Allah vücuttaki kan akışını her an düzenler

Vücudumuzdaki hücrelerin her birine ihtiyacı olan maddelerin taşınması için kan akışına ihtiyaç vardır. Ancak bu kan akışının hücrelerin tam ihtiyaçları kadar olması gerekmektedir. Bu, öylesine hassas bir dengedir ki ihtiyaç artınca anında kan akışı artar, azalınca ise kan akışı tam ihtiyaca yönelik olarak azalır. Bu hassas dengeyi sağlayan mekanizmalar şunlardır: 

Dokularda artan çalışma hızına bağlı olarak o dokunun kan akışı artar. Örneğin kaslarımızdaki çalışmada 8 katlık bir artış kaslara olan kan akışını derhal 4 katına çıkarır.

Oksijen kullanılabilirliğinin azalması kan akışını arttırır. Örneğin yükseklere çıkıldığında oksijen azalınca buna bağlı olarak dokulara kan akışı önemli ölçüde artar.

Dokularda oksijen ve besin maddelerine olan talepte yükselme olması küçük atardamarların ve kılcal damarların büzücü kaslarında gevşeme meydana getirir ve o dokunun kanlanması böylece sağlanmış olur.

Bazı besin maddelerinin yokluğunun kanlanmayı arttırıcı etkisi vardır. Örneğin: glukoz, amino asitler veya yağ asitleri azaldığında kan akışı yükselir.
Tüm bu mekanizmalar biraraya gelerek, hayatımız boyunca bizim haberimiz bile olmadan vücudumuzdaki her bir hücreye tam ihtiyacı olan kanın ulaşmasını sağlarlar. Şimdi şu soruları soralım.
  • Hücrelere gitmesi gereken oksijen ve besin miktarını ayarlayan kimdir?
  • Belirli bazı maddeler biriktiğinde damarların ne kadar gevşemeleri gerektiğini ayarlayan kimdir?
  • 100 trilyon hücrenin her birine gereken maddeleri akılalmaz bir damar ağı ile ulaştıran kimdir?
  • Damarların çeperlerine, onların çapını değiştiren kasları yerleştiren ve bu kasların ne kadar kasılması gerektiğini ayarlayan kimdir?
Şüphesiz bunların tümünü gerçekleştiren, sonsuz ilim ve akil sahibi olan Allah'tır. Hadid Suresi'nin 4. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

"Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir."

Sabrın ne olduğunu detaylı olarak hiç düşünmüş müydünüz?

Genelde cahiliye toplumunda sabır bir şeye kısa süreli tahammül etme olarak algılanır. Tahammül eden kişinin tavırlarında rahatsızlığını hissettirme payı olur. Çünkü tahammülde hoşnutsuzluk vardır. Karşı karşıya kalınan durumdaki hayır görülmez, kişi her şeyin Allah’ın kontrolünde geliştiğinden gafil olur. Bu kişilerin inancına göre olaylara sebep olan insanlar vardır. Konuların bu insanların gücüne ve iradesine dayandığını sanırlar. Her şeyin onların isteklerine ve kararlarına göre şekil aldığını düşünürler.
 
Dolayısıyla bu kişiler Allah’tan, her şeyin kaderde olduğundan tamamen gafil bir bakış açısıyla konuları değerlendirirler. Oysa her konu, sebep sonuç ilişkileri, hep Allah’ın takdiriyle gelişir. Allah, insanları, konuları kişiyi sınamak için vesile kılar.

