana değil, kendi isteklerinden, rahatından ve menfaatlerinden yana tavır koyar. Öncesinde iyilikten yana ne kadar istekli, kararlı ve şevkli olursa olsun, uygulama anı geldiğinde, bu yüksek ahlakı hayata geçirmede irade gösteremez.
İnsanlarda görülen bu ahlak eksikliklerine dair günlük hayatın içinden pek çok örnek vermek mümkündür. Bu örneklerden bazıları şöyledir:

  •  Her insan, zor durumda kalan muhtaç birine yardım edilmesi gerektiğini bilir ve bunu tüm ayrıntılarıyla vurgulayarak savunur. Hatta bu kimseler, bu ahlakı uygulamayan insanlar hakkında ciddi şekilde kınayıcı açıklamalar yaparlar. ‘Kendileri söz konusu olsa, mutlaka mazlumdan yana tavır koyacaklarını’ anlatırlar. Ancak aynı şartlar kendi başlarına geldiğinde, bu erdemli tavır konusunda irade ve kararlılık gösteremezler.


  •  Trafikte kazayla bir yayaya çarptıklarında ya da bir başkasının çarpıp kaçtığı yaralanmış bir kimseyi gördüklerinde, çok hızlı bir ‘nefis, menfaat ve vicdan muhasebesi’ yaparlar. Bu yaralı insana sahip çıkmanın kendilerine getireceği zarar ve tehlikeleri düşünür ve vicdanen üzerlerine düşen sorumluluktansa, kendi açılarından oluşacak riskleri daha önemli görürler. Ve hiç tereddüt etmeden bu kişiyi sokak ortasında bırakıp giderler.

  •  Aynı şekilde dürüstlüğün öneminden bahsetmek söz konusu olduğunda, hemen her insan bu konuda da çok çarpıcı açıklamalarda bulunurlar. Ama hayatlarının pek çok aşamasında, bu konudan da kolaylıkla taviz verebilirler. Örneğin yakın bir dostlarını korumak söz konusu olduğunda, tanımadıkları bir kişinin ezilmesine hiç düşünmeden göz yumabilirler.

Bazı İnsanların Kendi Eksikleri Konusunda Gösterdikleri Samimiyetsiz Tavırlar
İnsanların çoğu zaman büyük bir kararlılıkla konuşup, sonrasında kararlılık gösteremedikleri konuların bir kısmı da genellikle kendileriyle ilgilidir. Bazı insanlar kişiliklerindeki, ahlaklarındaki ve tavırlarındaki yanlışlıklar hakkında çok net konuşmalar yaparlar. Bunların yanlışlığını ne kadar iyi gördüklerini belirtir, kendilerini değiştirmeleri gerektiğini anlatırlar. Eksik yönlerinin yerine uygulayacakları güzel davranışları bütün detaylarıyla açıklarlar. İlk fırsatta, bambaşka bir insan olarak, en güzel ahlakı ve en mükemmel kişiliği göstereceklerini anlatırlar. Hatta yakınlarına bu konuda çok samimi ve yürekten sözler verirler. Ancak bu noktada da, çoğu insan anlattığı doğruları hayata geçirme konusunda kararlılık gösteremez. Bu konudaki hatalı davranışlara şöyle örnekler verilebilir:
  •  Kumar ya da içki alışkanlığından dolayı hayatı perişan olan, büyük borçlar altına giren, sahip olduğu her şeyi kaybeden, çevresinde dostu yakını kalmayan bir insan, büyük bir pişmanlıkla bu bağımlılıklarını kesin olarak terk edeceğini anlatarak insanların affediciliğine sığınır. Ancak bu alışkanlıklarına geri dönebileceği imkanları ilk elde ettiği anda, verdiği bütün sözleri unutarak, koşarak eski hayatına döner.

  •  Söylediği yalanlar dolayısıyla başına tehlikeli işler açan bir insan, yaptığının yanlışlığını görerek, yalanın kötülüğü üzerine çok samimi konuşmalar yapar. Bir daha yalan söylememek için gerçekten de ciddi kararlar alır. Ancak nefsiyle ilk çatıştığı ve ilk zorlandığı anda tekrar hemen yalana sığınır.


  •  Çok sinirli olan bir insan da her ne kadar zorlayıcı bir ortamla karşılaşırsa karşılaşsın asla sinirlenmemeye gayret edeceğine söz verir. Ya da çok kibirli, benmerkezci ve kendinden başkasının sözüne uymayan, herkesin yalnızca kendisine saygı duymasını isteyen ters mizaçlı bir insan da, bu kötü huylarını kesin olarak terk edeceğini anlatır. Bunların kötülüğünü ve bunun yerine uygulanması gereken güzel ahlakın önemini dile getirir. Benzer şekilde tartışmacı bir insan da, karşısına ne tür bir durum veya ne tür insanlar çıkarsa çıksın, kimseyle iddialaşmayacağına, tartışmayacağına, alttan alıp hoş göreceğine, yatıştırıcı bir ahlak sergileyeceğine söz verir.
Tüm bu örneklerdeki insanlar, yanlış olan bu tavırlarından sıyrılıp güzel ahlak gösterme konusunda ne kadar şevkli olduklarını samimiyetle dile getirirler. Ancak ne var ki, yine uygulama anı geldiğinde, insanlar sanki bu samimi analizleri hiç yapmamışlar gibi kendi kişiliklerini tüm eksiklikleriyle tekrar ortaya koyarlar.
İşte tüm bu örneklerde anlatılan insanların, uygulamada başarısız olmalarının önemli bir sebebi vardır: ‘Allah korkusunun eksikliği’...


