Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Samimiyetten Uzak Kişilerin Protesto Yöntemi: Donuk Ve Durgun Karaktere Bürünmek


Donuk ve cansız bir karaktere bürünmek, bu şekilde gizli protestolarda bulunmak şeytanın etkisi altına giren kimselerin geliştirdiği karakterlerden bir tanesidir. Temelde son derece canlı, dışa dönük, neşeli insanlar olmalarına rağmen çevrelerine çeşitli mesajlar vermek ve dikkat çekmek için bu yola başvuran kişiler, samimiyetsiz ve basit bir ahlakı benimseyerek aslında en çok kendilerine zarar verirler.

İslam dini samimiyete, güzel ahlaka, doğallığa ve içtenliğe dayanan bir dindir. Allah’a iman eden ve O’na gönülden bağlı olan tüm Müslümanlar, en güzel tavrı göstermek, O’nun bildirdiği ahlaka sahip olmak için ciddi bir çaba gösterirler. Allah’ın samimi iman sahibi kulları için müjdelediği sonsuz cennet hayatına layık bir ahlaka ve derin bir imana sahip olmak için emek verirler. İman etmeyen ve basit ahlak özelliklerini benimsemiş, sığ düşünen kişiler ise derin bir kavrayışa sahip olmamaları nedeniyle bulundukları ortama göre karakter değiştirir, nefsani duygularla hareket ederek çevrelerine rahatsızlık verecek davranışlar sergilerler.

Bu tavırlardan biri de donuk ve cansız bir karaktere bürünme taktiğidir. Bu kişiler şeytanın gösterdiği yöntemlere sarılarak, temelde son derece canlı, dışa dönük, neşeli insanlar oldukları halde, bile bile kendilerini ağırlaştırırlar. Amaçları, bu gizli protesto eylemleriyle çevrelerindeki insanlara çeşitli mesajlar vererek, samimiyetsiz ahlaklarını sürdürebilecekleri bir zemin oluşturmaktır. Soğuk, donuk, içine kapalı, hiçbir şeyden zevk almayan, yaşama sevincini kaybetmiş adeta “ölü gibi, cansız bir karakter” gösterirler. Oysa şeytanın etkisinde olmadıklarında hoşsohbet olmalarıyla, canlı tavırlarıyla dikkat çeken, kendilerinin yanı sıra çevrelerindeki insanları da canlandıran, neşe veren kimselerdir. Ama şeytanın etkisine girdiklerinde bu hal birdenbire değişir. Öyle ki sanki yaratılış olarak böyle cansız bir karakterleri varmışçasına ciddi bir kararlılık ve çözülmezlik izlenimi vermeye çalışırlar.

Donuk Karakter Sergileyerek Protesto Yapan Kişilerin Özellikleri

Donuk ve Cansız Tavırlarını Mat ve Anlamsız Bakışlarla Desteklerler
Gözler, Allah’ın insanlara verdiği en büyük nimetlerden biridir. Akıl sağlığı yerinde olan her insan, bakışlarıyla kendini ifade etme yeteneğine sahiptir. İmani derinliğe ve Allah korkusuna sahip kişilerin bakışları keskin ve şuurluyken, şeytanın etkisi altında olan kişilerin bakışları mat ve donuktur. Fakat burada söz konusu olan, bu insanın kişilik olarak son derece canlı, dışa dönük, insanlarla kolay diyalog kurabilen bir yapısı olsa bile Allah’tan gafil, ahiretin varlığını tam olarak kavrayamamış olmasının bakışlarında oluşturduğu özel bir boşluk ve cansızlıktır.

Bu kişiler, bıkkın, yorgun ve bitkin hallerini destekleyen cansız bakışlarıyla genellikle çevrelerindeki kişilere birtakım mesajlar vermeye çalışırlar. Kimi zaman dikkat çekip rahatsızlıklarını veya sorunlarını belli etmeye çalışırlar kimi zaman da sadece ilgi odağı olmak isterler.

