Adnan Oktar Canlı Yayında (28 Şubat 2010)

Güzel Söz, Allah (cc)'a Çağırmaktır

"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir." (Nahl Suresi, 125)

Allah (cc) güzel sözü bize
"Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: 'Gerçekten ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kimdir?"(Fussilet Suresi, 33) ayetiyle açıklamıştır. Güzel söz insanları Allah (cc)'a çağıran, Kuran'a uymaya davet eden sözdür. Güzel sözü söyleyen, yani Allah (cc)'a çağıranlar ise yalnızca iman edenlerdir.

Bu, Allah (cc)'ın insanlara yüklediği önemli bir sorumluluktur. Allah (cc),
"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle bu sorumluluğu insanlara bildirmiştir. Fakat kimi insanlar Allah (cc)'a iman etmeye ve güzel söze davet etmenin kendilerine verilmiş bir sorumluluk ve ibadet olduğunun bilincinde değildirler.

Salih müminler hayatları boyunca sürekli güzel ahlakı anlatmakla, bizzat kendisi yaşamakla ve insanlara güzellikleri tavsiye edip, onları kötülüklerden sakındırmakla yükümlüdürler.
"Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır." (Al-i İmran Suresi, 114) ayetiyle bildirilen bu sorumlulukları gereği, çevrelerindeki insanları, yakınlarını, ailelerini ve ulaşabildikleri kimseleri Allah (cc)'a iman etmeye, korkup sakınmaya ve güzel ahlakı yaşamaya davet ederler.

Güzel bir hayat isteyen insanın güzellikleri teşvik etmesi, iyilik isteyenin iyiliği yaymak için çaba harcaması, vicdanlı davranışlar görmek isteyen kişinin vicdanlı olmayı tavsiye etmesi, zulme razı olmayanın zalimleri uyarması, kısacası doğruluk isteyen insanın diğer insanları da doğruya davet etmesi şarttır. Bu daveti yaparken aklından çıkarmaması gereken en önemli noktalardan biri ise, hidayeti verecek ve güzel sözü karşı tarafta etkili kılacak olanın ancak Rabbimiz olduğudur.

Zira iman edenlerin çevrelerindeki kişilere yaptıkları çağrı elbette her zaman aynı güzellikle ve içten bir icabetle karşılık bulmayabilir. Hak dini tebliğ eden kişi kimi zaman ilgisiz, ters, hatta saldırgan ve öfkeli tavırlarla karşılaşabilir. Çünkü her insanın doğru yola davete verdiği karşılık kendi vicdanıyla, Allah (cc) korkusuyla ve samimiyetiyle doğru orantılı olarak büyük farklılıklar gösterir. Ancak bu tavırların hiçbiri, tebliğ yapan kimseyi hiçbir şekilde sıkıntıya, ümitsizliğe ya da üzüntüye düşürmez. Zira önemli olan Kuran'a uymaya davet eden kişinin, karşılaştığı tepkiler ne olursa olsun her zaman için Allah (cc)'ın razı olacağı ahlakı göstermesi, güzel ahlakından taviz vermemesi, tevekküllü davranmasıdır. Çünkü yeryüzündeki küçük büyük her olay Allah (cc)'ın dilemesiyle gelişmektedir. Ve iman etmeye davet edilen bir kişiye hidayeti verecek olan da yalnızca Allah (cc)'tır.

Kuran'da bu konuyla ilgili pek çok örnek verilmiştir. Allah (cc) bir ayetinde,
"Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas Suresi, 56) şeklinde bildirilmiştir. Dolayısıyla bir insanın yaptığı davet, söylediği güzel sözler, anlattığı her ayrıntı bir başkasına ancak Allah (cc)'ın dilemesiyle etki eder.

Bunun yanı sıra müminler Allah (cc)'ın bu emrini yerine getirirlerken karşılarındaki insanlardan hiçbir karşılık da beklemezler. Onlar için önemli olan, karşılarındaki insanların bundan hoşnut kalması değil, yaptıkları salih amelden dolayı Allah (cc)'ın kendilerinden razı olmasıdır. Tarih boyunca insanları hak dine çağıran peygamberlerin ve elçilerin de çevrelerindeki insanlardan bekledikleri hiçbir maddi çıkar, dünyevi bir talep olmamıştır. Amaçları yalnızca Allah (cc)'ın emrettiği bir ibadeti yerine getirmek ve Rabbimiz'in salih kullarından olabilmektir. İman edenlerin insanları Kuran'a ve Allah (cc)'ın yoluna davet ederken gösterdikleri bu ihlas bir ayette şöyle bildirilir:

"Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?" (Hud Suresi, 51)

Bu makale,
Milli Gazete gazetesinde 04 Şubat 2007 tarihinde yayınlanmıştır.

Güzellik ve Kolaylık İslam'dadır

Güzellik ve Kolaylık İslam'dadırGünümüzde insanların çoğu din ahlakından uzak bir yaşam sürmektedirler. Bazı insanlar dine bir ön yargıyla baktıkları için de, din ahlakını yaşamaktan korkmaktadırlar. Dindar insan denince pek çok insanın aklına yobaz, insanlarla olan diyaloglarından, sanattan, estetikten, sosyal hayattan elini ayağını çekmiş insanlar gelir. Hatta din ahlakını yaşamaya başlayan insanların tüm güzelliklerden mahrum olacakları gibi bir inanış da oldukça yaygındır. İnsanların birçoğu günlük hayatın koşuşturmalarıyla Kuran ahlakının aynı anda yaşanamayacağına inandırmıştır kendini. Bazı insanlar ise din ahlakını yaşlandıklarında yaşayacaklarını düşünerek, yapmaları gerekenleri ertelerler. Bunun en önemli sebebi insanların çoğunluğunun da kendileri gibi düşünüyor olmasıdır.

Aslında insanların böyle yanlış düşünmelerinin temelinde Kuran’ı tam olarak bilmemeleri ve gerçek dinle hurafeleri karıştırmaları yatmaktadır. Allah insanları din fıtratına göre yaratmıştır. İnsanları yaratan da dini yaratan da Allah’tır. İnsan dünyada tam anlamıyla din ahlakını yaşar ve uygularsa tam bir huzur içinde yaşamış olur. Kuran’da insanların din ahlakını kolaylıkla uygulayabilecekleri şu ayetle bildirilmektedir:

"…O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dininde olduğu gibi." (Hac Suresi, 8)

Kuran ahlakını yaşamak son derece kolaydır çünkü dinin özünde güzel ahlaklı olmak vardır. Güzel ahlak, dürüstlük, samimiyet, şefkat, merhamet ve güzel söz de insanların en çok hoşlandıkları şeylerdir. İnsanların güzel ahlak göstermesi ancak vicdanlarını dinleyerek olur. Vicdanlarını dinlemeyen insanlar ise sadakatsiz, vicdansız, samimiyetsiz, yalancı ve ikiyüzlü insanlardır.

Din ahlakını yaşamak insanı sosyal hayattan, güzellikten, sanattan ve estetikten alıkoymaz, aksine insana daha çok zevk verir. Vicdanları mutmain olan müminler, vicdanlarında hiçbir sıkıntı hissetmemenin rahatlığıyla hoşsohbet, neşeli ve dışadönük insanlar olurlar. Her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunun bilinciyle davrandıklarından, sahip olduklarını kaybetme konusunda endişeye ve tevekkülsüzlüğe kapılmazlar. Bu da, onların nimetlerden daha fazla zevk almalarını sağlar.

Bediüzzaman Said Nursi de Şualar isimli eserinde insanların kolay ve güzel bir yaşama ancak samimi olarak din ahlakını yaşadıklarında kavuşabileceklerini şu sözlerle dile getirmektedir:

“İman ve tevhid yolu, gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkilâtlı ve tehlikelidir. Demek bu istikametli ve hikmetli ve herşeyde en kısa ve kolay yolda sevkedilen bu kâinatta, elbette şirk ve küfrün hakikatları olamaz ve îman ve tevhidin hakikatları, bu kâinata güneş gibi lâzım ve vâcibdir. Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde, istikamettedir.” (Şualar Sf.490)

Vücuttaki Kusursuz Uyarı Sinyalleri

Vücuttaki Kusursuz Uyarı Sinyalleri
  • Kolunuzdaki saati, üzerinize örttüğünüz yorganı ya da parmağınıza taktığınız yüzüğü bir süre sonra neden hissetmezsiniz?

  • Peki eğer bunları sürekli olarak hissetseydiniz hayatınız nasıl etkilenirdi?

  • Bir insanın en büyük ihtiyaçlarından biri olan dokunma duyusunun önemli bir parçası olan derideki alıcılar, ne zaman sinyal verip sinyali ne zaman durdurmaları gerektiğini nasıl tespit edebilir?

İnsan, üzerinde sürekli cildiyle temas halinde olan giysilerle muhataptır. Ama onları her an hissetmez. Gece yatarken üzerine çektiği yorganın, koluna taktığı saatin ya da oturduğu koltuğun kendisiyle temas halinde olduğunu da sürekli olarak algılamamaktadır. Bunun önemli bir sebebi vardır. İnsan derisindeki alıcılar belirli bir süre sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili sinyalleri göndermeyi durdururlar. İnsan cildi, kendisiyle temas halinde olan maddeye karşı alışkanlık kazanır ve onunla ilgili his sinyallerini zamanla iletmemeye başlar.

Bu, harika bir sistem ve mükemmel bir detaydır. İnsan, çoğu zaman böyle bir detayın farkında bile değildir ama, herhangi bir rahatsızlık duymadan yaşaması bu mükemmel sistemin kusursuz şekilde çalışması ile mümkün olur.

Vücuttaki bu "alışma" mekanizması olmasaydı giyinmek gibi sıradan bir olay insan için büyük bir sıkıntı haline gelirdi. İnsanın üzerindeki giysileri sürekli olarak hissetmesi bir eziyete dönüşür, ayrıca dokunduğu diğer şeylerden gelen sinyalleri almakta da güçlük çekerdi. Dikkati sürekli, giydiği çorabın bileğini ne kadar sarıp sıktığını, saatin sürekli bileğinde hareket ettiğini düşünmek gibi konularda olabilirdi. Bu nedenle kişi rahat uyuyamaz, dinlenemezdi. Hayatı bu sıkıntı verici detaylardan dolayı oldukça zorlaşırdı.

Hissetmenin bir nimet olması gibi, hissin zamanla kaybolması da insana sunulmuş büyük bir nimettir. Tek bir detay, bir insan yaşamını kolaylaştırmakta, onun rahat yaşamasına vesile olmaktadır. Evrimcilerin hayali mekanizmalarının, insan bedeninin neye ihtiyaç duyduğunu belirleyecek bir bilinci yoktur. Bu nimeti insana sunan, varlığı tüm varlıkların bütün ihtiyaçlarına yeten, Kafi olan Yüce Allah'tır.

