İnsan isterse, -Allah'ın izniyle- ruh gücünü alabildiğine artırabilir...

İnsanın tüm ahlakı, kişiliği, kendine özgü özellikleri, huyları, zevkleri ve yetenekleri ruhunda şekillenir. Ve eğer insan gerçekten isterse, ruh gücünü artırmak –Allah'ın izniyle- elindedir.

Bu konuda insanın yolu alabildiğine açıktır. Kararlı olursa, iradesini iyi kullanır ve sabır gösterirse; iman ve ahlak derinliği, hiç tahmin etmediği derecede yüksek bir seviyeye ulaşabilir. Daha önce hiç bilmediği, hiç yaşamadığı bir ruh gücü ve ruh zenginliği elde edebilir.

Ancak elbetteki bunun için öncelikle bu gerçeğe tam olarak iman etmesi, bu konuda çok şevkli ve istekli olması ve bunu uygulamada bir an olsun tereddüt etmeden, ciddi bir irade göstermesi gerekir.

İşte bu kararı verdikten sonra, insanın, ruhunu derinleştirmek, ahlakını güzelleştirmek, kişiliğini geliştirmek için atması gereken belirli adımlar vardır.

Öncelikle kişi kendi kendine belirli hedefler oluşturmalı ve ne kadar zorlanırsa zorlansın, bunları uygulayabildiğini; nefsine, ruhuna ve bedenine söz geçirebildiğini kendi kendine göstermelidir. Karar verdiği bir konuyu hayata geçirmede taviz vermediğini, irade gösterebildiğini ve vazgeçmediğini kendine ispatlamalıdır. Bu aşamada belirleyeceği hedefler, belirli bir süre boyunca rejim yapmak, düzenli spor yapmak ya da 24 saat hiç yılmadan çok çalışkan olmak gibi fiziksel birtakım faaliyetler de olabilir. Burada önemli olan, kişinin, irade göstermeye, verdiği bir kararı uygulamaya ve zorlansa da vazgeçmemeye alışmasıdır. Bedenini, eğitime ve söz dinlemeye açık hale getirebilmesidir.

Bu aşamadan sonra ise, bedeni ile birlikte ruhuna da söz geçirmeye başlamalıdır. Yine kendisine çeşitli hedefler belirlemeli, beynini bu hedefleri uygulamaya ikna etmelidir. Bunlar hiç sinirlenmemek, güzel bir ses tonu kullanmak, canlı bir üslup benimsemek, özlü ve anlaşılır konuşmaya çalışmak gibi hedefler olabilir. Kişi, ruhunu ve beynini çok hamarat ve çalışkan bir düzeyde tutmaya niyet edebilir. Neşenin ruhunu almaya, neşenin rengini yakalamaya, herşeye çok iyi niyetle ve iyimser bir gözle bakmaya ve bu bakış açısın bir hayat şekli haline getirmeye karar verebilir. Çevresindeki insanların huzurunu ve mutluluğunu hedeflemeye, kendisinden çok başkalarını düşünen bir ruh halinde yaşamaya yönelebilir. Ve sonuç olarak da ruhunu ve bedenini, tüm bu kararları uygulamaya mecbur edebilir.

İnsan -Allah'ın izni, lütfu ve yardımıyla-, dikkatli, iradeli ve kararlı bir çalışmayla birkaç günde çok büyük sonuçlar alabilir. Ve her sonuç aldığında, bir kez daha niyet ederek, daha derin bir ruh haline ulaşıp, daha derin bir ruh gücü elde edebilir.

İnsanın ruhundaki her derinleşme ise, Allah'ı çok daha iyi tanıyıp takdir edebilmesine, Rabbimiz'i çok daha derin bir aşk ve sevgiyle sevebilmesine ve çok daha derin bir saygıyla korkup sakınabilmesine vesile olacaktır. Allah'ın yarattıklarındaki güzellikleri, derin anlamları, derin işaretleri çok daha berrak bir gözle görüp, çok daha fazla sevebilmesine imkan sağlayacaktır.

İnsan ayrıca, ruhunda meydana gelen olumlu değişikliklerden, çevresindeki herkes gibi, kendisi de çok zevk alacaktır. Hayata, dünyaya, olaylara ve insanlara çok daha mutmain bir ruh hali ile yaklaşmanın verdiği derin huzuru ve güzelliği yaşayacaktır. Yaşadığı güzel ahlaktan dolayı, Allah insanların kalbinde o kişiye karşı bir sevgi, şefkat, saygı ve sıcaklık oluşturacaktır.

Ve dünyadaki bu sonuçların yanı sıra, Allah, Kendi rızası için böyle samimi ve kararlı bir çaba gösteren kullarına inşaAllah ahirette de nimetlerin en güzelini yaratacaktır.

Şehit Yakınlarına Kamuda İş Verilecek

Ne Demişti

Harun Yahya TV 22 Ağustos 2009

Adnan Oktar: Bir nurdur şehit aileleri. Yine daha önce söyledim. Mesela soruyoruz şehide, "niye şehit oldun, koç yiğidim?" diyoruz. "Allah rızası için yaptım" diyor. "Vatan, millet, bayrak, toprak" diyor. "Milletimin haysiyetine, şerefine, namusuna, dinine, imanına, toprağına, vatanına, bayrağına komünist saldırı vardı, Allah’sız, Kitap’sızların saldırısı vardı. Allah için gittim canımı verdim" diyor. Biz de ona malımızı, mülkümüzü, her şeyimizi veririz. Feda olsun Allah yolunda. Sakın haa, çok çok ayıp olur, çok ayıp olur yalnız bırakmak değil mi?Köyde imece usulü vardır. Mesela bakarsın eve, badanası-boyası yok, odalar da dar. Dersin; "ben 2000 briket getirttim", öbürü de der ki; "ben de çimento getirttim." Hadi bakalım gençler bismillah şu evi bir genişletelim, bir ferahlatalım, güzelce bir badana yapalım, değil mi? Orada şehit babaları şeyh gibi olacak, yani öyle bir muhabbet duyulacak, değil mi? Mürşid gibi göreceğiz. Güzel orada sohbet edilecek, beraber namaz kılacaksınız şehit ailesiyle. Yalnız bırakılmaz şehit ailesi, sıkmayacaksınız ama, bunaltmadan. Ortalığı temizleyeceksin, bakımını yapacaksın, inşaAllah. Mescid haline gelecek, her şehit ailesinin evi mescid haline gelecek, inşaAllah.


Harun Yahya TV, 28 Mayıs 1010

Adnan Oktar: Çok mübarek şehit ailesi. Bereket gelir onlardan, güzellik gelir, sevap gelir. Allah’ın rızası oluşur inşaAllah. Nur akar şehit evlerinden. Bütün mahalleye, kasabaya oraya yeter inşaAllah. …Her şeyin en iyisi en güzeli onlara. Tekrarlıyorum o evlerden nur bereket akar. Bundan istifade etmek lazım. Allah’ın rızası orada inşaAllah.Şehit ailesine yardım, çok makbul güzel bir hizmettir. Allah’ın rızasını kazanmak isteyen mutlaka bu ibadeti bu güzel tavrı göstermek durumunda.

Ne Oldu

Bandirma Haber, 09 Eylül 2010

Başbakan Erdoğan, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a şehit ve gazi ailelerinin sorunlarının tespit edilerek en kısa sürede çözüm bulunması talimatı verdi.Şehit yakınlarından bir kişinin kamuda istihdam zorunluluğunun bulunmasına rağmen şehit yakınlarının istihdam edilemediği belirlendi.

