İnsanlardaki gaflet perdesinin kalkması için telkin çok önemlidir


Bazı insanların, içinde yaşadıkları toplumun yüzyıllar içinde meydana getirdiği geleneğe uymaya, atalarından kalan örfü sürdürmeye yönelik bir eğilimi vardır. Eğer bu gelenek ve örf, Kuran ahlakına uygunsa, bunların yaşanmasında bir sakınca yoktur. Fakat Kuran’da bildirilen hükümlere uygun olmayan, İslam örfüne aykırı yönleri varsa -ki çoğu zaman böyledir- Allah bunları yaşamayı yasaklar. Çünkü Müslümanın yol göstericisi, Allah’ın indirdiği Kitap’tır; bu ilahi yol göstericiyle çeliştiği takdirde, ne atalarının ne de başka kişilerin ortaya koydukları gelenek ve kurallar Müslüman için hiçbir anlam ifade etmez. Fakat insanların bir kısmı büyük bir gaflet perdesi altında kendi bildikleri şekilde dini yaşamaya devam ederler. Bu şekilde dini yaşayan kişilerin düştükleri durumu Yüce Allah bir Kuran ayetinde şöyle haber verir:
“Onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denildiğinde, derler ki; “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?” (Lokman Suresi, 21)
Bazı insanlardaki gaflet perdesinin kalkması, batıl din anlayışı yerine saf ve katıksız bir biçimde Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uygun din ahlakının yaşanmasını sağlamak için kullanılacak yöntemlerden biri de telkindir.

Din Ahlakı Telkinle Diri Kalır, Anlatımla Güçlenir
Yüce Allah’ın insanlar için seçip beğendiği İslam dini; insanların üzerindeki tüm külfeti, kısıtlayıcı, sınırlayıcı, insanlara zorluk getiren ağırlıkları kaldıran demokrasi ve özgürlüğün gerçek kaynağı olan bir dindir. İslam dininin hiçbir karmaşıklığı ve anlaşılamayacak hiçbir yönü yoktur. Normal bir insan çok kısa bir zamanda İslam dinini çok güzel kavrar. Bir kişiye, salih kulları için herşeyi hayırla yaratan Allah’ın kendisi için belirlediği kadere teslim olması, herşeyde sadece O’nun rızasını arayarak O’na yönelmesi gerektiği çok detaylı olarak anlatılsa çok kısa sürede İslam ahlakının temel konularını anlayabilir. Din ile ilgili anlatımlarda bu şekilde detaylara girilmesinin nedeni, karşıdaki kişinin daha çok düşünmesini sağlamak ve sürekli olarak dikkatini açmaktır. Nitekim aklı gaflet perdesi ile kapalı olan bir insanın evrendeki her varlığın ve gerçekleşen her olayın sahibi olan Yüce Allah’a güvenip dayanması ve O’nu dost edinmesi için detaylı bir anlatım yapılması bu kişinin hayatı boyunca yaşadığı korkuların, endişelerin, sıkıntıların ve zorlukların kalkması için gereklidir. Kuran ahlakını yaşayan bir insan için din ahlakının getirdiği en önemli kolaylık ve güzelliklerden biri budur. Zaten Allah, tüm emir ve hükümlerini insanların fıtratlarına en uygun şekilde bildirdiğinden, bunların uygulanmasında hiçbir bir zorluk bulunmamaktadır. Allah, Kuran’da din ahlakının kolay olduğunu, bu üstün ahlaka tabi olanların işlerini kolaylaştıracağını şöyle bildirir:
“… O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi)...” (Hac Suresi, 78)

Telkinle İnsanların Dikkati Keskinleşir
Gaflet perdesi içinde olan insanların en belirgin özelliği, Kuran’da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler. Sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Büyük bir çoğunluğu, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında düşünmezler. Düşünceleri sadece kişisel çıkarları üzerine kuruludur. Bu nedenle gaflet içerisinde olan böyle bir kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir. Bu kişinin hem içinde yaşadığı sistemin çarpıklığını görmesi, hem de temel imani konuları kavraması için hayati derecede önemlidir.

Düşünmek, insanın kendi kendine bazı sorular sormasına, eksikleri fark etmesine ve bu eksiklerden dolayı içinde bulunduğu durumdan sıkıntı duymasına neden olur. Bunun sonucunda ise doğruyu ve gerçeği aramaya başlar. Samimi olarak kendinde ve etrafında olan eksiklikleri görür ve bunları dürüstçe eleştirmeye başlar. Sonuçta hurafelerle dolu olan veya din ahlakından uzak olan yaşamından uzaklaşmaya başlar. Bu vesileyle örneğin namaz kılmayan biri namaz kılmaya başlar, bencil birisi bencilliğin çirkinliğini fark eder, sevgiyi yapmacıklık olarak gören birisi gerçek sevgiyi öğrenir, cahiliye ahlakını ve yaşamını hoş gören biri gerçekte bu yaşamın çirkinliğini, Müslümanların ise güvenilir insanlar olduklarını fark eder.

Telkin  Ömür Boyu Devam Eder
Gaflet içinde olan bazı insanların içinde bulundukları bu durumdan kurtulmaları Allah’ın dilediği zamanda gerçekleşir. Bazı insanlar gaflet halinden çok genç yaşlarda, bazıları ise  ileri yaşlarda kurtulabilir. Ancak gaflet perdesi kalktıktan sonra din ahlakını diri tutmak için yapılan telkinin ömür boyu devam etmesi gerekir. Çünkü insanlar doğdukları andan itibaren cahiliye ahlakı ve batıl din telkini alırlar. Bu nedenle söz konusu insanların ömürleri boyunca batıl din anlayışı yerine saf ve katıksız bir biçimde Kuran ahlakına uygun din anlayışını öğrenmeleri, hayata bakışlarında ve yaşamlarında daima Kuran’ı ölçü olarak almaları için samimi din ahlakını telkin etmek önemlidir. İnsanlar hayatları boyunca gafletten kurtulmak için şu konularda kendilerine dini telkin yapabilirler:
  • Kuran okumak ve ayetler üzerinde düşünmek
  • Allah’ın din ahlakını öğrenmek ve yaşamak için verdiği imkanları değerlendirmek
  • Allah’ın herşeyden haberdar olduğunu ve herşeyi çepeçevre kuşattığını bilmek
  • Allah’ın yarattıklarını detaylarıyla bilmek
  • Dünyanın kısa ve geçici olduğunu bilmek
  • Ölümü düşünmek
  • Asıl yurdun ahiret olduğunu bilmek
  • Ahiretten geri dönüşün olmadığını bilmek
  • Cehennemin ne kadar azap verici bir mekan olduğunu ve orada sonsuza dek kalınacağını bilmek
Tüm bunların sonucunda sürekli Allah ile bağlantı içerisinde olan bir kişi, din ahlakına uygun en güzel karakter özelliklerini sürekli üzerinde barındırır. Kuran’da müminlerin bu üstün ahlakı şöyle bildirilmiştir:
“Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir.” (Hac Suresi, 24)