"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız." (Nahl Suresi, 53)

Bu makale,
İlmi Mercek Dergisi 30. sayı (Aralık 2006) 42. sayfada yayınlanmıştır.

Yağmurdaki Ölçü

Yağmurdaki ÖlçüKuran'da yağmur hakkında verilen bilgilerden biri de yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. Zuhruf Suresi'nde şöyle buyurulur:

“Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanına hayat) yaydı'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız.”(Zuhruf Suresi, 11)

Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez.

Eğer bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.

Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur. Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz.

Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir. Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 4.5 mm olana kadar devam etmekteydi. Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m'yi geçmemektedir. Bunun sebebi damlaların düşerken aldıkları şekildir. Yağmur damlalarının bu özel şekli, atmosferin sürtünme etkisini artırır ve damlaların belli bir hız limitini aşmalarını önler. Görüldüğü gibi Kuran'da, yağmurun indirilişi ile ilgili, 1400 sene önce bilinmesi mümkün olmayan hassas bir ayara dikkat çekilmektedir.

Bu makale,
Önce Vatan gazetesinde 06 Temmuz 2005 tarihinde yayınlanmıştır.

DÜNYA HAYATI BOYUNCA DEVAM EDEN İMTİHAN

Allah dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak Müslümanların karşılaşacağı pek çok zorlu olay yaratabilir. Ancak unutulmamalıdır ki Allah’ın yarattığı her şey hayırlıdır. Dolayısıyla bu imtihanın içinde bir hikmet üzerine yaratılan her şey de mükemmel olarak yaratılmıştır.

Müslümanlara karşı, inkar edenler tarafından kurulan tuzaklar ve hileli düzenler de, işte bu imtihanın gereği olarak yaratılır. Bu tuzaklar, kimi zaman yaratıldığı anda hemen bozulmayabilir; tuzakların bozulması ve gerçeklerin ortaya çıkması belirli bir zaman alabilir. Müminin sorumluluğu, süresi ne olursa olsun her imtihana hoşnutlukla ve sevinçle güzel bir sabır göstermek ve Allah’a tevekkül etmektir.

Müminlere karşı kurulan hileli düzen ve tuzaklar Müslümanların imtihanının bir parçasıdır. Allah’ın yarattığı mükemmel kader içerisinde müminler çeşitli zorluklarla karşılaşırlar ve buna Allah’tan razı olarak hoşnutlukla sabrederler. Allah’ın Kuran’da bahsettiği ve peygamberlerimizin sınandığı pek çok imtihanda olduğu gibi, müminlere karşı kurulan çeşitli düzen ve tuzaklar da Allah’ın dilemesiyle çok detaylı olarak yaratılmaktadır. Bu detaylı yaratılışa baktığımızda kimi zaman bu tuzakların hemen bozulmadığını; belirli bir sure devam ettiğini ve ancak Allah’ın takdir ettiği süre geldiğinde ortadan kalktığını görürüz.

Fakat müminin yaşadığı imtihan ve zorlukların kısalığı veya uzunluğu müminin inancı, ahlakı ve tavrı açısından hiçbir şeyi değiştirmez. Müminlere kurulan her tuzak, her hileli düzen, iman edenlerin güzel bir ahlak ile sabretmeleri ve Allah’tan, bu durumun en hayırlı şekilde sonuçlanmasını isteyerek imtihanın gereğini yapmaları gereken bir olaydır. Çünkü müminler Allah’ın “düzen kurucuların hayırlısı" olduğunu bilirler Kuran’da bu gerçek müminlere şöyle bildirilmiştir:

Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

Allah hayrı ve şerri de yaratandır. İnsan için şer gibi gözüken bir durum, Allah’ın Kuran ayetinde bildirdiği gibi aslında tamamiyle hayırdır. Hayır gibi gözüken bir durum da, bazen bir insan için şer olabilir. Bunun ilmi yalnızca Allah Katında'dır. Bu sebeple iman edenlerin sorumluluğu, her türlü imtihana karşı güzel bir sabırla sabretmek ve Allah’ın razı olacağı en güzel tavrı göstermektir.

Allah Kuran’da, kendilerine kurulan tuzaklara karşı sabır gösteren peygamberlerimizden ve müminlerden örnekler vermiştir. Bu örneklere baktığımızda, gerçek müminlerin her türlü imtihana karşı güzel bir sabırla sabrettiklerini ve imtihan ne kadar sürerse sürsün Allah için güzel davranışlarda bulunmaya devam ettiklerini görürüz. Örneğin Allah Kuran’ın Hz. Yusuf kıssasında, inkar edenlerin, Hz. Yusuf’un suçsuz olduğunu bilmelerine rağmen ona hileli bir düzen kurduklarını ve onu zindana attırdıklarını bildirmektedir:

"Sonra onlarda (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı".(Yusuf Suresi, 35)

Hz. Yusuf zindanda kaldığı sure içinde hak dini ve güzel ahlakı tebliğ etmeye devam etmiş, insanlara Allah’ın birliğini ve Allah’a şirk koşmamak gerektiğini anlatmıştır. Allah Kuran’da Hz. Yusuf’un nice yıllar zindanda kaldığını şöyle bildirmektedir:

"… Fakat şeytan efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı." (Yusuf Suresi, 42)

Allah’ın takdiri olan zaman geldiğinde ise, Allah Hz. Yusuf’u zindandan çıkarmış, kendisine ihanet edenlerin hileli düzenlerini başarıya ulaştırmadığını insanlara bildirmiştir. Dönemin hükümdarını vesile ederek Hz. Yusuf’u hazineler üzerine yönetici kılmıştır. Allah böyle bir imtihanın ardından Hz. Yusuf’a güç ve imkan (iktidar) vermiştir:

"İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır’da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır." (Yusuf Suresi, 56-57)

Adnan Oktar Canlı Yayında (24 Şubat 2010)

Türk İslam Birliği Kurulduğunda Yeryüzünde Hiç Kan Akıtılmayacaktır

Türk İslam Birliği Kurulduğunda Yeryüzünde Hiç Kan AkıtılmayacaktırTürk İslam Birliği, kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak anlatıldığı üzere, Kuran ahlakını temel alan dolayısıyla her düşünceden, her inançtan, her milletten insana karşı şefkatle ve anlayışla yaklaşan, herkesin hakkını koruyan, herkesi rahat ettiren bir huzur ve barış birliği olacaktır. Türk İslam Birliği tüm çatışmalara, terör eylemlerine, anarşiye tam anlamıyla son verecek, Türk İslam Birliği'nin kurulmasıyla tüm fitneler sona erecektir. Bu güzel birliğin tesis edilmesiyle Museviler ve Hıristiyanlar da güvenlik içinde ibadet edebilecekleri, diledikleri gibi ticaretlerini yapacakları, istedikleri yerde istedikleri gibi yerleşebilecekleri, kendilerini tam anlamıyla güvende hissedecekleri bir ortama kavuşacaklardır. Türk İslam Birliği'nin kuruluşu da tek damla kan dökülmeden, Müslümanların sevgiyle biraraya gelmesiyle, şefkatle, güzel sözle, akılcı ve hikmetli anlatımlarla dostluğun yaygınlaşmasıyla gerçekleşecektir.

Türk İslam Birliği'nin kurulduğu dönemde tüm çatışmaların sona ereceği, tüm silahların susacağı, insanların barış ve sevgi içinde yaşayacakları Peygamber Efendimiz (sav)'in de müjdelediği bir gerçektir. Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as) döneminde yeryüzünde hiç kan dökülmeyeceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi (as)'ın zuhur ettiği ve Türk İslam Birliği'nin kurulduğu dönemde, yeryüzünü kaplayacak olan barış, adalet, güzellik, huzur ve güven hadislerde şu şekilde haber verilmiştir:

İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)'nin çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (a.s.)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta asrı saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48)

Hz. Mehdi (as), Peygamber (sav)’in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 163)

(Hz. Mehdi (a.s.)) Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 44)

Ona (Hz. Mehdi (as)'ye) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)

Bu (Emir) de (Hz. Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)

Zulüm ve fıskla dolu olan DÜNYA, O (HZ. MEHDİ (A.S.)) GELDİKTEN SONRA ADALETLE DOLUP TAŞACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN ZAMANINDA ADALET O KADAR BOL OLACAK Kİ, zorla alınan her mal sahibine geri iade edilecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)

ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) ADALETİ HER YERİ KAPLAYACAK ve insanlar arasında Hz. Peygamberin sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir. Hatta birisinden, mala ihtiyacı olan kim varsa çağırmasını söyleyecek, o kişi emrini yerine getirdiğinde, sadece bir kişi gelecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah benim Ehl-i Beyt'imden bir zatı (Hz. Mehdi (a.s.)'yi) gönderecek yeryüzü zulümle dolduğu gibi, O YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

Hz. Mehdi (a.s.) bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi, ONU DOĞRULUK VE ADALETLE DOLDURUR. (Süneni-i Ebu Davud, 5/93)

Kap su ile dolduğu gibi YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. Hiçbir kimse arasında bir DÜŞMANLIK KALMAYACAKTIR. VE BÜTÜN DÜŞMANLIKLAR, BOĞUŞMALAR, HASETLEŞMELER MUHAKKAK KAYBOLUP GİDECEKTİR. (Sahih-i Müslim, 1/136)

... Cenab-ı Hak İslamı nasıl Bizimle başlatmışsa O'nunla (Hz. Mehdi (a.s.) ile) sona erdirecektir. Nasıl, Bizimle onlar aralarındaki ŞİRK VE ADAVETTEN (HUSUMET VE DÜŞMANLIKTAN) KURTULMUŞ VE KALPLERİNE ÜLFET (DOSTLUK) VE MUHABBET (SEVGİ) YERLEŞMİŞSE, (HZ. MEHDİ (A.S.) GELİŞİ İLE) YİNE ÖYLE OLACAKTIR. (Ahir Zaman Mehdisi'nin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 20)

... ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)) DÖNEMİNDE İYİ İNSANLARIN İYİLİĞİ ARTAR, KÖTÜLERE KARŞI BİLE İYİLİK YAPILIR. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)

Cinayetlerin Artışı Ve Yeryüzündeki Zulüm Sistemi, Ahir Zamanda,Geçmiş Kavimleride Olmadığı Kadar Fazla Olacaktır

Cinayetlerin Artışı Ve Yeryüzündeki Zulüm Sistemi, Ahir Zamanda,Geçmiş Kavimleride Olmadığı Kadar Fazla OlacaktırBazı kimseler için, Darwinist mantığın getirdiği zulüm sistemini genel ifadelerle özetlemek, dünyaya getirdiği büyük belayı anlamak için yeterli olmuyor olabilir. Bu sebeple, günümüzde tüm dünyada insanların içinde yaşadıkları zulüm sisteminin net delillerini göstererek belanın çapını anlatmak çok daha iyi olacaktır.

