Almanya'da Tarihi Karar: Türkler Vizeden Muaf

Ne Demişti

MPL TV Satranç Tahtası Programı, 19 Aralık 2008

Adnan Oktar: Bütün bu bölgenin ağabeysiyiz biz, dostuyuz. Hepsi bizim komşumuz, binlerce sene, yüzlerce sene iç içe yaşamışız biz, tamamen suni bir ayrılık var. SINIRLAR AÇILSIN, VİZELER KALKSIN, GÜRÜL GÜRÜL TİCARET YAPALIM, BAĞRIMIZA BASALIM ONLARI, BİR SEVİNÇ OLSUN, BAYRAM OLSUN, BEREKET, BOLLUK BÖYLE HER YERİ BİR SARSIN. Dünya da görsün bu kalleşliğin, egoistliğin, bencilliğin çirkinliğini görsünler, bize özensinler.

Ne Oldu

Zaman, 27 Ocak 2011

Münih İdari Mahkemesi “Türkler özellikle turistik seyahat amacıyla, vizesiz Almanya’ya giriş yapabilir, oturum almadan 3 ay Almanya’da kalabilir” kararını verdi. Münih İdari Mahkemesinin bu kararı, bir ilk olması nedeniyle emsal karar niteliğinde. Mahkemenin kararı şöyle: “Bir Türk vatandaşı hizmet alma amacıyla özellikle de turistik seyahat amacıyla oturma iznine gerek duymadan ve özellikle de vize almadan Almanya’ya giriş yapabilir ve üç ay kalabilir.”


İnsan kendini olumsuz düşüncelere teslim edip bırakmamalıdır...

Günün Güzel Konusu: İnsan kendini olumsuz düşüncelere teslim edip bırakmamalıdır...
Bazen insan, herhangi bir konuda hiç çaba harcamasa da, yine de kendiliğinden ortaya iyi bir şeyler çıkacağına inanır. Oysa ki bu tümüyle yanlış bir inançtır. Hiçbir güzellik çaba harcamadan kendi kendine ortaya çıkmaz. Bu, Allah'ın insanlar için yarattığı imtihanın bir kuralıdır.

İnsan nefsinde, iyi ve kötü olan herşey biraradadır. Bu da, Allah'ın insanlar için yarattığı imtihanın bir başka özelliğidir. İnsan, hayatının son saniyesine kadar nefsindeki kötülüklere karşı mücadele etmek durumundadır. Nefsini kendi haline bıraktığı takdirde, bu iyilikler hiçbir zaman için kendi kendine kötülükleri yenerek baskın çıkamaz. İnsan bunun için sürekli olarak çaba harcamalıdır. Aklını, iradesini, vicdanını sürekli olarak daha iyi olabilmek için kullanmalıdır.

İnsanın bu mücadelesinde irade kullanarak elde etmesi gereken özelliklerden biri de ‘olumlu düşünmek’tir. İyi ve kötünün birarada olduğu ‘nefsin, insanları olumsuz düşünmeye teşvik etme özelliği’ de vardır. Ve elbetteki bunu, çeşitli kılıflarla örterek, doğru ve mantıklı göstererek, hatta akılcılığın bir gereği olduğunu düşündürterek yapmaya çalışır. Olumlu düşünmenin bir anlamda ‘kendini kandırmak’ olacağını, ‘olumsuzlukları düşünmenin ise, insanı her zaman için daha iyi ve tedbirli hale getireceğini’, ‘daha akılcı adımlar atmasını sağlayacağını’, ‘böyle bir insanın tehlikeleri, riskleri çok daha iyi göreceğini’telkin eder. İnsanları, olumsuz düşünmenin ‘gerçekçilik’, olumlu düşünmenin ise ‘insanın kendini kandırması’ olduğuna inandırtmaya gayret eder.

İnsanın böyle bir durumda Kuran ahlakından yana tavır alması gerektiği çok açıktır. Allah Kuran'da Müslümanlara ‘tevekkül etmeyi, her olayı hayra yormayı, Allah'ın kaderde herşeyi hayırla yarattığını düşünmeyi, her ne olursa olsun her konuda Allah'tan ümitvar olmayı’ bildirmiştir. O halde mümin, Kuran'ı ölçü aldığı için, şeytan ya da nefsi aksini her ne kadar makul görünen delillerle süslese de, olumlu düşünmekten yana tavır koyacaktır.

Ayrıca insan gerekirse ‘olumlu düşünmek’ ile ‘olumsuz düşünmenin’ insanlara kazandırdıklarını ve kaybettirdiklerini basit ve hızlı bir mantık kıyaslamasıyla da çok açık bir şekilde kavrayabilir.

Olumsuz düşünmek, kişiyi en başta Allah'ın rızasına uygun düşünmekten ve Allah'ın razı olacağı ahlakı yaşamaktan uzaklaştırır. Allah'ı ve Allah'ın sonsuz güzel sıfatlarını unutmasına neden olur (Allah'ı tenzih ederiz). Allah'ın aklını, şefkatini, merhametini, sevgisini, adaletini, kullarına olan yakınlığını, dualara karşılık veren olduğunu, samimi olan kullarını affedeceğini, ahirette herşeyin karşılığını en güzeli ve en fazlasıyla vereceğini unutturur. Dünyada olup biten olayların Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği (Allah'ı tenzih ederiz) inancına kapılmasını yol açar. Tüm bunların sonucunda da kişinin cahiliye insanlarının mantığıyla düşünmesini sağlar. Bu da insanı daimi bir üzüntü içerisine sokar. Her olaya karamsar bir bakış açısıyla bakan; karanlık, kasvetli, içine kapalı, mutsuz bir insan modeli ortaya çıkar. Böyle bir kişi, aklındaki bozuk mantık örgülerinden dolayı çevresindeki insanlara ve yaşadığı olaylara karşı yapıcı bir tavır sergileyemez. Etrafındaki insanlara karşı hep olabilecek en olumsuz ihtimallerle yaklaştığı için alabildiğine şüpheci, önyargılı, mesafeli ve küskün bir tavır içindedir. Negatif düşünen, negatif konuşan, negatif adımlar atan bir insan olarak çevresindeki insanların sevgisini, saygısını, güvenini kaybeder. Yanında rahat edilemeyen ve dostluğu tercih edilmeyen bir insan haline gelir. Kimseyi gerçek anlamda gönül rahatlığıyla sevemez, kimseye şüphe duymadan güvenemez. Hayatı sürekli tedirginlik, mutsuzluk, üzüntü ve karamsarlık içinde geçer. Tüm bunların sonucunda da, manevi açıdan olduğu gibi fiziksel olarak da pek çok yönden güçsüz düşer.

Bunun yanında, olumlu düşünen bir insan ise, bu özelliğiyle herşeyden önce Allah'ın razı olacağı ahlakı göstermiş olur. Çünkü olumlu düşünmek, Allah'ın beğendiği ahlakın, samimi imanın, Allah'a duyulan güven ve teslimiyetin bir gereğidir. Bu ahlakı yaşayan kişinin vicdanı rahattır, çünkü Kuran'a uygun bir tavır içerisindedir. Yaşadığı olayları, etrafındaki insanları Allah'ın istediği ve beğendiği şekilde yorumlamaktadır. Her olayı hayra yoran, herşeyin güzel yönlerini gören bir yaklaşımı vardır. Yaşadığı olaylardaki olumsuzlukları bulup, bunlara üzülüp, sıkılıp karamsarlığa kapılmak yerine; %1’lik bile bir güzellik varsa, bu nimet için Allah'a şükreden ve bunun sevincini yaşayan bir ahlak içerisindedir. Allah'ın her insan için olduğu gibi, kendisi için de sayısız nimet yarattığının farkındadır. Olumsuz gibi görünen tüm olayların Allah'ın birer imtihanı olduğunu ve ‘Allah'tan yana tavır gösterildiğinde’ bunların her birinin, dünyada ve ahirette kişiyi nimete kavuşturacak vesileler olduğunu bilir. En zor, en kormaşık, en sıkıntılı olaylarda bile olumsuz düşünmez çünkü ‘Allah'ın, samimi kullarına kesin olarak yardım edeceğini’ unutmaz. Gücünün yetmediği bir şeyde paniğe kapılmaz, çünkü Allah'ın sonsuz güç sahibi olduğunun şuurundadır. Olayların kendi kendine olmadığını; Allah'ın herşeyi hayır ve hikmetlerle yarattığını bildiği için her yaşadığında bir güzellik görür. Tüm bu gerçekleri bilmesi, ona dünyada daimi bir huzur ve mutluluk kazandırır. Her ne olursa olsun, Allah'tan ümitvar olmanın, Allah'a çok güvenmenin, Allah'ın yardımını ummanın rahatlığı içerisindedir. Her konuda son derece pozitif ve yapıcı bir yaklaşımı vardır. Olaylarda ya da insanlardaki olumsuzlukların, eksikliklerin, kusurların elbetteki farkındadır. Ama bunun çözümünün, herşeye karamsar bir bakış açısıyla bakıp, üzülüp, sıkılıp, ters tavır almak olmadığını bilir. Bu eksiklikleri gidermek için atacağı her adımı Allah'a güvenerek, olumlu düşünerek, ümitvar olarak, güzellikleri görüp bunları esas alarak yapar. Dolayısıyla çevrelerinde en sevilen, akıllarına en çok güven duyulan, sözlerine en çok itimad edilen, fikirlerine en çok danışılan, dostlukları en çok tercih edilen insanlar, işte olumlu düşünen, bu ahlaka sahip kimselerdir.