Kimi insanların sabır zannettikleri davranış aslında tahammüldür. Toplumda yaygın kullanılan tabirle yalnızca ‘bir parça dişlerini sıkmaları’gerektiğine inanırlar. Asıl istedikleri, yaşanılan o anki istenmeyen durumun hemen atlatılmasıdır. Olaylar kısa sürede kişinin isteğine göre şekillenmezse, bu durumda kişi, toplumda‘çığrından çıkma’olarak adlandırdıkları ahlak bozukluğunu yaşamayı normal karşılar. Hatta bunu bir hak olarak bilir. İstemediği durumun süresi uzarsa sinirlenmeyi, bağırmayı, çağırmayı, huysuzluğu, cahiliye ahlakına ait tripleri, çevresini rahatsız edecek davranışları, çevresindekilere laf dokundurmayı, bunalımlı bir ruh haline bürünmeyi, fiziksel olarak kendini yıpratmayı, söylenmeyi, hatta psikolojik bozukluk olduğu imajı veren davranışlar göstermeyi normal görür. Örneğin, bir yere dakikalarca gözünü dikerek bakmak, tırnaklarını yemek, eline geçen bir kalemle kağıt üzerine manasız, yaşadığı karamsarlığı temsil eden karalamalar yapmak, yüzü asık gezmek, iç karartıcı konuşmalar yapmak, ağlamak, öflemek gibi.
Tüm bunlar tahammülün, kişinin güzel görmediği şeylere katlanması olduğunu gösterir. Rahmani bir bakış açısından, dindarlığın getirdiği mutmainlikten uzak olunduğu için de, her aşama negatif ve hayır görmekten uzak bir ruh hali içerisinde gelişir.

Sabır ise Rabbimiz’in Kuran’da tarif ettiği, şuurlu bir şekilde, düşünerek, titizlikle uygulanan, Allah’tan razı olmuş, hoşnut bir ruh hali içerir. Müslümanın hayatının her safhasına hakim olan çok önemli bir ibadettir. Sabır, imanın temel özelliklerindendir. Tevekkülle, Allah’a güvenle iç içedir.

Müslüman, cahiliye bakış açısının tersine hayatın her safhasını, evreni, yeryüzündeki canlıları, bitkileri, sosyal olayları, var olan her şeyi, melekler alemini, boyutları, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın kontrol ettiğini, Allah’ın hepsini bir kader üzerine yarattığını bildiği için bu inanç temeli üzerine Allah’a güvenle yaşar. Bu temel üzerine kararlar alır, hayatını yönlendirir ve daima bu temel üzerine düşünür. Her şeyi var eden, her şeyi mükemmel bir denge üzerine yaratan Rabbimiz’in elbette ki onu da bu mükemmel denge içerisinde yarattığını, onu koruduğunu, esirgediğini ve bir kader üzerine terbiye ederek, eğitim verdiğini çok iyi bilir. Yaratılışının bir amacı vardır. Ve Allah onun için güzellik, sonsuz hayır dilemektedir. Bundan dolayı Allah’a, Allah’ın yarattığı olaylara hüsn-ü zannı, tevekkülü tamdır. Zaten baştan teslim olmuştur. Herşeyin güzelliğini baştan kabul etmiştir. İmanının gereği olarak her şeyi olumlu ve hayırlı görme kararı almıştır. Dünya hayatının bir denenme, imtihan yeri olduğunu anlamış ve her ne yaşarsa yaşasın, başına her ne gelirse gelsin, Allah’ın desteği, yardımıyla bunları mutlaka imanla aşabileceğini en başından kabul ederek kalben teslim olmuştur.

Hac Suresi’nin 15’inci ayetinde Rabbimiz kendisine dayanıp güvenen, yardım isteyen bir insana mutlaka yardım edeceğini şöyle bir örnekle bildirmiştir: ‘Kim, Allah'ın ona, dünyada ve ahirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe bir araç uzatsın sonra kesiversin de bir bakıversin, kurduğu düzen, onun öfkesini giderebilecek mi?’

Rabbimiz Bakara Suresinin 45’inci ayetinde de,  ‘Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.’ buyurmuştur.

Ayette samimi iman edenlerin dışındakiler için sabrın ağır olduğu vurgulanmıştır. Kalbi Allah’a dayalı olmayan bir insan için herhangi bir konuya sabretmek önceki satırlarda tarif edildiği gibi çok güçtür. Böyle bir kişi her karşılaştığı olayda endişelenecek, şüphelenecek bir konu bulur. Olmadık ihtimalleri kafasında sıralayıp, kendini sıkıntılı bir karakter içine sokar. Dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunun farkında değildir.

