Müslümanın Sakınması Gereken Bir Hastalık: Ülfet
- Ülfet ne demektir?
- Ülfete sebep olan davranışlar nelerdir?
- Ülfete kapılmak bir insanı nasıl etkiler?
- Ülfet perdesinden kurtulmak için nasıl bir ahlaka sahip olmak gerekir?
İnsanlar yaratılış delilleriyle ilk kez karşılaştıklarında, onlardaki olağanüstülüğü anlayabilirler ve bu, onların düşünmelerine, gördüklerini inceleyip araştırmalarına neden olur. Ancak bazı insanlarda bir süre sonra bu varlıklara karşı bir alışkanlık oluşabilir ve artık bunlardan etkilenmemeye başlarlar. Özellikle de hemen her gün karşılaştıkları bir varlık veya olay, artık onlar için ülfet haline gelebilir.
Bu tüm Müslümanların sakınması gereken ve insanın Allah’a şükretmesini engelleyen bir hastalık gibidir.
İnsan vicdanını tam olarak kullanmadığı takdirde, gördüğü her görüntüye hemen alışabilen bir varlıktır. Allah imtihanın bir gereği olarak insan ruhunu telkine açık yaratmıştır. Kişi doğduğu andan itibaren çevresinden aldığı telkinlerin etkisiyle hareket eder. Herşeyi yaratanın Allah olduğu ve kişinin Allah'ın yaratışındaki üstün hikmetleri düşünüp kavramakla yükümlü olduğu hatırlatılmadığında, kişi tüm hayatını yüzeysel bir bakış açısıyla sürdürebilir. Bunun yerine çoğunluğa ayak uydurup onların batıl inançlarına gözü kapalı inanmasının yeterli olduğu kendisine sürekli telkin edildiği takdirde de, adeta etrafını bir pus kaplar. Herşeyi o pus tabakasıyla görür. Çocukluk yıllarından itibaren bu pusun dışına çıkmadığı için, net ve keskin bir bakış açısının farkını ve konforunu çoğu zaman aklına dahi getirmez. İşte insanın etrafını saran bu pusun adı "ülfet"tir. Alışkanlık anlamına gelen ülfet bazı insanların yaşamlarında sahip oldukları veya gördükleri varlıklardaki kusursuz detayları, mucizeleri, güzellikleri ve bunların Yüce Allah'ın eşsiz ilmi ve sanatı olduğunu kavramalarını engelleyen bir perde gibidir.
Ülfetin Asıl Kaynağı Tefekkür Edilmemesidir
Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanların yaptığı en büyük hatalardan biri, dikkatlerini bir konu üzerinde yoğunlaştırıp derin düşünmeye vakit ayırmamalarıdır. Bunun nedeni ise gün içerisinde tüm dikkatlerini yaşadıkları küçük olaylara vermeleridir. Böylece zihinlerini bunlarla yorarak, zamanlarının büyük bir bölümünü bu düşüncelerle harcamış olurlar.
Çoğunlukla evleri, işleri, okulları ya da aile içi herhangi bir konu ile sınırlı olan düşüncelere tüm vakitlerini harcayan bu kişiler zamanla, yalnızca ilk defa karşılaştıkları bir durumda güzellikleri ve harikalıkları fark edip etkilenir hale gelirler. Kuşkusuz bir insanın evi ya da ailesiyle ilgili herhangi bir konuya vakit ayırarak bu konu üzerinde düşünmesi güzel bir davranıştır. Ancak burada kastedilen bir insanın dünya hayatının aldatıcı temposuna kapılarak çevresindeki yaratılış delilleri ve Allah'ın sonsuz ilminin delilleri karşısında tepkisiz kalmasıdır.
Allah’ın Üzerimizdeki Nimetlerini Görebilmek
Yaşamını ülfet perdesinin ardında sürdüren bir kişi, ilk defa karşılaştığı bir yaratılış delili karşısında etkilenebilir. Hatta bu, kısa bir süre için de olsa, daha derin düşünmesine ve gördüğü varlığı araştırıp incelemesine vesile olabilir. Ancak bir müddet sonra güzelliklere karşı duyduğu ilk andaki heyecanını ve duyarlılığını kaybederek, gördüğü varlığa karşı alışkanlık duymaya başlar. Hatta biraz daha süre geçince bunlar kendisine "sıradan" ya da "monoton" gelmeye başlar. Aynı şekilde yaşamı boyunca şahit olduğu pek çok durumu, her gün gördüğü "olağan" olaylar olarak kabul eder ve bunları "alışılmış", "zaten olması gereken" olaylar olarak değerlendirir. Halbuki insanın yaşamı boyunca gördüğü her şey, şahit olduğu her durum, Allah'ın özel olarak yarattığı, son derece hikmetli olaylardır. Allah insanı sayısız güzellikler ve harikalıklarla sarıp kuşatmıştır ve her birinin ardında pek çok hayır ve hikmet gizlidir. Bediüzzaman Said Nursi de bu gerçeği şu sözleri ile dile getirmiştir:
"Ülfet ve adat (adetler) ve yeknesaklık (monoton) perdeleri altında harika hakikatler gizlenir. Şu kainatı idare eden Zat (Allah), her şeyi nizam ve mizan (düzen ve denge) içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür (ortaya çıkmasıdır). Her şeyin sanatında nihayet derecede (en üst derecede) intizam (uyum) bulunması gösterir ki; nihayetsiz (sınırsız) bir hikmet ile iş görülüyor". (Sözler I, sf: 77)
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi yaşamın her anına hakim olan düzen ve kusursuzlukta büyük bir sanat ve hikmet vardır. Ancak bunu yalnızca iman edenler, Allah'a içten yönelenler ve olaylara hikmet gözü ile bakabilenler gereği gibi takdir edebilirler. Böyle bir kişi, baktığı her şeyi Allah'ın yarattığı nimet olarak gördüğünden, üzerinde ülfet ve gaflet perdesi oluşmaz. Her birine karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecan ve coşku duyar. Yüce Rabbimiz, O’nun yeryüzünde yarattığı delillerini ve nimetlerini sadece hikmetle bakan kullarının görebileceğini Kuran’da şu şekilde bildirmektedir:
“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiç bir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir.” (Kaf Suresi, 6-8)
Ülfete Çarpıcı Bir Örnek…
İnsanların olayları ülfetle değerlendirmelerine sebep olan bazı unsurlar vardır. Bunlardan bir tanesi, insanların maneviyata değil, maddeye önem verir hale gelmeleridir. Nitekim Üstad'ın "Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür" (Mektubat, sf: 457) sözleri bu gerçeği bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır.