Samimi insan, Allah korkusu ve Allah’a olan derin sevgisi nedeniyle doğruyu yanlıştan rahatlıkla ayırt eden, Kuran’a göre doğru olanı mutlaka uygulayan, Allah’a yakınlık ve sevgi konusunda sınır tanımadan dinin tüm gereklerini en doğru ve en kesin biçimde uygulayan insandır. Dolayısıyla samimiyet, Allah korkusuyla, Allah’a yakınlık ve sevgiyle ortaya çıkan, Kuran’da tarif edilen şekliyle yaşanan bir ahlaktır.
Allah Korkusu, Kararlı ve Samimi Olmayı Sağlarsamimiyet2
Bir insanın, kötü olanı terk edip, bunun yerine iyi olan tavrı istikrarlı ve kararlı bir şekilde uygulamasını sağlayabilecek unsur, yalnızca insanın ‘Allah’tan içi titreyerek saygıyla korkup sakınması’dır.
Aksi takdirde insanları kendi çıkarlarını tercih etmelerinden alıkoyabilecek, kendi nefislerinin istekleri doğrultusunda hareket etmelerini engelleyebilecek itici bir güç yoktur. Konuşmak her insan için çok kolaydır. Hatta çoğu zaman o kişiyi insanlar arasında yüceltecek bir fırsattır. Bu nedenle her insan ‘iyiliğin ne olduğu’ konusunda çok çarpıcı konuşmalar yapabilir. Ama mühim olan ‘sadece konuşan değil, aynı zamanda da uygulayan insan olabilmek’tir.
Allah Kuran’da ‘uygulamada kararlılık gösterebilme’nin daha hayırlı olduğunu şöyle bildirmiştir:

“İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu.” (Fussilet Suresi, 21)
“Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti).” (Saf Suresi, 2-3)
Allah her insana doğruyu ilham etmektedir. Ancak nefis ve şeytan, doğruyu uygulamaktan alıkoymak için insanı türlü bahanelerle kandırmaya çalışır. İnsanın iyiyle kötü arasında karar vermesini gerektiren kısa bir an vardır. İşte o anda, içinde bir yerlerde bir ses kendisine, “Şöyle yap” diye iyi olanın ne olduğunu mutlaka hatırlatır. Nefsi de diğer yandan ona, “Ama bu daha önemli” diyerek insanı kötü olana çağırır. İnsan o anda hızla bir karar verip bu seslerden birini seçer. İşte Allah’tan çok korkan insan, vicdanından gelen sesi duymazdan gelemez. Nefsi ne kadar zorlarsa zorlasın, o anda kendi menfaatlerini ezmekten dolayı canı ne kadar yanarsa yansın, mutlaka vicdanının gösterdiği doğruyu uygular.

Kuran’da müminlerin bu derin Allah korkuları ve bunun sonucunda ulaştıkları güzel ahlak şöyle haber verilmiştir:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29)
“Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.” (Yasin Suresi, 11)
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal Suresi, 2)
“(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” (Nur Suresi, 37)
Gerçek iman ve Allah korkusunun en önemli göstergelerinden biri kişinin samimiyetidir. Bir insan Allah’a olan inancındaki, Kuran’a uymadaki ve güzel ahlakı yaşamadaki samimi azmi ve çabası ölçüsünde takva özelliği kazanır.
Eğer insan vicdanını şeytani düşüncelerle kirletmiyorsa, vicdanından gelen her uyarı ve tavsiyeye tereddütsüz uyuyorsa, Allah’tan korkup sakınarak nefsinin olumsuz telkinlerine karşı koyuyorsa, bu insan samimiyeti en güzel şekilde yaşıyor demektir.

Bitkiler Hangi Yöntemlerle Nesillerini Devam Ettirirler?


