Göz Kırpma Refleksinin Ardındaki Hikmetler


Gözler vücudun dış dünyaya açılan pencereleridir. Bu pencerelerin korunması ve bakımı özel bir sistem sayesinde sağlanır. Allah’ın yarattığı en hassas, ince detaylarla ve kusursuz özelliklerle dolu olan bu organlar özel bir yuvada korunur. Bilindiği gibi göz küresinin büyük kısmı göz yuvasının içindedir. Geri kalan %10’luk bölümü ise gözün dış yüzeyini oluşturur. Gözün bu kısmı uçuşan tozlar ve tehlikeli parçacıklarla dolu atmosferle doğrudan temastadır. Bu nedenle özenle korunması gerekir. Allah gözü bu tehlikelerden korumak için göz kapağını yaratmıştır. Göz kapakları, gözün dış yüzeyini koruyan mükemmel bir şekilde işleyen bu sistemin en önemli parçalarından birisidir. Görevi, göz küresini korumakla birlikte “konjonktiva (göz küresini göz kapaklarıyla birleştiren ince zar)”  ve “kornea”yı  (gözün dış tabakası) her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan konjonktiva adlı katmanın damarları, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını besler. Vücudun en ince derisinden yapılmış, incecik, kenarında liflerle kuvvetlendirilmiş olan göz kapağı kolayca aşağı ve yukarı doğru kayar. Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir, kan bu bölgede kolay toplanır. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu. Ancak göz kapağının özel yaratılışı sonucu kapak çok kolay hareket eder ve uyanık olduğumuz zamanlar göz kırpması refleksini saniyenin onda biri kadar vakitte ve dakikada 15 kez kadar sıklıkla yapar. Fakat bu çok kısa süreli, zorlukla fark edilebilen ve farkında olmadan yapılan hareket aslında çok büyük bir nimettir. Çünkü kapatma ve açma hareketi sırasında göz kapağı, göz yüzeyine ince bir sıvı tabakası yayarak, onu gerçek anlamda yıkar. Aynı zamanda gözün dış yüzeyini parlatır. Açıkça görüldüğü gibi göz kapağının temizleme sisteminde kusursuz bir yapı vardır. Böyle bir yapı ancak üstün akıl gerektiren bir yaratılış sonucunda gerçekleşir. Bu benzeri olmayan aklın sahibi ise Allah’tır. Kuran’da Rabbimiz’in yaratma ilmi şöyle bildirilmiştir:
“Ey insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim verdi’ ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti.” (İnftar Suresi, 6-8)

Göz Kırpmak Gözü Yabancı Maddelerden ve Yoğun Işık Temasından Korur

Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir.
Göz kapağı içinde bulunan bezler, gözyaşı üretimi yaparlar. Aynı zamanda bu bezlerden salgılanan yağ ile kirpikler kaplanır. Bu kaplama sayesinde kirpikler yukarı doğru kıvrılarak, gözün görme alanını açar, aynı zamanda da estetik bir görünüm kazanırlar. Göz kapağının ucunda çıkan kirpiklere özel bir kaplama yapmak buradaki kirpiklerin mi yoksa göz kapağının mı fikridir? Elbette ki ikisi de değildir. Gözdeki mükemmel yapı her şeyin Rabbi olan Allah’a aittir.
Bu temizlenme otomatik olarak yapılmasaydı insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda yabancı madde biriktiğinde hatırlardı. Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamamen temizlenemediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi. Göz kırpmak büyük bir külfet olur, insan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya yoğunlaşmak zorunda kalırdı.
Göz kapağı, kavisli göz yapısının üstüne kusursuz olarak oturan bir mekanizmadır. Bu mükemmel uyum sayesinde, göz kapağının açılıp kapanması esnasında gözün ön yüzeyinde temas edilmeyen hiçbir nokta kalmaz. Göz kapağı, gözü bu şekilde kusursuz olarak sarmasaydı, kalan boşluklardaki yabancı maddelerin temizlenmesi mümkün olmayacaktı.

Göz Kapakları Allah’ın yarattığı Büyük Birer Nimettir

Eğer göz kapağı olmasaydı yeryüzündeki insanların tamamı çok kısa bir süre içinde kör olurdu. Gözün üst tabakasını oluşturan kornea kurur, göz kısa bir süre sonra görevini yapamazdı. Göze girecek en küçük bir toz tanesi bile zamanla büyük problemler oluşturur, göz hemen mikrop kapardı. En küçük darbelere karşı korumasız kalan göz her an kör olma tehlikesi ile karşı karşıya kalırdı.
Örneğin lagoftalmi adlı hastalıkta göz kapakları ya tamamen kapanamaz veya çok zor kapanır. Bu durumda korneanın nemlenmesi tehlikeye gireceğinden, korneada kurumaya bağlı olarak iltihaplanma görülür. Bu hastalığın uzun süre devam etmesi durumunda ise kalıcı göz bozuklukları oluşabilir. Göz kapakları kapanamadığı ve göz sıvısı da bulunmadığı için göz sürekli temizlenmeli ve mikrop kapmayacak hale getirilmelidir. Aksi takdirde sabaha kadar sürekli açık kalan göz, sabah uyanıldığında, her türlü toz, kir ve pislikle dolmuş bir hale gelir.

Göz Kırpma Refleksi İnsan Beyninin Kısa Süreli Dinlenmesini Sağlar

Bilindiği gibi kırpma refleksi, gözün kapatılması ve açılmasından oluşur. Araştırmalar gözün kapanması esnasında beyne az kan gittiğini göstermiş ve bunu anlık dinlenme olarak yorumlamışlardır. Göz kapanma esnasında beyne 400 milisaniye kadar bilgi gelmeyeceğini bu nedenle boşuna çalışmamasını haber verir. Gözün kırpılması esnasında beynin, dikkatten sorumlu sinir hücreleri mikro saniye kadar etkisiz hale gelir ve bu şekilde beyin dinlenmiş olur. Göz kırpması sırasında beyinde kesin bir durma söz konusudur. Ancak kısa süreli görüntü kaybını kişi algılayamaz. Örneğin, okurken cümlenin sonuna geldiğinde ya da filmde kameralar açı değiştirdiğinde beynin belli kısımları, bir saniyeliğine durur. Araştırmacılar insanların göz kırpmasını hissetmediklerini ve böylelikle de beynin aslında insanların gözlerinin kapandığını algılamadığını saptamışlardır. Çünkü beyin bu kısa süreli göz kırpmaya bağlı olan görme kayıplarını tamamlayarak bilincin hiçbir zaman kaybolmamasını sağlar. Araştırmaya göre insanlar gözlerini dakikada ortalama 15-20 kez kırpar. Bir günde bu sayı 30 bine çıkar ve insanların uyanık geçirdiği saatlerin %10’una karşılık gelir. Böylece bu hareketle hem gözler hem de beyin dinlemiş olur. Aslında birçok hastanın kullandığı dinlendirici gözlük, gözleri tam anlamıyla dinlendirmez. Fakat Allah’ın yarattığı bu sistemle uykuda ve kırpma hareketi sırasında gözler hiçbir gözlüğün sahip olamayacağı derecede mükemmel bir biçimde dinlenmiş olur.
Göz kırpması ve beyin arasındaki bu ilişkiyi Allah’ın yarattığı çok açıktır. Allah insanı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır. Kendisi’nden başka ilah olmadığını her detayda tekrar hatırlatmıştır. Bir Kuran ayetinde bu gerçek şöyle bildirmiştir:
“O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun.” (Mümin Suresi, 65)
Göz kırpmanın iki temel fonksiyonu vardır. Gözyaşını göz yüzeyine yayarak göz yüzeyinin sürekli ıslak olmasını sağlamak ve beynin anlık dinlenmesini sağlamak… Ayrıca göz kapağının uyurken kapalı durması da çok önemlidir. Eğer göz kapağı uyurken kapanmasaydı, uyumak insan için son derece zor bir işlem haline gelecekti. Uyuyabilmek için karanlık bir odaya ihtiyaç olacak, gündüzleri hiç uyunamayacaktı. Uyku esnasında açık kalan gözler ise her türlü dış etkiye karşı savunmasız kalacaklardı.