Örneğin bir tıp fakültesi öğrencisinin önüne anatomi dersi için ilk kez ölü bir insan bedeni getirildiğinde oldukça etkilenir. Dünya hayatının gelip geçici olduğunu, ölümün er veya geç herkesin başına gelecek kaçınılmaz bir gerçek olduğunu anlar. Ölümle beraber bir zamanlar gösterişli ve heybetli olan bedenin, büyük bir hızla çürümeye başlaması, yüzüne bakılamayacak, yanında durulmaya tahammül edilemeyecek bir hale gelmesi onu uzun uzun düşündürür. Ancak eğer kişi tüm bunları iman gözü ile değerlendirmiyorsa, olayın üzerinden geçen süre ve görülen ölü bedenlerin sayısının artması kişide bir alışkanlık ve düşünce zayıflığı oluşturur. Böylesine çarpıcı bir ortam bile, düşünülmediği takdirde, bir müddet sonra olağan karşılanmaya başlanır.
Yaşadığımız Her An Büyük Nimettir
Ülfeti oluşturan bir diğer neden ise Allah'ın kullarına olan rahmeti nedeniyle nimetlerini her an aynı mükemmellikte ve kesintisiz yaratmasıdır. Gaflet içindeki bazı insanlar, yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan sayısız nimeti kendilerine bağışlayanın ve kendilerini, yarattığı eşsiz sistemler vasıtasıyla koruyanın rahmet sahibi Yüce Allah olduğunu gözardı ederler. Çevrelerini tamamen kuşatmış olan yaratılış delilleri üzerinde düşünmezler. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
"Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler." (Yusuf Suresi, 105)
İnsanların günlük hayatlarında ayette bildirildiği şekilde alışkanlıkla değerlendirdikleri başka birçok konu vardır. Örneğin, insan her gün ayağının altındaki damarlarının üzerine ortalama 70-80 kiloluk bir basınç uygulayarak basar, ayağının üstünde zıplar. Ancak ayaklarda bulunan incecik damarların hiçbiri ezilmez ya da çatlamaz. Bu Allah’ın kullarına olan sonsuz nimetlerinden sadece bir tanesidir.
Rabbimiz Sonsuz Yaratma Gücüne Sahip Olandır
Sonsuz ahiret hayatının yanında -kıyas dahi yapamayacağımız kadar- kısa bir zaman kalacağımız dünya hayatı, Allah'ın sonsuz rahmetinin tecellileriyle doludur. O, insanları yaratmış, yaşamaları için en elverişli olan mekana yerleştirmiştir. Bunun karşılığında ise insanların yapmaları gereken yalnızca Allah'a kulluk etmektir. Allah, bize dünya hayatında fırsat vermişken O’na gönülden yönelmek, Allah’ın apaçık varlığının delilleri hakkında düşünmek ve düşündüklerimizden sonuç çıkartarak gerçekleri görmek, ahiret hayatımızda bizlere büyük bir kazanç sağlayacaktır.
Derin düşünmek, Allah’ın izniyle Müslümanın ülfet perdesinden çıkmasına vesile olur. Şuuru açık, sağlıklı düşünebilen bir insan ise, olayları hikmetleriyle düşünebilecek bir akla sahip olur. Böyle bir insan her nereye baksa, Allah'ın yaratmasındaki güzellikleri, detayları, mucizevi yönleri görür ve bunlardan hem çok zevk alır hem de imani bir derinlik kazanır.
Ülfeti kırabilmenin önemli bir yolu, insanın materyalist zihniyetin yıllar yılı evde, sokakta, gazetelerde, televizyonlarda kendisine aşıladığı sebeplere bağlı düşünme telkinini bir kenara bırakmasıdır. Herşeyi, sanki dünyada o an yaratılmış da herşeyi ilk o an tanıyormuş ve görüyormuş gibi açık bir şuurla değerlendirmesidir. Böyle bir insan karşılaştığı hiçbir detayı alışkanlık gözüyle değerlendirmeyecek ve herşeyden derin bir heyecan duyacaktır. Kuran'da müminlerin dünya hayatında kendileri için yaratılan her bir detay üzerinde derinlemesine düşündükleri ve bu şekilde Allah'ın büyüklüğünü, sonsuz güzellikteki yaratma sanatını, kulları üzerindeki sonsuz rahmet ve şefkatini çok daha iyi kavradıkları bildirilmektedir:
"Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Düşünce Tembelliği, Ülfeti Getirir
Bazı insanlar her gün yanı başlarında gördükleri bir çiçeğin kapkara, çamurlu bir topraktan, nasıl olup da mis gibi bir kokuyla, rengarenk ve tertemiz çıktığını, yani toprağın her şeyi çürütürken bitkiye nasıl olup da hayat verdiğini hiç düşünmezler.
Ya da insan sokakta yürürken yüzlerce, binlerce insan görür. Hiçbiri bir diğerine benzemez. Hatta bu kişiler parmak uçlarındaki izlerine kadar birbirlerinden farklıdır. Ülfet içerisinde olan insanlar, Allah'ın binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı yarattığını da hiç düşünmezler.
Tüm bu örnekler Allah'ın varlığını, gücünü, aklını, sanatını gösteren
delillerden birkaçıdır. İnsanın ise düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir kalple her an Allah'a yönelmesi, Allah'ın yarattığı olay ve varlıkların hikmetleri üzerinde düşünerek üzerindeki ülfet perdesini kaldırması gerekir. Bir ayette Allah’ın kulları üzerindeki rahmeti şöyle bildirilmiştir:
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız.” (Nahl Suresi, 53)
Kuran-ı Kerim'de müminlerin, bahçelerine girdiklerinde Allah'ı tesbih ederek "... MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur..." (Kehf Suresi, 39) demeleri emredilir. Bu, onların her bahçelerine girdiklerinde bu bahçeyi yaratanın ve onu ayakta tutanın Allah olduğunu düşünmeleri içindir. Düşünmeyen bir insan ise güzel bir bahçeyi ilk gördüğünde etkilenebilir, ancak daha sonra burası onun için giderek sıradan bir yer haline gelmeye başlayabilir. Bazı insanlar ise hiç düşünmedikleri için, daha en baştan bu nimetlerin farkına varamazlar. Kendilerine verilen nimetleri "alışılmış", "olması gereken" şeyler olarak değerlendirirler. Bu yüzden de bunlardaki güzelliklerden zevk alamazlar. İşte bu, müminlerin sakınıp kaçınmaları gereken bir durumdur.
Her Nimetin Yüce Allah’ın Rahmeti Olduğunu Unutmamak Gerekir
İnsanların büyük bir çoğunluğu için yaşamlarının pek çok alanında ülfet tehlikesi söz konusu olabilmektedir. Örneğin zor koşullarda yaşayan bir insana, birdenbire rahat bir yaşam tarzı sunulduğunda, gördüğü ve sahip olduğu herşeyin kendisi için bir nimet olduğunu anlar. Yattığı yatağın daha rahat olması, evinin güzel bir manzaraya bakması, canının istediği yiyeceği alıp yiyebilmesi, kışın evini dilediği gibi ısıtabiliyor olması, bir yerden bir yere arabası ile kolaylıkla gidebilmesi ve daha birçok şey bu kişi için birer nimettir. Eski durumu aklına geldikçe, bunların her birinin sevincini yaşar. Ancak doğduğu andan itibaren bu imkanlara sahip bir insan, bunların kıymetini o kadar sık düşünmeyebilir. Ya da ağır bir hastalık geçiren kişi, tedavi olup tekrar sağlığına kavuştuğunda, sağlıklı olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu düşünür ve Allah'a sürekli şükreder. Oysa hayatı boyunca ciddi bir rahatsızlık geçirmemiş bir insan, sağlıklı olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu gerektiği gibi düşünmeyebilir, sağlıklı ve zinde olduğu için Allah'a şükretmeyi ihmal edebilir.