Türkiye Enerji Konusunda Kilit Ülke Haline Geliyor

Çay TV, 23 Temmuz 2008

Adnan Oktar: Herkes samimi olarak inansın gerçekten Türkiye iyiye gidiyor ve gerçekten süper devlet olacağız. TÜRKİYE HİÇ TARİHTE OLMADIĞI DERECEDE BÜYÜK BİR DEVLET OLACAK. Türk İslam Aleminin lideri olacak inşaAllah. Bu tarihi misyonun başlangıç aşamalarındayız. Ve bütün dünyayı, anarşiden, terörden sıkıntıdan azaptan, her türlü acıdan kurtaracak bir milletir Türk milleti. Gerçekten çok asil efendi, böyle çileyle, acıyla yoğrulmuş bir millettir ve dünyayı yönetmeye dünyaya faydalı olmaya yönelik bir ruhu vardır. Allah o görevi bu millete vermiş görünüyor inşaAllah. Çok yakın zamanda bunu göreceğiz inşaAllah.

Destan TV, 5 Ağustos 2008

Adnan Oktar: Türkiye imanlı millettir. Türk milleti imanlıdır bu önümüzdeki yıllarda, aylarda daha da görülecektir. Özüne dönüyor Türk milleti inşaAllah. BİR SÜPER DEVLET OLACAK. TÜRK İSLAM BİRLİĞİ OLUŞACAK İNŞAALLAH, TÜRKİYE BÖLGEDE AĞABEYLİK GÖREVİ YAPACAK. Bütün bölge Türkiye’nin manevi liderliğinde bir ferahlığa ve huzura kavuşacak. Ekonomik yönden, maddi ve manevi yönden çok ciddi bir kalkınma, kültürel yönden çok müthiş bir kalkınma ve muazzam bir medeniyet meydana gelecek. Bu sancılar onun alametidir zaten her sancının arkasından büyük bir gelişme olmuştur. Türk tarihine de bakın öyledir. Büyük Türk devletlerinin kuruluşlarında hep böyle sancılı gelişmiştir. Şimdi yine öyle oluyor.

Türkiye’nin enerjide bölgesel güç olmasını sağlayacak en önemli projelerden biri olan Samsun-Adana Ceyhan Boru Hattı projesine imza atıldı. Son dönemde aşağıda bilgilerini bulabileceğiniz projeler vesilesiyle Türkiye’nin enerji konusunda stratejik önemi arttı ve kilit ülke haline geldi.
• Samsun-Adana Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi, Hazar Denizi ile Kazakistan ve Rusya'da üretilecek petrolü, Karadeniz'den Akdeniz'e ulaştıracak.• Proje, Karadeniz sahilinde Samsun'un doğusundan başlayarak, Akdeniz kıyısında Ceyhan petrol terminalinde son buluyor.• Jeopolitik önemi artacak olan Türkiye, Avrasya enerji koridorunun da kilit ülkesi olacak.• Tanker trafiğinin azalması ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarının yükü hafifleyecek.• İlk başta günde 1 milyon varil kapasiteyle çalışacak hatta, 1.5 milyon varil petrol taşınacak.• Bugün Uzakdoğu'ya 49-50 günde gidebilen petrol, Samsun-Adana Ceyhan Hattı ile 19- 20 günde gidecek.

İsviçre Kongre Merkezi Evrim Teorisini Yalanlayan Harun Yahya'yı Ağırlıyor - 03.05.2010 İsviçre/20 Minutes Online

Ünlü bir medya grubunun İsviçre'den yayın yapan Fransızca haber sitesi 20 Minutes Online, 3 Mayıs 2010 tarihli "Müslüman Vaizin Gelişi" başlıklı haberinde İsviçre'de yapılacak olan Evrim Teorisinin Çöküşü konferanslar dizini haber verdi:

"Kongre Merkezi evrim teorisini yalanlayan Harun Yahya'yı ağırlıyor…Şehrin caddelerindeki afişler, Müslümanların önderlerinden birinin, Harun Yahya’nın, 25 Mayıs’taki evrim teorisini reddeden konferansını ilan ediyor."

New York Times: Orta Doğu'da Türk Etkisi Büyüyen Faktör

Adnan Oktar: TÜRKİYE BİLAKİS SÜPER DEVLET OLACAK, BÜYÜYECEK, KATLAMALI BÜYÜYECEK... öyle bir konu olmayacak biz bütün o coğrafyaya İnşaAllah Allah’ın izniyle hâkim olacağız. Üç kıtaya yine Osmanlı döneminden çok daha büyük olarak ihtişamla hâkim olacağız. Adaleti sevgiyi barışı ve kardeşliği güzelliği huzuru bütün bölgeye hâkim kılacağız, her dilden insanlar olacaktır, her milletten insanlar olacaktır, ama Türk milletinin o güzel ahlakı sevgisi barış ruhu bütün dünyanın her yerini kaplayacak İnşaAllah.

Amerikan New York Times Gazetesi tarafından yayınlanan bir makalede, Türkiyenin Orta Doğu’da büyüyen etkinliği, bölgede son 10 yılda ortaya çıkan en önemli yeni beş faktörden biri olarak değerlendirildi. Makalede şu ifadelere yer verildi: “bölgede beşinci önemli yeni faktör ise, BÜYÜK ÖLÇÜDE OLUMLU BİR GELİŞME OLAN TÜRK ETKİSİNİN GENİŞLEMESİDİR.”

''Zaten güzel ahlaklı olabilirsiniz. Ama eğer gücünüz yetiyorsa, bunun en az iki katı daha fazla güzel ahlaklı olun.''

Bazı insanlar, fıtrat olarak ya da çocukluk yıllarından gelen yetiştiriliş tarzından dolayı çok daha pozitif bir ahlaka sahiptirler. Bazı insanlar da, bu kimselerin tam tersine, aynı sebepler doğrultusunda daha yırtıcı, daha sert ya da daha negatif özellikler içeren bir kişilik yapısı gösterirler.

Daha mülayim ahlaka sahip olan bu kimselere göre, diğerlerinin kendilerini yetiştirmesi, çok daha fazla çaba, çok daha fazla samimiyet ve irade gerektirebilir. Ancak sonuçta eğer bir insanın kalbinde yeterli Allah aşkı, iman coşkusu ve irade varsa, bu kimseler de, en az diğerleri kadar güzel bir ahlaka sahip olabilirler. Ve elbetteki, fıtrat olarak daha yumuşakbaşlı, daha mülayim olan insanlara göre, daha sert mizaçlı ya da daha negatif özelliklere sahip olan bu kimseler, bu konuda gösterdikleri samimi çabadan dolayı Allah Katında çok daha fazla ecir alabilirler (Doğrusunu Allah bilir).

İşte nasıl ki bir insan, istediği takdirde çok daha fazla çaba ile kendisini çok güzel yetiştirebilme imkanına sahipse; aynı şekilde çok güzel ahlaklı bir insanın da, bunun çok daha üstünde, çok daha derin bir ahlaka sahip olma imkanı da vardır. İnsanın önünde bu konuda bir engel yoktur. Allah bir ayette insanlara “Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının...” (Teğabün Suresi, 16) buyurmuştur. Dolayısıyla insan, gücünün yettiğinin en fazlasını yapmakla ve en iyisini elde etmeye çalışmakla sorumludur. Derin Allah korkusunu, Allah aşkını, Allah sevgisini, iman heyecanını kalbinde hisseden bir insan, imanından aldığı bu güç ile, -Allah'ın izniyle- ahlakını mükemmelin de üzerinde bir seviyeye ulaştırabilir.

Allah'ın Kuran'da insana, “gücünü en fazlasıyla kullanmasını” emretmiş olması, mümin için çok önemli bir ölçüdür. İman eden bir insan, Allah'ın bu emrini bilerek, “Nasıl olsa içimde hiçbir kötülük yok; her zaman her konuda herkese karşı olabilecek en güzel tavırları gösteriyorum. İyilikten, güzellikten yana aklıma gelen her tavrı uyguluyorum. Vicdanımın sesine mutlaka uyuyorum. Kuran ahlakına muhalif hiçbir davranışa yanaşmıyorum” diyerek, ahlakını belirli bir seviyede sınırlamamalıdır. Mutlaka iyinin daha iyisi, güzelin daha güzeli, olumlu tavrın daha olumlusu, yapıcı bir ahlakın daha yapıcısı olduğunu unutmamalıdır. Sevginin, saygının, şefkatin, hoşgörünün, mülayimliğin çok daha üst seviyeleri olabileceğini düşünerek, çok daha iyisini bulup uygulamak için kendisini zorlamalıdır. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, eğer insan “Allah'tan güç yetirebildiğinin en fazlasıyla korkup sakınırsa”, Allah o kişiye güzel ahlakın daha da üstünde bir ahlakı nasıl yaşayabileceğini ilham edecektir.

