Yaratılışçı Müslüman Türk Adnan Oktar’ın Lozan'a Gelişi - 06.05.2010 İsviçre/Uluslararası Katolik Haber Ajansı

Uluslararası Katolik Haber Ajansı (Agence de Presse Internationale Catholique), 6 Mayıs 2010 tarihli haberinde, Lozan ve Cenevrede yapılacak Harun Yahya konferanslarını duyurdu. "LOZAN : Harun Yahya müstear isimli Yaratılışçı Müslüman Türk Adnan Oktar’ın gelişi" başlıklı haberde aktarılan satırlardan bir kısmı şöyledir:

Evrim teorisini çürütmek için Harun Yahya müstear ismiyle yazan ve her yerde dini anlatan Türk kökenli Adnan Oktar’ın afişleri, bu günlerde neredeyse İsviçre’nin Fransızca konuşulan şehirlerinde caddelerde heryerde boy gösteriyor. Müslüman Yaratılışılığın sözcüsü 25 Mayısta Lozan’da ve 26 Mayısta Cenevre’de hayatın kökeni hakkında bilimsel bir konferans verecek.

2007 senesinde, türlerin hiç değişmediği ve evrimin bir sahtekarlık olduğunu öne süren eseri Yaratılış Atlası, Avrupa’da ve ABD’de neredeyse her yere yayılmıştı.
1956 yılında Ankara’da doğan Adnan Oktar modern çağın yalanlarını ortaya çıkardığını öne sürüyor. 80’li yıllardan beri politik, bilimsel ve dini konularda Harun Yahya adı altında çok sayıda eser yayınladı.

DİN AHLAKINDAN Uzak Yaşayan İnsanlar TATİL Ortamından NEDEN YIPRANMIŞ OLARAK Dönerler?

DİN AHLAKINDAN Uzak Yaşayan İnsanlar TATİL Ortamından NEDEN YIPRANMIŞ OLARAK Dönerler?
Din ahlakına göre yaşamayan insanlar, bütün bir yıl boyunca tatili hayal ederek çalışmalarına rağmen tatil zamanı geldiğinde neden bir türlü mutlu olamazlar?
Müslümanların dinlenmek anlayışı ve din ahlakına göre yaşamayan insanların tatil anlayışı arasında olması gereken farkları Sayın Adnan Oktar nasıl açıklamıştır?

Din ahlakından uzak yaşayan bir toplumda insanlar, kendi ifadeleriyle, sıkıntılarından kurtulup başlarını dinleyebilmenin ve tüm senenin yorgunluğunu atıp keyifli bir vakit geçirebilmenin en iyi yolunun “tatil yapmak” olduğuna inanırlar. Bu amaçla toplumun hemen her kesimindeki insanlar maddi imkanları doğrultusunda kendilerine bir tatil ortamı oluşturmaya çalışırlar. Kimileri evlerinde oturup dinlenerek, kimileri de bu süreyi değişik bir mekana giderek değerlendirmeye çalışır. Farklı tercihleri olsa da her birinin ortak amacı, yıl boyunca yerine getirmek zorunda oldukları işlerine bir süre için ara verip, bu vakti eğlenip neşelenebilecekleri farklı faaliyetlere ayırabilmektir.

Bu amaçla bütün bir sene boyunca çalışıp para biriktirir, tatil yapacakları günlerin hayalini kurarak yaşarlar. Her detayı büyük bir titizlikle önceden planlarlar. Giyecekleri kıyafetleri dikkatle seçip alır, kalacakları yerlerin en rahat edebilecekleri şartlara sahip olmasına büyük özen gösterirler. Hatta ortamı olabildiğince güzelleştirebilmek için beraberlerinde en iyi dostlarının da gelebilmesi için çeşitli organizasyonlar yaparlar. Ancak siz de çevrenizde çok sık şahit olmuşsunuzdur ki, gösterilen tüm bu itinaya, yapılan kusursuz planlara ve eldeki imkanlara rağmen bu tatiller genellikle beklenildiği gibi sonuçlanmaz. Bu kimseler genellikle hayallerinde canlandırdıklarının aksine bu tatil ortamından gerek maddi gerekse de manevi açıdan yıpranmış olarak dönerler.

Tatil Ortamından Yıpranmış Olarak Dönülmesinin Sebepleri

Bazı insanların tatil ortamından yıpranmış olarak dönmelerinin belli başlı birkaç nedeni vardır: Öncelikle dünya hayatı, içerdiği eşsiz güzelliklerin yanı sıra pek çok eksiklikle birlikte yaratılmıştır. Nitekim Allah hem aksilik gibi görünen birtakım olaylar hem de nefsin hoşuna gidecek bazı ortamlar yaratarak insanları dener. Kuran’ın bir ayetinde Allah bu gerçeğe “... Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya Suresi, 35) hükmüyle dikkat çekmektedir. İşte Allah’ın bu hikmetli yaratışı gereği, insanlar yaşamları boyunca hoşlarına giden veya gitmeyen pek çok olayla karşılaşırlar. Eğer bu olaylar karşısında güzel ahlak gösterecek olurlarsa, Allah, olumsuzluk, zorluk ya da sıkıntı gibi görünen olayları onlar için güzelliklere dönüştürür, hayırlara vesile eder. Dolayısıyla bu bakış açısıyla hareket eden bir kimse, hayatın her anından hoşnut kalır, güzellikleri görüp bunlarla mutlu olmayı başarır. Allah’ın insanları denemek için yarattığı bu olayları din ahlakına uygun olmayan bir tavır ile karşılayan insanlar ise, değil olumsuz gibi görünen olaylarda pek çok hayır görüp bunlarla mutlu olabilmek, bunlara karşı gösterdikleri ahlak nedeniyle ellerindeki güzelliklerin de tadına varamazlar.

Allah korkusunun kazandırdığı güzel ahlakın yaşanmadığı bir ortamda, insanların ne birbirlerinden ne de kendilerine sunulan güzelliklerden zevk alabilmeleri mümkün değildir. Çünkü tevekkül, olaylara hayır gözüyle bakma, aksilik gibi görünen durumları, hatalı tavırları olgunlukla ve hoşgörüyle karşılama, sorunları öfkeye kapılmadan çözümleyebilme gibi özellikler olmadığında, bunların yerini insanları büyük sıkıntılara sokan yanlış tavırlar alır. İşte tüm çabalarına rağmen, bazı insanların hayatlarının her aşamasında olduğu gibi, tatil ortamlarından da bekledikleri zevki alamamalarının nedeni budur. Bu ortamlarda karşılaşılan muhtemel aksaklıklardan kısaca birkaç örnek verecek olursak, bu kişilerin tamamen kendi ahlakları yüzünden mutsuz oldukları daha iyi anlaşılabilecektir.

Tatil Ortamlarında Karşılaşılan Aksaklıklar ve Tevekkül Sahibi Olmayan İnsanların Verdiği Tepkiler

Tatil Ortamının Hayal Ettikleri Gibi Çıkmaması: Tatil ortamlarında en sık karşılaşılan olaylardan biri, tatil için gidilen yerin tahmin edilenden farklı çıkmasıdır. Kalacakları yerin bekledikleri şartlara sahip olmadığını görmeleri, bu insanların daha en baştan huzurlarının kaçması için yeterli olur. Hele bir de bunun öncesinde buraya ulaşabilmek için kötü bir yolculuk geçirmişlerse, böyle bir durum karşısında iyice tahammülsüz bir tavır gösterirler. Bir yandan istemedikleri bir ortam ile karşılaşmalarının verdiği huzursuzluk, bir yandan da kısıtlı tatil imkanlarını istemedikleri gibi bir yerde geçirecek olmalarının verdiği hoşnutsuzluk morallerinin iyice bozulmasına neden olur. Buna bir de, “bir şeyin kötü başladığında hep kötü gideceği” şeklindeki batıl inançları eklenince iyice huzursuz olurlar.

Beklemedikleri Anda Aksaklıklarla Karşılaşmaları: Bu insanların karşılaştıkları tüm şartlar bazen de tam istedikleri gibi olur. Ancak yine de tatil süresince karşılarına çıkan beklenmedik tek bir olay dahi tüm huzurlarının kaçmasına neden olabilir. Örneğin güneşlenmek amacıyla gittikleri tatil yerinde bir anda havaların bozulup yağmur yağmaya başlaması, kısa bir süre için bile olsa bulundukları yerde sık sık elektrik ya da su kesintisi olması ya da restoranda kendileri için en iyi yerdeki masalardan kalmamış olması bu insanlar için hep birer memnuniyetsizlik nedenidir.

Oysa Allah inancı olan bir insanın bu şartlar altında aynı ortamdan alacağı zevk tümüyle farklı olur. Çünkü iman gözüyle değerlendirildiğinde aksilik gibi görünen olayların her biri, insanlara zevk veren nimetlere dönüşür. Mümin, her ne olumsuzlukla karşılaşırsa karşılaşsın, kendisine verilen imkanlar ile Allah’a şükredecek çok fazla detay görebilecek ve bunlarla mutlu olmasını bilecek bir anlayışa sahiptir. Örneğin hava güneşli değildir belki ama, yağmurlu bir havada vakit geçirmenin de ayrı güzellikleri vardır. Ya da ortam kalabalıktır belki ama, aynı vakitte açık havada spor ya da yürüyüş yapmak mümkündür.

Restorandaki masanın yeri en iyisi değildir belki ama, insanın yanında bu yemeği yerken sohbet edebileceği arkadaşları vardır. Sağlığı sıhhati yerindedir; güzel bir tatil ortamındadır; dolayısıyla sevinebileceği çok fazla nimet vardır. Ayrıca elektrik ya da su kesintisi belki zorluk oluşturabilecek problemlerdir, ancak bu süreyi insanın kendisini huzursuz ederek geçirmesi bu problemin çözülmesi yönünde hiçbir fayda sağlamaz. Bu durumda huzursuzluğun zararı insanın kendisinden başkasına olmayacaktır. Böyle durumlarda yapılması gereken, olaylara olgunlukla yaklaşarak herşeye olumlu bakmaktır.