Şu an dünyanın pek çok ülkesinde cinayetlerin olağanüstü oranlarda artması, adam öldürmenin son derece olağan hale gelmesi, kitle katliamlarının son derece soğukkanlılıkla yapılması ve insanların bunlara aynı soğukkanlılıkla seyirci kalmasının tek sebebi vardır: insanların birbirlerini gelişmemiş birer hayvan türü olarak görmeleri. Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde zayıfların elenmesi gerektiğini düşünerek sınıfta öğretmenlerini ve arkadaşlarını silahla tarayan bir öğrenci de, Afrika’da köylere girip katliam gerçekleştiren caniler de aynı mantığın ürünüdürler. Bütün dünyayı kana bulayan Hitler de, Stalin de, Lenin de, Mao da, Mussolini de aynı mantığın ürünüydü. Bunların tümünün çıkış noktası Darwinizm’dir. Çünkü çarpık Darwinist mantıkta, sözde sorumsuz bir hayvan türü olarak görülen bir insanın, hele bir de Darwinist mantıktaki kişiler tarafından zayıf ve güçsüz damgası yemişse, hayatta kalması için bir sebep yoktur. Hatta öldürülüp yok edilmesi, kendi iğrenç mantıklarına göre sözde doğal bir süreç, hatta ilerleme sağlayacak bir “elenme”dir.

Ahir zamanda cinayetlerin bu derece yaygınlaşması, öldürmenin bu kadar kolay görülmesi, katliamların adeta normal karşılanması Darwinizm’in tüm dünyaya sahte bir hakimiyet kurmuş olması nedeniyledir. Bu gerçek 1400 yıl önce Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerle bildirilmiştir:

Cinayetler artmadıkça… kıyamet kopmaz. (İmam Şarani, Ölüm Kıyamet ve Diriliş, s. 468)

Masum insanlar katloluncaya kadar Hz. Mehdi (as) çıkmayacak ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde zuhur edecektir... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37)

Ahlaksızlıklar Ve Sapıklıklar, Ahir Zamanda Hem Çok Kapsamlı Şekilde Hem de Tüm Dünya Çapında Yaygınlaşacaktır

Yalnızca cinayetler değil, şu anda dünyada büyük bir pervasızlıkla yaşanan ahlaksızlıklar da aynı sapkın düşünce tarzının ürünüdür. Günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde tarih boyunca yaşanan ahlaki çöküntülerin en üst sınırlarına ulaşılmış durumda. Tarihte hiçbir dönemde ahlak bozukluğu bu kadar şiddetli olmamıştır. Peygamberlerin inkarcı kavimlerinin yaptıkları sapkınlıklar ve gerçekleştirdikleri zulmün tamamı ahir zamanda tüm dünya çapında yaşanmaktadır.

Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerde ahir zamanda ahlaksızlığın yayılacağı şöyle haber verilmiştir:

“Fuhuş açık olmadan… kıyamet kopmaz.” (Ramuz-El Ehadis, 91/7)

“Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.” (Buhari, Tecrid'i 1/16)

“Kıyamet yaklaşınca… kadınla yolun ortasında cinsel münasebette bulunacak kadar haya ortadan kalkar.” (Son Zamanlarla İlgili hadisler, s. 97)

“Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla yetindiklerinde… kıyamet yaklaşmış olacaktır.” (Ramuz-El Ehadis, 448/8; Ölüm Kıyamet ve Diriliş, s. 480)

"Bir zaman gelecek kadınla yolun ortasında zina yapılacak. Kimse buna itiraz etmeyecek." (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 142)

Ahir zaman, her türlü ahlaksızlığın ve sapıklığın açıkça, hatta kimi çevreler tarafından takdir edilerek yaşandığı dönem olacaktır. Elbette bunun altyapısını oluşturan da yine Darwinist, materyalist ideolojidir. Çünkü Darwinist ideoloji, Allah inancını inkar ettiğinden, hiçbir ahlaki değer tanımadığından, insanları sözde tesadüflerin ürünü bir hayvan olarak gördüğünden, tüm dünyaya yayılmış bu sapkın felsefenin böyle dehşet verici sonuçlarının olması da doğal olacaktır.

Ahir zamanda ahlaksızlık ve insaniyetsizlik, bu propagandanın en önemli sloganları olan "modernlik", "çağdaşlık", "cesurluk" ve "özgürlük" adı altında pek çok ülkede adeta meşru hale getirilecektir. Kuşkusuz modern bir dünya görüşüne sahip olmak, çağın gelişmelerini yakından takip etmek, yeniliğe açık olmak güzel özelliklerdir. Ama bunu ahlaksızlık ve dejenerasyon için araç olarak kullanmak büyük bir aldatmacadır.

Ahir zamanda ortam, bu ahlaki çöküşü tetikleyen ve destekleyen çeşitli unsurlarla da dolup taşacaktır. Nitekim şu anda dünyanın pek çok ülkesinde barlar, gece klüpleri gibi sözde eğlence mekanları ahlaksızlığın adeta bir sektör haline gelmesini sağlayan yerler haline gelmiştir. Fuhuş sektöründen para kazanma adeta legal hale getirilmiş, çeşitli devletler tarafından desteklenir olmuştur. Bazı Uzak Doğu ülkelerindeki durum göz önünde bulundurulduğunda bu gerçek daha iyi anlaşılacaktır. Belirli çevreler tarafında verilen telkinin etkisiyle eşcinsellik neredeyse makul ve olağan gösterilmeye çalışılmış, TV’lerde ve yazılı basında adeta teşvik edilir hale getirilmiştir. Eşcinsel hakları, eşcinsel dernekleri, eşcinsel evlilikler gibi bu sapkınlığın önünü açan pek çok konu rahatlıkla gündeme getirilmekte, hatta bu sapkınlıklar bazı ülkelerin resmi kanunlarıyla korunmaktadır. Dünyanın pek çok yerinde çeşitli TV kanallarında ve kimi magazin dergilerinde sergilenen ahlaksızlıklar, bugün artık evlilik dışı ilişkilerin, fuhuşla geçimini sağlamanın, homoseksüelliğin, kumarbazlığın, yolsuzluğun, israfın son derece yaygın olduğunu göstermekte ve daha da önemlisi bu haber ve görüntülerle halkın bilinçli olmayan kesimleri de benzer bir yaşama özendirilmektedir.

Fuhuşun kapsamlı şekilde yaygınlaştırılması ve hatta birçok ülkede yazılı ve görüntülü basın tarafından adeta teşvik edilir hale getirilmesi de ahir zamanda yaşanan ahlaki çöküntünün ibret verici boyutlarının görülmesi açısından önemlidir . Kimi zaman küçük yaştaki çocuklar bile bizzat kendi aileleri tarafından fuhuşa teşvik edilmektedirler. İnsanlar, evlilik dışı ilişkilere yönlendirilmekte ve bu ilişklier toplum içinde oldukça olağan karşılanmaktadır. TV’de, filmlerde, dizilerde verilen yoğun telkin hep bu yöndedir. Evlilik dışı ilişkilerden doğan çocuklar önemli bir toplumsal sorun halini almıştır. Her yıl sokağa bırakılan çocukların oranı oldukça fazladır ve bu çocukların bir kısmı yaşamını sokaklarda uyuşturucu ve fuhuş sektörünün pençesinde geçirmektedir. Ahir zamanda yaşanan bu manzara, Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde 1400 yıl öncesinden haber verilmiştir:

Büyüğe saygı, küçüğe merhamet kalkacak. Zina çocukları çoğalacak. O kadar ki kişi sokak ortasında kadınla zina edecek. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s.140)

Günümüzden 50-60 yıl öncesine kadar ahlaksızlık olduğu bilinen ve şiddetle kınanan söz konusu kavramlar, dünyanın birçok ülkesinde Darwinistlerin tekelindeki medyanın etkisiyle şu anda çoğu insan tarafından son derece sıradan olaylar olarak görülmektedir. Oysa zina, Allah tarafından haram kılınmış büyük bir suç ve günahtır. Yüce Rabbimiz ayetinde şöyle bildirir:

Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur. (İsra Suresi, 32)

Ahir Zamanda Her Türlü Kötü Özellik Takdir Görecek, Haramlar Helal Kabul Edilecektir

Peygamberimiz (sav), ahir zaman toplumlarda inkarcıların Kuran ahlakından tamamen uzaklaşacağını ve haramların helal sayılacağını haber vermiştir:

“Hz. Mehdi (as), bütün haramların helal sayıldığı büyük bir fitneden sonra çıkacaktır.” (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)

“Haram olan şeylerin helal sayılması… kıyamet alametlerindendir.” (İmam Şarani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 454)

Ahir zaman, her türlü kötü özelliğin bir arada yaşandığı ve toplum bazı kesimleri tarafından özendirildiği bir dönem olacaktır. Kuran’da Allah, insana vicdanlı davranmasını öğütlemiştir. Ahir zaman ise toplum içinde özellikle yaygınlaştırılan, okullarda, işyerlerinde adeta kanun gibi öğretilen tüm haramları adeta helal hale dönüştüren sapkın anlayışların geliştirildiği bir dönemdir. Güzel ahlak, saygı, sevgi, vefa, anlayış, hoşgörü, alçakgönüllülük gibi özelliklerin yerini hile, sahtekarlık, acımasızlık, bencillik, menfaatçilik gibi çirkin özellikler alır. Bu çirkin yapının hakim olduğu toplumlarda, toplum içinde ayakta kalabilmek için bu kötülüklerin baskın ve güçlü olmasına özen gösterilir. Yalan bolca kullanılır. İkiyüzlülük bu bozuk ahlakı yaşayan toplumların neredeyse her tarafına hakim olmuştur. İkiyüzlülüğün ve menfaatçiliğin getirdiği güvensizlik her yeri kaplamış durumdadır.

Kıskançlık mutlaka ön plandadır. Hatta adeta sevginin bir ifadesi gibi gösterilerek toplum içinde teşvik edilir. Kuran’da tevazu övülürken insanlar hep büyüklenmeye, birbirlerini küçük görmeye ve birbirlerini ezmeye yönlendirilirler. Bunun en büyük sonuçlarından biri de saldırganlık, hırs ve merhametsizliğin yaygınlaşmasıdır.

Oysa Yüce Rabbimiz, yeryüzünde büyüklenenlerin durumunu bizlere şöyle haber vermiştir:

Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: "Kuvvet bakımından bizden daha üstünü kimmiş?" Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah'ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. (Fussilet Suresi, 15)

Kuran ahlakı insanların birbirlerini sevmelerini, birbirlerinin haklarını kendi haklarından üstün tutmalarını öğütlerken, toplum içinde Darwinist ideolojinin getirdiği güçlü ve avantajlı olanın ayakta kalması çarpıklığı yerleşmiştir. Onlar için kıyasıya bir mücadele ortamı vardır. Onların yanılgılarına göre, “insan bir hayvan türüdür. Hayvanlarla aynı biyolojik kanunlara tabidir. Diğer bir deyişle, insan da orman kanunlarına göre yaşamalıdır.” İşte bu çarpık mantığın tüm dünyaya hakim olması, ahir zamanda toplumun geçmişteki diğer toplumlardan daha farklı ve zorlu olduğunun en büyük kanıtlarından biridir.