Göz Kırpması ile Düşünme Arasında Bağlantı Vardırgozkipma2

Endişe gözümüzü daha fazla kırpmamıza neden olur. Bir helikopterle uçmayı deneyen,  saldırgan biri tarafından sorgulanan veya endişenin yol açtığı rahatsızlık içinde olan bir kişi her zamankinden daha fazla göz kırpar. Tam tersi olarak şehrin sokaklarında araba kullanarak adres ararken, dikkatle bir roman okurken veya bilgisayar başında çalışırken dikkat bir noktada toplandığı için göz daha az sıklıkla kırpılır. Aynı şekilde bir kişi tehlike anındayken göz kırpmaları duraksar; gözler görüş alanının merkezinden, en dış çizgisine ve tekrar geriye doğru hızla hareket eder.
Her göz kırpma hareketi, görmeyi bırakıp düşünmeye başlanılan önemli anlarda meydan gelir. Bir şey ezberleyen veya öğrenmeye çalışan bir kişi, ezberlemek istediği bilgiyi okuduktan hemen sonra gözünü kırpar. Bu hareket, beynin, bir karar vermek üzere yeterli bilgiye sahip olduğu durumlarda göze emir verdiğini gösterir. Ayrıca, göz kırpma zihinsel bir noktalama işareti olarak da görev yapar. İnsanların beyninde bu ince ve kompleks hesaplamaların gerçekleşiyor olması çok açık bir yaratılış mucizesidir. İnsan bedeninde yaratılmış olan bu muhteşem sistemle ilgili bilgi sahibi olmak, insanın kendisini yaratanın gücünü ve ilmini görüp O’nu gereği gibi takdir edebilmesi için bir vesiledir. İnsana düşen ise tüm evrenin Yaratıcısı olan Allah’a şükretmek ve Allah’ı hoşnut edecek davranışlarda bulunmaktır. Allah bir ayetinde ayetlerinden yüz çevirenleri “zalim” olarak nitelendirmektedir:
“Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir?” (Kehf Suresi, 57)
Her birkaç saniyede bir göz kırpıldığında göz kapakları tıpkı araba camı silecekleri gibi gözleri sulandırır, yabancı maddeleri temizler. Uyku sırasında ise göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur.

Allah’ın Değil İnsanların Rızasını Aramak Kişiyi Basitliğe Sürükler



Dolayısıyla böyle bir karaktere sahip insanın mutlaka abartılı tavırlar sergilemesi gerekmez. Bir kişinin insanlardan korkması, onların rızalarını kaybetmekten çekinmesi, onların sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmayı Allah’ın sevgisine ve hoşnutluğuna tercih etmesi ya da onlardan medet umması da o kişiyi basit davranışlara yöneltir. Bunların yanısıra bir kişinin karşısına çıkan olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu unutarak paniğe kapılması, yakınması, öfkelenmesi de basitlik göstergesidir.