Ancak sağlıklı ve akli dengesi yerinde olan bir insanın şeytanın kontrolü altına girip saatlerce kesintisiz olarak anlamsız ve donuk bakışlarla bakabilmesi son derece güçtür. Dolayısıyla böyle bir kişinin gözlerini dondurabilmesi, duygularını gözlerinden yansıtmaması için özel olarak güç harcaması, duygularını ve tepkilerini belli etmemek için özel irade kullanması gerekir. Kişi bunu yaparken bir yandan Allah’ın kendisine sürekli olarak doğruyu ilham ettiği vicdanının sesini duyar, bir yandan da bunu bastırmaya çalışır. Diğer taraftan ise şeytana kulak verme ve onun ilham ettiklerini yerine getirme gayretindedir. Bu ise hem fiziksel hem de zihinsel açıdan son derece yıpratıcıdır.

Sevgiden ve Sevilmekten Uzaklaşırlar

Yüce Allah, tüm insanları sevgiden, güzel sözden, samimi davranışlardan etkilenecek ve hoşnutluk duyacak şekilde yaratmıştır. Fakat şeytanın kontrolü altındaki bazı kişiler iradelerini tamamen yanlış yönde kullanarak kendilerini bu nimetlerden mahrum bırakırlar. Çevrelerine sürekli olumsuz mesajlar vermek için kullandıkları protesto hareketleriyle sevilmekten uzak bir konuma girerler. Bu kişiler, ne Allah sevgisinden kaynaklanan gerçek sevgiyi tadabilirler ne de sevilebilirler.

Sevilecek pek çok özelliğe sahip olan insanlara karşı kasıtlı olarak ters ve soğuk bir tavır içerisine girmeleri, bu kimseleri de sevilmeyecek insanlar haline getirir; şeytanın etkisiyle, sevilecek tüm özellikleri körelir. Kuran’da
“Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.“ (Yunus Suresi, 44) ayetiyle de hatırlatıldığı gibi, insanlar bu durumu kendi elleriyle oluşturmaktadırlar.

Hoşsohbet Olmaktan ve Güzel Tavırlardan Kaçınırlar

Şeytanın etkisi altında olan kibirli kişiler, sahip oldukları büyüklenme duygusu sebebiyle adeta cansız bir varlık gibi yaşarlar. Bu kişiler ne karşılarındakine güzel sözler söyleyebilir, ne iltifat edebilir, ne onlarla hoşsohbetler yapabilir ne de bunlardan zevk alabilir. Çünkü başka birini övmek ona iltifat etmek nefsine çok ağır gelir. Kendisine göre her zaman en akıllı ve en iyi odur. Dolayısıyla kendisi sözde o kadar akıllıyken başka birini kendi isteğiyle övmesi mümkün olmayacaktır.

Şeytanın etkisine giren kimselerin güzel söz söylemekten kaçınmalarının bir diğer nedeni ise kalplerindeki “kin ya da kıskançlık“ duygularıdır. Allah insan nefsinin kıskançlığa ve bencilliğe elverişli olduğunu
“... Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil tutkulara’ hazır (elverişli) kılınmıştır...” (Nisa Suresi, 128) ayetiyle açıklamıştır. Allah’tan korkup sakınan müminler bu ayet gereği kıskançlıktan Allah’a sığınır ve nefislerinin bu yönünü eğitirler. Basit karakterli insanların aksine çevrelerindeki her olayda Allah’ın üstün tecellilerini fark eder ve bunları coşkuyla dile getirmekten kendilerini alamazlar.