Derin düşünen iman sahibi bir insanın ise ne doğduğu andan itibaren bu nimetlere sahip olması, ne de onları sonradan elde etmesi fark etmez. Çünkü Allah’ın izniyle hiçbir zaman sahip olduklarına alışkanlık gözüyle bakmaz. Her birini kendisi için Yüce Allah'ın yarattığını, dilerse bunları kendinden geri alabileceğini bilir.
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 65. sayı (Kasım 2009) 58. sayfada yayınlanmıştır.
Hz. Mehdi (a.s.)'ın Başında Bir Leke Omuzları Arasında Siyah Bir Ben Olacaktır
(Gaybet-ül Numani)
Bir başka hadiste Hazreti Ali (as) tekrar İmam Mehdi (as)’den şu sözlerle bahseder: "... sağ uyluğunda bir ben vardır."
(Yenabi-ül Mevedde, s. 423)
MISIR DUVARINI TÜRK BAYRAĞI AŞTI
Ne Demişti
Adnan Oktar: Ama milyonlarca Atatürk var şu an, milyonlarca Abdülhamid var, milyonlarca Fatih Sultan Mehmet var onların Lawrence’ine karşı. Öyle bir konu olmaz. Türk İslam Birliği bir kere barışı, sevgiyi, kardeşliği, muhabbeti, yardımseverliği, cesareti ve fedakarlığı savunuyor. Türk milleti çilekeş bir millettir ve hizmete taliptir. Üç kıtaya nizam vermiş ve bir tecrübesi var. Bir devlet tecrübesi var, imparatorluk tecrübesi var. Biz bu tecrübeyi yeniden ortaya çıkararak, Türk İslam Birliği’nin lideri olarak bütün bölgeyi yönetmeyi istiyoruz ve bunu herkes istiyor. Suriyeliler istiyor, Iraklılar istiyor, Mısır istiyor, İran istiyor, hatta Ermenistan istiyor, Azerbaycan istiyor, Türkistan istiyor, Doğu Türkistan istiyor, herkes istiyor. Yani Türk’ün adaletine, Türk’ün akılcılığına, fedakârlığına herkes güveniyor ve Türk askerleri bütün dünyada seviliyor. Dinsizi, imansızı, Müslümanı, kafiri hepsi seviyor.
Adnan Oktar: Evet. Ama yine bakın laf, söz eninde sonunda benim dediğime geldi. Türk-İslam birliğinin ne kadar gerekli olduğunu,Türkiye’nin öncü olmasının gerekliliğinin ne kadar açık olduğunu, Türkiye’nin liderliğinin aleni olduğunu, yani buna hiç kimsenin karşı çıkacak gibi olmadığını, fiili durum yarattığı Allah’ın açıkça ortada. TÜRKİYE LİDERDİR VE TÜRK-İSLAM ALEMİ’NİN FİİLEN ŞU AN LİDERLİĞİNİ BU OLAYLA ALMIŞTIR ve bunun arkası gelecektir ve devam edecektir. Ta ki, bütün Türk devletlerini birleştirinceye kadar, bütün İslam devletlerini birleştirinceye kadar, hepsinin sınırları açılıncaya kadar bu devam edecektir.
Ne Oldu
Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da devreye girerek Mısır’lı mevkidaşıyla görüştüğü, konvoya geçiş izni verilmesini istediği belirtildi. Mısırlı yetkililerin ara formül olarak konvoydakilerin sadece Türk bayraklarıyla Mısır üzerinden Gazze’ye geçiş teklifini değerlendirmeye aldıkları kaydedildi. |
MODERN BİLİMİN İSLAMİ KÖKENLERİ
14 asır önce Allah tüm insanlığa bir yol gösterici olmak üzere Kuran'ı indirdiğinde Araplar, batıl inançlara sahip bir cahiliye kavmi idi. Kuran'ın ışığı sayesinde bu batıl inançlardan kurtuldular ve aklın yolunu izlemeye başladılar. İslam'la birlikte medeniyeti öğrendiler. Sadece Araplar değil İslam'ı kabul eden tüm topluluklar cahiliye devrinin karanlığından sıyrılıp, aydınlandılar. Bunun sonucunda, İslamiyet'in ilk dönemlerinde, dünya tarihinde görülmüş en etkileyici gelişmelerden biri yaşandı. Daha önceden tek bir kenti bile uyum içinde yönetmeyi başaramayan Araplar Afrika'dan Orta Asya'ya kadar uzanan bir dünya imparatorluğunun yöneticileri haline geldiler.
Bu imparatorluğun en önemli yanlarından biri tarihte o güne kadar eşi görülmemiş bir bilimsel aşama kaydetmiş olmasıydı. Avrupa'nın Ortaçağ karanlığını yaşadığı bir dönemde İslam dünyası muhteşem bir bilimsel miras oluşturdu. Tıp, cebir, geometri ve hatta sosyoloji dünyada ilk defa sistematik bir biçimde İslam medeniyeti içinde gelişti.
İslam coğrafyasındaki büyük dini eğitim merkezleri aynı zamanda bilginin ve bilimsel gelişmenin de merkezleriydi. Bu tür çalışmaların yapıldığı bilim merkezleri, binlerce okul-caminin yapıldığı Abbasiler döneminde (750–1258) başladı. 10. yüzyılda Bağdat'ta medrese adı verilen 300 tane okul, 14. yüzyıl başlarında ise İskenderiye'de 12 bin öğrenci yaşıyordu. Medreselerde çoğu kadın olan öğretmenler vardı. Bunların bir bölümü tüm gün, bir bölümü ise yarım gün öğretmenlik yapıyordu. Öğrenciler arasında zengin-fakir ayrımı yapılmadan aynı eğitim veriliyordu. Kütüphanelerin zenginleşmesine önem veriliyor ve yabancı kaynaklar da temin ediliyordu.
En ünlü medreseler Bağdat'taki Beyt'ül Hikme (820) ve Kahire'deki Dar'ül İlm (998) idi. Bugün de varlığını sürdüren El-Ezher (969) gibi üniversiteler Avrupa'daki benzerlerinden çok daha önce kuruldu. O dönemde İslam dünyası, dünyadaki ilk üniversiteleri hatta ilk hastaneleri inşa etmişti.