Bazı İnsanlar Basitlik Kültürü İçinde Yaşadıklarının Bilincinde Değildirler
Basitlik2İnsanların bir kısmı kendilerinin basitlikten uzak bir ahlak yapısına sahip olduğunu düşünürler ve kendilerini böyle bir tehlikeden uzak görürler. Bu kişileri yanıltan noktalardan biri, birtakım nezaket kurallarını bilmeleri ve bunlara dikkat etmeleri olabilir. Oysa bazı konularda nezaketli davranan bir insan da aslında basitlik kültürü içinde yaşıyor olabilir. Çünkü basitlik, şekli birtakım davranış bozukluklarıyla sınırlı değildir. Örneğin nezakete önem veren bir kişi bazı olayların tesadüfen geliştiğine, muhatap olduğu insanların Allah’tan ayrı müstakil birer varlık olduklarına ve kendi iradeleri ile hareket ettiklerine inanıyor ve onların ne düşüneceklerini hesap ederek hareket ediyor olabilir. Allah’ın (Allah’ı tenzih ederiz) gereği gibi takdir edilmediği bu düşünce şekli elbette kişinin tüm tepkilerine, tavır ve konuşmalarına da yansır. Kuran ahlakını bilmeyen bir insan bu davranış biçimini ve konuşmaları son derece normal karşılayabilir. Oysa basitlikten uzak olduğunu öne süren ama bir olay karşısında şiddetle etkilenen, öfkelenip ağlayan, hatta günlerce bunalıma giren bir kişi son derece yüzeysel bir yapıya sahip demektir. Bu kişi, Kuran’a göre imani derinliği kavrayamamış bir insandır.
Müslüman Asil Bir Ruha Sahiptir
Basitlik1Gerçek bir Müslüman basit tavırların ardında dine karşı yüzeysel bir bakış açısı olduğunu bilir. Çünkü Allah’ı gereği gibi tanıyan, O’nun ayetlerini bilen ve yaşayan bir insanda öfkeli, bunalımlı, her olaydan kolayca olumsuz etkilenen bir hal oluşmaz. Bu gibi tevekkülsüz tavırlar kişinin herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu unutarak insanları ve olayları Allah’tan ayrı birer güç gibi değerlendirdiğinin bir göstergesi olabilir.
“Sizin ilahınız tek bir İlah’tır; O’ndan başka İlah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir.”(Bakara Suresi, 163) ayetinde bildirildiği gibi yegane İlah Allah’tır ve O sonsuz güç sahibidir. Var olan canlı cansız herşey O’nun iradesindedir. Tüm insanların bu gerçeği çok iyi kavramaları ve üzerinde derinlemesine düşünmeleri gerekir. Bunun aksini düşünmek, başka varlıkları Allah’a ortak koşmak yani şirk olur ki bu da Kuran’a göre büyük bir suçtur. Allah şirkin ne kadar büyük bir suç olduğunu bir ayette şöyle bildirmiştir:
“Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi, 48)
Kuran’a bakıldığında, bu temel gerçeğe aykırı bir inanç, tutum ve davranışın basitliğin de nedenlerinden biri olduğu görülür. Allah’ın bir sıfatına başkasının sahip olduğunu düşünerek hareket etmek yapmacık tavırları, lüzumsuz kibarlaşmayı, tamahkarlığı beraberinde getirir. Böyle bir insan her zaman öfkeye, küçük çıkarlar peşinde koşmaya, kendini acındırmaya ya da kendini yüceltmeye yatkındır. Çünkü yüksek bir kişilik kalitesine sahip olup, kayıtsız şartsız güzel ahlak sergilemek, her tavır ve düşüncesinde yalnızca Allah’a yönelen, asil ruha sahip, dünyaya asla tamah etmeyen Müslümanlara özgüdür.
Bazı insanların vicdanlarında hiçbir rahatsızlık hissetmeden yaşadıkları basitliği, kirlenmiş, dejenere olmuş bir tür ahlak bozukluğu olarak tanımlayabiliriz. Bu kirli kültürü yaşayan insanların davranış ve düşünce yapıları, ahlakları gözlemlendiğinde imani yönde önemli eksiklikleri olduğu görülebilir. Bununla birlikte çocukluktan itibaren aldıkları eğitimin, yaşadıkları ortamın ve birlikte oldukları kişilerin de basitliğin kirli kültürünü benimsemeleri yönünde üzerlerinde yoğun bir etkisi vardır. İnsan fıtratına uygun olmayan ve kişiyi küçük düşüren davranış biçimlerinin hiç çekinilmeden uygulandığı bu sistem, içinde yaşayan insanları Kuran ahlakında öngörülen asil, şerefli, saygın ve onurlu hayattan uzak tutar.
Basitliğin Göstergesi Olan Davranış Bozukluklarına Örnekler
Basit karakterin kendini ele veren birçok alameti vardır. Bunlar bozuk davranışlar olarak ortaya çıkar. Örnek olarak bilgi birikimi fazla olan bir kişiyi düşünelim. Eğer bu kişi bilgisinin kendisinden kaynaklandığını zannediyorsa yüzeysel düşünüyor demektir. İlmin ve bilginin gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmuştur. Ayrıca bu kişi kendisinin de tüm insanlar gibi Allah karşısında mutlak aciz bir varlık olduğunu düşünmemiş olur. İşte bunun gibi  birçok davranış bozukluğunu basit karakterli insanlarda görmek mümkündür:
Gözlerinde Büyüttükleri İnsanlara Gizli ve Açık Hayranlık Duyarlar
Basit ahlaktaki kişilerin en bariz özelliklerinden biri gözlerinde büyüttükleri kişilere cahilce hayranlık duymalarıdır. Bu hayranlık, bilgi sahibi bir kişiye olduğu gibi kimi zaman güzel veya yakışıklı bir insana, kimi zaman yetenekli bir sanatçıya, bir oyuncuya, sporcuya ya da servet sahibi bir insana yöneltilebilir. Oysa güzellik, yetenek, zeka, başarı gibi özelliklerin tümünü insanlara Allah vermiştir. Örneğin mal, mülk sahibi bir kişiyi değerlendirirken onun sahip olduğu imkanlar önemli değildir; önemli olan onun, Allah’ın aciz bir kulu olduğunun düşünülmesidir.
Yardımı Allah’tan Değil (Allah’ı Tenzih Ederiz) İnsanlardan Beklerler
