Adnan Oktar Canlı Yayında (30 Haziran 2010)

30 Haziran 2010 Çarşamba Saat 22:00'de
TV Kayseri ve Samsun AKS'de CANLI YAYIN

TV Kayseri: T3A 12729 V 30000 Fec: 5/6
Samsun AKS TV: T2A 12130 V Batı 27500 5/6

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Amaç Bölgede Barış Elçiliği

Ne Demişti

Azernews, 23 Ekim 2008

Adnan Oktar: Türkiye büyük Türkiye olacak. Yani altını çizerek, net yüzde doksan dokuz demiyorum, yüzde yüz. Türk-İslam aleminin lideri olacak. On yirmi yıl içerisinde bunu bütün dünya görecek, ben de buradayım siz de buradasınız, herkes burada, bu net bu Allah’ın izniyle, bunun ikinci bir yolu yok, insanlığın kaderi bu inşaAllah, bu şekilde olacak... Dolayısıyla Türkiye hem Müslümanların hem Hıristiyanların hem Musevilerin lideri olmuş olacak inşaAllah. Yani lideridir, lideri de olmuş olacak. Ve hepsine barış, huzur ve adalet sunacak. Türkiye zaten bunu şu an fiilen yapıyor. Bosna’da da yapıyor, Irak’ta da yapıyor. Afganistan’da da yapıyor, her yerde yapıyor, nereye gitse sevgiyle karşılanır Türk ordusu. Ama bunun çapı çok genişleyecek. Çünkü bizim milletimiz böyle şefkatlidir, sevgiden dostluktan çok hoşlanır. Yani yemez yedirir, içmez içirir, yani mesela en iyi yatağı olsa gider onu misafirine verir, kendi yani onu aramaz.

Ne Oldu

Sabah, 23 Haziran 2010

"Benim Kalbim Temiz" Diyerek Dini Sorumluluklarını Erteleyenler Büyük Bir Yanlış İçindedirler

Allah insanlara dünya hayatının kısa ve geçici bir imtihan yeri olduğunu bildirmiş, bu süre zarfında Kendi emir ve tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmeleri gerektiğini onlara haber vermiştir. Her insan, Allah’ın Kuran’da emrettiği ibadetleri yerine getirmekle sorumludur.

Ancak bazı insanlar Allah’ın kendilerini sorumlu kıldığı ibadetleri uygulamamak için birtakım bahaneler ileri sürerler. En çok kullandıkları ise kalplerinin temiz olduğu ve bu nedenle de başka bir şey yapmalarının gerekmediği yönündeki bahanedir.

Oysa “kalp temizliği” nin tek ölçüsü Kuran'dır. Bir insan ancak Kuran'da bildirilen kalp temizliğini yaşıyorsa temiz kalpli sayılabilir. Aksi takdirde bir insanın kişisel değer yargıları doğrultusunda kendisini temiz kalpli ilan etmesinin bir kıymeti ve geçerliliği yoktur.

Kuran ahlakına göre kalp temizliği ve samimiyetin en önemli göstergesi ise Allah'ın emir ve tasviyelerini titizlikle yerine getirmektir. Kuran'da bildirilen ahlakı tam olarak uygulamayan kişi Allah'tan gereği gibi korkup sakınmıyor demektir. Ne var ki gereği gibi Allah’tan korkup sakınmayan ve “kalbim temiz” diyerek dinden ve Kuran’dan uzak kalanların ahirette çok pişman olacakları açık bir gerçektir. Çünkü cennete ancak Allah'ın Kuran’da temiz kalpli ve samimi olarak belirttiği kişiler girecektir ki, onlar da Allah’ın emir ve tavsiyelerini eksiksiz yerine getiren, Allah sevgisini ve Allah korkusunu derin bir şekilde kalbinde hisseden ve hayatının her anında O’na yönelip dönen ihlas sahibi müminlerdir.

Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri Katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 2-4)

... De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi'ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir." Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır). (Rad Suresi, 27-29)

Adnan Oktar'dan Vatan'a Yalanlama: Kuyruk Acısı Var!


Vatan gazetesinde yer alan iftira haberine Bilim Araştırma Vakfı'ndan sert cevap geldi.

Vatan gazetesinin 28.06.2010 tarihli sayısının 13. sayfasında Sayın Adnan Oktar ve Bilim Araştırma Vakfı ile ilgili çıkan haber baştan sona uydurma bir haberdir:

1.      Haberin içeriğinde belirtildiği şekilde İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde, Sayın Adnan Oktar ve Bilim Araştırma Vakfı aleyhinde açılmış yeni bir dava mevcut değildir.

2.      İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin Sayın Adnan Oktar ve Bilim Araştırma Vakfı hakkında 10 yıldır devam eden davada verdiği 3 yıllık hapis cezası hükmü ise Yargıtay tarafından bozulmuştur.

3.      Yargıtay, 2 Ağır Ceza Mahkemesinin kararını bir çok yönden hatalı bulduğu için kaldırmıştır. Ve yeniden yargılama kararı vermiştir. Dolayısıyla yeni açılan bir dava yoktur. Haklı olarak da bu mahkemeden beraat beklemekteyiz.

4.      Bu iddaların yalan olduğunu anlamak için 2. Ağır Ceza mahkemesinde yeniden görülmeye başlayacak olan davanın 2010/32 nolu dosyasına tüm basın mensupları bakabilirler. Haberin baştan sona yalan olduğu bu şekilde kolaylıkla görülecektir. Vatan gazetesi bizlerle ilgili hazırladığı haberlerde sıkça yaptığı gibi akıl almaz bir cesaretle ve pervasızlıkla yeniden yalan söylemiştir.

5.      Vatan gazetesinin bu haberinin asıl sebebi ise Sayın Adnan Oktar'ın ve BAV'ın son zamanlarda Materyalizm ve Darwinizm'e vurduğu darbelerdir. Bu darbeler, malum çevrelerde şiddetli bir paniğin meydana gelmesine sebep olmuştur.

6.      İddia edilen Ergenekon örgütünün fikri temelinin tamamen ortadan kalkmasına vesile olarak ezilmesinde çok büyük emeği geçen BAV'a karşı, iddia edilen Ergenekon örgütüne karşı ılık bir üslup kullanan Vatan gazetesinin neden böyle bir öfke duyduğunu anlamak zor değildir.

7.      Fakat basına halihazırda söylemediğimiz ve bu sebeple basının henüz haberinin olmadığı asıl ve büyük, önemli bir sebep var. Bu haberin yapılmasının gerçek nedeni Nuran Yelkenci, Tülin Uyar Muslu, Cihan Muslu'nun, şantaj çetesi kurmak, şantaj çetesi yönetmek, yalan yere gizli tanıklık yapmak, iddiası ile polis tarafından yapılan ani baskınla göz altına alınmalarıdır. Kübra Yelkenci, Önder Yelkenci ve İlkay Uyar'ın da dahil olduğu soruşturmada adı geçen kişilerin evlerinde arama yapılmış, bir çok delil içeren malzemeye polis tarafından el konulmuştur. Diğer birçok kişi hakkında da soruşturma devam etmektedir.

8.      Soruşturma kapsamındaki bu kişiler Vatan gazetesinin ve Fatih Altaylı'nın çok yakından tanıdığı ve desteklediği. irtibatta olduğu kişilerdir. İddia edilen ergenekon örgütünün kışkırtmaları ile bu kişiler aleyhimizde bir çok mesnedsiz dava açılmasına sebep olmuştur. Ama şu an işin iç yüzü ortaya çıkmış, polis olaya el koymuştur.

9.      Bu kişiler Vatan gazetesinin bugünkü nüshasında yayınlanan uydurma iddiaları da ortaya atan kişilerdir. Ancak şu an haklarında şantaj ve çete mensubu olmaktan savcılıkça kovuşturma devam etmekte ve polis tarafından halen bu çete operasyonu sürdürülmektedir.

