“PKK deccalin dinidir ve İslam’ın tam zıttıdır. Şu anda bu iki zıt dinin mücadelesi var.”

 “PKK ve KCK faaliyetlerinde bulunduğu gerekçesiyle haklarında dava açılan sanıklardan biri, öğrencileri, nasıl bir ideolojik eğitimle örgüte kazandırdıkları yönünde bir açıklamada bulundu. İllerde PKK’ya ait eğitim dernekleri olduğunu, Doğu ve Güneydoğu’dan gelen öğrencilere bu derneklerde terör örgütünün propagandasının yapıldığını, teorik eğitimleri tamamlandıktan sonra da dağda pratik eğitim verildiğini anlattı.”

 “Yani öyle bomboş adam değiller. Kültürlüler, çok okumuş adamlar. Marks’ı, Stalin’i Lenin’i, bütün Marksist gerilla liderlerinin hayatlarını, materyalist felsefeyi incelemiş insanlar ve inanmışlar. Çünkü bu bir din, deccalin dini, deccaliyet dini. Deccal, Darwin olarak ortaya çıktı ama, tabi o sapkın dinin de mezhepleri vardır, imamları vardır. Mesela Marks vardır, Lenin vardır, Stalin vardır, O dinin ritüelleri vardır, ibadethaneleri vardır. Mesela gösteri yürüyüşleri yapıyorlar, o onların ibadeti oluyor, ona ait bayrakları oluyor, ona ait resimleri oluyor, o bir ibadet uygulaması olmuş oluyor.

O dinin kuralları oluyor, mesela İslam’da adam öldürmek haramken, o dinde adam öldürmek helal ve faydalı. Tahribat, İslam’da haramken, o dinde helal ve faydalı. Aile  kutsalken, o dinde aile kutsal değil, aile yok. Ahlak İslam’da kutsalken, o dinde ahlak hiç kabul edilmiyor, insan yapısı bir kurum olarak kabul ediliyor. İslam’da özel mülkiyet varken, o dinde özel mülkiyet yok, mal herkesindir inancı var. Dolayısıyla İslam’ın dediği her şeyin zıttıdır o din, tamamen zıttıdır.
Yani şeytani bir din olduğu için, şeytana uygun ritüelleri vardır. Adam da yakayı şeytana kaptırdığı için, ayette Cenab-ı Allah, -şeytandan Allah’a sığınırım-, “Şeytan onu artık bir kabuk gibi bağlar” diyor: “Biz onlara birtakım yakın-kimseleri 'kabuk gibi üzerlerine kaplattık,' onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler...” (Fussilet Suresi, 25) Adam artık o kafaya girdikten sonra haberi olmuyor şeytan onu tamamen kaplıyor kabuk gibi bağlıyor artık beyni dönüyor, dine, İslam’a, Kuran’a kapalı hale geliyor.

Ayette, -şeytandan Allah’a sığınırım- “Gözleri vardır görmez, kulakları vardır işitmez” diyor Cenab-ı Allah. “Kalpleri de kördür” diyor Allah: “Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (Araf Suresi, 179)

Onun için PKK’nın eğitimine giren, o dinin bir mensubu olan insan, artık şeytanın dinine girdiği için adeta deliye dönüyor. Mesela o dinde haşa kendini öldürmek de helal, başkasını öldürmek de helal. İslam’da kendini öldürmek de haramdır, başkasını öldürmek de haramdır. Zıt dinler, iki zıt din. Şu an iki zıt dinin mücadelesi var. Ama Güneydoğu’lu kardeşlerimiz, deccalin etraflarını muhasara altına aldığının farkında değiller. Deccal onlara hoş yaklaşıyor, kendi kafalarına göre yaklaşıyor. Mesela, “size yemek dağları vereceğim, su dağları vereceğim, çorba dağları vereceğim, et dağları vereceğim, size cennet vaat ediyorum” diyor deccal:

DECCAL’İN BERABERİNDE EKMEK VE ET DAĞLARI, SU NEHİRLERİ OLACAK...” (Kıyamet Alametleri, Muhammed B. Resul Al – Hüseyni El Berzenci, Pamuk Yayınları, Trc. Naim Erdoğan s. 214)



”DECCAL’İN BERABERİNDE ÇORBADAN BİR DAĞ, SOĞUMAYAN SICAK ET, AKAN BİR NEHİR, yemyeşil bahçelerden oluşan orman, duman ve ateş dağı MEVCUTTUR... İnsanlara işte bu cennetimdir, bu da cehennemimdir... İŞTE YEMEK, İŞTE İÇECEKLERİ DİYECEK...” (Kıyamet Alametleri, Muhammed B. Resul Al – Hüseyni El Berzenci, Pamuk Yayınları, Trc. Naim Erdoğan s. 214)

Ve deccal çok süratli hareket ediyor ve onların gözünü boyuyor. Yani dinden bahsederek, kendini sözde mürşit gibi göstererek de yaklaşıyor. Hatta hadislerde var, “Deccal ilk çıktığında kendini bir mürşit gibi gösterir” diyor Peygamberimiz (sav):

Deccal) Çıktığı zaman ... herkes ONU SAHİCİ BİR MÜRŞİT SANIP peşine takılacak, sonra Küfe'ye gelince aynı şekilde çalışmalarını sürdürecek, DERKEN PEYGAMBERLİK İDDİA EDECEK... Bunu gören akıl sahibi kişiler ondan ayrılacaklar... Daha sonra ULUHİYET (ilahlık) DAVASINDA bulunacak... Haşa "Ben Allah'ım" diyecek... (Taberani bunu Sahabi olan b. Mu'temer'den böyle rivayet etmiştir.) (Kıyamet Alametleri, Muhammed B. Resul Al – Hüseyni El Berzenci, Pamuk Yayınları, Trc. Naim Erdoğan s. 212)