Üremeleri İçin Yaratılmış Sistemler

BTk1

Her bitkinin polenlerini göndermek için kendine özgü bir yöntemi ya da kullandığı bir mekanizması vardır. Bitkilerden kimileri böcekleri kullanırlar, kimileriyse rüzgarın özelliklerinden faydalanırlar. Bitkilerin döllenmesinde kuşkusuz ki en önemli nokta, her bitkinin yalnız kendi türünden olan bir bitkiyi dölleyebilmesidir. Bu yüzden doğru polenlerin doğru bitkiye gitmesi son derece önemlidir. Bitkilerin bu amaçla sahip olduğu sistemler Allah’ın yaratma sanatının örneklerindendir.
  •  Rüzgar yolu ile döllenen bitkilerde döllenmenin güvence altına alınabilmesi için polen üretimi çok fazladır. Örneğin, çam ağaçlarında her bir erkek kozalak yılda 5 milyondan fazla, tek bir ağaç ise 12,5 milyar civarında polen üretmektedir. Kayın ağacında bu rakam 2 milyar civarında, cevizde 2 milyon, fındıkta ise 5 milyon civarındadır.
  •  Rüzgar aracılığıyla taşınan polenler bir süre havada kaldıktan sonra yere düşerler. Açık tohumlu bitkilerden özellikle çamgillerde polenler iki hava keseciğine sahiptir. Bu nedenle polenler çok uzak mesafelere taşınabilirler. Örneğin çam polenlerinin yüksek hava akımları aracılığıyla 300 km. uzağa taşındığı belirlenmiştir.
  •  Hanımeli bitkisinin (Lonicera caprifolium) eflatunumsu ya da pembemsi beyaz çiçekleri özellikle gece kelebeklerini çekmek için akşam saatlerinde açılır. Çünkü ince ve uzun boyunlu bir huni biçiminde olan çiçeklerin balözü her böceğin kolay kolay ulaşamayacağı kadar derindedir. Bu yüzden tozlaşmasını yalnızca uzun dilli bazı gece kelebeklerine borçlu olan bu çiçeklerin geniş ağızlarındaki iki dudak gündüzleri kapalı durur. Ama akşamları çiçekler açılınca alt kısım aşağıya doğru sarkar ve ortadaki stamen denilen erkek organı açığa çıkar. Böylece çiçeklerin çekici kokusuna kapılarak huninin dibindeki kesecikten tatlı balözünü emmeye gelen gece kelebekleri, çiçeklerin üzerinde uçuşurken stamendeki çiçek tozları üzerilerine bulaşır. Buradan aldıkları çiçek tozlarını dişi organın tepeciğindeki yapışkan sıvıya bulaştırmalarıyla birlikte döllenme gerçekleşir. Görüldüğü gibi bitkinin üremesi ile gece kelebeklerinin beslenmesi arasında kusursuz bir uyum vardır.
  •  Hercai menekşelerin hepsi eşit büyüklükte olmayan ve her birinde genellikle iki ayrı renk bulunan, beş tane kadifemsi taç yaprakları vardır. Taç yapraklarının arkasında, balözü içeren birer uzantı ya da mahmuz bulunur. Çiçeğe gelen arılar bu tatlı sıvıya ulaşabilmek için daha büyük olan en alttaki taç yaprağa konarlar. Böylece arılar balözünü emerken çiçeğin erkek organlarında bulunan çiçek tozları da arıların tüylerine yapışıp kalır. Arıya yapışmış olan çiçek tozlarının aynı çiçekteki dişi organın tepeciğine bulaşmasını önlemek üzere tepeciğin üzeri koruyucu bir kapakla örtülüdür. Ama arılar bir çiçekten uçup başka bir hercai menekşe çiçeğine konduklarında, balözü emebilmek için bu kapakçığı hortumlarıyla açarlar ve bir önceki çiçekten getirdikleri çiçek tozlarının bir bölümünü dişi organın tepeciğine bırakırlar. Böylece çiçekler döllenerek meyveye dönüşürler. Meyve olgunlaştığında çatlayarak kayık biçiminde üç parçaya ayrılır ve içindeki tohumları çevreye saçar. Görüldüğü gibi arılar sayesinde gerçekleşen bu döllenme işlemindeki tüm detaylarda muazzam detaylar vardır. Bu detayları ortaya çıkartan akıl ise elbette ki arının ya da çiçeğin kendisine ait değildir. Bu aklın sahibi alemlerin Rabbi olan Allah’tır.
  •  Coryanthes orkideleri, döllenmek için özel olarak hazırlanmış karmaşık bir üreme sistemine sahiptirler. Arıları tuzağa düşüren kompleks bir kapanla polenleşmeyi gerçekleştirirler. Orkidenin dikey kenarlı odacıklarında bir sıvı vardır. Bu sıvı, böcekleri etkileyen ve onları uyutan bir maddedir. Bu yüzden çiçeğin yakınında dolaşan arılar kaçınılmaz bir şekilde içine düşerler. Çiçeğin içine düşen böcek için tek bir çıkış yolu vardır. Dar bir yokuş şeklinde bir doku olan ve seviyesi böceğin düştüğü sıvının yüzeyiyle aynı olan bu tek çıkış yolunu bulana dek böcekler bu sıvının içinde yüzerler. Çıkış yolunu bulmaya çalışırken arı polenlerin bulunduğu stigmanın (tepecik) ve erkeklik organının altından geçer. Bu sırada çiçeğin iki polen kesesi böceğin arka kısmına yapışır. Bu arada böcek dışarı çıkış yolunda ilerler ve sonunda çiçekten dışarı çıkar. Arı uçar, fakat genellikle aynı tecrübeyi başka bir çiçek üzerinde aynı tuzağa düşerek tekrar yaşar. Arı yeni çiçeğe gittiğinde çiçeğin tepeciği polenleri erkeğin sırtından alır ve bu şekilde döllenme başlar.
  •  Canlılar arasındaki uyum Allah’ın sonsuz gücünü ve üstün aklını kanıtlayan delillerden sadece bir tanesidir. Bu uyum çiçeklerle böcekler arasında olduğu gibi çoğu zaman çok şaşırtıcı şekillerde ortaya çıkar. Çiçeklerin nektarları genellikle boyuncuk denen organlarının dip kısımlarında bulunur. Bu organın boyu ise çiçeklere göre değişiklik gösterir. Boyuncuğun çok uzun olduğu bazı çiçeklerin döllenmek için özel ağız yapısı olan böceklere ihtiyaçları vardır. Örneğin Allamanda çiçeklerinin nektarını ancak boyuncuğun dibine ulaşmayı başarabilen uzun dilli böcekler ya da arılar toplayabilir. Özellikle uzun dilli arılar, Allamanda çiçeklerinin sürekli ziyaretçilerindendir.
  •  Avustralya’daki Rhizenthella gardneri adlı orkide bütün ömrünü toprak altında geçirir. Orkidenin gövdesi çok kırılgandır ve ucunda tek bir çiçek vardır. Gövdesinin etli beyaz ve leylak renkli bölümünde kırmızı ve pembe renkli çiçekleri bulunur. Yaprakları ise saydamdır. Fotosentez yaparak besin üretmesini sağlayan klorofil maddesine sahip değildir. Bu orkidenin bütün besinini gövdesinin içine uzantılarını salmış olan bir mantar türü sağlar. Görüldüğü gibi toprak altında yetişen bir bitkinin büyüyebilmesi için gerekli olan sistem özel olarak yaratılmıştır. Orkide ve mantarın birarada yaşamasıyla ortaya çıkan bu birliktelik hiç kuşkusuz ki Allah’ın yaratma sanatının örneklerinden biridir.
  •  Güney Asya’nın bataklık ormanlarında yaşayan dünyanın en büyük çiçeği Rafflesia, kendisi gibi dev yapılı Amorphophallus çiçeği ile birlikte yaşar. Kırmızı, sarı ve mor gibi son derece canlı renklerle süslenmiş olan bu harika görünüşlü çiçekler, oldukça kötü kokuludurlar. 8-10 kg. arasındaki ağırlığıyla bilinen Rafflesia, mantarlar kadar dayanıklıdır. Dev cüssesine rağmen ağırlığı fazla olmadığı için, mantar gibi ağaçların kökleri üzerinde rahatlıkla asalak olarak yaşayabilir. Rafflesialar asalak olarak yaşamaları sayesinde, bataklıktan karşılayamadıkları mineral ihtiyaçlarını da beraber yaşadıkları bitkiden karşılamış olurlar.
Farklı Beslenme Yöntemleribtk2
Baklagil familyasındaki bitkiler azot yönünden fakir topraklarda da rahatlıkla yetişirler. Çünkü baklagillerin köklerindeki düğümlerde bulunan bakteriler atmosferdeki azotu doğrudan kullanabilirler. Böcekkapanlar gibi etçil bitkiler ise, yakalayıp sindirdikleri kurbanlarının proteinlerinde bulunan azotu kullanırlar. Baklagiller cinsinden bitkilerin (mesela bezelye, yonca veya üçgül gibi) köklerindeki “nodozite” denen yumrucuklarda “rhizobium” cinsi bakteriler bulunur. Bitki bakteriye kompleks organik maddeleri (glüsitler gibi), bakteri ise bitkiye atmosferden aldığı azottan üretmekte olduğu azotlu maddeleri (aminoasitler ve mineral tuzlar biçiminde) sağlar.