Sayın Adnan Oktar 7 Haziran 2011 tarihinde A9 TV ve  Kaçkar TV’de yayınlanan sohbetinde “insanlarda gaflet perdesinin kalkmasında telkinin önemi”ni şöyle anlatmıştır:
ADNAN OKTAR:  Evet, aslında din o kadar karmaşık, öyle günlerce anlatılması gereken, yıllarca anlatıldığında kavranan bir durum değil. Dini anlamak için normal bir insan en fazla bir haftada İslamiyeti çok güzel kavrar. En fazla bir hafta sürer. İşin doğrusu bir günde tam olarak anlar, bir gün oturtsan karşına, anlatsan anlar. Detaylara girmemizin nedeni, daha çok düşündürtmek, sürekli dikkati açmak. Din telkinle kaimdir, ne kadar çok telkin olursa, ne kadar çok anlatılırsa o kadar güçlenir. İnsanların dikkati keskinleşir, ufku açılır. O yönden önemli, mesela biz, iddia edilen Ergenekon terör örgütüne defalarca dikkat çektik. Bir süre sonra hakikaten bakıyoruz, insanlarda bu çok olumlu etki yapıyor. Bir süreye kadar sabreden bir insan, bakıyorsun çok samimi itiraflar yapabiliyor. Çok dürüstçe olayı ele veriyor, anlatabiliyor. Bakıyorsun o şeyden vazgeçebiliyor. Israrla namaz kılmayan bir insan, bakıyorsun birdenbire namaz kılmaya karar veriyor. Israrla doğru söylemeyen adam, bakıyorsun bir gün sürekli doğru söylemeye karar veriyor. Sevgiyi bilmeyen adam, bir de bakıyor sevgi çok güzel bir duygu, sevmeye ve sevilmeye karar veriyor. Egoist bir insan, egoistliğin çirkinliğini fark ediyor, “ne kadar pis, ne kadar kötü” diyor. Mesela sevdiği, güvendiği insanlara bir de bakıyor ki çok adiler, küfür içinde, ahlaksız, vicdansız. Bir de bakıyor ki karşı olduğu insanlar da çok güzel insanlar, müminler, Müslümanlar, çok şeker insanlar, çok iyi insanlar, bunu fark ediyor. Onun için, insanların böyle bir ince teli vardır, o koptu mu ondan sonra gerçekleri görmeye başlar; o perde yırtıldığında görür. O perde yırtılmadığında göremez, sevgiyi fark edemez. Mesela sevginin yapmacık bir şey olduğunu düşünür, sonra bir de bakar ki hakikaten sevgi denilen bir şey var. Egoistliğin  iğrençliğini fark edemez, egoistliği hak olarak görür; “tabiî ki egoist olacaksın” der. Halbuki gider bir de bakar ki, rezalet bir şey egoistlik ve onu çirkinleştiren, çökerten bir şey. Bazen bu iki yıl sonra anlaşılır, bazen üç yıl sonra. Onun için telkinin ömür boyu yapılması lazım. Bazı insanların 60 yaşında o perdesi açılır, kafasında bir netlik meydana gelir.

Gece gündüz anlatıyoruz anlamıyor, öyle bir şey yok. Ben mesela akademideyken Hasan Kaçan; o zaman Marksist’ti. Bütün komünistler; zaten doluydu okulun içi, komünist doluydu, komünist olmayan çok azdı, parmakla sayılırdı. Ben o zaman ona kitap da vermiştim, arkadaşlarına da kitap vermiştim. Anlattıklarım ona dolaylı olarak da gitti, bilgi olarak da gitti. Yıllar sonra Müslüman olduğunu söyledi. Mümin muttaki, namazında niyazında bir Müslüman oldu. Mesela ünlü yazarlar, felsefeciler, biz bunların çoğuna kitap gönderdik. Ama bir süre sonra mesela, bir yıl iki yıl sonra, üç yıl beş yıl sonra netice aldık. O andaki inkarlarına takılmamak lazım. Anlattım kabul etmedi, öyle bir şey yok. Beyninin kabul etmesi önemlidir, kendinin kabul etmesi önemli değildir. Lisanen kabul etmemesi ilk anda önemli değildir. Beyni kabul ettikten sonra iş bitti.

Aklı başında bir adama da hakkı anlatırsan, beyni kabul eder. Beynin kabulünü esas almak lazım. Mesela Hilmi Yavuz Hoca, bizim akademide Marksist düşüncedeydi. Biz anfide otururduk, ders verirdi bize, sohbet ederdi, İslam dinini eleştirirdi. Darwinizm’in, materyalizmin geçerliliğini anlatırdı, Marksist düşünceyi anlatırdı bize Hilmi Yavuz. Ben de ona götürüp kitap vermiştim Darwinizm’i eleştiren. Konuşmuştuk, sohbet etmiştik. Yıllar sonra Hilmi Yavuz Hoca 180 derece döndü, Marksizm’e karşı bir tavır aldı ve İslamiyet’i savunuyor şu an. Demek ki o devirde vicdanı kabul etmiş, aklı kabul etmiş. Dil olarak kabul etmedi o devirde, ama beyni kabul ettiği için sonunda beynine uydu. Öyle çok vaka var.

Çöl Sıcağından Etkilenmeyen Yapraklar

Çölün kurak ortamına yakından baktığımızda, çeşitli özelliklere sahip bitkiler dikkatimizi çeker. Bu bitkiler, özel tasarımları ve farklı çeşitleriyle çok zor koşullarda rahatça yaşayabilmektedirler. Onlar bu iklim koşulları için özel olarak yaratılmış birer mucizedirler.


Çöl bitkileri, aşırı sıcakla ve susuzlukla başa çıkmak için iki yola başvururlar. Birincisi, sahip oldukları dayanıklı yapıyı kullanmak, ikincisi de uykuda kalmaktır. İlginç yapıları ve özel tasarımları sayesinde kurak iklimlerden zarar görmeyen bu bitkilerde yaprak; hem gövde, hem fotosentez organı, hem bir besin ve su deposu hem de kalın yapısıyla bir savunma organıdır.

Bazı depo görevi gören yapraklar ise etrafta bulunan kayaları taklit eden yapılarıyla birer kamuflaj uzmanıdırlar. Çeşitli hayvanların kamuflaj yapması sık karşılaştığımız mucizelerden biridir. Ancak bir bitkinin kamuflaj yapması fazla alışık olmadığımız bir durumdur. Çevresindeki kayaları taklit edebilen bir bitkinin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini düşünürsek, ne kadar hayret verici bir olayla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz. Herşeyden önce, bu bitkinin çöl ortamını çok iyi bilmesi, çevre koşullarından haberdar olması gerekir. Buna göre etraftaki bazı hayvanlardan kurtulmak ve aynı zamanda aşırı sıcaklara karşı koymak için belirli bir şekil ve savunma sistemi planlamalıdır. Sonuç olarak kayaların kendisi için en ideal model olduğuna karar vermelidir. Kendini kayalara benzetirse göze batmayacağını ve taş gibi hacimli bir yapının depo görevini rahatça yerine getirebileceğini düşünmeli ve bütün kimyasal yapısını bu kararına göre değiştirmelidir. Ne bir akla, ne bir şuura, ne bir göze sahip olan bitkilerin, kendileri için böyle hayati önemi olan kararlar alamayacakları ve bu kararlarını uygulayamayacakları çok açıktır. Bu bitkileri tüm bu özellikleri ile yaratan, üstün ilim ve akıl sahibi Yüce Allah'tır.

Yapraklardaki Su Deposu

Çöl bitkilerinin mükemmel tasarımlarının bir başka özelliği ise küre şeklinde olmalarıdır. Çünkü küre, en küçük yüzey alanına sahip olması nedeniyle en etkili su depolama şeklidir. Çöl bitkilerinin kalın gövdeleri, küre şekilleri ve gündüzleri kapalı, geceleri açık olan gözenekleri, buharlaşma ile su kaybını azaltan bir yapı meydana getirir.

Her bitki, suyu farklı bölümlerinde depo eder. Örneğin, yüzyıl bitkisi yapraklarında, gece açan Cereus bitkisi yeraltındaki soğanında, kaktüs ise tombul gövdesinde su depolar. Sabır otu gibi bitkiler ise nadir olarak yağan yağmurları yakalamak için oluk şekilli yapraklarını açık tutarlar. Bunun tam tersine Sarracenia minor gibi yağışlı bölgelerde bulunan bitkilerin yaprakları, aşırı yağmurdan korunmak için şemsiye gibidir. Her bitkinin bulunduğu koşullara uygun bir şekle sahip olması, Allah'ın muhteşem yaratışını gösteren delillerden yalnızca biridir.