Kendisine Verilen Nimetleri Takdir Edemeyen İnsanlar Her şey Eksiksiz Olduğunda Bile Memnuniyetsiz Olurlar

Şu bir gerçektir ki, din ahlakına göre yaşamayan insanların tatil ortamlarından zevk alamamalarının nedenleri sadece teknik aksaklıklarla bağlantılı değildir. Bu insanlar herşeyin dört dörtlük olduğu ortamlarda da memnuniyetsizlik yaşayabilmektedirler. Herşeyin mükemmel tasarlandığı, hiçbir detayın atlanmadığı, hiçbir ihtiyacın göz ardı edilmediği son derece konforlu bir ortamda bile mutsuz olabilmektedirler. Manevi boşlukları, iç huzursuzlukları ve din ahlakına göre yaşamamaları nedeniyle herşey mükemmel olsa bile, onlar ellerindeki bu nimetlerden gereği gibi zevk alamazlar. Bulundukları ortamdaki güzelliklere şükretmesini, karşılaştıkları her olaya hayır gözüyle bakmasını bilmedikleri, insanların hatalarına karşı hoşgörülü ve affedici olamadıkları, gerektiğinde özveride bulunamadıkları, tevazulu davranamadıkları sürece, her ne güzellik içerisinde olurlarsa olsunlar bunlardan zevk alamazlar. Tüm bu güzel ahlak özelliklerini ve bunlarda bir ömür boyunca süreklilik gösterebilmeyi sağlayan Allah korkusunu kalplerine yerleştirmedikleri sürece, Allah bu kimseleri dünya hayatının zevklerinden yoksun bırakır. Yüce Allah Kuran ayetlerinde bu insanların durumuna dikkat çekmekte ve yaşam tarzlarının dışarıdan bakan kimseleri yanıltıp aldatmaması gerektiğini şöyle haber vermektedir:

“İnkar edenlerin ülke ülke dönüp-dolaşmaları seni aldatmasın. (Bu) Az bir yarar(lanma)dır. Sonra bunların barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o!” (Al-i İmran Suresi, 196-197)

Sayın Adnan Oktar Müslümanların Dinlenme Anlayışının Nasıl Olması Gerektiğini Anlatıyor

ADNAN OKTAR: Yaz rehaveti gelmesin. Müslüman kardeşlerimizde yazın öyle bir düşünce oluyor. İşte yazın artık tatil başlamıştır. Dolayısıyla biz bir 3 ay kadar her türlü mücadele faaliyetini, tebliğ faaliyetini bırakırız. Zaten yorulduk, dolayısıyla tatilde dinlenmemiz gerekir gibi. Müslüman mücadele ettikçe dinlenir. Kuran’a hizmet ettikçe dinlenir. Allah’a hizmet ettikçe dinlenir. Onu yapmadığında yorulur Müslüman. Dolayısıyla o dinlenme değildir. Böyle yanlış bir inanç olmasın. Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli olmaz. Hastalığın ne zaman geleceği belli olmaz, yani hastalık da bazen insanı ölüm raddesine getirir, dünyadan geçirtir. Allah’ın, böyle bereket vermesinin, böyle güzellikler, huzur, sağlık, sıhhat vermesinin nedenini insanların iyi düşünmesi gerekir. Hikmetini iyi düşünmesi lazım. Dolayısıyla rehavete girmek, işte tatil mantığı. İnsanı onlar mutlu etmez. Allah’a hizmet etmek mutlu eder. Kuran’a hizmet etmek mutlu eder.

ALTUĞ BERKER: Bu konuda ayet-i kerime var Hocam malumunuz. Şeytandan Allah’a sığınırım. “İşlerinden boşaldığın vakit, tekrar çalış ve uğraş”mealinde. (İnşirah Suresi, 7)

ADNAN OKTAR: Tabii. Peygamberi-miz (s.a.v.)’e Cenab-ı Allah diyor, “hayatın bütün yönlerinden çekil” diyor (Müzzemmil Suresi, 8) ve bu ayet değil mi? Bakın, “işinden boşaldığında”, yani işin bittiğinde “yeniden başla çalışmaya” diyor Peygamber (s.a.v.)’e Cenab-ı Allah. Yani Müslümanın da aynı tarzda, tavır içerisinde olması lazım. İnşaAllah. Onun için, “işte giderim, havuzlarda üç ay dinlenirim”. Havuzda ne olur? Eğer Allah rızasını esas almıyorsan, gidiyorsan, Kuran’ı unutuyorsan, İslam’ı unutuyorsan, orada seni aniden ölüm yakalarsa, nasıl açıklayacaksın onu Allah’a? Yarabbim, ben tatildeydim mi diyeceksin? Kuran’ın neresinde var Allah’tan, Kuran’dan, İslam’dan uzak bir hayatı tatil olarak görmek? Bir beldede bile olsa Müslüman, yani “bir yere gidilmez” demiyorum ben, seyahat edilir. Ama yine Allah rızası için yapılır o ve orada da bütün gücü ile insan, İslam’ı ve Kuran’ı yaymak için gayret eder. İbadet hiçbir yerde durmaz. Var gücü ile gayret etmesi lazım. Allah’ın rızasının en çoğunu araması gerekir. İnşaAllah. (Sayın Adnan Oktar’ın 25 Nisan 2010 tarihli Kanal Avrupa röportajından)

Hiçbir şart ve ortam müminleri din ahlakını yaşamaktan, Allah’ı ve ahireti düşünmekten alıkoymaz. Allah Kuran’da müminlerin bu özelliğini şöyle bildirmiştir: “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” (Nur Suresi, 37)

Tatil Yerlerinde Şeytanın “Çoğunluğa Uy” Telkini Artar

Bazı kişiler normal zamanlarda namaz, oruç gibi ibadetleri yerine getirirken; tatile gittikleri yazlık bir mekanda o ortamın şartlarına uyum sağlar, bu ibadetlerini erteleyerek yerine getirmezler. Giyim kuşamları, hareket tarzları, eğlence şekilleri birdenbire din ahlakından uzak yaşayan insanlarla büyük bir benzerlik ve uyum gösterir. Din ahlakını yaşamayan insanların kalabalık şekilde bir arada olması, imanı tam olarak kalplerine yerleştirmemiş olan bu insanların ortama uyum sağlamasını kolaylaştırır. Böyle bir ortamda gezerken, alışveriş yaparken ve eğlenirken söz konusu insanlar (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ın sonsuz kudretini unutmuşlardır. Akşam yemeğini nerede yiyecekleri, ne giyecekleri gibi o ortama dair düşündükleri ayrıntılar tüm düşüncelerini kaplamıştır. Burada vurgulanmak istenen yanlışlığın elbette ki insanların tatil yerlerine gitmeleri olmadığı açıktır. Yanlış olan, bu insanların bulundukları farklı ortamlarda çoğunluğa uyarak Kuran ahlakından uzaklaşmaları ve gafil bir ruh haline girmeleridir. Oysa çoğunluğa uymanın yanlışlığı, Allah’ın Kuran’da “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar...” (Enam Suresi, 116) ayetiyle açıkça bildirdiği bir gerçektir.

Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 48. sayfada yayınlanmıştır.

Abdullah Gül: ''Hristiyan, Musevi ve gayrimüslimlerin de Cumhurbaşkanıyım''

Ne Demişti

Al Baghdadia TV, 29 Haziran 2008


Adnan Oktar: Samimi bir Hristiyana, samimi bir Yahudi'ye de şefkat ve sevgi çok önemli. Yani onlar da Allah’ın bize bir emaneti.. Onlara karşı da bir şefkat ruhu çok çok önemli. Hırsla ve kinle bakan bazı insanlar var. Bu Kuran’a uygun değil. Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uygun değil. Peygamberimiz (sav) zamanında Museviler son derece rahat yaşadılar. Hristiyanlar son derece rahat yaşadılar.


Başkent TV, 13 Şubat 2009

Adnan Oktar: Ermeniler, Museviler, Hıristiyanlar. Onlar için dünyayı adeta cennete çevireceğiz biz. Çok önemli. Müslüman kardeşlerimiz zaten cennet hayatı gibi hayat yaşayacaklar. Ama onlar da ehli kitaptır, Allah’ın bize emanetidir. Onların çektiği çileden kimse bahsetmiyor. İsrail’de Hıristiyanların nasıl ölüm korkusu içerisinde yaşadıklarını, mesela manastırlardan, kiliselerden nasıl çıkamadıklarını, nasıl eziyet gördüklerini kimse bilmiyor. Dindar Musevilere yapılan zulmü kimse bilmiyor.

Ne Oldu

Yeni Akit, 20 Ekim 2010

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye'de Hristiyan, Musevi ve gayrimüslim vatandaşların olduğunu
belirterek, "Ben onların da cumhurbaşkanıyım. Onlar da bizim vatandaşlarımız. Aramızda ayrım söz konusu olmaz. " dedi.

Haberturk, 19 Ekim 2010

Çardak Kuşları Neden Yuvalarını Süslerler

Çardak Kuşları Neden Yuvalarını Süslerler
İnsanlar yeni bir eve yerleştiğinde o evi özenle döşemek, kendi tarzlarını yansıtan ve hoşlarına giden bir ortam oluşturmak isterler. Bunun için araştırma yapar, alacakları eşyaları dikkatle seçer ve evdeki dağılımları için denemeler yaparlar. En sonunda kendilerine beğenecekleri ve bakmaktan, yaşamaktan zevk alacakları güzel bir ortam sağlarlar. Çardak kuşu da aynı adımları takip ederek kendine gösterişli bir yuva inşa eder ve burayı özenle dekore eder.

