Dinsizliğin ekonomisi

Günümüzde en çok konuşulan konuların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü açlık sınırında yaşamakta, pek çok ülke dış yardım olmadan varlığını devam ettirememektedir. Ülkelerin sadece yardım almaları da yeterli olmamakta, çünkü bu yardımların faizlerini ödeyemedikleri için çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Sağlıktan eğitime kadar her konu çok büyük bir maddi güç gerektirir. Ama bugün en zengininden en fakirine kadar tüm ülkelerde çok büyük bir ekonomik darboğazın yaşandığını, işsizliğin arttığını görmekteyiz. Bir tarafta çok büyük bir zenginlik, sefahat, israf ve bunun sonucunda da dejenerasyonun her türlüsü yaşanmaktayken, diğer tarafta insanlar tek bir ekmek için birbirleriyle kavga etmektedirler. Sürekli bu konularda yazılar yazılmakta, sempozyumlar düzenlenmekte, toplantılar yapılmakta, ama köklü bir çözüm üretilememektedir; hatta açlık ve sefalet gün geçtikçe daha da artmaktadır.

Zorluk içinde yaşayan insanların aylık gelirleri hiçbir ihtiyaçlarını karşılayamamakta ve bunun yanında dünyanın dört bir yanında çok büyük bir işsizlik hüküm sürmektedir. Sadece bir iş bulabilmek için insanlar saatlerce sıralarda beklemekte, iş bulma kurumlarında günlerini geçirmektedirler. Tek istekleri de çalışmak ve maddi geçimlerini sağlayabilmektir.

Peki bunların çözümü nedir? Neden bu sorunlar köklü bir şekilde ortadan kaldırılamamaktadır?

Öncelikle bir ülke içindeki istikrarın en önemli belirtisi ekonomide yaşanacak olan gelişme, üretimin artışı, sürekli yeni iş alanlarının ortaya çıkması ve insanların verimli hale getirilmeleridir. Oysa yapılan araştırmalara göre, bugün halen dünyada çalışan nüfusun yaklaşık olarak %30'unu oluşturan 820 milyon işsiz bulunmaktadır. Bu kişilerin bakmakla yükümlü oldukları aileleri de göz önünde bulundurulduğunda karşımıza çıkan sayı daha da artmaktadır. (
Harun Yahya, Çözüm Kuran Ahlakı)

İstikrarın Sağlanması

İnsanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Bu konuda tüm Müslümanlara çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Kimse bir başkasının çözüm üretmesini, bir şeyler yapmasını beklememeli, elinden gelen herşeyi yapmalıdır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananları sorumlu kılmıştır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek ise öncelikle Kuran ahlakını ve Kuran'ın insan hayatına sunduğu güzellikleri anlatmakla mümkün olabilir.

Örneğin infak edilen ve hayır yolda kullanılan malın bereketli olacağına iman eden bir topluluk, malının ihtiyacından arta kalanını hayır yönünde kullanacaktır. Böyle bir sistemde ise tüm ülkenin nasıl bir refaha ulaşacağı açıktır. İnsanların böyle bir anlayışı uzak ve erişilmez görmemelerini sağlamanın tek yolu ise onlara Kuran ahlakını öğretmektir.

Kuran ahlakının rehberliğinde yaşanan bir hayatta Allah korkusu ile hareket edildiği için insanlar yalnız kendi çıkarları için değil, tüm insanların rahatı ve çıkarı için uğraşırlar. Çünkü İslam ahlakında birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma çok önemlidir. Hakka tecavüz etme gibi bir konu olmaz, çünkü Allah bu çirkin ahlakı yasaklamıştır. Başkasının hakkını kimse üstüne geçirmez. Kimse kimsenin payına göz dikmez. Ölçüde hiçbir yanlışlık yapılmaz. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, dinsizliğin oluşturduğu adaletsiz, çıkara dayalı, güçlünün zayıfı ezdiği, insanların haksız yollarla başka insanların paylarını kendi paylarına kattığı bir sistem asla yaşanmaz.

Kuran ahlakını rehber edinmiş bir toplumda israf olmaz, israfa kaçan tüketim de olmaz. Yardımlaşma ve adalet sayesinde insanların ekonomik güç seviyesi yükselir. Zengin bir toplum oluşur. Kuran ahlakının yaşandığı, zenginlik ve refahı ile tarihe geçen Asr-ı Saadet dönemi bu gerçeğin en açık delilidir.