Ayrıca ‘olumlu düşünmek’, ‘kendini kandırmak’ ya da ‘gerçekçi düşünmemek’ değildir. Aksinepek çok insanın göremediği asıl gerçeği görmek; ‘Allah'ın sonsuz gücünü gereği gibi takdir edebilmek, Allah'ın dilediği herşeyi yapabileceğini bilmek’ demektir. Asıl gerçekçilik budur. Asıl doğruluk, dürüstlük budur. Asıl aksi, insanın kendini kandırmasıdır. Çünkü aksini düşünen insan, herşeyi kendisinin ya da karşısındaki insanların yapacağını zannetmektedir. Kendi gücünün ve insanların gücünün ne kadar sınırlı olduğunu; varlıkların ne kadar acz içerisinde olduğunu gördükçe de, kendince olumsuz düşüncelere kapılmaktadır. Oysa ki kendi gücü zaten hiçbir şeye yetmez. İnsana olumlu düşünebilme, ümitvar olabilme, her olayın sonucundan bir güzellik umma gücünü veren ‘Allah'ın gücüne olan inancı’ ve‘Allah'ın gücünü gereği gibi kavrayabilmiş olması’dır.

Tüm bu gerçekleri dikkatle gözden geçiren bir insan, ‘Allah'ın rızasının, olumlu düşünmekte olduğunu’ görmelidir. Bununla birlikte, olumsuz düşünmenin insana hiçbir faydası olmadığını; aksine kişinin hayatını çok kötü ve kavruk hale getirdiğini, çok zorlaştırdığını ve manen çok kalitesizleştirdiğini kavramalıdır. İnsanı bir üzüntüden bir başkasına sürükleyen, her yerde, her olayda kişiye mutsuzluğun kapısını açan, ne kendisine ne de başkalarına hiçbir faydası olmayan şeytani bir bakış açısı olduğunu anlamalıdır. Kuran ahlakı insanın, Allah'ın insanlar üzerindeki büyük lütfunu görmesine, etrafındaki güzelliklerin sevincini ve mutluluğunu yaşamasına, tüm bunlar için Allah'a gönülden şükretmesine ve en zor şartlarda bile Allah'tan güzellik ummasına vesile olur. İşte asıl gerçekçilik budur.

Bunun yanı sıra olumsuz düşünmenin ‘tedbircilik’ olduğunu sanan bir insan, bu konuda da tamamıyla yanılmaktadır.Öylesine karamsar, çökmüş, içine kapanmış, mutsuz, ümitsiz bir insanın gerçek anlamda tedbir alabilmesi zaten pek mümkün değildir. Doğru düşünebilme, olayları olduğu gibi görüp isabetli değerlendirebilme ve tedbir alabilme yeteneğini, yaşadığı ruh haliyle birlikte zaten kaybetmiş durumdadır. İnsan tedbir alabilmeyi, ancak olumlu düşünmenin getireceği huzurlu, akılcı, pozitif ve dengeli bir ruh hali içerisindeyken gerçekleştirebilir. İnsanları, olayları ve tehlikeleri doğru analiz edebilmesi, ancak böyle makul bir bakış açısı içerisindeyken mümkün olabilir.

Allah'ın Kuran'da insanlara bildirdiği bir sır vardır.İnsan, olumsuzluklardansa, çevresindeki güzellikleri, nimetleri, olumlu gelişmeleri görebildiği ve bu bakış açısıyla düşünebildiği tekdirde ‘Allah bu kişiye olan nimetini daha da fazla artırmaktadır’. Aksi olduğunda, yani insan sürekli içerisinde bulunduğu şartlardan, yaşadığı olaylardan, çevresindeki insanlardan şikayetçi olduğu, yalnızca eksiklikleri, kusurları görebildiği, güzelliklerin ise gereği gibi farkına varamadığında ise, bu kişi kendi oluşturduğu mutsuzluğun getirdiği kötü bir hayat yaşamaktadır.

İşte her insanın, Allah'ın bildirdiği bu sırrı iyi düşünmesi gerekir. En zor şartlar altındaki insanın bile hayatında, sevineceği, mutlu olacağı, şükredeceği çok fazla nimet ve güzellik vardır. Eğer az bir nimete dahi şükretmesini, az bir olumlulukta bile ümidi görebilmesini başarırsa, Allah ona Katından, dünyada ve ahirette çok daha fazlasını verecektir. Allah Kuran'da insanlar üzerindeki nimetinin eşsizliğini ve nimete şükretmenin sırrını şöyle bildirmiştir:

"Rabbiniz şöyle buyurmuştu:“Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)

Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz.Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız.Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

İnsan hayatı boyunca, en sıkıntılı anlarında bile bu gerçekleri asla unutmamalıdır. Hayatının sonuna kadar olumlu düşünmekten yana kesin bir karar almalı ve her ne yaşarsa yaşasın, bu kararından asla geri dönmemelidir.

Ancak şu da asla unutulmamalıdır ki insan, güzel ahlakı, olumlu düşünmeyi, Allah'tan ümitvar olmayı, nimete kavuşabilmek için değil, Allah'ın rızasını kazanabilmek için yaşamalıdır. Allah Katında asıl makbul olacak olan budur. Çünkü Allah'ın rızası, dünyadaki ve ahiretteki tüm nimetlerin üzerindedir.Allah razı olduğunda Allah zaten nimetini lütfedecektir. Fakat bu güzellik ancak, -Allah’ın izniyle- Allah'ın rızasının hiçbir nimet ile kıyaslanmayacak kadar büyük bir lütuf olduğunu kavrayan insanlara nasip olacaktır.

Haber 7 Yayın Koordinatörü Yaşar İliksiz'e Cevap

Haber 7 Yayın Koordinatörü Yaşar İliksiz'e Cevap
2006 yılı nisan ayında Yeni Zellanda Canterbury’de 62 milyon yıllık penguen fosilleri bulundu. Bunlar şu ana kadar bulunan en eski penguen fosilleridir. Günümüzde yaşayan sarı gözlü kral penguenlerinden hiçbir farkları olmayan bu penguen fosillerinin boyutları da kral penguenleriyle aynı. Paleantologlar bu fosillerin günümüzdeki penguenlerden bir farkı olmadığını ve oldukça özelleşmiş yapılarıyla penguenlerin tüm özelliklerini taşıdıklarını belirtiyorlar.

Bu haber başta National Geographic olmak üzere pek çok yerde yayınlandı. Oysa, haber7.com internet sitesinin Yayın Koordinatörü olan Yaşar İliksiz’in The Guardian gazetesinden alıntı olarak yayınlattığı habere göre 36 milyon yıl önce soyu tükenen tam ve kusursuz bir canlı olan bir penguen türünü penguenlerin ara geçiş formu gibi tanıtılmıştır. 62 milyon yıl önce yaşamış olan tam ve mükemmel bir canlı olan penguenlere ait fosiller ise bu iddiayı tam olarak yalanlamaktadır. Bu fosillere göre penguenler 62 milyon yıldır hiçbir değişime uğramadan, bugünkü halleri ile ilk yaratıldıkları andan itibaren aynı mükemmelikte yaşamaktadırlar. Hiçbir canlı için ara geçiş canlısından bahsedilemediği gibi penguenler için de var olmuş olan bir ara geçiş formu tarihte hiç olmamıştır. Tüm canlılar ilk yaratıldıkları andan itibaren bugüne kadar aynı mükemmel özelliklerini korumuşlardır.




Müslümanların En Önemli Hazırlığı, Allah'ın Rızasını Kazanmak İçin Ahirette Hazırlanmaktır

Müslümanların En Önemli Hazırlığı, Allah'ın Rızasını Kazanmak İçin Ahirette Hazırlanmaktır
İnsanların birçoğu hayatları boyunca hep birşeylere hazırlık yaparlar. Daha ilkokul çağlarındayken kolejde okumak için büyük bir hırsla sınavlara hazırlanırken, bu çaba orta öğrenimin sonunda da iyi bir üniversitede öğrenim görmek için devam eder. Üniversitenin sonunda ise okulu bitirme heyecanı yerini, "Acaba iyi bir iş bulabilecek miyim?" telaşına bırakır. Daha sonraki yıllarda insanın bu uğraşısı, hep daha iyi bir iş, yükselme arzusu, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba, daha çok mal-mülk sahibi olma silsilesi şeklinde devam eder. Hangi meslek grubundan, hangi toplumdan olursa olsunlar, insanlar sürekli birşeyler yetiştirme telaşı içindedirler. Detaylara bakıldığında bir annenin, bir iş adamının veya bir öğretmenin uğrunda çaba harcadığı konular ne kadar birbirinden farklı olursa olsun, aslında hepsi ölene kadar sürekli bir hazırlık içindedirler. İnsanlar yaşlanıp da artık ölüme yaklaştıklarında bile bu hazırlıkları devam eder. Hala emeklilik günlerini daha iyi bir sahil kenarında nasıl geçireceklerinin, torunlarının mezuniyetlerinde ne giyeceklerinin veya evlerine hangi perdeyi asacaklarının hazırlığı içinde olurlar. Bu insanların birçoğu ölüm anı gelip de Allah canlarını aldığında, arkalarında hala tamamlayamadıkları, yarım kalan işler bırakmışlardır.

Oysa bu insanların bir kısmı, hayatları boyunca yapmaları gereken en önemli hazırlığı, sonsuz ahiret hayatları için yapmaları gereken hazırlığı yapmamışlardır. Dünya ile ilgili birçok ayrıntı ve olay, onlara Allah'ı ve ahireti unutturmuş, ileride dönüp geriye baktıklarında çok pişman olacakları aldatmacalarla oyalamıştır.

Vicdan ve şuur sahibi bir insanın Allah'ın verdiği çok kısa ve geçici dünya hayatında yapması gereken en önemli hazırlık, Allah'ın rızasını kazanmak için çaba harcayarak kendisini sonsuz ahiret hayatına hazırlamasıdır. Elbette burada anlatılan mantığın yanlış anlaşılmaması da önemlidir. Zira bir insan derslerine çalışabilir, sınavlara hazırlık yapabilir veya iyi bir iş arayışı içinde olup, ev sahibi olabilir. Ancak önemli olan bunları hayatının amacı haline getirip, asıl düşünmesi gereken konuları unutmamasıdır. Tüm bunları yaparken, yaratılışının gerçek amacının Allah'a iyi bir kul olmak olduğunu bilerek yaşamalıdır.