Yüzeysel bir anlayışa sahip olan insanlar, Allah’tan değil çevrelerindeki insanlardan yardım bekler, gücün esas sahibinin Allah olduğunu unuturlar. Güçlü olduğunu düşündükleri kişilere karşı abartılı derecede samimiyetsiz bir saygı ve hürmet içinde olurlar. Allah’ın “…Gerçek şu ki, sizin Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah’ın Katında arayın, O’na kulluk edin ve O’na şükredin...” (Ankebut Suresi, 17) ayetinde bildirdiği gerçeği göz ardı ederler.
Başka bir ayette de bazı insanların kendilerine tüm özelliklerini verenin Allah olduğunu unuttukları şöyle haber verilmektedir:
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki: Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi. Hayır; bu bir fitne (kendisini bir deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar.” (Zümer Suresi, 49)
Basitlik3Zekanın, her türlü yetenek ve bilginin, zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu bilen bir kişi, Allah’ın sonsuz akıl sahibi olduğunu takdir eder ve insanlarda tecelli eden güzelliklerden dolayı onlara saygı duymaz, bütün güzelliklerde Rabbimizi övüp yüceltir. Her konuda üstünlük ancak Allah’ın“... Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır...” (Hucurat Suresi, 13) ayetinde bildirdiği gibi takvadır. Müslümanlar bir insana ancak onda tecelli eden güzel ahlaktan dolayı hayranlık duyar ve değer verirler. Gerçekte büyük görülmesi, hayran olunması, kendisinden medet umulması gereken yegane mutlak güç sahibinin Allah olduğunu bilirler. Kuran’da şöyle bildirilir:
“Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, Aziz’dir.” (Hac Suresi, 74)
Peygamberlerimizdeki ve Müslümanlardaki Üstün Ahlakı Takdir Edemezler
Basitlik kültürünü yoğun olarak yaşayan kişiler yüzeysel bakış açıları nedeniyle, kimi insanları gözlerinde büyütürlerken, derin imana sahip insanların değerini ise anlayamazlar. Başta peygamberler olmak üzere üstün ahlaka sahip Müslümanları tarih boyunca anlayamamış, hatta onların kendilerini din ahlakına çağırmasına karşılık bu mübarek insanlara kinlenmiş ve son derece ters ve saldırgan tavırlar sergilemişlerdir.
Kuran’da bildirilen; “Ey Şuayb” dediler. “Senin söylediklerinin çoğunu biz ‘kavrayıp anlamıyoruz’. Doğrusu biz seni içimizde zayıf biri görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar-öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin.”(Hud Suresi, 91) ayeti ile Allah bu insanların içinde oldukları inkarın şiddetini bildirmiştir. Bu kişiler, Allah’ın sevdiği ve seçtiği üstün bir kul olan Hz. Şuayb (a.s.)’ın seçkinliğini, üstün kişiliğini, samimiyetini ve ahlakını takdir edememiş, onun yalnız yakın çevresinden etkilenmiş ve çekinmişlerdir. İçinde bulundukları inkarın azgınlığı ile, bu kişiler güzel ahlaktan ve insaniyetten tamamen uzaklaşmış, basitliğin kirli kültürü içinde yaşamayı tercih etmişlerdir.
Basitlik Kültüründen Kurtulmak İçin Gafletten Arınmak Gerekir
Basitlik4Gaflet, insanların, Rabbimiz’in varlığını unutup, ölümü ve ahiret gerçeğini görmezlikten gelmeleri, dünyevi istek ve tutkularına uyup bunlarla uğraşmaları sonucunda Kuran ahlakından uzaklaşmaları ve Allah’ın yüce emirlerini uygulamamaları anlamına gelir. Allah’ın “Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” (Rum Suresi, 7) ayetinde bildirdiği gibi olayları sadece dıştan görünen yönleriyle değerlendirmekle yetinen; Allah’ın herşey üzerindeki mutlak hakimiyetini düşünmeden yüzeysel bir bakış açısıyla yaşamayı kendileri için bir kültür haline getiren kişilerin bu durumda olmalarında inanç eksikliklerinin önemli bir etkisi vardır. Yaratıcımız olan Allah’ın büyüklüğünü, gücünün ve hakimiyetinin sınırsızlığını gerektiği gibi kavrayamamış olmaları, onların, bu kültürü yaşama konusunda çirkin bir cesaret kazanmalarına sebep olmuştur.
Bir insan, Allah’ın her an kendisini gördüğünü, yaptıklarından, tüm düşüncelerinden haberdar olduğunu ve bunların kendi adına Allah Katında kaydedildiğini kavrıyorsa, sahip olduğu Allah korkusu onu Kuran ahlakını yaşamaya yöneltir. Ona, hem davranışlarından hem de düşünce şeklinden rahatça fark edilebilecek özel bir kalite getirir. Bu, basitlikten uzak, doğal, Kuran ahlakı dışındaki hiçbir kültürü barındırmayan temizlikte, peygamberlerde görülen haysiyeti, sabrı, samimiyeti ve vicdan anlayışını taşıyan bir kalitedir.
Bu ahlakta keskin bir şuur açıklığı vardır ve kişiyi her an Allah’ın ve ahiretin varlığından haberdar olmaya, yaptığı her işte Allah’ın rızasını gözetmeye yönlendirir. Her davranışında, ağzından çıkan her sözde Allah’ın huzurunda olduğunu bilerek bu düşünceyi aklından hiç çıkarmadan yaşamasını sağlar. Bu şuurdaki bir insanın basit bir mimik, basit bir üslup ya da basit bir kişilik sergilemesi -Allah’ın dilemesi dışında- mümkün değildir. Aksine böyle bir insan seçtiği her konunun, yüzündeki her mimiğin, gözünde oluşan anlamın, sesindeki tonun Müslümana yakışır bir güzellikte olmasına her an itina eder.
Bu onurlu ve ihlaslı karakterin karşılığı olarak Allah salih Müslümanları hem dünyada hem de ahirette mükafatlandıracağını ayetlerde şöyle bildirir:
“İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin (çaba harcayanların) Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır. Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah, büyük mükafat Katında olandır.” (Tevbe Suresi, 20-22)