Kaktüslerin hepsinin uzunlamasına çizgileri ya da yüzeylerinde çok sayıda dikenimsi çıkıntıları vardır. Bu bitkilerin çizgili yüzeyleri, içlerinde depo edilen suyun miktarına göre daralma ve gevşeme özelliğine sahiptir. Kaktüs ısıyı yayabilen, su dolu gövdesini hayvanlardan koruyan ve dikleşen iğnelere sahiptir. Mumlu üst tabaka, sıcağın bitkinin içine işlemesini azaltarak bitkiyi korur. Ayrıca bu bitkilerin renkleri solgun ve parlaktır. Böylece üzerlerine düşen ışının çoğunu yansıtırlar; bazıları da güneş ışığını yansıtacak beyaz tüylerle kaplanmıştır.

Elbette ki her bitki ilk yaratıldığı günden itibaren, Allah'ın ilham ettiği şekilde hareket etmektedir. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şu şekilde açıklanmaktadır: "Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için." (Talak Suresi, 12)

Musevilikte Mehdi inancı

“Mehdi” ismi Musevilikte “Maşiyah”, “Kral Mesih”, “Shiloh (gönderilmiş olan, Allah'ın armağanı)” gibi çeşitli isimlerle ifade edilir.

Hz. Mehdi (as)'ın –Musevi kaynaklara göre Kral Mesih'in- geleceğine inanmak, Tevrat’ta bildirilen Museviliğin temel inanç esaslarından biridir.

Musevilerin 12. yüzyıldan bu yana en büyük Tevrat alimlerinden biri olarak kabul ettikleri Haham Maimonides (İbn-i Meymun), Museviliğin 13 temel inanç esasından on ikincisini, "Kral Mesih'in [Hz. Mehdi (as)'ın] geleceğine inanmak" olarak açıklamıştır.

Bu esaslara göre, Musevilerin "Mehdi" ile ilgili inançları şu sözlerle belirlenmiştir: "Mesih'in [Hz. Mehdi (as)'ın] geleceğine gönülden inanıyorum, gelişi gecikse bile, her gün onun gelişini bekliyorum."

Kral Mesih'in -yani Hz. Mehdi (as)'ın- gelişini inkar edenlerin durumu ise, Musevilerin kutsal kaynaklarından Mişna'da şöyle açıklanmaktadır:

Mesih'in [Hz. Mehdi (as)'ın] geleceğine inanmayan veya onun gelişini beklemeyen bir kişi, sadece bütün Peygamberlere karşı gelmekle kalmaz, Tevrat'ı ve Peygamberimiz Musa'yı da inkar etmiş olur. (Maimonides, Mişna Tora, Kralların Yasaları, 11:1)

Ayrıca Musevilerin her gün üç kere ettikleri Şemone Esre (Shmone Esre) adlı duada, Kral Mesih'in -Hz. Mehdi (as)'ın- bir an evvel gelmesi ve onun vesilesi ile kurtuluş olması Cenab-ı Allah'tan istenir. Bu dua, Allah inancının gereği olan adaletin yeniden sağlanması, ahlaksızlığın, günahların ve kötülüğün son bulması, doğruluğun hakim olması için Hz. Mehdi (a.s.)'ın gelmesi beklentisiyle yapılır.

İnsan Yüzünde Gizlenen Barkod Sistemi

Yüce Allah'ın benzersiz çeşitlilikteki yaratma sanatının bir tecellisi olarak, insanların her biri farklı bir yüze sahiptir. Ancak yüzler ne kadar çeşitli ve ortam ne kadar kalabalık olursa olsun tanıdığımız birinin yüzünü fark etmemiz sadece birkaç saniye alır. Peki bu tanıma süreci nasıl işler?

Beyindeki Yüz Tanıma Süreci Nasıl Gerçekleşir?

Yüzün tanınma süreci görsel kortekste gerçekleşen oldukça kompleks bir süreçtir. Bu tanıma sürecinin beyinde nasıl gerçekleştiğini araştıran bilim adamları, oldukça şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Çünkü yapılan araştırmalarda, yüzün beyin tarafından okunabilen bir barkod sistemine sahip olduğu keşfedilmiştir.

Bu sisteme göre;

İlk önce kaşlar, gözler, dudaklar gibi yatay çizgi oluşturan özelliklerin beyin tarafından algılanmasından sonra, bu çizgilerin siyah ve beyaz renklerde kodlandığı belirlenmiştir.Cilt ve yanaklar parlaklıkları nedeniyle beyaz olarak, dudaklarımız kaşlarımız ve göz çukurlarımızın da gölgelikleri nedeniyle siyah olarak kodlandığı tespit edilmiştir.Araştırmayı yürüten Dr. Dakin “Bu şekildeki yatay bilgi çizgileri, süper­market barkodlarını anımsatmaktadır” diyerek bu kod sistemine dikkat çekmifltir.Bilindiği gibi süpermarket barkodları, bilgi sağlamanın etkin bir yoludur. Düz, tek boyutlu çizgiler, sayı gibi 2 boyutlu karakterlerin algılanmasından çok daha kolaydır. Yüz tanımanın saniyelerle sınırlı bir biçimde hızlı gerçekleşmesi için barkod sisteminin kullanılması da Rabbimiz'in Âlim (herşeyi çok iyi bilen), Fatır (yaratan, icad eden) ve Bedi (örneksiz yaratan) isimlerinin bir tecellisidir.

Müminler her zaman umut ve korku arasında olurlar.

Onların yanları yataklarından uzaklaşır. RABLERİNE KORKU VE UMUTLA DUA EDERLER ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Secde Suresi, 16)

Rablerinin azabına KARŞI (DAİMİ) BİR KORKU DUYMAKTADIRLAR.Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz. (Mearic Suresi, 27-28)

Düzene konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın; O'NA KORKARAK VE UMUT TAŞIYARAK DUA EDİN. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)

Onda acele edenler, (gerçekte) ona inanmayanlardır. İMAN EDENLER İSE, ONA KARŞI BİR KORKU İÇİNDEDİRLER ve onun gerçekten hak olduğunu bilirler. Haberiniz olsun; kıyamet-saati konusunda tartışanlar, gerçekte uzak bir sapıklık içindedirler. (Şura Suresi, 18)

Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, UMARAK VE KORKARAK BİZ'E DUA EDERLERDİ. Biz'e derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 90)

Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik, 'İçi titreyerek korku duyanlara'ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik). (Taha Suresi, 2-3)

Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 11)

Güncel: İlmi Araştırma Sayı 87, Sesiyle Rekor Kırıyor!

Avrupalı bilim adamları, boyuna göre dünyanın en gürültücü hayvanı olan bir su böceğinin, suyun altında 99,2 desibel, yani bir çim biçme makinesi kadar ses çıkardığını tespit etti. Fransa ve İskoçya'dan bilim adamları, Public Library of Science dergisinin Haziran sayısında yayınladıkları makalede, boyu iki milimetreyi aşmayan ve Avrupa'daki yavaş akan nehirlerde yaşayan mini erkek su böceğinin, sessiz dişilerin ilgisini çekmek için su altında bu inanılmaz "şarkıyı" seslendirdiğini belirtti.

Sesin yüzde 99'u sudan havaya transfer olurken kaybolsa bile, nehir kenarında yürüyen kişilerin, normalde çekirgelerin çıkardığı ses kadarını duyabildiklerini belirten araştırmacılar, bu su böceği bir insan boyutlarında olsaydı, çıkardığı sesin de insan kulağına zarar verecek düzeydeki bir rock konserindeki azami gürültü kadar olacağını ifade ettiler.

Bilim adamları, vücut ölçüsüne göre, erkek su böceğinin bir insandan sekiz kat daha çok gürültü çıkarabildiğine işaret ederek, su böceğinin kendisiyle birlikte taşıdığı hava kabarcığı sayesinde su altında hava alabildiğini de belirttiler.