Mümin, hayatı boyunca, Allah'ın vadettiği ve kesin olarak gerçekleşecek olan sonsuz ahiret hayatına hazırlık yapar. Dünyanın çok kısa kalınacak, geçici, birçok eksikliklerle dolu, Allah'ın birçok hikmetle yarattığı bir imtihan yeri olduğunun farkındadır. Çok kısa kalacağı bu imtihan ortamından sonra, Allah'ın canını alacağını, bunun her an olabileceğini ve ardından da sonsuz ahiret hayatının başlayacağını bilir. Sürekli olarak ahiret hayatını güzelleştirecek yollar arar. Allah'a olan imanını, yakınlığını, takvasını hep daha da artırmaya çalışır. Allah'a karşı sürekli samimi olma çabası içindedir. Her işinde Allah'ı düşünüp anar. Allah'a sürekli içten bir kalp ile yönelir. Başına ne olay gelirse gelsin en güzel şekilde sabreder. Güzel ahlaklı olma ve bu ahlakı çevresindekilere de yayma konusunda büyük bir istek ve gayret içerisinde olur. Kendisini beğenerek ve durumundan memnun olarak değil, aksine hep kendisini geliştirme çabası içinde yaşar. Allah'ın çok seveceği ve kendisinden razı olacağı bir insan olma çabası, müminin hayatının sonuna kadar sürekli artarak devam eder. Dünya hayatına razı olup, dünyayı isteyenler nasıl bu konuda ciddi ve hırslı bir çaba içinde oluyorlarsa, müminin ciddi çabası da sonsuz ahiret hayatında Allah'ın razı olduğu ve sevdiği bir kul olma yolundadır. Mümin "Dünyayı daha rahat nasıl yaşarım, dünyadaki amaçlarıma nasıl ulaşırım" yarışı içinde değil, hep Allah'ın rızasını aramada, hayır ve güzelliklerde, daha takva olmada, salih amellerde bulunma konusunda bir yarış içindedir.

Allah bir ayetinde, müminin ahiret için gösterdiği ciddi çabayı bizlere şöyle bildirmektedir:

Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)

Müminin en önemli özelliklerinden biri 'affedebilmesi'dir..

Günün Güzel Konusu: Müminin en önemli özelliklerinden biri 'affedebilmesi'dir...
Müminin en önemli özelliklerinden biri 'affedebilmesi'dir... 'Affedemeyen' kimseler ise, kalplerindeki öfkenin karanlığına sıkışıp kalan insanlardır...

Allah dünya hayatında insanlar için, çok büyük haz duyacakları çok güzel nimetler yaratmıştır. Ancak insanların büyük çoğunluğu kötü huyları ve gösterdikleri kötü tavırlar nedeniyle bu nimetlerden uzak kalırlar. İşte insanlardaki, bu tahrip edici kötü huylardan biri de ‘affedememek’tir. Birçok insan sırf affedebilme olgunluğunu gösteremediği için kendi elleriyle kendini dünya hayatının pek çok güzelliğinden ve nimetinden mahrum bırakır.

İnsanların birbirlerini affedebilmelerine engel olan duygular arasında en etkili olanı kuşkusuz ki ‘kin ve öfke’dir. Özellikle de eğer kişinin bu öfkesinde kendince bir haklılık payı varsa, bu durumda o kimsenin öfkesini yenip karşısındaki kişiyi bağışlayabilmesi çok daha zorlaşır. Bu haklılık ise çoğu zaman, karşı tarafın gerçekten büyük bir hata yapmış olmasından kaynaklanır. “Bana böyle bir şeyi nasıl yapar?”, “Nasıl bu kadar düşüncesiz, bencil, akılsız olabilir?” gibi, karşı tarafın gerçekten bozuk tavırlarına dayanan haklı çıkarımlar, bu kimselerin öfkelerine daha da saplanıp kalmalarına neden olur.

Oysa ki burada gözardı edilen çok önemli bir konu vardır: Elbetteki insan, kusurlu bir varlıktır. Hayatının sonuna kadar hiç hata yapmadan yaşaması mümkün değildir. Allah, pek çok hikmet doğrultusunda insanı hata yapacak şekilde yaratmıştır. Bu nedenle bir insanın, karşısındaki kişiden, bir ömür boyu hiç hata yapmadan irade göstermesini beklemesi çok yanlış bir yaklaşımdır. Dünyanın en mükemmel, en güzel ahlaklı insanı dahi, temelde bir ‘insan’dır. Ve Allah'ın yaratışı gereği mutlaka unutacak, yanılacak, hataya düşecektir.

Ancak bir insan eğer gerçekten iyi niyetli, samimi ve dürüst ise, bu hatasını düzeltip telafi etmek için elinden gelen her şeyi yapar. Dolayısıyla bir insanı değerlendirirken ölçü bu kişinin hiç hata yapmamasını beklemek ve hata yaptığında onu bir anda hayattan silip atmak değildir. Aksine hata yapabileceğini unutmamak, fakat hata yaptığında da, bunu ne kadar samimiyetle telafi etmeye çalıştığına bakmaktır. Eğer bu konumdaki kişi, işlediği kusuru örtebilmek, bu hatasıyla oluşturduğu tahribatı temizlemek ve karşı tarafa yönelik çok daha iyi şartlar oluşturabilmek için var gücüyle çabalayıp, elinden gelen herşeyi yapıyorsa, bu durumda onu da hiç vakit kaybetmeden hemen affetmek de, güzel ahlakın gereğidir.

Toplumda, içlerinden bir türlü atamadıkları kin ve öfke duyguları yüzünden birbirlerini affedemeyen, sırf bu yüzden en sevdikleri, en yakın olmak istedikleri insanlardan dahi ayrı kalan pek çok insan vardır. Ve sırf affedemedikleri için sevmekten, sevilmekten, birbirleriyle kuracakları güven dolu dostluklardan, yakınlıktan, sırdaşlıktan, sadakatten, vefadan, saygıdan tamamen mahrum kalmış bir hayat yaşamaktadırlar.

Nefis, ‘gurur’ adı altında insanları, birbirlerini affetmekten, alttan almaktan, hoşgörülü ve toleranslı davranmaktan, birbirlerine güvenle yaklaşmaktan, hüsn-ü zan etmekten, güzel gözle bakmaktan, sevgiyle ,merhametle yaklaşmaktan alıkoymaktadır. İnsanlara gururu –sözde- kutsal (Allah'ı tenzih ederiz) ve saygı duyulacak bir vasıf gibi göstererek, onları gururlarından asla taviz vermemeye teşvik etmektedir. Affeden insanın küçüleceğine, akılsız konumuna düşeceğine, yenilgiye uğrayacağına inandırmaktadır. İnsanlar da nefislerinin bu seslerine kulak vererek, gururlarının da desteğiyle içlerindeki kin ve öfke duygularını daha da güçlü ve katı hale getirmektedirler.

Oysa affetmek, kin gütmekten çok daha kolay, çok daha rahatlatıcı, çok daha bereketli ve güzel bir duygudur. İnsan %’de 100 haklı olduğu bir durumda dahi affetme olgunluğunu gösterebildinde, içinde çok derin bir ferahlık, neşe, sevinç ve mutmainlik yaşar. Ona kalbindeki bu güzellikleri yaşatan ise yalnızca Allah'tır. Allah, beğendiği ahlakı gösteren, nefsinin zorlamalarına rağmen iyilikten yana tavır koyan kullarına Kendi Katından bu lütfunu tattırmaktadır. Affetmeyen insan her gün, her saniye, içindeki kin ve öfkenin acısını, ızdırabını, sıkıntısını yaşarken; “Acaba affetse miydim?” diye düşünmenin verdiği manevi azap ve pişmanlık içerisinde kavrulurken; bağışlayabilen insanlar, gösterdikleri bu ahlak ile birlikte sevginin, saygının, dostluğun aydınlığına kavuşurlar.

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar,affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.(Maide Suresi, 13)

Kulaktaki Altın Oran Duyma İşlemini Nasıl Kolaylaştırır?

 Kulaktaki Altın Oran Duyma İşlemini Nasıl Kolaylaştırır?
“ O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir…” (Müminun Suresi, 78)

Kulağın yapısındaki altın oran, duyma işlemini nasıl mükemmel hale getirir? Sesin kaynağını her durumda nasıl tayin edebiliriz?

Salyangoz adlı organın duyma işlemindeki rolü nedir?

Sanatçılar, bilim adamları ve tasarımcılar, araştırmalarını yaparken ya da ürünlerini ortaya koyarlarken orantıları altın orana göre belirlenmiş insan bedenini ölçü olarak alırlar. Leonardo da Vinci ve Corbusier tasarımlarını yaparken altın orana göre belirlenmiş insan vücudunu ölçü almışlardır. Ancak insan vücudunun yapısını günümüze kadar birçok farklı bilim dalı altında inceleyen uzmanlar, yaptıkları matematiksel incelemeler sonucunda kulağın yapısı ile ilgili bu önemli sorulara yanıt buldular.

Son yıllarda yapılan biyolojik araştırmalar göstermiştir ki; insan vücudundaki altın oran sadece insanın fiziksel görünümünde bulunmaz. İnsan beyninin, sinir sisteminin, duyu organlarının, akciğer sisteminin ve DNA’sının gerekli fonksiyonlarını yapabilmesi için de altın oranın gerekli olduğu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle günümüzde insan vücudunda yer alan pek çok organın ve sistemin birbirleriyle uyum içinde çalışabilmesinin altın oranla yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Vücudumuzda bu ilişkinin çok açık bir şekilde görüldüğü ilk yerlerden biri duyma işlemini gerçekleştiren kulağımızdır. Ancak kulaktaki geometrik düzene geçmeden önce, duyma işleminin nasıl gerçekleştiğini kısaca hatırlamamız, altın oranla işitme arasındaki ilişkiyi görebilmek açısından gereklidir.