Ortadoğu'nun Bilimsel Rönesansı
Bu gerçekler, genellikle zihinlerinde bambaşka bir İslam portresi taşıyan günümüzün batılılarına şaşırtıcı gelebilir. Söz konusu yanlış portre İslam medeniyetinin tarihini bilmemekten kaynaklanır. Bu bilgisizlikten ve önyargılardan kurtulanlarsa İslam'ın bilim dünyasına yaptığı öncülüğü kabul etmektedirler. Bu sağduyulu tavrın örneklerinden biri yakın zamanda ünlü televizyon kanalı PBS tarafından çekilen "İnanç İmparatorluğu: İslam" adlı belgesel filmdir. Belgeselin yorumcusu aynen şunları söyler:
"Tarihin akışı içinde, İslam medeniyeti insanlığın en büyük başarılarından biri olmuştur… Batı için İslam tarihinin büyük kısmı bir yanlış anlama ve korku örtüsünün arkasında karartılmıştır. Bununla beraber İslam'ın saklı tarihi derinden ve şaşırtıcı bir biçimde Batı medeniyetiyle birlikte örülmüştür. Leonardo da Vinci'nin doğumundan 600 yıl önce Rönesans'ın tohumlarını eken Müslüman bilim adamlarıydı. Hastalıkları tedavi etme yöntemlerimizden, sayı saymada kullandığımız rakamlara kadar dünya çevresindeki kültürler İslam medeniyeti tarafından şekillendirilmiştir."(Jonathan Grupper (series writer), Islam: Empire of Faith, A Documentary by Gardner Films, in association with PBS, 2001)
Liberal Amerikan medyasının tanınmış isimlerinden George Rafael internet üzerinden yayımlanan bir makalesinde söyle yazmaktadır:
"Batı, cebirden ve kahveden gitara, optikten üniversiteye dek birçok şeyi Hilal�in insanlarına borçludur� Bin yıl önce, Batı karanlıkla örtülmüşken, İslam altın çağını yaşıyordu. Londra barbar bir bataklık iken Müslüman Kordoba'nın sokakları ışıl ışıldı, York'tan Viyana'ya kadar planlı katliamlar yaşanırken (Endülüs yönetimindeki) Toledo'da dini hoşgörü vardı. Klasik mirasımızın muhafızları olan Araplar bizim Rönesansımızın ebeleriydiler. Onların etkisi -her ne kadar yabancıymış gibi görünse de- daima bizimle beraber olmuştur, kah bir fincan sıcak kahveyle kah bilgisayar programlarındaki logaritmayla." (George Rafael "A is for Arabs", Jan. 8, 2002)
İslam'ın Açık Fikirliliği
Müslümanların bu şekilde, bilimsel gelişmelere liderlik etmelerine vesile olan Kuran'ın taşıdığı üstün hikmetlerdir. Bu hikmetler insanların çevresini inceleme ve onlardaki üstün tasarımı anlama fikrine yol göstermektedir. Allah'ın Kuran'da insanlara bildirdiği bir başka hikmet ise bireyler ve toplumlar arasındaki engelleri kaldıran hoşgörü ve açık fikirliliktir. Bu bakış açısı da Müslümanların tüm kültürel ve sosyal engelleri aşarak dünyaya daha akılcı bakmalarını sağlamaktadır. Allah Kuran'da bunu şu şekilde bildirmektedir.
"Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." (Hucurat Suresi, 13)
İslami ilimlerin yükselişinde, bu açık fikirliliğinin belirgin bir rolü vardır. Çağımızın en büyük İslam alimlerinden biri olan Seyyid Hüsseyin Nasr'a göre"İslami bilim insanlık tarihinde gerçekten uluslararası yapıda olan ilk bilimdir."(Quoted in Weiss and Green, p. 187)
Şunu da eklemek gerekir ki Müslümanlar sadece diğer kültürlerle işbirliği yapmakla kalmamış aynı zamanda üstün özellikler taşıyan Kuran ahlakını da tüm insanlar arasında tanıtmış ve anlatmışlardır. Bilimsel alanlarda sayısız gelişmeye öncü olan Müslüman bilim adamlarının ortaya attığı birçok teori, aynı dönemdeki pek çok kültüre de ilham kaynağı olmuştur. Ortadoğu tarihinde tanınmış bir uzman olan Prof. Dr. Bernard Lewis bunu şöyle açıklar:
"İslami bilimlerin Ortaçağ'da gösterdiği başarı ne Grek öğretisini muhafaza etmekle sınırlandırılabilir, ne de daha eski ve daha uzak olan Doğu külliyatına temas etmekle. Ortaçağ İslam alimlerinin modern dünyaya devrettiği bu miras, İslam alimlerinin kendi çabaları ve katkılarıyla zenginleştirilmiştir. Grek bilimi teorik olmaya yatkınken Ortadoğu'nun Ortaçağ bilimi tıp, kimya, astronomi ve ziraat gibi çok daha pratik alanlardaydı." (Bernard Lewis, The Middle East, 1998, p. 266)
Tüm bu tarihsel gerçekler, İslam'ın, Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (sav) vahyedildiği andan itibaren, insanlığı doğruya, gerçeğe, güzele götüren en parlak ışık olduğunu göstermektedir. Kuran ahlakıyla yücelen Müslümanlar, gittikleri her yere hoşgörü, akıl, bilim, sanat, estetik, temizlik ve refah götürmüşlerdir. Avrupa, koyu bir bağnazlık ve barbarlık içinde iken, İslam dünyası, dünyanın en modern ve en çağdaş uygarlığı olmuştur. Sonradan gelişecek olan Avrupa medeniyetinin temelinde de, İslam dünyasından öğrendikleri bütün bu değerlerin çok büyük bir rolü vardır.
Bugünün Müslümanları hiçbir zaman unutmamalıdırlar ki, dünyanın en görkemli medeniyetlerinden birinin ve bunu sıfırdan inşa eden kutsal, şanlı ve şerefli bir inancın temsilcileridirler.
Bu inancın kaynağı olan Kuran'ı Kerim ise, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran en büyük yol göstericidir. Allah'ın Peygamber Efendimiz (sav)'e bildirdiği gibi:
"Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik."(İbrahim Suresi, 1)
Hz. Süleyman (a.s) ve Hz. Zülkarneyn (a.s) Dönemlerinden Ahir Zamana Yönelik Müjdeler
Hz. Süleyman (a.s.); Hz. Nuh (a.s.)’un soyundan gelen, kendisine Allah Katından hidayet ve yüksek ilim verilen üstün ahlaklı mübarek bir peygamberdir. Allah, Hz. Süleyman (a.s.)’ı -aynı babası Hz. Davud (a.s.) gibi- İsrailoğulları’na peygamber olarak göndermiştir. Onu büyük bir saltanat, eşsiz bir zenginlik, cinler ve kuşlarla desteklemiş ve ona çok güçlü ordular ve üstün ilimler lütfetmiştir.
