Avrupa ve İslam

Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa'da da İslam hızlı bir yükseliş içerisindedir ve bu yükseliş özellikle birkaç yıldır daha çok dikkat çekmektedir. Son yıllarda 'Avrupa'da İslam'ın yükselişi', 'Müslümanların Avrupa'daki konumu', 'Avrupa toplumları ve Müslümanlar arasındaki diyalog' gibi ana başlıklar altında toplanabilecek pek çok tez, araştırma ve makale yayınlanmıştır. 

Akademisyenler tarafından hazırlanan bu yayınların yanı sıra medyada, İslam ve Müslümanlar konusunu oldukça sık ele almıştır. Bu ilginin temelinde hiç şüphesiz Müslümanların sayısının gittikçe artıyor olması yer almaktadır. Üstelik bu artış iddia edildiği gibi yalnızca Müslüman ülkelerden Avrupa'ya yaşanan göçten kaynaklanmamaktadır. Elbette bu göçlerin de Müslüman nüfusun artışında önemli bir etkisi vardır, ancak pek çok araştırmacının bu konuya yönelmesindeki asıl sebep, din değiştirip Müslüman olmayı tercih edenlerin sayısındaki artıştır.

Araştırmaların Gösterdiği Gerçekler

Avrupa toplumları içinde İslam'ı seçerek din değiştirenlerin gittikçe çoğalmasını ilgi ile takip eden kurumlardan biri, merkezi Vatikan'da bulunan Katolik Kilisesi'dir. 1999 yılının Ekim ayında yapılan Avrupa Katolik Kiliseler Toplantısı'nın ana gündem maddesi yeni milenyumda kilisenin hangi pozisyonda olacağını değerlendirmekti. Toplantıya katılan hemen hemen tüm din adamlarının asıl olarak üzerinde durdukları konu ise İslam'ın Avrupa'daki hızlı yükselişi oldu. Toplantıda yapılan konuşmaları sayfalarına taşıyan National Catholic Reporter dergisinin verdiği habere göre, bazı radikal kişiler, Müslümanların Avrupa'da güçlenmesini engellemenin tek yolunun İslamiyet'e ve Müslümanlara karşı hoşgörüden vazgeçmek olduğunu belirtirken, daha objektif ve tutarlı olan kişiler de her iki dinin de mensuplarının aynı Allah'a iman ettiklerinin dolayısıyla bu iki din arasında herhangi bir çatışma veya mücadelenin söz konusu olamayacağının altını çizmişlerdir.


Öyle ki toplantının Almanca olarak yapılan bir oturumunda, Almanya Kardinali Karl Lehmann, "İslam'da, pek çok Hıristiyanın tahmin ettiğinden çok daha fazla çoğulculuk vardır" diyerek,x radikallerin İslam ile ilgili öne sürdükleri iddialarında doğruluk payı olmadığını söylemiştir.

Avrupa'daki Müslümanlarla ilgili yapılan araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek de: Bir yandan Müslümanların sayısı artarken, bir yandan da Müslümanlar arasında dini bilinçlenmenin yaşandığıdır. Fransız Le Monde gazetesinin Ekim 2001 tarihinde yaptırdığı bir ankete göre Avrupa'daki Müslümanlar, 1994 yılında yapılan araştırmaya oranla daha çok namazlarına devam edip daha çok camiye gitmektedirler, oruç tutanların sayısı da 1994'e oranla çok daha fazladır. Üstelik bu bilinçlenme daha çok üniversite öğrencileri arasında görülmektedir.

 
Avrupa İslam Merkezi Olma Yolunda

Aktüel dergisi ise 1999 yılında yabancı basına dayanarak hazırlanmış bir haberinde, Batılı araştırmacıların bundan yaklaşık 50 yıl sonra Avrupa'nın İslam'ın en önemli yayılma merkezlerinden biri olacağını bildirmektedir.

Sosyolojik ve demografik araştırmaların işaret ettiği bu gelişmelerin yanı sıra unutulmaması gereken tarihi bir gerçek daha vardır. O da Avrupa'nın İslam ile yeni tanışmadığı, aslında İslam'ın Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olduğudur.