Duyma İşleminin Gerçekleşmesi İçin Gereken İşitme Sistemindeki Kusursuz Uyum

Konumuz açısından kulağımızda bulunan işitme sisteminde dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta vardır. Duyma işleminin gerçekleşmesi için ilk önce havadaki ses dalgalarının “toplanması” ve daha sonra da bu ses dalgalarının sinirsel uyarılara dönüştürülerek beyne iletilmesi oldukça önemlidir.

Dolayısıyla havadaki ses dalgalarını toplayan kulak kepçesi ile iç kulağa gelen titreşimlerin beyne iletilmesini sağlayan “salyangoz” arasındaki uyum duyma işleminin gerçekleşmesinde çok önemli bir yer tutmaktadır. En önemlisi de, duyu sistemi üzerinde yapılan araştırmalar hem kulak kepçesinin hem de “salyangozun” altın orana göre şekillendirilmiş özel yapılar olduğunu göstermiştir.

Kulak Kepçesi Havadaki Ses Dalgalarını Nasıl Toplar?

Kulak kepçesinin dış çeperini çevreleyen ve konka adı verilen sınırın, kavisli şekli gerçekte Fibonacci sayıları doğrultusunda ortaya çıkan eşit açılı sarmal bir eğri meydana getirmektedir ve hepimizin bildiği gibi kulağımızın bu şekli her insanda aynıdır.

Peki kulak kepçesinde görülen bu özel geometrik düzenin, kulağın havadaki ses dalgalarını “toplama” fonksiyonuyla ilişkisi nedir?

Kulak kepçesinde görülen eşit açılı sarmal şeklin kulağın ses dalgalarını toplayabilmesi, kulağın olabilecek en mükemmel geometrik düzenle yaratılmış olması sayesinde gerçekleşir. Buradaki mükemmel yapıyı anlayabilmemiz için kulak çeperimizin şeklini hafifçe değiştirmemiz yeterli olacaktır. Örneğin;

Kulaklarımızı ellerimizle ön tarafa doğru itersek gelen sesin frekansı aynı olmasına rağmen duyduğumuz sesin şiddeti artacaktır.

Kulağımızı ellerimizle hafifçe arkaya doğru ittiğimizde ise duyduğumuz sesin şiddeti bu kez düşük kalır ve duymakta zorlanırız.

Çevreden gelen sesin frekansında hiçbir değişiklik olmamasına rağmen, kulağımızı oynattığımızda duyma oranının artması ya da azalması, kulak kepçesindeki eşit açılı sarmal eğrinin şeklen bozulmasından kaynaklanan bir durumdur. Kulağımızın şekli ile duyma kapasitesi arasında doğrusal bir ilişki bulunduğundan, kulak kepçesine geometrik şeklini veren ve Fibonacci dizisine göre oluşan sarmal eğrinin, işitmedeki denge ile doğrudan bir ilişkisi olduğu söylenebilir.

Duyma Anında Neler Oluyor?

Duyma işlemi ilk olarak havadaki ses dalgalarının kulak kepçesi tarafından toplanmasıyla başlar.

Alınan bu ses titreşimleri kulak zarına çarpar, kulak zarı, orta kulakta bulunan kemikçikleri titreştirir ve bu sayede ses titreşimleri mekanik titreşime dönüştürülmüş olur.

Bu mekanik titreşimler de iç kulakta yer alan ve “salyangoz” adı verilen yapının içindeki sıvıyı titreştirir. Sonuçta bu sıvı, titreşimleri sinirsel uyarılara dönüştürerek beyne iletir ve bunlar beyinde ses olarak anlamlandırılır.


“Salyangoz” Adlı Organın Duyma Mucizesindeki Rolü

Duyma işleminde rol oynayan bir diğer organsa “salyangoz” olarak da adlandırılan kokleadır. Kokleanın içinde çok kompleks bir duyma mekanizması yer alır. İnsanın

iç kulağında ses titreşimlerini sinirsel uyarılara dönüştürerek beyne iletmekle görevli olan bu kemiksi organ, 73 derece 43 dakikalık sabit açılı sarmala uygun, içi sıvı dolu olan özel kanallara sahiptir. Kokleanın sahip olduğu bu özgün anatomik şeklin kaynağı altın oran olduğundan, kokleanın sarmal yapısı ile işlevi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Altın oranın “işlev” ile “anatomik şekil” arasında daima denge oluşturması ve bu dengenin görüldüğü her yerde de altın orana rastlanması, bu oranın Yüce Rabbimiz tarafından yaratılmış mucizevi bir sayı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bir Kuran ayetinde bildirildiği üzere “…Her şeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah’ın sanatı (yapısı)dır (bu)…” (Neml Suresi, 88)

Sesin Kaynağını Her Durumda Nasıl Tayin Edebiliyoruz?

Bu soru, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki bilimsel çalışmalarla yanıtını buldu. D. W. Batteau, 1967 yılında, kulak kepçesinin ses kaynağının yerini belirlemedeki rolünü gösterdi. Bu rol şöyle açıklandı:

“Kulak, kepçesi üzerindeki anten benzeri alıcı sistemiyle, kendisine ulaşan sesi yön tayini yaparak dış kulak boyunca zara doğru yollamaktaydı.” (Batteau DW 1967 The role of the pinna in human localization.Proc R Soc Lond B Biol Sci. 1967 Aug 15;168(11):158-80)

“Kulak kepçesinde doğuştan veya sonradan şekil bozukluğu olan kişilerde de, bu tezi doğrulayan çalışmalar yapıldı. Bu kişilerin, ses kaynağının yerini tespit etmede problem yaşadıkları saptandı.” (Snow, Jr. James B, “The eEar” In Ballenger JJ, Snow JB Otorhinolaryn-gology Head and Neck Surgery, 15 th edition, syf 879 Williams Wilkins Press 1996)

Türk İslam Birliğinin Koruması Altında, Çin Halkının Da Diğer Milletlerin De Yüzü Gülecektir

Türk İslam Birliğinin Koruması Altında, Çin Halkının Da Diğer Milletlerin De Yüzü Gülecektir
"Türk İslam Birliği" ifadesi bazen çeşitli kesimler tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bazı devletler, İslam ülkelerinin bir araya gelmesi ve güçlenmeleri ile oluşacak olan bu birliğin kendileri ve ülkelerinin bütünlüğü için tehdit oluşturacağını düşünmekte, bu nedenle böyle bir birleşmenin tehlikeli olduğuna inanmaktadırlar. Bu gereksiz ve asılsız korku, "Türk İslam Birliği"nin gerçek anlamını tam kavramamaktan kaynaklanmaktadır.

Türk İslam Birliği, Türkiye'nin önderliğinde manevi bir birliktir. Hiçbir ekonomik veya siyasi temele değil, yalnızca SEVGİ üzerine kurulu olacaktır. Bu sevgi birliğinin özelliği yalnızca İslam ülkelerini değil, TÜM DÜNYA DEVLETLERİNİ kucaklamasıdır. Birliğin amacı, İslam dininin öngördüğü BARIŞ, KARDEŞLİK VE SEVGİ ANLAYIŞIYLA HER DİNDEN, HER IRKTAN, HER DÜŞÜNCEDEN TÜM İNSANLARIN KORUYUCULUĞUNU ÜSTLENMEKTİR. Bu birliğe bağlı ülkeler, ALLAH'A SAMİMİ İMANIN GETİRDİĞİ SEVGİ BAĞLILIĞI İLE BİRBİRLERİNE BAĞLANACAKTIR. Bu bağ, DÜNYADAKİ EN SARSILMAZ VE GÜÇLÜ BAĞ olduğu için, Allah'ın izniyle, huzurun, güçlenmenin ve başarının da temeli olacaktır. Kuran'ın öngördüğü gerçek sevgi anlayışı ile bir araya gelmiş olan devletler, güçlü ve büyük bir dostluğun önderliğini yapacaklardır.

Bu sağlam ve güçlü birliktelik, tüm dünyaya gerçekte demokrasiyi getirmek, dünyadan çatışmaları, terörü, zulmü kaldırmak amacını güden bir birliktelik olacaktır. Dolayısıyla Türk İslam Birliği, sadece belli ülkelerin güçlendiği, sadece belli milletlerin refah içinde yaşadığı, sadece belli kesimlerin huzur bulduğu değil, TÜM DÜNYAYI GÜÇLENDİRMEYE VE MANEN HİMAYESİ ALTINA ALMAYA YÖNELİK KUTSAL BİR HEDEFTİR. Türk İslam Birliği kurulduğunda tüm suni tehditler ortadan kalkacak, korkular sona erecektir. Filistin huzura kavuştuğu gibi, Türk İslam Birliği'nin himayesinde İsrail de huzura ve barışa kavuşacaktır. İran rahatladığı gibi, Amerika da bu barış ve sevgi ortamının varlığından dolayı rahat edecektir. Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz mutlu olup huzura kavuştuğu gibi, Çin de Uygurlu kardeşlerimizi bir tehdit olarak görmesine gerek olmadığını anlayacak, korkularından arınacak ve ülkede huzur hakim olacaktır.