Darwinist mantık, tecavüzün dahi insanın hayali hayvan atalarından kalma “son derece doğal” bir içgüdüsel davranış olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Bu kişilere göre, eşcinsellik gibi olağanüstü derecede sapkın bir davranış da, tıpkı tecavüz gibi doğal seleksiyonun ürünüdür. Böylesine sapkın düşünen insanlar için ensestin de aynı şekilde değerlendirilmemesi için bir gerekçe yoktur. Her sapkınlık sözde “doğal” sebeplere bağlanınca, sahte bir telkinle sözde meşrulaşması da son derece kolaylaşır. Bir kısım insanlara bu sapıklıkların haram bir fiil ve bir ahlaksızlık olduğu gerçeğinden uzaklaşarak, insanın sözde geçmiş atalarından gelen doğal ve genetik bir davranış özelliği olduğunu telkin etmek, bu ahlaksızlıkların yaygınlaşmasına son derece kolay bir yol açmış olur. İşte günümüzde pek çok toplumda bu sahte telkin göz göre göre yaygınlaştırıldığından, bu ahlaksızlığın yaygınlaşması da o denli kolay olmaktadır.

Oysa Kuran’da, bu sapkınlıkların tümü haram kılınmıştır. Yüce Rabbimiz ayetinde şöyle bildirir:

"Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? "Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." (Şuara Suresi, 165-166)

Görüldüğü gibi Darwinizm, ahir zamanda dünyanın çeşitli ülkelerinde pek çok toplumun her türlü sapkınlığı ve ahlaksızlığı meşru karşılaması, cinayet, öfke, savaş ve haram yiyiciliği yoğun olarak sürdürmesi için oldukça uygun bir kılıf haline gelmiştir. Ahir zaman, bu sapkın mantığın tüm dünyaya yayılması nedeniyle, böylesine büyük ve geniş kapsamlı ahlak bozukluğuna sahne olamaktadır. Ahir zaman toplumunun başıbozuk yapısının varlığı ve devamı için gerekli tüm koşullar, Darwinist toplum yapısı ile sağlanmaktadır.

Allah'ın Varlığı Apaçık Bir Gerçektir

Allah'ın Varlığı Apaçık Bir GerçektirEvrenin her noktası Allah’ın yaratma sanatının benzersiz tecellileriyle doludur. Gözümüzü çevirdiğimiz her yer Allah’ın sonsuz gücünü ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Yeryüzündeki tüm hassas yapı ve dengeler ve Dünya’yı kuşatan sayısız fiziksel ve kozmik kanun; Samanyolu Galaksisi, Güneş Sistemi, Güneş'in yaydığı ışık, evrenin genişleme hızı, suyun akışkanlık değeri, Dünya'nın Samanyolu Galaksisi'ndeki konumu, Ay'ın Dünya'ya olan uzaklığı, atmosferdeki gazların oranı ve bunlar gibi sayısız fiziksel değer ve tüm bunların yanında denizler, okyanuslar, dağlar, kelebekler, sincaplar, geyikler, kaplanlar, kediler ve saymakla bitiremeyeceğiz diğer tüm varlıklar üstün ve yüce olan Rabbimiz Allah’ın varlığını apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

İnsan, kainattaki hangi düzeni ya da etrafındaki hangi canlıyı incelerse incelesin, bu yapıda ya da canlıda olağanüstü bir aklın delillerini görür. Küçücük bir böceğin ya da denizin karanlıklarındaki bir balığın vücudunda dahi muhteşem bir yaratılışa dair sayısız detay bulunmaktadır.

Evrenin her noktasına hakim olan bu büyük akıl, elbette ki her şeye hakim olan üstün bir Yaratıcımız'ın, yani Allah'ın varlığının ispatıdır. Allah, tüm canlıları olağanüstü özelliklerle yaratmış ve böylelikle insanoğluna Kendi varlığının ve gücünün apaçık delillerini göstermiştir. Bu gerçeği görebilmek için, mutlaka biyokimya laboratuvarlarının ya da jeolojik kazıların sonuçlarına da ihtiyaç yoktur. Nitekim Allah’ın varlığı küçük bir çocuğun dahi rahatlıkla anlayabileceği kadar apaçıktır. Gökyüzünün, dağların, yıldızların, bitkilerin, tohumların, hayvanların ve etrafındaki sayısız varlığın yaratılışı üzerinde kısa bir süre düşünen insan Allah'ın yaratma sanatını müşahade edecek, böylece kendisini ve tüm evreni yoktan yaratan Rabbimiz'i tanıyıp O’na yönelecektir.

Allah’ın varlığı her yeri kuşatmıştır

İnsanlardan bazıları kendilerini, maddeyi, çevrelerinde gördükleri dünyayı mutlak varlık zannederler. Allah'ı ise (Allah'ı tenzih ederiz) bu mutlak maddeyi saran bir hayal gibi düşünürler. Veya, Allah'ı gözleri ile göremedikleri için, "herhalde Allah bizim göremeyeceğimiz bir yerde, uzayın veya göklerin uzak bir yerinde bulunuyor" derler. (Allah'ı tenzih ederiz) Bunların hepsi büyük bir yanılgıdır.

Çünkü Allah, sadece göklerde değil her yerdedir. Allah, tek mutlak varlık olarak, tüm kainatı, tüm insanları, yerleri, gökleri, her yeri sarıp kuşatmıştır ve Allah tüm evrende tecelli etmektedir. Hadislerde rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (sav), Allah'ın gökte olduğunu söyleyen bir şahsa doğru söylediğini bildirmiştir. Ancak bu rivayet, Allah'ın heryerde olduğu gerçeğiyle hiçbir şekilde çelişmemektedir. Zira, dünyanın sizin bulunduğunuz noktasındaki bir kişi ellerini göğe kaldırarak Allah'a dua etse ve Allah'ın gökte olduğunu düşünse, Güney Kutbu'nda bir başka insan da aynı şekilde Allah'a yönelse, Kuzey Kutbu'nda bir insan ellerini göğe kaldırsa, Japonya'daki bir insan, Amerika'daki bir insan, Ekvator'daki bir insan da aynı şekilde ellerini göğe kaldırarak Allah'a yönelse, bu durumda herhangi bir sabit yönden söz etmek mümkün değildir. Aynı şekilde evrenin ve uzayın farklı noktalarındaki cinler, melekler, şeytanlar da göğe doğru dua etse herhangi bir sabit gökten veya yönden söz etmek mümkün olmayacak, tüm evreni kaplayan bir durum olacaktır.

Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah'ın Zatı başkadır. Allah'ın tecellileri ise her yerdedir. Bir kişi bir odaya girse burada Allah yok derse, Allah'ı inkar etmiş olur. Allah'ın tecellileri o oda da dahil her yerdedir. Siz her nereye dönerseniz, Allah'ın tecellisi oradadır. Allah'ın her yeri sarıp kuşattığı, bize şah damarımızdan yakın olduğu, her nereye dönersek Allah'ın yüzünü göreceğimiz birçok Kuran ayeti ile bildirilmiştir. Örneğin Allah, Bakara Suresi'nin 255. ayetinde
"... O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır...." diye bildirmektedir. Hud Suresinin 92. ayetinde ise,"... Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır."denilerek, Allah'ın insanları da yaptıklarını da kuşattığı bildirilmektedir.

Kuran'da da bildirilen gerçek açıktır: Allah sadece göklerde değildir. Allah, her yeri sarıp kuşatandır. Bu bilgi bize Kuran aracılığı ile verilmektedir. Maddenin ardındaki sır ile ilgili gerçeğin anlatılması ise, bu ayetlerin insanlar tarafından daha iyi anlaşılmasına ve kavranmasına vesile olacaktır. Maddenin mutlak varlık olmadığını anlayan insanlar Allah'ın her an her yerde olduğunu, her an kendilerini gördüğünü ve işittiğini, her şeye şahit olduğunu ve kendilerine şah damarlarından daha yakın olduğunu, her dua edenin duasını işittiğini bütün açıklığı ile anlayacaklardır.

Bilim Allah’ın varlığını ispatlıyor

Evreni ve içindeki tüm varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratma sanatını keşfederek insanlığa açıklamanın yolu "bilim"dir. Dolayısıyla din, bilimi Allah'ın yaratışındaki detaylara ulaşmada bir yol olarak benimser ve bu nedenle bilimi teşvik eder.

Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerçeklere göre yönlendirilen bilimsel araştırmalar da çok hızlı ve kesin sonuçlar getirir. Çünkü din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Dolayısıyla doğru bir noktadan başlanarak yapılan araştırmalar, evrenin ve canlılığın var oluşuna ait sırları en kısa sürede, en az emek ve enerji harcayarak açığa çıkaracaktır. 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein'ın da söylediği gibi "dinsiz bilim topaldır", yani dinin yol göstermediği bilim ilerleme gösteremez, kesin sonuçlara ulaşması çok zaman alır ve hatta çoğu zaman sonuç alınması mümkün olmaz. Bilim ancak Allah'ın sonsuz kudretini, evrendeki yaratılış delillerini araştırma amacını benimser ve bu amaç doğrultusunda çalışırsa doğru sonuçlara ulaşabilir. Rotası doğru çizilirse, yani doğru yönlendirilirse bilimin gerçek amacına en kısa sürede ulaşması sağlanabilir.

Allah insanları, gökyüzü, yağmur, bitkiler, hayvanlar, doğum, coğrafi özellikler gibi konularda araştırma ve inceleme yapmaya çağırmaktadır. Allah'ın insanları, üzerinde düşünmeye çağırdığı konulardan bazıları ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. (Kaf Suresi, 6-10)

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3)

İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı? (Tarık Suresi, 5)

Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi? (Gaşiye Suresi, 17-20)

Bilimsel araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiler insanlara yaratılışın sırlarını, Allah'ın sonsuz ilmini, aklını ve gücünü tanıtmaktadır. Ve tarih boyunca insanlığa büyük hizmetler veren bilim adamlarının önemli bir bölümünün Allah'a inanan dindar kimseler olmasının nedeni de budur; bilimin Allah'ın kudretini takdir edebilmenin bir yolu olması...

Canlılardaki Ortak Malzeme Ortak Tasarımın Delilidir

Canlılardaki Ortak Malzeme Ortak Tasarımın DelilidirSon yıllardaki bilimsel gelişmelerle ortaya çıkan moleküler kanıtlar, bundan 1 asır önce var olsaydı, evrim teorisi bir iddia olarak ileri sürülmeye cesaret bile edilemezdi.