Avrupa ile İslam medeniyetleri, birbiri ile yakın ilişki içerisinde olmuş iki medeniyettir. Önce İber yarımadasında kurulmuş olan Endülüs Devleti, daha sonra Haçlı Seferleri ve Osmanlı'nın Balkanları fethi, Avrupa ve İslam toplumları arasında düzenli bir etkileşime neden olmuştur. Ortaçağ karanlığı içine gömülmüş olan Avrupa'daki gelişme ve ilerleme hareketlerinin asıl öncüsünün İslamiyet olduğu bugün pek çok tarihçi ve sosyolog tarafından da dile getirilmektedir.

Avrupalı Devlet Adamları ve İslam

İslam ile Hıristiyanlık arasında herhangi bir çatışmanın söz konusu olamayacağı ve İslam ile terörizmin hiçbir şekilde bağdaşmadığı Avrupalı liderlerin de önemle üzerinde durdukları bir konudur. Tıpkı ABD'de olduğu gibi, Avrupa ülkelerinin pek çoğunda da devlet adamları ve siyasetin önde gelen isimleri, İslam'ı öven mesajlar vermekte ve Kuran ahlakına duydukları ilgiyi dile getirmektedirler. Bu isimlerin başında İngiltere Başbakanı Tony Blair gelmektedir.

Bugüne kadar üç defa Kuran'ı okuduğunu söyleyen Tony Blair'in İslam'a duyduğu ilgi, Türk basınında ilk defa zekat ile ilgili sözleriyle yer buldu. Ramazan Bayramı nedeni ile Müslümanlara verdiği davette, "Bizim toplumumuz da Müslümanlığın, bölüşümü ve paylaşımı emreden zekat anlayışından örnek almalı. Unutulmamalı ki günümüz dünyasının zor koşulları ancak bu güçlüklerin paylaşılmasıyla yenilebilir" diyen Blair, daha sonraki açıklamaları ile de Kuran ahlakına duyduğu hayranlığı sık sık dile getirmiştir.

Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in sancağı

Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in sancağı Hz. Mehdi (a.s.)'nin yanında olacaktır, bu sancak düşmanlık yapanların korkusunu, samimi Müslümanların ise imanlarını arttıracaktır.

ALLAH’IN ELÇİSİ İÇİN HAZRETİ CEBRAİL (A.S.) TARAFINDAN Bedir Savaşı sırasında getirilen sancak İMAM-I ZAMAN (HZ. MEHDİ (A.S.)) TARAFINDAN YÜKSELTİLECEKTİR. BU SANCAĞIN ÖZEL NİTELİĞİ dört bir yanda bir aylık masefedeki DÜŞMANLARIN KALBİNE KORKU SALIYOR OLMASIDIR. Buna eşdeğer olarak, İNANANLARIN KALPLERİNDE MEMNUNİYETİ VE SAĞLAMLIĞI ARTTIRACAKTIR.

Bihar-ül Envar, Cilt. 51, Sayfa 135; Cilt 52, Sayfa 328 Kaamil Al-Ziyaaraat’dan aktarıyor ; Cilt. 52, Sayfa 360 No’mani,  Al-Ghaibah’dan aktarıyor; Cilt 78, Sayfa 391; Yawm al-Khalaas, sayfa 288; Mikyaal al-Makaarem, Cilt 1, Sayfa 241

Anarşizmin çözümü İslam ahlakıdır

Tüm insanlık, dünya üzerinde yaşanan anarşizmden, şiddeti gün geçtikçe artan kanlı terör eylemlerinden kurtulmanın özlemi içerisindedir. Bugün dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanların lanetlediği bu bela, Allah'ın izniyle İslam Dininin getirdiği güzel ahlakın, barışın, uzlaşmanın, sevgi ve şefkatin yerleşmesiyle tarihin derinliklerine gömülecektir.

Dünyanın pek çok yerinde, anarşik terör eylemlerine karşı alınan adli tedbirler etkili olmamakta, güçlü devletler dahi bu belayı etkisiz hale getirememektedirler.

Din ahlakından tamamen uzak yetiştirilmiş, kendisini ve diğer insanları biraz gelişmiş hayvan türleri gibi gören, aşırı sorumsuz, başıboş ve saldırgan insanları dizginlemek, onlara hakim olmak, onları zaptetmek imkansızdır. Bugün birçok ülkede hala devam eden bu saldırganlığı ve zulmü engellemenin tek yolu insanlara İslam Dininin getirdiği güzel ahlakın aşılanmasıdır.