Hemen hemen güvercin büyüklüğünde bir kuş olan çardak kuşları, yaygın olarak Avustralya’da yaşarlar. Nadir bulunmaları nedeniyle araştırma yapmanın son derece zor olduğu bu kuşların kuşkusuz en dikkat çekici özellikleri, erkek kuşların inşa ettiği ve özenle dekorasyonunu yaptıkları yuvalarıdır. Bu küçük kuşun sahip olduğu zevk ve dekore ettikleri dikkat çekici yuvalar, hiç şüphesiz, Yüce Allah’ın üstün aklının eserlerinden sadece biridir.

Her çardak kuşu türünün seçtiği belli bir renk vardır. Ama genellikle parlak mavi renkli cisimleri tercih ederler. Belli bir renkte olması şartıyla sopa, taş, çiçek, tohum ve o renkte olan herhangi bir şeyi süs eşyası olarak kullanırlar.

Yuvalardaki Mükemmel Estetik Anlayışı

Erkek çardak kuşları, yetişkinliğe adım atar atmaz ilk iş olarak kendilerine bir yuva inşa ederler. Bu yuvayı inşa etmeden önce kendilerine en uygun yeri bulmak için uzun süre araştırma yaparlar. Çardak kuşlarının yuvalarına yer seçerken en çok dikkat ettikleri etken, bölgenin güzel bir ışık açısına sahip olmasıdır. Bu küçük kuş özenle dekore edip, süsleyeceği yuvasının en iyi şekilde sunumunu yapmak için en iyi ışık alan bölgeyi seçer ve yuvasını inşa etmeye başlar. Cinsten cinse göre değişen yuvalar, genellikle oval, üçgen, köprülü bir yol şeklinde veya kubbelidir. Yuvasının inşasını tamamlayan erkek çardak kuşu için bundan sonra asıl görev başlar: Evini en göz alıcı, dikkat çekici ve etkileyici şekilde dekore etmek… Bu süreç şöyle gerçekleşir:

Küçük kuş, uzun araştırmalar sonucu çevresinde hoşuna giden tüm objeleri toplar. Bu kuşların yuvalarında kuş tüyleri, çakıl taşları, rengârenk çiçekler, yemişler, değişik formlu yapraklar, kimi zaman etraftan topladıkları bozuk paralar, metal parçalar, alüminyum folyo parçaları, gözlük camları, ipler, kaşıklar ve hatta araba anahtarları bile bulunabilir.

Bulduğu objeleri yuvasına toplayan çardak kuşu daha sonra saatler süren bir dekorasyon sürecine girer. Sürekli eşyaların yerlerini değiştirerek en dikkat çekici ve en güzel düzeni oluşturmaya çabalar.

Koleksiyonuna yeni objeler eklediğinde, daha az beğendikleriyle bunları değiştirir.

Sadece dekorasyonla sınırlı kalmayan çardak kuşu bir de üstüne üstlük duvarlarına boya ve sıva yapar. Hatta malzemelerini dahi kendi üretir. Boyayı, saten çardak kuşları çilek ve kömür tozlarını ağızlarında karıştırarak sağlarlar. Ağızlarında çiğnedikleri bir parça ağaç kabuğu ile de dalların oluşturduğu duvarlarına sıva yaparlar.

Eşyalarının yerlerini ezberleyen çardak kuşu, o yuvada yokken herhangi bir eşyasının yerinin değişmesi durumunda bunu hemen fark eder ve eşyayı eski yerine yerleştirir.

Dikkat çekici olan başka bir nokta da bu kuşların yuvalarının hiçbirinin birbirine benzememesidir. Her kuş, yuvasını adeta kendi zevkine göre inşa eder.

Peki, bu küçücük kuş böyle bir yuva yapmayı nereden öğrenmiştir? Çevreden objeler toplayıp bunları bir araya getirip bir bütünlük sağlamayı nasıl bilebilir? Şüphe yoktur ki bir kuş bu kadar çok detayı ve özeni kendi başına düşünemez. Bu özenli yuvayı ona ilham eden, Alemlerin tek Hakimi olan Allah’tır. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle haber vermiştir:

“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. “ (Nur Suresi, 41)

Kuşların Süslü Yuvalarını Hazırlamalarının Amacı Nedir?

Çardak kuşları diğer kuşların aksine yuvalarını yaşamak yerine, karşı cinsin ilgisini çekebilmek için inşa ederler. Dişilerine yaptıkları gösterilerinde bazı kuş türlerinin yaptığı gibi tüylerini kabartmak yerine dekorasyon malzemesi olarak kullandıkları “nesneleri” sergiler ve küçük çardaklar kurarlar. Dişi kuşların dikkatini çekebilmek ve en gösterişli yuvayı yapabilmek için adeta birbirleriyle yarışırlar. Yuvasına yaklaşan dişi kuşu fark eden erkek kuş yuvasında dolaşır ve dişi kuşu etkilemek için şarkı söyler. Aynı zamanda çok iyi birer taklitçi olan bu kuşlar, şelale ve insan seslerini birebir taklit edebilir ve bu sayede de dişi kuşun ilgisini çekmeye çabalarlar.

Mimari Detaya Sahip Yuvalar Yüce Allah’ın Birer Tecellisidir

Çardak kuşları şaşırtıcı teknikler kullanarak çok sayıda mimari detaya sahip yuvalar inşa ederler. Yuvaların inşasında bir mimar gibi plan yapar, gerçek bir duvar ustası gibi çalışır, bir mühendis gibi teknik çözümler getirir ve bir dekoratör gibi yuvalarını dekore eder, süslerler. Bu yuvaların hazırlanış teknikleri, bilinci ve zekası olmayan bir canlıdan beklenmeyecek kadar mükemmeldir. Elbette bu küçücük kuşların yuvalarını, kendi zekalarıyla tasarlayamayacakları çok açıktır. Bu kuşlara sahip oldukları bu yetenekleri Yüce Allah ilham eder. Çardak kuşları Yüce Allah’ın sanatının, gücünün, ilminin, yaratmadaki üstünlüğünün canlı birer delilidir. Yüce Allah bu gerçeği kullarına şöyle haber verir:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.” (Al-i İmran Suresi, 190)

Çardak kuşu yuvasının duvarlarını da boyar. Üstelik boyasını da kendisi elde eder. Nasıl mı? Çeşitli renklerdeki bitkileri toplar ve bunların sularını kullanarak duvarlarını boyar. Kimi zaman da boyama işlemi için salgısıyla karıştırdığı kömürü kullanır. Ayrıca ağzında çiğnediği bir parça ağaç kabuğu ile de dalların oluşturduğu yuva duvarına boya yapar.

KUŞLARIN İLGİ ÇEKİCİ YUVALARI

Terzi Kuşları Yuvalarını Nasıl Dikerler?

Hindistan’da yaşayan terzi kuşları gagalarını bir dikiş iğnesi gibi kullanırlar. İplikleri ise, örümcek ağından elde ettikleri ipek, tohumlardan oluşturdukları pamuk veya ağaç kabuklarından kopardıkları liflerdir. Yuvalarını yaparken öncelikle bir ağaçta gelişmekte olan yaprakları seçerler ve kenarları üst üste gelecek şekilde bu yaprakları çekerek şekle sokarlar. Terzi kuşu bunun ardından sivri gagasıyla her bir yaprağın kenarına bir delik açar. Topladığı örümcek ağı veya bitki liflerini bir terzinin iğne-iplik kullanması gibi gagasıyla deliklerden geçirir ve düşmelerini engellemek için her ilmiği düğümler. Aynı işlemi diğer uçta da yaparak iki yaprağı birbirine “dikmiş” olur. Bir çift yaprağı ya da tek bir yaprağı kendi etrafında döndürmek için yarım düzine kadar düğüme ihtiyaç vardır. Daha sonra kuş bu keseyi çimlerle doldurup döşer. Ayrıca bu yapraklarla kaplı kesenin içinde, dişisinin yumurtalarını koyacağı gizli bir yuva daha dokur.

Çok Büyük Bir Azim, Sabır ve Beceriyle Yuvasını Ören Dokumacı Kuşu

Dokumacı kuş ilk iş olarak kullanacağı malzemeyi toplar. Yeşil ve taze yapraklardan kendine ince uzun şeritler keser veya yaprakların orta damarlarını alır. Özellikle taze yaprakları seçmesinin ise bir nedeni vardır. Kuru yapraklardan alacağı malzemeyi kontrol edebilmesi ve bunları dokumada kullanması çok zordur, ancak taze yaprak lifleri ile bu işlemler çok kolay gerçekleşir. Kuş öncelikle çatallı bir dala, bir yapraktan kopardığı uzun bir lifin ucunu sararak işe başlar. Bir ayağı ile lifin ucunu dalın üzerinde tutarken, diğer ucunu gagasıyla idare eder. Liflerin düşmelerini engellemek için onları düğüm atarak birbirlerine bağlar. İlk olarak bir çember oluşturur; bu yuvasının girişidir. Daha sonra ise gagasını mekik gibi kullanarak yaprak liflerini diğer liflerin üzerinden ve altından sırayla geçirir. Dokuma işlemi sırasında her lifin ne kadar çekilmesi gerektiğini de hesaplayabilmelidir. Çünkü eğer dokuması gevşek olursa yuva hemen çöker. Ayrıca yuvanın son halini zihninde canlandırabilmelidir ki, duvarların ne zaman kavisleneceğine veya dışarı doğru çıkıntı verileceğine karar versin.

Girişi dokuduktan sonra yuvanın duvarlarını dokumaya başlar. Bunun için baş aşağı durur ve içeriden çalışmaya devam eder. Gagasıyla bir lifi diğerinin altına sokar ve sonra hassas bir şekilde dışarıda kalan ucunu tutar ve sıkıca çeker. Böylece yuvasının duvarlarında son derece muntazam bir dokuma oluşturur.

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 46. sayfada yayınlanmıştır.