Kök Hücreden Diş Yaptılar

Tokyo Üniversitesi uzmanları, ilk kez laboratuvar ortamında kök hücreden tam diş geliştirdiklerini duyurdu.

Araştırmacılar, laboratuvarda süt dişinin özünde bol miktarda bulunan kök hücrelerini çeşitli kimyasallar ve vitaminlerle karıştırıp beklemeye bıraktı.

Beş gün sonra ufak bir diş tomurcuğu oluştu.

Bu tomurcuk daha sonra özel yapılmış plastik bir kaba konarak bir farenin vücuduna yerleştirildi. Bu sayede büyümesi için gerekli vücut sıvılarına ve kimyasallara maruz kalan tomurcuk, 60 gün içinde tam bir dişe dönüştü.

Büyümesi tamamlanan diş, daha sonra farenin çene kemiğine yerleştirildi. 6 hafta sonra dişin çene kemiğine kaynadığı gözlemlendi. Diş minesi, kıkırdak ve sinir hücreleri gibi gerçek bir dişte bulunan bütün özelliklere sahip olan yapay diş, kişinin kendi kök hücresiyle geliştirildiği için son derece doğal bir görünüm sağlıyor.

Evrenin En Büyük Su Kütlesi Keşfedildi

İki astronomi ekibi, evrenin bugüne kadar keşfedilmiş en büyük ve dünyaya en uzak su kütlesini ortaya çıkardı.

Dünyadan 12 milyar ışık yılı mesafedeki bu su kütlesi, dünya okyanuslarının içerdiği toplam su kütlesinin 140 trilyon katı büyüklüğe sahip. Buhar halindeki su kütlesi, kuasar olarak adlandırılan ve ortasında, çevresindeki maddeyi yutan büyük bir kara delik bulunan gök cismini sarıyor.

NASA'nın Kaliforniya'daki laboratuvarından Matt Bradford, kuasar çevresindeki ortamın oldukça özgün bir yapıya sahip olduğunu belirterek, bu yapının "devasa büyüklükte su ortaya çıkardığını" belirtti.

Kuasarlar, çevresini bir disk şeklinde saran gaz ve toz kümesini emen devasa bir karadeliğe sahip gök cisimleridir. Kuasarın karadeliği, bu tüketiminin sonucunda diskin ortasından her iki yöne doğru müthiş bir enerji fışkırtıyor. Su kütlesinin bulunduğu bu kuasarın kara deliği Güneş'ten 20 milyar kat daha yoğun ve Güneş'ten, "Bin trilyon kat" enerjiye sahip.

Bu kadar uzakta ve evrenin erken dönemlerinde var olan su kütlesi ilk kez keşfediliyor. Güneş Sistemi'nin dahil olduğu Samanyolu Galaksisi'nde de su buharı bulunuyor ancak galaksimizdeki su kütlesi çoğu buz halde bulunuyor. Samanyolu'ndaki su kütlesi, bu kuasarda bulunandan 4000 kat daha az. Bunun nedeni de suyun, Samanyolu'nda daha çok buz formunda olması.

Ölçümler, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nün Hawai'deki teleskobu kullanılarak, Bradford'un ekibince 2008'den beri yapılıyor. Kuasar üzerinde çalışan ikinci ekip ise, Alpler'deki Caltech Submillimeter Gözlemevi başkan yardımcısı, fizikçi Dariusz Lis başkanlığındaki bir ekip. Bu ekip de kuasardaki ilk su buharı gözlemini 2010'da yaptı.

Yarış Yapan, Dans Eden Hücreler

Vücudumuzun her noktası küçük, ama küçük olduğu kadar da kompleks bir yaşam süren hücrelerden oluşur. Hücreler, insan hayatının devamlılığını sağlayan temel yapıtaşlarıdır.

Her bir hücre, bu hayati fonksiyonları yerine getirirken birbiri ile tam bir uyum içinde çalışır. Peki, bu çalışma sırasında hücrelerin raylarda hız yaptıklarını, dans ettiklerini, akrobasi hareketleri ve hatta bayrak yarışı yaptıklarını biliyor muydunuz?

Bilim dünyasının ortak kanaatiyle, insanoğlunun bugüne kadar karşılaştığı en kompleks yapı ünvanını koruyan hücre, hala keşfedilmemiş pek çok sırrı içinde barındırmakta ve Yüce Allah’ın yaratış sanatının, üstün aklının delillerinden birini oluşturmaktadır. Nitekim evrim teorisini savunanlar da hücrenin gerçekleştirdiği bu kompleks işlemleri ve birbirini denetleyen mükemmel kontrol mekanizmalarını incelediklerinde, Rus evrimci A. I. Oparin’in "Maalesef hücrenin meydana gelişi evrim teorisinin bütününü içine alan en karanlık noktayı teşkil etmektedir." sözlerine katılmaktadırlar. Hücrelerin en küçük parçalarında dahi gerçekleşen bu mükemmel organizasyon, yaratılış gerçeğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Tren Raylarında Hız Yapanlar

Proteinler, amino asit dediğimiz ve karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomlarından meydana gelen moleküllerin yan yana dizilmeleri ile oluşmuşlardır. Üç boyutlu yapılarındaki girinti çıkıntılar aracılığı ile ya başka proteinlere ya da alıcı moleküllere bağlanarak hücre içi faaliyetleri gerçekleştirirler. Örneğin motor proteinler, hücrelerde bulunan kas kasılması, hücre bölünmesi, kromozomların hareketi, molekül taşımacılığı gibi yüzlerce farklı işlevi yerine getiren hayranlık uyandırıcı moleküler makinelerdir. Hayati öneme sahip olan bu parçacıkların çalışmasında bir aksama olması durumunda dev bir makineyi andıran insan vücudu görevini yerine getiremez; örneğin kalbimiz çalışmaz ve yaşamımız sona erer.

Raylardaki Hız Nasıl Gerçekleşir?

Kimyasal enerjiyi mekanik harekete çevirebilen ‘miyosin’ adı verilen minik protein motorları, molekülleri bir yerden bir yere taşıma işlevi yapan yük trenlerine benzetilebilir. Bu trenin bir ana vagonu vardır. Bunun arkasında ise yavru vagon yer alır. Bunlar ‘aktin’ denilen sarmal şekildeki proteinin üzerinde tıpkı bir ray üzerindeki tren gibi ilerlerler. Ancak bu ilerleme sırasında ana vagon ilerleyip rayların sonuna geldiğinde durur. Arkadaki yavru vagon da taşıdığı yükün ağırlığına bağlı olarak, ağırsa daha yavaş, hafifse daha hızlı hareket ederek, ana vagonun arkasından gider ve rayların sonuna geldiğinde o da durarak ana vagona bağlanır. Böylece kuyruğun sonunda ana ve yavru vagon birleşir. Bu birleşme ile taşınması gereken maddeler tam da gerektiği kadar uzağa taşınmış olur. Burada dikkat çeken 3 ayrı akılcı aşama vardır:

Gözleri olmayan ve nereye ilerleyeceğini bilmeyen ana ve yavru vagonların adımlarını eşit aralıklarla ve çok hassas bir ölçüyle atmaları, sarmal şeklinde olan rayın etrafında dönerek ilerlemek yerine, tıpkı ray üzerinde ilerleyen vagonlar gibi düz bir hat boyunca yollarına devam etmeleri, yolun sonuna geldiklerinde ise birbirlerine çarpmadan durup beklemeleri.