Günümüzde yoksulluk sadece dünyanın belirli ülkelerini ilgilendiren bir problem olmaktan çıkmıştır. Köprü altında yatan, çöp karıştırarak yaşamını sürdüren, çok az bir para karşılığında hayatını tehlikeye atarak çalışmak zorunda kalan çocuklar, her türlü olumsuz koşula rağmen sokaklarda yaşamak zorunda kalan evsizler, beslenme yetersizliğinden kaynaklanan çocuk ölümleri ve bunlar gibi yoksulluktan kaynaklanan daha pek çok problem bütün dünyanın gündeminde yer almaktadır.

Çözüm: Kuran Ahlakı

Yoksulluk sorununun halledilmesi için pek çok çözüm sunulabilir. Ancak burada önemli olan tüm sorunlarda olduğu gibi bu konuda da çözümün Kuran ahlakının yaşanmasıyla gerçekleşebileceğidir. Çünkü kendisi ihtiyaç içinde olduğu halde yiyeceğini yoksula ve yetime yedirmek, kendisinin beğenmeyeceği şeyleri başkalarına vermemek, hissettirmeden yardım etmek gibi Kuran'da tavsiye edilen üstün ahlak özellikleri ancak Kuran ahlakı tam olarak yaşandığında ortaya çıkar. Allah maddi yönden güçlü olan kişilerin nasıl davranması gerektiğini Nur Suresi'nde şöyle açıklamıştır:

"Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) Açıkça görüldüğü gibi, ayetlerde tarif edilen ahlak günümüzde yaşanan örneklerden tamamen farklıdır. Kuran'da, ihtiyaç içinde olan bir kimsenin karşısında, kendi ihtiyacını hiçbir şekilde açığa vurmayan, muhtaç kimselere sağlanan imkanlara göz dikmeyen, cömert ve yardımsever bir ahlak anlayışı tarif edilmektedir. İşte bu ahlakın yaygınlaştırılmasıyla birlikte bu gibi sorunlar tamamen çözümlenmiş olacaktır.

Tam teşekküllü bir su toplama ünitesi: Stenocara böceği

Canlı türlerinin nadir olarak bulunduğu çöl ortamında dahi insanı hayrete düşüren tasarımlara sahip canlılar bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Stenocara böceğidir. Ünlü Nature dergisinin 1 Kasım 2001 tarihininde yayınlamış olduğu bir haberinde Namib çölünde yaşayan bu böceğin, yaşamını sürdürmesinde hayati önemi olan suyu nasıl topladığı konu edilmiştir.

Stenocara böceğinin su toplama sistemi esas olarak sırtının özel tasarımına dayanır. Bu böceğin sırtı yer yer küçük tepeciklerden oluşan bir yüzeye sahiptir. Bu tepeciklerin aralarındaki boşlukların yüzeyi bir tür balmumu ile kaplı olduğu halde bu tepeciklerin zirveleri bu balmumu malzemesinden mahrumdur. Elbette bu durum, böceğin suyu daha etkin bir şekilde toplayabilmesine olanak sağlar niteliktedir.

Böcek, çöl ortamında havada çok seyrek olarak bulunan nemi rüzgarlardan ayrıştırarak içer. Böcek bu işlem sırasında rüzgara karşı eğimli bir şekilde pozisyon alır ve sırtındaki özel tasarım sayesinde havadaki su zerrecikleri sırtının tepesinde birikip böceğin ağız kısmına doğru yuvarlanır. Burada herkesin dikkatini çeken konu Stenocara böceğinin havada uçuşan su zerreciklerini nasıl ayırdığı ve bu işlemi çöl ortamında nasıl gerçekleştirdiğidir. Çünkü su damlacıkları çöldeki yüksek ısı ve rüzgarlar sayesinde çok çabuk yok olmaktadırlar. Öyle ki neredeyse 0 ağırlığı olan bu zerrecikler, çöl rüzgarlarının etkisiyle yere paralel biçimde uçuşmaktadır.