Terör destekli anarşizm

Anarşizm, terörizmle desteklendiği zaman, barışın, dostluğun, kardeşliğin, uzlaşmanın ve hoşgörünün karşısında olan karanlık fikir ve ideolojilerin bir uygulaması olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam Dininin özünü ise bu gibi güzel ahlak özellikleri oluşturur. Dolayısıyla anarşizm, tıpkı terör gibi İslam diniyle tam anlamıyla çelişir.

1) Anarşizm, tıpkı komünizm, faşizm, ırkçılık gibi bozgunculuğu öngörür ve şiddet yolu ile mevcut düzeni yıkarak, yerine kendi ideolojisi doğrultusunda yeni bir yönetim tesis etmeyi amaçlar. Anarşist militanlar şiddeti, kaba kuvveti, savaş veçatışmayı adeta kutsal kavramlar gibi görürler. (Harun Yahya, İslam Terörü Lanetler)

Kuran ahlakında ise Müslüman kendisine kötülük yapıldığında dahi iyilikle karşılık vermekle yükümlüdür. Bu konudaki ayetlerden birinde Allah şöyle buyurur:

 
"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir." (Fussilet Suresi, 34)

Ayetteki gibi hareket eden bir insanın anarşizmin mantık ve yöntemlerine sempati duyması, bu kanlı ideolojiye en ufak bir eğilim göstermesi elbette ki söz konusu olamaz.

2) Anarşizmin bir diğer özelliği, kendisine belirlediği sözde "kutsal" hedef uğruna binlerce masum insanı göz kırpmadan feda edebilmesi ve bunu bir erdem gibi görmesidir. "Hedefler araçları meşrulaştırır" mantığıyla düşünen anarşistler her türlü terör eylemini rahatlıkla gerçekleştirebilirler.

Oysa Allah Kuran'da insanlara haksız yere saldırmanın, masum insanları öldürmenin çok büyük bir suç olduğunu bildirmektedir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur: "... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur..." (Maide Suresi, 32)

Tek bir insanın dahi suçsuz yere öldürülmesi tüm insanların öldürülmesi gibiyken, işlenen cinayetlerin, yapılan katliamların ve gündemdeki tabiriyle "intihar saldırıları"nın ne kadar büyük bir suç olduğu açıktır.

3) Anarşizm, ahlaki veya insani değerlerini kaybetmiş, zalim ve acımasız bir toplum öngörür. Anarşizmin baskı unsuru olarak kullandığı gruplar en basit bir olayda dahi gözü dönmüş bir öfkeye kapılır ve bunun ardından hemen kavga ve çatışma başlatırlar.

Elbette bu duygusal şiddet, Kuran'ın emirlerine tamamen aykırıdır. Allah Kuran'da Müslümanları öfkelendikleri zaman bunu yenen, akılcı, itidalli ve ılımlı insanlar olarak tarif etmektedir. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:


"Onlar, ...öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." (Al-i İmran Suresi, 134)

4) Anarşizmi yönlendiren bir diğer özellik de kitle ruhu, yani bozguncu taraftarların giderek çoğalmasıdır. Bir yabancıya sebepsiz yere saldırabilir, bir iş yerini yağmalayabilir, topluca insanları katledebilir, hatta kendisini bile ölüme atmaktan çekinmeyebilir... Terör eylemlerine katılanların çoğu, irade ve vicdanları zayıf olduğu için, kitle psikolojisi içinde çözülmüş, "sürü" haline gelmişlerdir.

Müminler ise çoğunluğa uymak yerine, daima akıl ve vicdanları ile hareket ederler. Bu da Kuran ahlakına uymakla mümkün olur.

5) Allah Kuran'da barışı ve uzlaşmayı tavsiye eder. Dikkat edilirse bu özellikler anarşizmin ana vasfı olan bozguncu karakterle taban tabana zıttır. Allah iyilikte bulunmayı ve insanların arasını düzeltmeyi emreder. Anarşi, terör, şiddet anlamlarını da kapsayan her türlü bozgunculuk hareketini yasaklar ve bu tür bir eylem içinde olanları lanetlediğini bildirir. (Rad Suresi,25)

Sonuç

Anarşi ve terör, tabiatı itibarıyla, din ahlakının getirdiği sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, yardımlaşma, kanaatkarlık gibi ahlaki erdemlere tamamen zıt bir yapı meydana getirmektedir. İlahi dinler tarafından lanetlenmiş olan "zalimlik" kavramı, anarşizmin mayasında vardır ve bu zalimlik terör grupları tarafından sistemli olarak övülmekte, meşru gösterilmekte ve özendirilmektedir.