Ancak Allah’a güvenip dayanan bir insan sabredebilir. Allah’ın yarattıklarında hayır görerek, yaşadıklarını, başına gelenleri, gayretle hep güzel görür, hep Allah’a sığınır. Allah’ın yardımıyla, her zorlukla bir kolaylık olduğunu; yaşadığı yerin dünya hayatı olduğunu, özel bir talim mekanında bulunduğunu bilir. Allah her ne yaratırsa, her ne verirse, şükreder. ‘Rabbim Sen bunu sonsuz güzel aklınla taktir edip yarattın, bu Senin seçimin, mutlaka bu en hayırlısı, en mükemmeli, en güzeli; ben Senin her yarattığına ancak hamd ederim; Yüce Allah’ım Sen benim günahlarımı bağışla, beni hayra ilet, canımı Müslüman olarak al, ben Sen’den gelen her şeye razıyım’ der. Şükreder, dileği Allah’ın rızasını kazanıp bağışlanmaktır.

Müslüman, Allah’a teslim olmayı en baştan kabul etmiştir. Olayın şekline, durumuna göre bu tavrı, inancı değişkenlik göstermez. Mazlum ve Allah’ın büyüklüğü ve gücü karşısındaki zavallılığını bilen bir ruh hali içerisinde Allah’tan yardım diler, rızasını kazanmak ister.

İşte bu nedenle dünya hayatındaki denenme süresi ne kadar olursa olsun, karşılaştığı her olaya hoşnutluk içerisinde hep sabır gösterir. Hep zorluğun ardında bir güzellik olduğuna iman eder.

Müslüman için sabır gerektiren zamanlar zaten çok kıymetlidir. Bu nedenle böyle bir imkan ile karşılaştığında, ‘şimdi sabır zamanı’ diye düşünür ve bu ibadeti titizlikle, itinayla yerine getirir. Allah’ın mutlaka ona bir güzellik vermeyi dilediği için onu denediğine iman eder. Ahirette ‘Rabbim ben Senin rızanı kazanmak için yaşadıklarımı güzel gördüm, şükrettim, zorluğa sabır gösterdim, Sana tevekkül ettim, yardımı Sen’den istedim’ diyebileceği zorlukları dünyada imanla geçmesi çok kıymetlidir. Dünyada yaşadığı zorluklar, o kişinin ahireti açısından, birer şeref nişanı niteliğindedir.

Bu nedenle Müslüman için sabır ibadetinin limiti yoktur. Bu ibadeti yerine getirmeyi Allah’ın taktir ettiği ömür boyunca uygulamayı en başından seçip tercih etmiştir ve hayatına geçirerek uygulamıştır. Allah’tan gelen her şeyde hayır olduğuna iman eder, yeryüzüne 1 milyon kere gelse de, 1 milyon kere aynı şeyin olacağını, Yüce Rabbimiz’in kaderde seçip taktir ettiğinin asla değişmeyeceğini, her birinde mutlaka güzellik, hikmet olduğunu bilerek, iman eder. Rabbimiz Nahl Suresinin 30’uncu ayetinde Müslümanların bu üstün ahlakını şu şekilde bildirir:

(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.

Yapraklardaki tasarım

Yaprağa dıştan baktığımızda gördüğümüz biçim ve yapılar, belirli bir amaca yönelik bir tasarım içerir. Örneğin, yaprağın maksimum güneş ışını alması için düz durması gerekir. Ancak, yaprak böyle durabilmek için özel bir dizayna sahip olmalıdır. Yaprağı bir gazete ya da dosya kağıdına benzetmek yaprağın düz durması için gerekli olan bu dizayn hakkında daha iyi fikir verecektir. Bir düşünün, gazete ya da dosya kağıdını düz tutmak istediğinizde ne olur? Tabi ki kağıt kıvrılarak ikiye katlanır. Bu durumda yapmanız gereken kağıdı, ona yanlardan belirli bir kıvrım vererek dik tutmaktır. İşte, yaprakların dik durması için de böyle belli bir kıvrıma sahip olmaları gerekir.
Yapraklar Dik Durmayı Nasıl Başarıyor?

Yaprakların dik durarak, güneş ışığından daha fazla yararlanmalarının bir nedeni de yapılarında bulunan "midrib" adı verilen ana damardır. Bu damar, yaprağın ortasından geçerek onu bitkiye bağlar. Ayrıca, midribden çıkarak yaprağın yüzeyine yayılan başka damarlar da vardır. Midrib ve bu yan damarlar, yaprağın düz durmasını sağlayan iskelet görevi görürler.