Dolayısıyla Türk İslam Birliği, barışa, dostça yaşamaya, korkulardan arınmaya ve suni tehditlerden kurtulmaya yönelik bir birlikteliktir. Bu birlik kurulduğunda, HİÇBİR DEVLET BÖLÜNMEYECEK, TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ KAYBETMEYECEKTİR. Doğu Türkistan'da bulunan yeraltı zenginliklerinden şimdi olduğundan çok daha verimli bir şekilde faydalanacaktır. Çin'inyıllardır süren bölünme korkuları, Türk İslam Birliği'nin varlığı ile sona erecektir. Çünkü Türk İslam Birliğinin amacı, ÜLKELERİ BÖLÜP PARÇALAMAK, MÜSLÜMANLARI AYRI TUTUP AYRIMCILIK YAPMAK DEĞİL, tam tersine Müslümanların birlikte vesile olacakları bir barış ve kardeşlik ortamı içinde TÜM DÜNYA DEVLETLERİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUMAK ve ülke halklarının yüzünü güldürmektir. Çin Türk İslam Birliği kurulduğunda fakirleşmeyecek zenginleşecek, parçalanmayacak güçlenecek, dağılmayacak kuvvet kazanacaktır.

İşte bütün bunlardan dolayı, Çin de, tüm diğer ülkeler de, Türk İslam Birliği'nin bir tehdit değil, tam tersine kendilerini koruyacak YEGANE YOL olduğunu fark etmelidirler. Türk İslam Birliği'nin olduğu bir dünyada Çin, hem bölünme korkularından kurtulmuş olacak, hem de dünyada ekonomik anlamda süper bir güç olmaya devam edecektir. İslam ülkeleri ile ticareti güçlenecek, gerek Türkiye gerekse diğer İslam ülkeleriyle arasında şimdikiyle kıyas olmayacak güçte ve kapasite ticari bağ oluşacaktır. Çünkü Türk İslam Birliği'nin amaçlarından biri, her bir devletin güçlenip zenginleşmesi, kendi vatandaşlarına maddi manevi refah ortamı sağlamasıdır.

Bütün bunların yanı sıra Türk İslam Birliği himayesi vesilesiyle Çin halkı, uzun zamandır yaşadığı hüzün ve moralsizlikten kurtulacak, mutlu olacaktır. Çin halkının, gerçek bir sevgi birliğinin güvencesiyle, moralleri düzelecek, yüzleri gülecektir. Bu birliktelik tüm dünyada mutluluk ve huzurun kaynağı olacaktır. Bu birliktelik, dünyaki tüm tehditlerin, korkuların, endişelerin, sıkıntı ve mutsuzlukların ortadan kalkması için tek çözümdür.

Dolayısıyla Çin'in de, Rusya'nında, Müslüman olmayan diğer ülkelerin de, Türk İslam Birliği'nin, şu an dünyada örneklerini gördüğümüz ekonomik veya siyasi birliklerden tamamen farklı olduğunu bilmeleri önemlidir. Söz konusu birlikler genellikle yalnızca çeşitli kriterlere göre bünyelerine aldıkları ülkeleri kalkındırmayı amaçlamaktadır. Çoğunlukla bir manevi değer üzerine kurulu olmadığı için, ülkeleri ekonomilerine, sosyal ve siyasi, hatta askeri güçlerine göre değerlendirirler. Ülkelerin ellerinden bu güçler gidince de, o topluluktaki varlıkları da sona ermektedir. Çoğunlukla böyle bir sistem üzerine kurulu oldukları için, söz konusu yapıların tümü ekonomik kriz ile birlikte çökme noktasına gelmiştir. Bunlar, elbette dünyaya ne barışı, ne de sevgiyi getirebilmiş, ne de korkuları ortadan kaldırabilmişlerdir. Türk İslam Birliği ise zor durumdakini - ırkı, dini, düşüncesi ne olursa olsun- kurtaran, sadece "biz zengin olalım değil, herkes zengin olsun" düşüncesiyle hareket eden, sadece kendi mutluluğunu değil, tüm insanların mutluluğunu düşünen, "komşusu açken, tok yatmayı" kabul etmeyen bir birlik olarak, bugüne kadar örneği görülmemiş bir gelişmeye ve ilerlemeye vesile olacaktır.

Türk İslam Birliği, terörizme de asla izin vermeyecektir, zulüm sistemlerinin tümünü ortadan kaldıracaktır, ülkelerin kalkınmaları için yollar açacak, insanlara refahın yollarını gösterecektir. Bu bir ütopya değil, Allah'ın izniyle mutlaka gerçekleşecek olan bir gerçektir. Bu güzel birliğin alametleri çok açık şekilde belirmeye başlamıştır. Dolayısıyla, eğer bölünme korkularını yenmek, daha da kalkınmak ve özellikle rahat, huzur ve gerçek mutluluk içinde yaşamak istiyorsa Çin'in de, diğer Müslüman olmayan ülkelerin de Türk İslam Birliği'ne destek olmaları çok büyük güzellik olacaktır. Türk İslam Birliği oluştuğunda, Çin, kendi topraklarında Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz ile birlikte kardeşçe ve barış içinde yaşabilecektir. Anlaşmazlıkların tamamı sona erecek, tüm insanlar bu bereketli birliğin güzelliklerinden yararlanacaktır. Çünkü bu birliğin temeli, İslam'dır. İslam ise tüm dünyaya sevgi ve barış getirecektir. SEVGİ DİNİ İSLAM'IN OLUŞTURACAĞI HUZUR VE GÜVENLİK ORTAMINI, BAŞKA HİÇBİR SUNİ BİRLİKTELİĞİN OLUŞTURMASI – ALLAH'IN DİLEMESİ DIŞINDA – MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Lübnan'ın Yaralarını Türkler Sarıyor

Ne Demişti

Azerbaycan Reyting Gazetesi, 6 Kasım 2008


Adnan Oktar: Şeytan böyle vesveseler verir yani, bunları hiç kaale almamak lazım, yani şimdi sofraya oturacağız sofra hazırlanmış, sandalyeleri nereye koyalım, salatayı nereye koyalım yani buna benziyor, uzatmaya ne gerek var, işte Türk İslam Birliği'nin çok güzel olacağı, bereket bolluk getireceği çok açık, sevinç getireceği çok açık, yani bunlar sudan bahaneler, sudan izahlar bunlarla hiç muhatap olmamak lazım, BÜYÜK AĞABEY TÜRKİYE ONLARI ŞEFKATLE KUCAKLAYACAK, MUHABBETLE KUCAKLAYACAK VE HİZMETE TALİP TÜRKİYE, Türkiye’nin bundan bir çıkarı yok. Yani baba ve oğulları bir araya gelseler, bir sohbet olsa, beraber yemek yeseler bunda şaşacak ne var? Bir baba yani TÜRKİYE, TÜRK İSLAM ÂLEMİNİN BABASIDIR, LİDERİDİR.Hepsini, bütün evlatlarını sofraya çağırıyor, beraber yemek yiyelim diyor şenlik olsun, bayram olsun, neşeli bir ortam olsun diyor.

Ne Oldu

Türkiye, 12 Ocak 2011

Karşı tarafı sözle yenmiş olmak, her zaman bir kazanç değildir; bazen de güzel olan yenilmektir...

İnsan biriyle bir fikir çatışması ya da tartışma içerisine girdiğinde, elde edebileceği en iyi sonucun, ‘karşı tarafa kendi fikrini kabul ettirmesi’ olduğunu düşünür. Halbuki her zaman için asıl başarı, ‘karşı tarafı yenmek’ değildir. Bazen de insanın yenilmesi, asıl olarak onun üstünlüğünü gösteren bir alamet olur.

İnsanın nefsinde, ‘her zaman üstün gelme arzusu’ vardır. Hep kendi fikri kabul edilsin, kendi istediği şeyler yapılsın, kendi mantığı doğrultusunda hareket edilsin ister. Bir konuşmada mutlaka en son sözü söyleyen kişi kendisi olmaya çalışır. Ve böyle olduğunda da, kendince mutlu olur. Bunu, büyük bir başarı olarak görür.

Halbuki insan çok sınırlı bir akla sahiptir. Ve insana verilen ömür de çok kısadır. İnsanın bu çok sınırlı zaman içerisinde edinebileceği bilgi, beceri ve tecrübe de aynı şekilde çok kısıtlıdır. Bu nedenle bir konuda olabilecek en sağlıklı sonuçlar, genellikle birden fazla kişinin akıllarını, bilgilerini, tecrübelerini, düşüncelerini ortaya koymalarıyla ortaya çıkar. Tüm bu birikimden çıkan ortak sonuç, insanı çok daha sağlıklı sonuçlara ulaştırır.

Kuran'da istişare ederek, yani karşılıklı fikir alış verişi yapılarak karar vermenin, mümin ahlakının bir gereği olduğu şöyle haber verilmiştir:

Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler... (Şura Suresi, 38)

Bir başka ayette de Müslümanların, ‘sadece kendi fikirlerini esas almadıkları’, ‘sözün en güzeline uydukları’ haber verilmiştir:

Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar.İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir. (Zümer Suresi, 18)

İstişare etmek, başkalarının fikirlerinden de istifade etmek, sözün en güzeline uymak Kuran ahlakının bir gereğidir. Ancak istişarenin yanı sıra, bazen de insanın çevresindeki kişiler arasında kendisinden çok daha akıllı olan kimseler olur. Allah Kuran'da bu durumu, “... Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle insanlara haber vermiştir. Bu tür bir durumda güzel olan, bu kimselere danışmak, onların fikirlerinden istifade etmeye çalışmaktır. Böyle bir insana karşı üstün gelmeye, sözde ya da fikirde öne geçmeye çalışmaktansa, onun fikirlerine tabi olmak çok daha güzeldir. Bu, hem kişinin Allah'a karşı göstereceği ahlak açısından hem de sonuçta en doğru ve en isabetli fikri uygulaması açısından gösterilecek en hikmetli tavırdır.