İlgi Çekmek İçin Değişik Ruh Hallerine Girerler

Yazıda bahsettiğimiz bu basit karaktere sahip olan kişiler, insanların ilgisini çekebilmek için türlü oyunlar oynarlar. Herkesin güldüğü yerde somurtur, kimsenin gülmediği bir yerde çok eğleniyormuş gibi yaparlar. Çok neşeli bir ortamda ciddi gözükmeye çalışır, ciddi olunması gereken bir ortamda ise abartılı hareketlerle neşeli taklidi yaparlar. Bazıları ise donuk ve cansız bir karaktere bürünerek kendilerine gizemli bir hava katmaya çalışırlar. Sorulara cevap vermez, insanlarla göz teması kurmaz, gülümsemez ve mat gözlerle bir köşede otururlar. Şeytanın kendilerine telkin ettiği bu anormal hareketler sayesinde dikkat çekeceğini ve ilgi göreceğini düşünen bir kişi, aksine insanların kendisinden uzaklaşmasına ve soğumasına sebep olur. Bir insanın böyle bir çaba içerisine girmesi, hiç kuşkusuz ancak şeytanın bu insanı şaşırtıp saptırmaya çabalamasıyla gerçekleşir.

Tembellik ve Uyuşukluk Taklidi Yaparlar

Donuk ve sessiz karaktere bürünerek çevresindekilere mesajlar vermeye çalışan bu kişiler, konuşmaları ve bakışlarıyla orantılı olarak uyuşuk, ağır ve dalgın tavırlar sergilerler. Bu şekilde şevksizliklerini, isteksizliklerini, bir şeylerden huzursuzluk duyduklarını sessiz bir dille çevrelerindeki insanlara hissettirmeye çalışırlar.

Bu durum yürüyüşlerinden, oturup kalkmalarına, yemek yemelerine, temizlik yapmalarına, kısacası tüm davranışlarına hakimdir. Aynı şekilde dalgınlıkları da dikkat çekicidir. Herkes konuşurken onlar uzaklara bir yerlere bakıp kalırlar; sohbet ortamından kopar, ancak ara ara tekrar bu kişilerle bağlantıya geçerler. İlginç olan ise, çok gerçekçi bir izlenim vermelerine rağmen aslında tüm bunları taklit olarak yapmalarıdır.

Ancak unutulmamalıdır ki samimi olarak bu durumdan kurtulmak isteyen kişi, şeytan ile işbirliğini bıraktığı, Allah’a teslim olduğu takdirde, Allah’ın dilemesiyle üzerindeki şeytanın etkisi kalkacak ve güzel bir ahlak kazanacaktır.

Donuk Karaktere Bürünmek En Çok Kişinin Kendisine Zarar Verir

Hiçbir aklı başında insanın normal karşılamayacağı donuk, cansız ve bıkkın tavırları sergileyen bir kişi bilmelidir ki bu durumun en çok sıkıntısını çeken de kendisidir. İnsanların ilgisini çekmek için fıtratına uygun olmayan davranışlarda ısrarcı olması ve şeytanın etkisi altına girmesinden dolayı vicdan azabı çeker.

Böyle bir kişi;
  • Başkalarına mesaj verme çabası sebebiyle içinden geldiği gibi yaşayamaz.
  • Rahat rahat gülemez, konuşamaz, hareket edemez.
  • Sürekli kendini olduğundan başka biri gibi göstermeye çalışır.
  • Olayları daima olumsuz yönleriyle değerlendirir.
  • Allah’ın kendisine sunduğu güzelliklerin ve nimetlerin farkına varamaz.
  • Allah’ın takdir ettiği kadere teslim olmadığı için daima bir sıkıntı ve mutsuzluk duyar. Bu da ona manevi bir azap yaşatır.

İşte bu bahsettiklerimiz
“… Allah, onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmetmektedirler.” (Al-i İmran Suresi, 117) ayetiyle bildirildiği üzere kişinin kendi kendine zulmetmesidir.