Bugün dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanların lanetlediği bu anarşizm belası, Allah'ın izniyle İslam Dininin getirdiği güzel ahlakın, barışın, uzlaşmanın, sevgi ve şefkatin yerleşmesiyle tarihin derinliklerine gömülecektir.
Kuran-ı Kerim'de Allah, gökleri ve yeri yaratanın Kendisi olduğunu ve bunların kontrolünün de yine Kendisi'nde olduğunu söyler. Görmekte olduğumuz tüm evreni ve her türlü cismi, en küçük atomdan en büyük galaksilere kadar Allah yaratmış ve düzene sokmuştur. Göklerin yaratılışından söz eden bir ayette şöyle buyrulur:
 
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. (Naziat Suresi, 27-28)

Bu ve benzeri birçok ayetten anlaşıldığı gibi gökyüzünü Allah yaratmış ve bir düzen içine sokmuştur. Günümüz bilimi de, Kuran ile paralel bir biçimde, evrenin büyük bir düzene sahip şekilde yaratılmış olduğunu söylemektedir. Bu konuda bilim adamlarınca geliştirilmiş çeşitli teoriler vardır. Ancak bunlardan en sağlam temellere sahip olanı Büyük Patlama (Big Bang) teorisidir. Bugün, evrenin durağan olmadığını, sürekli genişlediğini biliyoruz. Bu genişlemenin bilim çevreleri tarafından gözlemlenerek kanıtlanması da Büyük Patlama teorisinin en önemli delillerinden birini teşkil eder.

Evren genişlediğine göre, bu genişlemenin başladığı bir anın olması gereklidir. Yani zamanda geriye doğru gittiğimizi düşünürsek, evrenin de buna paralel olarak küçüldüğünü görürüz. Sonuçta ulaşacağımız nokta, evrenin "tekillik" adı verilen matematiksel bir noktaya kadar küçülmesidir. Bu noktayı bazı bilim adamları "kozmik yumurta" olarak da isimlendirmektedir. İçinde yaşadığımız evrene ait tüm madde ve enerji, hatta zaman dahi bu kozmik yumurtanın içinde bulunmaktadır. Şimdi düşünelim. Tekillik ya da diğer bir değişle kozmik yumurtanın öncesinde ne vardı? 

Bu madde nasıl ortaya çıktı? Burada açık bir "yoktan varoluş" görmekteyiz. Büyük Patlama'dan önceki bu dönem evrenin, uzayın, zamanın olmadığı, herşeyin "yok" olduğu dönemdi. Büyük Patlama ile evren "yok" iken "var" olmaya başlamıştır. Bu noktada ulaştığımız en önemli sonuçlardan biri, evreni üstün bir gücün bilinçli olarak yarattığı ve yine bilinçli müdahaleler sonucunda ona büyük bir düzen kazandırdığı gerçeğidir.

Rastgele Bir Big Bang Evreni Yaratabilir mi?

Buraya kadar gördüklerimiz, evrenin bir başlangıcı olduğunu, yani sonsuzdan beri var olmadığını, aksine belirli bir anda yaratıldığını göstermektedir. Kısacası evren yoktan var olmuştur. Sadece bu nokta bile, Allah'ın varlığının önemli delillerinden birisidir.

Oysa bu açık gerçeği bile inkar edenler vardır. Evrenin bir yaratıcının yaratmasıyla oluştuğunu inkar edebilmenin tek yolu ise onun kendiliğinden, bilinçsiz bir şekilde tesadüfler sonucu var olduğunu varsaymaktır. Bu düşünceye göre evren yaratılmamış, kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Büyük Patlama'nın başlangıcından şimdiki zamana kadar olan süre, sözde bir evrim sürecidir. 