Ve insan bu çabasının sonucunda, mevcut olandan çok daha üstün bir ahlak anlayışı elde ettiğinde de, yine bunu da yeterli görmemekle sorumludur. Yine bunun daha üstünde bir derinlik seviyesi olabileceğine inanarak, Allah'tan çok korkup sakınarak, ahlakını daha da mükemmelleştirebilmek için var gücüyle çaba harcamalıdır.

Ve samimi iman eden bir insan için bu süreç hayatının son anına kadar aralıksız bir çabayla devam edecektir. Mümin, Allah'ın kendisine lütfettiği ömrünün her gününü, her saatini ve her anını, sürekli olarak “Nasıl daha iyi olabilirim?” diye düşünerek, Allah'a sığınıp çok daha iyisini elde etmeye çalışarak geçirmelidir. Allah'a karşı olan sevgisini, samimiyetini, candanlığını, Allah'a kulluk etmedeki aşkını, şevkini, iradesini sürekli olarak daha da artırmanın yollarını aramalı, en mükemmele ulaştığına inansa bile asla kendisini yeterli görmemelidir.

Mezopotamya Birleşiyor

Ne Demişti

Başkent TV, 13 Ocak 2009

Adnan Oktar: Türk İslam Birliği bir kere barışı, sevgiyi, kardeşliği, muhabbeti, yardımseverliği, cesareti ve fedakarlığı savunuyor. Türk milleti çilekeş bir millettir ve hizmete taliptir. Üç kıtaya nizam vermiş ve bir tecrübesi var. Bir devlet tecrübesi var, imparatorluk tecrübesi var. Biz bu tecrübeyi yeniden ortaya çıkararak, Türk İslam Birliği’nin lideri olarak bütün bölgeyi yönetmeyi istiyoruz ve bunu herkes istiyor. Suriyeliler istiyor, Iraklılar istiyor, Mısır istiyor, İran istiyor, hatta Ermenistan istiyor, Azerbaycan istiyor, Türkistan istiyor, Doğu Türkistan istiyor, herkes istiyor. Yani Türk’ün adaletine, Türk’ün akılcılığına, fedakârlığına herkes güveniyor ve Türk askerleri bütün dünyada seviliyor.

Ne Oldu

Yeni Şafak, 05 Kasım 2010

"Ulaşımda Suriyeli makamlarla olağanüstü hamleler düşünüyoruz. Tren yolunu Hicaz’dan İstanbul’a oradan da Londra’ya kadar götürme planımız var. Türkiye, Suriye’nin en büyük ticari ortağı oluyor. Ürdün ve Lübnan’la da zaten benzer mekanizmalarımız var. Dörtlü bir zirve yapacağız. Hükümet kurulduğunda Irak’ı da buna kattığımızda, beşli bir ekonomik havza oluşur. Mezopotamya ve eski büyük bereketli Levant birleşiyor."

'Düz akıllı insan' değil, 'aklını iyi kullanan insan' olmak önemlidir...

Bazı insanlar vardır, gerçekten de çok akıllıdırlar. Çok hızlı kavrayabilme, konuların grift noktalarını hemen fark edebilme, bir olayın küçük bir parçasından bütününü görebilme gibi önemli yeteneklere sahiptirler. Zeki ve akıllı olduklarının farkında oldukları için de, bu özelliklerini istedikleri yerde ve istedikleri şekilde kullanırlar.

Oysa insan ne kadar akıllı olursa olsun, ‘aklın iyi kullanılabilmesi’ de, en az ‘akıllı olmak’ kadar önemli bir konudur. Ancak bazı insanlar, bu detay gibi görünen, ama aslında çok önemli bir ahlak özelliği olan konunun tam olarak farkında değillerdir.

Halbuki eğer insan, aklını nasıl kullanması gerektiği konusunda özel bir özen göstermezse, ortaya ‘düz akıl’ olarak tanımlanabilecek bir akıl şekli çıkar. Bu düz akılda kişiler, akıllarını gelişigüzel şekilde kullanırlar. Örneğin önemli bir şeyi fark ederler; bunu hemen dile getirirler. Bir riskle karşı karşıya olduklarını görürler; konuyu hemen deşifre ederler. Herkesin fark edemediği bir şeyi analiz eder ve bunu da hiç düşünmeden karşılarındaki kişiye aktarırlar. Tavırlarındaki bu düşünmeden hereket etme ve acelecilik ise, elbetteki ‘akıllarına ve teşhislerine olan güvenlerinden’ kaynaklanmaktadır.

Oysa ki akıl, tek başına ne kadar güzel bir erdem olursa olsun, yine de aklın diğer güzel ahlak özellikleriyle birleştirilmesi gerekir. İnsanın sadece ‘doğruları - yanlışları’ görebilmesi, sorunların çözümlerini bulabilmesi, isabetli teşhisler yapabilmesi ‘güzel bir ahlak için’ yeterli değildir. Tüm bu tavırların her birinde, diğer insani özelliklerin de devreye girmesi; her konunun şefkatle, merhametle, saygıyla, sevgiyle, hoşgörüyle halledilmesi hayati önem taşır. İşte insan ancak aklını bu özelliklere de önem vererek kullandığında gerçek anlamda ‘akıllı bir insan’ olarak nitelendirilebilir.

Akıllı bir insanın en önemli özelliklerinden biri ise, ‘her gördüğünü, her bildiğini, her teşhis ettiğini ve her doğruyu düşünmeksizin dile getirmemesi’dir. Akıllı insan, ‘ne zaman, nerede, ne şekilde konuşması gerektiğini en iyi bilen insan’ olmalıdır. Söylenecek her sözün, -ne kadar doğru ve önemli olsa da- insanlar üzerinde yapacağı etkiyi hesap edebilmelidir.

Örneğin çabuk telaşa kapılabilecek kişilikteki bir insanın yanında, ani ve riskli bir gelişmeyi sansasyonel şekilde dile getirmek, akıllı bir insanın yapmayacağı bir tavır olmalıdır. Ya da ani heyecan sonucunda, tansiyonu yükselip sağlık açısından problem yaşayabilecek birine, önemli bir haberin dümdüz bir uslupla haber verilmesi doğru değildir. Bu kişiyi en az heyecanlandıracak, en yatıştırıcı etkiyi yapacak sözlerin, birer birer özenle seçilip, konuşmanın bu akılcılıkla yapılması gerekir. Aynı şekilde, her ne kadar doğru da olsa, bir gerçeği olumsuzdan başlayarak konuşmanın, insanların kalbinde burkuntu oluşturabileceğini de tahmin etmek gerekir. Aynı gerçeği, olumlu yönlerini vurgulayarak dile getirmek, güzel ahlakın ve akılcılığın bir gereğidir. Bazen de, hemen herkesin gördüğü, ancak nezaket ve güzel ahlakın gereği olarak açıkça dile getirilmeyen bazı gerçekler olur. İşte aklını iyi kullanmayan kimi insanlar, bu gerçekleri sanki ilk kez kendileri keşfetmişçesine, hemen gündeme getirip konu ederler. Bu durumun farkında olan diğer insanların, hangi hikmetlerle bunları dile getirmediklerini ise hiç düşünmezler.

Oysa ki çoğu zaman, bazı şeyleri çözümlemenin yolu, bunları gelişigüzel üsluplarla açığa vurmak değildir. Bir konuyu hallederken, o konuya dahil olan tüm insanların psikolojilerinin ayrı ayrı gözden geçirilerek, her birine en olumlu etkiyi yapacak yaklaşımlar seçilerek hareket edilmelidir. Bazen bir konudaki sorunu dile getirmektense, bundan hiç bahsetmeyip doğrudan çözümün anlatılması çok daha yerinde olabilir. Ya da aynı eksikliklerin, kusurların ya da hataların sürekli gündem yapılmasındansa, bunların telafisi olacak tavırların teşvik edilmesi kişilere daha yapıcı bir bakış açısı getirebilir.