Çözüm Samimiyette Gizlidir

Şeytanın telkinleriyle bürünülen bu suni tavırlardan kurtulmanın tek çözümü, kişinin Allah’tan korkarak Kuran ahlakına yönelmesidir. Ancak samimi bir kalple Allah’a yönelen ve O’nun razı olmayacağı her davranıştan şiddetle kaçınan müminler, dünyada ve ahirette huzur ve mutluluk bulabilirler. Allah, Kuran’da kullarına samimi olmalarını bildirmiştir. Samimiyet ise kişinin içinden geldiği gibi, doğal davranmasıyla ortaya çıkar. İnsan da yaratılışı gereği doğallıktan, samimi hal ve hareketlerden zevk alacak şekilde yaratılmıştır. Hayatlarını bir tiyatro sahnesindeymişçesine rol yaparak geçiren kişiler gerçek mutluluğa asla erişemezler. Yaşadıkları bu azap dolu hayat, (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ı değil kendilerine şeytanı veli edinmeleri, iyilik yerine kötülüğü kendilerine ilke edinmeleri nedeniyledir.

Sadece birkaç dakika boyunca samimi düşünecek bir insan, vicdanı üzerindeki baskının ruhuna ve bedenine ciddi şekilde zarar verdiğini, ne kadar sağlıklı olursa olsun buna uzun bir süre dayanamayacağını hisseder. Bu kişilerin yapmaları gereken, yaşadıkları bu çelişkinin ve kendilerine verdikleri zararın hemen farkına varıp Allah’a teslim olmalarıdır.

Allah’ın
“Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Ahkaf Suresi, 13) ayetiyle bildirdiği gibi, güzel ahlaklarında istikrar gösterdikleri takdirde, Allah bu kimselerin hayatlarından korkuyu, hüznü çekip alacak, kötülüklerini örtüp bağışlayacak ve onlara yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecektir.

Kötü ahlakın verdiği vicdani sıkıntı ve yaptığı ciddi baskı bir insanın uzun süre dayanabileceği bir durum değildir. Vicdan azabı insanı maddi manevi çok büyük bir sıkıntı içine sokar. Bu, Allah’ın insanlara bir rahmeti; doğru yolu görmeleri için yarattığı özel bir durumdur.

Donuk Karakter ile Kişilikli Olmanın Hiçbir Bağlantısı Yoktur

Şeytanın, Kuran’a uygun olmayan bir ahlakı benimsetebilmek için insanlara ilham ettiği düşüncelerden biri de, ‘kişilikli ve şahsiyetli bir insan olmanın ancak ciddiyet, soğukluk ve resmiyet gibi özelliklerle mümkün olabileceği’dir. Ancak elbetteki bu ahlakı uygulayan insanların birçoğu, gerçekte kişilikli olmak ile samimi sevgiyi yaşamak arasındaki farkı çok iyi bilmektedirler. Bir insanın şahsiyetli ve kişilikli bir tavır içerisinde olması Kuran ahlakına uygun bir davranıştır; bu nedenle Kuran ahlakını yansıtan diğer özelliklerle çatışması mümkün değildir. Bir insan kişilikli olunca soğuk; samimi, rahat bir tavır içerisinde olunca da kişiliksiz olacak diye bir kural yoktur. Bu tümüyle şeytanın bir aldatmacasıdır ve bu ahlakı uygulayan kişilerin sinsiliğinden kaynaklanmaktadır. Kişilikli olmak; bir insanın aklı başında, şuuru açık, samimi ve güvenilir olması, daha da önemlisi Allah’tan korkan imanlı bir insan olmasıyla mümkün olabilir. Ciddiyet, resmiyet gibi özellikler ile kişilikli olmanın hiçbir bağlantısı yoktur.

Bu makale,
İlmi Araştırma Dergisi 64. sayı (Ekim 2009) 22. sayfada yayınlanmıştır.


Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Benzersiz Zırh: Kitin


Yağmur ormanları, çöller, sıcak su kaynakları, kutup bölgeleri, buzullar, kozalaklar ve tohumlar… Tüm bunlar, böceklerin yaşayabildikleri yerlerin yalnızca bir bölümüdür. Çoğunlukla karalarda yaşayan bu küçük mucizevi canlılar, olağanüstü yapıları sayesinde dünyanın her yerine yayılmışlardır. Böcekleri tehlikelerden koruyan özelliklerinden biri de bu canlıları adeta zırh gibi kaplayan“kitin”dir.