Büyük Patlama'yla atomlar oluşmuş, atomlardan yıldızlar ve gezegenler kendi kendilerine meydana gelmiştir. Bu gezegenlerden uygun şartların oluştuğu bir tanesinde, birtakım kimyasal ve biyolojik olaylar sonucu, uzun süren bir süreç içinde bizlerin de içinde bulunduğumuz canlı varlıklar nasıl olduysa türemiş ve bunlar kendilerini oluşturan evreni incelemeye başlamışlardır.

Sanki çok kolay bir şekilde gerçekleşmiş gibi anlatılan bu süreç, aslında hiç de anlatıldığı kadar basit ve bir Yaratıcı'nın kontrolü olmadan gerçekleşebilecek bir olay değildir. Büyük Patlama sırasında atomların oluşumundan yıldızların ortaya çıkışına, atomun içindeki hassas dengelerden dev galaksilere kadar tüm evren çok büyük bir düzen içinde bulunurlar. Kısacası, evrenin yaratılışının temelinde ve evrende meydana gelen herhangi bir olayda kesinlikle şansa veya tesadüflere yer yoktur. Her an, her yerde bilinçli bir müdahale, üstün bir akıl ve bir düzen hakimdir.

Bizlerin "fizik kuralları" veya bazen "doğa kanunu" olarak nitelendirdiğimiz herşey de aslında bu düzenin en açık bir kanıtını oluşturur. Bu kurallar olmadan evrenin ve içindekilerin hiçbir şekilde var olmaları mümkün değildir. Örneğin, maddenin en küçük yapıtaşlarından olan atomun içinde inanılmaz, muazzam bir denge vardır. Evrenin varlığını sağlayan ve bilinen tüm fizik kurallarının işlemesini sağlayan dört temel kuvvet, atomun içinde gizlidir. Elektronlar kendilerine ayrılmış yörüngelerde, çekirdekteki proton ve nötronların etrafında dönerler. Bu, tek başına incelendiğinde bile muazzam bir olaydır. Çekirdekte ise aynı yüke sahip olan protonlar, dört temel kuvvetten bir tanesi olan "güçlü çekirdeksel kuvvet" tarafından birarada tutulurlar. Böylece en küçük atomda bile inanılması güç bir denge sağlanmış olur.

Eğer evren Büyük Patlama'nın ardından kendi haline bırakılmış olsaydı, bir "patlamanın" doğal sonucu olarak büyük bir kaos, karmaşa ve tahribat ortaya çıkardı. Oysa en küçük atomdan en büyük galaksiye kadar tüm madde son derece hassas bir düzenlilik içinde hareket etmektedir. Gökyüzündeki yıldızlar gelişigüzel yerlere dağılmamışlar, galaksi adı verilen gruplar oluşturmuşlardır. Evrendeki tüm madde, dolayısıyla galaksiler homojen bir biçimde uzaya yerleşmişlerdir. Tüm atomlar evrenin her köşesinde aynı dizilime ve yapıya sahip olmuşlardır. Fizik kuralları evrenin her noktasında aynı şekilde işlemekte, en küçük bir düzensizlik gözlemlenmemektedir.

Elbette ki sayısız hassas denge evrenin her noktasında hüküm sürmektedir. Bu sayısız dengelerin herhangi birinde, en ufak bir oynama olması ise şimdikinden tümüyle farklı ve canlı hayatının olmasına imkan vermeyecek bir evrenin var olmasına sebebiyet verir. Diğer bir deyişle evrenimiz, dünyadaki canlı hayatının varolabilmesi, daha da ötesi bu varlığını güven içinde sürdürebilmesi için çok çok hassas bir biçimde "ayarlanmış"tır.

Birinin bile "şans eseri" olması mümkün değilken, henüz keşfedilmiş olanlarının sayısı binleri bulan bu dengeler bizlere üstün kudret sahibi bir Yaratıcı'nın da varlığını göstermektedir. "Bu dengeler nasıl ortaya çıktı?" ya da "hangi irade evreni insan yaşamına uygun olarak düzenledi?" gibi sorularla incelendiğinde bu dengeler bizleri Allah'ın yaratışına ulaştırır. Allah evreni büyük bir akıl ve güçle yaratmış ve dünyayı da insanın yaşamı için özel olarak hazırlamıştır. Bundan habersiz bir hayat süren pek çok insan olduğu ise Kuran'da şöyle haber verilir:

Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Mümin Suresi, 57)

Yine Kuran, burada örneği verilen insanların tam tersi anlayışta insanlar olduğunu da duyurur. Ayetlere göre bu insanlar evreni gözlemleyerek burada gördüklerini Allah'a bir yakınlaşma vesilesi olarak kullanmaktadırlar:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
 

Atatürk ve Türk Ordusu

"Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir."