Peki, yeryüzünde sayılamayacak çoklukta bulunan yapraklardan her biri ince bir hesap isteyen bir eğime ve düz durmaları için gerekli olan bir damar sistemine nasıl sahip olmuşlardır? Elbette, bir yaprağın kendi kendine, güneş ışığından maksimum oranda faydalanmasının daha iyi olacağını akletmesi imkansızdır. Ayrıca, yaprakların dik durmak için gerekli olan eğimi uç kısımlarına vererek yeşermeleri ya da ortalarında iskelet görevi görecek bir damar sistemi oluşturmaya karar vermeleri de mümkün değildir. Tüm bunların tesadüfen kendi kendine oluşması da kesinlikle imkansızdır. Sonuç olarak, yukarıdaki sorunun cevabı çok basittir: Yaprakların damar sistemini de, uç kısımlarındaki kıvrımı da tasarlayan ve yaratan Allah'tır.

Yaprak, mekanik bir destek gibi iş gören damarlar üzerine serilmiş bir kumaş parçasına benzer. Bu sistemin etkili olarak kullanılması için yaprağın, dokusunu desteklemek için kullanacağı enerjiyi en az seviyede tutması gerekir. Yaprak için bu çok kolaydır. Çünkü, yaprağın ortasından geçen bir ana destek ve bu destekten yaprakların kenarlarına uzanan ikincil destekler vardır. Özellikle, ana damarın bulunduğu yer yaprağın ağırlık dağılımını dengelemede çok önemlidir.
Şöyle ki, ana damarın kaldırma gücü, bağlantı noktasından uzaklaşıldıkça azalır, ağırlık ise uzaklaşıldığı oranda artar. Örneğin ağır bir kitabı kolunuzu ileri uzatarak tutarsanız, kolunuzun kitabı kaldırma gücünün azaldığını, kitabın kolunuza etki eden ağırlığının ise arttığını hissedebilirsiniz. Ancak, ana damar yaprağın tam ortasından geçtiği için üzerindeki ağırlık eşit miktarda dağılır.

Bu sıradan bir olay değildir. Dikkat edin! Hiçbir denge kesinlikle tesadüfen oluşamaz. Bir düşünün, tuğlalar tesadüfen biraraya gelerek sağa sola yıkılmayan bir bina oluşturabilirler mi? Ya da herhangi bir köprü ağırlık merkezi hesaplanmadan inşa edilirse ayakta durabilir mi? Tabi ki, bu iki örnek ve daha bunların benzeri binlerce örnekte olduğu gibi madde tesadüfen biraraya gelerek belli bir düzen ve denge oluşturamaz. Canlı ya da cansız, her varlığı belli bir düzen ile yaratan Allah'tır. Allah, küçücük bir yaprağı da üzerinde milyarlarca insanın rahatlıkla yaşayabileceği kadar büyük olan Dünya'yı da üstün bir tasarım ile yaratmıştır. Bir şeyin büyük ya da küçük olması önemli değildir, Allah'ın yaratmasında hiçbir eksiklik olmaz. Kuran'ın ayetlerinde, Allah'ın herşeyi mükemmel bir şekilde yarattığı ve hiç kimsenin O'nun yarattığı evrende bir bozukluk bulmaya güç yetiremeyeceği şöyle bildirilir:

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin. İşte gözü çevirip gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

Yaprakların Dayanıklı Olmalarını Sağlayan Özel Tasarımlar

Yaprağın yapısal mekanizmasının tasarımında daha pek çok işlevsel mucize vardır. Bu konuyu araştıran, Wisconsin Üniversitesi'nden Tom Givnish, bu konuyla ilgili şöyle demektedir:

Eğer bir tek mekanik verimlilik değerlendirmeye alınsaydı bütün yaprakların üçgen olması gerekirdi. Elbette yaprağın tasarımında sadece mekanik yapı değil, daha birçok kompleks yapı da devreye girmektedir. Bunun bir sonucu olarak yapraklar üçgen değildir, başka özelliklere de sahiptirler. Mesela yaprakların sıralanmasında ortaya çıkan matematiksel hesaplar bunlardan biridir. Yapraklar dizilirken biri diğerine gölge yapmayacak şekilde dizilirler. Givnish bu konuda şunları söylemektedir:

Üçgen yapraklar ince dallar boyunca güneş ışığını verimli olarak toplayacak şekilde dizilemezler, çünkü üçgenler sıkışık olarak biraraya gelemezler. Ancak yaprağın tabanı, uçurtma şeklinde iyice incelirse bir daire veya spiral şeklinde dizilerek birbirlerinin üstünü kaplamazlar.
Yaprakların özel tasarımı, bulundukları iklim koşuluna, hayat sürelerine ve saldırıya uğrama ihtimallerine göre de değişir. Örnek olarak çoban püskülünü alalım: Bu bitki keskin dikenlere sahiptir. Ancak bu dikenler, daha çok bitkinin alt kısmındaki yapraklarda bulunmaktadır. Üst taraftaki yapraklarda genellikle dikenli uca rastlanmaz. Bu tasarımın önemli bir nedeni vardır; alt taraftaki dikenler, yaprakları, yaprak yiyen hayvanlara karşı korumaktadır. Hayvanlar bitkinin üst kısımlarına erişemedikleri için, üst taraftaki yapraklar için böyle bir önlem almaya gerek kalmamıştır.6 Birçok bitki, saldırılara karşı koymak için böyle keskin dikenleri kullanır. Dikenli yapraklara, her mevsim yeşil kalan ağaçlarda daha sık rastlanır. Bu yapraklar çok özel bir tasarıma sahiptirler. İğnemsi yapıları sayesinde don olaylarına karşı korunurlar. Ayrıca, topraktaki su donduğu zaman sıvı kaybetmemeleri için özel olarak kalın bir mumsu tabakayla kaplı olarak da yaratılmışlardır.

Her bitkinin yapısal özellikleri bir diğerininkinden farklıdır. Bitkiler bir yandan fotosentez yaparak oksijen ve besin üretir, diğer yandan da sahip oldukları çeşitli özelliklerle, belirli görevleri yerine getirirler. Bu özel tasarımları sayesinde, bazı bitki yaprakları su ve besin depo ederken, bazıları dikensi yapılarıyla savunma yapabilirler, başka nesnelere sarılıp tutunabilirler, üreme yapabilirler ya da karmaşık tuzaklarla böcek gibi ufak hayvanları yakalayarak beslenebilirler. Bu yüzden hangi bitkiyi incelersek inceleyelim, birçok olağanüstü özelliğe sahip olduklarını görür, böylece, bitkilerin yaratılışındaki sonsuz ilim ve sanata şahit oluruz. Hiç şüphesiz, bu ilim ve sanat, canlı cansız tüm varlıkları üstün bir hikmetle yaratmış olan Allah'a aittir:

O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi, 99)

Hemoglobin molekülleri

Alyuvarlar oksijeni sadece taşırlar. Vücut hücrelerinin, oksijeni kullanmaları için, özel moleküllere ihtiyacı vardır. İşte bu molekül, alyuvarlara kırmızı rengini veren hemoglobin molekülüdür.

Vücudumuzdaki yaklaşık 25 trilyon küçük kırmızı hücre hiç durmadan yük taşır. Alyuvar isimli bu hücreler, kan sıvısı içinde bütün vücudu baştan aşağı dolaşır ve yerine göre oksijen ya da karbondioksit taşırlar. Bir hücrenin taşıdığı maddeye göre özel bir yapısının olması gerekmektedir. Örneğin oksijen taşıyacak hücre için en ideal şekil hücrenin yassı olmasıdır. Alyuvar hücresinin yuvarlak ve yassı şekli, hücrenin yüzey alanını artırır ve oksijenle temasını kolaylaştırır.