Allah Kuran’da Kadınları Çiçeğe Benzetmiştir


islamdakadincicek

Tarih boyunca kadını kendilerince bu şekilde değersiz gören bir topluma diğer toplumlar da değer vermemiştir. Kadınlara yönelik bazı İslami çevrelerde gelişen bu yanlış ahlak yapısı, İslam karşıtı çevrelerin de kullandıkları bir bahane olmuştur. Oysa bu bakış açısının İslam ile bir alakası yoktur. Nefretin, saldırıların, intihar eylemlerinin, öfkenin, Musevi ve Hristiyan karşıtlığının İslam ahlakı ile bir alakası olmadığı gibi, öfkeli, pejmurde, kültürsüz ve kalitesiz insanların, kadını kendilerince aşağılayıp sözde ikinci sınıf vatandaş olarak göstermeye çalışan görüntünün de gerçek İslam ile hiçbir ilgisi yoktur. İslam’ın anlatıldığı Kuran’da yeri olmayan bu görüntünün kaynağı bağnaz zihniyettir. 
Kadınların baskı sonucu yaşadıkları tüm bu sıkıntıların tek çözümü ve kadınların toplum içinde hak ettikleri saygıyı görmelerinin yolu ise Rabbimiz’in insanları karanlıklardan nura çıkarmak için Peygamberimiz (s.a.v.)’e vahyettiği Kuran’da bildirilen ahlakın yaşanmasıdır.
Kadın dernekleri kurulması, özgürlük, eşitlik, feminizm gibi kavramların tartışmaya açılması, çeşitli projeler hazırlanması, konferanslar, paneller düzenlenmesi kadınların haklarını korumak için gösterilen çabalardan, çözüm arayışlarından sadece birkaç tanesidir. Bütün bu çabalara ve çalışmalara rağmen zaman içinde bulunan çözümlerin de gerçekte çözümsüzlüklerle dolu olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç son derece doğaldır. Çünkü her konuda olduğu gibi bu sıkıntının çözümü de Kuran’dadır, Kuran ahlakının yaşanmasındadır.
Kuran’da Kadın, Bağnaz Zihniyetin Tam Tersine Övülmüş ve Erkeklerle Eşit Tutulmuştur
Allah Kuran’ın pek çok ayeti ile kadını ve kadın haklarını koruma altına almış, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda kadınlara olan yanlış bakış açısını ortadan kaldırmış, kadına toplum içerisinde saygın bir yer kazandırmıştır. Kuran ayetleriyle insanlara Allah Katında üstünlük ölçüsünün cinsiyet değil, Allah korkusu, iman, güzel ahlak, ihlas ve takva olduğu bildirilmiştir. Tüm bunlar Rabbimiz‘in kadınlar üzerindeki benzersiz lütfunun birer delilidir:
‘Allah Hz. Meryem’i “bir bitki gibi yetiştirdiğine” dikkat çekerek Kuran’da kadını çiçeğe benzetir. Ayette bu gerçek şöyle bildirilir:
Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: “Meryem, bu sana nereden geldi?” deyince, “Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir” dedi.” (Al-i İmran Suresi, 37)
Ayetin hükmünden anlaşılacağı gibi Kuran’a göre kadın nazenin, güzel, zarif, itina gösterilmesi ve sevilmesi gereken, narin bir çiçek gibidir.
  • Kuran’daki kadın karar alan üstün bir makamdadır. Kadın devlet yöneticisidir. Allah Kuran’da ülkesi için kararlar alan Sebe Melikesi’ni şöyle örnek verir.
“Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var.” (Neml Suresi, 23)
  • Kuran’daki kadın eylem ve sorumluluk bakımından erkek ile eşittir. Bir Müslüman erkeğin Allah’a karşı tüm sorumlulukları bir Müslüman kadının da sorumluluğudur. Kuran’da hitap, “mümin erkekler ve mümin kadınlar”adır. Aralarında ayrım yoktur. Bu gerçek ayette şöyle bildirilir:
“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzab Suresi, 35)
  • Kuran’da kadın korunma, özen, ihtimam bakımından erkekten üstündür. Kadın sultandır. Evlilikte korunur, evlilik biterse boşanma sırasında ve sonrasında korunur. Hayatı boyunca herhangi bir zorluk içinde olmaması için özenli bir bakım altına alınmıştır. Bunun sebebi, kadının korunmaya ihtiyacı olması değildir. Bunun sebebi, Kuran’da kadına verilen üstün değerdir. Kadının üzerindeki zorluklar alınmış, o, çiçek gibi korunup muhafaza edilmiştir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
“… Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. Eğer onlara mehir tespit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.” (Bakara Suresi, 236-237)
Kuran’daki kadın nimetlere, güzelliklere, saygıya, sevgiye, derinliğe layıktır.   İslam’daki bu gerçeği bilmedikleri için İslam ülkelerinin pek çoğu kadınları aşağılayan bir sefalet içindedirler. Bunu bilmedikleri için yeni düzen bulmaya çalışan bazı İslam ülkelerinde kadınların hak elde etmeleri zorlukla gerçekleşebilmektedir. Kuran’ın gerçek şeriatının kadına en büyük değeri vermiş olduğunu, bir kadının ülke idaresini en mükemmel şekilde yapacağını bilmediklerinden kadınlar ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar.
Kuran’da Asıl Olan Takvadır
slamdakadincicekKuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, toplumu oluşturan bireyler arasında kesinlikle bir ayırım yoktur. Bir insanın kadın, erkek, zengin, fakir, yaşlı, genç veya çocuk olmasının bir önemi yoktur. Önemli olan bu kişilerin cinsiyetleri, mevkileri, servetleri ya da başka herhangi bir vasıfları değil yaptıkları iyi işler ve Allah’a olan yakınlıkları yani takvalarıdır. Allah bir ayetinde Müslümanlara“Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara Suresi, 197) sözleriyle bu konuyu hatırlatmıştır. Ayrıca Kuran’da, müminler, salih amellerde bulunan kadınlar ve erkekler olarak bildirilir. Kuran’da müminlerin erkek veya kadın olmalarının değil, Allah’ın emrettiği ahlakı yaşamalarının önemine dikkat çekilir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Tevbe Suresi, 71-72)
Allah kadınların toplum içerisinde korunup kollanmaları, hak ettikleri saygı ve sevgiyi görmeleri için toplumsal alanda alınması gereken tedbirleri Kuran ayetleri ile bizlere bildirmiştir. Alınan tüm bu tedbirler, kadınların lehinedir. Bunların bir hikmeti de, kadınların zarara uğramalarını, ezilip yıpratılmalarını önlemektir.
İslam’ı Yanlış Yorumlayanların Kuran’ı Öğrenmeye İhtiyaçları Vardır
İslam toplumlarına tarih boyunca en çok zararı bağnaz zihniyete sahip insanlar vermiştir. Ancak şu bir gerçektir ki, kadını kendince insan ile eş tutmayan zihniyetteki birini aşağılayıp kınamak da kimseyi çözüme götürmez. Bu kişinin de doğru eğitime, İslam’ı Kuran’dan öğrenmeye ihtiyacı vardır.
Müslüman toplumlarını değersizleştiren sahte inançları ortadan kaldırmak için kaliteli, modern görünümlü, sevgiyi, şefkati ve barışı ayakta tutan, bağnaz zihniyete karşı fikri mücadele yürüten ve Kuran hükümlerini anlatan, hakkı ve doğruyu savunan samimi Müslümanlara ihtiyaç vardır. Açıktır ki çözüm yine Kuran ahlakının yaygınlaştırılmasındadır. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda diğer bütün toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadınların zor durumda kalmaları, horlanmaları, sıkıntı çekmeleri gibi sorunlar da söz konusu olmayacaktır.
Unutulmamalıdır ki; hakkı savunanlar mutlaka galip geleceklerdir. Gerçek Kuran ahlakının hakim olması ile kadınlar da Allah’ın kendilerine verdiği üstün değeri yaşamaya başlayacaklardır. Allah mutlaka hakkın batılı yok edeceğini şöyle bildirmiştir:
“De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.”” (İsra Suresi, 81)