Böcek vücutlarının dış yüzeylerini çoğunlukla kitinden oluşan bir dış iskelet kaplar. Sert bir madde olan kitin, bu dış iskelete sağlamlık verir ve böcekleri mucizevi bir şekilde dış etkenlerden ve tehlikelerden korur.

Kitinin en muazzam özelliği ise böcekler için demirden yapılmış bir zırh kadar koruyucu olmasıdır. Antenler, kanatlar, soluk boruları ya da tüyler de kitin içerebilmektedir. Hatta böcek kanatlarının kenarları dahi kitin sayesinde keskin bir bıçak gibidir.

Ancak böcekler büyürken kitin kabukları aynı oranda gelişemediği için özellikle gelişme dönemlerinde bazı böcek türleri deri değiştirmek zorunda kalabilmektedirler. Bu işlem aşamalı olarak gerçekleşir. Vücutlarının boyutları değiştikçe kabuklarını da değiştirirler. Yaşamı boyunca 30 kez kabuk değiştiren böcek türleri dahi bulunmaktadır.

Bunlar, aslında birçok türü bulunan böcek topluluğunun olağanüstü özelliklerinden yalnızca bir kısmıdır. Sonsuz ilim sahibi Yüce Allah, en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm böcekleri kusursuz sistemlerle donatmış ve onları da yaratma sanatına birer delil kılmıştır. Unutulmamalıdır ki:

“Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O’nun ayetlerindendir...” (Şura Suresi, 29)

Bu makale,
İlmi Mercek Dergisi 64. sayı (Ekim 2009) 55. sayfada yayınlanmıştır.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında





mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Dünya Yaratilis İnancının Yayılışında Harun Yahya'nın Güçlü Etkisi Dünya Basınında


İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda tüm dünyaya, önemli bir gerçeğin haberi verildi. İnsanlara, yıllarca kendilerine bir gerçek gibi anlatılan, okullarda okutulan, dergilerde, yazılarda, televizyonlarda, filmlerde konu edilen, sürekli hakkında haber çıkarılan evrim teorisinin bir yalan olduğu anlatıldı. İnsanlar, hayatlarında ilk defa bilimsel delillerle karşılaştı, bu delillerin evrimi hiçbir şekilde desteklemediğine kanaat getirdiler. Ve tüm dünyada gerçeklerin anlaşılması ile evrime karşı çıkan bir uyanış başladı. Uzun zamandır süregelen bu büyük uyanışın yankıları ise geçtiğimiz haftalarda ardı ardına dünya basınında gündeme geldi. Dünyanın en büyük yayın organlarının manşetlerinde şu ortak başlık yer alıyordu: TÜM DÜNYAYA YARATILIŞÇILIK YAYILIYOR, BU AKIMIN ÖNCÜSÜ İSE SAYIN ADNAN OKTAR.

Darwinistlerin evrim teorisini canlandırmak adına son girişimleri, bir Müslüman ülke olan Mısır’da evrim konulu bir konferans vermek olmuştu. Ancak Mısır İskenderiye’de gerçekleştirilen evrim konferansında Darwinistler, propagandalarının artık bir işe yaramayacağını anlamış olacaklar ki, yoğun olarak dünyada gitgide artan Yaratılışçılık akımından duydukları rahatsızlıkları dile getirdiler. Belirttikleri ortak nokta ise, yaşlı dünya anlayışına sahip bir Yaratılış akımının
TÜRKİYE’DE FİLİZLENDİĞİ, bunun öncüsünün SAYIN ADNAN OKTAR OLDUĞU, bilimsel deliller, internet ve Yaratılış Atlası vesilesi ile BU AKIMIN DÜNYAYA YAYILDIĞI ve şu anda oldukça geniş bir coğrafyada öğretmenleri, öğrencileri, hatta Darwinist eğitim almış doktorları bile evrim konusunda ikna edebilmenin imkansız hale geldiği yönündeydi. Söz konusu Darwinistler, bu akımın oldukça hızlı yayılışından dolayı duydukları endişeleri açıkça dile getirmişlerdi.