Ancak bu böcekler sırtlarında bulunan özel tasarım sayesinde su damlacıklarını özel bir şekilde toplar ve ağızlarına yönlendirerek içerler. Bu böceğin sırtının yapısı elektron mikroskobu altında incelenmiş ve bilimadamları böceklerdeki bu yapıların su soğutucularında, su motorlarında ve bina kaplamalarına mükemmel bir model oluşturacağını belirtmişlerdir. Nature dergisinde Stenocara böceğindeki üstün tasarım için şu yorum yapılmıştır:

"Biyomimetik dalı için potansiyel oluşturmasına reğmen,damlacıkları havadan ayıran ve büyük damlalar haline getiren bu mekanizma hala anlaşılmış değildir. "

Böylesine olağanüstü tasarıma sahip olan, küçücük bir böceğin bu sistemi kendisinin tasarlamış olması mümkün değildir. Bu türden kompleks tasarımlar kendiliğinden veya doğa olayları sonucu ortaya çıkmış da olamaz. Bu böcek, bize yalnızca yüce bir Yaratan'ın varlığını ve herşeyi O'nun tasarladığını haber vermektedir.

İyi ve kötünün yaratılmasındaki sır

Bu dünya hayatı, Allah’ın yarattığı özel bir imtihan ortamıdır. İşte bu sebeple dünya hayatı, iyilerin yanında kötülerin de olduğu, insanların denendiği geçici bir yaşamdır. Bunun elbette çok büyük hikmetleri vardır. İyinin yanında kötünün görülmesi, insanların cennetin kıymetini anlayabilmeleri için gereklidir. İnsanlar, iyi ve kötünün birbirinden ayrıldığı bu ortamda Rabbimiz’in izniyle güzel tavır göstermekle denenmektedirler.

Dünya hayatı iyi ve kötülerin daimi bir mücadele içinde olduğu bir yerdir. Fakat bu dünyada kötülük ve iyilik, birkaç özelliğe göre belirlenmiş değildir. Kötü ile iyi, birbirinden tümüyle farklı, çok kapsamlı ve detaylı özel karakter niteliklerine sahiptirler. Kötü olan tamamen şeytanın yönlendirmesi ile hareket ederken, iyi olan vicdanına göre davranır. Kötü olanın Allah korkusundan kaynaklanan bir sınırı olmaz, her şeyi yapmaya hazırdır. Durum ve şartlar gerektirdiğinde, yalan söyleyebilir, iftira atabilir, haram yiyebilir, vefasızlaşır, hainlik yapar, menfaatini karşısındakine tercih eder, kindardır, kıskançtır, dengesizdir, entrikacıdır. Allah’tan korkusu olmadığından her türlü hainliği, her türlü kötülüğü yapabilecek potansiyeldedir. Çok dengesi bozulduğunda bir insanın canına kastetmemek için hiçbir engeli yoktur. Kötülük yaptıkça şeytanın daha fazla himayesine girer, daha fazla kötülük yapmaya yönelir.

Şeytanın kontrolündeki insanlar, nimetin güzelliğini, zevkini yaşamaları gerekirken, kötülük yapmanın, insanları zora sokmanın, karanlık, kabus ve korku getirmenin peşine düşerler. Yaşadıkları dünya hayatına farklı bir şekilde bakarlar. Ömürlerinin kısa olduğunu bilmelerine rağmen, bu kısa zamanı, kendi menfaatlerini düşünerek, hırs içinde ve düşmanlıkla geçirmeyi tercih ederler. Mücadeleleri ise, sürekli olarak iyi olanlarladır.

İyi olanlar ise, Allah korkusu ile hareket eden insanlardır. Bu insanlar için dünyada yaratılmış güzellikler birer nimettir. Allah korkusu onları hayatları boyunca iyi ve güzel davranışlarda bulunmaya, vefalı ve dürüst olmaya, asla haram yememeye, kimsenin hakkına tecavüz etmemeye, kendinden önce başkalarını üstün tutmaya, dost ve kardeş olmaya, güvenilir yaşamaya, arkadan plan kurmamaya, entrika yapmamaya yöneltir. Böyle bir insan yaşamının her anında güzel ahlaklıdır. Dengesizleştiği, sürpriz karakterler gösterdiği, kendisini kaybedip tanınmaz hale geldiği anlar yoktur. İyi olan, Allah korkusu ile hareket ettiği için, ortam ve şartlar ne olursa olsun mutlaka Kuran’a uygun davranır. İşte bu, iyi olanları kötü olanlardan ayıran en önemli farktır. Bu aynı zamanda kötülerin iyilere olan ezeli düşmanlığının da sebebidir. Onlar, Allah’ın güzel gördüklerinin tümüne savaş açmış olduklarından, Allah’ı sevenlere de düşmandırlar.