Kullanılmayan Vicdan Sorumluluktur



kullanilmayanvicdan2Vicdan, her insana güzel olan tavrı ve düşünceyi söyleyen, bir insanın sağlıklı muhakemede bulunmasını, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edebilmesini sağlayan manevi bir özelliktir. Dindar, dinsiz, ateist, muhafazakâr, laik her insan vicdanıyla birlikte yaratılmıştır. İnsanları birbirinden farklı kılan ise vicdanlarını hangi oranda kullandıklarıdır. Yani bir insan hırsızlık yaparken, cinayet işlerken, ahlaksızlık yaparken bunu vicdanı olmadığı için değil, vicdanını kullanacak iradesi olmadığı için yapar. Yoksa her insan ister Manhattan’da ister Tibet’te yaşıyor olsun vicdanıyla, nerede ne yapması gerektiğini gayet iyi bilir. Ama doğruyu biliyor olması insanın ahlaklı olması için yeterli değildir. Ahlaklı olmak irade, akıl, sabır ve kararlılık gerektirir. Ve hepsinden önemlisi Allah korkusu ve tevazu gerektirir. Bu Allah’ın “Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr ettiler” (Neml Suresi, 14) ayetinde bildirdiği bir sırdır.
Çevrenizde inançlı veya inançsız hangi insanla konuşursanız konuşun kimsenin savaşlardan, yokluklardan, acı çeken insanlardan, zulümlerden zevk aldığını görmezsiniz. Dindar veya dinsiz her insan diliyle zulme karşıdır. Ancak konu fiiliyatta zulme karşı olmaya gelince, işte burada asıl olan kişinin vicdanını nasıl kullandığıdır. Kimi kendisine dokunmadığı sürece haksızlıklara karşı duyarsızdır, kimi haksızlıkların olduğundan bile habersizdir, kimi haksızlıktan müthiş rahatsız olur ama mücadele için akılcı bir yol bulamaz, kimi bulduğu yolda bir noktaya kadar mücadele eder bir aşamadan sonra vazgeçer. Kimi ise haksızlığı gördüğü anda önce asıl sebebi teşhis eder, sonra bu sebebi ortadan kaldırmak için en etkili yolu bulur, üstelik azminde ve şevkinde en küçük bir azalma veya sarsılma olmadan haksızlığın tam anlamıyla son bulduğundan emin olana kadar gayret eder. İşte bu insan, vicdanını tam anlamıyla ve doğru kullanan insandır.
İnsanın vicdanını doğru kullanabilmesi için, hayatının tek bir anında dahi vicdanının kendisine söylediğini duymazlıktan gelmemesi gerekir. “Ama biraz da mantıklı davranmalı” diyerek, menfaatine göre şekil almaması gerekir. “Tek akıllı ben miyim?” diyerek, yapılması gerekeni bile bile atalet içinde yaşamaması gerekir. “Benim yaptığımdan ne olur ki?” diyerek, zerrenin dahi okyanusta kıymeti olduğunu unutmaması gerekir. Kısacası, nefsinin her türlü oyununa ve aldatmacasına karşı uyanık ve dikkatli olmayı, bunların her birine temiz akılla gereken cevabı vermeyi bilmesi gerekir.
Allah Tüm İnsanlar İçin Ortak Bir Vicdan Yaratmıştır
Vicdanın önemli bir özelliği tüm insanlarda ortak olmasıdır. Yani bir insanın vicdanına göre doğru olan, aynı koşullar söz konusu olduğu sürece diğer insanların vicdanları için de geçerlidir. Vicdanlar hiçbir zaman çatışmaz. Bunun nedeni ise vicdanın kaynağıdır; vicdan Allah’ın ilhamıdır. Allah, her insana vicdanı aracılığı ile Kendisi’nin hoşnut olacağı umulan en doğru ve en güzel tavırları bildirmektedir.
Vicdanın Allah’ın ilhamı olduğu Kuran-ı Kerim’in Şems Suresi’nde şöyle bildirilmektedir:
“Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems Suresi, 7-10)
Allah Tüm İnsanlara Vicdan Vermiştir
kullanilmayanvicdan1Her insan karşılaştığı herhangi bir olayda, neyin doğru neyin yanlış olduğunu vicdanının sesini dinleyerek kolaylıkla anlayabilir. Yani bir insan, doğru olanın ne olduğunu, o anda Allah’ın o kişiye vicdanında hissettirmesiyle hemen anlar.
Bu, insanların büyük çoğunluğunun göz ardı ettiği çok önemli bir bilgidir. Çünkü her insan Kuran’a uymakla sorumlu olduğu gibi vicdanına uymakla da sorumludur. Ahirette her insan vicdanının sesini dinleyip dinlemediği hakkında hesaba çekilecektir. Örneğin bir insan, söylediği bir sözde, yaptığı bir tavırda, gösterdiği bir tepkide, aldığı bir kararda bunun vicdana uygun olmadığını biliyorsa ve buna rağmen yapıyorsa, yani vicdansızlık yaptığını bile bile bunu gerçekleştiriyorsa, bu durumda günaha girmiş olur. Ya da bir insan aslında haram olmayan, ama kendisinin haram zannettiği bir şeyi bile bile yapsa, o zaman o haramı işlemiş gibi günaha girebilir. Benzer şekilde her durumda güzel söz söyleyen, her koşulda güzel davranışlarda bulunan, insanlara karşı her zaman sevecen, affedici, sevgi dolu, saygılı, nezaketli olan, her zaman huzur ve güven veren bir kimse de sürekli vicdanına uyup, Allah’ın ilhamına tam tabi olarak bu güzellikleri sergiler. Her an, her saniye vicdanını takip ederek hareket eden insanda, Allah’ın izniyle, hikmet, akıl ve feraset en güzel şekilde tecelli eder.
Vicdana Uymanın Önemi
Vicdanın en önemli özelliklerinden biri insanın kendi kendine doğruyu bulmasına yardımcı olmasıdır. Vicdan, kimse yardım etmese de kişiye doğruyu gösterecektir, ancak önemli olan insanın vicdanına başvurması, onun ne dediğini dinlemesi ve eksiksizce söylediklerini uygulamasıdır. Bu nedenle, vicdanın sesini dinlemek din ahlakını yaşamanın temel unsurudur diyebiliriz.
Herşeyden önce şunu unutmamak gerekir: Her insan şuur sahibi olduğu andan itibaren Yüce Allah’ın kendisine ilham ettiği vicdanının söylediklerinden sorumludur. Etrafındaki olayları idrak etmeye başlayan, muhakeme yeteneği kazanan her insan artık vicdanının sesini duyacaktır. Nefsi ile vicdanını ayırt edebilecek yeteneğe ve vicdanına uyabilecek iradeye sahip olmuş olacaktır. Artık bundan sonra karşılaştığı olaylar esnasında seçtiği yoldan hesap günü sorgulanacaktır; vicdanına uyuyorsa Allah’ın sonsuz cennetine layık görülecek, nefsine uyuyorsa “kapıları kilitlenmiş” sonsuz bir ateşle karşılaşılacaktır.
Vicdana Uymanın Tek Yolu Allah Sevgisidir
kullanilmayanvicdan3İnsan Allah’ı çok sever ve Allah’tan çok korkarsa ancak o zaman aklını kullanır. Allah’ı gereği gibi sevmeyen, Allah’a gönülden bağlanmamış bir insanın aklı da vicdanı da kapalı olur. Allah korkusu ve sevgisi ise akılda ve vicdanda berraklık ve açıklık sağlar. İnsan Allah’ı o kadar çok sevmeli ki, yapacağı en küçük bir vicdansızlığın Rabbimiz’in hoşuna gitmemesi ihtimalinden bile şiddetle korkmalı ve var gücüyle Allah vicdanına ne emrediyorsa onu yerine getirmeye çalışmalıdır.
Ölçüsü Allah’ın rızası, sevgisi ve cenneti olmayan bir insanın vicdanını dinlemekte irade göstermesinin mümkün olmayacağı ise açıktır. Çünkü böyle bir insan için ölçü genellikle çevresi, menfaati veya toplum içindeki yeridir. Diğer bir deyişle insanların ne düşündüğüdür. İnsanların ne düşündüğüne göre hareket eden birinin ise vicdanına uyma gücü hep bir noktaya kadar olur. İnsanların ona “enayi misin” dediği noktaya kadar yardımseverdir. Yakınlarının ona “sana mı düştü” dediği noktaya kadar sorunlarla ilgilidir. İşvereninin ona,“bu tutumunu değiştir” dediği noktaya kadar kararlıdır. Fikirdaşlarının ona “buna gerek yok” dediği noktaya kadar sorumluluk duygusu vardır. Dolayısıyla Allah’ın ilhamını ona fısıldayan vicdanına göre değil, içinde yaşadığı toplumun değerlerine göre şekillenen bir ahlak anlayışına sahiptir. Böyle bir insanın ise her zaman ve her koşulda Hak’tan yana olduğunu savunmak mümkün değildir.
Bu sebeple asıl önemli olan vicdanına kayıtsız şartsız, “mantık” koşulları aramadan uyan insanlardır. Allah dönem dönem toplumları böyle güzel insanlarla şereflendirir. Hatta bu insanların vicdanlarına uymaktaki kararlılıkları ve titizlikleri çoğu zaman halkın çoğunluğu tarafından bir tür “delilik” olarak adlandırılır. Allah samimi imanlı müminlere böyle güzel bir “delilik” yani iman aşkı, azim, kararlılık, şevk ve heyecan nasip eder. “Vicdanları kabul ettiği halde yüz çevirenler” şüphesiz sadece inkâr edenler değildir. Allah için yapması gerekenleri bildiği halde, pasif, ağır, atalet içinde davrananların da bu ayetten alması gereken bir ders vardır.
Allah Kuran’da, “İÇİNDE BULUNDUKLARI REFAHIN PEŞİNE DÜŞEREK” (Hud Suresi, 116)şeklinde bildirerek kendilerine yüklenmiş sorumluluklarını gözardı eden insanların durumundan bahsetmiştir.
Vicdan ve fazilet sahibi, Allah’tan korkan kimselerin, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların yaşadığı sıkıntıları gördükleri halde bunu göz ardı edip sadece kendi isteklerinin ve dertlerinin peşine düşmeleri, sıradan dünya menfaatleri uğruna bu sorumluluklarını bir kenara bırakabilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir durumda kişinin yalnızca kendisi harekete geçmekle kalmamalı, diğer Müslümanları da, birlik olup, güzel ahlakın tüm yeryüzüne yayılması, zulümlerin sona ermesi için çaba harcamaya çağırması gerekmektedir. Allah bu ahlakın gerekliliğini, “... Müminleri hazırlayıp-teşvik et...” (Nisa Suresi, 84) ayetiyle insanlara bildirmiştir.