Evrimcilerin son yıllarda sık dile getirdikleri iddialardan biri, insan ve şempanze genlerinin %98 oranında benzediği ve bunun şempanzenin insan ile ortak bir atadan geldiğinin delili olduğu iddiasıdır. Ancak bu yanıltıcı bir iddiadır, çünkü insanla şempanzenin genetik yapısının %98 birbirine benzer olduğunu iddia etmek için şu anda insanınkinin olduğu gibi şempanzenin de genetik haritasının çıkarılması, ikisinin karşılaştırılması ve bu karşılaştırma sonucunun elde edilmiş olması gerekir. Oysa elde böyle bir sonuç yoktur. Çünkü şu ana kadar yalnızca insanın genetik haritası çıkartılmıştır. Şempanze için ise henüz böyle bir çalışma yapılmamıştır.

Peki, bu benzerlik oranı iddiası nereden çıkmıştır? Bu benzerlik insanda ve şempanzede bulunan 30–40 civarındaki bazı temel proteinlerin amino asit dizilimlerinin benzerliğinden yola çıkılarak yapılmış olağanüstü abartılı bir genellemedir. Oysa insanda 35 bin civarında gen ve bu genlerin kodladığı 10 bini aşkın protein vardır. Bu yüzden, bunca proteinin sadece 40 tanesinin benzemesiyle insan ve maymunun bütün genlerinin %98 aynı olduğunu iddia etmenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.

Dahası, söz konusu 40 protein üzerinde yapılan DNA karşılaştırması da tartışmalıdır. Bu karşılaştırma, 1987 yılında Sibley and Ahlquist adlı iki biyolog tarafından yapılmış ve Journal of Molecular Evolution dergisinde yayınlanmıştır. Oysa daha sonra bu ikilinin verilerini inceleyen Sarich isimli bilim adamı, kullandıkları yöntemin güvenilirliğinin tartışmalı olduğu ve verilerin abartılı yorumlandığı sonucuna varmıştır.

Kaldı ki söz konusu bu temel proteinler diğer pek çok farklı canlılarda da bulunan ortak hayati moleküllerdir. Yalnızca şempanzede değil, bütünüyle farklı canlılarda bulunan aynı tür proteinlerin de yapısı insandakilerle çok benzerdir.

Örneğin, New Scientist dergisinde aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA'larında %75'lik bir benzerlik ortaya koymuştur. Bu, elbette insan ile bu solucanlar arasında sadece %25'lik bir fark bulunduğu anlamına gelmemektedir! Eğer evrimcilerin kurguladığı soy ağacına bakılırsa, insanın dahil edildiği Chordata filimu ile Nematoda filumlarının 530 milyon yıl önce bile birbirlerinden ayrı oldukları görülür.

Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının bazı proteinleri karşılaştırılmıştır. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır.

Bu örnekler, genetik benzerlik kavramının evrim teorisine bir delil oluşturmadığını göstermektedir. Çünkü genetik benzerlikler iddia edilen evrim şemalarına uymamakta, aksine bunlara tamamen ters sonuçlar vermektedir. (Harun Yahya,
Evrimcilere Net Cevap 2)

Nitekim olaya bir bütün olarak bakıldığında, "biyokimsayal benzerlikler" konusunun evrime delil olmadığı, aksine teoriyi çaresiz bıraktığı görülmektedir. South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden biyokimya araştırmacısı Dr. Christian Schwabe, çalışmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemediğini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıştır. Science dergisindeki bir makalesinde Dr. Schwabe şöyle demektedir:

"Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metot olarak kabul edilmeye başlandı. Bir moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir gelişme kaydettiğini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taşıdıklarını düşünüyorum."

Ünlü biyokimyacı Prof. Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:

"Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir... Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi."

Burada bir noktayı vurgulamak gerekir: Elbette insan bedeninin diğer canlılarla moleküler benzerlikleri olacaktır; çünkü aynı moleküllerden oluşmakta, aynı suyu ve atmosferi kullanmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedir. Elbette ki metabolizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları birbirine benzeyecektir. Ancak bu, onların ortak bir atadan evrimleştiklerinin bir delili değildir.

Gerçekte bu "ortak malzeme", bir evrimin değil "ortak tasarımın", yani hepsinin aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının sonucudur.

“Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa çıkardı. Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi.” (Naziat Suresi, 27–30)

Bu makale,
Mercek Dergisi 11. sayı (Mayıs 2002) 18. sayfada yayınlanmıştır.

Canlılardaki Vazgeçilmez Gereksinim: Temizlik

Canlılardaki Vazgeçilmez Gereksinim: TemizlikKişisel bakım ve temizlik, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için her insanın yerine getirmesi gereken önemli bir ihtiyaçtır. Ancak yapılan araştırmalar bakım ve temizliğin doğadaki canlılar için de en az insanlar kadar önemli olduğunu göstermiştir.

Düşünme, plan yapabilme, birkaç aşama sonrasını tahmin edebilme, olaylar karşısında tedbir alabilme, kavrama, bir amaç için hareket etme gibi yetenekler tamamen insana has özelliklerdir. Doğadaki diğer canlılar ise böyle bir bilince ve akla sahip değildirler. Dolayısıyla onların plan yapmaları, ileriyi görmeleri, ancak bir aklın ortaya koyabileceği özellikler ortaya koymaları, karmaşık hesapları yapıp uygulamaları, herhangi bir konuda karar vermeleri beklenemez. Ancak buna rağmen doğadaki canlıların yaşamlarını incelediğimizde birbirinden mucizevi özelliklere sahip olduklarına şahit oluruz. Titizlik ve kararlılıkla yerine getirdikleri ve büyük bir çaba ve zaman harcadıkları temizlik alışkanlıkları da bunlardan biridir.

İçinde bulundukları ortam ne kadar kirli olursa olsun daima son derece temiz bir görünüme sahip olan canlılar, üstelik bu temiz görünümü elde etmek için insanların kullandığı malzemelere de ihtiyaç duymazlar. O halde bu fiziksel temizliğe ve tertemiz görünüme nasıl sahip olurlar?

Her canlı gerek fiziksel özelliklerine gerekse bulunduğu ortama en uygun temizlik alışkanlığına sahiptir. Ancak hangi yöntemi kullanırlarsa kullansın, yeryüzünde yaratıldıkları ilk andan beri tüm canlılar bakım yaparken ve vücutlarını temizlerken sonsuz akıl sahibi Yüce Allah’ın kendilerine ilham ettiği emirleri yerine getirirler.

Kuşların Temizlik ve Bakım Yöntemleri

Karıncaların ve diğer bazı böceklerin antibiyotik madde salgılayan özel bir bezleri bulunur. Bu salgıyı yuvalarında bakteri ve mantarların üremesini önlemek için düzenli olarak bedenlerine sürerler. Ancak kuşlar, karıncalar gibi kimyasallar salgılayamaz. Bu nedenle de bazı kuş türleri, temizlenebilmek için karıncaları kullanır. Bu işlemler için tepe biçimindeki karınca yuvalarının üzerlerine konar ve karıncaların tüylerinin aralarına girmesine izin verirler. Böylece karıncaların salgıladıkları formik asit, kuş tüyleri arasında bulunan parazitlerle mücadele ederek onları yok eder.

Kuşların tüylerini temizlemek için kullandıkları bir diğer araç ise gagalarıdır. Gagalarıyla yaptıkları temizlik sayesinde tüylerinin aynı zamanda düzgün durmalarını da sağlarlar. Kuşlar her gün tüylerini temizler ve biçimi bozulanları onarırlar. Kuşların, temizliğin yanı sıra uçmak ve sıcak kalmak için de tüylerini düzgün tutmaları gerekir. Kuyruklarının dibinde bulunan özel yağ bezlerine hafifçe vurarak gagalarını yağlarlar. Daha sonra yağa bulanmış gagalarını tüylerini taramak için kullanırlar. Bu yağ hem tüyleri yumuşatır hem de sudan korur. Tarama işlemindeyse tüylerini temizleyerek, biçimi bozulanları düzeltirler.Tüm bu işlevleri dolayısıyla kuşların temizlik ve bakım için kullandıkları gagaları büyük bir öneme sahiptir. Kuşların gagalarının ve gagaları sayesinde yaptıkları temizliğin oldukça hayati bir önem taşıdığı Utah Üniversitesi'nden biyolog Dale Clayton tarafından şöyle vurgulanmaktadır:
”Eğer kuşların, parazitlerini temizlemelerini engelleyen, bozuk ve işlevsiz bir gagası olsaydı; hızla artan parazit miktarı yüzünden kısa sürede ölürlerdi. Örneğin kışların sert geçtiği yerlerde, tüylerini temizleyemeyen güvercinlerin birçoğu tüylerinde artan parazitler nedeniyle bir yıl içinde ölürler.”

Kuşların temizlik ve bakım için kullandıkları yöntemler bunlarla sınırlı değildir. Kimi bedenine su sıçratarak, kimi ise kuma sürtünerek temizlenir. Örneğin, kiraz kuşları çoğu zaman suda oynuyormuş gibi görünseler de aslında banyo yaparlar. Suyu sıçratır, başlarını sallar ve tüylerini kabartırlar. Bunu ise her zaman belli bir sırayla yaparlar.

En ufak bir kirlilik, kuşların aerodinamik özelliklerini kaybetmelerine yol açar. Bu nedenle tüm kuşlar gagaları ile tüylerini tek tek temizlemek zorundadır.

Balıkçıl Kuşları ve Papağanların Farklı Yöntemleri

Birçok kuşun aksine papağan ve balıkçıl kuşlarının, kuyruklarında yağ bezesi yoktur. Bu nedenle kanatlarını temizlemek için bir çeşit toz üretirler. Bu toz, tüylerinin yıpranmış uçlarından gelir. Bazı türlerde -güvercinler ve papağanlarda olduğu gibi- tozlar kuşun tüyleri arasına dağılmıştır. Diğerlerinde, özellikle balıkçıl kuşlarında ise bu tozlar küçük öbekler halinde toplanmıştır. Tozun, temizliğin yanı sıra ne işe yaradığı henüz tam olarak anlaşılamamıştır; fakat kanatların su geçirmezliğine yardımcı olduğu tahmin edilmektedir. Yıkama, topraklama ve tozlamayla tüyler tekrar uçuşa uygun pozisyon için hazırlanmış olur. (David Attenborough, The Life of Birds, s.53) Balıkçılların ve papağanların temizlenmek için kullandığı bu yöntem de, Yüce Rabbimiz'in benzersiz yaratışının örneklerinden sadece biridir.