Yüce Allah, Hz. Süleyman (a.s.)’a olduğu gibi Hz. Zülkarneyn (a.s.)’e de“yeryüzünde sapasağlam bir iktidar” (Kehf Suresi, 84) vermiştir. Hz. Zülkar-neyn (a.s.) de çok güçlü ve tüm dünyaya nam salmış bir devlete hükmetmiştir. Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a.s.) dönemleri incelendiğinde ilk dikkat çeken ortak nokta, Allah’ın izniyle din ahlakının hakim olmasıdır. Ancak dünya hakimiyetinin dışında bu iki dönemin ortak bir noktası daha bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav)’in pek çok hadisinde Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a.s.) dönemlerinde yaşanan hakimiyetle, Hz. Mehdi (a.s.) döneminde yaşanacak olan yeryüzü hakimiyetinin birbirine çok benzeyeceğine dikkat çekilmektedir:
Mehdi tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman gibi dünyaya hükmedecektir. (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Mehdiy-il Muntazar, s. 29)
Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a.s.) dönemini anlatan Kuran ayetleri bu bakış açısıyla incelendiğinde, her birinin ahir zamana ve Altınçağ’a yönelik çok önemli işaretler içerdikleri görülür. Nitekim ahir zamanda yaşanacak olan gelişmeler, Hz. Süleyman kıssasındaki pek çok açıklamayla çok büyük benzerlikler taşımaktadır. Ayetlerdeki bu anlatımlar ve Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisleri, iman edenlerin günümüzde dünya üzerinde gelişen olayları daha geniş bir açıdan değerlendirmelerine vesile olan ve ufuklarını açan çok hikmetli açıklamalardır.
Ahir Zaman ve İslam’ın Altınçağı
Peygamber Efendimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerde ahir zamanın ve Altınçağ’ın alametleri detaylı olarak haber verilmiştir. Günümüzde gerçekleşen olaylar bu alametler ile kıyaslandığında, ahir zamanın içinde yaşadığımız dönem olduğunu gösteren ve aynı zamanda Altınçağ’ın gelişini müjdeleyen pek çok işaret görülmektedir.
Ahir zamanın başlangıcı, hadislerde, fitnelerin çoğaldığı, savaş ve çatışmaların arttığı, dünya üzerinde çok büyük bir ahlaki yozlaşmanın baş gösterdiği ve din ahlakından uzaklaşıldığı bir karmaşa ortamı olarak tanımlanmıştır. Ancak bu ahir zamanın sadece ilk aşamasıdır; ikinci aşamada Allah, Hz. İsa (a.s.)’ı yeniden dünyaya göndererek ve Hz. Mehdi (a.s.)’ı vesile kılarak insanlığı bu karmaşa ortamından kurtaracaktır.
Elbette insanlık tarihi boyunca pek çok savaş, doğal felaket ya da deprem gerçekleşmiştir. Ahlaki dejenerasyon her dönemde farklı toplumlarda görülmüş, fakirlik ve açlık dünyanın dört bir yanında asırlardır süregelmiştir. Fakat ahir zaman alametlerini bu olaylardan ayıran fark bu alametlerin hepsinin belli bir zamanda ve aynı dönem içinde, birbiri ardına ve hadislerde belirtilen bazı özel şekillerde gerçekleşmesidir. Burada ayrıca müjdelenmelidir ki; Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde anlatılan bu büyük karmaşa ortamı sadece geçici bir dönem yaşanacak ve İslam ahlakının dünyaya hakimiyetiyle bu çalkantılı dönem sona erecektir.
Altınçağ, savaşların ve çatışmaların son bulduğu, insanlığa büyük belalar getiren dinsiz ideolojilerin tarihin karanlıklarına gömüldüğü ve dünyanın her yerinde bolluk ve bereketin görüldüğü, adaletin tam anlamıyla yaşandığı bir dönem olacaktır. İslam ahlakı tüm dünyaya yayılacak, insanlar akın akın din ahlakını yaşamaya yöneleceklerdir.
Kuran’da İslam ahlakının dünya hakimiyetine işaret eden pek çok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler Peygamberimiz (sav)’in Hz. Mehdi (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın İslam ahlakını dünyaya hakim kılması hakkındaki haberleriyle birebir uyum içindedir. Konuyla ilgili Kuran’da haber verilen ayetlerden birinde şöyle buyrulmaktadır:
“Allah içinizden iman edenlere ve salih amelde bulunanlara vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.” (Nur Suresi, 55)
İslam ahlakının bu büyük hakimiyeti -daha önce de vurguladığımız gibi- Peygamber Efendimiz (sav)’in bazı hadislerinde Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a.s.)’in dünya hakimiyetlerine benzetilerek tarif edilmiştir. Büyük İslam alimi İmam Rabbani de ünlü eseri Mektubat’ta, Hz. Mehdi (a.s.)’ın Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a.s.) gibi dünyaya İslam ahlakını hakim edeceğini bildiren hadislere yer vermiştir. Bu hadis-i şeriflerden birinde şöyle denilmektedir:
Tüm olarak, yeryüzünün meliki dört tanedir. Onların ikisi müminlerden, ikisi de kafirlerdendir. Zülkarneyn ve Süleyman müminlerdendir. Nemrud ve Buhtunnasır ise kafirlerdendir. YERE BEŞİNCİ OLARAK EHL-İ BEYTİMDEN BİRİ SAHİP OLACAKTIR. Yani Mehdi. (Mektubat-i Rabbani, 2/251)
Peygamberimiz (sav)’in hadisinde de bildirildiğine göre, bugüne kadar Müslümanlardan İslam ahlakını hakim etmiş iki mübarek zat, Hz. Zülkarneyn (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.)’dır. Allah’ın izniyle dünyaya hakim olacak üçüncü Müslüman ise hadis-i şerifte haber verilen Hz. Mehdi (a.s.)’dir.
Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a. Dönemlerinden Ahir Zamana İşaretler
Hz. Mehdi(a.s.)’ın Dünya Hakimiyeti
Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a.s.) İslam ahlakıyla tüm dünyaya hükmetmiş ve çok güçlü bir orduya sahip olmuşlardır. Onların dönemi bu yönüyle Altınçağ ile çok büyük benzerlikler göstermektedir.
Altınçağ da insanların akın akın Müslüman olacakları, inkarcı ideolojilerin yeryüzünden silineceği, din ahlakının Peygamberimiz (sav) dönemindeki şekliyle dünya çapında yaşanacağı bir dönemdir. Bazı hadislerde Altınçağ dönemindeki hakimiyet şu şekilde tarif edilmektedir:
(Mehdi) bütün dünyaya malik olacaktır. (Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 10)
Mehdi Doğu ile Batı arasındaki her yeri fetheder. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 56)
Her Üç Mübarek Şahsın da Üstün İlim Sahibi Olması
Yüce Allah, Hz. Süleyman (a.s.)’a çeşitli ilimler lütfetmiştir. O, Allah’ın dilemesiyle cinlere ve şeytanlara hükmetmiş, kuşlarla konuşmuş, karıncaların kendi aralarındaki konuşmalarını duyabilmiş, rüzgar ve bakır madeni onun emrine verilmiştir.
Hz. Zülkarneyn (a.s.) için de Kuran’da, “İşte böyle, onun yanında “özü kapsayan bilgi olduğunu” (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.” (Kehf Suresi, 91) şeklinde bildirilmektedir. Ayetten de anlaşıldığı üzere Hz. Zülkarneyn (a.s.), Allah’ın ilim verdiği kullardandır. Hz. Mehdi (a.s.) da aynı bu iki kutlu insan gibi çok özel ilimlere sahip olacaktır.