Savunma Sistemleri
Bitkiler kendilerini düşmanlarından bir şekilde korumak zorundadırlar. Bu korunma her bitki türüne göre çeşitlilik gösterir. Örneğin bazı bitkiler, parazitlere ve böceklere karşı çeşitli salgılar üreterek düşmanlarıyla mücadele ederler ve kendilerini ancak bu şekilde korurlar. Bir numaralı savunma silahları olan zehirli kimyasal salgılarını gereği gibi kullanabilmek için de çok çeşitli stratejiler kullanırlar.
  •   Isırganotu denen otsu bitkilerin yapraklarının üst yüzeyinde pek sert olmayan ince tüyler ve her tüyün dibinde yakıcı bir sıvı içeren küçük kesecikler bulunur. Bu kesecikler bitkinin savunma mekanizmasıdır. Bitkiye bir canlı dokunduğu anda bu tüylerin keskin uçları o canlının derisini deler ve keseciklerde bulunan yakıcı sıvı deliklerden içeriye sızarak deriyi kızartır, kaşıntı ve ağrıya neden olur.
  •  Catchy bitkisinin yapışkan taç yaprakları böcekleri yakalamaya yarar. Etobur bitkiler genellikle yakaladıkları böcekleri protein ihtiyaçlarını gidermek için kullanır. Catchy bitkisinin, Venüs bitkisi gibi etobur bitkilerden farklı bir yönü vardır. Bu bitkinin amacı protein ihtiyacını karşılamak değildir. Catchy bitkisinin yapraklarındaki yapışkanlık, içeriye izinsiz girerek yumurtalarını bırakan ve larvalarını bitkinin içinde büyüten böcekleri uzaklaştırmaya yaramaktadır.
  •  Çam, ladin gibi iğne yapraklı ağaçların çoğunda yapraklar ezildiği zaman keskin ve hoş bir koku yayılır. Bu kokunun kaynağı, bitkinin gövdesinde, dallarında, yapraklarında ve kozalaklarında oluşan yapışkan bir maddedir. Reçine denen bu madde bitkinin zararlı böceklerden, mantar ve öbür asalaklardan korunmasını sağlar. Çünkü kokusu bize hoş gelen reçinenin yapısında, gerçekte ağaca zarar verebilecek tüm bu canlıları öldürebilecek kadar güçlü zehirli maddeler vardır.
  •  Kelebekler çalı çiçekli bitkilere yanaşmazlar. Çünkü bu tür çiçekler savunma sistemlerinin içinde “sinigrin” adlı bir zehir maddesi bulundururlar. Buna karşın kelebekler zehir maddesi taşımadıklarını bildikleri salkım çiçekli bitkileri tercih ederler. Buradaki ayrımı kelebeklerin nasıl öğrenmiş olabilecekleri ayrıca cevap bekleyen bir sorudur. Kelebeğin bunu tecrübe ederek öğrenmesi imkansızdır. Bitkinin tadına bakması kelebeğin sonu olacaktır. Açıktır ki bu, ona Allah tarafından özel olarak verilmiş bir savunma sistemidir. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlayan Allah yeryüzündeki tüm bitkilerin bulundukları ortamda gereken her türlü ihtiyaçlarını yaratmıştır. Allah her şeyin hakimidir. Tüm evrende olan biten her şeyden haberdardır. Yüce Allah bir ayetinde bu gerçeği bizlere şöyle bildirmektedir:
“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar... " (Secde Suresi, 5)

Allah’ın Yaprak Damarlarında Yarattığı Sanat


Yapraklar; hem genel yapı olarak, hem de mikrobiyolojik açıdan her yönüyle en fazla enerji üretimini sağlamak üzere yaratılmış çok detaylı ve kompleks sistemlere sahiptirler. Yaprağın enerji üretebilmesi için ısı ve karbondioksidi dış ortamdan alması gerekir. Nitekim yapraklardaki tüm yapılar da bu iki maddeyi kolaylıkla alacak şekilde yaratılmıştır.

Allah Yaprakların Dış Yüzeyinde Bitkilerin Varlığını Sürdürecek Pek Çok Özellik Yaratmıştır

  • ‘ Yaprakların dış yüzeyleri geniştir:

Yaprakların bu özelliği fotosentez için gerekli olan gaz alışverişlerinin (karbondioksidin emilmesi ve oksijenin atılması gibi işlemlerin) kolay gerçekleşmesini sağlar.
  • ‘ Yaprağın yassı biçimi tüm hücrelerin dış ortama yakın olmasını sağlar:

Yaprakların yassı şekli sayesinde gaz alışverişi kolaylaşır ve güneş ışınları, fotosentez yapan hücrelerin hepsine ulaşabilir. Bunun aksi bir durumu gözümüzün önüne getirelim. Yapraklar eğer yassı ve ince bir yapıya değil de herhangi bir geometrik şekle ya da anlamsız rastgele bir şekle sahip olsalardı yaprak fotosentez işlevini sadece güneş ile doğrudan temas eden bölgelerinde gerçekleştirebilecekti. Bu da bitkilerin yeterli enerji ve oksijen üretememesi anlamına gelecekti. Bunun canlılar için en önemli sonuçlarından biri de hiç kuşkusuz ki yeryüzünde bir enerji açığının ortaya çıkması olurdu.
  • ‘ Yapraklar ışığa duyarlı olarak yaratılmıştır:

Yapraklar ışığa duyarlı olduğu için ışık kaynağına yönelme, yani fototropizm adı verilen olay gerçekleşir. Bu, saksı bitkilerinde de rahatça gözlemlenen, bitkilerin yapraklarını güneşin geldiği yöne doğru çevirmesine neden olan olaydır. Bitki böylelikle güneş ışığından daha fazla faydalanabilir.
Yaprak Damarlarındaki Özel Yaratılış
Allah dünyanın farklı bölgelerinde farklı bitkiler ve bu bitkilere ait çeşitli yapraklar yaratmıştır. Geniş yapraklardaki ana damarlar, yaprak yüzeyinde birbirlerinden uzaktır.  Küçük yapraklardaki ana damarlar ise yaprak yüzeyinde birbirlerine çok yakın, neredeyse üst üste yerleşmiştir. Yaprak ve damar genişliği arasındaki bu ilişki, yaprağın fiziksel yapısına, fotosentez ve terleme gibi fizyolojik etkinliklerine bağlıdır.
Yaprağın büyüklüğü bitkilerin çevrelerine uyumunu belirleyen özelliklerden biridir. Genellikle dar ve küçük yapraklı bitkiler, kuru ve güneşli ortamlarda bulunurlar. Bu bitkilerin, küçük yapraklarındaki damar desenleri de kuraklığa dayanıklı olarak yaratılmıştır. Allah kurak bölgelerde yaşayan bitkilerin yaprak damarlarını kuraklık boyunca suyun kolay taşınmasını sağlayacak şekilde birbirine çok yakın olarak yaratmıştır. Ayrıca yaprakların etrafı çok ince durgun bir hava katmanı ile çevrilmiştir. Bu hava tabakası yaprağın şiddetli güneş ışığı altında çok fazla ısınmasını engeller. Diğer taraftan bu hava katmanı sayesinde yapraklar daha hızlı soğur. Bu şekilde Allah küçük yapraklı bitkilerin çok sıcak ve kuru iklim şartlarının hüküm sürdüğü alanlarda rahatlıkla yaşamalarını sağlar.
Küçük yapraklardaki ana damarların hem birbirlerine çok yakın olmasının hem de birim yaprak alanı başına düşen ana damarların uzunluğunun ve sayısının çok fazla olmasının bir hikmeti daha vardır. Ana damarların uzunluğunun ve sayısının fazla olması, kuraklık sırasında suyun daha etkili bir şekilde taşınmasını sağlar.
Küçük yapraklarda damarların yoğun olarak yaratılmasının bir diğer sebebi de damarların herhangi bir yerinde bir tıkanıklık olduğunda suyun rahatça taşınması için alternatif yollar bulunabilmesidir.
Yapraklar bitkilerin hem nükleer enerji üreten santralleri, hem besin üreten fabrikaları, hem de önemli reaksiyonları gerçekleştirdikleri laboratuvarlarıdır. Yaprakların özel yaratılışı, bulundukları iklim koşuluna, hayat sürelerine ve saldırıya uğrama ihtimallerine göre de değişir. Yaprakların sahip olduğu yapıların tümü, Allah’ın üstün yaratmasının bir sonucudur. Ayette şöyle buyrulur:
“O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.” (Enam Suresi, 99)
Bitki Yapraklarının Damarları Kusursuz Bir Düzen İçinde Yaratılmıştıryaprakdamarlari3
Bitkilerin yaprakları birbirini izleyen iki aşamada gelişir. İlk aşamada yapraklar tomurcuk şeklinde büyümeye başlar. İlerleyen zaman içinde büyüme ve gelişme belirgin bir şekilde hızlanır ve yaprak kısa bir süre içinde gerçek büyüklüğüne ulaşır. Yaprağın ana damarları çok yavaş geçen ilk aşamada oluşur ve hızlı gelişme sürecinin devam ettiği ikinci aşama başlamadan evvel ana damarların yaprak üzerindeki sayısı ve yoğunluğu son halini alır. Hızlı gelişme sürecinin yaşandığı ikinci aşama sırasında ana damarlar yaprağın uzunluğuna ve genişliğine bağlı olarak birbirlerinden uzaklaşır, yaprak yüzeyinde yayılır ve kalınlaşırlar. Bu esnada ara damarlar ana damarların arasında gelişir. Yaprak gelişimini tamamlandığında ara damarların dallanması da tamamlanır.
Görüldüğü gibi küçük yeşil bir cisme son derece kusursuz bir şekilde sığdırılmış kompleks yapılar vardır. Yapraklardaki bu kompleks sistem, milyonlarca yıldır kusursuzlukla işlemektedir. Peki bu sistemler nasıl olup da bu kadar küçük bir alana sığdırılmışlardır? Yapraklardaki kompleks özellikler nasıl oluşmuştur? Bu kadar mükemmel ve örneksiz bir yapının kendi kendine oluşması mümkün müdür?
Bu sorular evrim teorisini savunanlara sorulacak olursa alınacak cevaplar her zamankilerden farklı olmayacaktır. Hiçbir mantığı olmayan, kendi içinde sürekli çelişen açıklamalarla çeşitli varsayımlar ortaya atacaklardır. Kurdukları hayali evrim senaryolarıyla çeşit çeşit bitkinin, ağacın, çiçeğin, deniz bitkilerinin, otların, mantarların “nasıl ortaya çıktıkları” sorusuna cevap vermeye çalışacaklar, fakat başaramayacaklardır.
Evrimcilerin, yaprakların oluşumu ile ilgili olarak ortaya attıkları teoriler incelendiğinde bunların son derece anlamsız, hatta gülünç denebilecek iddialarla dolu oldukları görülür. Bunlardan bir tanesine (Telome teorisine) göre yapraklar, bitki gövdesindeki sistemlerin defalarca tekrarlanan kompleks dallanma ve birleşmeleri ile gelişmiştir. Sorular sorarak bu temelsiz iddiayı inceleyelim:
3 Bu dallar niçin birleşme ve yassılaşma gereği duymuşlardır?
3 Bu birleşme ve yassılaşma nasıl bir süreç sonucunda gerçekleşmiştir,
3 Dallar ne tür tesadüfler sonucunda yapı ve tasarım olarak tamamen farklı yapıdaki yapraklara dönüşmüşlerdir?
3 İlkel damarlı bitkilerden nasıl olup da binlerce, milyonlarca çeşitteki bitkiler, ağaçlar, çiçekler, otlar ortaya çıkmıştır?
3 Bitkilerin damarlarındaki düzen nasıl ortaya çıkmıştır?
Elbetteki evrimcilerin bu sorulara verecekleri tutarlı bir açıklamaları yoktur. Çünkü bitkilerin sahip olduğu bu mükemmel sistem, Allah’ın kusursuz yaratmasının bir sonucudur.