Dolayısıyla insanın içindeki, ‘sürekli olarak galip gelme arzusu’ doğru bir istek değildir. Çoğu zaman güzel olan, insanın ‘yenilmesi’ yani ‘karşı tarafın fikirlerine tabi olması’dır. Ki bu da zaten ‘yenilmek’ değildir. Sözde yenilgi gibi görünen bu durum, aslında o kişiyi yücelten bir durumdur.

Ancak elbetteki bazen de bu insan, yanındaki birçok kişiden daha akıllı, daha vicdanlı, daha çok detay görebilen ve daha tecrübeli bir kimse olabilir. Böyle bir durumda, kendisine verilen fikirlere, yanlış olduğunu bile bile uyması elbetteki beklenemez. Ama insan günlük hayatı içerisinde her iki tarafın da makul fikirler öne sürdüğü ve bu fikirlerin en az %50’ye 50’lik bir oranda doğru olduğu pek çok durumla karşılaşır. İşte bu tür durumlar, insanın tevazusu, güzel ahlakını göstereceği anlardır. Bu tür durumlarda yenmek değil, yenilmek üstünlüktür.

Çünkü % 50’ye 50 olan bir durumda, her iki taraf da, isterse birbirine üstünlük taslamaya, galip gelmeye, kendi fikrini kabul ettirmeye çalışabilir. Dolayısıyla bu tür bir durumda üstün geldiğini sanan insan, aslında belki de, karşı tarafın tevazusundan dolayı galip gelmiştir. Ancak içerisinde bulunduğu ruh halinden dolayı, karşı tarafın ahlakındaki bu inceliği de fark etmez. Onun için o anda önemli olan, kendi fikrini kabul ettirebilmiş olmasıdır.

Bu gibi insanların içlerindeki bu sürekli üstün gelme ve yenme isteğinin altında ise genellikle, ‘enaniyet ve büyüklük hissi’ vardır. Yoksa çoğu zaman bu kimseler, aslında karşı tarafın getirdiği fikirlerin de en az kendilerininki kadar ya da kendilerinkinden çok daha iyi olduğunu takdir edebilirler. Ama konunun asıl olarak bu yönü üzerinde değil de, enaniyetlerine uygun olarak ‘kendi dediklerinin yapılması’ ve ‘yenme ruhu’ üzerinde dururlar.

Halbuki bu kişinin bu isteğinin karşılanması son derece kolaydır. Çok hatalı bir fikir olmadığı sürece, çevresindeki insanlar isteseler, sürekli onun düşünceleri doğrultusunda hareket edebilirler. Herkes her konuda kendi düşüncelerinden vazgeçip sürekli bu kişiyi haklı çıkarabilir ve herkes her olayda o kişiye tabi olabilir. Ama bu, o kişi için bir kazanç olmaz. Çünkü önemli olan, kişinin kendi içindeki bu Kuran'a uygun olmayan ahlaktan kurtulmasıdır. İşte bu nedenle bu kişi için yenmekten çok, yenilmek asıl olarak ihtiyaçtır.

Ruhundaki enaniyet hastalığı nedeniyle ve haklı çıkmadığı takdirde sorun çıkaracağı düşünüldüğü için, çevresindeki herkesin idare ettiği ve sırf bu yüzden her dediğine uyduğu biri olmuş olmak, bir üstünlük değildir. Aksine bu, bir mümin için çok küçük düşürücüdür. Kuran'a uygun olmayan bir ahlak göstermeyi mümin asla kabul etmez. Allah Kuran'da müminlerin ‘nefsin büyüklük telkininden kurtulmaları gerektiğini’ şöyle bildirmiştir:

"İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Lokman Suresi, 18)

Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 23)

Mümin, bu ahlakın yaşanmasını çok önemli görmeli ve Kuran'da bildirilen bu ahlak anlayışını gün boyu karşılaştığı her konuda, her sohbette uygulamalıdır.Sadece bir fikir çatışması olduğunda değil, herhangi bir konudan bahsedilirken, espri yaparken, gönül alırken ya da bir konuda bilgi verirken de, -Kuran'a muhalif bir durum ya da özel bir olay söz konusu değilse- hep altta kalan, son sözü söyleyene tabi olan, başkalarının fikirlerini önplana çıkarıp onlara tabi olan, karşı tarafı onore eden bir ahlak içerisinde olmalıdır. Böyle bir insan, bakıldığında ‘yenilen’ konumuna düşmüş gibi görünebilir. Ama onun için asıl kazanç işte budur. Çünkü bu, Allah'ın razı olacağı, Müslümanların beğeneceği ahlaktır.

Açık Dikkat ve Açık Şuurla Yaşamanın Önemi

 Açık Dikkat ve Açık Şuurla Yaşamanın Önemi
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)

Bir insan tüm hayatını çok keskin ve açık bir şuurla da geçirebilir, yarı açık ya da tam kapalı bir şuurla da. Ancak Allah Kuran'ın pek çok ayetiyle iman edenleri "dikkatli olmaya"çağırmıştır. Kuran ahlakının yaşanabilmesi ancak tam olarak açık bir şuurla mümkün olabilir. Müminin vicdan hassasiyeti ancak bu keskin akıl açıklığıyla mümkün olur. Allah'ı çok sevmek, Allah'tan korkup sakınmak, güzel ahlakın detaylarını uygulayabilmek, İslam ahlakını hakkıyla tebliğ edebilmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırabilmek, hayırlarda yarışıp öne geçebilmek ve Müslümanlara takvada örnek olabilmek için böyle bir dikkat ve şuur açıklığı gerekir.

Şuurları yarı açık ya da tam kapalı olarak hayatlarını sürdüren insanlar da vardır. Ancak bu kişilerin gerçek anlamda imanı kavrayabilmeleri ve Allah'ın razı olacağı şekilde üstün bir ahlak gösterebilmeleri söz konusu olmaz. Bu ancak Müslümanın yaşayabileceği bir kavrayış şeklidir. Kuran'da bu akıl açıklığının ancak iman ile kazanılacağı şöyle haber verilmiştir:

EY İMAN EDENLER, ALLAH'TAN KORKUP-SAKINIRSANIZ, SİZE DOĞRUYU YANLIŞTAN AYIRAN BİR NUR VE ANLAYIŞ (FURKAN) VERİR, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Her müminin bu gerçeği düşünüp, Allah'ın lütfettiği bu imkanı son noktasına kadar kullanmak için çaba harcaması gerekir. Kapalı şuurun insana hiç bir fayda getirmeyeceği unutulmamalıdır. Ne rahatlık ne dinlenme ne de konfor sağlar. Nefsin de hiçbir işine yaramaz. Aksine kişinin hayat kalitesini çok olumsuz şekilde etkileyen bir yaşam şeklidir. Daha da önemlisi, insanın Kuran ahlakını gereği gibi yaşayamamasına ve Allah'ın seveceği bir tavrı tam olarak uygulayamamasına da yol açabilir. Kesin bir dikkat ve tam bir şuur açıklığı ise hem dünyada büyük bir konfor, hem de inşaAllah ahirette nimete ulaşmaya vesile olacaktır.

Sahte Tüylü Dinozor Concavenator Corcovatus ve Darwinistlerin Bitip Tükenmeyen Aldatıcı Spekülasyonları

Sahte Tüylü Dinozor Concavenator Corcovatus ve Darwinistlerin Bitip Tükenmeyen Aldatıcı Spekülasyonları
Darwinistler Concavenator corcovatus adını verdikleri sahte tüylü dinozoru resmetmekte gecikmediler. En etkili provokasyon yöntemleri olan sahte çizimleri kullanarak, canlının sanki önkollarında tüyler varmış görünümü vermeye çalıştılar. Fosilde gerçekte var olmayan bu tüyler, insanları aldatmak için spekülasyon malzemesi olarak çizime eklenmiştir.

Hayali tüylü dinozorlar, hayali yarı maymun yarı insanlar, sudan karaya doğru geçen sahte varlıklar, yıllardır bir türlü bulunamayan sözde kayıp halkalar yıllardır insanlara dayatılan hayret verici evrimci sahtekarlıklardandır. Darwinistler ne zaman panik olsalar, ne zaman evrim teorisinin çöküşe doğru gittiğini fark etseler, ne zaman yenildiklerini anlasalar yeni bir ara form masalı ile ortaya çıkarlar. Örneğin fosilin üzerindeki 1.5 milimetrelik bir çıkıntıyı hemen gelişen bir yüzgeç, oluşmakta olan tüy ya da sözde körelmekte olan bir parmak olarak insanlara dayatırlar.. Bilimle değil demagoji ile gelişmiş ve yıllarca sahtekarlıklar ile ancak ayakta kalabilmiş olan evrim teorisinin savunucuları halen aynı yöntemi devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Bunun için ihtiyaç olan şey ise biraz spekülasyon, biraz da bazı basının yardımıdır.

Şimdi ise Darwinistler bu köhne yöntemlerinin artık tutmadığını görmenin şokunu yaşıyorlar. Darwinistler,

-Darwinizm demagojisine bilim ile karşılık verileceğini hiç hesaba katmadılar.

-Bütün dünyaya karşı küçük düşeceklerini düşünmediler.

-Tüm dünyaya karşı foyalarının meydana çıkacağını, sahtekarlıklarının deşifre edileceğini ve yollarının tıkanacağını tahmin etmediler.

Böylesine bir ortam içinde Darwinistlerin yeniden "tüylü bir dinozor bulduk" diye ortaya çıkmaları, gerçekten de çok zor durumda olduklarının göstergesidir. Belli ki, Darwinizm'i savunmanın spekülasyon ve demagoji dışında başka bir yolu yoktur. Bütün foyaları meydana çıkmasına rağmen hala demagoji kullanmaya kalkmaları, aynı yöntemlerde ısrar etmeleri ve eskimiş safsatalarını zorla dayatmaları bu müthiş çaresizliğin çok açık bir göstergesidir.