Allah Sevgisi; Müminlerin Allah’a Olan Örnek Sadakat ve Bağlılıkları


• Müminler Allah’a olan sadakat ve bağlılıklarını nasıl gösterirler?
• Allah’a olan sadakat ve bağlılığın müminlere kazandırdığı güzel ahlak özellikleri nelerdir? 
Sadakat, Allah’a gönülden iman eden müminlerin en belirgin özelliklerinden biridir. Allah yolunda gösterdikleri samimi sadakat, onların ihlas sahibi kimseler olduklarını ortaya koymaktadır. Çünkü bir insanın Allah’a iman etmesi, hiçbir dünyevi çıkar beklemeden yaşaması, hayatı boyunca Allah’ın rızasını kazanmak için çaba göstermesi, sahip olduğu ve sevdiği herşeyi O’nun rızasına ulaşabilmek için kullanması ve kendisine isabet eden zorluklara sabredebilmesi için kesinlikle güçlü bir sadakat ve bağlılık duygusuna ihtiyacı vardır. İnsana bu yolda ilerleyebilme gücünü ve isteğini, ancak Allah’a karşı duyduğu sevgi ve bunun getirdiği güçlü bağlılık ve sadakat kazandırabilir. Allah’a karşı duyulan bağlılık ve teslimiyet ne kadar içten ve kuvvetli olursa, insan Allah’a o denli yakınlaşma fırsatı elde edecek ve O’nun rızasını kazanmakta göstereceği çaba ve şevk de o kadar artacaktır. Müminlerin sahip olduğu bu manevi gücün kaynağı, Allah’a karşı duydukları içten sadakat ve güvendir. Bu nedenle sadakat, mümini diğer insanlardan ayıran en temel özelliklerden biridir. Bir mümin, hayatının sonuna kadar Allah’ın emir ve yasaklarına uyduğu takdirde, -Allah’ın izniyle- Allah’ın rahmeti ve cennetiyle karşılık görecektir. 

Sıkıntı ve Zorluk Anları Müminlerin Allah’a Olan Sadakatlerini Ortaya Çıkarır

sadakatSıkıntı ve zorluk anları, inkarcıların sadakatsizliklerini ve samimiyetsizliklerini deşifre ederken, müminlerin de Allah’a ve elçilere olan sadakatlerini ortaya çıkarmaktadır. Müminler, karşılaştıkları zorluk anlarında, “... Bu, Allah’ın ve Resulünün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir...” (Ahzap Suresi, 22) diyerek, Allah’a karşı olan teslimiyetlerini ve bağlılıklarını dile getirmişlerdir. Allah, bir Kuran ayetinde, “Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.” (Nahl Suresi, 42) şeklinde bildirerek, müminlerin bu güzel ahlakını övmüştür. İşte müminlerin ortaya koydukları sadakatin gücü, Kuran ahlakını yaşarken gösterdikleri şevk ve istekle kendini belli etmektedir.
Karşılaştığı zorluk anlarında göstermiş olduğu tevekküllü ve teslimiyetli tavır ile tüm Müslümanlara örnek olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), zorluk anlarında Allah’a sadakatte kararlılık gösterilmesi gerektiğini müminlere şöyle hatırlatmıştır:
“...Bir şey isteyince Allah’tan iste. Yardım talep edeceksen Allah’tan yardım dile. Zira kullar, Allah’ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah’ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar.” (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 314).

Sadakat Duygusu Müminlerin Tesanüdünü Güçlendirir

Sadakatin bir başka önemi de, müminleri sürekli bir arada tutan önemli bir özellik olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda sadakat, fitne çıkarmak, yapılan salih amellere engel olmak ve müminlerin arasını açıp bozmak gibi çeşitli zarar verici faaliyetlerde bulunmaya çalışan kötü niyetli kimselerin, müminlerin içinde barınmasını da zorlaştırır. Müminlerin Allah’a ve peygamberlere karşı duydukları içten sadakatin ve bağlılığın taklit edilebilmesi mümkün değildir. Bu sadece müminlere özgü bir duygudur. Müminlerin arasına zarar verme amacıyla giren kimseler, kendilerini ne kadar gizlemeye çalışsalar da, müminlerin teslimiyetini taklit edemedikleri için, bu amaçlarını hiçbir zaman için gerçekleştiremezler. Allah’a karşı duyulan güçlü bir sadakat ve teslimiyet, salih müminlerle kalplerinde hastalık bulunan kimseleri birbirinden ayırt edip ortaya çıkaracaktır. Bu sadakat duygusu aynı zamanda güçlü bir bağlılık görevi görerek, müminleri hayat boyu bir arada da tutacaktır. Müminler, güçlü sadakat hisleriyle kendilerine zarar ve kötülük vermek isteyen kötü niyetli kimseleri rahatlıkla teşhis edip, onlara karşı gereken önlemleri alabilirler. Ayrıca birbirlerinin samimiyetine ve bu yoldaki azmine şahit oldukları için, birbirlerine olan sevgileri ve güvenleri daha da artacaktır. Bu şekilde Allah bu kötü niyetli kimselerden müminleri arındırarak onları her zaman için dinç, güçlü ve kamil iman sahibi kimseler kılacaktır.
Allah, iman ediyormuş gibi görünmelerine rağmen, müminlere yardım etmeleri gerektiğinde çekimser kalan ve böylece Allah’a karşı sadakatsizlikleri ortaya çıkan bu kimselerin tavırlarını Kuran’da şöyle haber vermektedir:
“Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azapla azaplandıracaktır ve kendileri için Allah’tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır.” (Nisa Suresi, 173)
İnsanın içten bir sevgi ve sadakat duyması gereken, asıl olarak Rabbimiz olan Allah’tır. Allah’a karşı bu derin sevgi ve bağlılığı yaşayan insanlar, O’nun razı olacağı ahlakı yaşayan kimselere karşı da çok derin ve içten bir sevgi duyarlar. Dolayısıyla gerçek sevgi de ancak Allah’tan korkan, O’na karşı içli bir sevgi ve saygı duyan kimseler arasında yaşanabilmektedir. İnkar edenlerin sevgi anlayışları ise tümüyle dünyevi birtakım değerler üzerine kurulu olduğu için, bu kişiler müminlerin yaşadığı derinlikten ve süreklilikten çok uzaktırlar. Müminlerle inkar edenlerin, sevgi anlayışları gibi, sadakat anlayışları da birbirinden tümüyle farklıdır.