Aklı ve şuuru olmayan bu küçük atomların yükünü istenen yere ulaştırma görevi, elbette Yüce Allah’ın ilhamıyla ve O'nun belirlediği bir düzen içinde gerçekleşir. Nitekim Yüce Allah yerden göğe herşeyi bir düzen içinde yarattığını Kuran’da şöyle bildirir:

"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir." (Furkan Suresi, 2)

Dansçı Hücreler

Bir organizmanın büyümesi ve gelişmesi, ölen hücrelerin yerine yenilerinin gelmesi ve üreme hücrelerinin oluşumu (sperm ve yumurta hücreleri) bu organizmayı oluşturan hücrelerin bölünmeleri sonucu çoğalmaları ile mümkün olur. Hücrenin çoğalması, hücrenin büyümesine bağlı olarak ortaya çıkar. Hücre belli bir büyüklüğe erişince, çekirdekte bulunan genetik yapı kendisini kopyalar ve böylece yeni yavru hücreye gereken DNA üretilmiş olur. Çekirdekteki kromozomların kendilerini kopyalarken geçirdikleri bir safha vardır ki, dörtlü bir dans grubunun sahnede estetik bir gösteri yapmasına benzetilebilir. DNA'nın kopyalanması işlemi, insanı hayrete düşürecek kadar kusursuz bir organizasyon ve düzen içinde gerçekleşir.

Hücrelerde Dans Nasıl Başlar?

Bilindiği gibi kromozom X şeklinde bir görünüme sahiptir, X’in her uzantısı ise bir kol gibidir. X’in ortası, kolların birbirine tutunduğu merkezdir. Kromozomların dans ettikleri ortam, hücrenin bir ucundan diğerine gerilmiş ipliklerden oluşan bir yerdir. X, uçlarından (telomer) ya da tam ortasından (sentromer) bu iplere tutunan bir cambaz gibidir. Kromozomlar bu ipliklere hücrenin ortasındayken yapışırlar. Ancak aralarında gen değişimi yaptıktan sonra oluşacak iki yeni hücrede eşit miktarda kromozom olması için kromozomların hücrenin iki ayrı ucuna gitmeleri gerekir. İşte, kutuplaşma veya “polarizasyon” adı verilen bu işlem sırasında ipliklere tutunan kromozomlar, kutuplara doğru çekilirken bu iplikleri bir çeşit kement gibi kullanan akrobat dansçılar gibidirler.

“Peki, sadece eğlence olsun diye hücrede bu kadar büyük bir organizasyon olabilir mi?”

Elbette hayır. Çünkü bu şuursuz varlıkların dans sırasında yaptıkları kusursuz iş bölümü, disiplinli ve akılcı çalışmalar sonucunda, DNA, yani bizi biz yapan tüm bilgilerin toplandığı arşiv, hatasız ve eksiksiz olarak kopyalanmış olur. Burada elbette karşımıza çıkan bazı sorular vardır:

Dans eşleri kendi yerlerini ve geri dönüş yollarını nasıl bulurlar?

Hücre bölünürken fiziksel olarak çözülen ve açılan kromozomlar nasıl olur da yavru hücrede hemen eski haline dönme eğilimi gösterirler?

Hücre, yaşamının büyük bir kısmında bu kararlı tavrını neden bozmaz?

Elbette bu sorulara verilecek tek cevap vardır. Her bir hücrede gerçekleşen bütün bu olaylar, Yüce Allah’ın an an yaratmasıyla meydana gelmektedir.

"… Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?" (Mülk Suresi, 3)


Bayrak Yarışı

Hücrenin en temel yapıtaşı olan proteinler bazen çeşitli sebeplerle zarar görebilir ve hasarlı hale gelebilirler. Proteinin zarar görmesi ise canlı yaşamının riske girmesi demektir. Ancak ‘ubiquitin’ adlı küçük bir protein bu riski önler. Hasarlı proteinlerin ucuna ubiquitin eklendiğinde, bu proteinler kolayca tanınır ve yok edilirler. Ubiquitin adlı bu küçük proteini bayrak, onu hasarlı proteinlere bağlamak için taşıyan enzimleri ise yarışçılar gibi düşünebiliriz. E1, E2, E3 adı verilen bu üç enzim, ubiquitini yarıştaki bayrak gibi birinden diğerine ileterek hiç düşürmeden ya da takılmadan taşır. Bayrak, grupların birinden diğerine geçince, oyuncu bazen bayrağı tam kavrayabilmek için büyük şekil değişikliklerine uğrar ve enzim, bu kıvrılmalar ve bükülmeler sayesinde şekil de! ğiştirebilen bir anahtar gibi hareket eder. Böylelikle zincirdeki bir sonraki reaksiyonu başlatarak, bayrağı kendisinden sonraki bölgeye teslim etmiş olur.

Hücrenin 4 Evresi

Canlının en küçük parçası olan hücrenin, yaşamı boyunca 4 evresi (fazı) vardır. Bunlar G1, S, G2, M olarak adlandırılırlar.

G1: Yeni oluşmuş bir hücrenin DNA’sını kopyalayabilecek kadar büyümesi için geçen evre,

S: Hücrenin DNA’sını kopyaladığı süre,

G2: DNA’nın sentezlenmiş olduğu ve hücrenin bu aşamada artık bölünmeden önce son hazırlıklarını yaptığı evre,

M: Mitoz evresi; burada hücre bölünür ve iki yeni hücre oluşur.

Evreler arasındaki geçişler hücre için çok önemlidir. Çünkü, hücre bir evreden diğerine geçtikten sonra artık geri dönemez. Örneğin, eksik malzemeyle DNA üretemez, mutlaka ihtiyacı olan herşeyin depolanmış olması gerekir. Mitoz bölünme başladıktan sonra geri dönüş yoktur. Eğer bir hücre mitoza (yani bölünmeye) hazır olmadan girerse ve bunun sonucunda hasarlı bir bölünme yaşanacağını fark ederse, bölünmeyi yapmaktansa kendini öldürmeyi (apoptoz) tercih edebilir.

Bu evrelerin sinyalleri hücre için hayati önem taşır. İşte burada siklin-bağımlı kinaz denen küçük moleküller, hücre içindeki hazırlıkların yapılması için gerekli işaretleri veren haberciler gibidirler. Bunlar sakin duran proteinlere gidip fosfor molekülünü bağlarlar. Fosforun bağlandığı proteinlerde ampul varmış gibi de düşünebiliriz. Bu haberci gelip de ilgili proteine fosfor bağlandığında bu ampul yanar. Bir ampulün yanması sonucunda da diğer proteinler sinyal alırlar ve hücre faz değişeceğini anlar.

Sonuç

Hücre içindeki tüm parçacıklar; DNA'lar, ribozomlar, mitokondriler, enzimler ya da hormonlar, son derece aktif varlıklardır ve hayret verici işleri başarıyla yürütmektedirler. Ancak bunlar ardı ardına dizilmiş amino asitlerden oluşan kimyasal zincirlerden başka bir şey değildirler. Görme, duyma, hissetme, düşünme, karar verme yeteneğinden yoksun olan bu kimyasal bileşikler, oldukça ihtişamlı bir "akıl gösterisi" sergilemektedirler. İşte bu aklın kaynağı Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır.
"Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na ‘gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar." (Rum Suresi, 26)

Hücrenin kendisini kopyalaması sırasında (mayoz bölünme), DNA'nın paketlenmiş hali olan kromozomların aralarında gen değiştirdikleri bir aşama olur. İşte dörtlü dans tam bu sırada meydana gelir. Dans olarak adlandırılan bu aşamada hiçbir hareket rastgele olmaz. Ubiquitin adlı küçük protein, hücre içinde hasar görmüş proteinlere ya da yapılara bağlanarak hücreye bunu haber verir.

Şuara Suresi, 5 - 59 (Hz. Musa kıssasında Hz. Mehdi dönemine işaretler)

Adnan Oktar'ın 1 Mayıs 2011 A9 Tv, Kanal Avrupa ve Çay Tv'deki Canlı sohbetinden

ADNAN OKTAR: “Onlara Rahman (olan Allah) dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz çevirirler.” Her ne zaman uyarı gelirse yüz çeviriyorlar, kabul etmiyorlar. “Gerçekten yalanladılar; fakat alay konusu yaptıkları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir.” Diyorlar ya; “Hz. İsa Mesih (a.s) gelmeyecek, Hz. Mehdi (a.s) gelmeyecek,” değil mi? Bakın, Allah ne diyor; “alay konusu yaptıkları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir.” İnşaAllah.