O (Deccal) önce: "BEN BİR PEYGAMBERİM", diyecektir. Halbuki benden sonra hiçbir peygamber yoktur. Sonra ikinci bir iddiada bulunarak: "BEN RABBİNİZİM", diyecektir. Halbuki siz ölünceye kadar Rabbinizi göremezsiniz... ( Sünen-i İbni Mace, 4077)

Bakıyorsun, “Güneydoğu’da toplu Cuma namazları kılalım” diyor PKK. Bak “Deccal ilk çıktığında mürşit olarak çıkar” diyor. “Sonra, halk onu fark ettikçe, ondan uzaklaşmaya başlar” diyor. “Deccal bilhassa köylü olan, köylü kökenli olan, fakat cehaletin içinde olan insanları daha çabuk etkileyecek” diyor. “Çocukları daha çabuk etkileyecek, kadınları daha çabuk etkileyecek” diyor deccal. Güneydoğu’da da baktığımızda, genellikle deccaliyetin hedefinin bu kardeşlerimiz olduğunu görüyoruz.” (Adnan Oktar, 17 Ocak 2013, A9 TV)

“Komünizm ve faşizmde, zincirleme korku ile taraftar toplanılır. Çoğunluğun komünist olduğu yerde, korkudan herkes ‘komünistim’ der”

“Komünizm, zincirleme korkuya dayanır. Mesela adam PKK’dan çekindiği için namaz kılmıyor, korkuyor, oruç tutmuyor. Allah’tan bahsetmiyor, camiye gitmiyor. PKK’dan çekindiği için, ‘komünist olduğunu’ söylüyor. Sonra kendini de inandırıyor komünist olduğuna. “Ben niye komünist  olmayayım ki,  ne çıkarımla çatışacak ki?” diyor. Sonra hakikaten de komünist oluyor. İnsanlar zayıftır. Telkinle komünist olur. Onun için kültürel, ilmi, bilimsel çalışmanın dışında komünizmle, PKK ile mücadele olmaz.”

 Komünizmde tetikleme metodu vardır. Mesela adamlar 10 kişi komünistlerse, 30 kişi bir topluluk içerisine girdiklerinde, o topluluk da “biz de komünistiz” diyor korkudan. O 30 kişi, başka 60 kişilik bir topluluğun içine girip “biz komünistiz” diyorlar. Halbuki korkudan komünist olmuşlar. 60 kişi de, zincirleme korkudan, “biz de komünistiz” diyorlar. O 60 kişi, 600 kişinin içine giriyor. Onlar da “Biz de komünistiz” diyorlar.

 Komünizm, zincirleme korkuya dayanır. Çünkü aksini söylediğinde başı belaya girecek diye düşünüyor adam. “Ne olacak, komünist olduğumu söyleyeyim, kurtulayım” der. Çok büyük bir tehlikedir. Zincirleme komünizm yayılıyor Güneydoğu’da. Mesela adam namaz kılmıyor, korkuyor, PKK’dan çekindiği için oruç tutmuyor. Allah’tan bahsetmiyor. Camiye gitmiyor, PKK’dan çekindiği için, komünist olduğu söylüyor.  Ve komünizme inanmak istiyor, inanmak isteyince de inanıyor bu sefer. Yani önce korkuyla ortaya çıkan komünist kafa, bu sefer gerçekten onu komünist olmaya sürüklüyor. Hakikaten komünist oluyor o zaman. Önce korkarak başlıyor. Sonra gerçekten öyle oluyor.

 Mesela İtalya’da da, faşizmde de öyledir. İtalya’da faşistler, kara gömlekliler mahalleye geliyorlar. “Biz faşistiz, siz nesiniz?” diyorlar. Onlar da “Aa, biz çoktan beri faşistiz” diyorlar. “Asıl faşist biziz” diyorlar. Adamlar hiçbir şekilde kabul etmedikleri halde, bir anda “faşistiz” diyor, ondan sonra da kendini de inandırıyor faşist olduğuna. “Ben niye faşist olmayayım ki?”, “Ben niye komünist  olmayayım ki?” diyor.  “Ne çıkarımla çatışacak ki?” diyor. Hakikaten de komünist oluyor. Ankara’da öyleydi eskiden; liselere üniversiteden mesela geliyor okula, komünistlerin kontrolünde okul. “Sen hangi görüşe sahipsin?” diyor. “Ben sol görüşe sahibim” diyor. “Biz de zaten öyle olduğunu düşünüyorduk” diyor. “Zaten başka insancıl bir düşünce olamaz ki” diyor. “Tabi ki hepimiz komünistiz” diyor. Adam “ben burada 5 sene okuyacağım, hep komünist olarak takılacağıma, komünist olayım bari” diyor.

 Allah ayette belirtmiş, -kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım-; “insan zayıf olarak yaratıldı” diyor: “Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisa Suresi, 28)

 İnsanlar zayıftır. Telkinle komünist olur. Onun için kültürel, ilmi, bilimsel çalışmanın dışında komünizmle, PKK ile mücadele olmaz. Bak Yaratılış Atlası’nı kardeşlerimiz götürdüler, camilere koydular. Ondan sonra o camiye komünist bir PKK’lının girdiğini düşün. Açtı kapağını, 3-4 sayfasına baktı. Artık nasıl komünist olsun. Artık inanamaz ki, istese de inanamaz. Gözüyle görmüş çünkü. Kendiyle mücadele etse bile, gücü yetmez. Beyni kabul etmez, beyni isyan eder.  Onun için önce beynini ele geçirmek gerekir.