Yapraklardaki Özel Yaratılış Onların Dik Durmalarını Sağlar

Yaprakların dik durarak, güneş ışığından daha fazla yararlanmalarının bir nedeni de yapılarında bulunan “midrib” adı verilen ana damardır. Bu damar, yaprağın ortasından geçerek onu bitkiye bağlar. Ayrıca, midribden çıkarak yaprağın yüzeyine yayılan başka damarlar da vardır. Midrib ve bu yan damarlar, yaprağın düz durmasını sağlayan iskelet görevi görürler.
Peki, yeryüzünde sayılamayacak çoklukta bulunan yapraklardan her biri ince bir hesap isteyen bir eğime ve düz durmaları için gerekli olan damar sistemine nasıl sahip olmuşlardır? Elbette, bir yaprağın kendi kendine, güneş ışığından maksimum oranda faydalanmasının daha iyi olacağını akletmesi imkansızdır. Ayrıca, yaprakların dik durmak için gerekli olan eğimi uç kısımlarına vererek yeşermeleri ya da ortalarında iskelet görevi görecek bir damar sistemi oluşturmaya karar vermeleri de mümkün değildir. Tüm bunların tesadüfen, kendi kendine oluşması da kesinlikle imkansızdır. Sonuç olarak, yukarıdaki sorunun cevabı çok basittir: Yaprakların damar sistemini de, uç kısımlarındaki kıvrımını da  yaratan Allah’tır.
Yaprak, mekanik bir destek gibi iş gören damarlar üzerine serilmiş bir kumaş parçasına benzer. Bu sistemin etkili olarak kullanılması için yaprağın, dokusunu desteklemekte kullanacağı enerjiyi en az seviyede tutması gerekir. Yaprak için bu çok kolaydır. Çünkü yaprağın ortasından geçen bir ana destek ve bu destekten yaprakların kenarlarına uzanan ikincil destekler vardır. Özellikle, ana damarın bulunduğu yer yaprağın ağırlık dağılımını dengelemede çok önemlidir.
Şöyle ki, ana damarın kaldırma gücü, bağlantı noktasından uzaklaşıldıkça azalır, ağırlık ise uzaklaşıldığı oranda artar. Örneğin ağır bir kitabı kolunuzu ileri uzatarak tutarsanız, kolunuzun kitabı kaldırma gücünün azaldığını, kitabın kolunuza etki eden ağırlığının ise arttığını hissedebilirsiniz. Ancak, ana damar yaprağın tam ortasından geçtiği için üzerindeki ağırlık eşit miktarda dağılır.
Bu sıradan bir olay değildir. Hiçbir denge kesinlikle tesadüfen oluşamaz. Bir düşünün, tuğlalar tesadüfen biraraya gelerek sağa sola yıkılmayan bir bina oluşturabilirler mi? Ya da herhangi bir köprü ağırlık merkezi hesaplanmadan inşa edilirse ayakta durabilir mi? Tabi ki, bu iki örnek ve daha bunların benzeri binlerce örnekte olduğu gibi madde tesadüfen biraraya gelerek belli bir düzen ve denge oluşturamaz. Canlı ya da cansız, her varlığı belli bir düzen ile yaratan Allah’tır. Allah, küçücük bir yaprağı da üzerinde milyarlarca insanın rahatlıkla yaşayabileceği Dünya’yı da üstün bir yaratılış ile yaratmıştır. Bir şeyin büyük ya da küçük olması önemli değildir, Allah’ın yaratmasında hiçbir eksiklik olmaz. Kuran’ın ayetlerinde, Allah’ın herşeyi mükemmel bir şekilde yarattığı ve hiç kimsenin O’nun yarattığı evrende bir bozukluk bulmaya güç yetiremeyeceği şöyle bildirilir:
“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4)
Kaynak: http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/161186/Allah’in-Yaprak-Damarlarinda-Yarattigi-Sanat