Concavenator corcovatus nasıl sahte evrime malzeme haline getirildi?

130 milyon yıllık bir dinozor fosili, çaresiz Darwinistlerin çaresiz girişimlerinden birini daha temsil ediyor. İnsanların artık duymaktan sıkıldıkları tüylü dinozor sahtekarlığı bu fosilde tekrar gündeme getirilmeye çalışıldı. Darwinistler hiç utanmadan, küçük düşeceklerini bile bile yılların çok iyi bilinen sahtekarlığını bir kez daha Darwinist yayınlara taşıdılar.

Darwinistlerin iddiası, söz konusu dinozor fosilinin hayali bir tüylü dinozora ait olduğu yönünde idi. Buna gösterdikleri sözde delil ise, fosilin önkollarındaki minik çıkıntılardı. Hemen Darwinist spekülasyon devreye girdi ve bu çıkıntıların "tüylerin bağlantı noktası olabileceği" iddia edildi. Dikkat edilirse ortada tüy, tüye benzer bir yapı veya tüy kalıntısı dahi yoktu. Minyatür bir çıkıntının "tüyün bağlantı noktası" olması şeklindeki yorum sadece ve sadece evrimci demagojinin bir ürünüydü.

Söz konusu minik çıkıntıların fosil üzerinde görünmediği, fakat fosille ilgili çizim ve rekonstrüksiyonlarda özellikle belirgin hale getirildiğini de burada hatırlatmak gerekmektedir.

Bu izahlar Darwinistler açısından içler acısı izahlardır. Darwinistler fosil üzerindeki diledikleri çıkıntıya tüy, dilediklerine kol, dilediklerine kanat demekte çok ustadırlar. İşlerine gelmediğinde bu çıkıntılar son derece önemsiz fosil parçaları olarak değerlendirilir. Fosille ilgili herhangi bir detayın evrim açısından iyi bir spekülasyon malzemesi olduğuna inandıklarında ise hemen üzerine bir senaryo kurulur. En eski uçucu kuş olduğu bilimsel olarak kesinleşmiş olan fakat Darwinistler tarafından iddialarına ters düştüğü için bir türlü kabul edilemeyenprotoavis bunun en ünlü örneğidir. Darwinistler, protoavis üzerindeki açıkça tüy olan çeşitli çıkıntılar konusunda bir türlü ikna olamamışlardır. Fakat 130 milyon yıllık bir dinozor üzerindeki ilgisiz yapıları işlerine geldiği için hemen evrime delil olarak nitelendirmekte gecikmemişlerdir. Ancak Darwinistlerin unutmak için çok çaba gösterdikleri ancak her seferinde onlara hatırlattığımız ve tüm bu iddialarını temelinden yok eden çok önemli bir delil vardır:

Önemle belirtilmesi gereken bu konu Concavenator corcovatus fosilinden 20 milyon yıl önce yaşamış, mükemmel tüylere sahip uçucu bir kuş olanArchaeopteryx'in varlığıdır. 150 milyon yıllık mükemmel kuş Archeaopteryx bu yöndeki tüm Darwinist iddiaları yok etmektedir. Fakat Darwinistlerin ayakta kalabilmek için her zaman demagojiye ihtiyaçları vardır. Bu yüzden de söz konusu sahtekarlıkları anlatıp durmaktan vazgeçmemektedirler.

Spekülasyonlar Faydasızdır, Önemli Olan Evrim Fikrinin Yenilmiş Olmasıdır

Darwinist demagoji devam edebilir, Darwinist basın bu sahte demagojileri büyük buluşlarmış gibi göstermeye çalışmakta ısrarcı olabilir. Fakat ÖNEMLİ OLAN EVRİM FİKRİNİN TEMELİNDEN YENİLMİŞ OLMASIDIR. Önemli olan İNSANLARIN ARTIK EVRİM YALANI İLE KANDIRILAMAMASIDIR. O devir artık geçmiştir. BUNU DARWİNİSTLER DE ÇOK İYİ BİLMEKTEDİRLER.Bilimin yok ettiği Darwinizm'in yalancı yüzü 21. yüzyılda ifşa edilmiştir. Darwinistlerin yapacakları hiçbir şey, hiçbir spekülasyon, hiçbir demagoji evrimcilerin aldatmacalarla elde ettikleri o eski şaşalı günlerini geri getiremeyecektir. 21. yüzyıl, Allah'ın dilemesiyle bütün batıl dinlerin, batıl görüş ve ideolojilerin yok olup gittiği, hayat sahası bulamayacağı kutlu bir yüzyıl olacaktır.

Şeytan, insanın en tehlikeli düşmanıdır. Ancak şeytanı etkisiz hale getirmek de mümin için çok kolaydır

Günün Güzel Konusu: Şeytan, insanın en tehlikeli düşmanıdır. Ancak şeytanı etkisiz hale getirmek de mümin için çok kolaydırBir insana, “Bir yerlerde sana çok büyük düşmanlık besleyen biri var. Sana, olabilecek en büyük zararı verebilmek için yapmayacağı şey yok. Her türlü, hile, yalan, oyun ve sahtekarlıkta usta biri. Ve sana istediği zararı verene kadar da peşini bırakmayacak” dense, tepkisi nasıl olur?Sadece, “Tamam” deyip konuyla ilgilenmemesi ve o düşmanına karşı hiçbir tedbir almadan hayatına devam etmesi söz konusu olur mu?

Elbetteki bu sorunun yanıtı, “Hayır”dır. Her insan, böyle bir düşmandan haberdar olur olmaz, bu konuya büyük bir dikkat verir. Düşmanından gelecek muhtemel zararı önleyecek tedbirleri almadan ve tehlikeyi etkisiz hale getirmeden, bu konuyu hiçbir şekilde aklından çıkarmaz.

Ancak insanın, kendisine büyük düşmanlık besleyen insanlardan çok daha tehlikeli ve gözü dönmüş bir düşmanı daha vardır. Bu düşman, ‘şeytan’dır. Ve insanın, dünyadaki gelmiş geçmiş en büyük ve en kararlı düşmanıdır. İnsanlardan oluşan yüzlerce düşmanla dahi kıyaslanamayacak kadar tehlikeli bir varlıktır. Öyleyse insanın, herhangi bir düşmanına karşı dahi tedbir alırken, şeytanın düşmanlığına karşı ilgisiz ve umursuz bir tavır içerisinde olması elbetteki çok büyük bir hata olacaktır.

Çünkü şeytanın insan için hedeflediği bir ‘son’ vardır. Bu son, kişinin ‘sonsuz cehenneme girmesi’dir. İşte şeytanın, bu sonucu elde edene kadar insanın peşini bırakması mümkün değildir. Bu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği kesin bir adetullahtır:

Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168)

Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin.O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır. (Fatır Suresi, 6)

Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa Suresi, 119)

Allah Kuran'da, ‘insanı düşman edinen’ şeytana karşılık,insana da ‘şeytanı düşman edinmesini’ bildirmiştir. O halde insanın Allah'ın bu emrine uyarak, -Allah rızası için- şeytanı etkisiz hale getirmeyi kendisi için öncelikli bir hedef haline getirmesi gerekir.

Şeytan, insan için büyük bir düşmandır. Ancak Allah, insanın şeytanın şerrinden kurtulmasını da çok kolay kılmıştır. Bunun için Kuran'da insana yol gösterecek birçok sır bildirilmiştir. Bu sırlardan bir kısmı şöyledir:

Şeytan Allah'ın izni olmadıkça hiçbir şey yapmaya güç yetiremeyen aciz bir varlıktır. (Mücadele Suresi, 10)

Şeytanın hilesi çok zayıftır. (Nisa Suresi, 76)

Şeytanın etkisi ancak, ‘Allah'a ortak koşanlar’ ile ‘şeytanı veli edinenler’ üzerindedir. (Nahl Suresi, 100)

Şeytanın insanlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur. (İbrahim Suresi, 22) (Sebe Suresi, 20-21)

Şeytanın, iman edenler ve Allah'a tevekkül edenler üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. (Nahl Suresi, 99)

Samimiyetle Allah'a ve Kuran'a sığınmak, şeytanın vesveselerini etkisiz hale getirir. (Araf Suresi, 200-201) (Fussilet Suresi, 36)

İnsanın, sadece Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu sırları bilmesi dahi, -Allah'ın izniyle- en büyük düşmanı olan şeytanı hızla ve kesin olarak etkisiz hale getirmesi için yeterlidir.
  • İnsan eğer Allah'tan başka bir güç olmadığını; şeytanın da, insanların da güçsüz olduğunu unutmadan yaşarsa, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmazsa, şeytan ona her nereden yaklaşırsa yaklaşsın hiçbir sonuç alamayacak, kişiye hiçbir zarar veremeyecektir.
  • İnsan eğer, -her ne şartlar altında olursa olsun- Allah'a tevekkülde kararlı olursa; Allah'ın herşeyi bir kader üzerine, hayır ve hikmetlerle yarattığını ve insanların ancak Allah'ın kaderde dilediği şekilde hareket edebildiklerini unutmazsa, şeytan ona hiçbir şekilde etki edemeyecektir.
  • İnsan eğer, şeytandan bir vesvese geldiğinde, Allah'a sığınır ve Kuran ayetleriyle düşünürse, -Allah'ın izniyle- o vesvese ortadan kalkacak ve şeytan o kişiye hiçbir şekilde etki edemeyecektir.
  • İnsan eğer, şeytanın hiçbir gücü olmayan, -yalnızca Allah'ın emrini yerine getiren- çok aciz bir varlık olduğunu unutmazsa, şeytanı müstakil bir güç olarak görmezse ve Allah'tan yana tavır koyarsa, şeytan o kişiye karşı tüm gücünü kaybedecektir.
  • İnsan eğer, şeytanın hileli düzenlerini, ters-yüz ettiği gerçekleri, söylediği yalanları, oynadığı oyunları, verdiği vesveseleri Kuran ayetleriyle değerlendirirse, bunların tamamının çok çürük ve zayıf tuzaklar olduğunu hemen görecek ve şeytan ona yine hiçbir şekilde etki edemeyecektir.