 Allah onun için, şeytandan Allaha sığınırım, “Hakkı batılın üzerine fırlatırız, onun beynini darmadağın eder” diyor: “Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size.” (Enbiya Suresi, 18)

 Onun için insanların önce beynini ele geçirmek lazım. Beynini ele geçirmek nasıl olur? Yaratılış Atlası’nı önüne koydun mu, 3-5 sayfasına baktı adam, fotoğrafları gördü, baktı değişmemiş. Şimdi istediği kadar debelensin, çırpınsın. Beynin öyle bir özelliği vardır ki, insan istediği kadar debelensin, hafızasına aldığı bir şeyi bir  daha bırakmaz. Adam “unutmak istiyorum” diyor, beyni de “hadi oradan” der. Adam “ben inanmak istemiyorum” diyor. Beyin “bırak şimdi bunları” diyor. “Sana hakim olan benim” diyor. “Gördün, doğru olduğunu da, biliyorsun. Boş yere debelenme” diyor. Beynine mağlup olur insan. Komünist olma düşüncesinde de, İslam düşüncesinde de insan beynine taraftar olur. Beyniyle dost olur. Bizim kitaplarımızı okuyanlar, eğer yanlış taraftalarsa bile mecburen beyinlerine teslim olurlar.  (Adnan Oktar, Ocak 2013, A9 TV)

“Şangay Birliği, cehennem kapısı gibi bir şey. Şangay’a girmek istemek, “cehenneme bizi alır mısınız?” demek gibi olur.”

“Şangay bütün korkunçluğuyla, dehşetiyle, ürkünçlüğüyle bizleri bekliyor tamam da, biz Türkiye olarak daha yeni belaların içinden kurtulduk. Yeniden bir bela denizinin içine girmiş olacağız, böyle bir şey olmaz. Bizim Şangay’ı kabul etmemizdeki gaye ancak şu olabilir; İttihad-ı İslam için bu ülkelere ihtiyacımız var, dolayısıyla Şangay Birliği’ne girmek, ancak İttihad-ı İslam’ın bir başlangıcı olarak olur.”

Şangay’a girmek bir şey değiştirmez. Çünkü o ülkeler, gelişmiş ülkeler değil. Sanat, bilim, estetik, o ülkelerde güçlü değil işin doğrusu, çok geri ülkeler. Hindistan’da, Pakistan’da sefalet var. Rusya da çok fakir bir ülke. Bilim de çok geri Rusya’da. Avrupa’dan, Amerika’dan aldığı kadarını götürüyor. Soğuk savaş döneminin imkanlarıyla, Alman profesörleri götürmüşlerdi Rusya’ya. Onların biraz desteği ile bilim gelişti bir parça. Ama Rusya’da işin doğrusu bilim, sanat, estetik ölü durumda, donmuş durumda.

Doğuda öyle bir kültür, öyle bir güç yok. Hatta bir çöküş yaşandığı görülüyor. Dolayısıyla bizim Şangay ekibine girmemizin bize hiçbir faydası olmaz. Onlara sunacağımız faydalı şeyler olabilir, ama oradan alacağımız pek bir şey olmaz. Ama İttihad-ı İslam olursa ki olacak, o zaman bir manevi şahlanış, dünya çapında, İslam aleminde müthiş bir adrenalin olacak. O zaman yer yerinden oynar. İnsan zorda kalınca, heyecanlanınca kafası çok çalışır. Böyle milli bir heyecanda, böyle muazzam heyecanda telif gücü, yaratıcı güç insanda müthiş gelişir. Sanatta, bilimde, estetikte, her şeyde patlama yaşanır ki olacaktır, bu olacaktır.

Yoksa Şangay ekibine girsen, nereye gideceğiz; Kazakistan’a gidersin, mafya devleti Kazakistan, mafya hakimiyeti var. İşçilerimiz gidiyor, ağzını burnunu kırıyorlar, öldüresiye dövüyorlar, bir kısmını da zaten şehit ettiler. İş yerlerini basıyorlar, iş adamlarının paralarını gasp ediyorlar, iş makinelerini gasp ediyorlar, şantiyelerini darmakeşan ediyorlar. Rusya’da da işin acı yanı; hakikaten mafya hakimiyeti vardır. Putin tabi ki bunu istemiyordur ama, devletin her yerinde mafya hakimiyeti meşhur Rusya’da. Pakistan perişan durumda, Hindistan zaten dünyanın en perişan ülkelerinden bir tanesidir. Hastalık, sefalet, perişanlık kol geziyor. Dolayısıyla oralardan bizim istifade edeceğimiz pek bir şey olmaz.

Ama bu ülkeleri İttihad-ı İslam içerisine alırsak, Şangay adı altında İttihad-ı İslam oluşturulursa, yani Şangay’ın içerisine girerek, Mehdi (as)’ın zuhuruyla muazzam bir milli heyecanla, görülmemiş bir sanat, estetik, ihtişam her yeri sarar. Çünkü insanlara o zaman yaşam heyecanı, gayret heyecanı gelmiş oluyor. Mesela bir öğrenci vardır, Tıp Fakültesi’ne girmeye aklını takar, insan üstü gayret gösterir, yani görülmemiş bir gayret gösterir, normalde hiç yapmayacağı bir şey yapar. Veyahut sanatçı olmak ister, değil mi mesela ud çalmak ister, olağanüstü gayret göstertir. O bir heves ve heyecan meselesidir. O heves ve heyecan yoksa, eğer sadece evlenmek, hayatını idame ettirmek, iş yeri açmaksa amacı, onlar da aynı şeyi düşündüğü için, onlar da senden bir şey almak isterler, sen de onlardan bir şey almak istersin, hiçbir şey çıkmaz ondan.