İslam’ı Sevdirmek İçin Kuran’a Uygun Tebliğ Yapılmalıdır


Müslüman Tebliğ Yaparken Kuran’a Uygun Hareket Eder

KuranRuh1

Kuran’a ve Resulullah (s.a.v.)’in uygulamalarına göre Müslümanın din ahlakını tebliğ ederken, öğüt verirken, İslam ahlakının yayılması için gayret ederken nasıl bir tavır göstermesi gerektiği şöyle özetlenebilir:
 Güzel sözlü olmak:
Müminler için konuşma büyük bir ibadettir. İman edenler, Allah’tan her zaman akıl, hikmet ve hayır dolu konuşmalar yapabilmeyi isterler. Konuşmalarında Rabbimiz’i zikreder, insanlara sözün en güzelini söyler, onlara güzel ahlakı tebliğ ederler:
“... Yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin...” (Bakara Suresi, 83)
 Kötülüğe dahi iyilikle karşılık vermek:
Allah müminlere, kötülüğe karşı en güzel tavırla karşılık verdikleri takdirde hayırlı bir sonuç elde edeceklerini vaat etmiştir. Hatta karşılarındaki kişiyle aralarında düşmanlık gibi bir durum söz konusu olsa dahi sıcak bir dostluk oluşabileceğine dikkat çekmiştir.
Bu, aynı zamanda inananların merhamet anlayışlarının da bir gereğidir. Karşı tarafın Allah’ın beğenmeyeceği kötü bir tavır içerisinde olduğunu gördükleri zaman, herşeyden önce bunun o kişinin ahireti açısından riskli bir durum olduğunu düşünerek, kibir ve gurura kapılmadan, hoşgörülü ve tevazulu bir biçimde yaklaşırlar; alttan alan bir üslup kullanırlar. Kuran ahlakını yaşamayan insanlarda olduğu gibi “hatalı olan, kötülüğü yapan karşı taraf, önce o alttan alsın” ya da “ne yaparsa yapsın” gibi bir mantıkla hareket etmezler. Güzel tavrı kim gösterirse Allah’ın o kişinin tavrından hoşnut olacağını ve kötülüğe maruz kalındığı halde güzellikle davranmanın Kuran ahlakına en uygun olan tavır olduğunu bilirler. Bu nedenle de alttan almanın bir kayıp değil aksine büyük bir kazanç olduğunu düşünerek hareket ederler. Ayette şöyle buyrulur:
“İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Kasas Suresi, 54)
 Sabırlı olmak: 
Allah peygamberlerin hayatları boyunca gösterdikleri sabrı Kuran ayetleriyle bizlere bildirerek, bu üstün ahlakı hayata nasıl geçirilebileceğimizi göstermiştir. Kuşkusuz bu, inanan ve Allah’a yakınlaşmakta yol arayanlar için büyük bir nimettir.
Kuran’da peygamberlerin yaşamları boyunca çevrelerinde bulunan insanlara, içinde yaşadıkları kavme Allah’ın dinini tebliğ ettikleri haber verilir. Ancak her peygamber kavmini doğruya davet etmesine karşılık mutlaka birtakım düşmanlar kazanmış, onların sözlü veya fiili saldırılarına maruz kalmıştır. Fakat inkarcıların bu çabaları Allah’ın elçilerini asla gevşekliğe sürüklememiş, aksine onlar tüm yaşamlarını din ahlakını tebliğ etme konusunda örnek bir sabır ve kararlılık göstererek geçirmişlerdir. Ayette şöyle buyrulur:
“Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın.” (Al-i İmran Suresi, 200)
 Affedici olmak:
Müminler bir hata yaptıklarında nasıl Allah’ın kendilerine karşı şefkat göstermesini, acımasını ve affetmesini istiyorlarsa, kendileri de Allah’ın ahlakıyla ahlaklanıp diğer insanlara karşı şefkat, merhamet ve affedicilik yolunu benimserler. Allah bir ayetinde, “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (Araf Suresi, 199) şeklinde buyurmaktadır. Kalbi Allah’ın zikriyle yumuşamış olan bir mümin, affedici olmak ve mülayim bir ahlak göstermekten sorumludur.
Allah’ın kendisini affetmesini isteyip, insanlara karşı katı ve affedici olmayan bir ahlak sergilemesi, müminin fıtratına da uygun olmayan bir tavırdır. Ayrıca iman eden bir insan, Allah’ın Kuran’da bildirdiği bir ahlakı uygulamakta hiçbir şekilde gevşeklik göstermez. Tam tersine, Allah’ın beğendiği bir ahlakı, en üstün şekliyle uygulamaya çalışır.
 Merhametli olmak:
 Allah müminlerin merhametini “şefkat kanatlarını germek” olarak tanımlamıştır, çünkü onlar merhameti sadece belirli olaylar karşısında değil, hayatın her anını kapsayan bir ahlaka sahip olarak yaşarlar. Dolayısıyla da onların merhametlerini yansıtan pek çok güzel ahlak özelliği ortaya çıkar. Ayette bu gerçek şöyle bildirilir:
“Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak.” (Beled Suresi, 17)
 Sevgi dolu, sevgiyi arayan ve isteyen bir tavır göstermek:
Allah’a gönülden bağlanan ve Allah’ı çok seven bir insan, O’nun yarattığı tüm güzelliklere karşı kalbinde bir sevgi hisseder. Bir çiçek, kelebek, kuş, kedi ya da güzel bir manzara böyle bir kişinin içinde büyük bir heyecan uyandırır. Aynı şekilde güzel huylu, güzel yüzlü bir insan da kalpte samimi bir hayranlık oluşturur. Çünkü insanın tüm bu gördükleri Allah’ın tecellileridir. Allah’a duyulan coşkulu sevgi, O’nun sonsuz güzelliğinin, sanatının, aklının ve gücünün tecelli ettiği herşeye karşı insan ruhunda doğal bir sevgi ve muhabbet meydana getirir. Bu nedenle Allah’a gönülden bağlanan insanlar, gerçek sevgiyi yaşayabilen yegane kişilerdir.
Sevgi, Allah korkusunun ve Kuran ahlakının yaşanmasıyla süreklilik kazanabilir. Bu süreklilik, müminin sevgide de bir ömür boyunca sabır ve kararlılık göstermesini sağlar. Sevginin temeli iman, Allah korkusu ve Kuran ahlakına dayandığı ve Allah rızası için sevdiği için müminin sevgisi çok güçlü ve derindir. Ayette müminlerin içlerinde yaşattıkları bu sevgiye şöyle dikkat çekilir:
“De ki: “Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.”” (Şura Suresi, 23)
 Yaptığı tebliğ karşılığında hiçbir ücret talep etmemek:
Allah korkusu olan bir insan aynı zamanda vicdanına uyan ve daima Kuran ahlakına uygun hareket eden bir insandır. Kuran’da tüm insanlara karşılıksız olarak hayır işlemeleri, insanlara yardım etmeleri, onlara güzel bir yaşam sunmaya çalışmaları emredilir. Bir ayette “Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.” (Müddessir Suresi, 6) emriyle, insanın yaptıklarında dünyevi bir çıkar gözetmemesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Allah’ın bu emirlerine uyan ve yaptıklarından dünyevi bir karşılık beklemeyen Müslümanın tek bir amacı vardır; o da Allah’ın kendisinden razı olması, onu cennete layık bir kul olarak kabul etmesidir. Ayette müminlerin karşılık beklemeden din hizmetinde bulunmaları şöyle bildirilir:
“De ki: “Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum.”” (Enam Suresi,90)
 Haliyle, sözüyle, aklıyla, dürüstlüğüyle, samimiyetiyle güvenilir olmak:
Müslümanların en belirgin özelliklerinden biri, toplum içinde güvenilir kişiler olarak tanınmalarıdır. Müminlerin yüzü, her görenin dürüstlüklerine kesin kanaat getireceği gibi nurlu ve asildir. Vicdanının sesini dinleyerek, bir mümin ile konuşan, onun sohbetine katılan kim olursa olsun mümindeki  farklılığı hemen anlar. Müslüman imanından gelen bu güç nedeniyle İslam dinini mükemmel bir biçimde tebliğ eder ve bunda çok kararlı davranır. Kendisine büyük eziyetler yapılsa, din ahlakını anlatmaktan vazgeçmesi karşılığında kendisine çok fazla imkan sunulacağı yönünde teklif yapılsa bile bunu asla kabul etmez. Çünkü mümin için önemli olan Allah’ın rızasını, İslam’ın ve Müslümanların menfaatini daima kararlılıkla üstün tutmaktır. En zorlu gibi görünen durumlarda da Allah’ın yardımına kavuşacağını kuvvetle umut eder, kimseden hiçbir karşılık beklemeden din ahlakını tebliğ eder. Müslümanın sahip olduğu bu üstün ahlak, Kuran’da şöyle övülmüştür.
”Size Rabbim’in risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.” (Araf Suresi, 68)
Ayrıca Müslüman bu ölçülerle birlikte akılcı olmak, bilimi ve sanatı kullanmak, teknolojinin imkanlarını iyi değerlendirmek gibi Allah’ın sağladığı imkanları İslam için en güzel şekilde kullanır.
Sayın Adnan Oktar Diyor ki:
“Müslüman kucaklayıcı olacak. Başı açık olanı da seveceksin, masona da şefkat göstereceksin, hepsine şefkat göstereceksin. Hepsinin hayrı, iyiliği için gayret edeceksin. KÜFÜRLE, BAĞIRMAYLA ÇAĞIRMAYLA, KESMEYLE, DOĞRAMAYLA, TOPUZLA, TÜFEKLE TEBLİĞ OLMAZ. NURLA, MUHABBETLE, GÜZEL SÖZLE, AŞKLA, ŞEVKLE OLUR İNŞAALLAH.” (A9 TV; 25 Nisan 2012)
Müslümanın Tebliğ Yaparken Daima Şefkat ve Sevgiyle Davranması Allah’ın EmridirKuranRuh4
Müminlerin yanında her karakterden, her düşünceden insan olabilir. Ancak müminler bu kişilerle imkanları elverdiği ölçüde tek tek ilgilenmek, her birinin eksiklerini ve hatalarını düzeltmek için onları uyarmak, temizliklerinden imanlarına kadar onları her türlü konuda eğitmeye çalışmakla yükümlüdür. Fakat bunu yaparken şefkatli, sevgi dolu, anlayışlı ve sabırlı bir tavır göstererek birçok insanın kalbinin Kuran’a ısınmasına ve Peygamberimiz (s.a.v.)’e büyük bir içtenlik ve sevgi ile bağlanmalarına vesile olmalıdır. Yüce Allah, müminlerin tebliğ yaparken göstermeleri gereken bu güzel tavrı Kuran’da şöyle bildirmektedir:
“Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile…”   (Al-i İmran Suresi, 159)
Unutulmamalıdır ki; insanlara öfkeli yaklaşmak, affedici, anlayışlı, yardımcı olmamak, kötü söz kullanmak birçok açıdan Müslümana sorumluluk yükler. Böyle bir yaklaşım hem Kuran’a ve sünnete uygun değildir, hem de İslam’a fayda değil zarar getirir. Müslüman asla dini zor kullanarak veya şart koşarak kabul ettirmeye çalışmaz, her türlü durumda güzellikle anlatır.
Müslüman güler yüzüyle, nüktedanlığıyla, en zor zamanlardaki dengeleyici üslubuyla insanların sevgisini kazanır. Müminin bu  özelliği nedeniyle en karşı görüşten olan insan bile hiçbir zaman için müminin ahlakı hakkında olumsuz konuşmaz. Çünkü herkes onun şefkatli, sevecen, nezaketli olduğunu, kişiyi iten dışlayan değil kazanmaya gayret eden bir insan olduğunu hemen hisseder. Müslümanın bir diğer özelliği de sözlü olarak İslam’ı tebliğ etmediği zamanlarda dahi, haliyle İslam’ı çok güzel tebliğ etmesidir. Bu özellikleri nedeniyle Kuran’a uygun hareket eden bir Müslüman insanları dinden soğutmaz, onları dışlamaz, kimseye karşı ön yargılı davranmaz, her şeyden önce  İslam’ın ve Müslümanların menfaatini düşünür, kişisel öfkeyle, gururla hareket etmez.