Bunun yanı sıra bir insanın konuşmasında geçen tek bir kelime bile karşı taraf üzerinde çok olumsuz etki oluşturabilir. Bazen güzel bir iltifatın ya da sevgi sözcüğünün arasında yer alan özensizce seçilmiş bir kelime dahi, iltifat edilen kişide, sevinç ve mutluluk yerine, şüphe ve tedirginlik oluşmasına yol açabilir. Dolayısıyla bir insan eğer akıllı ise, her sözünü, sahip olduğu aklın süzgecinden geçirip eleyerek konuşmalıdır. Her kelimenin, her vurgunun, her ses tonunun insanlar üzerinde nasıl etkileri olacağını hesap ederek ilerlemelidir.

Örneğin bir doktor, uzman olduğu konuda yaptığı teşhislerden de emindir. Ama bunu dile getirirken bu doktorun, muhatap olduğu hasta olan kişiye karşı belirli bir insaniyet, nezaket ve akılcılıkla yaklaşma sorumluluğu da vardır. Sözgelimi bu hasta kanser tedavisi görmektedir ve birkaç haftalık ömrü kalmış olabilir. Ama herkesin çok iyi bildiği gibi, bu gerçeği dile getirecek olan insanın, hastalığı teşhis edebilecek yeteneklerinin yanında, pekçok insani özelliğe de sahip olması ve hastaya durumunu, olabilecek en insaniyetli üslupla aktarması gerekir.

Dolayısıyla, bir şeyi iyi bilmek ya da doğru olanı fark edebilmek, kişiye, onu en düz ve özgür şekilde ifade etme ya da her aklına geleni konuşma özgürlüğü de getirmemelidir. Asıl akıl alameti, insaniyet, merhamet, itidal, hoşgörü, sevgi, saygı gibi ölçüler içerisinde, pek çok detayı birarada düşünerek konuşmaktır. Gerçek anlamda akıllı insan da işte aklını, bu detaylarla birlikte kullanabilen insandır.

Afganistan'la da Vize Kaldırılıyor

Ne Demişti

MPL TV Satranç Tahtası Programı, 19 Aralık 2008

Adnan Oktar: Bütün bu bölgenin ağabeysiyiz biz, dostuyuz. Hepsi bizim komşumuz, binlerce sene, yüzlerce sene iç içe yaşamışız biz, tamamen suni bir ayrılık var. SINIRLAR AÇILSIN, VİZELER KALKSIN, GÜRÜL GÜRÜL TİCARET YAPALIM, BAĞRIMIZA BASALIM ONLARI, BİR SEVİNÇ OLSUN, BAYRAM OLSUN, BEREKET, BOLLUK BÖYLE HER YERİ BİR SARSIN.Dünya da görsün bu kalleşliğin, egoistliğin, bencilliğin çirkinliğini görsünler, bize özensinler.


Kuşadası TV, 14 Temmuz 2008

Adnan Oktar: … bir kere pasaport olayının kalkması gerekir, VİZE OLAYININ KALKMASI GEREKİR, İSTEDİĞİ GİBİ GİDİP GELSİN İNSANLAR, TİCARET ALABİLDİĞİNE RAHAT OLSUN, BAĞLANTILAR ALABİLDİĞİNE RAHAT OLSUN…

Ne Oldu

Yeni Şafak, 04 Kasım 2010

Afganistan'ı "Asya'nın kalbi" olarak tanımlayan Bakan Davutoğlu'nun daha çok yatırım için vizesiz seyahat talebine olumlu cevap geldi.

İslam Dünyasında Yaratılışçılık Yükseliyor - 03.11.2009 ABD/The New York Times

New York City'de basılan ve 1 milyon üzderinde tirajı ile ABD'deki en büyük gazetelerden The New York Times 3 Kasım 2009 tarihinde "İslam Dünyasında Genç Dünya Anlayışı İçermeyen Yaratılışçılık Yükseliyor" başlıklı bir habere yer verdi. Haberde Sayın Adnan Oktar'ın Yaratılış Atlası'na ve Darwin karşıtı çalışmalarının dünya çapında meydana getirdiği değişime dikkat çekildi. Söz konusu haberde Darwinizme inanmayanların sayısının gittikçe yükseldiği, evrim teorisinin öğrenciler arasında daha fazla sorgulandığı vurgulandı:

Geçen ay bu konuyu görüşmek üzere biraraya gelen uluslararası akademisyenlerMÜSLÜMAN DÜNYASINDA YARATILIŞÇILIĞIN TÜRKİYE’DEN, PAKİSTAN’A VE ENDONEZYA’YA ULAŞARAK GELİŞTİĞİNİ AÇIKLADILAR... GİDEREK ARTAN SAYIDA KİŞİ yaşlı dünya anlayışını savunan YARATILIŞÇILARA KATILIYOR... Canlılığı Allah’ın yarattığı ve hayatın tesadüfi olayların rastgele bir sonucu olmadığı düşüncesinde ısrar ederek biyologlarla tartışıyorlar.

... Türkiye’deki durum farklı ve yalnız geçtiğimiz birkaç on yıl içinde düşünceler değişikliğe uğradı... Yaşlı dünya anlayışına sahip TÜRK YARATILIŞÇI HARUN YAHYA'NIN, TÜRKİYE’DE OLDUĞU KADAR BAŞKA YERLERDE DE ÜNÜ YAYILDI. McGill araştırmacılarının tespitlerine göre, dünyanın dörtte biri mesafe uzaklıktaki Endonezya’da biyoloji öğretmenlerinin büyük bir kısmı sınıflarında YAHYA BEYİN YARATILIŞI SAVUNAN KİTAPLARINI KULLANIYORLAR.

… Batı’da İslami yaratılışçılığın daha kuvvetli olduğunu gösteren deliller bulunuyor. McGill araştırmacılarına göre örneğin Toronto ve yakınındaki İslami okullarda eğitim gören lise öğrencileri, Endonezya ya da Pakistan’daki öğrencilerden daha fazla evrimden şüphe ediyorlar…

Kanser Hastalarına Ücretsiz Ağrı Kesici

Ne Demişti

Çay TV, 11 Mart 2009

Adnan Oktar: Bir de hastalıklar; mesela bir adam, devlet memuru bir tane ev almış. Bütün emeğinin sonucu, emeklilik ikramiyesini almış, onla ve biraz da katıştırarak bir ev almış. Adama diyorlar ki tam emekli olmuş, hastaneye gidiyor, KARDEŞİM SEN KANSER HASTASI OLMUŞSUN.Bütün aile bir geriliyor, tabii bir hayır var, ama o şeyi daha alamadı bizim insanlarımızın bir kısmı. Ne yapalım diyor, buna en 200 milyar gerekir diyor adam, tedavisi için. Nasıl yapacağız diyor, işte bulacaksın diyor. Yoksa git başının çaresine bak kendin bilirsin, hemşerim diyor, adam işine bakıyor, yüzüne de bakmıyor. Bu çok korkunç bir şey, her hasta bizim sorumluluğumuzdadır millet olarak. Hasta olmak suç değildir, şereftir, onurdur ve yükümlülüğü bizim üzerimizdedir. Hasta olduğunda o kişi, o kardeşimiz artık bize emanettir, milletçe bize emanettir. Ona biz bakacağız, yemesinden, içmesinden, konforundan, neşesinden, mutluluğundan, tedavisinden, her şeyinden biz sorumluyuz. HASTADAN PARA ALINMAZ, en kaliteli, en güzel hastaneye gidecek, BİRİNCİ SINIF HASTANEYE GİDECEK KANSER HASTASI; ORADA ASLANLAR GİBİ TEDAVİ OLACAK, HÜRMET GÖRECEK, SEVGİ GÖRECEK, HATTA ONUN GÜZEL GENİŞ SALONLARINDA OTURTACAKLAR.Dini sohbetler yapılacak, konuşacak, morali güçlü olacak onun. Çünkü bu tip hastalıklar da biliyorsunuz moral önemli. Adama sen evini sattırırsan, arabasını sattırıyorsun, bankadaki bütün paralarını alıyorsun, borca sokuyorsun, adamı tedavi ediyorsun. Ama tedavi oluyor mu olmuyor mu o da ayrı mesele; adamı çift yerden vurmuş oluyorsun bu sefer. Hem hastalığına sevgi ve şefkat göstertmeyerek hem de ekonomik yönden çökerterek. Hastadan para alınmaz; bunu biz milli bir terbiye olarak bunu alacağız. Bu asla kabul edilecek bir şey değildir.