Bu dünya hayatı, iyilerle kötülerin birbirlerinden ayrıldığı bir imtihan ortamı olduğundan her ne zaman dünyada bir kargaşa ve kötülük olsa, Kuran’a uygun yaşamanın gerekliliği ile karşılaşılır. Dünya ancak Allah’ın rızasına uygun ve dolayısıyla Kuran’a uygun yaşandığında mutlak dostluğun, kardeşliğin, dürüstlüğün, sevgi ve merhametin yaşandığı kusursuz bir yer haline gelecektir. Dünyanın Kuran’da tarif edildiği şekilde yaratılmış bir yer olması, ahiretin varlığının da önemli bir kanıtıdır. İnsanlar Kuran’a uyup uymayacaklarına göre bu dünyada imtihan edilmektedirler. Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Kusursuzluk, Allah’ın yarattığı ebedi cennette sonsuza kadar tecelli edecektir. Yüce Rabbimiz, kusursuzluk sanatını, cennette en güzel nimetlerle salih müminlere sunacaktır. Cennet, hiçbir kötülüğün, acizliğin, hüznün ve korkunun olmadığı, güzelliğin sonsuza kadar sunulduğu bir mekandır. Nimetlerin en güzelini ve kusursuzunu yaratmaya kadir olan Allah’ın üstün sanatı tecelli eder. Yüce Rabbimiz ayetlerinde şu şekilde haber vermiştir.

Ona yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar şahid olurlar. Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. (Mütaffifin Suresi, 21-23)

Eklem sıvısı mucizesi


Allah'ın yaratışındaki mükemmellik, detaylara inildikçe daha belirgin olarak ortaya çıkar. Bu detaylardan biri de eklem sıvısıdır. Eklem sıvısı, insanın hareket edebilmesini sağlayan, olmazsa olmaz birçok unsurdan biridir. Allah her şeyi yerli yerinde ve amacına uygun olarak yaratmıştır.

Hareket edebilmemiz için, kemikler, kaslar, bunların çalışabilmesi için de beyin, sindirim, dolaşım, sinir sisteminin olması gereklidir. Tüm bu sistemler de kendi içlerinde kompleks ve mükemmeldir. Ama tüm bunlar yaratılıp da, kemikler arasındaki eklemlerde bulunan eklem sıvısı yaratılmamış olsaydı, hareket etmemiz mümkün olmazdı. Küçük bir detay gibi görünen eklem sıvısının, böylesine önemli bir özelliği olması, Allah'ın yaratışının son derece ince hesaplara dayalı, planlı ve mükemmel olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Kolunuzu ya da bacağınızı oynatırken neden acı duymadığınızı hiç düşünmüş müydünüz? Sürekli bir sürtünmenin olduğu kemiklerde normal şartlar altında aşınmalar ve yıpranmalar olması bunların sonucu olarak da acı oluşması gerekirken böyle bir şey hiç olmaz. Bunun nedeni eklemlerin arasında sürtünmeyi engelleyici eklem sıvısının bulunmasıdır. Bu sıvı kayganlık sağlayarak eklem yüzeyindeki aşınmayı ve tahribatı önler. Biz de Rabbimizin vücudumuzda yarattığı bu kusursuz tasarım sayesinde rahatlıkla hareket ederiz.

Kemikler vücut içinde bulundukları yere göre farklı özelliklere sahiptir. Örneğin sürekli hareket halindeki kemiklerimizin bazıları, hareketsiz bölgelerdeki kemiklere göre daha farklı desteğe ihtiyacı vardır. Buna örnek olarak eklemlerimizi verebiliriz. Omurgamızı meydana getiren omurlar, bacaklarımızdaki, kollarımızdaki, el ya da ayaklarımızdaki eklemler her hareketimizde birbirleri üzerinde dönerler. Sürekli hareket halinde oldukları için de destek sistemlere ihtiyaçları vardır. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.

Herhangi bir mekanik alet çalışırken hareket eden parçaların birbirlerine temas noktalarında sürtünme görülür. Sürtünmenin gerçekleştiği bölgelerde kısa bir süre sonra aşınma ve aşınma sonucunda parçalarda kopma ve kırılma söz konusu olur. Bunu engellemek için mekanik parçalar düzenli olarak yağlanır. Basit bir kapı menteşesinden, üstün teknolojiye sahip bir otomobil motoruna kadar her hareketli mekanik sistemde yağlamaya ihtiyaç vardır. Ancak yağlama aşınmayı tam olarak engellemez, yalnızca geciktirir. Örneğin otomobillerin motoru her beş bin kilometrede bir yağlandığı halde aşınmanın önüne geçilemez. Bu nedenle motor parçalarının düzenli olarak değiştirilmesi gerekir.