Kanın Pıhtılaşmasındaki Mükemmel Enzim Zinciri

Kanın Pıhtılaşmasındaki Mükemmel Enzim Zinciri
Kanın pıhtılaşma sistemi, bir dizi enzimin birlikte hareket etmesi ile gerçekleşen olağanüstü bir olaydır. Bu sistem öylesine kusursuz gelişir ki, bir yerimiz yaralandığında, kanın durup yaranın bir süre sonra kapanacağından emin oluruz. İşte bu eminlik, bedenimizdeki enzimlerin Allah’ın rahmetiyle hatasız ve sistematik şekilde çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

Sadece tek bir uzvunuzu hareket ettirmek için vücudunuzda birçok işlem gerçekleşir. İşlemler, aldığınız karar ile başlar ve temele doğru inildikçe daha da kompleks bir hal alır. Beyninizde emrin oluşması ile başlayan reaksiyonlar silsilesi, sayı olarak belki de milyarları bulmakta, bunların tümü için vücudunuzda enzimler görev yapmaktadır. Enzimler konusu ile ilgili her detay oldukça şaşırtıcıdır ve enzimlerin her birinin yaptığı iş oldukça önemlidir. İşte bu nedenle vücutta görev yapan her enzim özeldir.
Örneğin bedenimizde bir yaranın oluşması, vücudu alarma geçiren önemli bir olaydır. Müdahalenin, yaranın açıldığı yere yapılması gerekir. Bunun için tüm imkanlar seferber edilir ve bu bölgeye doğru bir akış başlar. İşte bu sırada vücutta sakince dolaşan bazı enzimler de Allah’ın ilhamıyla bir anda büyük bir hızla hareketlenirler.

Kanama Başladığında Vücut İçinde Başlayan Seferberlik

İlk Yardım: Vücudun herhangi bir bölgesinde bir kanama başladığında ilk yardım, trombosit adı verilen kan plakçıklarından gelir. Trombositler kanın içinde dağınık olarak dolaşırlar, bu nedenle kanama vücudun neresinde olursa olsun, mutlaka o bölgeye yakın, devriye gezen bir trombosit vardır.

Von Willebrand isminde bir protein ise, kaza yerini işaret ederek yardım isteyen bir trafik polisi gibi, trombositleri gördüğünde önlerini keser ve olay yerinde kalmalarını sağlar. Olay yerine gelen ilk trombosit, aynı telsizle yardım ister gibi, bir madde salgılayarak, diğerlerini de olay yerine çağırır.

Enzimler Pıhtılaşmayı Başlatıyor: İlk müdahale yapıldıktan sonra iş enzimlere düşmektedir. Aslında bu aşamaya kadar devreye girmiş çok sayıda enzim vardır, ama burada pıhtılaşma işlemini tamamlayan enzimlerin üzerinde durulacaktır. Vücut, daima daha sonra kullanılmak üzere aktif olmayan enzimler depo eder. Bu enzimler, ancak vücutta gerekli olduklarına dair bir sinyal aldıklarında harekete geçmeye kodlanmışlardır. Kanda serbest gezen fibrinojen de aktif halde olmayan bir enzimdir. Kan plazması içinde erimiş haldedir. Vücutta bir yara açılana kadar, kendi halinde etrafta yüzer. Ancak herhangi bir yerde bir alarm durumu söz konusu olduğunda, bir anda hareketlenir. Kan plazmasında herhangi bir iş yapmadan dolaşan bu protein, yaranın oluştuğu bölgeye doğru ilerlemeye başlar

İlk Pıhtıyı Oluşturan Ağ: Vücutta alarm durumu oluştuğunda, trombin adındaki bir diğer enzim, fibrinojenin protein zincirindeki üç halkadan ikisini keser. Fibrinojen, fibrin haline gelmiştir. Yani aktif olmayan bir enzim aktif hale getirilmiştir. Kesilen yüzeyde ise yapışkan parçalar oluşmuştur. Bu yapışkan parçalar, fibrinlerin diğer fibrin molekülleri ile birleşmesini sağlar. Fibrin moleküllerinin birleşmesiyle uzun bir zincir oluşur ve proteinler birbirlerinin üzerinden geçerek bir ağ oluştururlar. Bu oluşan ilk pıhtıdır. Ardından bu pıhtılar bir balık ağı gibi yaranın üzerini kaplamaya devam eder.

Trombin aynı zamanda faktör XIII enzimini faktör XIIIa’ya dönüştürür. Bu faktör, fibrin pıhtısının daha sağlam olmasını sağlamaktadır. (Robert K. Murray, Peter A. Mayes, Darly K. Granner, Victor W. Rodwell, Harper’ın biyokimyası, Barış Kitabevi, 1993, sf. 783)

Yumurta-Tavuk Bilmecesini Andıran Enzim Zinciri

Trombinin Pasif Hali Pro Trombin: Fibrinojeni aktif hale getiren trombin de aslında kanda protrombin denilen aktif olmayan hali ile mevcuttur. Bu önemlidir, çünkü eğer kanda sürekli olarak trombin dolaşıyor olsaydı, bütün fibrinojenleri kesecek ve vücutta sürekli olarak kontrolsüz pıhtı oluşacaktı. Böyle bir tehlikenin oluşmaması için protrombinin de bir enzim tarafından aktif hale geçirilmesi gerekmektedir.

Protrombini Aktif Hale Dönüştüren Stuart Faktörü ve Akselerin:

Protrombini, Stuart faktörü adı verilen bir başka enzim keser ve onu aktif hale dönüştürür. Ancak trombin için geçerli olan durum, Stuart faktörü için de geçerlidir. Eğer Stuart faktörü baştan beri kan içinde serbestçe dolaşıyor olsaydı, bu defa pıhtılaşma mekanizmasını o sürekli olarak harekete geçirecek ve vücutta kontrolsüz pıhtı oluşumu bu defa Stuart faktörü nedeniyle başlayacaktı. İşte bu nedenle Stuart faktörü de kanda aktif halde değildir ve harekete geçmesi için aktif hale getirilmesi gerekmektedir.
Ancak protrombinin hareketlenebilmesi için yalnızca Stuart faktörü yeterli değildir. Akselerin adındaki başka bir enzim, Stuart faktörü ile birlikte hareket ederek protrombini trombin haline dönüştürürler.

Akselerini Aktif Hale Getiren Trombin: Pıhtılaşmanın gerekli olmayan bir anda başlamaması için akselerinin de ilk başta aktif halde olmadığını tahmin edebiliriz. Ancak onun aktifleşme sisteminde büyük bir ikilem, “yumurta-tavuk” bilmecesini andıran bir durum karşımıza çıkar. Çünkü akselerini aktifleştiren enzim “trombin”dir. Akselerinin, kendi aktifleştirdiği bir enzim tarafından aktif hale getirilmesini nasıl açıklarız? Bunun sebebi, Stuart faktörünün protrombini çok ağır bir şekilde kesmesi ve bu nedenle vücutta bir tedbir olarak mutlaka bir miktar trombinin hazır halde bulunmasıdır. Bu önemli tedbir ile olay başlar ve Stuart faktörünün hareketlenmesi ile pıhtılaşma sistemi büyük bir hızla hareketlenir.

Pıhtılaşmayı Durdurmak da Enzimlerin Görevidir

Bunlar kanın pıhtılaşmasını sağlayacak olan faktörlerin oluşturduğu bir sistemdir. Buradaki enzimler, neyin ne zaman harekete geçmesi gerektiğini, nerede yoğunlaşması gerektiğini, vücuttaki hangi noktayı kapatmak için çalışmaları gerektiğini bilirler. Ayrıca ne zaman durmaları gerektiğini de bilirler. Bir yara üzerinde başlayan pıhtılaşma işlemi, eğer gerekli yerde durmazsa, bu vücut için büyük bir tehlike oluşturacaktır. Pıhtılaşmanın kontrolsüz devam etmesi, kan damarlarının tıkanması ve hayati bazı organların artık çalışamaması anlamına gelir. Bu sebeple peş peşe birbirini harekete geçiren pıhtılaştırıcı enzimlerin faaliyetlerinin durdurulması gerekmektedir. Bunu onlara haber verenler de yine başka enzimlerdir.

Yara İyileştikten Sonra Pıhtı Nasıl Ortadan Kaldırılır?

Yara iyileştikten sonra da pıhtının ortadan kaldırılması gerekir. Bunun için de yine devrede olan moleküller, enzimlerdir. Plazmin adı verilen bir enzim, fibrin pıhtılarını kesmek için bir makas görevi görür. Plazmin, fibrini etkiler ancak fibrinin inaktif hali olan fibrinojen üzerinde etkili değildir. Eğer öyle olsaydı bu, sonra oluşturulması gereken pıhtılar için büyük bir zorluk oluşturacaktı. Plazmin çok hızlı hareket edemez. Bu bir avantajdır, çünkü yaranın oluştuğu sırada da faaliyet halinde olan plazmin, tüm fibrinleri kesmeden yara iyileşmiş olur.

Kanın Pıhtılaşması Vücudumuzdaki İndirgenemez Kompleks Yapılardan Yalnızca Biridir

Kanın pıhtılaşma sisteminde devreye giren daha sayısız enzim bulunmaktadır. Bunların her biri, bir işlemin yürütülmesi veya tamamlanması için gereklidir ve tek bir tanesinin bile devreden çıkarılamayacağı, indirgenemez kompleks bir sistemin elemanlarıdırlar.