Büyük İslam alimlerinden Muhyiddin Arabi açıklamalarında Hz. Mehdi (a.s.)’ın 9 özelliğini saymaktadır. Dikkat edilirse bunlar arasında hikmet, anlayış, ledün gibi, vehbi ilme (çalıflılarak elde edilemeyen, ancak Allah'ın bir lütfu olan ve istediği kuluna verdiği ilim) ait özellikler yer almaktadır. Muhyiddin Arabi’nin bu açıklamaları şu şekildedir:
- Basiret sahibi olması
- İlahi Kitabı anlaması
- İlahi Kelam’ın manasını bilmesi
- Tayin edeceği kimselerin hal ve hareketlerini bilmesi
- Öfkelendiğinde bile merhamet ve adaletten ayrılmaması
- Varlıkların sınıflarını bilmesi
- İşlerin girift taraflarını bilmesi
- İnsanların ihtiyacını iyi anlaması
Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibi ilimlere vukufu bulunması (vakıf olması). Çünkü ancak o sayede yeni yeni zuhur edilecek meseleleri halledebilir.”(Muhammed B. Resul, Al Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, s. 189)
Rivayetlerde Hz. Mehdi (a.s.)’ın sahip olduğu özel ilim şu şekilde geçmektedir:
O, kimsenin bilemediği gizli bir gücün sahibi olduğu için kendisine Mehdi denilmiştir. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman)
Hz. Mehdi (a.s.)’ın sahip olacağı bu ilmin “Ledün ilmi” olması muhtemeldir. Ledün ilmine vakıf olan kişi, sırları Allah’ın izin verdiği ölçüde keşfedeceği gibi, bu kişinin çeşitli İlahi sırlardan da haberi olur. (TÜR-DAV, Büyük Lugat, s. 558)
Altınçağ’da Bilim ve Teknoloji Alanında Yaşanacak Gelişmeler
Kuran ayetlerinde bildirildiği üzere, Hz. Süleyman (a.s.) ve Hz. Zülkarneyn (a.s.) dönemlerinde bilim ve teknoloji alanında çok büyük ve o dönem için alışılmadık gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin, Hz. Süleyman (a.s.)’ın erimiş bakır madenini kullanması (Sebe Suresi, 12), sarayının zemininin saydam cam olması (Neml Suresi, 44) ya da Hz. Zülkarneyn (a.s.)’in Ye’cüc ve Me’cuc’ün bozgunculuklarını önlemek için farklı bir teknoloji kullanarak iki dağ arasına set inşa etmesi (Kehf Suresi, 96), bu iki dönemde kullanılan yüksek teknoloji örneklerinden yalnızca birkaçıdır.
Altınçağ’ı tasvir eden hadisleri incelediğimizde de benzer bir durumla karşılaşılmaktadır. Altınçağ’da bilim, teknoloji, iletişim ve tıp alanında çok büyük gelişmeler yaşanacaktır. Hadislerde bu konudaki işaretlerden biri şu şekildedir:
... Kişi elindeki kamçıya konuşacak... (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s.152)
Bu hadisle günümüzün en yaygın iletişim aracı olan cep telefonuna işaret ediliyor olması muhtemeldir. (Doğrusunu Allah bilir.) Hadislerde Altınçağ’daki teknolojik gelişmelere dair dikkat çekilen bir diğer önemli işaret ise şu şekildedir:
İnsanlar bir ölçek buğday ektiklerinde karşılığında yedi yüz ölçek bulacak, insan birkaç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir... Çok yağmur yağmasına rağmen bir damlası bile boşa gitmeyecek. (Kıyamet Alametleri, Ber-zenci, s. 164)
Bu hadis ile teknolojinin bir ürünü olan makineler aracılığıyla yapılan modern tarıma dikkat çekiliyor olabilir. Teknolojide yaşanan ilerlemeler tarım alanında da çok büyük gelişmelere vesile olmuş, yeni üretilen çeşitli makineler gerek ekimi, gerekse hasatı çok kolaylaştırmıştır. Allah’ın izniyle Hz. Mehdi (a.s.) döneminde bu alanda çok büyük ilerlemeler kaydedilecek, tarımla uğraşan insanların hayatlarında çok büyük kolaylıklar sağlanacaktır.
Hayvan Sevgisine Önem Verilmesi
Altınçağ ile Hz. Süleyman (a.s.) dönemi arasındaki bir diğer dikkat çeken benzerlik de, hadislerde de görüldüğü üzere, hayvanlar üzerindeki hakimiyettir. Hz. Süleyman (a.s.) kuşlar başta olmak üzere çeşitli canlılar üzerinde nasıl hakimiyet kurduysa, Altınçağ döneminde de hayvanlar üzerinde, yırtıcı hayvanların dahi insanlara zarar vermesi engellenebilecek şekilde bir hakimiyet olacaktır.
Hz. Mehdi (a.s.)’ın, hayvanlara karşı sevgisi ve şefkati çok güçlü olacak; onların halini, ihtiyaçlarını çok iyi anlayacaktır. Onun döneminde, yeryüzündeki tüm varlıklar gibi yerdeki ve gökteki tüm hayvanlar da Hz. Mehdi (a.s.)’ye karşı çok büyük bir sevgi duyacak; hepsi ondan razı olacaklardır:
ONUN HİLAFETİNDEN (manevi liderliğinden) YER VE GÖK EHLİ, HATTA HAVADAKİ KUŞLAR BİLE RAZI OLACAKTIR. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 26)
Barış ve Birlik Yanlısı Olmaları
Hz. Süleyman komşu ülkelerle olan ilişkilerinde hoşgörülü, affedici ve barış yanlısı bir tutum sergilemiştir. Sorunları diplomasi yoluyla çözmeyi tercih etmiş ve adil yöntemler izlemiştir.
Hz. Zülkarneyn ise çevresindeki halklar tarafından “yeryüzünde bozgunculuğu ve fitneyi önleyen kişi” olarak tanınmış, insanlara barış ve huzur getiren bir lider olmuştur. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemleri bu yönüyle Altınçağ dönemiyle çok büyük benzerlikler göstermektedir.
Altınçağ’da da insanlar kendi istekleriyle Müslüman olacak, hiçbir savaşa gerek kalmadan İslam ahlakı tüm dünyaya hakim olacaktır. Bu dönemi tasvir eden hadislerden bir tanesi işe şöyledir:
Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, ne de bir kimsenin burnu kanayacaktır. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 42)
Din Ahlakını Tebliğ Konusunda Akılcı ve Kararlı Olmaları
Hz. Süleyman aldığı akılcı ve seri kararlar ile tüm müminler için çok hikmetli bir örnektir. Sebe Ülkesi’nin halkını iman etmeye davet etmek için yazdığı ve Kuran’da haber verilen mektup (Neml Suresi, 29) onun tebliğ gücünü gösteren önemli bir delildir. Kuran’da mektubun içeriğiyle ilgili olarak şu bilgiler verilmiştir:
“Gerçek şu ki, bu, Süleyman’dandır ve ‘Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla’ (başlamakta)dır. (İçinde de:) “Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin” diye (yazılmaktadır).” (Neml Suresi, 30-31)
Hz. Süleyman’ın mektuptaki üslubu son derece açık ve etkileyicidir. Mektubun çok güçlü ve hüküm sahibi bir insandan geldiği, özlü, kararlı ve kesin üslubundan da anlaşılmaktadır.