Asil Türk Milleti

Vatanına, özgürlüğüne ve şerefine düşkün olan Türk Milleti'nin, milli varlığı ve bağımsızlığı uğruna gösteremeyeceği kudret ve fedakarlık yoktur. Kurtuluş Savaşı Türk'ün bu üstün seciyesinin tüm açıklığıyla ortaya konduğu çok şerefli bir mücadele olmuştur. Atatürk de dünyanın en donanımlı ordularına karşı Milli Mücadele'yi başlatırken Türk Milleti'ne olan güvenini sık sık dile getirmiş ve Türk Ordusunu en büyük destekçisi olarak görmüştür. Atatürk'ün bu konuyla ilgili bazı sözleri şu şekildedir:

Ordu, Türk Ordusu, işte bütün milletin göğsünü itimat (güven), gurur duygularıyla kabartan şanlı adı. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) için sarfetmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilenmesi imkansız teminatıdır.

Millet, kemal-i azimle içtimai ve fikrî tekâmülle çalışırken, onu bundan alıkoyacak dahilî ve haricî maniaların karşısında kuvvetli, kudretli ve büyük görevini müdrik kahraman Ordumuzun hazır bulunduğunu düşünerek müsterih olabilir. 


Atatürk'ü Tanımak

Atatürk'ün bizlere miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti, onun askeri ve siyasi dehasının bir neticesidir. Türk Milleti ise Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyetin yılmaz bekçisidir. Ancak onun bu mirasının değerini kavrayabilmek ve Türkiye Cumhuriyeti'ni dünyanın en güçlü devletleri arasında hak ettiği yere ulaştırabilmek için her Türk ferdinin Atatürk'ü çok yakından tanıması gerekmektedir. Atatürk'ü takdir edebilmek, onun düşünce yapısını, mantık örgüsünü, Türk Milleti'ne olan bakış açısını ve Türk Milleti için hedeflerini tam olarak anlamakla mümkündür. Atatürk'ü tanıyabilmek için en doğru yol ise, yine onun sözlerine, uygulamalarına, onu yakından tanıyan kişilerin anlatımlarına ve yine dünya siyasetine yön veren kişilerin onun hakkındaki yorumlarına başvurmaktır.

Atatürk'ün Övgü Dolu Sözleri:

Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı, Türk Milleti'nin ve onun gözbebeği olan Türk Ordusunun kahramanlığını tüm dünyaya gösteren bir özgürlük destanıdır. Türk Milleti düşmanların güçlü ve modern silahlarına ve yüksek donanımlı ordularına karşı tüm varlığıyla karşı koymuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde elele veren Türk Milleti büyük bir zafer elde etmiş ve şan ve şerefle dolu olan tarihimize yepyeni bir sayfa eklenmiştir. Atatürk söz konusu başarıların Türk Milleti'nin eseri olduğunu Konya Orduevi'nde yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirmiştir:


Arkadaşlar, tüm tarih bize gösteriyor ki, uluslar yüce hedeflerine ulaşmak istediklerinde bu coşkularının karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu geneli içinde büyük bir istisna bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki, Türk Ulusu ne vakit yükselmek için bir adım atmak istemişse önünde hep önder olarak, yüksek ulusal ülküyü gerçekleştirecek hareketlerin kılavuzu olarak kendi kahraman çocuklarından oluşan ordusunu görmüştür. Bu nedenle Türk Ulusu, elinde kılıç tehlikelere karşı yürümeye hazır kahraman çocuklarına derin bir güven beslemiştir. Bu güveni hep besleyecektir. Bundan sonra da Türk Ulusu'nun kutsal ülküsünün gerçekleşmesi için kahraman asker evlatları hep önde gidecektir. Tüm Türk Ulusu, başarıya ulaştığı her yaşamsal şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusunu komuta eden öz evlatlarından oluşma subaylar topluluğunu, yüksek komuta heyetini görmektedir. Ulus ve kahraman evlatlarından oluşan ordu öylesine birbiriyle birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun örnekleri çok azdır. Bu ulusal gerçekle her zaman övünebiliriz. 

Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda kahramanca mücadele edip, düşman ordularına beklemedikleri bir karşılık veren Türk Milleti'nin her ferdinin taşıdığı önemi, bir başka konuşmasında şu sözlerle ifade etmiştir:
Geçirdiğimiz bunalımlı günlerin şerefli kahramanlarını hep birlikte kutsayalım:

Onlar arasında savaş alanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi, ateşlerde yakılmış çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır.

...

Onların arasında, yurtlarını yitirmiş aileler, yavrularını gömmüş analar vardır. Ve gene onlar arasında, savaştaki namus görevini şerefle yerine getirerek, bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan, şehitlik şerbetini içmiş olanların ruhlarına fatihalar armağan edelim.

Bu hareketi yapan bir ordunun babaları ve analarından oluşan ulusumuz, bütün dünyaya karşı en saygın ve değerli yeri kazanmıştır. Ulusumuz çekinmeden övünebilir ve ben, böyle bir ulusun, önemsiz bir kişisi olmakla en büyük mutluluğu duyuyorum. Bu savaş alanlarında, benzersiz kahramanlıklar ve yiğitlikler göstermiş olan subaylarımızın, erlerimizin ve komutanlarımızın her biri ayrı ayrı birer övünç sayfaları, bir destan oluşturan hareketlerini, en ulu duygularla ve saygıyla anıyorum.

Büyük ehl-i sünnet alimleri 'İslam ümmetinin icabet ömrünün hicri 1500'e kadar olacağını' ifade etmişlerdir

Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislerde ahir zamanda çıkacağı müjdelenen Hz. Mehdi (a.s.)’nin çıkış zamanı olarak Hicri 1400 yılı verilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.), insanların Hicri 1400’le birlikte Hz. Mehdi (a.s.)’nin etrafında toplanmaya başlayacaklarından bundan sonra ise 100 yıl sürecek bir hakimiyet döneminden bahsetmektedir. Bu 100 yıllık sürede Islam ahlakı tüm dünyaya hakim olacak, din ahlakına karşı mücadele veren Deccaliyet sistemi tamamen ortadan kalkacaktır. Ancak bu dönemin hemen ardından yani Hicri 1500’lerde Dünya yeniden bir bozulma sürecine girecek ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadisleri  doğrultusunda açıklamalar yapan büyük ehli sünnet alimlerinden olan Suyuti, ve Berzenci Hazretleri’nin görüşlerine göre İslam ümmetinin ömrü sona erecektir. (Doğrusunu Allah bilir.)
 
1. "BENİM ÜMMETİMIN ÖMRÜ 1500 SENEYİ PEK GEÇMEYECEK." (Suyuti, el-Keşfu an Mücavezeti Hazihil Ümmeti el-Elfu, el-havi lil Fetavi, Suyuti. 2/248, tefsiri Ruhul Beyan. Bursevi. (Arapça) 4/262, Ahmed bin Hanbel, Kitâbu’l-İlel, sh. 89.) ifadesiyle dünyanın ömrünün Hicri 1500’lerde son bulacağını ifade etmiştir. 1

2. “Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek fakat bin beşyüz (1500) seneyi aşmayacaktır.” 2 (Kıyamet Alametleri, 299)  şeklinde bildirerek Hicri 1500’den sonrasına dikkat çekmiş ve Hz. Mehdi (a.s.)’nin zuhurunun ardından dünyanın ömrünün Hicri 1500 seneyi geçmeyeceğini ifade etmiştir.


KAYNAKÇA

1 "BENİM ÜMMETİMIN ÖMRÜ 1500 SENEYİ PEK GEÇMEYECEK." (Suyuti, el-Keşfu an Mücavezeti Hazihil Ümmeti el-Elfu, el-havi lil Fetavi, Suyuti. 2/248, tefsiri Ruhul Beyan. Bursevi. (Arapça) 4/262, Ahmed bin Hanbel, Kitâbu’l-İlel, sh. 89.)

2 Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek fakat bin beşyüz (1500) seneyi aşmayacaktır.  (Kıyamet Alametleri, 299)