10.  Vatan gazetesinin kuyruk acısının ve paniğinin sebebi budur. Kamuoyuna duyurulur.
Bilim Araştırma Vakfı

Adnan Oktar Canlı Yayında (29 Haziran 2010)

29 Haziran 2010 Salı Saat 22:00'de
Güneydoğu Olay TV'de CANLI YAYIN

Güneydoğu Olay TV: T3A 12685 H Batı 30000 Fec: 5/6 ve D-smart: 169

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

''Bir kereden bir şey olmaz'' mantığının yanlışlığı: Bir kerede mahsur görmeyen, daha fazlasında da bir sakınca görmeyebilir...

İnsan hayatı boyunca karşılaştığı her olayda nasıl davranması gerektiğini bilir. Bu Allah'ın her insanın vicdanına verdiği bir özelliktir. Dolayısıyla insan yanlış bir şey yapsa bile, aslında bunun doğru olmadığını kavrayabilecek bir bilgiye sahiptir.

Ancak buna rağmen insanların bir kısmı vicdanlarını ölçü alarak yaşamazlar. Hatta vicdanlarının sesini bastırarak yaşamayı bir hayat şekli haline getirmişlerdir. Ve bu hayat şekli içerisinde, ‘vicdan azabı’ duymayacak bir anlayış da elde etmişlerdir. Vicdanlarını körelten bu insanlar, hata olacağını kavradıkları konularda, -bile bile de olsa- bu yanlışı yapmakta bir sakınca görmezler. Menfaatleri öyle hareket etmelerini gerektiriyorsa, onlar da doğru olandan bilerek ve isteyerek taviz verirler.

Ancak Müslümanlar bu şekilde değildirler. Mümin bir kimse hayatının her anında vicdanını kullanır. Vicdanının yanlış olduğunu gösterdiği bir konuda, aksi yönde davranmaya güç yetiremez. Bunun sonucunda da, vicdan azabı duyacağı bir tavra en başından hiç yanaşmaz.

Fakat bazen şeytan insanlara, vicdanen doğru olmadığını hissettikleri bir konuda da, vicdanlarını dinlememeleri için baskı yapar. Bazen bunu kişiye bir şekilde makul ve doğru göstermeye çalışır. Bazen onu, bu tavrın vicdanına ters düşmeyeceğine ikna etmeye gayret eder. Bazen öfke, kıskançlık, kin gibi hisleri teşvik ederek o kişiyi güçsüzleştirip o tavra sürüklemeye çabalar. Hiçbir yönden sonuç alamadığında da kişiye, makul sebepler altında bunu ‘bir kere yapmasından bir şey olmayacağı’ telkiniyle yanaşır.

Şeytanın bu mantığı bazen çok küçük, bazen de çok hayati konularda ortaya çıkabilir. Nitekim kimi insanlar çoğu zaman küçük konularda umursuzluk yapmakta, doğru yoldan sapmakta bir sakınca görmezler. ‘Nasıl olsa önemli bir konu değil’ ve ‘nasıl olsa sonuçta kimseyi etkileyecek, kimseye zarar verecek ve kimseyi rahatsız edecek bir şey değil’ diye düşünürler. Hatta eğer bu, kimsenin farkına dahi varmayacağı bir detaysa, hiç vicdan azabı da duymalarına gerek olmadığını düşünürler. Şeytan da işte insanlara ilk başlarda özellikle böyle küçük konularda ‘bir kereden bir şey olmayacağı’ mantığıyla yaklaşır.

Bir kez doğru söylememek, bir kez samimi konuşmamak, bir kez gerçek duygularını ifade etmemek, bir kez kırıcı bir söz söylemek, bir kez karşı tarafı rencide etmek, bir kez umursuz davranmak, bir kez fedakarlıktan kaçınmak, bir kez küsmek, bir kez öfkelenmek, bir kez basit bir tavra tenezzül etmek, bir kez adaletsiz davranmak, bir kez arkadan konuşmak, bir kez tartışma üslubu kullanmak, bir kez gizli bir şey yapmak, bir kez gurur yapmak, şeytanın insanlara attırdığı ilk adımlardandır. Sonrasında bunlardan herhangi birini ikinci kez yaptırması, şeytan için çok daha kolay olur.

Allah'ın Kuran'da, ‘çirkin cesaret’ olarak adlandırdığı bir tavır vardır. Şeytan bu kötü ahlakın, en bilinen ve en uç örneğini temsil eden varlıktır. İşte bu yüzden insanların da kendisi gibi Allah'a karşı ‘çirkin bir cesaret’ içinde olmalarını ister (Allah'ı tenzih ederiz). Allah'ı unutmalarını, Allah'tan korkmamalarını , Allah'ın her her yaptıklarını gördüğünü düşünmemelerini (Allah'ı tenzih ederiz), ahireti – hesap gününü düşünmeden hareket etmelerini arzular. İşte ‘bir kereden bir şey olmaz’ felsefesinde de, şeytanın insanlar için asıl hedeflediği hayat şekli budur. İnsanlara bunu çok küçücük, masumane, iyi niyetli, zararsız; nasıl olsa sadece bir kerelik olduğu ve bir daha tekrarlanmayacağı için de üzerinde durmaya gerek olmayan bir girişim olarak göstermeye çalışır. Ama altında gizlenen bu gerçekten dolayı böyle bir tavra yanaşmak hiçbir şekilde zararsız ve masumane olmaz.

Çünkü ‘bir kereden bir şey olmaz’ mantığı son derece tehlikelidir. Eğer bir insan o tavrı, -hatalı olacağını bile bile- bir kere yapmakta bir sakınca görmemişse, bunu çok rahat bir şekilde bir kez daha yapabilecek bir negatif güç ve çirkin cesareti de elde etmiş olur. Bir kere vicdanını aşan, bir kere vicdanını bastıran bir insan kendine, bunu bir kere daha yapabilecek bir yol açmış olur. Aynı şekilde, bir konuda bilerek yanlış olanı seçmekte bir sakınca görmeyen, ileride başka bir zaman geldiğinde, farklı konularda da aynı seçimi yapmakta mahsur görmeyebilecek bir anlayışa geçebilir. Bu nedenle insanın ‘nasıl olsa bir kerelik bir şey’ diye düşünmemesi; her an, her yerde ve her konuda Allah'tan çok korkup sakınması ve güzel ahlakta her an çok titizlik göstermesi gerekir.

Çünkü Allah'tan korkup sakınan insanın, Allah'a karşı dürüst olmasının verdiği bir iman kalitesi, bir ruh hali vardır. Bu insanın, dürüst olduğunu bilmesinden dolayı kendisine karşı saygısı vardır. Kendisine olan saygısını yitiren bir insan ise, pek çok konuda kendine samimiyetsizliğin ve dürüst olmamanın kapısını açmış olur.

Bunun yanı sıra elbetteki insan hata yapma özelliğiyle birlikte yaratılmıştır. Dolayısıyla mutlaka hata yapacak, yanlış düşünecek, yanlış kararlar alacak ve bunlardan geri dönecek, ahlakını düzeltecektir. Tevbe edecek, Allah'tan bağışlanma dileyecek, hatasını telafi etmek için çaba harcayacak ve bu şekilde samimi olmanın yolunu bulacaktır.

Ancak şeytanın ‘bir kereden bir şey olmaz’ mantığının, tüm insanları kapsayan; bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir tehlike olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu, şeytanın dikkatle sakınılması gereken önemli oyunlarından biridir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ kandırmacasıyla başlayıp bunu bir hayat şekli haline getirmiş pek çok insan vardır. Bir hırsız, bir dolandırıcı ya da yalanı veya diğer haram fiilleri alışkanlık haline getirmiş bir insan da ilk başta bunları yalnızca bir kez yapmış; ama sonra şeytanın oyununa düşerek bu davranışlarını ana özelliği haline getirmiştir.