Adamda beşlik mal var, beşlik servet var. Sende de beşlik mal, beşlik servet var. Sen diyeceksin ki, “Oradan bize biraz versene”, o da “Sen biraz dağıt diyecektir.” Hiçbir şey çıkmaz. Rusya nasıl fakirse, Türkiye’de fakir, Pakistan da fakir, Hindistan da fakir.

Avrupa Birliği’nin medeniyeti, estetiği güzel, sanatı güzel, demokrasisi güzel. Hindistan’da her gün, her saniye, on dakikada bir kadınlara tecavüz ediliyor. Pakistan’da her yer bombalarla, cinayetlerle kaynıyor. Başbakanı bile zırhlı kamyonun içinde olmasına rağmen bombalayıp şehit ettiler. Onun için böyle bir birliktelik cehennem kapısı gibi bir şey. Yani “cehenneme bizi alır mısınız?” der gibi olur. İttihad-ı İslam’da bereket vardır, mutluluk ve nur vardır. Şangay bütün korkunçluğuyla, bütün dehşetiyle, bütün ürkünçlüğüyle bizleri bekliyor tamam da; biz daha yeni belaların içinden kurtulduk Türkiye olarak, bela denizinin içine girmiş olacağız, böyle bir şey olmaz.

Bizim Şangay’ı kabul etmemizdeki gaye şu; İttihad-ı İslam için bu ülkelere ihtiyacımız var, İttihad-ı İslam başlangıcı olarak olur.

Ben “Şangay’a girelim” dedim, ama bu anlamda dedim. Sayın Başbakanımız da zannediyorum bu anlamda söylüyor. İttihad-ı İslam’ı hedeflediği ve çalışmalarında da alenen böyle bir faaliyet görüldüğü için biz bunu bu şekilde düşünüyoruz. (Adnan Oktar, 26 Ocak 2013, A9 TV)

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/157613/%E2%80%9CSangay-Birligi-cehennem-kapisi-gibi-bir-sey-Sangay%E2%80%99a-girmek-istemek-%E2%80%9Ccehenneme-bizi-alir-misiniz%E2%80%9D-demek-gibi-olur%E2%80%9D

Şeytanın emri düşünmeyin!

Düşünme yeteneği insana kısa dünya hayatında verilen en büyük nimetlerden biridir. Çünkü insan, ancak derin düşünerek Allah'ın sonsuz gücünün, kainattaki kusursuz sanatının farkına varır. Düşünen bir insan dünya üzerindeki her ayrıntının pek çok hikmetle yaratıldığını, ölümün yakın olduğunu ve dünya hayatında yerine getirmesi gereken bazı sorumlulukları olduğunu kavrar. Kuran'da pek çok ayette ancak düşünen insanların öğüt alabileceği, Allah'ın varlığının delillerini ancak onların görebileceği bildirilmiştir.

Nitekim Kuran'ın indiriliş amacı "(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır." (Sad Suresi, 29) ayetinde haber verildiği gibi, insanların iyice düşünmeleridir.

Ancak insanların büyük bir bölümü düşünmeyi bir zorluk olarak görür. Hatta bu insanlar, düşünmenin hayatlarına ve kurulu düzenlerine zarar vereceğine inanırlar. Bu anlayışa göre "zararların en önemlisi" insana dünya hayatlarındaki sorumluluklarını hatırlatmak, içinde bulundukları gaflet halinden onları çıkarmaktır. Çünkü düşünmemek insanı zihnin tamamen boşaltıldığı bir çeşit uykunun içine sürükler. Bu uyku adeta bir büyü gibi kişiye tüm sorumluluklarını, kendisinin niçin var olduğunu, hayattaki amacını, bir gün öleceği gerçeğini unutturur. Bu uykunun başka bir türü ise dünya hayatının günlük ve rutin işlerine kendini kaptırmaktır.

Belki bu insanlar gün içinde pek çok şey düşünüyor, karar veriyor ya da çözümler üretiyor gibi gözükebilirler; ama gerçekte düşündükleri şeyler günlük koşuşturmacanın ayrıntılarından başka birşey değildir. Bu düşüncelerin hiçbiri insanın yaratılış amacı, dünya hayatının gelip geçici olduğu ve her canlının bir gün gelip toprak olacağı ile ilgili değildir. Ezberlenmiş, öğretilmiş, kalıplaşmış, alışılmış hareketler, konuşmalar ve tavırlar insanların tüm hayatını o kadar kaplar ki, kendileri için hayati öneme sahip gerçekler üzerinde düşünmeye gerek dahi duymazlar.

Ancak bu büyük bir hatadır, çünkü dünya üzerindeki herşey bir amaç üzerine var edilmiştir. Allah kainattaki her ayrıntıyı insanların üzerinde düşünmeleri için yaratmıştır. Nitekim Allah Kuran'da, "ölümü ve hayatı kimin daha güzel davranışta bulunacağını denemek için" (Mülk Suresi, 2) yarattığını bildirmiştir. İnsan kısa dünya hayatı boyunca tüm yapıp ettikleriyle denenmektedir. Kendisini yaratan ve ölümünden sonra tekrar diriltip, hesaba çekecek olan Allah'a karşı büyük bir sorumluluğu vardır. Kuran'ı okumak, dinlemek, ayetler üzerinde düşünmek ve anlayıp uygulamak da iman eden bir kişinin en başta gelen sorumluluklarından biridir.
 Allah bu gerçeğe, "Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?" (Müminun Suresi, 68) ayetiyle dikkat çekmiştir.