Söz konusu haberin ardından dünyada Harun Yahya etkisi ile ilgili ikinci haber, Amerika’nın en tanınmış gazetelerinden biri olan THE WASHINGTON POST’da 8 Kasım 2009 tarihinde yer aldı. The Washington Post haberi,
“In Turkey, Fertile Ground for Creationism” (Türkiye’de Yaratılışçılık Verimli Zemin Buluyor) başlığı altında verdi. Marc Kaufmann imzalı söz konusu yazıda, anti evrim kampanyasının en etkili olduğu yerin Türkiye olduğu ve kampanyanın buradan Müslüman ülkeler başta olmak üzere tüm dünyaya yayılmakta olduğu belirtilmişti. Aynı yazıda, Sayın Adnan Oktar’ın tüm dünyaya Yaratılış Atlası’nı ulaştırması ileULUSLARARASI BİR HAREKETİN başladığı belirtilmekteydi. Yazıda, Amerikalı akıllı tasarım savunucuları HENÜZ SESLERİNİ DUYURMAYA ÇALIŞIRKEN, Sayın Adnan Oktar’ın çok uzaklara ulaşabilen bir EVRİM İMPARATORLUĞUkurmuş olduğu dile getirilmişti.

4 Kasım 2009 tarihinde ise,
INTERNATIONAL HERALD TRIBUNE gazetesi, Kenneth Chang’in New York Times gazetesindeki haberini “Blending Science and Faith” (Bilim ve Dinin Birleşimi) başlığı altına konu etmişti. Söz konusu haberde de yine, Sayın Adnan Oktar’ın etkisiyle İslami yaratılışçılığın bütün dünyaya yayılmakta olduğu belirtilmişti.

Yurt dışındaki yankılar bununla da sınırlı değildi. İngiltere’nin en tanınmış Darwinist görüşteki gazetesi
THE GUARDIAN, 15 Kasım 2009 tarihinde haberi“Evolution’s Classroom Crisis” (Evrimin Sınıftaki Krizi) başlığı altında verdi. Riazat Butt tarafından kaleme alınan bu yazıda da İslami Yaratılışçılığın, (genç dünya anlayışından dolayı) Amerika’daki Yaratılışçılıktan farklı yönleri olduğu belirtiliyor ve HARUN YAHYA TARAFINDAN BÜTÜN DÜNYAYA HIZLA VE ETKİLİ BİÇİMDE YAYGINLAŞTIRILDIĞI anlatılıyordu. Söz konusu yazıda, evrime karşı özellikle Endonezya’daki açık direnişin Harun Yahya eserleri sonucunda oluştuğu ve yine Endonezyalı öğretmenlerin kaynak kitap olarak Harun Yahya eserlerini kullandıkları belirtiliyordu. The Guardian gazetesi, benzer bir haberi 13 Kasım 2009 tarihinde de gündeme getirmiş ve ülkeler arası fikir alışverişinin çok geniş boyutlara ulaştığını belirterek, Londra’daki eğitim enstitüsü profesörü ve aynı zamanda Anglikan rahibi olan Michael Reiss’in görüşlerine yer vermişti. Michael Reiss, bugün Türklerin inandıkları şeyin, yarın Alman ve İngilizlerin inanacakları şey olduğunu belirtilmişti. Reiss, bu etkili akım sebebiyle şu anda İngiliz okullarında oldukça zeki 16-17-18 yaşlarındaki gençlerin artık evrime inanmadıklarını belirtiyordu.