Hz. Zülkarneyn’in Yecüc ve Mecüc isimli kavmin bozgunculuğunu önlemek için kıyamete kadar yıkılamayacak, güçlü bir set inşa etmesi de (Kehf Suresi, 98) onun gücünün ve akılcılığının bir göstergesidir. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn gibi, Hz. Mehdi (a.s.) de aklı ve ferasetiyle tanınacaktır.
Altınçağ’da insanlar Allah’ın izniyle akın akın İslam’a yönelecek, bunun için çok geniş kapsamlı ve seri çalışmalarda bulunulacaktır. Toplumlar birbiri ardına İslam ahlakını benimseyecek, inkarcı ideolojiler hızlı ve kalıcı girişimlerle dünya üzerinden kalkacak, her türlü zulüm sistemi tarihin karanlıklarına gömülecektir. Bu konu ile ilgili olarak büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi şunları belirtmektedir:
Allah ona (Mehdi’ye) o kadar güç verecek ki, bir gece içinde zulmü ve ehlini ortadan kaldıracak, dini ikame edecek, İslam’ı ihya edecek, önemsenemez bir hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracak, ölümünden sonra onu diriltecek... Asrında cahil, cimri ve korkak olan bir adam hemen alim, cömert ve cesur olacak... Dini, Resulullah (sav)’ın zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak... (Muhyiddin Arabi el-Endülüsu, Futuhat-ül Mekki-ye, Bab 66, Kıyamet Alametleri, s. 186)
Allah’ın Verdiği Nimetleri Din İçin ve O’nun Rızasını Kazanmak Amacıyla Kullanmaları
Hz. Süleyman, sahip olduğu zenginlikleri Allah’ın bildirdiği İslam ahlakını dünya üzerinde yaymak için en güzel şekilde kullanmıştır. Fethettiği ülkelerde yaşayan insanları öncelikle Allah’a iman etmeye ve teslim olmaya davet etmiştir. Hz. Zülkarneyn de “... Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan) daha hayırlıdır...” (Kehf Suresi, 95) ayetinden de anlaşıldığı gibi, Allah’ın nimetiyle sağlam bir iktidara sahiptir.
Altınçağ’da da insanlar çok büyük bir zenginliğe, refaha ve huzura kavuşacaklardır. Hz. Mehdi (a.s.) yeryüzünün tüm zenginliğini din ahlakını dünyaya hakim kılmak için kullanacaktır. Onun eşi ve benzeri olmayan uygulamaları insanların İslam ahlakına karşı kalplerinin yumuşamasına vesile olacak ve İslam ahlakı çok kısa bir sürede tüm dünyaya hakim olacaktır. Bu konudaki hadislerden bazıları şu şekildedir:
Ümmetim arasında Mehdi çıkacak, Allah onu insanları zengin kılmak için gönderecektir. Ümmet nimetlenecek, hayvanlar bol bol yiyip içecek, arz nebatını (dünya ürünlerini) çıkaracak... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 15)
... Biattan önce, insanlar grup grup ona akın edecekler ve oraya giden herkes ondan bereket kazanacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 25)
Altınçağ’da Yaşanacak Refah
Ayetlerden Hz. Süleyman döneminde çok büyük bir zenginlik yaşandığı ve insanların refah içinde bir yaşam sürdükleri anlaşılmaktadır. Altınçağ da bolluk ve bereketiyle Hz. Süleyman dönemiyle çok büyük bir benzerlik gösterecektir. İnsanlara her istedikleri sayılmadan, bol bol verilecek, yer ve gök ehli Hz. Mehdi (a.s.)’nin hilafetinden razı olacaktır.
Mehdi ile müjdelenin... ONDAN YER VE GÖK EHLİ RAZIDIR... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 13)
Hz. Mehdi (a.s.)’nin Örnek Adaleti ve Hoşgörüsü
Kuran ayetlerinde, Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn’in hoşgörülü, affedici ve barış yanlısı bir tutum içinde oldukları bildirilmiştir. Hz. Zülkarneyn, karşılaştığı topluma karşı güzelliği ilke edinmiş ve toplumu kolay olana davet etmiştir. (Kehf Suresi, 88) Onlara karşı adaletle davranmış ve sorunları karşısında onlara çıkış yolları göstermiştir.
Hz. Süleyman da hakimiyeti boyunca adaletle hükmetmiştir. Hz. Mehdi (a.s.) de ortaya çıktığında İslam ahlakını tıpkı Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman gibi kültürel faaliyetlerle hakim kılacak, diplomasiyi kullanacak, sanat ve estetiğe önem verecek, adaleti ve dürüstlüğüyle tüm insanların sevgisini kazanacak ve barış dolu bir dünya oluşturacaktır. Dünya zenginlikleri insanlar arasında eşit bir şekilde dağıtılacak, yeryüzünden fakirlik ve yokluk kalkacaktır.
O (Mehdi) arza sahip olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur. Sizden ona kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa gelsin, ona katılsın. Zira o Mehdi’dir. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14)
Ebu Said Hudri Resulullah (sav)’den rivayet ediyor:
“Mehdi’nin izleyicileri ona sığınırlar, bal arılarının kraliçe arıya sığındıkları gibi (onun yanında güven ve huzur bulurlar), o yeryüzünü adalet ve dürüstlükle dolduracaktır.” (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 30)
Sonuç: Ahir Zamana Yönelik Benzerlikler Müslümanlar İçin Müjdedir
Hz. Süleyman’ın ve Hz. Zülkarneyn’in yaşadıkları dönemlerde gerçekleşmiş olan dünya hakimiyeti tüm Müslümanlar için çok büyük bir müjdedir. Çünkü yazı boyunca vurgulandığı üzere, bu kıssalarda ahir zamana yönelik önemli işaretler bulunmaktadır.
Allah’ın sınırlarını titizlikle koruyan, İslam ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak için ciddi bir çaba sarf eden ve hiçbir zorluk karşısında yılgınlık göstermeyen Müslümanlar, tarihin her döneminde mutlaka üstün geleceklerdir. Allah’ın yardımı ve desteği mutlaka onların yanında olacaktır.