Düşünen kişi, kainattaki bu kadar ince nizamın ve kusursuz tasarım örneklerinin tesadüfen meydana gelemeyeceğine, var olan herşeyin bir Yaratıcı'sı olduğuna kanaat getirecektir. Çevresindeki yaratılış mucizelerini derin derin düşündükçe Allah'ın varlığının delillerini, O'nun yarattığı detaylardaki hikmetleri görerek Allah'a teslim olacak ve sadece O'nun rızasını kazanmak için yaşayacaktır. Bu gerçeğin farkında olan şeytan insanların gaflet içinde bir hayat sürmelerini, Allah'ın ayetlerinden uzak durmalarını, bunun için de düşünmemelerini ister. Allah şeytanın bu hedefini şu şekilde bildirir:

Dedi ki: "... onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım..." (A'raf Suresi, 16-17)

Şeytan bu nihai hedefine ulaşmak için insanları gaflet haline düşürecek çok özel ortamlar hazırlar. Bunun için insanların zayıf yönlerini kullanarak ince planlar yapar, senaryolar oluşturur ve bunları insan nefsinin en çok hoşlanacağı, en çok zevk alacağı hale getirmeye çalışır. Dinden uzak insanlar da böyle ortamlarda, iman eden kişilerin aksine Allah'ı unutarak, ahireti hiç düşünmeyerek gaflet içinde bir ruh haline girerler.

Gaflete kapılıp gerçeklerden kaçan insan, ölüm meleklerini hiç beklemediği bir anda karşısında gördüğü zaman ise artık herşey için çok geçtir. Çünkü kişi dünya hayatını boş amellerin peşinde, çirkin tavırlarla geçirmiş ve Kuran ayetlerini düşünmekten şiddetle kaçmıştır. Düşünmemek için türlü yöntemler denemiş, şeytanın oyunlarına kanmıştır. Oysa ölümü, hayatın geçiciliğini, Allah'a karşı sorumluluklarını düşünen bir kimsenin böyle gafil bir hali kabullenmesi mümkün değildir. Allah'ın her an canını alabileceğini bilen, ölümün ne kadar yakın olduğunun farkında olan, ağzından çıkan her sözden, aklından geçen her düşünceden ve yaptığı her hareketten hesaba çekileceğinin şuurunda olan bir kişi, nasıl bir ortamda olursa olsun bu gerçekleri unutmaz, aklından çıkarmaz ve gaflete kapılmaz.

Unutulmamalıdır ki, bir mekanda Kuran ahlakına uygun şekilde eğlenmek yerine taşkınlık yapan bir kişiye de, o taşkınlıkları teşvik edenlere de ölüm aynı yakınlıktadır. Belki o kişi dışarı çıkar çıkmaz ölüm melekleriyle karşılaşacak, hiç beklemediği bir anda kendini hesap verirken bulacaktır.

İşte ölüm insana bu kadar yakınken, kişinin gaflet içinde hayatına devam etmesi, freni kopmuş bir kamyonun hızla üstüne geldiğini gördüğü ve çarpıp onu parçalayacağını bildiği halde imkanı varken önünden çekilmemesine benzemektedir. Kişi isterse ömrü boyunca yüzlerce, binlerce kez taşkınlıklar sergilemiş, hatta bütün hayatını böyle geçirmiş olsun, ölüm melekleri canını alırken tüm yaşadıklarını geride bırakacaktır. İnsan eğer bu zamanlarını Allah'ın varlığından gafil bir halde geçirdiyse, o gün, cahiliye toplumlarında "dünyayı doya doya yaşamak" şeklinde ifade edilen bu hayatın, kendine kayıptan başka birşey getirmediğinin farkına varacaktır. Allah'ı ve hesap gününü unuttuğu için yaptığı her türlü taşkınlığın pişmanlığını yaşayacaktır. Allah Kuran'da inkarcıların içinde bulundukları gaflet haliyle, kendilerine gelen hatırlatmalara verdikleri tepkileri şöyle bildirmiştir:

"İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır..." (Enbiya Suresi,1-3)

Kaynak:http://harunyahya.org/tr/Guncel-Yorumlar/101466/%C5%9Eeytan%C4%B1n_emri_d%C3%BC%C5%9F%C3%BCnmeyin!

Her Müslüman Derin Bir İman İçin Emek Vermekle Sorumludur

İçten Allah’a yönelen müminler, “Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın…” (Maide Suresi, 35) ayetinin hükmü gereği hayatları boyunca güçlü, derin bir iman sahibi olmak için çaba harcarlar. Müminleri Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirmek konusunda coşkuyla harekete geçiren ve Allah yolunda harcadıkları çabayı daimi kılan da, Allah korkuları, kul olarak sorumluluklarını bilmeleri ve Allah sevgileridir.