Ne Oldu

Yeni Şafak, 03 Kasım 2010

Akit, 03 Kasım 2010

Yeniçağ, 02 Kasım 2010

Harun Yahya Şimdi de İsviçre'ye Çıkartma Yapıyor - 25.05.2010

İsviçre/Le Matin

İsviçre'nin önde gelen Fransızca günlük gazetelerinden Le Matin, Sayın Adnan Oktar'ın öncülük ettiği Darwinizm karşıtı faaliyetleri kapaktan duyurdu. 330.000 okuyucuya sahip gazetenin 25 Mayıs tarihli baskısında yer alan haber, "Din alimi İsviçre’ye çıkartma yapıyor" başlığı altında aktarıldı:

Avrupa onu 2007 yılında, eski kıtayı Yaratılış Atlası ile doldurduğu zaman keşfetti. Yaklaşık 800 sayfadan oluşan ve 8 kg ağırlığında, evrim teorisinin sahtekarlığını gözler önüne seren lüks bir eser. Harun Yahya şimdi ise İsviçre’ye çıkartma yapmaya hazırlanıyor. Darwinizmi çürüten afişlerini görmeden geçmek imkansız : Her yerdeler. Ve bu din aliminin bilimsel konferanslarını duyuruyorlar. Yarın Lozan’da. Çarşamba Cenevre’de. Sonra Cuma da Zürih’te.

Fribourg Religioscope Enstitüsü Uzmanı Jean-François Mayer… : "Ekibi gücüne göre nispeten küçük. Ama yine de düşüncelerini dünya çapında kitlelere yaymayı başarıyor. Kitapları Paris veya Londra’daki tüm Müslüman kitabevlerinde bulunuyor… Her durumda Yaratılış tezlerini tartışmada kabul ettirmeyi başardı."

Yaratılışçı Müslümanların en etkilisi olan Harun Yahya… Harun Yahya, neredeyse dünyadaki tüm kötülükleri Darwin’in sırtına yüklüyor. Verdiği röportajlardan birinde (Spiegel, 2008) şöyle diyor: "Darwin Hitler’in ve Mussolini’nin faşizmine ve Stalin’in komünizmine sebep veren zemini oluşturdu. Tüm teröristler Darwinisttir." 1. Dünya Savaşı’nın sebep olduğu kan gölünü anarak şöyle ekliyor : "Darwin’in karanlık silüeti savaş perdesinin arkasında saklıdır. "

Nezaketin daha nezaketlisini, ince düşüncenin daha ince düşüncelisini bulup uygulamaya çalışmak...

Nezaket, ince düşünce’ denilince insanların akıllarına gelen belli başlı tavır ve davranışlar vardır. Çocukluk yıllarından itibaren herkesin “nezaket kuralları” adı altında öğrendiği bu kurallar bütününü uygulayan insanlar, toplumda “nazik, kibar, ince düşünceli” kimseler olarak tanınırlar.

Ancak gerçek nezaket, yalnızca imanla ve vicdanın en iyi şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkar. Kim vicdanına en son noktasına kadar titizlikle uyuyorsa, en nezaketli insan da gerçekte odur. Bunun dışında toplumda “nazık ve kibar” olarak tanınan kimselerin uyguladıkları tavırlar ise, gerçekte asıl nezaket ahlakını yansıtmamaktadır. Çünkü bu kimseler, ancak ezberlenmiş ve kalıplaşmış belli başlı tavırları uygulayabilmektedirler. Daha önce kendilerine hiç öğretilmemiş şartlarla karşılaştıklarında ise, ezberlerinde bu konuda bir bilgi olmadığı için, gereken nezaket ahlakını gösterememektedirler. Nezaketi, vicdanlarının ilhamı doğrultusunda uygulayan müminler ise, değişen her şart ve durumda; her insana ve her olaya karşı, olabilecek en güzel ahlakı gösterebilmektedirler.

Bunun yanı sıra cahiliye toplumlarındaki insanlar bir konuda nezaket gösterseler bile, bunu çevrelerine çok net bir şekilde hissettirirler. Çünkü nezaketli bir insan olarak bilinmenin, ancak bunu karşı tarafa fark ettirmekle mümkün olduğunu sanırlar. Hatta kimi insanlar, bu davranışlarını açıkça bir gösteriş unsuru olarak kullanırlar.

Müminlerin nezaket anlayışında ise, dikkati çeken çok önemli bir özellik vardır: Müminler nezaketi ve inceliği, o kadar güzel uygularlar ki, çevrelerindeki çoğu insan, onların nezaket gösterdiğini anlamaz bile. Olayların doğal olarak o şekilde geliştiğini zannederler. Oysa ki, onlar o sırada birçok yönde haklarından feragat etmekte, kendilerini pek çok yönden zora sokmakta, fedakarlıkta bulunmaktadırlar. Ama bunu karşılarındaki insanlara hiçbir şekilde hissettirmezler. Gerçekten canları o şekilde istediği için öyle hareket ediyorlarmış izlenimi verirler. Ve bu şekilde karşılarındaki insanları hiç rencide etmeden, onlara hiç fark ettirmeden çok üstün bir ahlak gösterirler.

İsteseler, elbetteki müminler de yaptıkları incelikleri gizlemek için bir çaba harcamayabilirlerdi. Ancak bu ahlak şekli, Allah'ın rızasını kazanmaya çok daha uygundur.

Bu konuda kendisini geliştirmek isteyen bir kimse, öncelikle vicdanının sesine tam olarak teslim olmalıdır. Bunun yanında da, çevresindeki üstün ahlaklı müminlerin tavırlarını çok detaylı gözlemlemelidir. O güne kadar olağan olarak gerçekleştiğini sandığı pek çok olayın, aslında müminlerin bu yöndeki ahlakından kaynaklandığını görecektir.

Örneğin açken, yemeğini önce kardeşinin yemesini sağlamak, yorgunken önce kardeşinin dinlenmesine imkan tanımak, kendi tercihindense kardeşinin isteklerini yerine getirmek, kendi beğendiğindense kardeşinin zevkine uygun hareket etmek. Kardeşinin neşesini, mutluluğunu sağlamak için kendinden ödün vermek. Uykusu varken, sohbet etmek isteyen bir dostunu kırmamak; ona bu durumu hissettirmeden karşılık vermek. Hasta olan bir arkadaşına yardım etmek için, kendi hastalığını gizlemek. Yardıma ihtiyacı varken, çevresinde yardım talep eden bir başkası varsa, kendi ihtiyacını hiç hissettirmeyip o kişiye yardım eli uzatmak. Kendisine o an için yemek istemediği bir şey dahi ikram edilse, o kişinin o konuda verdiği emeğe, iyi niyete ve ikramına saygı olarak, o yiyecekten az da olsa yemek. Kendisine çok sevdiği güzel bir şey ikram edildiğinde, onu daha çok seven biri varsa, bunu fark ettirmeden ona ikram etmek. Acelesi olduğunda, karşısındaki bir mümine bunu hissettirmemek, onu telaşlandırmamak. Bir tehlikeyle karşı karşıya olunduğunda, bunu olabildiğince hissettirmeden çözmek; ya da bu durumu çevresindeki insanları yatıştırarak, sakinleştirerek halletmek. Birine sevgi, ilgi, nezaket, gösterirken, diğer kardeşlerini daha az düşünüyormuş hissini vermemek; herkesin gönlünü alacak şekilde davranmak. Kendisine sevgi gösterildiğinde, her ne kadar acelesi, sıkıntısı, hastalığı ya da işi olsa da, karşı tarafa güzel bir karşılık vermeden geçip gitmemek. Güzel bir tavrı, güzel bir çalışmayı, güzel bir gelişmeyi dile getirmeden geçmemek; mutlaka onore edip, takdir edip şevklendirmek. Güzel bir iltifata, mutlaka daha güzeliyle karşılık vermek. Samimiyeti, güzel ahlakı yüceltmek. Bir hastalığa yakalanan bir mümine, hastalığını telaşlandırmadan söylemek. Ve tüm bunları yaparken, karşı tarafa, o kişi olmasaydı da, zaten bu şekilde yapacakmış kadar doğal bir izlenim vermek. Ve tüm bunlarda yalnızca Allah'ın rızasını gözetmek...