Konuyla ilgili en önemli haberlerden birini ise dünyanın en büyük haber ajansı REUTERS dile getirdi. Tom Henegan tarafından hazırlanan 16 Kasım 2009 tarihli ve
“Muslim Creationism is Back in The News, This Time in Egypt” (Müslüman Yaratılışçılık Gündeme Geri Döndü, Bu Defa Mısır’da) başlıklı yazıda, İslam dünyasının EN TANINMIŞ YARATILIŞ SAVUNUCUSU olarak HARUN YAHYAhakkında bilgi verilirken, dünyanın en tanınmış yayınlarında HARUN YAHYA’NIN DÜNYA ÇAPINDA ETKİSİNE DİKKAT ÇEKİLDİĞİNİ belirtmişti. internet sitesi ise, söz konusu haberi 17 Kasım 2009 tarihinde “Muslim Academics and Students are Turning Against Darwin’s Theory” (Müslüman Akademisyenler ve öğrenciler Darwin’in teorisine karşı çıkıyor) başlığı altında verdi. Ruth Gledhill’in kaleme aldığı söz konusu yazıda, özellikle Müslüman ülkelerde yapılan anketler sonucunda evrime inananlarının oranının %15’i geçmediği ve bunun da insanların internetten rahatlıkla ulaşabildiği Harun Yahya eserleri vesilesiyle gerçekleştiği belirtilmişti.

THE TIMES internet sitesi ise, söz konusu haberi 17 Kasım 2009 tarihinde“Muslim Academics and Students are Turning Against Darwin’s Theory”(Müslüman Akademisyenler ve öğrenciler Darwin’in teorisine karşı çıkıyor) başlığı altında verdi. Ruth Gledhill’in kaleme aldığı söz konusu yazıda, özellikle Müslüman ülkelerde yapılan anketler sonucunda evrime inananlarının oranının %15’i geçmediği ve bunun da insanların internetten rahatlıkla ulaşabildiği Harun Yahya eserleri vesilesiyle gerçekleştiği belirtilmişti.

THE BOSTON GLOBE internet sitesi ise konuyu “Islam’s Darwin Problem”(İslam’ın Darwin Sorunu) başlığı altında vermişti. Drake Bennett tarafından yazılan 25 Ekim 2009 tarihli bu yazıda ise yine Sayın Adnan Oktar’ın çalışmalarına yer veriliyor ve Yaratılış Atlası’nın etkisine dikkat çekiliyordu. Yazıda ayrıca Sayın Adnan Oktar’ın çalışmalarından dolayı şu anda Türkiye’nin Yaratılışçılığın merkez üssü olduğu, ancak evrime karşı hareketin Türkiye’den şu anda tüm dünyaya yayılmış olduğu ifade ediliyordu.
Benzer haberler
PHILADELPHIA INQUIRER, BELIEFNET ve THE NATIONALgibi yayınlarda da yer almaya devam etti. Kısa bir süre içinde tüm dünya, Sayın Adnan Oktar’ın dünya çapındaki etkisini açıkça dile getirir hale gelmişti.

Aslında bu yükseliş uzunca bir zamandır devam eden bir yükseliştir. Fakat Darwinistler, bir süredir bu gerçeği görmezden gelmişler ve 150 yıl öncesinin propaganda yöntemleriyle yine de başarılı olacaklarını sanmışlardı. Bilimsel delillerin böylesine güçlü şekilde teorilerini yok edeceğini hesaplayamamışlardı. İnsanların son derece zeki ve şuurlu olduklarını, bilimsel delillerden evrimin olmadığına dair kanaatlerinin rahatlıkla geleceğini, evrim sahtekarlığını çok rahat anlayacaklarını tahmin edememişlerdi. Darwinistler, dünya çapında evrime karşı direnişin bu kadar şiddetli ve geniş çaplı olacağını, özetle
BÖYLESİNE ÇABUK VE SARSICI ŞEKİLDE YENİLECEKLERİNİ düşünmemişlerdi.

Şu anda Darwinistlerin düşünmek istemedikleri şey başlarına geldi. Artık dünya çapında insanların büyük çoğunluğu evrim teorisine cephe alıyor, tüm varlıkları Allah’ın yarattığını savunuyor ve Darwinist telkinlere başkaldırıyorlar. Ve Darwinistlerin bu açık durum karşısında yapabildikleri tek şey, konferanslarda bir araya gelip ancak kendi çaresizliklerini ve yenilgilerini konuşmak!