Bu nedenle bir insan bu konuda ne kadar titiz ve dikkatli olursa olsun, bir gün şeytanın kendisine de bu tarz bir mantıkla yanaşabileceğini unutmamalı ve bu tehlikeye karşı uyanık olmalıdır. Kuran ahlakından taviz vermemeli, her an Allah'tan çok korkup sakınmalı, Allah'ın her yerde kendisini görüp duyduğunu ve içinden geçen her düşünceyi bildiğini unutmamalıdır.

Araplar Bu Türkiye'yi Kucaklamalı

Ne Demişti

Aksu TV, 10 Nisan 2010

Adnan Oktar: Özetle samimi olmak, candan olmak, özgürlüğü savunmak veya taassuptan kaçınmak, Kuran ahlakına tabi olmak, Peygamberimiz (sav) gibi sevecen olmak, affedici olmak, merhametli olmak yani güzel ahlaklı olmak, çok büyük bir nimettir. İnsanlarımız çok mutlu olsun Türk İslam Birliği oluşsun. Mesela bak Kırgızistan karıştı, Kazakistan huzursuz, efendim Azerbaycan Türkiye ile birleşmek için can atıyor ama yine onlar da tedirginler. Bunlara bir son verecek güzel bir birleşme için bizlerin gayret etmemiz şart inşaAllah. Türk İslam Birliği olduğunda bütün Türklük alemi de rahatlayacak ki hepsi Müslüman dolayısıyla İslam alemini de tam anlamıyla kucaklamış olacağız İnşaAllah.Yazık bak, Irak’da insanlar acı çekiyor, Afganistan’da insanlar acı çekiyor, Pakistan’da acı çekiyorlar. Sersefiller yazık, yani açlar, perperişanlar, kıyafetleri yok, orada çocuklar var, genç kızlar var, anneler var hepsine yazık yani, Müslüman olarak biz bunlara acımalıyız, şefkat duymalıyız. Bizim elimizde böyle bir imkan var. Türkiye hem modern bir ülke, hem akılcı bir ülke, Atatürkçü, milleyetçi, böyle tutarlı bir çizgi içerisinde Türkiye, dolayısıyla İslam’ı da en güzel yaşayan ülkedir Türkiye, yani ideal yapıdadır. Dolayısıyla bütün İslam alemi Türkiye’nin lider olmasını istiyor. Yani böyle bir talep varken Türkiye kenarda duramaz, değil mi? Allah rızası için bu talebi kabul etmesi gerekiyor, dolayısıyla Türk İslam Birliği’nin Türkiye lideri olacak inşaAllah. Güzel bir gelecek de Müslümanları bekliyor ama bizlerin gayretiyle.

Ne Oldu

Radikal, 23 Haziran 2010

Adnan Oktar Canlı Yayında (28 Haziran 2010)

28 Haziran 2010 Pazartesi Saat 22:00'de
Adıyaman Asu TV, Güneydoğu Olay TV, Kaçkar TV ve Kocaeli TV'de CANLI YAYIN

Kaçkar TV: 12130 S/R: 27500 V Fec: 5/6
Kocaeli TV: T2A 11862 H Doğu 27500 5/6, D-smart: 180
Adıyaman Asu TV: T2A 11746 H Doğu S/R: 27500 Fec: 5/6
Güneydoğu Olay TV: T3A 12685 H Batı 30000 Fec: 5/6 ve D-smart: 169

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Terör Saldırılarında Hayatını Kaybedenlerin Yakınlarına Madalya

Ne Demişti

Başkent TV, 6 Mart 2009

Adnan Oktar: Evet o kadar, saygı göstertilmesi, nezaket ve hürmet göstertilmesi. Çünkü Allah bize bunu nasip vermemiş, nasip etmemiş, ona vermiş o güzel bir imtihanla imtihan oluyor, demek ki güzel bir tiynet bu.Var gücümüzle gayret edelim, evinde gaziyi oturtturmak ne demek, unutmak ne demek, mesela şehit aileleri her tuttuğumuz yerde alnından öpelim. Şehit ailelerine her yerde hürmet saygı göstertilsin, yani bütün milletimiz onlara var gücüyle destek olup imkân sağlayalım. Onları da yani onlarınki daha da güzel, şehit ailesi, şehit babası, şehit anası, ne büyük onur, hem annesine hem babasına ayrı ayrı madalya verilmesi lazım onların. Direk göğsünde taşıyacaklar, gördüğümüz yerde sarılacağız. Herkes mesela evine buyur etsin onları, lokantasına buyur etsin, değil mi? Mesela otobüsle arabayla götürüyorsa estağfurullah diyecek Allah affetsin niçin öyle olur mu biz sizden niye para alalım diyecekler. Böyle bir sistem olması lazım, yani benim içim burkuluyor doğrusu, yani ben çok rahatsız oluyorum bunları görünce aksini görünce.



Harun Yahya TV, 28 Mayıs 2010

Adnan Oktar: Bu kadar kardeşim maşaAllah. Helal olsun. Bak hakikaten daha yeni söyledim ben bunu. Yeni açıkladım. Evi kirada ise ailece, arkadaşça, mahallece birleşip o evi alıp onlara verelim. Bak çok güzel bir örnek başlangıç Bismillah bu şekilde başlayalım. Hakkari’de şehit düşen İstihkam Uzman Çavuş Birol Mutlu’nun”, aslanım benim, “ölmeden bir ay önce ev almak için çektiği kredi borcu banka tarafından iptal edildi. Banka görevlileri Mutlu’nun tapusunu Şehit’in eşine törenle teslim etti”. İşte bu kadar. Batacak mı banka yani şu an? Bereket gelir, güzelliktir bu. Hayırlara vesile olur inşaAllah. Belki daha banka yeni yeni güzel güzel evler yapar. Talep çoğalır inşaAllah. Halkımız da bu şekilde inşaAllah. Şehit ailesine yemek yaptırılmaz. Her gün birisi götürecek yemek, her gün. Bir yere mi gidecekler? Aman diyeceksin araba burada, biz sizin emrindeyiz. Mahallenin delikanlıları gençleri arabası olan kim var ise değil mi? Hep bağrına basacaklar o evin hiç boş olmaması lazım. Yemek getirdiklerinde de biraz konuşup hal hatır sorup. Hatta beraber sofrayı kuracaklar. Herkes bağrına basacak şehit ailesini. Çok mübarek şehit ailesi. Bereket gelir onlardan, güzellik gelir, sevap gelir. Allah’ın rızası oluşur inşaAllah. Nur akar şehit evlerinden. Bütün mahalleye, kasabaya oraya yeter inşaAllah.Kirada şehit ailesi olur mu? Mesela 500 konutluk bir mahalle.

Bir tane şehitleri var. 1’er milyar verilse 500 milyara şahane bir ev alınır. Ki evi satan da bir güzellik yapması lazım. Ondan kar alınmaz öyle bir insandan değil mi? “Bak bu anamızın ak sütü gibi helal para. Topladık biz bunu getirdik. Şimdi sen bundan kar almayacaksın” demesi lazım. Durumu müsait ise hiç para almadan vermesi lazım. Ama durumu müsait değilse sıfır kar ile verecek.Şehit ailesinden kar alınmaz. Olmaz öyle şey. Her şeyin en iyisi en güzeli onlara. Tekrarlıyorum o evlerden nur bereket akar. Bundan istifade etmek lazım. Allah’ın rızası orada inşaAllah. Şehit ailesine yardım, çok makbul güzel bir hizmettir. Allah’ın rızasını kazanmak isteyen mutlaka bu ibadeti bu güzel tavrı göstermek durumunda. Ama böyle güzel bir örnek oluşması da hayret. Daha yeni söyledim çünkü ben bunu.