Bu sayılanlar, bir insanın “nezaket” denildiğinde ilk aklına gelebilecek en bilinen davranışlardandır. Ancak daha detaylı düşünüldüğünde; insan çevresine, çok daha derinlemesine güzel ahlak gösterebilme niyetiyle baktığında, vicdanı ona çok daha fazla incelik imkanı gösterecektir. Sergilediği bu fedakarane ahlakı -hiçbir insanın hoşnutluğu için değil- yalnızca Allah'ın rızası için yaptığını bilmenin verdiği vicdan rahatlığı, huzur ve mutmainlik, bu kimseye feragat ettiği nimetlerle kıyas olmayacak kadar büyük bir haz verecektir. Bu ahlakının ahiretteki karşılığı ise çok daha güzel olacaktır:

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır.Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.(Yunus Suresi, 26)

(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)

De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)

... Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)

... Güzellikte bulunanlara müjde ver. (Hac Suresi, 37)

Tarım Sektörü İşsizliği Azaltıyor

Ne Demişti

Gaziantep Olay TV, 23 Aralık 2009

Adnan Oktar: Mesela tarım sanayiine önem verilmesini söylemiştim. Bakın şimdi o geldi kapıya dayandı şu an. Herkes devletten para istiyor. Devletin de parası olmadığı için mecburen işçi çıkartmak durumunda kalıyor. Bunlar baş olacak gibi değil yani, bu şekilde olmaz. TARIM ALANINDA ÇOK GENİŞ YATIRIM YAPARAK TARIMDA ÇALIŞAN İNSAN SAYISININ ÇOK ARTTIRILMASI GEREKİYOR. O ZAMAN İŞSİZ İNSAN DA KALMAZ, hem de insanların beslenme sorunu da ortadan kalkmış olur. Böyle lüks tüketime, böyle garip olaylara da girmemek gerekiyor.... Tekel geniş çapta bir değişikliğe gitsin. Gıda sanayiine el atsın, tarıma el atsın, çok fazla üretim yapsın, işçiler de dursun. Yani işçiyi atmaya gerek yok, ama çok güçlü üretim yaparak hem halkımızın doyması sağlansın, hem de onlara iş imkânı sağlansın. Ben bunu bir fikir olarak söylüyorum.

Ne Oldu

Yeni Asya, 19 Eylül 2010


Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, Tarım sektörünün işsizliğin azalmasına büyük katkı sağladığını söyledi. TUİK tarafından açıklanan rakamların, tarım sektörünün işsizliğin azaltılmasına büyük katkı sağladığını gösterdiğini belirtti. “Tarım sektörü, işsizliğin artmasını önleyerek, sosyal riski azaltan kilit sektör olmaya devam ediyor." dedi.

Müminlerin Manevi Ve Fiziksel Temizlikleri

Müminler fiziksel olarak tertemiz insanlardır. Bedenleri, yedikleri yiyecekler, giydikleri giysiler, yaşadıkları ortamlar her zaman temizliği ve düzeniyle göze çarpar. Bulundukları her yeri Kuran'da tarif edilen, tertemiz cennet ortamlarına benzetmeye çalışırlar.

Allah müminlerin temizlik anlayışının nasıl olması gerektiğine, aşağıdaki ayetlerde dikkat çekmiştir:

Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş. (Müddessir Suresi, 4-5)

Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin... (Bakara Suresi, 172)

Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut. (Hac Suresi, 26)



Allah Kuran'da insanın ruhen temiz olmasından da bahseder. Nefsindeki kötülüklerden uzak duran, nefsini arındırıp temizleyen insanların kurtuluş bulacağına dikkat çeker:

Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. (Şems Suresi, 8-9)

İnsanın manevi yönden temiz olması, ayette bildirildiği gibi nefsinin emrettiği kötülüklerden tamamen uzak durmasıyla mümkün olur. Manevi yönden temiz olan kişi, samimi bir imana, huzurlu bir ruh haline sahiptir. Yaptığı her iş gibi, her düşüncesi de hayırlıdır. Karşısına çıkan her olayda Allah'tan razı olmuş bir tavır gösterir. İçi de dışı ile birdir. Ayrıca Allah'tan gelen herşeyin kendisi için mutlaka hayırlı olduğunu bilir.

Böyle insanlar nefislerindeki pisliklerden arınan insanlardır ve Allah Kuran'da bu insanların güzel bir sonla karşılaşacaklarını haber vermiştir:

Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır. (Fatır Suresi, 18)

Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur;(A'la Suresi, 14)



Örneğin haset, Kuran'da kınanan bir tavırdır. Allah, deneme maksadıyla, insanların nefsini kıskançlığa eğilimli olarak yarattığını, fakat müminlerin bundan sakınmaları gerektiğini Kuran'da bildirmiştir:

... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)



İmanlı insan Allah korkusundan dolayı aklıyla hareket eder. Müslüman kendisini manevi olarak kirletecek bu tarz nefis oyunlarından uzak durur. Biraz düşünür ve hemen güzelden, doğrudan yana tavrını güzelleştirir. Çünkü aksinin ne maddi olarak ne manevi olarak hiç bir getirisi yoktur. Nefse uymak ahirette de, dünyada da yalnızca kayıp getirir. Kaderi düşünerek, tevvekkül edip, Kuran ahlakıyla hareket eden bir insan da manevi olarak yükseldikçe yükselir, tertemiz olur. İmanı güçlendikçe güçlenir.

''Günaydın'', ''afiyet olsun'', ''çok yaşa'', ''geçmiş olsun'' gibi iyi niyet dileklerinde müminin üslup farklılığı

Toplumda alışkanlık haline gelmiş bazı konuşma kalıpları vardır. Bu, tüm insanların kullandığı ortak bir dildir. Sabah kalkıldığında “Günaydın”, akşam karşılaşıldığında “İyi akşamlar”, gece yatarken “İyi geceler, iyi uykular”, yemek yerken “Afiyet olsun”, hastalanıldığında “Geçmiş olsun”, bir iş yaparken “Kolay gelsin”, hapşurulduğunda “Çok yaşa” gibi...

Hemen her insan, çocukluk yıllarından itibaren çevresinden gördüğü bu kalıplaşmış üsluba düşünmeden uyum sağlar. Oysa ki insanın tüm bu sözleri söylerken, bu güzel dilekleri gerçekleştirecek olan yegane gücün Allah olduğunu unutmaması gerekir.

İşte müminin farkı da burada ortaya çıkar. Mümin attığı her adımda, söylediği her sözde, aklından geçen her düşüncede şuurludur. Hayatı boyunca yaşadığı her olayın yalnızca Rabbimiz’in dilemesiyle gerçekleştiğini asla unutmaz. Bir insana gününü ya da gecesini güzel geçirtecek, hastalandığında sağlık ve şifa verecek, uykusuna huzur ve rahatlık verecek, yediği yemeği lezzetli ve faydalı kılacak ya da yaptığı işi kolaylaştırıp sonuçlandıracak olan yalnızca Yüce Rabbimiz’dir.