Ancak insanların ve hayvanların eklem yerleri bir ömür boyunca hareket ettikleri halde hiçbir şekilde bakıma ya da yağlanmaya ihtiyaç duymazlar. Hatta bir insanın ömür boyu yaklaşık 100 bin kilometre yol aldığını düşünürseniz sözü edilen mekanik sistemin yaptığı işteki mucizevi yön daha iyi anlaşılır.

Görüldüğü gibi insanın hareket edebilmesi için her yönden eksiksiz bir tasarım vardır. Eklem sıvısı, kemiklerin sürtünmesini engeller. Bu mükemmel doku Allah'ın mükemmel bir tasarımıdır.

İnsanın üzerine düşen ise, Rabbimize karşı şükredici olmaktır. Allah, bir ayetinde, şükrün önemine şöyle dikkat çekmektedir: "Şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf (fazl) sahibidir, ancak insanların çoğu şükretmiyorlar." (Neml Suresi, 73)

Böceklerdeki aerodinamik yapı

Bir böcek uçarken ortalama olarak saniyede birkaç yüz defa kanat çırpar. Hatta kanatlarını saniyede 600 defa çırpabilen böcekler bile vardır. Bir saniyede bu kadar hareketin, üstelik olağanüstü bir hassaslıkta yapılması, bu tasarımın teknolojik olarak taklit edilmesini imkansız kılmaktadır.

Nitekim California Üniversitesi'nde biyoloji profesörü olan Michael Dickinson ve arkadaşlarının meyve sineklerinin uçuş tekniğini ortaya koyabilmek için geliştirdikleri robot, meyve sineğinin 100 katı büyüklükte ve ancak binde biri hızla kanat açıp kapama hareketi gerçekleştirebilmektedir. Üstelik her beş saniyede bir kanat hareketi yapan robot sineğin bu hareketi için 6 ayrı motor kullanılmak zorundadır.



Bilim adamları yıllardır böceklerin kanat çırpma hareketlerinin ayrıntılarını ortaya koymak için çeşitli deneyler yapmaktadırlar. Bunlardan biri de California Universitesi'nde bir biyolog ola Prof.Michael Dickinson'un meyve sinekleri üzerinde yaptığı deneylerdir. Bu deneyler sırasında Dickinson sinek kanatlarının -basit menteşelerle tutturulmuş gibi- düz hareketler yapmadığını, aksine son derece kompleks aerodinamik tekniklerden yararlandığını tespit emiştir. Ayrıca her çırpmada kanatların yönü değişmektedir: Aşağı hareket eden kanatta üst kısım yukarı bakarken, yukarı harekette kanat dönerek, bu kez kanadın alt kısmı yukarı bakmaktadır. Bu kompleks uçuş tekniğini analiz etmek isteyen bilim adamları ise, uçak kanatları için kullanılan "klasik aerodinamiğin" yetersiz olduğunu ifade etmektedirler.

Nitekim meyve sinekleri de uçmak için birden fazla aerodinamik özellikten yararlanmaktadırlar. Örneğin kanatlar bir vuruş meydana getirdiğinde arkasında girdaplı, komplike bir hava dalgası bırakır. Kanat geri dönerken de bunu dümen suyu gibi dalganın içinden geçirerek, daha önce kaybettiği enerjisinin bir kısmını yeniden devreye sokmuş olur. Saniyede 200 kez kanat çırpan 2,5 milimetrelik meyve sineği ve diğer böceklerin uçuş kasları en güçlü kaslar olarak nitelendirilir.


Ayrıca kanatların yanı sıra sahip oldukları keskin gözler, denge için kullandıkları ufak arka kanatlar ve kanatların zamanlamasını ayarlayan alıcılar gibi daha pek çok detay da tasarımlarındaki mükemmelliği artırmaktadır.