Eskiden koyu bir ateist şimdi ise evrim karşıtı olup yaratılış gerçeğini savunan yazar James Perloff, kanın pıhtılaşma sistemi konusunda evrimcilerin içinde bulunduğu ikilemi, Michael Behe’nin yorumunu da katarak şu şekilde ifade etmiştir:

“Kanın pıhtılaşma oluşumu oldukça komplekstir, pıhtılaşma dışında başka bir fonksiyonu olmayan sayısız proteini içine alan çok aşamalı bir işlemdir. Her protein aktive olabilmek için bir enzime bağımlıdır. Behe’nin yorumunu basitçe şu şekilde açıklayabiliriz: Hangisi daha önce evrimleşmiştir? Protein mi enzim mi? Protein değildir, onu harekete geçirecek bir enzim olmadan hiçbir fonksiyonu olamaz. Ama o zaman doğa neden önce aktive eden enzimleri evrimleştirmiştir? Protein olmadan, bunun hiçbir amacı yoktur. Dahası, eğer kanın pıhtılaşması asırlar alan aşamalar şeklinde evrimleştiyse, bu sistem mükemmel hale gelene kadar canlıların kan kaybından ölmüş olmaları gerekirdi. Bu sistem indirgenemez bir kompleksliktir.” (worldnetdaily.com/news/ article.asp? ARTICLE_ID=21776)

Yüzlerce aşamadan oluşan ve hiçbir aşamasının basitleştirilemediği, devreden çıkarılamadığı böyle bir sistem, şuursuz atomların tesadüfen bir araya gelmeleri sonucunda oluşabilir mi?
Şuursuz atomlar tesadüfen kanın pıhtılaşma sistemine ait bir enzimi meydana getirebilir mi?
Tesadüfler mucizeler oluşturabilir mi?
Tesadüfler bir şeyi yoktan yaratabilirler mi?
Elbette bunların hiçbiri mümkün değildir. Evrimciler ise kör tesadüflerin şuursuz atomlardan adeta şuurlu işleyen bir pıhtılaşma sistemi var ettiğini iddia ederler. Tesadüfler, Darwinizm’in sözde mucizeler meydana getiren sahte ilahıdır. İşte bu yüzden evrimciler, tesadüflerin bir şeyler oluşturduğuna, mucizeler gerçekleştirdiğine, yoktan var ettiğine insanları ikna etmeye çalışırlar.

Oysa amaçsızca gerçekleşen, kontrolsüz ve bilinçsiz gelişen olaylar sonucunda mükemmel ve düzenli sistemlerin meydana gelmesi imkansızdır. Kanın pıhtılaşma sistemi gibi kompleks, detaylı, moleküler düzeyde son derece hassas olan ve kompleks bir iş bölümü gerektiren bir mekanizmada rastgele tek bir olay sistemi altüst edecektir. Bu sistem, insan bedenindeki tüm diğer sistemler gibi, Allah’ın Yüceliğini ve büyüklüğünü gösterir. Yüce Allah, her şeyin Yaratıcısı’dır ve tüm varlıklar O’na boyun eğmişlerdir. Allah ayetlerde şöyle buyurur:

“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka İlah yoktur. Her şeyin Yaratıcısı’dır, öyleyse O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif
olandır, haberdar olandır.” (En’am Suresi, 102-103)

Vücudumuzdaki Enzimlerin Görevlerini Detaylı Olarak Bilmenin Hikmetleri

Eğer bir insan, karşısındaki kişi ile konuşabilmeyi, sevdiği bir meyveyi yiyebilmeyi, bir manzarayı doyasıya seyredebilmeyi ve gülüp neşelenebilmeyi sağlayan enzimlerin nasıl çalıştıklarını tam olarak bilirse, sahip olduğu bu nimetin inceliklerini de görebilir. Sunulan nimetlerin hiçbirinin amaçsız olmadığını, her hücrede insana özel yaratılmış bir olağanüstülüğün var olduğunu fark edebilir. Bunların tümünün, Allah’ın izniyle çalışmaya devam ettiklerini, Allah’ın dilemesiyle, “sadece bir an içinde”, tamamen durabileceklerini hatırlayabilir. Böyle bir an için, getirebilecek hiçbir çözümü, yapabilecek hiçbir şeyi olmadığını anlayabilir. Allah’ın büyük bir nimet olarak var ettiği enzimlerin, başka hiçbir yolla harekete geçemeyeceklerini görebilir. Bu da Yaratanı takdir etmek, Allah’ın varlığına iman etmek demektir ki, bunun bir insana dünyada da ahirette de getireceği fayda büyüktür. Allah’ı gereği gibi takdir edebilmek Allah’ın izniyle, dünyada rahatlık ve nimet, ahirette ise sonsuz cennet hayatına vesile olabilir.

Kanın pıhtılaşma sistemi, bir dizi enzimin birlikte hareket etmesi ile gerçekleşen olağanüstü bir olaydır. Her enzimin, doğru yerde bulunması ve doğru zamanda harekete geçmesi gereklidir. Sayısız enzim, adeta ne zaman ne yapmaları gerektiğini bilircesine görev başındadır. Bu mükemmel işbirliği ve kusursuz çalışma, Allah’ın yarattığı bir nimettir ve her bir detay Allah’ın Yüceliğinin ve büyüklüğünün birer tecellisidir.

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 52. sayfada yayınlanmıştır.

Bir Ayet Bir Açıklama: Ankebut Suresi, 59

Bir Ayet Bir Açıklama: Ankebut Suresi, 59
“Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.” (Ankebut Suresi, 59)

Bu ayette Allah, müminlerin yaşadıkları olaylar karşısında sabırlı ve tevekküllü olduklarını yani Allah'ın yarattığı kadere teslim olan; Allah’a güvenip, dayanan insanlar olduklarını haber vermektedir. Sabır ve tevekkül, müminlerin güzel ahlak özelliklerindendir. Müminler sabrı Allah'a yakınlaşmanın bir yolu olarak görmekte ve Kuran'da emredilen bir ibadet olarak yaşamaktadırlar. Nasıl bir sabırla sabretmeleri gerektiğini belirleyen rehberleri ise Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetidir. Müminler başlarına bir zorluk geliyorsa bunu yaratanın Allah olduğunu ve bunun mutlaka kendileri için hayırlara vesile olacağını bilirler. Allah'ın kendileri için en güzel kaderi belirlediğini bildikleri için karşılaştıkları her olaya gönülden razı olur ve hoşnutlukla tevekkül ederler. Müminler hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, şikayet etmeyi, yakınmayı kendilerine hiçbir şekilde yakıştırmazlar. "Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır" (İnşirah Suresi, 5-6) ayetleriyle de bildirildiği gibi, Allah'ın zorlukları kolaylıklarıyla birlikte yarattığını ve bunun Allah'ın değişmeyen kesin bir kanunu olduğunu bilirler. "Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez..." (Bakara Suresi, 286) ayetiyle Allah kullarına önemli bir gerçeği daha hatırlatmıştır. Allah her insanı, ancak üstesinden gelebileceği zorluklarla denemektedir. Dolayısıyla insan bir zorlukla karşılaşıyorsa, kesin bir gerçektir ki Allah o kişiye bu duruma sabredebileceği gücü de vermiştir. İşte Kuran'ın bu ayetlerine iman eden müminler, dünyada iken bu zorlukların hiçbir şekilde sonu gelmese bile, bunda bir hayır olduğunu ve Allah'ın sabredenlere ahirette sabır göstermelerinin karşılığını en güzeliyle vereceğini bilirler. Ve bunu bildikleri için de hiçbir zaman sıkıntıya kapılmazlar. Allah'tan gelen bir zorluğu giderebilecek olanın ancak Allah olduğunu, yalnızca Allah'a tevekkül edip O'ndan yardım dileyebileceklerini bilerek zorlukları hafifletmesi için Rabbimiz’e dua ederler.

Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 59. sayfada yayınlanmıştır.

Yaratılışı Savunanların Etkileri Dünya Çapında Yayılıyor - 05.10.2009 İngiltere/Reuters

Reuters haber ajansının 5 Ekim 2009 tarihli internet sayfasında yer alan bir haberde, Yaratılış inancının gittikçe yayılan etkisine dikkat çekildi. Haberde Harun Yahya'nın eserlerinin bu gelişmedeki etkisine ise şöyle vurgu yapıldı:

Neden “bu tartışmayı haber yapıyoruz?” Bunu yapmamızın nedeni yaratılışçıların sayısının çok fazla olması... (Yaratılışçılar) bilim öğretimini sorguluyorlar ve evrimin hiçbir zaman olmadığını ispatladıklarını öne sürdükleri müzeler açıyorlar. Bu haberleri yapmamızın diğer bir nedeni de, etkilerinin diğer ülkelere yayılıyor olması; özellikle Harun Yahya gibi İslami yaratılışçıların çalışmaları yoluyla Müslüman ülkelere yayılması... Bilim adamlarına... felsefecilere ve diğer düşünürlere meydan okuyarak, onları, düşüncelerini gözden geçirmeye mecbur bırakıyorlar... (Yaratılışın) liselerde biyoloji derslerine dahil edilmesine ramak kaldı.

Olayların Olumsuzdan Yola Çıkarak Halletmeye Çalışmak, Çoğu Zaman Yıkıcı Etki Oluşturur

Olayların Olumsuzdan Yola Çıkarak Halletmeye Çalışmak, Çoğu Zaman Yıkıcı Etki Oluşturur
“... Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür.” (Hud Suresi, 114)

Şeytanın din ahlakının yaşanmasını engellemek için kullandığı yöntemlerden biri de insanları olumsuz konuşmaya teşvik etmesidir. Şeytanın bu telkini altına giren bir insan, bazı durumlarda olumsuz konuşmanın son derece gerekli ve faydalı olduğuna inanır. Hatta pek çok konuyu halledebilmek için bir olayın olumsuz yönlerinin de irdelenmesinin zaruri olduğunu düşünür. Ancak bu Kuran ahlakına uygun olmayan son derece yanlış bir davranış şeklidir.

İnsan nefsinde, iyi ve kötü olan herşey bir aradadır. Bu da, Allah’ın insanlar için yarattığı imtihanın bir başka özelliğidir. İnsan, hayatının son saniyesine kadar nefsindeki kötülüklere karşı mücadele etmek durumundadır. Nefsini kendi haline bıraktığı takdirde, bu iyilikler hiçbir zaman için kendi kendine kötülükleri yenerek baskın çıkamaz. İnsan bunun için sürekli olarak çaba harcamalıdır. Aklını, iradesini, vicdanını sürekli olarak daha iyi olabilmek için kullanmalıdır.