Müminler Allah’a Olan Sadakat ve Bağlılıkları Vesilesiyle Her Zaman Allah Rızasının En Çoğunu Hedeflerler

Müminler Allah’a karşı güçlü bir teslimiyet ve kararlılık içerisinde oldukları için, en zor anlarda bile Allah’ın rızasına en uygun olan kararı verip, ona göre hareket ederler. Onlar, Allah’ın “... Oysa onlara evla (olan): İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu.” (Muhammed Suresi, 20-21) ayetleriyle bildirdiği gibi, her şartta Allah’a sadık kalmanın, kendileri için ‘hayırlı’ olduğunun bilincindedirler. Allah bu ayetlerde ayrıca, güçlü bir sadakatin, insanın hak olan bir şey karşısında tereddüte kapılmasını engellediğini ve kişiye kararlı bir tavır kazandırdığını da haber vermektedir. Eğer insan güçlü bir iman ve teslimiyete sahipse, bu içten sadakat duygusu, onun kararsızlığa düşmesini önleyecek ve nefsini yenmekte ona daima yardım edecektir. Böylece insan nasıl bir durumla karşılaşırsa karşılaşsın, Allah’a duyduğu sadakati ve teslimiyetiyle, nefsine zor gelen bir şeyin rahatlıkla üstesinden gelebilecektir.

Sadakat, Müminlerin Birbirlerine Olan Güven ve Sevgilerini Arttırır

İman edenlerin birbirlerine karşı duydukları sevgi ve güven, tamamen onların Allah yolunda gösterdikleri samimi çabaya göre güçlenir. Allah’ın rızasını kazanabilmek için sahip olduğu her şeyi hayır için kullanan, bu yolda ‘dosdoğru’ bir istikamet tutturan bir mümin, diğer Müslüman kardeşlerinin sevgisini kazanacak ve onlara güzel bir örnek olacaktır. İşte müminlerin Allah yolunda karşılaştıkları olaylarda gösterecekleri içten sadakat, birbirlerine karşı olan sevgi, bağlılık ve güvenlerinin de artmasına neden olacaktır.

Müminlerin Allah’a Olan Sadakatleri İmani Şevklerinin de Kaynağıdır

Müminler en zor koşullarda dahi Allah’a ve iman edenlere olan sadakatlerinden asla taviz vermezler. Bunun en açık delili iman edenlerin ve elçilerin, tarih boyunca öldürülme, bulundukları yerden sürülme gibi tehditler altında yaşamış olmalarına rağmen Allah yolundaki mücadelelerine artan bir şevkle devam etmeleridir. Hayatları boyunca birbirlerinden ayrılmayan Müslümanlar, Allah’a olan sevgileri, korkuları ve bağlılıkları nedeniyle, tüm bu tehlikeleri göze almış ve bunlardan yılmamışlardır. Allah’a olan bu kayıtsız-şartsız sadakatleri, müminlerin birbirlerine karşı coşkulu bir sevgi duymaları için yeterli bir sebeptir.
Allah Kuran’da müminleri Rabbimiz’e olan sadakatlerinden dolayı mükafatlandıracağını bildirir. Bu nedenle Rabbimiz‘in beğendiği bu ahlak özelliğini müminler, hiç koşulsuz olarak uygularlar. Sonsuz merhamet sahibi Rabbimiz’in bu vaadi bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı mükafatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Ahzab Suresi, 24)

Sadakat, Mümine Allah Yolunda Yaptığı Tüm Salih Amellerde Bir ‘Süreklilik’ de Kazandırır

sadakat3Kalplerinde hastalık bulunan münafıklar, şeytanın aldatmacaları sonucunda, ibadetlerinde ve güzel ahlakta bir süreklilik gösteremezler. Nefislerine ters gelen bir konuda ya da karşılaştıkları en ufak bir zorlukta hemen yaptıkları hayırlı işlerden vazgeçebilirler. Gösterdikleri çaba ve istek zayıf olduğu için, hedeflerine bir türlü ulaşamazlar. Bu durum, kalplerinde yaptıkları işe karşı gerçek anlamda bir sadakat ve bağlılık hissetmemelerinden kaynaklanır. Bu sadakat ve bağlılığı hissetmedikleri için, bunların kendilerine kazandıracağı ‘süreklilikten’ de mahrum kalırlar. Allah’a gönülden bağlanmış olan müminler ise, Allah’a karşı duydukları bu içten sadakat vesilesiyle, Kuran ahlakını uygulamada ve Allah’ın rızasını kazanmada hayatlarının sonuna kadar hiç zorlanmadan ‘süreklilik’ gösterebilirler.
Müminlerin sahip olduğu  sadakat ruhu, onların hareketlerine de yansıyarak, azimlerini ve Allah’a olan teslimiyetlerini artırmakta ve daha da güçlenmelerine vesile olmaktadır. Buna karşılık Allah, münafık karakterli kimselerin kalplerindeki ‘hastalıklarını’ ortaya çıkarır. Allah Kuran’da, inkara yatkın olan bu zayıf imanlı kimselerin, müminlere ve elçiye çeşitli engeller çıkararak onları zor durumda bırakmak ve onlara zarar vermek isteyeceklerini bildirmektedir. Bu nedenle Allah müminlere; Allah yolunda hicret edip, Allah’a ve O’nun elçisine olan sadakatlerini ve samimiyetlerini açıkça göstermedikleri sürece münafık karakterli kimseleri dost edinmemelerini öğütlemiştir: Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından da ekleyecektir.
Bir mümin, Allah’a ve elçisine gönülden bağlı olduğu sürece, yaşadığı zorluklar hep kolaylıklara dönüşecektir. Hayatları boyunca Allah’a sadık kalan müminler, her zaman Allah’ın yardımı, koruması ve rahmeti ile karşılık göreceklerdir:
“Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendisini) Allah’a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır.” (Lokman Suresi, 22)