Temizliğin Kediler İçin Önemi

Kediler tüm vücutlarını dilleri ile temizlerler. Kedilerin dilleri pürüzlü bir yüzeye sahiptir. Bu sayede tüylerinin üzerlerindeki yabancı parçacıkları yakalarlar.

Vücutlarını soğutacak ter bezleri olmadığı için, sıcak havalarda insanlar gibi terlemezler. Bu nedenle kediler vücutlarının soğuması için temizlenmeye ihtiyaç duyarlar. Temizlik sonrasında buharlaşma sonucu soğumaya benzer bir etki oluşur.

Temizlenmiş bir kürk çok daha yumuşak olur. Bu da soğuktan daha iyi bir yalıtım demektir. Buruşuk kürkler ise yalıtım özelliklerini yitirdiği için soğuk havalarda yaşamı zorlaştırır. Aynı zamanda kedilerin aşırı ısınmasını da engeller.

Kedilerin tüyleri güneş ışığına maruz kaldığında D vitamini üretir. Kediler temizlenirken bu vitamini direkt vücutlarına almış olurlar.

Temizlik kedilerin kürklerini su geçirmez hale getirir. Kedilerin dillerinin tüylerin üzerindeki hareketi deri altı bezlerinin kediyi kuru tutacak özel bir madde salgılamasını sağlar.

Su Altı Dünyasında Temizlik

Suların altında yaşayan ve sudan hiç çıkmayan canlıların da temizliğe ihtiyacı olması ilk başta şaşırtıcı gelse de, temizlik su altındaki tüm canlılar için de büyük önem taşımaktadır. Örneğin balıkların, üzerlerinde yaşayan asalaklardan arınmaları gerekir. Asalaklar, balıkların derisinde, pullarının arasında ve ağızlarının içinde yaşarlar. Bir an önce temizlenmeyen asalaklar ise oldukça çabuk çoğalarak balıkların ölmesine dahi neden olabilmektedir. Bazı balık türleri kendi kendilerini temizleyebilecek herhangi bir sisteme sahip olmadıkları için de başka canlılar tarafından temizlenmeye gereksinim duyarlar. Böyle durumlarda bazı balık ve karides türlerinin yaşadığı mercan kayalıklarına gider ve başka canlılarla yardımlaşırlar. Bu şekilde, bir taraf kendisine yiyecek temin ederken, diğer taraf temizlenmiş ve zararlı organizmalardan arınmış olur.

Çöpçü Balığı

Çöpçü balığı adı verilen küçük balıklar dişleriyle balıkların üzerindeki parazitleri toplayarak beslenirler. Parlak siyah-mavi çizgili vücutları ve özel zigzag dansları olan çöpçü balıkları büyük balıkların ağzının içine girerek dişlerini de temizlerler. (Jill Bailey, Mimicry and Camouflage, s.32)

Temizlikçi Karidesler

Temizlikçi karideslerin görevi, okyanustaki balıkları temizlemektir. Birçok temizlikçi karides çeşidi vardır. Resimde görülen karidesin kırmızı ve beyaz çizgileri bir deniz feneri gibi işlev görerek, temizlenmeye ihtiyacı olan balığın karidesi bulmasına yardımcı olur. İki uzun beyaz anteni olan karides, balığın üzerine yerleşir yerleşmez balık, sabırla derisinin ya da yarasının üzerindeki ve ağzının içindeki parazitlerin yenmesini bekler. Bu temizlik ekibi, balığın tamamen temizlendiğinden emin olana kadar görevini sürdürür. (Ranger Rick, Aralık 1990, s.5)

Deniz Kaplumbağası ve Mercan

Mercanlarda yaşayan balıkların birçoğu dipteki kayaların üzerinde buldukları su yosunları ile beslenirler. Ancak bu balıkların tek yiyecek kaynağı su yosunları değildir. Bazı mercan balıkları, deniz kaplumbağalarının kabuklarına yapışmış olan mantarları da yerler.Yüzerek bu balıkların yanına gelen deniz kaplumbağaları, sanki sözleşmiş gibi, balıkların yaşadığı bölgeye yakın bir yerde durarak balıkların gelmesini bekler. Böylece kendilerinin yapamayacağı temizliği, mercan balıklarına yaptırmış olurlar.

Temizlikçi Balıklar

Temizleyici balıkların sırt yüzgeçleri bir vantuz gibidir. Oxyjulus californica, diğer adıyla senyorita, bu balıkların en bilinenidir. Temizleyici balıklar da çok rahat bir şekilde bazen balığın dişlerini, bazen de vantuza benzer yüzgeçleri sayesinde balığın solungaçlarını temizler, bu sayede karınlarını doyurmuş olurlar. (Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı 237, Ağustos 1987, s.3)

Hawaii yakınlarında yaşayan sarı renkli yosun balığı ile altın halkalı cerrah balıkları, yeşil kaplumbağaların üzerindeki alglerle beslenirler. Resimde görülen kaplumbağanın alt kısmındaki ölü ve yıpranmış derileri yiyen ise yalnızca Hawaii’de bulunan çırçır balığıdır.

Tüm Evreni Saran Yaratılış Gerçeği

Hiçbir şuura, akla, karar verme, muhakeme ve yargı yeteneğine sahip olmayan canlıların temizlik ve bakım konusunda sergiledikleri bu birbirinden dikkat çekici davranışlar ve birbirlerinin temizliği için yaptıkları fedakarlıklar tek bir gerçeği göstermektedir: Bu canlılar ve doğada bulunan diğer canlılar yaratıldıkları ilk andan itibaren Yüce Allah'ın kendilerine verdiği ilham ile hareket etmekte, O'nun emri ve denetimi ile yaşamlarını ve nesillerini sürdürmektedirler. Yüce Rabbimiz'in eşsiz yaratışı ve ilmi bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilmektedir:

”Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12)

Kısa Kısa...

Sekiz-on işçi arı, 24 saat boyunca belli aralıklarla yer değiştirerek kraliçe arıyı temizler. Bu sırada onlara, kraliçe arının koloniyi birarada tutmaya yarayan salgıları bulaşır. Kraliçenin salgısına bulanan işçiler, bunu öteki işçilere de bulaştırırlar. Bu şekilde yaklaşık 50.000 işçi arıdan oluşan kolonide hem temizlik hem de haberleşme sağlanmış olur.

Tüm kurbağalar büyük gözlere ve göz kapaklarına sahiptirler. Bu hayati organlarını korumak ve temizlemek için ise, birçoğunun gözlerini yağlayacak ve temizleyecek özel bir zarı vardır.

Gözyaşları ve göz kapağı olmayan sinekler, yemek bulmak ve düşmanlarından korunmak için kullandıkları gözlerine oldukça özel bir bakım uygularlar. Örneğin at sinekleri, gözlerini ön bacaklarında bulunan sert kıllarını kullanarak temizlerler.

Bu makale,
İlmi Mercek Dergisi 32. sayı (Şubat 2007) 52. sayfada yayınlanmıştır.

Adnan Oktar Canlı Yayında (21 Şubat 2010)

Yaşadığımız Dönem, Geçmiş Kavimlerin Tüm Azgınlıklarının Topyekün Yaşandığı Ahir Zamandır

Yaşadığımız Dönem, Geçmiş Kavimlerin Tüm Azgınlıklarının Topyekün Yaşandığı Ahir ZamandırTarih boyunca yaşamış olan tüm topluluklar Yüce Allah’ın vaadi gereği uyarılmışlardır. Bu toplulukların tümüne, Allah’ın izniyle mutlaka kendilerine Yüce Rabbimiz’in varlığını ve kudretini anlatan bir elçi gönderilmiş, onlara Yaratılışın delilleri gösterilmiştir. Allah’ın Adetullahı gereği kendisine elçi gönderilen her topluluk içinden, mutlaka Peygamberlere ve elçilere karşı gelen, Allah’ın Yüce varlığını tüm gücüyle inkar eden inkarcı önde gelenler çıkmıştır. Yüce Allah, bu toplulukların bazılarını bize Kuran’da haber vermiştir.

Kuran’da belirtilen ve kendilerine tebliğ ulaşan toplulukların inkarcı önde gelenleri her kavimde farklı özellikleri ile ön planda olmuşlardır. Hz. Semud (as)'ın kavmi’nin inkarcıları, tartıyı ve ölçüyü eksik tutan menfaatçi ve sahtekar insanlardan oluşurken, Hz. Lut (as)’ın kavminin inkarcıları, cinsel sapkınlığı, eşcinselliği hayasızca yaşayan bir topluluktur. Hz. Musa (a.s.)’ın tebliğini dinlerken Firavun, askeri ve sosyal yönden en güçlü olduğuna inanmış ve enaniyet ve büyüklük hissi onu ve ona uyanları inkara sürüklemiştir. Hz. İbrahim (a.s.), kendisini dinlemeyen inkarcı ve putperest kavmi tarafından ateşe atılmıştır. Yüce Allah, bütün Peygamberlere imtihanları gereği bu zorlu ortamları yaşatmış, pek çok Peygamber iftiraya uğramış, haksız yere yurtlarından sürülmüş, tutuklanmış, hatta bazıları şehit edilmiştir. Ancak Allah Katında üstün olanlar her zaman Peygamberler ve onlara tabi olan salih müminler olmuştur. Peygamberler aleyhinde akılsızca tuzaklar kuranlar ise hem dünyada hem ahirette acı bir azapla karşılık görmüşlerdir.

Bu, Yüce Allah’ın adetullahıdır. İman edenlerle inkarcılar arasındaki bu güçlü fikri mücadele, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak Allah’ın izniyle Kıyamete kadar sürecektir.

Fakat Allah, dünyanın Kıyamete yakın dönemini, yani ahir zamanı, diğer dönemlerden farklı yaratmıştır. Kuran ayetleri ve sahih hadislerle bildirildiği gibi bu dönem, inkarcıların tarihte hiç olmadıkları kadar azgınlaştıkları, Allah’ı açıkça inkar ettikleri, her türlü sapkınlık ve ahlaksızlığı en uç noktalara kadar yaşadıkları dünya tarihinin en sapkın dönemidir. Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)’ın birlikte İslam ahlakını tüm dünyaya hakim etmelerine kadar iman edenler sayıca az olacak ve inkarcıların Yüce Rabbimiz’e karşı akılsızca ve cahilce başkaldırıları tüm dünya çapında yaşanacaktır. Bu başkaldırı, sapkınlık ve azgınlık öylesine yaygın, kapsamlı ve pervasızca uygulanacaktır ki, Allah’ın açıkça inkar edilmesi, her türlü ahlaksızlığın açıkça uygulanması garip karşılanmayacaktır.