İşte insan şeytana karşı bu imani şuur ile hereket ettiğinde, Allah'ın izniyle, hayatının sonuna kadar, şeytanın aleyhteki çabaları sonuçsuz kalacaktır.

İnsanın şeytana olan bakış açısı, asla bu gerçeklerin dışında bir mantık içermemelidir. Mümin asla şeytanı güçlü görmemeli, onu etkisiz hale getirmeyi zor sanmamalıdır. Allah'ın şeytanı, ancak inkar edenler için bir saptırıcı olarak yarattığını; ‘Allah'ı seven, Allah'ın beğendiği ahlakı yaşayan gerçek müminler üzerinde ise şeytanın hiçbir gücü olmadığını’ asla unutmamalıdır.

Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. (Nahl Suresi, 99)

Imam Rabbani’den Günümüze Hikmetli Mesajlar: MÜMİNLER BİRBİRLERİNİN VELİLERİDİR

Imam Rabbani’den Günümüze Hikmetli Mesajlar: MÜMİNLER BİRBİRLERİNİN VELİLERİDİR
(İmam Rabbani 132) Bu mektub molla Muhammed Sıddîk-ı Bedahşî’ye yazılmıştır: “Dünyaya düşkün olanlarla arkadaşlık etmemeli. Dünyanın ne olduğunu iyi bilenlerin sohbetine koşmak lâzım geldiği bildirilmektedir.” “Allahu Teala’nın rızasına, sevgisine engel olanları dost bilmeyiniz! Onlardan kaçınız. Çok sakınınız.”

Her insan “yakın bir dost” arayışı içindedir. Mutluluklarını paylaşacak, zor anlarında kendisine destek olacak, çözümsüz kaldığı konularda çözüm yolları gösterecek, kendisini kayıtsız şartsız sevecek, sadakat gösterecek, koruyup kollayacak, hatalarına şefkatle yaklaşacak, sağlığında olduğu kadar hastalığında veya yaşlılığında da kendisini yalnız bırakmayacak insanlar arar.

Din ahlakına göre yaşamayan insanlar, tüm isteklerine rağmen, çoğu zaman gerçek bir yakın dost bulamazlar. Birçok insanın bu konudaki “Çok yalnızım.”, “Tek bir dostum bile yok.”, “Hepsi zor günümde yalnız bıraktılar, meğer hepsi de iyi gün dostuymuş.” gibi sözlerine sık sık rastlanır. Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda, insanların, zenginlik, güzellik, itibar, makam ya da sosyal statü gibi değerlere göre kurdukları dostluklar, genellikle uzun süreli olmaz. Çünkü, dostluğun dayandığı bu değerlerde bir değişiklik olduğu anda, dostluk da biter. Bu nedenle değerli İslam alimimiz İmam Rabbani müminleri din ahlakına göre yaşamayan insanları yakın dost edinmemek konusunda uyarmıştır. Çünkü örneğin iman etmeyen bir insan, çok güzel, gösterişli ve zengin olduğu için arkadaşlık kurduğu bir kişinin, bir anda bir kaza sonucu tanınmayacak kadar değişime uğraması ve aynı zamanda da bakıma muhtaç, aciz bir konuma gelmesiyle birlikte bu kişiye olan tüm ilgisini, yakınlığını kaybedebilir. Oysa bu dostluk ve yakınlık, kişilerin Allah korkuları, imanları ve güzel ahlakları üzerine kurulmuş olsa, fiziki değişiklikler bu dostluğa etki edemeyecektir. Aksine, acizlikler içerisindeki bu insana daha da fazla şefkat ve merhamet duyulacaktır.

Unutulmamalıdır ki sevgi, Allah’ın insanlara verdiği en büyük nimetlerden biridir. Allah, insan fıtratını sevmekten ve sevilmekten zevk alacak, dostluktan ve yakınlıktan hoşlanacak şekilde yaratmıştır. Kuran ahlakını yaşayan insanlarla bir arada olmak, onlarla dostluğu ve sevgiyi yaşamak ise, iman eden bir insana birçok nimetten çok daha fazla zevk verir. Bu nedenle Allah’ın sevdiği ve hoşnut olduğu kullarına vaat ettiği cennet, gerçek sevginin, dostluğun ve yakınlığın sonsuza kadar büyük bir coşku ile yaşanacağı olağanüstü güzellikte bir yerdir. Müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını Yüce Allah Kuran’da şöyle bildirmektedir:

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, 71)

Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 54. sayfada yayınlanmıştır.

Ebcedlerde Ahir Zaman

Ebcedlerde Ahir Zaman
ADNAN OKTAR: Nasr Suresi “Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde” yani insanların büyük parçalar halinde, büyük bölümler, gruplar halinde Allah’ın dinine, İslam ahlakına girdiklerini gördüğünde, “hemen Rabbini hamd ile tesbih et”, “Elhamdülillah” de diyor Cenab-ı Allah, Nasr Suresi 2 ve 3. ayetler. Ebcedi 2016. İnşaAllah. Çok az kalmış inşaAllah. “Elbette Rabbin sana razı olduğun nimeti verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın” (Duha Suresi, 5) “Elbette Rabbin sana razı olduğun nimeti verecek” 2009. Bu yılı veriyor.

“Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?” diyor Cenab-ı Allah, İnşirah Suresi 4. ayette. Ebcedi 2009. Muhammed Mehdi Muntazır (a.s.)’ın, değil mi, şu an şanı, zikri her yerde duyuluyor inşaAllah. Cenab-ı Allah “yüceltmedik mi?” diyor. Bakın işari manası Kuran’ın, 2009. Peygamberimiz (s.a.v.)’e bakan bir ayettir. Fakat ahir zaman işari manasına baktığımızda Hz. Mehdi (a.s.)’a baktığını görüyoruz, 2009 tarihini veriyor.

“Allah yazmıştır: “Andolsun Ben galip geleceğim ve elçilerim de”(Mücadele Suresi, 21). Tarih Miladi 2010 yılını veriyor, inşaAllah. Yusuf Suresi“Allah emrinde galip olandır” Yusuf Suresi 21. Miladi 2014 tarihini veriyor.“Ve hiç şüphesiz Bizim ordularımız, Allah’ın orduları, galip gelecek olan onlardır” (Saffet Suresi, 173), 1994 veriyor. “… şüphesiz Bizim ordularımız, Allah’ın orduları, galip gelecek olan onlardır.” Hz. Mehdi (a.s.) ve talebelerinin en yoğun olduğu tarihlere bakıyor inşaAllah.

Şeytandan Allah’a sığınırım, “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, oysa kafirler istemese de, Allah Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor”. (Tevbe Suresi 32) “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar”, yani konuşarak, Darwinizm’i, materyalizmi anlatarak, “Allah Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor”. Yani İslam ahlakının bütün dünyaya hakim olmasından başkasını istemiyor. Hz. Mehdi (a.s.) devrine bakıyor, 2002. Ebcedi 2002’yi veriyor. (Sayın Adnan Oktar’ın 26 Ekim 2009 tarihinde Kral Karadeniz ve Adıyaman Asu TV’deki yayınlanan canlı röportajından)

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 23. sayfada yayınlanmıştır.

Bir Ayet Bir Açıklama: Zümer Suresi, 53

Bir Ayet Bir Açıklama: Zümer Suresi, 53
“De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir".” (Zümer Suresi, 53)

Bu ayette Yüce Allah, gaflete kapılıp hata işleyen ve ardından samimi olarak tevbe edip bağışlanma dileyen kişinin günahlarının bağışlanacağını haber vermiştir. Ayette müminlerin işledikleri kusurun boyutları ne olursa olsun, samimi olarak yaptıklarından pişmanlık duydukları takdirde Allah'ın rahmetinden umutlarını kesmemeleri gerektiği de bildirilmiştir. Bu, din ahlakını yaşamanın insanlara sunduğu en büyük nimetlerden ve kolaylıklardan biridir. Bilmeyerek, gaflete kapılarak, nefsine uyarak işlediği hatalardan dolayı ümitsizliğe düşmesi hiçbir şekilde Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavır olacaktır. Elbette mümin hata ve günah işlememeye, Allah'ın sınırlarını korumaya son derece özen gösterir. Fakat buna rağmen işlediği hataları olabilir. Hata yapan mümine düşen; hatasından dolayı ibret almak, pişman olup doğrusunu görmek, vakit geçirmeden Allah'a sığınmak ve bir daha o hatayı tekrarlamamak üzere gayret göstermektir. Allah’ın Tevvab (Tevbeleri kabul eden), Gafur (Bağışlayan), Rahman (Merhamet eden) isimleri de hata ve günah işleyip pişman olan ve Allah'a yönelen müminler üzerinde tecelli eder. Mümin, hata yaptığında hemen tevbe ettiği gibi bu hatasını kaderi hatırlayarak da tefekkür eder. Her şeyden önce bu hatası onun dünyadaki eğitimi ve Allah'a yakınlaşması için onun kaderinde yazılmıştır. Bu hatası, tevbe ettikten sonra kendisi için bir ecir vesilesi olacaktır. Çünkü hatalar, bu hatalar karşısında bunlardan hemen vazgeçen ve Kuran ahlakına uygun bir tavır sergileyerek bunları hemen telafi eden samimi müminlerin ahiretteki derecelerini yükseltir, onları olgunlaştırır, eksiklik ve acizliklerinin, kulluklarının daha iyi bilincine varmalarını sağlar. Önemli olan kişinin günahında ısrar etmeden hemen pişman olup tevbe etmesidir.

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 13. sayfada yayınlanmıştır.