Ne Oldu

Akşam, 26 Haziran 2010


Gül'ün şehit yakınlarının sorunlarıyla yakından ilgilenmesi için danışman olarak görevlendirdiği emekli Kurmay Albay Cemil Antalyalı, 86 bin şehit yakını ve gazinin sorunlarını gündeme getirdi. Mevcut düzenlemelere göre, terör mağduru olup ölen kişilerin herhangi bir sosyal hakkı bulunmazken, bu kişilere de bazı sosyal haklar tanınması için de çalışma başlatıldı. Sadece görev başında hayatını kaybeden asker yakınlarına madalya verilmesini içeren 'devlet madalya ve nişanları mevzuatı'nda değişikliğe gidilecek. Aynı çalışma kapsamında, şehit yakınları ve gazilerin maddi ve sosyal imkanlarının düzeltilmesi de gündemde. Şehit yakınlarından Köşk'e en fazla şehit ailesinden bir kişinin kamuda işe alınması uygulamasında sayının ikiye çıkartılması talebi gelirken, bu talebin incelenmesi için de çalışma başlatıldı. Her ilden de bir vali yardımcısı yine şehit yakınları ve gazilerin sorunlarından sorumlu olacak. Kurullar, şehit yakınlarının sorunlarını ilgili kurumlarla irtibata geçerek çözme yetkisine sahip olacak.

İnsanlar Ölümü Düşünmekten Neden Kaçınır?

İnsanlar Ölümü Düşünmekten Neden Kaçınır?
Çevremize baktığımızda insanların büyük bir çoğunluğunun ölümü düşünmekten şiddetle kaçındıklarını görürüz. Yaşı, toplumdaki konumu, mesleği, sosyal sınıfı ne olursa olsun, insanların büyük bir kesimi ölümü hem kendilerine hem de diğer insanlara unutturmaya çalışırlar. Allah gün içinde insanın karşısına ölümü hatırlayacağı birçok olay ve görüntü çıkarır. Televizyonu açtığımızda onlarca, yüzlerce kişinin ölüm haberini duyarız; bir yakınımızın kanser olduğu ile ilgili bir haber alırız, herhangi bir gazeteyi açtığımızda birçok ölüm ilanıyla karşılaşırız, yolda giderken gözümüz birden bir mezarlığa ilişebilir. Karşılaştığımız bu görüntüleri Allah’ın karşımıza çıkarmasının elbette çok büyük hikmetleri vardır. Bütün bu olaylar, kişi o an genç, sağlıklı olsa da, son derece güvenlikli bir yerde bulunsa da, aslında ölümün insana küçük bir an kadar yakın olduğunu göstermektedir. Allah’a ve ahirete iman eden, ölümün sonsuz hayata bir geçiş olduğunu bilen, Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini uman kişiler böyle olaylarla karşılaştıklarında ölümü düşünürler. Ölümün yakınlığını fark eder ve asıl ebedi hayat olan ahirete olan özlemleri artar.

İnsanların büyük çoğunluğunun ise ölüm düşüncesiyle karşılaştıklarında gösterdikleri tepki, ahirete özlem duyan bir insanınkinden çok farklıdır.

Böyle insanlar ölümü hatırlayacakları herhangi bir olay olduğunda konuyu hemen unutmaya çalışırlar. Kendilerini oyalamaya, ve kendi ifade şekilleriyle –kafalarını dağıtmaya- çabalarlar. Buradaki amaç ölüm fikrinden uzaklaşıp, hızla tekrar dünya ile ilgili konulara dönebilmektir. Bir kişi veya bir olay onlara ölümü hatırlattığında, bunu düşünmekten şiddetle kaçınırlar.

Oysa, Allah’ın belirlediği an ve yerde kendilerini mutlaka bulacak olan ölümden asla kaçamazlar ama ölümü hatırlamaktan kaçmaya çalışırlar. Bir yakınlarının ölüm haberini aldıktan birkaç dakika sonra bile, hemen yine yapacağı alışverişi, gideceği tatilin rezervasyonunu düşünüp bunları planlayan insanlarla sık sık karşılaşırız. Düşünmeyerek ölümden kaçacaklarını sanan bu insanlar dünya ile ilgili birçok detaya sığınarak aslında kendilerini kandırırlar.

Yaşamlarını yalnızca geçici ve çok kısa dünya hayatından ibaret sanan bu insanların ölümü düşünmemelerinin sebeplerinden birisi de, ölüm düşüncesini ‘karamsarlık’ olarak algılamalarıdır. Oysa ölümü düşünmek sandıkları gibi karamsarlık değildir. Aksine inanan bir insanın sonsuz hayatının başlayacağı bir geçiş olduğu için, insana heyecan ve şevk verir. Hayatını Allah rızası için, Allah’ın istediği şekilde yaşamış bir insan, Allah'ın rızasını ve cenneti umarak yaşarken, ölümü her düşündüğünde Allah’a olan sevgisi, ahirete olan özlemi, Allah’a kavuşma isteği daha da artar.

Her insan hayatının bir noktasında, belki gençliğinde, belki yaşlılığında, çok hastayken ya da son derece sağlıklıyken, ölümü düşünürken veya ölüm düşüncesinden kaçarken, güvenlik içindeyken ya da bir tehlikenin ortasındayken mutlaka ölüm ile karşılaşacaktır. Ve hiç kimsenin kaçamayacağı bu an geldiğinde, ölümü sürekli düşünen, Allah’a, ahirete kavuşacaklarına inanan, ölümü bir son olarak değil aksine sonsuz hayatın başlangıcı olarak gören ve tüm yaşamını Allah’ın rızasına uygun olarak yaşayan insanlar, sonsuz kurtuluş ve mutluluğa kavuşacaklardır. Yüce Rabbimiz olan Allah, herkesin bir gün ölüm ile karşılaşacağını şöyle bildirmektedir:

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Al-i İmran Suresi, 185)

“Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu, Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar?” (Nisa Suresi, 78)

Adnan Oktar Canlı Yayında (27 Haziran 2010)

27 Haziran 2010 Pazar Saat 22:00'de
Kanal Avrupa'da CANLI YAYIN

Kanal Avrupa: 11742 V 2965 Fec: 5/6

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

''Nasıl olsa telafi ederim'' diye düşünüp yanlış bir cesaret göstermemek...

İnsanlar genellikle önemli gördükleri olaylara ve değer verdikleri insanlara karşı çok titiz bir hassasiyet içerisinde olurlar. Bu konularda en küçük bir hata dahi yapmamaya çalışırlar. Herşeyin olabilecek en kusursuz şekilde gelişmesi için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Değer verdikleri bir insanın üzerine titrer; onun saçının tek bir teline dahi zarar gelmemesi için müthiş bir özen gösterirler. Maddi manevi her konuda bu kişileri korur kollar, sürekli olarak onları mutlu etmenin yollarını ararlar.

Elbetteki –Allah sevgisine ve Allah rızasına dayalı- böyle bir sevgi ve sadakat modeli son derece güzel bir nimettir. İşte bu sebeple de böyle bir sevgi anlayışı şeytanın hiç istemeyeceği bir ahlak şeklidir.

Şeytanın, böyle bir sevgi ahlakını almış insanlara etki etmesi oldukça zordur. Bu nedenle dolambaçlı yollardan ve kurnazca yaklaşarak onları aldatmaya çalışır. Amacı bu şekilde ‘derin sevgi’ anlayışına sahip olan insanlar arasındaki sevgiyi zedelemeye çalışmaktır. Allah Kuran'da, şeytanın ‘insanların arasını açıp bozmak için çaba harcayacağını’ şöyle bildirmiştir:

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.(İsra Suresi, 53)

İşte bazen insanlar, şeytanın bu tür bir kışkırtmasıyla, çok değer verdikleri ve -Allah rızası için- üzerine titredikleri; müthiş bir titizlikle sevdikleri insanlara karşı dahi yanlış bir tavır gösterebilirler. Elbetteki insan çoğu zaman istemeden de birçok yönde kusur işleyebilir. Ama bunları gerçekten detaylı düşünmemekten, sonucunu gereği gibi hesaplayamamaktan ya da boş bulunmaktan yapar. Şeytanın istediği ise sadece bu tür bir şey değildir. Şeytan, ‘Müslümanların arasını açabilecek şekilde bilinçli bir tavır bozukluğu’nun peşindedir.Kişinin Kuran ahlakından ve Kuran mantığıyla düşünmekten uzaklaşmasını ve bunun sonucunda da samimi sevgiden taviz vermesini ister. Böyle bir tavır bozuklukluğuna sürükleyebilmek için de kişiye, ‘nasıl olsa sonra telafi ederim’ mantığını telkin eder.