Ahir zamanın bu büyük çöküntüsü içinde Yüce Allah insanları, kurtarıcı olarak, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’la müjdelemiştir. Tüm dünya çapında oldukça geniş kapsamlı bir ahlaki çöküşün yaşandığı ahir zamanda, sapkınlıkların tümü çok daha şiddetli şekli ile aynı anda yaşandığından ve adeta bir yaşam şekli haline geldiğinden, Yüce Allah, bu şiddetli ahlaksızlık ve azgınlığı
dünya çapında yıkıma uğratacak ve ortadan kaldıracak olan Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ı gönderecektir. Ahir zamanın bu iki kutlu şahsı, Allah’ın izniyle dünya çapında tüm batıl sistemleri ve düşünceleri ortadan kaldıracak, Allah’ın yüce dini İslam’ın yeryüzünde hakim olmasına vesile olacaklardır. Rabbimiz ayetinde, Hz. İsa (a.s.)’ın tekrar yeryüzüne gönderilişi ile birlikte, dünya üzerinde ona inanmayacak tek bir kişi dahi kalmayacağını bildirmiştir:

Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

İşte bu vakit gelene kadar, Yüce Allah, Hz. Mehdi (a.s.)’ı yeryüzünde oldukça zorlu bir ortam ile imtihan edecektir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın mücadele ortamı, geçmişteki Peygamberlerden bu yönüyle farklı olacaktır. Hz. Mehdi (as), tek bir topluma değil, tüm dünyaya imam olarak gönderilmiştir. Dünya, onun zamanında, geçmişte olmadığı kadar karışık ve dejenere durumda olacaktır.

Peygamberlerden her birinin karşılaştıkları tüm zorluklar, Hz. Mehdi (a.s.)’ın karşısına toplu olarak çıkacaktır. Hz. Mehdi (a.s.), toplumun tek bir sapkın yönü ile değil, tüm fikri bozuklukları, dejenerasyonu, ahlaksızlıkları, azgınlıkları, inançsızlıkları ile fikri mücadele halinde olacaktır. Onun dönemi, sapkınlığı kendisine hayat biçimi, hatta ideoloji edinmiş olan oldukça geniş bir nüfusun, bu mübarek zata tüm askeri, fikri ve maddi güçleri ile karşı oldukları bir dönemdir. Bu zorlu ortam, ahir zamanın kutlu şahısları için özel olarak yaratılmış özel bir ortamdır.

İçinde Bulunduğumuz Ahir Zamanda Yaşanan Büyük Ahlak Çöküntüsünün Kaynağı Darwinizm’dir

Şu an içinde bulunduğumuz dönem, Allah’ın Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerle bizlere haber verdiği ve tüm detaylarıyla tarif ettiği ahir zamandır. İçinde bulunduğumuz dönemin zorlu şartlarına bakarak, ahir zamandaki imtihan ortamının ne kadar şiddetli ve kapsamlı olduğunu anlayabilmek mümkün olmaktadır.

Bu dönem, insanların büyük bir çoğunluğunun iyi, doğru, dürüst, bağışlayıcı, adaletli, merhametli, namuslu olmak gibi ahlaki erdemleri tümüyle terk ettikleri bir dönemdir. İçinde bulunduğumuz dönemde insanlar, açgözlülük, acımasızlık, umursamazlık gibi hastalıkları adeta hayat şekli haline getirmişlerdir. Açgözlü veya acımasız olmayanın bu dünyada yaşayamayacağı yalanına inanmış ve çevrelerindeki insanları da buna inandırmışlardır.

Elbette bu ahlak dışı hayat felsefesinin temeli Darwinizm’e dayanmaktadır.

Darwinizm, ilk olarak geçmiş dönemlerde eski Mısır ve Sümerlerde ortaya çıkmış ve yaygınlaşmış olan bir inançtır. Firavun’un Hz. Musa (a.s.)’a olan akılsızca başkaldırısı, içinde bulunduğu Darwinist zihniyetten kaynaklanmaktadır. Canlılığın Nil’in çamurlarından tesadüfen oluştuğunu iddia eden, yalnızca maddenin mutlak varlığına inanan, dolayısıyla kendisine Allah’ın vermiş olduğu güç ve hakimiyeti üstünlük zanneden Firavun, Hz. Musa (a.s.)’ın karşısına, dönemin en azgın inkarcısı olarak çıkmıştır. Firavun, kendisini Hz. Musa (a.s.)’ın canına kastedecek kadar azgın bir inkarcı haline getiren sapkın dinini yaşamı boyunca terk etmemiş, yalnızca ölüm anında Allah’ın üstün kudretini kavradığında, iman ettiğini söylemiştir. Yüce Rabbimiz ayetlerinde şöyle belirtir:

Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (İlah'tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi.
Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.
Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler.
(Yunus Suresi, 90-92)

Firavun, ölüm anında iman ettiğini söyleyerek kurtuluşa ereceğini zannetmiştir. Yüce Allah ise onu, tek ve mutlak varlık olarak görüp inandığı maddesel varlığı ile yani bedeniyle kurtarmıştır. Asla yok olmayacağını zanneden, içinde bulunduğu büyüklük hissinden dolayı Allah’ı yüce ve üstün Varlığını takdir edemeyen, tesadüfleri sahte ilah edinen Firavun, tam olarak kendi inancına uygun olarak, maddi varlığı yani bedeniyle sonraki kavimlere birer ibret vesilesi olarak kalmıştır. Bu, Yüce Allah’ın çok büyük bir mucizesidir.

Firavun’un inanıp yegane güç olarak gördüğü Darwinizm, bugün bütün dünyaya yayılmış ve bütün dünyayı hakimiyeti altına almış bir beladır. İnsanlar, dünyanın pek çok ülkesinde devlet kanunlarıyla çocuk yaşlarından itibaren, tüm canlılığın tesadüfen var olduğuna dair bir eğitim alarak yetişmektedirler. Gittikleri her yerde maymundan insana doğru giden sahte bir hayat ağacının telkini ile büyümekte, televizyonlarda, okul sıralarında, gazetelerde, sinemalarda, çizgi romanlarda, reklamlarda bu aldatmacanın sürekli olarak telkinini almaktadırlar. Büyüyüp üniversiteye gittiklerinde, bir kariyer edindiklerinde ve Darwinizm safsatasını içyüzünü anladıklarında ise, Darwinizm’i inkar edemeyecekleri şekilde bir sindirme politikası başlar. Darwinizm’i inkar, söz konusu devletlerin kanunlarıyla yasaklanmıştır. Kişi eğer bunu yaparsa, hemen işinden olur, maddi olanakları elinden gider, toplumdan soyutlanır, yakın çevresini, sosyal statüsünü, hatta dost zannettiği insanları da bir anda kaybeder. İşte bu, dünyayı şaşırtıcı şekilde sarıp sarmalamış olan Darwinist diktatörlüğün sahte hakimiyetini göstermektedir.

Bu sahte hakimiyet, ahir zamandaki tüm belaların en büyük kaynağıdır. İşte bu sebeple kıymetli İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi (a.s.)’ın üç büyük görevinden birincisinin Darwinizm ve materyalizmi fikren tam anlamıyla yıkmak olduğunu haber vermiştir:

Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle (tesiriyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (materyalizm, Darwinizm ve ateizm salgını), beşer içine intiçar etmesiyle (insanların içine yayılmasıyla), her şeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYUN (MATERYALİZM, DARWİNİZM) FİKRİNİ TAM SUSTURACAK BİR TARZDA İMANI KURTARMAKTIR. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

Ahir zamanda insanların büyük çoğunluğu, Darwinist diktatörlüğün bu dehşetli baskısının etkisi altında büyük bir ahlaki çöküntü de yaşamışlardır. Cinayetlerin, savaşların, zulmün, azgınlığın ve ahlaksızlıkların makul görüldüğü ve gitgide yaygınlaştığı bu dönem, tüm fikri dayanağını Darwinizm’den almaktadır. İnsanlar, sözde hayvandan geldiklerini düşündüklerinden, Darwinizm’in temelini teşkil eden “güçlü olan zayıfı ezer” yanılgısına körü körüne inandırıldıklarından, bunu sosyal hayata uygulamakta gecikmemişlerdir. Sonuçta günümüzde yaşanan acımasızlık, vefasızlık, açgözlülük, menfaatçilik, güvensizlik, insaniyetsizlik ve düşmanlığın en temel kaynağı, savaşların, ahlaksızlıkların, dejenerasyonun sebebi Darwinizm’dir. Bu konunun detayları, ahir zamanın ahlaki çöküntülerinin anlatıldığı sonraki bölümlerde detaylarıyla izah edilmektedir.

Adnan Oktar Canlı Yayında (20 Şubat 2010)

Mantis Böceğinin Ultrasonik Kulağı

Mantis Böceği'nin kulağı saldırı hazırlığındaki yarasalara karşı erken haber alma sistemi görevi görmektedir. Bu sayede böcek saldırı anında yarasanın hızına rağmen etkili bir manevrayla düşmanından kurtulabilmektedir. Mantis böceğindeki bu sistemi savaş uçaklarındaki elektronik sistemler gibi çalışmaktadır. Böyle karmaşık bir mekanizmanın da tek bir açıklaması olabilir. Bilinçli Yaratılış

Uzun yıllardan beri canlılardaki ses ve işitme sistemlerini inceleyen Maryland Üniversitesi nörologlarından Dr. David Yager, 1986 yılında, bir doktora öğrencisiyken Mantis isimli bir böceğin başka hiçbir canlıda bulunmayan özel bir işitme sistemi bulunduğunu ortaya çıkardı. (Yager, D.D. and Hoy, R.R. (1986) The cyclopean ear: A new sense for the praying mantis. Science 213: 727–729) Bilim adamının böcek üzerinde gerçekleştirdiği son deneyler ise, canlının işitme sisteminin kompleksliğinin düşünülenden kat kat daha fazla olduğunu ortaya koydu.

Mantisler tek bir kulağa sahip böceklerdir. Bu tek kulak, böceğin göğsünde, bacak çıkıntılarının arasında yer alır. Kulağı sayesinde insanın duyamayacağı, 20.000 hertzden büyük frekanslı sesleri duyabilir. Bu ultrasonik kulak yarasalara karşı etkili bir erken uyarı sistemidir. Yarasalar çevrelerine ses dalgaları gönderirler. Çevredeki cisimlere çarparak yarasaya geri dönen dalgalar bir tür ultrasonik radar görevi görür. Yönlerini bulmada ve avlarını aramada bu ultrasonik radar son derece etkilidir. Hareketli canlıların konumu yarasa tarafından kolaylıkla belirlenir.

Mantisler de benzer bir ultrasonik sistemle donatılmıştır ve etrafta bir yarasa olduğunu bu ultrasonik radarları sayesinde kolayca fark ederler. Yarasa ve Mantis, birbirlerinin hareketlerini radarlarında izleyebilen yüksek teknoloji ile donatılmış savaş pilotları gibidir.