İnsanın bu mücadelesinde irade kullanarak elde etmesi gereken özelliklerden biri de ‘olumlu düşünmek’tir. İyi ve kötünün bir arada olduğu nefsin, ‘insanları olumsuz düşünmeye teşvik etme’ özelliği de vardır. Ve elbette ki bunu, çeşitli kılıflarla örterek, doğru ve mantıklı göstererek, hatta akılcılığın bir gereği olduğunu düşündürterek yapmaya çalışır. Olumlu düşünmenin bir anlamda ‘kendini kandırmak’ olacağını, ‘olumsuzlukları düşünmenin ise, insanı her zaman için daha iyi ve tedbirli hale getireceğini’, ‘daha akılcı adımlar atmasını sağlayacağını’, ‘böyle bir insanın tehlikeleri, riskleri çok daha iyi göreceğini’ telkin eder. İnsanları, olumsuz düşünmenin ‘gerçekçilik’, olumlu düşünmenin ise ‘insanın kendini kandırması’ olduğuna inandırtmaya gayret eder.

İnsanın böyle bir durumda Kuran ahlakından yana tavır alması gerektiği çok açıktır. Allah Kuran’da Müslümanlara ‘tevekkül etmeyi, her olayı hayra yormayı, Allah’ın kaderde herşeyi hayırla yarattığını düşünmeyi, her ne olursa olsun her konuda Allah’tan ümitvar olmayı’ bildirmiştir. O halde mümin, Kuran’ı ölçü aldığı için, şeytan ya da nefsi aksini her ne kadar makul görünen delillerle süslese de, olumlu düşünmekten yana tavır almalıdır.

Şeytan Olumsuz Düşünceleri Dile Getirmeyi “Dürüstlük” Gibi Göstermeye Çalışır

Bir konuda ilerleme kaydetmek ve daha yapıcı sonuçlar elde etmek isteyen bir insanın, geçmişteki ya da halihazırdaki var olan olumsuz yönleri, olumsuz şartları dile getirmesi, tam tersine kişilere zarar verip yıkıcı etki de yapabilir. Kişi o an için meydana getirdiği bu sonuçların farkına varmayabilir. Ama aslında olumsuzlukları tekrar tekrar dile getirmesiyle çevresine olduğu kadar, kendisine de zarar verir. Anlattıklarıyla kendisine daha derin telkinler yaparak, olumsuzların gerçekliğine kendisini daha da kesin bir şekilde inandırır.

Bu bakış açısındaki insanın bir de şöyle bir düşüncesi vardır: “eğer olumsuzu gizlersem gerçekçi davranmamış, dürüst olmamış olurum. Gerçekte zaten var olan bir şey bu. Bunu dile getirsem de getirmesem de bu zaten var. Bir de söze dökmenin ekstradan daha ne olumsuz etkisi olabilir ki? Ayrıca var olan bir olumsuzluğu gizlersek; sanki hiç yokmuş, hiç olmamış gibi davranırsak, üzerini örtersek, o zaman onu nasıl ortadan kaldırırız? Nasıl çözeriz? O zaman o olumsuzluk her zaman zeminde var olmaya devam edecek, gizliden gizliye sürüp gidecektir. Bu yüzden ben gerçekçi ve dürüst davranıp, yıkıcı da olsa olumsuzlukları mutlaka dile getirmeliyim.”

İşte bu da çok yanlış bir düşüncedir. Dürüstlük, doğruculuk, gerçekçilik demek sürekli olumsuzlukları dile getirmek değildir. Aynı sonucu almanın çok daha güzel, daha hikmetli, etkili, faydalı ve yapıcı yolları da vardır.

Güzel Olan Davranış, Olumsuzluğu Dile Getirmeden Çözüm Sunmaktır

Makbul olan, olumsuzu hiç dile getirmeden, onun çözümü olacak olan olumlusunu konuşmaktır. Bu, bir konuyu hallederken her iki tarafa da olumlu telkin yapacak, olumlu sonuca ulaşılmasını hızlandıracak ve olumlu temelleri güçlendirecek bir ahlaktır. Olayların sürekli olumsuz yönleri üzerinde durmak ise, ortada sanki bir açmaz varmış telkini verir. Adeta aşılması ve unutulması mümkün olmayan, kişilerin hayatları boyunca peşlerini bırakmayacak, üzerlerine ilişmiş, kalıcı hasarlarmış gibi bir hipnoz etkisi yapar. Oysa olumsuz yönler, dile getirilmediği ve onları giderecek olumlu tedbirler alındığı takdirde, hızla yok olur ve eriyip gider.

Allah Kuran’da, “iyiliklerin kötülükleri gidereceğini” bildirmiştir (Hud Suresi, 114). Bu Allah’ın kesin bir adetullahıdır. Asla değişmez. Kesin bir gerçektir. Ve mutlaka bu şekilde sonuç verir. Dolayısıyla sürekli olumlusunu konuşan, olumludan yana tedbirler alan ve olayları hayır gözüyle, pozitif yaklaşarak değerlendiren ve uygulayan bir insan, Allah’ın izniyle ortadaki olumsuzluklardan hızla sıyrılıp kurtulacaktır.

Ayrıca sürekli olumlusunu söylemek, gerçekte durum hakikaten zahiren olumsuz gibi görünse dahi, mutlaka olumlu telkin yapar. Gerçekte o şekilde olmasa bile, öyleymiş gibi taraflara o konuyu halletmede cesaret, huzur, güven ve yapıcı hareket edebilme gücü verir.

“Tedbirli Olmak” ve “Sürekli Olumsuz Düşünceleri Dile Getirmek” Birbirinden Farklıdır

Olumsuz düşünmenin ‘tedbircilik’ olduğunu sanan bir insan, bu konuda da tamamıyla yanılmaktadır. Öylesine karamsar, çökmüş, içine kapanmış, mutsuz, ümitsiz bir insanın gerçek anlamda tedbir alabilmesi zaten pek mümkün değildir. Doğru düşünebilme, olayları olduğu gibi görüp isabetli değerlendirebilme ve tedbir alabilme yeteneğini, yaşadığı ruh haliyle birlikte zaten kaybetmiş durumdadır. İnsan tedbir alabilmeyi, ancak olumlu düşünmenin getireceği huzurlu, akılcı, pozitif ve dengeli bir ruh hali içerisindeyken gerçekleştirebilir. İnsanları, olayları ve tehlikeleri doğru analiz edebilmesi, ancak böyle makul bir bakış açısı içerisindeyken mümkün olabilir.

İnsan eksik, kusurlu ve hatalı yönleri içten içe elbette ki bilir. Ama bunu sürekli konuşmak yerine, bunun tedbirlerini alarak üzerine gider ve Allah’ın izniyle çözüme de kavuşturur.

Mümin İçin Herşey Hayırlı Yaratılmıştır

İnsanın günlük hayatında karşısına çıkan diğer tüm olayları olumlu bir bakış açısıyla değerlendirip çözmeye çalışması son derece önemlidir. Bu en başta, Kuran’da bize Allah'ın gösterdiği ahlakın bir gereğidir. Allah Kuran’da insanlara,“sözün en güzelini söylemelerini” emretmiştir (İsra Suresi, 53). İşte bu nedenle olumsuzu söylemeyip, daima olumludan yana konuşmak, Allah’ın izniyle şeytanın oyununu bozacak; olayların olabilecek en güzel şekilde sonuçlanmasına vesile olacak en hayırlı, en etkili yöntemlerden biridir.

Güzel ahlakın, Kuran ahlakına uygun şekilde olumlu, tevekküllü, teslimiyetli düşünmenin dünyada ve ahirette kesin olarak güzel sonuç vereceği açıktır. Rabbimiz Kuran’da güzel ahlakın kolaylığını ve şeytanın gösterdiği yolun zorluğunu şöyle açıklamıştır:

“Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı? “ (Mülk Suresi, 22)

En zor şartlar altındaki insanın bile hayatında, sevineceği, mutlu olacağı, şükredeceği çok fazla nimet ve güzellik vardır. Eğer az bir nimete dahi şükretmeyi, az bir olumlulukta bile ümidi görebilmeyi başarırsa, Allah ona Katından, dünyada ve ahirette çok daha fazlasını verecektir.

Her Durumda Olumlu Düşünen Bir Mümin…
  • Olumlu düşünen bir insan, bu özelliğiyle herşeyden önce Allah’ın razı olacağı umulan ahlakı göstermiş olur. Çünkü olumlu düşünmek, Allah’ın beğendiği ahlakın, samimi imanın, Allah’a duyulan güven ve teslimiyetin bir gereğidir.
  • Bu ahlakı yaşayan kişinin vicdanı rahattır, çünkü Kuran’a uygun bir tavır içerisindedir.
  • Her olayı hayra yoran, herşeyin güzel yönlerini gören bir yaklaşımı vardır.
  • Yaşadığı olaylardaki olumsuzlukları bulup, bunlara üzülüp, sıkılıp karamsarlığa kapılmak yerine; %1’lik bile bir güzellik varsa, bu nimet için Allah’a şükreden ve bunun sevincini yaşayan bir ahlak içerisindedir.
  • Olumsuz gibi görünen tüm olayların Allah’ın birer imtihanı olduğunu ve
  • Allah’tan yana tavır gösterildiğinde’ bunların her birinin, dünyada ve ahirette kişiyi nimete kavuşturacak vesileler olduğunu bilir.
  • En zor, en karmaşık, en sıkıntılı olaylarda bile olumsuz düşünmez çünkü ‘Allah’ın, samimi kullarına kesin olarak yardım edeceğini’ unutmaz.
  • Olaylardaki ya da insanlardaki olumsuzlukların, eksikliklerin, kusurların elbette ki farkındadır. Ama bunun çözümünün, herşeye karamsar bir bakış açısıyla bakıp, üzülüp, sıkılıp, ters tavır almak olmadığını bilir.
  • Bu eksiklikleri gidermek için atacağı her adımı Allah'a güvenerek, olumlu düşünerek, ümitvar olarak, güzellikleri görüp bunları esas alarak yapar. Dolayısıyla çevrelerinde en sevilen, akıllarına en çok güven duyulan, sözlerine en çok itimat edilen, fikirlerine en çok danışılan, dostlukları en çok tercih edilen insanlar, olumlu düşünen, bu ahlaka sahip kimselerdir.