Derin sevginin şartlarını iyi bilen bir insan, aslında gerçek sevgide böyle bir mantığa yer olmayacağını da bilir. İnsanın bir kereliğine ya da çok kısa süre için bile olsa, ne fiziksel ne de manevi bir konuda ‘sevdiğine kıyamaması’ gerektiğini bilir. Aksinin, sevdiğini ve ona duyduğu sevgiyi harcamak ve gözden çıkarmak olacağını; ve böyle yanlış bir cesaret anlayışının da mutlaka bir karşılığı olacağını bilir. ‘Nasıl olsa sonra telafi ederim’ düşüncesiyle hareket eden bir kişinin gerçek anlamda ‘sevgiyi yaşadığından’ ve ‘sevmeyi bildiğinden’ bahsetmenin de mümkün olmayacağını bilir. Gerçek sevgide hiçbir sebeple insanın sevdiğine karşı böyle bir mantıkla yaklaşmayacağını bilir. Sevgide onca titizlik ve hassasiyet gösterirken, ‘nasıl olsa telafi ederim’ mantığıyla yapacağı bir tavır bozukluğunun, yaptığı tüm güzellikleri kökten yıkabileceğini bilir.

Ancak bu gerçekleri bilmelerine rağmen, yine de şeytan bazen insanları böyle yanlış bir ahlaka karşı cesaretlendirir. O an için kişinin, nefsinin kışkırtmalarına uymasında bir sakınca olmayacağını; çünkü nasıl olsa -istediği anda o tavrını telafi edebileceğini- telkin eder. Elbetteki insanın -ölene kadar- her zaman için ve her konuda mutlaka bir telafi imkanı vardır. Ama böyle bir imkanı olması, insanın bile bile yanlış tavırlarda bulunması için bir mazeret değildir. İnsan istemeden bir hata yaptığında bunu telafi etmek için elinden geleni yapar ve Allah dilerse gerçekten de telafi edebilir. Ama insanın, istemeden değil de, tam tersine, böyle bir imkanın arkasına sığınarak bile bile yanlış bir tavırda bulunması farklı bir durumdur.

Öncelikle bu Allah'ın rızasına ve dine uygun bir tavır değildir. Allah'ı seven bir insan, Allah'ın beğenmeyeceği bir tavırdan her ne olursa olsun sakınır. Allah'ın hoşnut olmayacağını bildiği bir tavır için, asla ‘nasıl olsa telafi ederim’ diye düşünüp cesaretle bunu uygulayamaz. Allah korkusu onu böyle yanlış bir cesaretten alıkoyar.

İkinci olarak, insan bir an sonrasında yaşayıp yaşamayacağından da emin değildir. Her an ölebileceğini bilen ve ahirete inanan bir insan da, asla ‘ileride telafi ederim’ mantığına güvenip bilerek yanlış bir tavırda bulunamaz. Öldüğü takdirde Allah'a hesabını veremeyeceği, Kuran ahlakına uygun olmadığını bildiği ve sonucunda da sonsuza kadar büyük bir pişmanlık yaşamasına sebep olabilecek bir tavırda bulunmaya cesaret edemez.

Aynı şekilde insanın, yanlış bir tavır gösterdiği kişi de her an ölebilir. İnsanın elinde, bu yönde de kesin olarak bir telafi imkanı olduğuna dair bir güvencesi yoktur. Elbetteki her olayda bir hayır vardır. Eğer o kişi ölse bile, insan Allah'a karşı pişmanlığını yine ifade edebilir. Ancak mümin bir kimse, bu ihtimali de düşünerek, böyle bir tavır bozukluğu göstermekten kaçınır.

Ayrıca bazen de insanın, telafisinin çok kolay olacağını zannettiği bazı durumların telafisi, sanıldığı kadar kolay da olmayabilir. Allah kaderde bir imtihan olarak, kişinin daha çok çaba harcamasını gerektirecek şekilde bir durum da yaratabilir.

Bazen de telafi etmek insanın tahmininden çok daha fazla zaman alabilir. Sadece tek bir güzel söz ya da tek bir güzel tavır, yapılan yanlışlığın tam olarak telafi edilmesi için yeterli olmayabilir. Bir insanın güvenini, sevgisini, saygısını kazanmak, bazen uzun zaman boyunca istikrarla sürdürülen güzel bir ahlak neticesinde gerçekleşebilir. Çünkü gösterilen yanlış cesaretin, tekrar gösterilmeyeceğine dair kesin bir garanti verilmesi gekekir. Kişi, Allah'tan korktuğuna ve Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavırdan titizlikle sakındığına dair, ahlakıyla Müslümanlara güven vermelidir. İşte bu da, bazen bir an nefsin bir kışkırtmasına kapılıp yapılan yanlış bir tavrın telafi edilmesi için haftalar ya da aylar geçmesini gerektirebilir. Dolayısıyla Allah'tan korkan bir insanın, birkaç dakikalık nefsani bir istek için, böyle bir nimet kaybını göze almaması gerekir.

Allah Kuran'da, Müslümanlarda güven oluşturacak olan tavrın, ‘sürekli olarak gösterilen güzel ahlak’ olduğunu bildirmiştir. Çünkü bu, samimi imanın alametidir. Allah'tan korkan bir insanın, arada bir güzel ahlak, arada bir de kötü ahlak gösterebilmesi söz konusu değildir. Çünkü bunlardan biri Allah korkusunun, biri de Allah'tan korkmamanın alametidir. Bir insan aynı anda bu iki duyguyu birden yaşayamaz. Eğer bir kimsenin hayatında Allah'tan korkmadığına dair bir bölüm varsa, o zaman imanı da şüpheli hale gelir (Doğrusunu Allah bilir).

Bu nedenle gerçekten samimi olarak iman eden bir insanın, üzerine böyle bir şüpheyi almaması gerekir. Gerçekten Allah'a gönülden iman etmişse, hayatının her anında bu imanının ve samimiyetinin gereğini yaşamalıdır. ‘Nasıl olsa telafi ederim’ diyerek, asla yanlış olan bir tavrı bile bile uygulamamalıdır. Bunun, dünyada da ahirette de insana büyük bir pişmanlık getirebileceğnii unutmamalıdır. Hayatının her saniyesinde ‘Allah'ın en razı olacağı davranışlarda bulunmayı hedeflemeli’dir. Nefsi ne kadar kışkırtırsa kışkırtsın, şeytan ne kadar çekici gösterirse göstersin asla Kuran ahlakından taviz vermemelidir.

Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)

Allah, hidayet bulanlara hidayeti arttırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır. (Meryem Suresi, 76)

Hayırlı Güç: Büyük Türk Ailesi

Ne Demişti

Azerbaycan Gazete 525, 27 Ağustos 2008

Adnan Oktar: Ama dünyanın güç birliklerinin aleyhinde bir şey değil ki bu, yani Türkiye bölgede Amerika’nın da lehinde Rusya’nın da lehinde bir faaliyet yapıyor Türkiye ve Çin’in de lehinde bir faaliyet yapıyor. Ve hepsi memnun Amerika da memnun Türkiye den, Amerika da memnun, Rusya da memnun, Çin de memnun. Azerbaycan’la birleşince bu memnunluk ge ne devam edecek. Değişen bir şey olmayacak.... Ama o güç onların aleyhine olmayacak ki yani o Rusya’nın daha zenginleşmesi demektir. Ermenistan’ın daha zenginleşmesi demektir. Ermenistan’da, Rusya’da yeni yeni fabrikalar, yeni yeni tesisler demektir. Azerbaycan’ın petrollerinin Türk petrollerinin, Türk madenlerinin Rusya’ya, Ermenistan’a satılması demektir. Ve onların her türlü imkanının daha çok artması demektir. Pazarları genişler, ticaretleri genişler, askeri yönden risk kalkar. Çünkü, Rusya’ya karşı düşman bir tavrı yok Türkiye’nin dost tavrı var. Rusya’yı dost ülke olarak görüyoruz. Asil bir ülke olarak görüyoruz. Yani Rusya’yı düşman olarak görmek en son düşüneceği bir şeydir Türkiye’nin hiçbir şekilde öyle bir düşüncesi yok. dolayısıyla, Rusya böyle bir birleşmeden çok çok memnun olur. Çok lehine olur.

Ne Oldu

Zaman, 27 Mayıs 2010

Sayın Hüseyin Gülerce'nin yazısından:

"Anlatmaya çalıştığım tablo, Türkiye'nin artık, Türk dünyası ile ilişkilere sadece hissî bakmadığını işaret ediyor. Bu ilişkiler, evet bir kopukluğu asla kaldıramaz. Çünkü, bölgesinde ve uluslararası alanda konumu giderek güçlenen, etkinliği giderek artan Türkiye, Türk dünyası ile her alanda yakınlaştıkça gerçek bir küresel aktör olacaktır. Türk dünyası ile gerçekleşecek "Büyük Türk Ailesi", başta ABD olmak üzere, diğer büyük güçler üzerinde de etkili olacaktır. Bu yeni bir odağın, yeni bir kutbun doğması değildir. Tam tersine bu, hayırlı bir güçtür. Bu gücü, dikkate aldığı, bu güce önem verdiği ölçüde ABD'nin de, AB'nin de, Rusya'nın, Çin'in de hata yapmaları azalacaktır. Bu gücün uyarılarını ve tavsiyelerini dinleyenler, kendilerini zarara uğratacak kararlardan ve gelişmelerden uzak durmuş olacaklardır.

Bu hayırlı gücün içindeki Türkiye'nin üyeliği, Avrupa Birliği'ni gerçek bir küresel güç yapacaktır. Medeniyetler ittifakı ve asıl küresel barış adına, yüzyılımızın en önemli gelişmelerinden biri bu olacaktır.

Türkiye, "Büyük Türk Ailesi" ile birlikte, İslam coğrafyasında da, insanî evrensel değerleri, ileri demokrasiyi öne çıkaran bir kucaklaşmayı sağlayacaktır. İşte bu "aile", bütün dünya ile birlikte; çatışmaları, sömürgeciliği, ötekileştirmeyi bitiren yeni baharların müjdecisi olacaktır."

Darwinizm ve Materyalizmin Hiçbir Zaman Cevaplayamayacağı Soru: HAYATIN KÖKENİ NEDİR?

Evrim teorisinin, bazı insanların sandıkları ya da göstermeye çalıştıkları gibi “açık bir bilimsel gerçek” olmadığı, başta bilim çevreleri olmak üzere artık birçok kişi tarafından bilinmektedir. Aksine, evrim teorisi ile bilimsel bulgular karşılaştırıldığında ortaya çok büyük çelişkiler çıkmaktadır. Bu teori, genetik, karşılaştırmalı anatomi, paleontoloji, moleküler biyoloji ve biyokimyasal sistemler gibi pek çok farklı alanda, tek kelimeyle bir “kriz” içindedir.

Evrim teorisinin kriz içinde olduğu konulardan biri de “hayatın kökeni”ni açıklayamamalarıdır. Aşağıda aktaracağımız alıntı, evrim teorisinin ve Darwinistlerin içinde bulundukları çıkmazı net bir şekilde açıklamakta ve evrimin artık bizzat Darwinistler tarafından dahi savunulamadığını gözler önüne sermektedir.

(AŞAĞIDAKİ METİN HUGH ROSS VE FAZALE RANA TARAFINDAN HAZIRLANAN “HAYATIN KÖKENLERİ” ADLI KİTAPTAN ALINTILANMIŞTIR.)

“Hayatın kökenlerine dair günümüzde araştırma yapan bilim adamları, bundan elli yıl önce ilk deneylerini gerçekleştiren Stanley Miller’dan daha fazla bilgi edinmiş değiller. Bazı bilim adamları araştırmaların henüz başlangıç aşamasında olduğunu söyleseler de, son elli yıldır önemli kaynaklar aktarılan hayatın kökenine dair araştırmalar, günümüzde hala gerçek cevaplara ulaşamamıştır. Dahası yanlış bir yaklaşım araştırma programını esasen durdurmuştur.

Kitapları en iyi satanlar listesinde bulunan [evrimci] yazar Paul Davies bu noktaya Beşinci Mucize adlı kitabında şu şekilde yer veriyor:

“Bu kitabı yazmaya başladığımda bilimin hayatın kökeni gizemini çözmeye yaklaştığına inanmıştım… Fakat bu alanda bir-iki sene araştırma yaptıktan sonra şu anda anlayışımızda müthiş büyük bir boşluk olduğu kanaatindeyim...
Anlayışımızdaki bu boşluk, sadece belli teknik detaylar hakkındaki cehaletimiz değil; önemli bir kavramsal boşluk.” (Paul Davies, Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması (New York: Simon & Schuster, 1999), s. 17-18)

Davies’in açıklamaları bilim adamları da dahil insanların çoğunu muhtemelen şaşırtmaktadır. Popüler medyada çıkan haberlere bakanlar, araştırmacıların hayatın kökenine dair her şeyi açıkladıklarını zanneder, fakat bu durum, gerçeği yansıtmamaktadır.

Davies konunun kamuda algılanan bu şekliyle kesin gerçekler arasında neden uyumsuzluk bulunduğunu şu sözlerle açıklıyor:

“Kapalı kapılar arkasında kafalarının karıştığını açık açık kabul etmelerine rağmen pek çok araştırmacı halka hayatın kökeninin hala anlaşılamadığını söylemekten rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlıklarının iki sebepten kaynaklandığı görülüyor. Öncelikle bunun dini açıklamalara kapı açtığını hissediyorlar. İkincisi cehaletlerini açık açık kabul ederlerse ellerindeki fonları kaybedeceklerinden endişeleniyorlar.”

Bu nedenle bilim adamları sessizliklerini koruyup ilerleyebilecekleri yeni yönler arayışı içerisine girdiler. 1999 yılında San Diego, Kaliforniya’da ve 2002’de Oaxaca, Meksika’da (bundan böyle ISSOL 1999 ve ISSOL 2002 olarak anılacaktır) ortak olarak gerçekleştirilen “Hayatın Kökeni Çalışmaları Cemiyeti ve Hayatın Kökeni Uluslararası Konferansı’nda perde arkasında yaşananlar belirgin bir hale geldi. Her üç yılda bir hayatın kökenine dair dünyanın çeşitli yerlerinde araştırma yapan önde gelen bilim adamlarını bir araya toplayan bu ortak bilimsel toplantı, son bulguların paylaşılıp tartışıldığı bir platform görevi görüyor.