Bunun yanı sıra müminin hayatta en derin ve en yoğun sevgiyle sevdiği, en bağlı, en sadık olduğu varlık Rabbimiz’dir. Sevdiği bir çok insan, olay ya da nesne aklından zaman zaman çıkabilir. Ama Allah'a olan sevgisi o kadar güçlüdür ki, 24 saat her an her saniye Rabbimiz’in varlığının, gücünün, sevgisinin, dostluğunun, merhametinin, adaletinin şuurunda olarak yaşar. Aklında Allah'ın varlığının ve hakimiyetinin olmadığı tek bir an bile olmaz.

Ve mümin için Allah'ı zikretmek, Allah'ı anıp yüceltmek çok büyük bir ibadettir. Aynı zamanda da bu müminin ruhunun en lezzet aldığı nimetlerden biridir. Bu nedenle hemen her fırsatta Allah'ı anmak, Allah'ın şanını yüceltmek, Allah'ın büyüklüğünü dile getirerek Allah'ı övmek ister. Kullandığı her üslupla Allah'a olan sevgisini, bağlılığını, teslimiyetini dua mahiyetinde ifade etmek ister.

Dolayısıyla müminin her hali ve tavrı gibi, günlük hayattaki üslubu da diğer insanlardan çok farklıdır. Mümin her sözü söylerken, o eylemi gerçekleştirecek olanın mutlaka Allah olduğunu belirtir. Her iyi niyet dileklerinde, o güzelliği Allah'tan dilediğini dile getirir. Örneğin “Günaydın”, “İyi akşamlar”, “İyi geceler”, “iyi uykular”, “Afiyet olsun”, “Geçmiş olsun”, “Kolay gelsin”, “Çok yaşa” gibi sözler yerine; “Allah gününü aydın etsin”, “Allah hayırlı, iyi akşamlar versin”, “Allah güzel geceler versin”, “Allah güzel uykular versin”, “Allah afiyet versin”, “Allah hastalığına şifa versin”, “Allah işinde kolaylık versin”, “Allah uzun ömürler versin” gibi, Allah'ı anarak ve bu dilekleri yerine getirecek olan Yüce Rabbimiz'in adını zikrederek karşılık verir.

Bunun yanı sıra bir kişi kendisine, Allah'ın ismini anarak bu şekilde bir iyi niyet sözü söylediğinde de, yine imandaki şuurunu gösteren bir üslupla cevap verir. Örneğin kendisine *Allah hayırlı günler versin” diyen bir kişiye sadece, “Sana da” diyerek cevap vermez. Yine mutlaka Allah'ın adını zikredip Rabbimiz’i yüceltir. “Allah sana da hayırlı günler versin” diyerek cevap verir. Ya da kendisine “Allah rahatlık versin” diyen bir mümine, -Allah'ı tenzih ederiz- “Sana da rahatlık versin” gibi bir söz söylemez. “Allah sana da rahatlık versin” der. Allah'ı düşünerek de olsa, Allah'ın ismini söylemeden bu tarz bir ifade kullanmaz. Üslubundaki ufacık bir eksikliği dahi, Allah'a duyduğu sevgisine, bağlılığına ve dostluğuna yakıştırmaz.

Bu müminin güzel ahlakındandır. Yalnızca Allah'ın yaratacağını bildiği bir olaydan Allah'ın adını anmadan behsetmeyi vicdanen kabul edemez. Karşısındakişi kişinin üslubu her nasıl olursa olsun, onun vereceği karşılık mutlaka Allah'ın ismini anarak, Rabbimiz’i yücelterek olur.

... Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkara) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır. (Araf Suresi, 180)

Newsweek: Türkiye ''Yeni Osmanlılar'' olarak güçlenecek

Ne Demişti

Azerbaycan Novoye Vremya, 6 Ekim 2008

Adnan Oktar: Balkanlar hep Osmanlı toprağıdır, ta İtalya’nın içlerine kadar. İtalya’ya yakın yerlere kadar hep Osmanlı toprağıdır. Her yerde Osmanlının izleri görülür, Osmanlının güzelliği görülür. Oraları Türk İslam Birliği içerisinde bir huzur şehri, huzur bölgeleri olacaktır... Sadece onlara bereket, bolluk ve huzur sunar Türk İslam Birliği. Bosna’ya da, Arnavutluğa da her yere İnşaAllah Türk İslam Birliği huzur ve mutluluk sunacaktır.


Abu Dhabi TV, 19 Şubat 2009

Adnan Oktar: Bir kere Suriye istiyor Türkiye ile birleşmeyi, Irak da istiyor. Zaten Suriye, Irak istedi mi yani herkes ister. Azerbaycan istiyor, Ermenistan istiyorTürkiye ile birleşmeyi, Gürcistan istiyor, geriye ne kaldı? Litvanya’yı da içine alacak bir birlik olacak bu.Litvanya, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Doğu Türkistan hepsini içine alacak bir birliktelik olacak, TA LİBYA’YA KADAR. BÜTÜN AFRİKA’NIN KENAR ÜLKELERİ VE İÇ KISIMLARINA KADAR DA BÜYÜK BİR TÜRK İSLAM BİRLİĞİ OLUŞACAK, DAHA ÖNCE ZATEN BİR TECRÜBESİ VAR TÜRKİYE’NİN, BİR OSMANLI TECRÜBESİ VAR, BU SEFER OSMANLI’DA OLAN HATALAR DA YAPILMAYACAKTIR. Tarihi hatalar vardır Osmanlı döneminde, onlar da olmayacaktır, Osmanlının mükemmel yönleri alınacaktır, güzel yönleri alınacaktır, hatalı ve eksik yönleri alınmayacaktır ve mükemmel bir birliktelik oluşturulacaktır.

Ne Oldu

Akşam, 30 Ekim 2010

Makedonya Cumhurbaşkanı Gyorgi İvanov himayesinde düzenlenen 4.Uluslararası “Balkanlar’da İslâm Medeniyeti Kongresi” çalışmalarına başladı.

Kongrenin açılışını yapan Makedonya Cumhurbaşkanı Gyorgi İvanov konuşmasında, Osmanlı döneminde Balkanlar’da uygulanan politikaları anlattı.
Osmanlı tarihini ve hukuk konusunu araştırdığını belirten İvanov, “Balkanlarda Osmanlı hakimiyeti döneminde İslâm kurallarına dayanarak, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler üzerinde din baskısı yapılmıyordu. Osmanlı döneminde farklı dini gruplar arasında yasal eşitliğin sağlandığı görülmektedir” dedi.

Harun Yahya ile Tanışın: Müslüman Dünyasındaki Lider Yaratılışçı - 21.10.2009 ABD/Slate Magazine

Ayda 10 milyondan fazla müstakil ziyaretçisi olan ve Washington Post şirketinin internet dergisi olarak yayın yapan Slate Magazine, 21 Ekim 2009 tarihli sayısında Sayın Adnan Oktar ile yapılan bir röportajı konu aldı. Steve Paulson'ın İstanbul'da gerçekleştirdiği röportajdan izlenimlerin aktarıldığı haber, "Harun Yahya ile Tanışın: Müslüman Dünyasındaki Lider Yaratılışçı" başlığı ile yayınlandı. Haberde Sayın Adnan Oktar'dan "İSLAM’IN ÖNDE GELEN YARATILIŞÇISI" olarak bahsedilirken, yazarın baş eseri "görsel bakımdan insanı şaşkına çeviren 6.5 kg ağırlığında, 800 sayfalık Yaratılış Atlası"ifadesiyle tanıtıldı. Haberde öne çıkan satırlardan bir kısmı şöyle olmuştur:

... Müslüman dünyasına kitaplar, makaleler, videolar ve web siteleri aracılığıyla yayın yapıyor... Oktar’ın gündemi yalnız evrimle sınırlı değil. "TÜRK İSLAM BİRLİĞİ" ÇAĞRISINDA BULUNUYOR ve bu Türk süper devleti Kazakistan’dan Endonezya’ya ve Batı Afrika’ya kadar uzanarak günümüz Müslümanları için Osmanlı İmparatorluğu’nu yenileyecek...Kaç evrimci biyoloğun yanlış düşünüyor olabileceğini sorduğumda, şöyle cevap verdi, "Masonların rolü üzerinde konuşmamız gerekir, çünkü MASONLAR BİLİMSEL BİR DİKTATÖRLÜK YOLUYLA DÜNYAYI YÖNETİYORLAR." Bilim adamlarının bunu duyduklarında şaşıracaklarını söylediğimde, bunun nedenininMasonların "temel özelliğinin gizli hareket etmeleri olduğunu ve bu nedenle görünmez olduklarını" açıkladı.