Burada göz ardı edilmemesi gereken bir konu da, böceklerin milyonlarca senedir bu aerodinamik kurallardan yararlanarak uçtuklarıdır. Günümüzde en gelişmiş teknolojileri kullanan bilim adamlarının bile, böceklerin uçuş tekniklerini tam olarak açıklayamamaları yaratılışın apaçık delillerinden biridir. Allah hikmetle bakan gözler için, küçücük bir böcekte de aklının ve ilminin benzersizliğini sergilemektedir. Bir ayette Allah buna şöyle dikkat çekmektedir:
"Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117)

İbadette kararlı olmak

"Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir. O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir." (Hadid Suresi, 1-4)

İbadet, kulluk anlamına gelir. Yani insanların kul olarak Allah için yaptıkları her eylem, konuşma, hal ve tavır birer ibadettir. Namaz bir insan için nasıl önemli ve farz olan bir ibadetse, aynı şekilde öfkeyi yenmek, güzel söz söylemek, insanları uyarıp korkutmak, zanda bulunmamak ya da tartışmacı olmamak da bir ibadettir.

"Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun?" (Meryem Suresi, 65)
"Kararlılık", bir konuda sebat göstermek, sonuca ulaşmada hiçbir engel tanımamak ve azimle gayret ederek her ne olursa olsun yapması gerekenleri yerine getirmek anlamına gelir. Yukarıdaki ayette geçen kararlılık da bu anlamda kullanılmıştır. Allah Müslümanlardan sadece ibadet etmelerini değil, aynı zamanda ibadette kararlı olmalarını istemektedir.

Ancak insanlar ibadette kararlı olmayı çok kısıtlı değerlendirirler. Çünkü ibadet kelimesinin sadece namaz,
oruç, hac, zekat gibi kişinin üzerine farz olan hükümler anlamına geldiğini zannederler. Halbuki ibadet, kulluk anlamına gelir. Yani insanların kul olarak Allah için yaptıkları her eylem, konuşma, hal ve tavır birer ibadettir. Namaz bir insan için nasıl önemli ve farz olan bir ibadetse, aynı şekilde öfkeyi yenmek, güzel söz söylemek, insanları uyarıp korkutmak, zanda bulunmamak ya da tartışmacı olmamak da bir ibadettir. Bu nedenle Allah'ın "ibadette kararlı ol" emri hem fiili ibadetler hem de ahlak için geçerlidir.

Allah, Müslümanlara dinlerinde kararlı olmaları emrini verirken, Kuran'ın bir çok ayetinde Müslümanların kararlılığının deneneceğini bildirir. Ayetler geçmişte yaşayan Müslümanların ve peygamberlerin hayatlarından kesitler sunarken, sık sık onların imanlarının ve kararlılıklarının denendiği olaylardan örnekler verir. Çünkü bu tip zamanlar, Müslümanların Allah'a olan bağlılıklarını ve sadakatlerini ispat edecekleri değerli fırsatlardır.

Allah, Müslümanların dinlerine olan bağlılıklarının denendiği zamanlara dair en çok, inkarcıların sözlü ya da fiili saldırı anlarını örnek verir. Ya da Müslümanlara iftira atıldığı, insanların topluca yüz çevirdiği, bir hastalık dokunduğu, açlık, susuzluk, yorgunluk olduğu, zor ve tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalındığı ve özellikle kişinin canının risk altına girdiği anlar örnek olarak verilir. Bu tip durumlar Müslümanların kendi dinlerini yaşamada ve yaşatmada sebat edeceği durumlardır.


Bir de Allah'ın büyük bir bolluk, sağlık, dinçlik, zenginlik veya iktidar verdiği durumlar vardır ki, bu zamanlar da kişinin gevşekliğe düşmemesi ve onun dinini yaşamadaki kararlılığını göstereceği çok değerli zamanlardır. Yani Müslümanlar hem zorluk hem de kolaylıkla denenirler. Her iki durum da Müslümanların tavrında olumsuz bir değişikliğe yol açmaz.

Allah insanları kimi zaman bolluk ve zenginlikle kimi zamanda darlık ve sıkıntıyla denemektedir. Bütün bu durumlarda insana düşen büyük bir kararlılıkla Allah'ın rızasını aramaya devam etmektir.

Öfkeyi yenmek güzel söz söylemek ve insanları Kuran'la uyarıp korkutmak ta Allah'ın insanlara Kuran'da emrettiği ibadetlerdendir.