Bu tür toplantılardaki ortam, genellikle katılımcıların yeni keşifler ve büyük buluşlar duyacakları beklentisi ile doludur. Ne var ki her iki ISSOL toplantısına çaresizlikle dolu acımasız bir ruh hali hakimdi. Katılımcılar çok iyi fonlarla desteklenen elli yıllık araştırmalarda birbiri ardına engellerle karşılaşıldığını kabul etmek zorunda kaldılar. Yeni yeni sorunlar, gün ışığına çıkarken eski zorlu sorunlar devam ediyordu. (Fazale R. Rana, “Hayatın Kökeni Tahminleri Konusunda Yüzleşmeler: Evrime karşı İncil’deki Yaratılış,” İnanç Esasları 6 (Q2 2001), s.41-47)

… Hayatın kökenine dair araştırma yapan araştırmacılar, primordiyal (ilkel) Dünya üzerinde prebiyotik moleküllerin üretimi için uygun herhangi bir yer belirleyememektedirler. Sorunlar üzerinde çalışan araştırmacılar amino asitlerde tek biçimli “ellilik” olayının, nükleotid ve şekerlerin herhangi bir sözde prebiyotik çorbada nasıl oluştuğuna açıklama getirememektedirler.

Yeryüzünde meydana gelen ilk hayat, kimyasal açıdan son derece kompleksti… Bununla bağlantılı olarak araştırmacılar hayatın, en minimal formunda, hücre içerisinde uzamsal ve zamansal açıdan organize olmuş şaşılacak sayıda protein gerektirdiğini keşfettiler.

Pek çoğu [ki ateist Richard Dawkins liderliğinde uzay dinini kabul etti] şimdilerde hayatın Dünya dışında başka bir yerlerde oluşmuş olabileceği yorumunda bulunuyor.”

Darwinizm Aldatmacası Artık Sona Erdi

Yukarıda Hugh Ross ve Fazale Rana tarafından kaleme alınan Hayatın Kökenleri adlı kitaptan yaptığımız alıntı, Darwinizm’in ve Darwinist bilim adamlarının içinde bulunduğu krizi açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Artık Darwinistler de bilmektedirler ki, Darwinizm dünya çapında ölmüştür ve tekrar ayağa kalkıp insanları aynı yöntemlerle kandırması Allah’ın izniyle imkansızdır. Bu nedenle başta Richard Dawkins olmak üzere Darwinist ateist bilim adamlarının birçoğu Darwinizm’i terk ederek uzay dinine girmişlerdir. Çok daha mantıksız bir iddia olan tesadüflerin savunuculuğunu yapmaktansa, canlı varlıkların uzayda var edildiği iddiasını savunmaya başlamaları, Darwinist bilim adamlarının gözünde de Darwinizm’in bittiğinin göstergesidir.

İsveçli embriyolog Soren Lovtrup, Darwinizm aldatmacasının bugün geldiği durum ile ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır:

“Sanırım hiç kimse bilimin tüm alanlarının sahte bir teoriye bağımlı olmasının büyük bir yanlış olduğunu inkar etmeyecektir. Ama biyolojide gerçekleşmiş olan durum budur: Uzun zamandır insanlar evrim problemlerini “Darwin” sözlüğüne özgü bir şekilde tartışmaktadırlar - ‘adaptasyon’, ‘seleksiyon baskısı’, ‘doğal seleksiyon’ vs - bunu yaparak doğal olayların açıklamasına katkıda bulunacaklarına inanmaktadırlar. Ama bunu başaramamaktadırlar... İnanıyorum ki bir gün Darwin miti bilim tarihinin en büyük aldatmacası olarak yerini alacaktır.” (S. Lovtrup, Darwinism: The Refutation of a Myth, Londra, Croom Helmm, s. 422 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, s. 253)

İnsanlar gerçekten de günümüzde Darwinistler tarafından aldatılmış olmanın şokunu yaşamaya başlamışlardır. Dünya çapında bir oyunun parçası olduklarını gün geçtikçe daha fazla fark etmektedirler. Yakın bir gelecekte batıl Darwinizm dininin gerçek yüzü, tüm dünya tarafından tam olarak anlaşılacak ve insanlar gerçekten de aldatılmış olmayı şaşkınlıkla karşılayacaklardır. Bir yalandan kurtulmalarının ardından Darwinizm’in kirlettiği akıl ve vicdanları temizlenmiş olacak ve her şeyin Allah’ın muhteşem eserleri olduğunu kavrayacaklardır. Deccaliyet fikren tam manasıyla yok edilecektir. Allah ayetlerinde şöyle buyurur:

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah, herşeye güç yetirendir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.” (Al-i İmran Suresi, 189-190)

Biyolog William Fix:

“Araştırmanın ön planında olan bilim adamları klasik Darwinizm’e öldürücü bir darbe vurmuştur. Bu haberi doğrudan insanlara veremiyorlar, bunu yalnızca teknik yazılarına ve gizli tavsiyelerine saklıyorlar.” (William Fix, The Bone Peddlers, New York, Mcmillan, 1984, s. 179-180 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 219)

Fransız Darwinist Jean Pierre Lehman:

“Geçmişteki klasik haliyle Darwinizm artık enkaza dönüşmüştür.” (Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Sphere Books Ltd., 1984, s. 11)

Gazeteci Larry Witham:

“Düzinelerce, düzinelerce bilim adamı ile röportaj yaptım. Kendi aralarında iken veya güvendikleri bir gazeteci ile konuştuklarında, “bu indirgenemez komplekslikte” veya “moleküler biyoloji kriz içinde” gibi ifadelerde bulunuyorlar. Ama bunu toplum içinde açıkça dile getiremiyorlar.” (Ben Stein, Expelled “No Intelligence Allowed”, 2008)

Darwinist antropolog Robert A. Martin:

“1972 yılında, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden Niles Eldredge ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen Jay Gould, “sıçramalı evrim” kavramını ortaya atan bir makale yayınladı. Evrim yavaş, düzenli ve aşamalı bir şekilde ilerliyor ise, bu durumda türler arasında bulunması gereken tüm ara geçiş formlarının nerede olduğunu sordular. Belki de bunları bulmanın bu kadar zor olmasının nedeni, aslında mevcut olmamalarıdır.” (Robert A. Martin, Missing Links, Jones and Barlett Publishers, UK, 2004, s. 55)

Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 72. sayı (Haziran 2010) 8. sayfada yayınlanmıştır.

Adnan Oktar Canlı Yayında (26 Haziran 2010)

26 Haziran 2010 Cumartesi Saat 22:00'de
Kocaeli TV'de CANLI YAYIN

Kocaeli TV: T2A 11862 H Doğu 27500 5/6, D-smart: 180

Tüm canlı yayınları Mavi Karadeniz Radyo 106.4 frekansından dinleyebilirsiniz.

İnternet sitesi:
HarunYahya.TV ve HarunYahya.FM

Macintosh kullanıcıları (dilerlerse Windows veya Linux kullanıcıları da) film gösterim programlarında link yerine mms://yayin.harunyahya.tv/HarunYahyaLive
ekleyerek izleyebilirler.

Sorularınızı ahirzamansohbetleri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

500 Bin Kişi Tarıma Döndü

Ne Demişti

Başkent TV, 6 Mart 2009

Adnan Oktar:Türkiye’nin sınır kapılarını açması gerekiyor. Suriye 1, Gürcistan 2, Ermenistan 3, Azerbaycan 4. İlk safhada, bu sözümü dinlemeleri lazım. Bunun hemen yapılması gerekiyor. Müthiş bir ferahlık olur başlangıçta, muazzam bir ferahlık olacaktır. Ama ikincisi çok önemli bu fakirler için marketler açılsın dedim, maşaAllah başlanmış Diyarbakır’da, başka bir yerde daha duydum iki yerde açmışlar, Allah razı olsun, elhamdülillah çok güzel. Bu bütün Türkiye’ye yayılması gerekiyor, bir kere fakirlerimizi bir garanti altına alalım bir, İKİNCİSİ TARIMA ÇOK ÖNEM VERMEMİZ GEREKİYOR, Allah rızası için bu sözümü dinlesinler. BU ÇOK ÖNEMLİ, BÜTÜN İMKANLARIMIZI TARIMA YÖNELTELİM, HER YERİ EKELİM BU SENE DE ÇOK ŞÜKÜR YAĞMUR BOL, SUYUMUZ DA BOL, ÇOK İYİ ÜRÜN ALABİLİRİZ. Allah’ın izniyle ağırlıklı olarak bunu yapalım ve hayvancılığı sonuna kadar destekleyelim. Hayvancılığı iyice genişletelim çok önemli bu.