Allah Kuran’da insanların çeşitli iman dereceleri olduğunu bildirmektedir. Kalplerine iman henüz tam yerleşmemiş olanlar, zorluk karşısında imanları sarsılanlar ya da yalnızca sıkıntı içindeyken Allah’a yönelenler Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği iman derecelerinden bazılarıdır. Rabbimiz Kuran’da ayrıca, Allah’tan saygıyla korkan, Allah’a derin bir saygıyla bağlı olan, katıksızca ahiret yurdunu anan salih müminlerin ahlaklarını haber vermektedir. Allah’tan çok korkan ve Allah’ı derin bir sevgiyle seven bir Müslümanın hedefi, Allah’ın ayetlerinde övgüyle bahsettiği bu yüksek ve derin imanı yaşamak ve bu doğrultuda kendini eğitmektir. Bu, aynı zamanda Allah’ın müminlere bir emridir:
  
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin.” (Tegabün Suresi, 16)

Hayırlarda Yarışmak Allah’ın Emridir

Allah’tan çok korkan ve amacı yalnızca O’nun rızasını kazanmak olan insanlar, imanın en üst dereceleri, en derin hali varken daha alt derecelerini, daha yüzeysel olanını tercih etmezler. Allah’ın en sevdiği kullarından olmak için var güçleriyle gayret eder, çevrelerindeki insanları da buna teşvik ederler. Müminler geçici olan bu dünya hayatında yalnızca Allah’ın hoşnut olduğu ahlakı yaşayarak Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmaya çalışır ve bu çabalarını ömür boyu aynı şevk ve kararlılıkla devam ettirerek en derin imana sahip olmayı talep ederler.

Her Müslüman derin bir imana sahip olmak ve Allah’ın en sevdiği kullarından olmak için hayatı boyunca çaba harcamalıdır. Müslümanların bu güzel çabası takvada yarışmalarına yol açar. Nitekim takvada yarışmak, Allah’ın Müslümanlara bir emridir. Rabbimiz’in bu konudaki ayetlerinden biri şöyledir:


“Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın,’ ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir.” (Hadid Suresi, 21)


Derin, Güçlü Bir İman Nasıl Elde Edilir?

Derin bir iman ancak;

Allah’a her an koşulsuz bağlı kalmakla,

Hiçbir şart ve ortamda Rabbimiz’in beğenmeyeceği bir davranış sergilememekle,

Allah’ın yarattığı kaderi, O’ndan gelen her şeyi hep güzel ve hayırlı görmekle,

Dünyanın geçici heveslerine, sahte zevklerine, şeytanın aldatıcı vaatlerine aldanmamakla ve bunlar karşısında bir an bile tereddüte düşmemekle kazanılabilir.

Bu doğrultuda bir ömür sürmek, elbette çok asil bir tercihtir. Önüne çıkan seçeneklerde hep Allah’ın rızasını tercih etmek, her şartta Allah’a yönelip yalnızca O’na rağbet etmek, ancak Allah’a candan bağlı, Allah’ı gönülden seven salih müminlerin gösterdiği asil ve güzel tavırdır. Allah Kuran’da Müslümanları yalnızca Kendisi’ne rağbet etmeye şöyle çağırmaktadır:


“Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca Rabbine rağbet et.” (İnşirah Suresi, 7-8)


Derin bir imana kavuşmak için gösterilecek çaba çok güzel bir ibadettir. Bu kıymetli çaba Müslümanın bütün hayatını kapsar. Gönülden Allah’a yönelen bir Müslüman;

Gözünü açtığı andan itibaren Allah’a yaklaşma isteğini ve çabasını göstermeye başlar.

Uyanır uyanmaz Allah’a kendisine can verdiği için ve yeniden uyanmayı nasip ettiği için şükreder.

Gün içinde hem kendisi hem diğer Müslüman kardeşleri için Allah’a gönülden dua eder.

Allah’ın emrettiği güzel ahlakın yeryüzünde yaygınlaşması için cesur bir kararlılıkla hiç yılmadan ve yorulmadan çalışır.

Güzel ahlakını Allah’ın izniyle gün boyu korur, nefsine ağır gelen bir konuda nefsine kapılmaz ve Allah’ın rızasına uygun davranışı sergiler.

Her an Allah’a sadık kalır.

Durmaksızın Allah’ı anar, O’nun nimetlerini düşünür ve anlatır.

Hiç  kuşku yoktur ki Müslümanın bu çabası, Allah’a yakın olmayı, O’nun hoşnutluğunu kazanmayı her şeyden çok istediğini gösterir. Allah bu kulunun duasına icabet eder, onu takva sahiplerinden kılar. Ona Katından büyük bir hikmet, anlayış verir, heybetini, gücünü arttırır, onu salih kullarından kılar. Bir ayette Rabbimiz’in iman eden kulları üzerindeki rahmeti şöyle müjdelenmiştir:


“Tağut’a kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.” (Zümer Suresi, 17)

Dünyevi Zevklerin Bittiği An: Ölüm

Dünya hayatına hırsla bağlanan tüm insanların çok iyi bildikleri, ama sürekli olarak kaçmaya çalıştıkları önemli bir gerçek vardır: Her insanın bir gün mutlaka yüzleşmek zorunda olduğu ölüm kesin bir gerçektir ve inkar edenler için Allah'ın dilemesi dışında sonsuz bir azabın kesin bir başlangıcıdır. Ancak kimi insanlar yaşamları süresince ölümü mümkün olduğunca az hatırlamaya, az zikretmeye ve hatta unutmaya çalışırlar. Ta ki, ölüm onlara da gelene kadar... Ölüm, her insanın dünyada bir süre yaşadıktan sonra karşılaşacağı kaçınılmaz bir gerçektir.

Ölüm ile birlikte, tüm yaşamını dünya hayatı üzerine kurmuş bir insanın bu dünyaya verdiği tüm emeği bir anda silinip yok olacak, tamamen anlamsız hale gelecektir. On yıllar boyu harcanan çaba, yığılıp biriktirilen mallar, insanlar arasında övgü konusu edilen tüm değerler, ölüm ile birlikte tüm gücünü yitirecektir.