Kafanıza takılan önemsiz konuları ''bir kaç on yıl sonrasına'' erteleyin…

İman eden kulların üzerinde şeytanın bir etkisi olmamakla birlikte, kimi zaman şeytan iman edenlere de yaptıkları bir işte, işledikleri bir amelde vesvese vermeye çalışabilir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği önemli bir sır da insanın kendisine gelen vesveseden nasıl kurtulacağıdır.
Bu, Allah’tan korkan ve cenneti umut eden müminler için çok önemli bir konudur. Çünkü vesvese şeytanın insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırmak, onları boş ve amaçsız işlerle uğraştırarak vakitlerini almak amacıyla fısıldadığı yanıltıcı sözlerdir.

İnsan bazen küçük konuları gereğinden fazla büyütür. Ehemmiyetsiz olduğu halde sıradan bir konuyu, o an için hayatının en önemli konusu olarak görür. Dikkatini bu duruma verdikçe, o küçük konu, gözünde giderek daha da büyümeye ve kendisine daha da fazla rahatsızlık vermeye başlar.

Bir bakış açısıyla bakılırsa, bu konu gerçekten de bir yönüyle kişinin hayatını etkileyen bir önem taşıyabilir. Ama bir başka bakış açısıyla bakılacak olursa da, o konu dünyadaki birçok önemli meselelerin yanında bir toz tanesi kadar önem taşımaz.

İnsan belki içinde bulunduğu o an zarfında bu konunun aslında ne kadar önemsiz olduğunu fark edemez. Oysa bu gerçeği anlamanın şöyle bir yolu vardır: Şu anda geçmişe dönüp bir düşünecek olursanız, bundan on yıl önce kafanıza takılan konuların hiçbirini hatırlamadığınızı görürsünüz. Hatta o kadar geriye gitmeye bile gerek kalmaz. Bundan sadece bir sene, birkaç ay, hatta birkaç hafta öncesine gittiğinizde bile, gün içinde sizi rahatsız eden, neşenizi, huzurunuzu kaçıran, sizi sessizleştirip içinize kapanmanıza neden olan, insanlardan uzaklaştıran, hayatınızı çok derinden etkilediğini ve etkilemeye de devam edeceğini sandığınız konuların hiçbirini hatırlamazsınız. Ama hatırlasanız da aslında hiç önemli olmadıklarını anlarsınız. Çünkü o zamanlar hayatınızı kökten etkilediğini sandığınız o konu, artık sizi hiç rahatsız etmiyordur. Öyle ki en fazla birkaç saniye içinde, geçmişte kalan bir anı gibi aklınızdan geçip gidiyordur.
On Sene, Birkaç Ay ya da Birkaç Hafta Öncesinden Geriye, Elinizde Kalan Ne Oldu?

İşte asıl bu sorunun yanıtı, hayatınızı kökten ve derinden etkileyecek olan gerçektir. Geriye sadece Allah ile olan yakınlığınız, Allah’a olan sevginiz, sadakatiniz, bağlılığınız ve Allah’ı hoşnut etmek için gösterdiğiniz ihlas, samimiyet, salih amelleriniz ve azminiz kalmıştır. Eğer on sene önce Allah’ı düşünerek, Allah’ın sevgisini umarak güzel ahlak gösterdiyseniz; küçük ya da büyük bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaştığınızda Allah’a sığınıp güzel ahlakta kararlı davrandıysanız, o gününüz dünyada ve ahirette inşaAllah sizin için büyük bir nimete dönüşmüştür. Ve ahirette de size sevinç ve nimet getirecektir.

İşte on sene öncesini düşündüğünüzde apaçık bir şekilde görünen bu gerçeği, yaşadığınız an içerisinde de unutmamak çok önemlidir. Eğer şu an içinde kendinize baktığınızda kafanıza takılan küçük ya da büyük çeşitli konular varsa, ileride de bunların büyük ölçüde bir önemi olmayacağını unutmayın. İleride bunların belki birçoğunu hatırlamayacağınızı, birçoğuna “ne kadar da büyütmüşüm” diyerek gülüp geçeceğinizi, birçoğunu da bambaşka, daha olgun ve daha derin bir bakış açısıyla değerlendirip, ne kadar ehemmiyetsiz olduklarını göreceğinizi unutmayın.

Allah, cennet, mümin, vesvese, şeytan, boş, amaçsız, iş, on yıl, salih ameller, yakınlık, sevgi ,sadakat, samimiyet, ahiret, derin, konu, önemli, ihlas