“Hani senin Rabbin, Musa'ya seslenmişti: "Zulmetmekte olan kavme git."” O devrin Mehdisi Hz. Musa (a.s). “Zulmetmekte olan kavme git;” yani Deccaliyetin hakim olduğu kavme git. “Firavun’un kavmine.” Yani o devrin deccalinin kavmine. “Hala sakınmıyorlar mı?” diyor Cenab-ı Allah. “Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor."” Göğsü sıkışıyor, yani taşikardi var muhtemelen. Kalp atışı çok yükseliyor, muhtemelen tansiyonu da yükseliyor Hz. Musa (a.s)’ın; onun için “göğsüm sıkışıyor” diyor. “Dilim dönmüyor” diyor; aşırı heyecanda konuşma bazen tutulur insanda, şiddetli heyecanda konuşma gücünü insan kaybedebilir. Bu özellik Hz. Mehdi (a.s)’da da var.

“Bundan dolayı Harun'a da (elçilik görevini bildirmesi için Cibril'i) gönder.” “Onu da yanımda gönder” diyor Cenab-ı Allah’a. Çünkü dili tutulduğunda, heyecandan konuşamadığında onu devreye sokacak, yani onun konuşmasını sağlayacak. Çünkü dili tutulup konuşamadığında konuşacak kimse kalmıyor. Ama yanında birisi olursa, dili tutulduğunda, o kişi konuşmaya devam eder, inşaAllah. “Üstelik, onların bana karşı (davasını savunacakları bir cinayet) suçu(m) var; bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum.” Korkusunun nedenlerinden birini söylüyor.

“(Allah:) "Hayır," dedi. "İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz."” “Ben sürekli yanınızda oluyorum zaten” diyor Allah, “Ben yaratıyorum ve bütün konuşmaları zaten işitiyorum” diyor Allah. “Gecikmeksizin Firavun'a giderek deyin ki,” Ne diyor Cenab-ı Allah; “gecikmeksizin,” hemen, hemen şu saatlerde, hemen şu dakikalarda, süratle. “Firavun’a gidin.” “Deccale gidin.” “Deyin ki: Gerçekten biz, alemlerin Rabbinin elçisiyiz, İsrailoğulları'nı bizimle birlikte göndermen için (sana geldik).” Yani “biz Müslümanları kurtarmak istiyoruz, Müslümanları bırak” diyorlar ve Firavun’a gidiyorlar. “(Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: "Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi?"” Hz. Mehdi (a.s) da öyle ehl-i cehlin içinde gelişecektir, ulema ve alimlerin içinde geçmiyor Hz. Mehdi (a.s)’ın çocukluğu. Cahil insanların, dinden uzak insanların içerisinde gelişiyor. Hadislerden bu çok açık anlaşılıyor. “Allah onu bir gecede ıslah eder, bir gecede ona ilim verir” diyor.

“Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?” “Cahillerin içerisinde yaşadın sen” diyor, Hz. Mehdi (a.s) gibi. “Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin.” Nankörlükle itham ediyor Hz. Musa (a.s)’ı. “(Musa) Dedi ki: "Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım."” “Bilmiyordum, cahillikle yaptım, boş bulundum” diyor. “Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım.” “Beni öldürmenizden çekindiğim için aranızdan kaçtım” diyor.

“Sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni gönderilen (elçilerden) kıldı.” “Beni Peygamber kıldı Allah” diyor. “Bana karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğulları'nı köle kılmandan dolayıdır.” “Lütuf değil” diyor, “kavmimizi besliyorsun, arkadaşlarımıza bakıyorsun konumu var ama sen bizi köle olarak kullanıyorsun” diyor. “Dolayısıyla öyle senin bize iyilik yaptığın bir şey yok” diyor. Taş taşıtıyor, o piramitleri yaptırıyor, en ağır işlerde onlarda kullanıyor, dolayısıyla “senin bize yaptığın bir ikram yok, lütuf falan da değil bu” diyor.

“Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi nedir?" O zaman, onu söyle bize diyor, Allah nedir? “Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)."” “Darwinist, materyalist bilgiyle inanıyorsanız ayrı. Ama kesin vahye dayalı bir bilgiyle inanıyorsanız bu şekilde. Allah var, her şeyi Allah yarattı; göklerdeki, yerdeki, ikisi arasında olan her şeyi” diyor. “Firavun, çevresindekilere dedi ki: "İşitiyor musunuz?"” Bu cahiliyede kullanılan klasik züppe üslubudur, sağır değil adamlar. Tabii ki işitiyorlar da, sırf çakallık olsun diye yapıyor. “(Musa:) Dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir."” “Geçmişteki atalarınızda yanlış yaptılar” diyor, hatalı olanlar varsa. “Ama her zaman, kainatın ilk kuruluş yıllarından beri, sonsuzdan beri Rab’dir Allah” diyor.

“(Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir."” Oradaki kavme, Hz. Musa (a.s)’ın kavmine, arkadaşlarına, Hz. Musa (a.s)’dan ayırmak için, Hz. Musa (a.s)’ın topluluğunu, cemaatini parçalamak için o devrin derin devleti, o devrin küfür devleti, o devrin Mehdi’sini deli ilan ediyor ki, uzaklaşsınlar. Deliye uyulmaz ya, haşa Hz. Musa (a.s)’ı da delilikle itham ederek ondan uzaklaşacaklarını, konuşmalarının mantıksız olduğunu vurgulamaya çalışıyor, avanak Firavun; “elçiniz, gerçekten bir delidir." Diyor. “Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız” diyor Hz. Musa (a.s) da. O da kapalı olarak, onların aklını kullanamayan adamlar olduğunu söylüyor. “O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir" dedi (Musa).” Aklını kullanan için böyle, yoksa “aklını kullanamayan akılsızsınız” diyor, “aksi durumda akılsızsınız.”

“(Firavun) dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım."” Deccaliyet, o devrin Mehdi’sini susturmak için mutlaka bir engel meydana getirmeye çalışıyor, bir yöntem. Delilik iftirası atıyor, olmuyor; onunla baş edemiyor. “O zaman ne yapalım?” diyor, “hapse atarız” diyor. Mehdileri hep susturmak ve durdurmak için, hapis yöntem olarak gösterilmiş. Çünkü cemaatinden ayrılırsa Mehdi cemaatin dağılacağına inanırlar. Hz. Musa (a.s) da eğer hapsedilirse cemaatinin dağılacağına inanıyorlar, yani Müslümanların dağılacağına inanıyorlar, güçsüz kılmak için böyle bir fikir geliştiriyorlar.

“Seni mutlaka hapse atacağım. (Musa) Dedi ki: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?"” “Alenen, net deliller getireceğim” diyor. Apaçık delil, yani hüccet, el hüccet. O devrin Mehdi’si, Hz. Musa (a.s) delille konuşuyor. “(Firavun) Dedi ki:” o devrin deccali dedi ki; “Eğer doğru sözlü isen, onu getir.” “Görelim delilini” diyor. “Bunun üzerine asasını bıraktı, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi.” Tahtadan, kuru tahtadan ne oluyor? Yılan oluşuyor, bir anda. İlk neyi ispat ediyor Hz. Musa (a.s)? Yaratılışı ispat ediyor. Çünkü onlar o zaman evrim teorisini savunuyorlar, materyalist ve Darwinist düşünceyi savunuyorlar, “Nil’in çamurlarından oluştu” diyor. Hz. Musa (a.s) da diyor ki; “her şeyi Allah yaratmıştır, Nil’in çamurlarından değil” diyor. “O zaman bize bir ispat göster” diyorlar. O da yaratılışı ispat etmek için elindeki tahtayı atıyor, asayı; kuru tahta, atar atmaz yılana dönüşüyor. Hemen yaratılışı ispat etmiş oluyor bunu yapmakla, yani evrimin olmadığını, Allah’ın ani yarattığını göstermiş oluyor. Yılan ne kadar kısa sürede yaratılıyor? Bir saniyede yaratılıyor. Hani evrim vardı? Yok, işte görüyorsun. Sihirbazlar da görüyor, hepsi görüyorlar; bir anda oluşuyor.