İnsan dünyanın en zengin, en güzel, en saygın ya da en tanınmış kişisi de olsa, bir anda tüm maddi değerlerini kaybedecektir. Bedeni kısa sürede yanına yaklaşılamayacak kadar kötü bir hal alacak, ardından da çürüyüp yok olmak üzere toprağın altına bırakılacaktır. Ahirete inanmayan bir insan için dünya hayatına yönelik olarak on yıllar

boyunca verilen tüm mücadele, sadece bu son içindir. Hayatı hırsla yaşamaya çalışmak, tüm zevkleri doyasıya tadıp tüketmeye çabalamak, insanın karşılaşacağı sondan yana hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Ölüm tüm bu zevkleri kesin bir şekilde yok edecektir.

En önemlisi de ölüm, inkar eden insanlar için hırs ve tutkuyla bağlanılan her değerin sona erdiği, bunun yerine çok büyük pişmanlığın ve zor bir yaşamın başladığı bir an olacaktır. Allah, bu kimselerin sonsuza dek sürecek bu acıdan önce, ölüm anlarında da büyük bir azap yaşayacaklarını Kuran'da bildirmektedir:

"Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak?" (Muhammed Suresi, 27)

"... Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen..." (En'am Suresi, 93)

www.olumkiyametcehennem.net

Ölüm Konusundaki Gaflet Nedeniyle Yaşanılacak Pişmanlık

Tüm ömürlerini dünya hayatından biraz daha fazla yararlanabilmenin hırsıyla yaşayıp tüketen insanlar, ölüm ile karşılaştıklarında, hayatları boyunca vicdanlarında sürekli olarak bastırmaya, düşünmemeye çalıştıkları ölümün ne kadar gerçek olduğunu anlarlar. Hemen Allah'a sığınıp bir kurtuluş yolu bulmaya çalışırlar. Ancak Allah'ın Kuran'da "Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 22-24) ayetleriyle bildirdiği gibi, artık bu pişmanlığın insana bir faydası olmaz. Çünkü Allah insana doğru yolu ve üzerindeki rahmetini görmesi için "bir ömür süresi" vakit vermiştir. Allah Kuran'da, ömürlerini gaflet içinde tüketen insanların pişmanlığını şöyle bildirmektedir:

"İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur." (Fatır Suresi, 37)

Allah, kendilerine verilen bu süreyi aleyhlerinde kullanıp da ölüm ile karşılaştıklarında tevbe etmeye karar veren insanların bu taleplerinin kabul edilmeyeceğini bildirmektedir. Bu nedenle her insan Allah'ın hatırlattığı bu gerçeği henüz vakti varken düşünmeli ve bu geri dönüşü olmayan anı yaşamadan önce Allah'a teslim olmalıdır.

Pişman Olmadan Önce...

Gaflet içindeki bir insanın tek amacı dünya hayatının zevklerinden istifade etmekse, her ne kadar istemese, her ne kadar düşünmemeye çalışsa da, bunlar bir gün mutlaka bitecektir. Allah'ın bir insan için belirlediği ömür süresi sona erdiğinde, insanın hırsını yaptığı, peşinden koştuğu tüm zevkler, toprağın altındaki çürümüş bedeni için tüm anlamını ve değerini yitirmiş olacaktır. Bu düşünceye saplanmış olan insanların bu açık gerçeği görüp anlaması gerekmektedir. İnkar, dünya hayatında mutsuzluğa, ölüm anında pişmanlığa, ahirette ise azaba sebep olacaktır. İman ise, insanlara dünya hayatının zevklerini en yüksek derecede tadabilecekleri bir ruh derinliği ve ahiret hayatında ise sonsuza dek zevklerin en fazlasını kazandırmaktadır.

İnsanın bu ikisi arasındaki apaçık farkı görmesi ve inkarın karanlığından kurtulmak için imanın nuruna teslim olması gerekmektedir. Umulur ki, ölüm anında yaşanacak pişmanlıktan önce tüm insanlar Allah'ın rahmetine teslim olmuş ve İslam ahlakının güzelliğini yaşamış olurlar. Zira Allah aksinde inkar edenlerin pişmanlıkları nedeniyle ahirette "nice kereler Müslüman olmuş olmayı dileyeceklerini" bildirmiştir ki, ahirette artık bir daha bu isteklerini gerçekleştirebilecekleri bir imkanları olmayacaktır:

"O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir." (Hicr Suresi, 2-3)

Kaynak: http://bilimveteknoloji.org/ahirzaman/1649-dunyevi-zevklerin-bittigi-an-olum.html




''PKK ve terörle fikri mücadele konferansı'' düzenlendi

İslam Birliği Derneği tarafından Ankara’da Kocatepe Kültür Merkezi’nde“PKK ve Terörizmle Fikri Mücadele’nin Önemi” konulu konferans düzenlendi.
Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Recai Kutan, Eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel, Eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın, Eski Bayındırlık ve İskân BakanıAbdülkadir Akcan, Akparti Milletvekili Prof. Dr. İdris Bal, CHP Genel Başkan Danışmanı Muhammet Çakmak ve Milli Değerleri Koruma Vakfı Eski BaşkanıAltuğ Berker konuşmacı olarak katılırken çok sayıda milletvekili, bürokrat ve siyasetçi de dinleyici olarak salonda yerlerini aldı.