Vücutta oksijen taşınması için alyuvar hücresinin yassı olması da tek başına yeterli değildir. Alyuvarlar oksijeni sadece taşırlar. Vücut hücrelerinin, oksijeni kullanmaları için, özel moleküllere ihtiyacı vardır. Bu molekülün oksijenle üç boyutlu bir yapıda en ideal şekilde birleşmesi gerekir. Ayrıca alyuvarlar oksijene çok da sıkı bağlanmamalı, oksijen verilecek hücreye geldiğinde, oksijenden kolayca ayrılabilmelidir. Kısacası oksijenin taşınması ve gereken yerlerde kullanılabilmesi için kendine has bir tasarıma sahip çok özel bir moleküle ihtiyaç vardır. İşte bu molekül alyuvarlara -dolayısıyla kana- kırmızı rengini veren hemoglobin molekülüdür. Hemoglobin birbirinden farklı iki işlev yapabilmesi nedeniyle bilim adamları tarafından "olağanüstü bir molekül" olarak nitelendirilmektedir.

Hemoglobinin kusursuz molekül yapısı ve işlevleri bilim adamlarının da dikkatini çekmiştir. Evrimci Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery (Büyük Evrim Gizemi) adlı kitabında, hemoglobinin hayranlık uyandırıcı özelliklerinden birini şöyle açıklamıştır:

'Kanın oluşumu, tek başına bir Saga destanı gibidir. Çoğunun yeterince anlaşılmadığı en az 80 unsurdan oluşur. En büyük öneme sahip olan bileşen ise hemoglobindir. Hemoglobin akciğerdeki oksijeni alırken, karbondioksiti bırakır ve oradan kaslara geçer. Orada ise tam tersi işlevi yapar, oksijeni bırakıp, karbondioksiti alır. Kaslar besinleri yakıp karbondioksit oluşturur. Bir arabanın akaryakıt yakıp karbonmonoksit üretmesi gibi. Bu madde gerçekten olağanüstü bir moleküldür ki, bir anda oksijene karşı birleşme eğilimi gösterirken, birkaç saniye sonra bu eğilimini kaybeder. Bir anda tercihi karbondioksite bağlı olarak değişir. Bu da onu daha da dikkate değer yapar. Yaptığı işe uyum gösteren daha iyi bir örnek yoktur.'

Hemoglobin molekülü hiçbir zaman oksijen ile karbondioksiti birbirine karıştırmaz. Daima doğru adrese gider. Bir molekülün düşünme, karar verme, seçme ve tercih yapma gibi özelliklere sahip olması elbetteki düşündürücüdür.

Hemoglobin molekülü adeta şuurlu bir varlık gibi gerektiği yerde ve zamanda gereken seçimi yapabilmektedir. Yalnızca oksijeni taşımakla kalmayan hemoglobin, oksijene acil gereksinimi olan bir kasın yanından geçerken bu oksijeni bırakması gerektiğini hemen anlamakta, bu sırada açığa çıkan karbondioksiti alması ve nereye bırakması gerektiğini de bilerek hareket etmekte ve yeni yüküyle birlikte akciğerlere doğru yola çıkmaktadır. Hemoglobin molekülü hiçbir zaman oksijen ile karbondioksiti birbirine karıştırmaz ve daima doğru adrese gider. Bir molekülün düşünme, karar verme, seçme ve tercih yapma gibi özelliklere sahip olması elbette ki düşündürücüdür. Allah'ın verdiği bu olağanüstü özellik sayesinde tüm insanlar yaşamlarını rahatlıkla sürdürür. (www.belgeseller.net)

İnsan vücudunda saatte ortalama 900 milyon alyuvar üretilir. Sadece bir alyuvar hücresinde ise yaklaşık 300 milyon hemoglobin molekülü bulunur. Bu moleküllerin tümü bu işlemleri hiçbir karışıklık çıkmadan yapabilecek özelliklere sahiptir. İnsan vücudunda bulunan bütün hemoglobin moleküllerinin sayısı ve bu moleküllerin hepsinin istisnasız aynı yeteneklere sahip oldukları düşünüldüğünde Allah'ın büyüklüğü bir kez daha idrak edilmektedir.

Böyle bir seçiciliğin tesadüfen ortaya çıkamayacağı, tesadüflerin insan vücudundaki milyarlarca hemoglobine bu özellikleri kazandıramayacağı akıl sahibi her insan için çok açık bir gerçektir. Hemoglobin molekülünü yaratan ve her insanın vücuduna tüm özellikleriyle birlikte yerleştiren Allah'tır. Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:

''İşte Rabbiniz olan Allah budur. O' ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O' na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.'' (En'am Suresi, 102)