İmam Rabbani'den Günümüze Hikmetli Mesajlar


Rabbimiz, “‘Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın.” (Rum Suresi, 31) ayetiyle inananlara gerçek imanın nasıl olması gerektiğini bildirmiştir. Yine “… Bana ‘gönülden-katıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.” (Lokman Suresi, 15) ayetiyle de Allah doğru yolun, bu ahlakı yaşayan insanların yolu olduğunu haber vermiştir.

imamrabbanitemmuz
Allah’a gönülden bağlanmak, her ne şart altında olursa olsun, Rabbimiz’e olan iman, bağlılık ve sadakatten vazgeçemeyecek kadar çok sevmek ve O’na karşı haşyet dolu bir korku duymaktır. Allah’a, O’nun razı olmayacağı bir tavır göstermekten içi titreyerek korkacak ve şiddetle kaçınacak kadar büyük bir saygı ile inanmaktır. Allah’a bu şekilde gönülden bağlanan insan, ihlası da kazanmış olur. Allah’a karşı böyle güçlü bir inanç ve bağlılığı olan kişi, hem ibadetlerinde hem de Allah’ın rızasını gözeterek yaptığı diğer tüm işlerinde ihlas ve samimiyetle hareket eder. Bu samimiyetleri dolayısıyla Kuran’da müminlerin Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanan kimseler” (Hud Suresi, 23) oldukları bildirilmiş ve bu ahlaklarından dolayı müminler cennetle müjdelenmişlerdir.
Müminler, hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, yaşadıkları bu derin iman dolayısıyla Kuran ahlakını yaşama konusunda hiçbir şekilde taviz vermezler. Çünkü içlerinde Rabbimiz’e karşı duydukları saygı dolu korku ve derin bağlılık, Allah’ın beğenmeyeceği bir tavır gösterilmesini kesin olarak engeller. Aynı şekilde Allah’ın razı olacağını bildirdiği ahlakı eksiksiz olarak yaşama konusunda da büyük bir şevk ve azim ile hareket etmelerini sağlar. Allah’ın rızasını kazanabilmek için sürekli olarak hayırlarda yarışırlar. Rabbimiz’in rızasına, rahmetine ve cennetine kavuşmak için –güçlerinin ve imkanlarının elverdiği ölçüde- sürekli bir çaba içindedirler.

Sıçrayan Örümceklerin Görüş Kabiliyetisicrayanorumcekcmyk

Sıçrayan örümceklerin yaşamları diğer örümceklerden farklıdır. Çoğu örümcek gibi ağ kurup avını beklemek yerine, bu örümcek türü avına kendisi gider. Bu yüzden sıçrayan örümcek türünün görme sistemi, neredeyse kör olan diğer örümceklere göre daha üstün özelliklere sahiptir.
çrayan örümceğin, kendine özgü bir avlanma yöntemi vardır. Örneğin bir ağacın üzerinde bulunan sıçrayan örümcek, kendisini ürettiği bir iplik ile bulunduğu dala bağlar. Sonra uçmakta olan bir böceğin üzerine atlar ve onu havada yakalar. Kendisini ağaca bağladığı esnek ip sayesinde yere düşmez ve bu ipe tutunarak avı ile birlikte tekrar yukarı çıkar. Örümcek bu hareketi yapabilmek için avın uçuş yönünü, hızını tespit etmeli, atladığı andaki kendi hızını ve hedefe varıncaya kadar geçen zamanı da tespit ettikten sonra bütün bu bilgileri bir bilgisayar gibi değerlendirip atlayışını gerçekleştirmelidir. Bunun için de son derece gelişmiş gözlere, bu hesapları yapabileceği bir bilgi işlem merkezine ihtiyacı vardır.
Diğer örümcekler zayıf iki göze sahipken, sıçrayan örümcekler 8 göze (dört çift) sahiptirler ve görüş açıları 300 derecedir. Bunların iki tanesi kafanın tam ortasından bir test tüpü gibi dışarı uzanmıştır. Bu iki büyük göz, yuvaların içinde sağa, sola ve yukarı doğru hareket edebilir.
Sıçrayan örümceklerin görüş kabiliyeti insanın görüş kabiliyetine çok benzer, hatta bu örümcekler televizyon görüntüsünü bile algılayabilirler. Birçok hayvan televizyonda sadece hareket eden karmaşık noktalar görebilir. Buna karşın araştırmacılar sıçrayan örümceklerin, televizyondaki örümcek ve sinek görüntülerine tepki verdiklerini teşhis etmişlerdir. (Tony Feddon, Animal Vision, Life Nature Library Naturel Watch Series 1988, s. 89)
Sıçrayan örümceğin görme sistemi görüldüğü gibi son derece kompleks bir yapıdadır. 300 derecelik bir alandan gelen bilgilerin değerlendirilmesi, insan beyni için bile son derece zor bir iştir. Fakat küçücük bir örümcek, farklı yönlere bakabilen, bunları algılayabilen, değerlendirme yapabilen bir göz yapısına sahiptir. Elbette bu özellikleri örümceğin kendisi istememiş, kendiliğinden zamanla gelişmemiş, sahip olduğu herşey bir bütün olarak Allah tarafından yaratıldığı ilk anda var edilmiştir. Bir ayette Rabbimiz’in yaratma ilmi şöyle bildirilmiştir:
“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka İlah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir.” (Enam Suresi,102)