Mehteran gösterisi ile başlayan konferansın açılış konuşmasını yapan Altuğ Berker, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam, Ak Parti Genel Başkan Yrd. Prof. Dr. Mustafa Şentop, Akparti Milletvekilleri Emrullah İşler, İdris Güllüce, Şamil Tayyar, Mustafa Şerbetçioğlu, Hüseyin Tanrıverdi, Ömer Faruk Öz, CHP Genel Başkan Yrd. Gürsel Tekin ve Yakup Akkaya, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Yiğitalp ve Lütfü Yalman, TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, E. Bakan Yaşar Okuyan ile birçok STK’nun tebrik ve teşekkürlerini ilettikleri telgraflarını okuyarak kürsüyü konuşmacılara bıraktı.
Kürsüye ilk gelen isim olan Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Recai Kutan,Allah’ın Kuran’da “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık” ayetine vurgu yaparak Türk ve Kürt birlikteliğinin önemini ifade etti. Abdullah Öcalan’ın bir sözünü alıntılayarak PKK’nın Marksist Leninist ideolojiye sahip olduğunu belirten Kutan, “bu ideolojiye bilimsel karşılık vermeliyiz” diyerek konuşmasına devam etti.

Recai Kutan’dan sonra kürsüye gelen Eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın ise, “iktidar ve muhalefet ayrımı yapmadan PKK ile partiler üstü mücadele etmek gerektiğini ve bunun için birlik olmanın çok önemli” olduğuna vurgu yaptı. Sayın Şıvgın'a plaketini 22. Dönem milletvekili Sayın Atilla Maraş verdi.

Halil Şıvgın’dan kürsüyü devralan Eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzelher insanın İbrahimi bir milletten olduğunu ve Kürtlerin bu ülkede kurucu durumunda yer aldıklarını ifade etti. “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimizin sorunu vardır” diyen Güzel, “Türkiye’nin bölünmesi durumunda doğu da kızıl komünistlerin hakim olacağını ve oradaki kardeşlerimizi bu komünistlerin eline bırakırsak ezileceklerine vurgu yaptı. “Terörle müzakere olmaz” diyen Hasan Celal Güzel, kısa bir süre sonra PKK’nın tamamen yok olacağına inandığını da sözlerine ekledi. Sayın Hasan Celal Güzel'e plaketini 21. Dönem Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu verdi.

Akparti Milletvekili Sayın İdris Bal’ın kürsüye gelmesiyle devam eden konferansta, “sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk kavgalarıyla Türkiye’ye enerji kaybettirmeye çalışıyorlar ancak hepimiz biriz” diyen Bal, “PKK sorunu eş zamanlı olarak hem bilimsel hem de silahlı mücadele ile çözülebilir” dedi. Sayın İdris Bal'a plaketini İslam Birliği Derneği Başkanı Ömer Faruk Altıparmak Verdi.
Daha sonra kürsüye gelen isim CHP Genel Başkan Danışmanı Muhammet Çakmak oldu. Çakmak, “Kurtuluş Savaşını hangi şartlarda kazandığımızı hatırlamamız gerekir” diyerek konuşmasını şöyle sürdürdü “Türkiye sahip olduğu tarihsel derinlikle geleceği şekillendiriyor. Sahip olduğumuz bu güçlü bağlar Türk-Kürt kardeşliğini bozamayacak, büyük bir gelecek bizi bekliyor” dedi. Kürsüyü Eski Bayındırlık ve İskan Bakanı Abdülkadir Akcan’a devreden CHP Genel Başkan Danışmanı Muhammet Çakmak, Türk-İslam Birliği’ne işaret etti. Sayın Çakmak'a plaketini Gazete 5 Yayın yönetmeni Sayın Mehmet Göktürk verdi.

Bir diğer Konuşmacı ise Eski Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Abdülkadir Akcan idi. Sayın Akcan konuşmasına M. Kemal Atatürk’ün “Komünizm Türk milletinin en büyük düşmanıdır her görüldüğü yerde ezilmeli ve yok edilmelidir. Biz ne Bolşevik’iz ne komünistiz, ne biri ne diğeri olamayız. Biz milliyetperver ve hürmetkârız” sözleri ile başladı. Teröre taviz verilmemesi gerektiğine vurgu yapan Akcan, “taviz tavizi doğurur” diyerek bu tür politikaların ülkemizi zayıflattığını söyledi. İnancı olmayan insanlara komünizmin daha kolay empoze edildiğini söyleyen Akcan, komünist felsefeye karşı bilimsel çalışmaların yapılması gerektiğini ifade etti. Abdülkadir Akcan'a plaketini Prof. Dr. Akif Akkuş verdi.

Konferansın son konuşmacısı olan MDKV Eski Başkanı Altuğ BerkerTürk İslam Birliği’nin PKK’ya kesin ve net tek çözüm yolu olduğunu, Allah’ın ayeti gereği birlik olunduğunda böyle bir örgütün doğal olarak yok olacağını ifade ederek sözlerine başladı.  Propagandasız hiçbir savaşın kazanılmadığına vurgu yapan Berker,  PKK’nın temelinin bir felsefeye dayandığını ve bu felsefelerin çöktüğünün bilimsel olarak ispat edilmesi gerektiğini söyledi. Herkesin kendi üzerine düşen ne varsa yapması gerektiğini söyleyen Altuğ Berker, “Türkiye’nin kurtuluş reçetesi Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıdır” diyerek konferansı sona erdirdi.

Çok sayıda izleyicinin takip ettiği konferans’ta, İslam Birliği Derneği tarafından konuşmacılara katılımlarından dolayı plaket takdim edildi. Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Recai Kutan’ın plaketini ise Merhum Necmeddin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan takdim etti.