“Açıkça bir ejderha oldu. Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için 'parlayıp aydınlanmış'.” Beyaz elleri, bembeyaz; elini göğsünün içine sokuyor, çıkardığında bembeyaz elleri. Masonlar da bu Kuran ayetine ve Tevrat’a dayalı olarak, sağ ellerini göğüslerinin içine sokarlar bu şekilde ve beyaz eldiven giyerler, o ayetin anlamını vurgulayacak şekilde, Tevrat’ta da vardır aynı hüküm. Oradan kalma bir gelenek ve inanç olarak beyaz eldiven giyerler ve mason işaretidir biliyorsunuz, sağ elin kalp hizasına bu şekilde sokulması. Birbirlerini tanımada da kullanırlar masonlar, ellerini kalplerinin üzerine koyarak. “(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu" dedi, "Doğrusu bilgin bir büyücüdür."” Bu sefer de, baş edemeyince büyücüye çeviriyor, sürekli şekil değiştiriyor. Önce “deli” diyor, sonra hapisten bahsediyor, sonra “büyücü” diyor. “Ama çok bilen bir büyücü” diyor, “büyü yaptı” diyor. “Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?” Bakın, bu sefer de milliyetçi duyguları ağır bastırarak, vatan hainliği ile itham ederek suçun kapsamını ceza maddelerinin en ağırına çevirmeye çalışıyor. Çünkü önce bir delilik diyor, deliliğin hükmü hafif oluyor tabii onlar için. Büyücülük diyor, onun da hükmü hafif. Ne yapsın hapsedilebilmek için yahut öldürebilmek için, vatan hainliği gerekiyor. Ağır, devlete karşı işlenmiş bir suça çevirmeye çalışıyor, siyasi suça çevirmeye çalışıyor. O devrin kanun maddesinin siyasi suçlara bakan yönüne ağırlık vererek oradan bir netice almaya çalışıyor.

“Sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor.” “Zor kullanacak size” diyor, çete kapsamına sokmaya çalışıyor. Büyük kapsamlı bir çete kurduğunu Hz. Musa (a.s)’ın ve illegal oluşumla onları şiddet kullanarak sürüp çıkaracağını iddia ediyor. “Ne buyurursunuz?” diyor. İddianame, “ne buyuruyorsunuz” dediği bu, iddianameyi tanzim ediyor ve söylüyor; oradaki kişiler de hakim hükmündeler, savcı olarak açıklıyor. “Dediler ki: "Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder."” “İkisini gözaltına al, onu ve kardeşini gözaltına al, şehre de toplayıcılar yolla” diyor. “İnsanları bir araya toplayacak gibi büyük bir toplantı günü ayarlayalım” diyor. “Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler.” O devrin Darwinist, materyalist ne kadar alimi varsa; insanlara büyü yapan, insanları sürekli telkinle etki altına alan ne kadar takım varsa hepsini getiriyorlar.

“Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde bir araya getirildi.” Bir bayram günü bir araya getiriliyorlar, sabah erken. Bakın, “Bilinen bir günün belli vaktinde bir araya getirildi.” Hepsi, topluca. “Ve insanlara da: "Siz de toplanıyor musunuz?" dendi.” Oradaki insanları da topluyorlar, halkı. Oradaki sahtekar bilim adamlarını toplamışlar, halkı da bir araya topluyorlar. Kamuoyunu kullanarak, basın ve yayın yoluyla bu sefer o devrin Mehdi’sini çökertmeye çalışıyorlar. Kamuoyu tazyiği meydana getirerek, bir de kamuoyunu bilinçlendirmeye çalışıyorlar olumsuz yönde, kendi kafalarına göre. “Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız.” Bakın, “İnsanlara da: "Siz de toplanıyor musunuz?" dendi” diyor ayette. “Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız.” Ama yine bir tereddüde düşmüş halk, “galip gelirlerse büyücülere uyacağız” diyorlar. “Senin dediğini kabul edeceğiz” diyorlar firavuna, “senden yana olacağız” diyorlar.

“Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a: "Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten, değil mi?" dediler.” Çünkü materyalist kafada oldukları için paradan başka bir şey düşünmüyorlar. Allah rızası yok adamlarda. Adam çıkar peşinde, tek anladığı şey para; kapitalist zihniyet olduğu için, o devirde de var. Bakın, diyorlar ki; “Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten, değil mi?" dediler.” “Biz bu işi yaparız, halkı da kandırırız. Olumsuz, Darwinist-materyalist bilgi aktarırız ama bizim de paramızı ayarlarsın değil mi? Para verirsin” diyorlar. Çıkarcılar yani. “"Evet" dedi. "Üstelik şüphesiz siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız."” “Size sosyal destek de sağlayacağım” diyor. Para da vereceğim, sosyal destek de sağlayacağım” diyor. “Musa onlara dedi ki: "Atacağınızı atın."” “Uyduracağınız şeyleri, uydurmalarınızı atın bakayım, ne diyorsunuz göreyim” diyor. “Onlar da, iplerini ve asalarını attılar ve: "Firavun'un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz" dediler.” O devirde yemin deccalin üzerine oluyor, deccaliyetin üstüne oluyor. Allah adına yemin yok; Allah’ın, Kitab’ın üzerine yemin yok. Allah’ın kitabından kaynaklanan bir bilgi üzerine yemin yok. Halbuki yemin Allah adına olur, değil mi? Deccal adına yapılıyor yemin o devirde, o devrin deccali adına. “Firavun'un üstünlüğü adına,” bir de üstünlük, gözlerde büyütülmüş o devrin deccali; yüce görülüyor, haşa Allah gibi görüyorlar.

“Firavun’un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz" dediler.” Halka propaganda yapıyorlar; üstünüz, güçlüyüz, şu, bu falan gibisinden. “Böylelikle Musa da asasını attı.” Yani o uydurduklarının üzerine. “Bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuyor.” O devrin Darwinist-materyalist sistemi yerle bir oluyor, o ilk atışla. “Anında büyücüler secdeye kapandılar.” Hemen iman ediyorlar. İlk faaliyette, demek ki Darwinizmin, materyalizmin yıkılması çok önemli. Kuran buna işaret ediyor. İlk önce yaratılışın ispat edilmesi, yaratılışın anlatılması gerekiyor. Hz. Musa (a.s) da öyle yapıyor. “ (Ve:) "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.” Demek ki deccaliyet kalktı mı İslamiyet devreye giriyor; boşluk kabul etmiyor sistem, Allah öyle yaratmış. Önce put sistem kalkacak, put sistemin yerini hemen hak olan sistem dolduruyor.

Bakın, ne diyorlar; “(Ve:) "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler. "Musa’nın Harun’un Rabbine." Çünkü Peygamberlerin tarif ettiği Allah önemlidir. Küfrün tarif ettiği değil. Mesela masonik Allah inancı vardır, onlar bir total güç olarak görürler Allah’ı, ‘kainatın ulu mimarı’ derler. Ne olduğu belli olmayan bir varlık olarak belirtirler, haşa. Bir total güç. Kainatın toplam gücü. Elektrik gücün, genel gücün, tamamının Allah olduğuna inanırlar. Halbuki Allah sonsuz kudret sahibidir, sonsuzluğu yaratmıştır, sonsuz mekanı yaratmıştır; Kendisi sonsuz öncedir, sonsuz sonradır ve doğmamıştır, doğurulmamıştır, kaderi yaratmıştır, Meleklere sahiptir, Peygamberleri yaratmıştır. Amentü’de belirtilen bütün hususları yaratmıştır Allah, “Musa’nın ve Harun’un Rabbi” denilen O’dur; Cenab-ı Allah, inşaAllah. Peygamberimiz (s.a.v)’in Kuran’da tarif ettiği Allah, Hz. İbrahim (a.s)’ın tarif ettiği Allah; gerçek olan Allah O’dur, inşaAllah.