... Kendisine çok sayıda suikast girişimi olduğundan söz etti. Neden hedef gösteriliyordu? "Çünkü ben Darwinizm, komünizm ve diğer terörist örgütlenmelere karşı mücadele ediyorum." Öyleyse Darwinistler, terörist miydi? Onların çalışmaları tüm dünyada terörizmi besleyen "Şeytani bir plandı" ve "bataklık ya da su birikintilerinde oluşan sivrisinekler gibi"ydiler. Çok sayıda faşist ve komünist lider, açık biçimde Darwinizm öğretilerinden ve ideallerinden etkilendiklerini belirtmişlerdi." (Bu doğru, en azından Oktar’ın hem güçlü düşmanları hem de güçlü dostları var.)

... Yaratılış Atlası’nın yayınlanmasıyla birlikte Oktar, "Darwinizmin tarihte ilk defa çıkmaza girdiğini" öne sürdü. Daha sonra başlıca Avrupa gazete ve dergilerinden makalelerin bulunduğu bir dosyayı çıkardı ve bunlardan alıntı yapmaya başladı: Liberation "MÜTHİŞ PANİK OLUŞTURAN KİTAP"TAN söz etmişti, Stern kitabı "GÖK GÜRÜLTÜSÜ"ne benzetmişti, La Stampa ise "ELVEDA DARWİN" manşetini atmıştı. Oktar’a göre verilen ders açıktı; AVRUPALILARIN ÇOĞU DARWİNİZME OLAN İNANÇLARINI KAYBETMİŞLERDİ... Yahya halihazırda ilgiyi tümüyle üzerine çekmiş durumda ve sadece Türkiye’de değil, tüm dünya üzerindeki Müslüman toplumların tamamında...

Fedakar insan, dünyanın en akıllı ve en kazançlı insanıdır

Fedakarlık, cahiliye insanları arasında bir nevi “akılsızlık” olarak algılanır. Bu kimselere göre, bir insan kendi menfaatlerini ne kadar iyi kollayabiliyorsa, o kadar “akıllıdır”. Çevresindeki insanları ne kadar iyi kullanabiliyor, onların imkanlarından ne kadar çok istifade edebiliyor; diğer yandan da kendisini bu kimselere ne kadar az kullandırtıyorsa, onlara ne kadar az menfaat sağlıyorsa, bu kişi “aklını olabilecek en iyi şekilde kullanabiliyordur”.

Elbetteki bu kimseler yaptıkları bu teşhislerinde baştan sona kadar yanılmaktadırlar. Ahirete inanmayan kimseler için, bir başka insana çıkar sağlamak, onun rahatını, konforunu, artırmak; üstelik tüm bunları kendinden ödün vererek yapmak, “akılsızlık” olarak algılanabilir. Ancak ahirete inanan bir insan için, eğer tüm bunları “yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak için” yapıyorsa, bu kişi “dünyanın en akıllı insanıdır”.

Allah bir insana ortalama 60-70 senelik bir ömür vermiştir. Elindeki bu zamanı olabilecek en iyi şekilde kullanan kimseler, gerçek anlamda “en akıllı olan insanlar”dır. Ancak “hayatlarını en iyi şekilde kullanmaları” demek, dünyadan olabilecek en çok menfaati elde etmeleri demek değildir. Aksine, “kendilerinden olabilecek en fazla feragat etmeleri”dir. Elbetteki buradaki asıl önemli olan ise, tüm bunları Allah'ın rızasını kazanma amacıyla yapıyor olmalarıdır.

Yoksa cahiliye toplumlarında da, çevresindeki insanlar için kendilerini gözden çıkaran, var güçleriyle başkalarını mutlu etmek, onlara daha iyi imkanlar sağlamak, daha rahat ettirmek için çabalayan kimseler de vardır. Ancak bu kimselerin, hedefleri Allah'ın rızası değildir. İyilik yaptıkları her insanı adeta birer yatırım odağı gibi görürler. Yaptıkları her fedakarlık ile, er ya da geç o insandan bunun karşılığının geleceğini umarlar. Onları fedakarlık yapma gücünü veren işte yalnızca bu “karşılık alma ümidi”dir. Bir dostlarına bir hediye aldıklarında, o kişinin de bir vesileyle kendilerine en az o ayarda bir hediye alacağını ümit ederler. Bir arkadaşlarına kendi çalıştıkları işyerinde iş imkanı sağladıklarında, ileride kendi ihtiyacı olduğunda da, o kişinin kendilerine iş imkanı sağlayacağını umarlar. Bir komşularına bir yemek ikram ettiklerinde, kısa bir süre sonra, o komşularının da kendilerine bir ikramda bulunmasnı beklerler. Bu kişilerden umdukları tarzda karşılıklar alamasalar bile, iyilik yaptıkları bu insanların dostluklarını kazanmak bile bu kimseler için önemli bir menfaattir. Elbette bu yatırımların işe yarayacağı, bunlara ihtiyaç duyulacağı bir gün geleceği kanaatindelerdir. Hatta kendi öz çocuklarına bile iyilik yaptıklarında, ileriki yıllarda yaşlandıklarında onların da kendilerine karşı borçlu kalacaklarına inanırlar. Çocuklarını ne kadar iyi yetiştirirlerse, onlara ne kadar iyi imkanlar sağlarlarsa, kariyerlerinin yükselmesi için ne kadar çok çaba harcarlarsa, ileride bu imkanların her birinin kendi hayatlarına konfor katacağını düşünürler. İşte onları motive eden yalnızca bu inançlarıdır.

Müminler ise fedakarlık gücünü yalnızca Allah'a olan sevgilerinden; Allah'a karşı duydukları derin saygı ve korkudan alırlar. Allah'ın kendilerini daha çok sevmesi isteği, müminlerin bu konuda 24 saat çok şevkli ve heyecanlı olmalarını sağlar. En zor; fiziksel olarak en yorgun, en güçsüz oldukları anlarda bile, Allah sevgilerinden aldıkları güçle daha da fazla fedakarlık yapabilecekleri bir fırsat yakalamaya çalışırlar. Karşılarına çıkan her imkanı, bu konuda olabilecek en fazla gayreti göstererek değerlendirmeye çalışırlar. O anda ihtiyaç duyulan fedakarlığı yapabilecek başka kişiler olsa da, onlar “hayırlarda yarışırlar”. Geçerli hiçbir sebepleri olmaksızın, böyle bir imkanı bir başkasına bırakmayı ise kendileri için bir kayıp olarak görürler.

Müminin fedakarlığı; onun, Allah'ı kendi nefsinden, bedeninden, malından, mülkünden, hayatından ve sahip olduğu maddi manevi diğer herşeyinden daha çok sevdiğinin çok açık bir alametidir. Böyle bir insan Allah'ın sevgisini kazanabilmek için, hiç düşünmeden herşeyini feda edebilecek güçtedir. Canını, malını, sahip olduğu herşeyi Allah'a teslim etmiştir. Allah Kuran'da, bu ahlakı gösteren müminleri müjdelemiş ve gerçek anlamda “büyük kurtuluş ve mutluluğun” ancak bu şekilde elde edilebileceğini hatırlatmıştır:

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162)

Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir?Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar,

Rablerinin ayetlerine iman edenler,

Rablerine ortak koşmayanlar,

Ve gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler;

İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. (Müminun Suresi, 57-61)