Ne Oldu

Zaman, 17 Haziran 2010

Övünme Tutkusundan Kaçınmak

Övünme Tutkusundan Kaçınmak
Yüce Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği güzel ahlakı gerektiği gibi yaşamayan toplumlarda genellikle din ahlakında önemli bir yeri olan samimiyet, doğallık ve içtenlik yerine, samimiyetten uzak, her biri özel olarak ayarlanan ve zaman içinde kişinin karakterinin bir parçası haline gelen suni tavır ve davranışlar hakim olur. Kuran ahlakına uymayan çarpık bir anlayışın sonucu olan bu yapmacık tavırlar, samimiyetsiz üslubu ile daha ilk bakışta kendisini belli eder. Belli bir amaca yönelik olarak sergilenen bu davranışlardan biri de övünme tutkusudur.

Övünmenin Çeşitleri

Kuran ahlakını yaşamayan insanların çeşitli övünme sebepleri vardır. Kimi insanın hiç önemsemediği bir konu, bir diğeri için önemli bir övünme konusu olabilir. Ancak genel olarak övünmeye sebep olan hususlar, kişinin sahip olduğu fiziki veya akli imkan ve vasıflardan kaynaklanır. En sık rastlanan sebepler:

  • Güç ve zenginlik
  • Güzellik ve gençlik
  • Makam-mevki-itibar
  • Zeka-kültür-eğitim durumudur.

Güç ve Zenginlik

İnsanların en büyük övünme konularının başında güç ve zenginlik gelir. Kullanılan arabalar, oturulan evler, evlerin içindeki eşyalar, giyilen kıyafetler ve çocuklar bazı insanlar arasındaki "övünme hastalığı"nın başlıca kaynaklarıdır.

Örneğin bazı insanlar ev seçerken kendi rahatlıklarından ziyade, çevrelerinin bakış açısına önem verirler. Bu kişilere göre oturacakları evin hangi semtte bulunduğu, nasıl bir manzara gördüğü, kaç metrekare olduğu kendilerine itibar kazandıran önemli konulardır.

Toplumun bir kısmını oluşturan bu insanlar güç, itibar ve onuru, malları ve çocukları ile kazanacaklarına inansalar da, Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği üzere tüm güç ve onur Allah’ındır. Allah elçilerine ve Kendisi’ne güçlü bir imanla bağlı olan müminlere güç ve onur nasip eder. Bu da, her işte Allah’a güvenmekle mümkün olur. Mal ve çocukların kişiye Allah Katı’nda herhangi bir fayda sağlayamayacağı ise Kuran’da şöyle bildirilir:

"Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. " (Kehf Suresi, 46)

Güzellik ve Gençlik

Güzellik herşeyden önce kişinin kendi çabası ile elde edemediği, ancak Allah’ın kendisine nasip ettiği ve her an geri alınması da çok kolay olan bir özelliktir. Fakat bu gerçeğe rağmen güzellik de insanların övünmesine yol açan sebeplerden biridir. Pek çok insan dünya hayatının bu geçici ve çabuk bozulan süsüne aldanır. Ancak dünya üzerindeki her şey gibi, bir insanın gençliği ve güzelliği de zamanla bozulmaya uğrar. Bu, dünya hayatının hiç değişmeyen bir gerçeğidir.

Bir insanın sahip olduğu fiziksel özelliklerle övünmesi çok büyük bir gaflettir. İnsan, Allah’ın lütfetmesi ile dünyaya gelmekte ve gelişerek belli bir yaşa ulaşmaktadır. Ancak kısa süre sonra gücü ve güzelliği, yaşlanma, hastalık gibi nedenlerle yok olmaya başlamakta ve hayatının üçte ikisinden fazlasını yaşlı olarak geçirmektedir. Çünkü Allah dünya hayatını geçici bir yurt olarak hazırlamıştır ve insanı, gerçek yurt olan ahireti hatırlatacak, ona hazırlık yapmasını sağlayacak farklı acizliklerle birlikte yaratmıştır.

Makam, Mevki ve İtibar

Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanların birbirlerine değer verme kıstaslarından biri de makam ve mevkidir. Örneğin, mevki sahibi biri son derece basit ve ahlaki değerlerden uzak bir kişiliğe sahip olsa da çıkarları olan bazı insanlar tarafından itibar görebilmektedir. Bu nedenle mevki sahibi olmak ve bunun getirdiği itibar da, bazı insanlar tarafından sık sık kullanılan övünme konularından biridir.

Dünya hayatındaki herşey gibi makam ve mevki de gelip geçicidir. Allah'ın denemek amacıyla kendilerine verdiği makam ve mevkiyi, kendilerinde olan bir üstünlükten dolayı "hak ettiklerini" sanarak bunu övünme konusu yapan insanlar gözardı etseler de, ahiretteki sonsuz yaşantının yanında dünya hayatında elde edilen makam ve itibarın hiçbir değeri yoktur.

Zeka, Kültür ve Eğitim Durumu

Dünya hayatına tutkuyla bağlı olan insanların övünme konusu yaptıkları başka birçok konu vardır. Örneğin okuduğu okulun paralı veya sınavla girilen bir okul olması bazı kişiler için bir övünme konusudur.

Bazı anne ve babalar içinse çocuklarının iyi bir kolejde okuması, birkaç yabancı dil bilmesi, zeki veya yetenekli olması çevredeki itibarları açısından çok önemlidir. Kuşkusuz tüm bunlar iyi özelliklerdir. Ancak bu noktada vurgulanmak istenen, güzel ahlak yerine bu özelliklerin ön plana çıkarılmasıdır. Nitekim bu konuları övünme konusu yapan anne ve babalar sohbetlerinde çocuklarının ne kadar tevazulu, şefkatli veya vicdanlı olduklarını değil, insanların gıpta edeceklerini düşündükleri bu tip özelliklerini anlatmayı tercih ederler. Bu nedenle de çocuklarının ahlakıyla değil, kendilerince övülebilecek özellikleri ile ilgilenirler.

Aslında övündükleri birçok konu gibi bu da Allah’ın kendileri için çizdiği kader doğrultusunda gelişmektedir. İnsanın kendini geliştirmesi elbette önemlidir, ancak, ahirette hiç kimseye, okuduğu okuldan, ne kadar kültürlü olduğundan, zeka seviyesinden sorulmayacaktır. İnsanlar Rabbimiz'in karşısına çıktıklarında yalnızca O'na karşı olan samimiyetleri, içlerinde taşıdıkları takvaları, gösterdikleri tevazu ve yerine getirdikleri ibadetlerinden sorguya çekileceklerdir.

Müminler Yeryüzündeki En Mütevazı Kişilerdir

Bir insanın yaşamı tümüyle Allah'ın elindedir. Bir insan ancak Allah'ın dilediği kadar zengin, rahat, mutlu ve kolay yaşayabilir. İnsanın sahip olduğu herşey Allah'a aittir ve ancak O'ndan istenebilir.

Tüm bu gerçeklerin ve dünyadaki malın, itibarın, güzelliğin yine dünyada kalacağının bilincinde olan müminler, bu nedenle her zaman tevazulu bir ahlak sergilerler. Sahip oldukları bir özellikten dolayı kendileriyle övünmez, aksine bunu kendilerine nasip ettiği için Allah'a olan şükürlerini arttırırlar.

En önemlisi de itibarın ve asıl övgünün Allah Katında olduğunu bilir, kendilerini ahirette asıl övgüye kavuşturacak olan seçkin bir ahlakı hedefler ve onu yaşarlar.

Bu makale, Önce Vatan gazetesinde 06 Haziran 2008 tarihinde yayınlanmıştır.