“(Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız?"” Deccaliyet resmi ideolojiyi dayatmış, benim dediğime inanacaksınız” diyor. Başka inanç olabilir mi? Yok. Resmi ideolojinin dışında bir şey kabul etmiyor deccaliyet. “Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür.” Bakın, halkı daha hala onun aleyhinde kışkırtmaya çalışıyorlar ki kamuoyu elde etmeye çalışıyorlar. O devrin Mehdi’sini halkın gözünde küçük düşürmeye çalışıyorlar. Yobaz takımı var, it kopuk takımı var, herkes var o devirde. “Öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim.” O devrin iddia edilen Ergenekon terör örgütü gibi bir yapı, illegal bir devlet yapısı var. Bakın, diyor ki; “Öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım."” Hep asmayla korkutur yobaz takımı, iddia edilen Ergenekon terör örgütü de asmayla korkutuyor halkı. O devre ait eski yazışmalara bakın bunları görürsünüz, yani tehdit unsuru hep asmadır. Türkiye tarihine bakarsanız, iddia edilen Ergenekon terör örgütünün yaptığı faaliyetlerde asma teması, idam teması hep hakimdir üsluplarında, konuşmalarında.

“"Hiç zararı yok" dediler. "Çünkü biz gerçekten Rabbimiz'e dönücüleriz."” Gerçekten iman ettiği için, imanı sağlam; “ne yaparsan yap” diyorlar deccala. “Biz gerçekten Rabbimiz'e dönücüleriz.” Yani “ölsek de şehit oluruz zaten” diyorlar. “Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimiz'in bizim hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.” “Günahlarımızı da Allah inşaAllah bağışlar” diyor. “Çünkü ilk iman edenleriz” diyor, inşaAllah. “Musa'ya: "Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz" diye vahyettik.” Müslüman izlenir, Müslüman izlenir; her zaman küfür tarafından, deccaliyet tarafından izlenir. Gözetlemededir insanlar; suç ararlar, yakalamak isterler, oyun yapmak isterler, hapsetmek isterler, dolayısıyla izlerler. Onun için Müslümanlar dikkat çekmemek için çoğu zaman hep geceyi kullanmışlardır. Cenab-ı Allah onun için geceyi emrediyor.

“Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.” O devrin polisini, askerini ayaklandırıyor. Deccal rejimi o devirdeki kolluk kuvvetlerini kullandırıp; halkı tutuklamaları, geniş çaplı operasyon yapmaları ve katliam yapmaları için görevlendiriyor. Ne diyor iddia edilen Ergenekon terör örgütü; “bir gecede 3 milyon kişiyi katledeceğiz” diyorlar. O devrin firavunları ile bu devrin firavunları aynı, üslup olarak. İddia edilen Ergenekon terör örgütünün zalimliğinin aynısını orada da görüyoruz. “Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur.” “Küçüktürler bunlar” diyor, Müslümanların topluluğu için. “Biz bunları rahatça ezeriz, sayısı az” diyor, Mehdi topluluğu için. Ahir zamanda da Mehdi topluluğu küçüktür, az sayıdalar.

“Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.” “Deccaliyete karşı büyük bir öfke besliyor bunlar” diyor. O devrin kolluk kuvvetlerini tahrik etmek; devletin ezici, saldırgan gücünü tahrik etmek için devletin alnını kaşıyor firavun. Ne diyor? “Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.” Bakın, kaç türlü; hem vatan haini gibi gösteriyor, hem “devleti ortadan kaldıracak” diyor, hem “sistemimizi ortadan kaldıracak” diyor, “ayrıca bize de öfke besliyor” diyor. “Biz ise uyanık bir grubuz" (dedi).” “Aydınlığız biz, kafamız aydın, bayağı zekiyiz, çok akıllıyız, çok kültürlüyüz” diyor. Halbuki öküz gibi adamlar, sığır gibi adamlar, tabii. “Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık.” Saldırıya geçmek için pınarlardan, bahçelerden ayrılıyorlar. Normalde önce keyif zevk ediyorlar ama askeri bir operasyon yapacakları için askeri operasyon sistemine geçiyorlar. Yani alarm halindeler, savaş konumuna geçmişler.

“Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da.” Hazinelerini de bırakıyorlar o anda, makamını da bırakıyor, çünkü saldıracakları için Müslümanlara. “İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık.” Biliyorsunuz, denizde Allah hepsini helak etti. Hz. Musa (a.s) orada kan akıtmadı; Allah kan akıttı, Allah kanlarını döktü. O devrin Mehdi’si adına Allah orada kanlarını göktü, melekleri ile kan döktü Allah. Binlerce melek orada onların kanını döktü. Allah Hz. Musa (a.s)’ı kurtardı ve bütün malına, mülküne Müslümanlar sahip oldu deccaliyetin, olay bu inşaAllah

Londra Otobüslerinde Harun Yahya İlanları

İngiltere’nin başkenti Londra’nın sembolü olan çift katlı kırmızı otobüslerde şu an “Modern Bilim Gösteriyor ki, Allah Var” yazan ilanlar şehri turluyor. Sayın Adnan Oktar'ın (Harun Yahya) İngiltere'deki sevenleri tarafından başlatılan geniş çaplı ilan kampanyasında, tüm dünyada büyük yankı uyandıran “Yaratılış Atlası” isimli eserin tanıtımı yapılıyor. Sayın Adnan Oktar'ın resminin de yer aldığı ilanda, Yaratılış Atlası'nın tüm ciltlerinin, www.yaratilisatlasi.com isimli internet sitesinden ücretsiz olarak indirilebileceği belirtiliyor.

Önceki senelerde Richard Dawkins desteğindeki bir grup ateistin görüşlerini yaymak için kullandığı otobüs ilanlarının yerinde, şimdi Harun Yahya'nın Darwinistleri hezimete uğratan Yaratılış Atlası yer alıyor. Londra'nın en merkezi sokaklarında, meydanlarında dolaşan bu otobüsler adeta, Charles Darwin'in safsatalarının ilk başladığı yerde tarihin çöplüğüne gömülüşünü duyuruyorlar.Global Yayıncılığın tanıtım kampanyası kapsamında, 2007 yılında Avrupa’daki birçok ünlü politikacı, bürokrat, akademisyen, sanatçı, bilim adamı ve önde gelen kişiye gönderilen ve Avrupa Konseyi'nin başlıca konusu olanYaratılış Atlası, şimdi otobüs ilanlarıyla Londra sokaklarında.


2009 yılından bu yana Sayın Adnan Oktar tarafından kamuoyu önünde, bilimsel deliller ışığında tartışmaya davet edilen İngiliz ateist, evrimci Richard Dawkins“yemin ettim, tartışmam” cevabı ile durumu geçiştirmeye çalışmıştı. Bunun üzerine İngiltere’nin en köklü ve en etkili gazetesi The Times'da, Sayın Adnan Oktar’ın İngiliz evrimci Richard Dawkins’i tartışmaya daveti bir ilan olarak yayınlandı. Bir milyonun üzerinde okuyucusu olan gazetenin 13 Ekim 2009 tarihli baskısında yer alan söz konusu davete, çeşitli televizyon yapımcılarının da ısrarına rağmen, Dawkins'in cevabı "sessizlik" olmuştu. Şimdilerde bu sessizlik, Harun Yahya eserlerinin Londra otobüslerinde tanıtılmasıyla birlikte, adeta Darwinistlerin matemine dönüşmüş durumda.