Kendisine ve Çevresine Sürekli Olumsuzluk Telkini Veren Bir İnsan
  • Olumsuz düşünmek, kişiyi en başta Allah'ın rızasına uygun düşünmekten ve Allah'ın razı olacağı umulan ahlakı yaşamaktan uzaklaştırır.
  • Allah'ı ve Allah'ın sonsuz güzel sıfatlarını unutmasına neden olur (Allah'ı tenzih ederiz).
  • Allah'ın aklını, şefkatini, merhametini, sevgisini, adaletini, kullarına olan yakınlığını, dualara karşılık veren olduğunu, samimi olan kullarını affedeceğini, ahirette herşeyin karşılığını en güzeli ve en fazlasıyla vereceğini unutturur.
  • Dünyada olup biten olayların Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği (Allah'ı tenzih ederiz) inancına kapılmasına yol açar. Tüm bunlar kişinin din ahlakına göre yaşamayan insanların mantığıyla düşünmesine neden olur. Bu da insanı daimi bir üzüntü içerisine sokar.
  • Her olaya karamsar bir bakış açısıyla bakan; karanlık, kasvetli, içine kapalı, mutsuz bir insan modeli ortaya çıkar.
  • Böyle bir kişi, aklındaki bozuk mantık örgülerinden dolayı çevresindeki insanlara ve yaşadığı olaylara karşı yapıcı bir tavır sergileyemez.

İnsan çok korkacağı, ürkeceği bir durumla, gerçekten huzursuz ve tedirgin olacağı şartlarla karşılaşabilir. Ve içinde de bu hisleri yoğun olarak yaşayabilir. Ama her ne olursa olsun, “Ben çok korktum, çok ürktüm, çok huzursuz ve tedirginim” diyerek bu olumsuz hisleri dile getirmez. Çünkü bunları söylemenin kişiye de, karşısındakilere de bir faydası olmaz. Aksine kişilerin tedirginlikleri bu tarz bir üslupla giderek daha da artabilir. Bunun yerine cesaretlendirici, güven ve huzur verici, yapıcı, destekleyici konuşmalar yapmak ve bu yolla tedbir alıp olumsuzlukları yenmeye çalışmak çok daha etkili, faydalı ve hikmetli bir yaklaşımdır.

Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 42. sayfada yayınlanmıştır.

Darwinistlerin 'Kromozom Sayısı 48'den 46'ya Düştü' Aldatmacası

Darwinistlerin 'Kromozom Sayısı 48'den 46'ya Düştü' Aldatmacası
Darwinistlerin uzun zamandır dile getirdikleri “maymunların 48 olan kromozom sayısı, iki kromozomun birleşmesi sonucunda zamanla 46’ya düştü ve sonunda insan oluştu” şeklindeki izahları bazı kişiler için oldukça aldatıcı olabilir. Çünkü anlatım bilimsel açıdan her ne kadar olağanüstü mantıksız olsa da son derece basittir ve konu hakkında bilgisi olmayan kişiler için yeterli derecede ikna edici olabilmektedir. Ayrıca bu gibi kişiler, tek bir genin olağanüstü kompleksliğinden ve tesadüfi hiçbir değişime, dönüşüme izin vermeyecek kadar hassas olduğundan habersizdirler. Asıl önemlisi de bu kişiler,DARWİNİSTLERİN TEK BİR PROTEİNİN OLUŞUMUNU BİLE AÇIKLAYAMADIKLARI gerçeğini bilmemektedirler.

Darwinizm’in en büyük ve temel açmazı hayatın ilk başlangıcı olduğundan, Darwinistler için en büyük sıkıntı konusu da budur. Tek bir proteinin, değil tesadüfen, laboratuvarda dahi oluşumuna bir açıklama getiremeyen Darwinistler her zaman olduğu gibi en kaçamak yol olarak demagojiye başvurmaktadırlar.

Bir proteinin oluşması için başka proteinlere ve hücrenin kendisine ihtiyaç vardır. Genler ise proteinlerden çok daha komplekstirler. Genlerin varlığı için hem proteinlere hem de hücrenin tüm organellerine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla daha bir tek proteini açıklayamayan Darwinist-lerin genler üzerinde spekülasyon yapmaları, hikayeler anlatmaları ancak çocukları kandıracak davranışlardır. Fakat günümüzde çocuklar bile bu sahtekarlıklara inanmamaktadırlar.

Darwinistlerin Ne Kadar Büyük Bir Acz İçinde Olduklarının Bir Delili Daha

Darwinistler, maymunlardaki 48 kromozomun, iki kromozomun birleşmesiyle zamanla 46’ya indiği iddiasını, insanlarda gerçekleşen bir hastalıktan yola çıkarak geliştirmişlerdir. İnsanlarda kromozom 2 (iki kromozomun birleşmesiyle oluşan füzyon), ancak 1000’de bir oranında gerçekleşen genetik bir bozukluktur. Şempanzede 48, insanda ise 46 kromozom vardır. Bu dev farklılığa evrime göre bir açıklama getirmek için Darwinistler, insanlardaki kromozom 2’nin, hayali ortak atanın bir delili olduğu iddiasıyla ortaya çıkarlar. Oysa burada bir evrimleşme yoktur. İnsan kromozomunda meydana gelen füzyon (iki kromozomun birleşmesi) bir evrimleşme değil, bireyin sakat yaşamasına hatta ölmesine neden olan bir hastalıktır. Bunun en bilinen örneği Down sendromudur. Şimdiye kadar yapılan bilimsel deneylere göre bu füzyon hiçbir avantaj sağlamamakta, tam tersine sağlıklı olmayan mutant ya da kısır bireyler oluşmasına neden olmaktadır. Bir hastalığın evrime delil olarak sunulmaya çalışması ise Darwinistlerin ne büyük acz içinde olduklarının göstergesidir.

Kromozom Sayısının Aynı Olması Benzerlik Olduğu Anlamına Gelmez

İnsanın şempanzeden evrimleştiği aldatmacasını savunmak için kromozom sayısı veya genom benzerliğini öne sürmek son derece mantıksız ve dayanaksızdır. Çünkü;

İnsan, genom dizilimi bakımından nematod solucanlarına %75 oranında benzer.

Kromozom sayısı bakımından ise, Peromyscustürü farenin, patatesin ve tütün bitkisinin de 48 kromozomu bulunmaktadır.

İnsanların kromozom sayısı ise örneğin Lepus europaeustürü tavşanda olduğu gibi 46’dır.

Dolayısıyla kromozom sayısının aynı olması bir benzerlik anlamına gelmemektedir. Kromozom sayısı aynı da olsa, tek bir genin farklı olması, o organizmayı tamamen farklı bir canlı haline getirebilir. Dolayısıyla insan, bu ölçüler esas alındığında, bir patatesle veya tütün bitkisi ile ne kadar aynıysa, bir şempanzeyle de ancak o kadar aynı olabilir.

Allah, batıl Darwinizm dinini, yıkılmış ve yenilgiye uğramış şekilde yaratmıştır. Tek bir delili olmayan bu teorinin destekçileri böyle akıl almaz aldatmacalarla bilgisiz insanları kendi taraftarları haline getirmenin peşindedirler. Bu aldatmacaya kapılmamak için halkımızın, Darwi-nistlerin hayatın başlangıcını dahi açıklayamadıklarını, tek bir protein karşısında çaresiz ve açıklamasız kaldıklarını ve iddialarını kanıtlayan tek bir tane bile fosil, delil bulunmadığını çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Darwinistlerin anlattıkları, yalnızca aldatmacaya dayalı spekülasyonlardan ibarettir.

Kromozomlarda Kodlu 'Ruha Dair Özellikler' Evrimle Açıklanamaz

Allah, insan bedeninin her milimetrekaresini benzersiz bir sanat ile yaratmıştır. Hücreleri, onları meydana getiren organelleri, molekülleri, atomları vesile ederek insan vücudunda son derece kusursuz bir yapı meydana getiren Allah, kromozomları da insanın bütün hayatında rol oynayan önemli bir unsur kılmıştır. Nitekim insanın doğuştan sahip olduğu kromozomlar, yaşam boyu onda tecelli edecek olan tüm özellikleri belirlemektedir. Öyle ki, daha anne karnında yeni döllenmiş bir yumurta hücresiyken bile, kişinin doğduğunda sahip olacağı göz rengi, kan grubu, yüz şekli, kemik yapısı ve bunlar gibi tüm fiziksel özellikleri kromozomlarında kayıtlı olarak mevcuttur. Diğer bir deyişle, kromozomların üzerindeki DNA şifrelerinde yeni doğacak olan canlının tüm fiziki özellikleri saklıdır.

Her insanın bedeninde 23 çift olarak bulunan bu kromozomların diğer bir mucizevi özelliği de, içlerinde kişinin kişisel özelliklerinin de kayıtlı olarak bulunuyor olmasıdır. Nasıl ki bir kişinin doğduğunda göz ya da saç renginin ne olacağı kromozomlarında belirlenmiş ise, hayatı boyunca sahip olacağı tüm kişilik özellikleri yine bu kromozomlarda şifrelenmiştir. Bu da insanın tüm hayatının ve tüm amellerinin Allah tarafından bir bütün olarak yaratılmış olduğunun bir göstergesidir. Hiç şüphe yok ki Allah geçmişimizi, geleceğimizi, işlediğimiz tüm amelleri bilen, bizi bizzat yaratan, hiç yoktan var edendir.