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn yukarıda sayılan özelliklerinin dünyadaki karşılığını güçlü bir hakimiyetle (ve elbette Allah’ın diğer pek çok manevi lütfu ile) almışlardır. Ahir zamanda aynı hakimiyet, Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle mutlaka gerçekleşecektir. Hz. Mehdi, Peygamberimiz (sav)’in de haber verdiği gibi tüm hizmetlerini yerine getirecek ve Allah’ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacaktır. Bu, Allah’ın iman edenlere bir vaadidir:
“Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile.” (Saff Suresi, 9)
Masonluğun Kirli Yüzünü Bilmeyen Pek Çok Dindar, Farkında Olmaksızın Masonik Sistemi Desteklemektedir
Lucifer, Şeytan’ın kendisidir ve bundan da öte LUCİFERE TAPAN GİZLİ ÖRGÜTLERİN ANTİ-CHRİST OLDUKLARI ÖYLESİNE AÇIKTIR Kİ, HRİSTİYANLIĞIN HER MEZHEBİ ONUN KARANLIĞA VE ŞEYTANA TAPINMAK OLDUĞUNU KABUL ETMEK ZORUNDADIR.
Huysman, Lucifer mezhebini kısa ve özlü biçimde bir tür TERSİNE HRİSTİYANLIK olarak tarif eder... (Arthur Edward Waite, Devil Worship in France, [1896], s. 23-24)
Masonluk, Hıristiyan inancına bir tepki olarak örgütlenmiş ve Allah’ı bir ve tek olarak yücelten tüm diğer kutsal dinlere karşı gelmiştir. Fakat masonlar bunu açıkça dile getirmemiş, hedeflerine dindar görünüm altında ulaşmaya çalışmışlardır. Masonluk, tüm kutsal dinlere karşı bir eylem ve düşünce şekli olmasına rağmen, dindar görünümünü oldukça etkili bir şekilde kullanmıştır. Bir kaynakta bu gerçek şöyle anlatılır:
Geçmişte 33. derece Mason olan Jim Shaw (daha sonra yeniden Hristiyan olmuştur) şöyle yazar, “... Masonluk, yeryüzünde İSA’NIN KİLİSESİNİ YOK ETMEK İÇİN KURULMUŞ BİR KOMPLODUR, tek bir dünya kilisesi ve hükümeti kurulması için bir yoldur. ... MASONLUĞUN ŞEYTAN’IN KONTROLÜNDE OLDUĞUNDAN HABERSİZ HRİSTİYANLAR İSE BUNU ORTAYA ÇIKARMAK YERİNE BU SİSTEME YARDIMCI OLMAKTADIRLAR...”
W. L. Wilmhurst ise, locaya yeni giren bir Hıristiyanın karşılaşacağı gerçeği şöyle özetlemiştir:
...fakat kendilerine Loca’da dini konuşmaların, tabii ki gizli dini görüşmelerin yasaklandığı söylenir ve masonluğun dini bir kuruluş olmadığı sonucuna varırlar...
Bu nedenle ‘Hristiyan’ olan Masonlar, İsa’nın emrine aykırı gelmektedirler. (W.L. Wilmhurst, The Meaning of Masonry, C. 1927, 1980, 1995, s. 19)
Bu sözlerden de anlaşılabileceği gibi Hıristiyanlığa karşı en büyük tehdit olarak ortaya çıkmış olan masonik sistem, dindar görünümü altında hareket ettiğinden pek çok dindar Hıristiyan tarafından fark edilememektedir. Sahte Hıristiyan görünümü altındaki bu kirli örgütlenme, bu yolla sapkın görüşlerini yayabilmekte, bazı samimi dindarları dahi etkileyebilmektedir. Bugün bazı evanjeliklerin özellikle İslam dinine yönelik çarpık bakış açılarının, dünyaya barış ve güvenlik getirecek olan Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhuru döneminde kargaşa ve savaş beklentilerinin, Hz. Mehdi (a.s.) dünya nüfusunun üçte birinin yok edileceğine dair akılalmaz inançlarının kökeninde tamamen bu masonik telkinler yatmaktadır.
Eski Meşrik-i Azam Jack Harris’in, Freemasonry The Invisible Cult in our Midst (Masonluk: Aramızdaki Görünmez Kült) adlı kitabındaki şu ifadeleri oldukça dikkat çekicidir:
1968 yılında Baltimore Locası Meşrik-i Azamı olduğum dönemde, Maryland Genel Sekreteri bana şöyle demişti: “Eğer Allah’a iman etmek istiyorsan kilisene git; biz burada Evrenin Ulu Mimarına ibadet ediyoruz.” (Judith Hill, 33 Degrees of Deception, s. 112)
Daha önceki yazılarımızda detaylı şekilde açıkladığımız gibi, masonların tapındıkları evrenin ulu mimarı, Lucifer’i, yani ŞEYTANI temsil etmektedir. Dolayısıyla yukarıdaki ifadelerin belirttiği şey açıktır; şeytana ibadet edilen böylesine sapkın bir ortam içinde dindar bir Hıristiyanın bulunabilmesi olanaksızdır. Şeytana tapılan böyle bir ortamda yalnızca şeytanın istediği işler yapılacak, şeytanın azgınlığına, kaypaklığına ve isyankarlığına uygun eylemler planlanacaktır. Şeytandan talimatlar alınan böyle bir ortamda, güzel ahlaka, barışa, güvenliğe, dostluğa, kardeşliğe dair hiçbir karar alınmayacaktır. Şeytanın hakimiyetindeki bu ortamda yalnızca bozgunculuk, katliam, savaş, hiddet, öfke, cinayet konuşulur. İşte masonluk, şeytanın hakimiyetindeki bu ortamda alınmış kararları, dindar ve masum görünümü altında bazı evanjeliklere ve bazı Müsümanlara empoze etmiştir. Evanjeliklerin ve Müslümanların bir kısmının, yüce Allah’ın adetullahı gereği barış ve huzuru, iman edenler arasında kardeşlik ve birliği savunmaları gerekirken, savaş ve katliam beklemelerinin asıl sebebi işte budur. Onlar, masonik odakların kirli telkinlerine farkında olmaksızın kanmışlardır.
Söz konusu masonik oyun, büyük bir oyundur. Ve bu oyun, bir kısım dindarlar üzerinde başarılı olmuştur. Bu oyunun amacı ise, insanları Allah inancından uzaklaştırmak, tek Allah’a inanan samimi dindarları birbirine düşürmek, birlik halinde büyük bir güç haline gelecek olan inananların önünü kesmek, böylelikle imanın dünyada güçlenmesini engelleyerek ateist, Darwinist, materyalist felsefenin güçlenmesini sağlamak ve bunu yaparak da ahir zamanın bozguncusu deccale, katliamlar, savaşlar, cinayetler için zemin hazırlamaktır. İşte, masonik odakların oyununa kanarak inananları hasım gören, Hz. Mehdi (a.s.) döneminde katliamlar bekleyen kişiler, böylesine büyük bir yanılgının içindedirler.
Masonik odakların kirli telkinlerinin aksine, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkış dönemi, barış, esenlik ve huzur dönemi olacaktır. Bu dönem, tek Allah’a inanan samimi dindarların birleşip güçlendikleri dönem olacaktır. Bu dönemde, tek bir kişinin burnu bile kanamayacak, uyuyan kişi uyandırılmayacaktır. Masonik odakların çirkin oyunları ise mutlaka yerle bir olacaktır. Çünkü bu bize, Yüce Rabbimiz’in vadettiğidir:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)