Bu üstün tasarımlı iki hayvanın savaşını inceleyen bilim adamları, Mantise saldıran bir yarasanın, böceğe yaklaştıkça sıklığı giderek artan sinyaller yaydığını fark ettiler. Mantisin ise hızla yaklaşan tehlikeye rağmen, yarasadan gelen ultrasonik sinyaller belli bir sıklığa ulaşıncaya kadar konumunu muhafaza ettiğini gözlemlediler. Her ikisinin havada bulunduğu ve yarasanın Mantise artık çarpmak üzere olduğu anda Mantis aniden bulunduğu yerden aşağıya doğru bir hamle yaparak zor bir pike dalışı ile yarasanın saldırısını bertaraf ediyordu. Bu ani manevra, arkadan yaklaşan bir savaş uçağından kaçmak isteyen pilotun yaptığı manevraya benzemekteydi.

Mantis hızla aşağıya inerken havada dönerek spiraller çizmekte, yere çarpmadan az önce dengesini kurarak, uçmasına devam etmekteydi. Yarasanın dar manevra kabiliyeti aşağı doğru kovalamasını engelliyordu.

Bunu gözlemleyen bilim adamları, Mantisin nasıl olup da bu ani dalış hamlesini gerçekleştirdiğini araştırdılar. İşitme ve sinir sistemlerinde neler olup bittiğini anlayabilmek için böceğin sinir hücrelerine elektrotlar bağladılar. Laboratuvarda kafasına elektrotlar yerleştirilmiş Mantisi tavandan sarkıttılar ve bir yarasayı serbest bıraktılar. Hazırladıkları elektrot düzenekle, Mantisin işitme organından beynine giden sinyalleri ölçtüler.

Sinyal kayıtlarını inceleyen bilim adamları şaşırtıcı birşey buldular. Buna göre yarasa Mantise çarpmadan sadece 300 milisaniye önce (milisaniye saniyenin binde biridir), işitme siniri devreden çıkıyor ve kulaktan beyne gönderilen sinyaller aniden kesiliyordu. (National Geographic; Praying Mantis Uses Ultrasonic Hearing to Dodge Bats,19.10.2002) Sinyallerin aniden kesilmesiyle birlikte Mantis dalışa geçiyor ve av olmaktan kurtuluyordu.

Bilim adamları kulaktaki işitme sinirlerinin ani dalış emrini verdiğini düşünüyorlar.

Allah Benzersiz Yaratandır

Mantisin hiçbir canlıda bulunmayan ultrasonik kulağı mükemmel bir tasarım örneğidir. Dışardan gelen ses dalgalarını elektrik sinyallerine çeviren kulak, bu sinyalleri beyne ileten sinir hücreleri ve beyin, sistemin uyum içinde çalışmasını sağlar.

Böceğin sahip olduğu sistemin çalışabilmesi için tüm organlar aynı anda kusursuz olarak ve birbirlerine uygun şekilde var olmalıdır. Bunların herhangi birinin eksikliği durumunda sistemin çalışması mümkün değildir.

Yeryüzünü ve içindeki milyonlarca canlı türünü yoktan var eden alemlerin Rabbi olan Allah, Mantis böceğini de sahip olduğu tüm sistemlerle birlikte mükemmel olarak yaratmıştır. Allah Kuran'da şöyle buyurur:

"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir." (Furkan Suresi, 2)

Ormanın Sahte Çiçekleri: Mantisler

Mantis böceği sahip olduğu ultrasonik kulak sayesinde düşmanlarından korunduğu gibi bu üstün özelliği avlanmak için de kullanmaktadır. Minik böceklerle beslenen Mantisler avlayacakları canlıların kendilerinden ne kadar uzakta olduğunu da kulakları sayesinde tespit etmektedirler. Hareketsiz bir şekilde yaprağın içine kamufle olan Mantisler avları yaklaşınca ani bir hareketle onları yakalarlar.

Süslü dış görünümleri nedeniyle ormanların sahte çiçekleri olarak da bilinirler. Örneğin Hymenopus Mantis türü alt kollarını açar ve çiçeğin taç şeklindeki yapraklarını taklit etmek için oval kuyruk bölümünü havaya kaldırır. Bu sayede üzerinde bulunduğu çiçekten asla ayırt edilemez. Kuşkusuz Mantisin bu kadar iyi bir kamuflaj ustası olması rastlantılarla meydana gelmemiştir. Allah bu canlıyı da, diğer milyonlarca canlı türü gibi özel olarak tasarlamış ve OL emriyle var etmiştir.

Adnan Oktar Canlı Yayında (19 Şubat 2010)

YECÜC VE MECÜC'ÜN I. VE II. DÜNYA SAVAŞLARINA İŞARET ETTİĞİNE DAİR YENİ BİR İŞARET: ATEŞLİ KÜKÜRT


Bilindiği gibi Yecüc ve Mecüc Kuran’da, kan dökücü bir kavim olarak bildirilmektedir. Kuran ayetleriyle ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’den rivayet edilen hadislerle haber verildiği şekilde Yecüc ve Mecüc, hiçbir sözü kavramayan ve yeryüzünde, yani tüm dünya çapında büyük bir bozgunculuk çıkaran ve ahir zamanda ortaya çıkacak olan kavim olmalarıyla dikkat çeker. Yecüc ve Mecüc’le ilgili tariflerin tümü, Kitab-ı Mukaddes’te de aynı şekilde tasvir edilmektedir. Bu tariflerden, Yecüc ve Mecüc bozgunculuğunun I. Ve II. Dünya Savaşlarına işaret ediyor olması kuvvetle muhtemeldir. Konuyla ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Yecüc ve Mecüc bozgunculuğunun dünya savaşlarına işaret etmesi ile ilgili olarak bir başka önemli nokta ise, Kitab-ı Mukaddes’te geçen ateşli kükürt ile ilgili izahtır. Kitab-ı Mukaddes’te, Yecüc ve Mecüc’ün bozgunculuğu esnasında gökten ateşli kükürt yağacağı aşağıdaki şekilde bildirilmiştir:
Bütün dağlarımda Gog'a karşı kılıcı çağıracağım. Egemen RAB böyle diyor. Herkes birbirine kılıç çekecek.
Onu salgın hastalıkla, kanla cezalandıracağım; onun, ordusunun, ondan yana olan birçok ulusun üzerine sağanak yağmur, dolu, ateşli kükürt yağdıracağım.

Böylece büyüklüğümü, kutsallığımı gösterecek, birçok ulusun gözünde Kendimi tanıtacağım. O zaman Benim RAB olduğumu anlayacaklar." (Hezekiel, 38:21-23)
Kitab-ı Mukaddes’te işaret edilen diğer alametler gibi ateşli kükürt de, İLK OLARAK, Yecüc ve Mecüc’ün bozgunculuğu esnasında yani I. ve II. DÜNYA SAVAŞLARI sırasında kullanılmıştır. HARDAL GAZI olarak adlandırılan ve içeriğinde KÜKÜRT KLÖRÜR barındıran madde ve aynı zamanda KARABARUT olarak adlandırılan ve içeriğinde saf kükürt barındıran madde, özellikle I. Dünya Savaşı sırasında Alman askerleri tarafından, İngiliz ve Fransızlara yönelik olarak kullanılmış yakıcı silahlardır.[1]

Kuran’da, hadislerde ve Kitab-ı Mukaddes’te yer alan Yecüc ve Mecüc’e dair tasvirlerin tümü, I. ve II. Dünya savaşında yaşanmış ve sonuçlanmış olan olaylardır. Yecüc ve Mecüc’ün, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) döneminde çıkacağı ve büyük katliamlar gerçekleştireceğine dair iddialar, hiçbir şekilde doğru değildir. Hz. İsa (a.s.) ve Hz Mehdi (a.s.)’ın zuhur ettiği dönem, sevgi, huzur, barış ve rahatlık dönemi olacak; Altın Çağ adı verilen bu dönemde, uyuyan kişi uyandırılmayacak, kan akıtılmayacak, tek bir kişinin burnu bile kanamayacaktır. Konuyla ilgili detaylı açıklamaları buradan okuyabilirsiniz.

Yecüc ve Mecüc, bozgunculuk çıkarmak üzere zaman zaman ortaya çıkacak olan bir kavimdir. Geçmişte ortaya çıktığı gibi gelecekte de tekrar ortaya çıkması da kuvvetle muhtemeldir. Fakat bu bozgunculuk, yukarıda belirttiğimiz gibi, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhuru sırasında gerçekleşmeyecektir. Hicri 1506 tarihinden sonra, kıyamete yakın tarihlerde, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın şehadetinin ardından dünya çapında maddi ve manevi bir bozulma yaşanacaktır. Bu tarihten sonra birbiri ardınca savaşlar başlayacak, anarşi, terör ve katliamlar gerçekleşecek; sapıklık son haddine varacak, kan döken zalim sistem bütün dünyaya hakim olacaktır. Dinsizlik yayılacak, yeryüzünde tek bir tane bile Kutsal Kitap kalmayacak, Allah’ın Yüce adı anılmayacaktır. İşte bu dönem, YECÜC VE MECÜC FİTNESİNİN SON ÇIKIŞ DÖNEMİ OLACAKTIR. Bu büyük fitnenin ardından ise Yüce Rabbimiz, insanların bu sapkınlığına karşılık olarak onları çok dehşetli kıyamet ile buluşturacaktır.

Yecüc ve Mecüc fitnesini Hz. Mehdi (a.s.) dönemi ile bağdaştırmaya çalışan bir kısım Evanjelik görünümlü ve Müslüman görünümlü masonlar, bu açıklamalarla beklenen Altın Çağı tamamen farklı göstermeye çalışmaktadırlar. Amaçları, Hz. Mehdi (a.s.) önderliğindeki beklenen Altın Çağ dönemini, adeta bir katliam dönemi görünümünde sunmak ve Müslümanlara yönelik son derece sapkın ve ürkütücü bir bakış açısı oluşturmaya çalışmaktır. Bu telkin sonucunda hedefleri, samimi Evanjelik Hıristiyanlar üzerinde, Müslümanlara karşı suni bir önyargı oluşturabilmek ve böylelikle inanan samimi dindarların arasını ayırarak onların birlik olmalarını engellemektir. Daha önce çeşitli yazılarda çok defa uyardığımız gibi bu çirkin oyuna karşı dikkatli olunması gerekmektedir. Çünkü Evanjelik ve Müslüman görünümlü masonlar, inananların arasını ayırarak dinsizliği yaymak, inançsızlığa zemin oluşturabilmek peşindedirler. Amaçları samimi dindarların birleşerek güçlenmelerini engellemek, şeytanın sapkın dinini tüm dünyaya hakim edebilmektir. İşte bu sebeple İncil’i delil göstererek, açık alametleri çarpıtarak kendilerine taraftar toplamaya çalışmaktadırlar. Allah’a kalpten inanan, samimi olarak iman eden, vicdanlı olan hiçbir Hıristiyan’ın bu kirli telkinlerin etkisinde kalmaması son derece elzemdir.