İnsanın olduğu gibi hayvanların da; örneğin, kedilerin, köpeklerin, arıların, karıncaların ve diğer tüm hayvanların gerek fiziksel gerek ruhsal özellikleri kromozomlarındaki DNA moleküllerinin içerdiği aminoasitlerin kendi aralarında değişik biçimlerde bir araya gelerek oluşturdukları genetik şifreye göre önceden belirlenmiştir. Bu özel kodlamaya göre örneğin arının yüzyıllar boyunca nesilden nesle aynı görünüme sahip olacağı, aynı tür davranışları sergileyeceği; yeni bir koloni keşfettiğinde bunu diğer arılara duyurmak için özel bir koku salgılayacağı, saldırıya uğradığında diğer arılarla beraber kovan girişine birikerek düşmanı geri püskürteceği, kovan ısısı yükseldiğinde kovana yakındaki su kaynaklarından topladığı su damlalarını getireceği ve bunları kuluçka hücrelerinin üzerine serpeceği ve daha pek çok davranışları kendisinde ve tarih boyunca yaşamış tüm arıların kromozomlarında “içgüdü” olarak kayıtlıdır. “İçgüdü" olarak tanımlanan tüm davranış biçimleri ise Allah'ın ilhamıdır. Her şeyin tesadüfler sonucu meydana geldiğini iddia eden evrimciler dahi, aslında canlıların tüm vasıflarının Allah tarafından yaratıldığı gerçeğinin farkındadırlar. Evrim teorisinin kurucusu olan Charles Darwin de içgüdülerin yaratılmış olduğunu kabul etmemenin mantıksız olduğunu şöyle itiraf etmiştir:

“Sonunda yavru guguğun üvey kardeşlerini yuvadan atması, karıncaların köleleştirmesi gibi içgüdüleri, özellikle bağışlanmış ya da yaratılmış içgüdüler olarak değil de, bütün organik yaratıkların ilerlemesine yol açan genel bir yasanın, yani çoğalmanın, değişmenin, en güçlülerin yaşamasının ve en zayıfların ölmesinin küçük neticeleri olarak görmek, mantıklı bir sonuç çıkarma olmayabilir, ama benim hayal gücüm için çok daha doyurucudur.” (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 310)

Kromozom Yüce Rabbimiz’in Hayranlık Uyandıran Tecellilerinden Biridir

Darwin'i körü körüne izleyen bazı bilim adamları halen hayatın kökenine hayalperestçe bakmaya devam etmektedirler. Elbette ki, bu hayaller Darwinistler için her defasında beraberinde hayal kırıklığını da getirmektedir. Çünkü Darwinizm hiçbir zaman bir bilim olmamıştır. Birçok bilim dalı vardır, fakat Darwinizm sadece hayallere, ön yargılara ve yalanlara dayalı bir felsefedir.

Akıl ve vicdan sahibi her insan, vücudundaki mükemmel sistemlerin şuursuz atomlar tarafından kendi kendine oluşamayacağını takdir edecektir. Allah'ın izni ve bilgisi olmaksızın, değil bir insanın yürümesi veya konuşması, o insanın tek bir hücresindeki bir molekül parçasının hareketi bile söz konusu değildir. İnsan vücudunda trilyonlarca hücrenin her birinde kesintisiz işleyen sistemler, insana Allah'ın sonsuz aklını, ilmini, gücünü, yaratışındaki sonsuz mükemmelliği göstermektedir. Kaldı ki sonsuz merhamet sahibi Rabbimiz'in varlığının delilleri yalnızca bu küçücük kromozomda değil, evrenin her noktasında sergilenmektedir. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:

“De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin Yaratıcısı'dır ve O, tektir, kahredici olandır."” (Rad Suresi, 16)

Canlının yaşamını bir plan ve program içinde devam ettirmesini sağlayan DNA'yı bir ansiklopedi olarak düşünürsek, bu ansiklopedinin ciltleri de kromozomlardır. Kromozom ciltlerinin DNA molekülünde çiftler halinde yer alması çok önemlidir. Her insanın yaratılış aşamasında bu çift kromozom ciltlerinin yarısı anneden diğer yarısı ise babadan gelmektedir. Anneden gelen 23 kromozom ve babadan gelen 23 kromozom birbirinin çiftidir. Yani her insanın hücre çekirdeğindeki 46 kromozom aslında 23 çiftten oluşmaktadır. Sadece 23. kromozomun özel bir durumu vardır. 23. kromozom genelde X veya Y işaretiyle gösterilir. Erkeklerde 23. kromozomun çiftlerinin biri X diğeri de Y kromozomudur. Kadınlarda ise 23. kromozom X kromozomunun çift halinde bulunmasından oluşur.

KURAN MUCİZELERİNDEN…

Cinsiyet ve 23. Kromozom Çifti

İnsanda cinsiyeti belirleyen 23. kromozomdur. Kuran'da hem "kadın" hem "erkek" kelimeleri ayrı ayrı 23'er defa tekrarlanmaktadır.

İnsanların ve diğer canlıların genetik yapısı, kromozomlara bağlıdır ve DNA'lar bu kromozomlarda yer alan genetik bilgilerdir. Cinsiyetin belirlenmesi ise 23. kromozom çiftine bağlıdır. Yani bir erkek ve kadın arasındaki yapı farklılığı 23. kromozom çiftinden kaynaklanmaktadır. Herhangi bir kişinin 23. kromozomu XX şeklinde ifade edilen yapıda ise cinsiyeti kadın, XY şeklinde ise cinsiyeti erkektir.

Erkek-kadın farklılığını sağlayan 23. kromozom çiftine Kuran'da şöyle işaret edilmektedir: Kuran'da hem "erkek" kelimesi, hem "kadın" kelimesi ayrı ayrı 23'er defa tekrarlanmaktadır. (Her iki kelimenin de sadece tekil halleri sayılmaktadır.) Kromozomlarla ilgili yakın dönemde elde edilen bu bulgu, Kuran'da yüzyıllar öncesinden haber verilmekte ve erkek-kadın arasındaki temel farklılığın 23 sayısı ile ilgili olduğuna işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)

İnsandaki Kromozom Sayısı

İnsanı bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşmandır.(Nahl Suresi, 4)

Erişkin bir insan bedeninde yaklaşık 100 trilyon hücre bulunmaktadır. Hücrelerin hepsi aynı genetik yapıya sahiptir. Bu genetik yapı, hücrenin çekirdeği içerisinde yer alan kromozomlarda bulunur. Bir insan hücresinde 23 çift, yani 46 adet kromozom vardır. Bunların 23'ü anneden 23'ü babadan gelmektedir. Bu kromozomlarda da, o insana ait özelliklerin kayıtlı olduğu DNA molekülleri vardır. Bilim dünyası, insan hücresindeki kromozom sayısının 46 olduğunu ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında öğrenebilmiştir.

Kuran'da "meni" ve "nutfe" kelimeleri, farklı şeyler olarak bahsedilmektedir. "Meni" bütünü, "nutfe" ise onun bir parçasını ifade etmek için kullanılmaktadır.

"Nutfe" kelimesi cümlede kullanılış yeri itibariyle, dilbilgisi kuralından ötürü, aşağıda nutfetin, nutfete, nutfeten gibi farklı şekillerde okunmaktadır. Ancak burada anlam değişikliği söz konusu değildir.

"Nutfetin" (nutfe) kelimesinin ebced değeri 23. (En küçük ebced hesabıyla)

Surede "nutfetin" kelimesine gelinceye kadar kullanılan harf çeşidi 23.2

Ayette "nutfetin" kelimesine gelinceye kadar kullanılan harf çeşitlerinin ebced değeri 23.3 (En küçük ebced hesabıyla)

Surede "nutfetin" kelimesine gelinceye kadar olan noktalı harf adedi 46.

Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Mü'minun Suresi, 14)

"Nutfete" kelimesinin ebced değeri 23. (En küçük ebced hesabıyla)

Müminun Suresi'nin 13. ayetindeki "nutfeten" ifadesinden itibaren 14. ayetteki "nutfete" ifadesine gelinceye kadar olan harf adedi 23.

Ayette "nutfete" ifadesine kadar olan kullanılan harf çeşitlerinin ebced değeri 46.4 (En küçük ebced hesabıyla)

"Nutfete" ifadesinden sonra ibare sonuna kadar, "nutfete" ifadesine ait harşerin ebced değeri 46.5 (En küçük ebced hesabıyla)

Suredeki "nutfete" ifadesine gelinceye kadar, "nutfete"ye ait harşerin bulunduğu kelime adedi 46.

"Nutfetin" ifadesinin ebced değeri 23. (En küçük ebced hesabıyla)

"Nutfetin" ifadesinden itibaren ayet sonuna kadar kullanılan harf çeşidi 23.
Kuran-ı Kerim’de insanın yaratılışı ile ilgili sayısal mucize içeren daha birçok ayet bulunmaktadır. Bu örnekler de göstermektedir ki Kuran-ı Kerim anlam bakımından hikmet ve ilim üstünlüğünün yanı sıra, sayısal olarak da çok zengin ve olağanüstü düzenler içermektedir. Nebe Suresi'nin 29. ayetinde Rabbimiz "... Biz, herşeyi yazıp saymışızdır" buyurmaktadır. Cin Suresi'nin 28. ayetinde ise "... (Allah) herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir"buyrulmaktadır. Kuran-ı Kerim'le ilgili elde edilen bu mucizevi sayısal düzenler, aynı zamanda Yüce Rabbimiz'in "sonsuz da olsa, herşeyin sayısını bilen" anlamına gelen "Muhsi" isminin bir tecellisidir.

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 34. sayfada yayınlanmıştır.