Bu büyük yenilgi elbette başından beri bellidir. Allah’ın vaadi gereği, Allah’a başkaldırmak (Allah’ı tenzih ederiz) adına ortaya çıkmış her batıl din yok olucudur. Darwinizm de ahir zamanda deccalin idaresinde ortaya çıkmış olan batıl ve sapkın bir din olarak elbette mahvolacak, elbette yok olacaktır. Bu
YOK OLUŞ, TÜM DÜNYA ÇAPINDA SAYIN ADNAN OKTAR VESİLESİYLE KENDİSİNİ GÖSTERMEKTEDİR.

De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.
" (İsra Suresi, 81)

Darwinistlerin uzun zamandır süregelen bu endişesi dünya basınında son dönemlerde yoğun olarak yer almaktadır. Dünyanın en ünlü gazetesi olarak kabul edilen
THE NEW YORK TIMES, konuyla ilgili haberi, 3 Kasım 2009 tarihinde “Creationism, Minus Young Earth, Emerges in the Islamic World” (İslam Dünyasında, Genç Dünya Anlayışını İçermeyen Yaratılışçılık Yükseliyor) başlığı ile verdi. Kenneth Chang’in kaleme aldığı bu yazıda, çeşitli ülkelerden Darwinistlerin düzenledikleri konferanslarda, özellikle Türkiye’de alevlenen Yaratılışçı akımın bütün dünyaya hızla yayılmakta olduğunu dile getirdikleri ve bunu büyük bir tehdit olarak gördükleri konu edilmişti. Söz konusu Darwinistlerin en büyük endişesi ise, dünyaya yayılan bu Yaratılışçı akımın, genç dünya anlayışını içermemesi ve milyonlarca yıllık gerçek fosil delilleri kanıt göstermesiydi. Söz konusu yazıda bu büyük uyanışın öncüsünün SAYIN ADNAN OKTAR olduğu belirtiliyordu. Sayın Adnan Oktar’ın etkisi sonucunda son on yılda tüm Türkiye’de çok ciddi değişkliklerin meydana geldiği, bu değişimin tüm dünyaya yayıldığı ve özellikle Endonezya’da biyoloji öğretmenlerinin derslerinde Harun Yahya kitaplarını okuttukları belirtiliyordu.


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında





mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Allah'tan ve Cehennemden Korkmak Önemli Bir Mümin Alametidir


  • Müminlerin Allah korkusu nasıl olmalıdır?
  • Allah korkusu, diğer korkulardan hangi yönleriyle farklıdır?
  • Bu korku, müminlere hangi asil ahlak özelliklerini kazandırır?

Yüce Allah Kuran’ın pek çok ayetinde Kendisi’nden korkmayı insanlara emretmiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr Suresi, 18)

Kuran ahlakını bilmeyen veya tam yaşamayan bazı insanlar, Allah’tan korkmanın önemi ve gerekliliğini yeteri kadar iyi anlayamamaktadır. Bu, Kuran bilgisi yönünden eksik olmalarından ve Allah korkusunun gerçek anlamını bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.

Allah korkusu, Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda yerleşik hale gelmiş birtakım korku türlerine hiçbir şekilde benzemez. Kuran ahlakından uzak yaşayan insan toplulukları, din ahlakından uzak kalmalarının doğal sonucu olan karamsar ruh halleri doğrultusunda pek çok korkunun esiri olmuşlardır. Gelecek korkusu, yaşlanma korkusu, yalnız kalma korkusu, ölüm korkusu, aniden önemli bir hastalığa yakalanma korkusu, alay edilme korkusu, başarısızlık korkusu, deprem korkusu, ölümcül hastalığa yakalanma korkusu ve daha pek çok korku türünün tuzağına düşen bu insanlar, son derece mutsuz bir hayat sürerler. Her an başlarına kötü bir şey gelebileceği endişesi içerisinde müthiş gergin bir halde yaşarlar.

İşte bu kişiler, Allah korkusunu da kendi karanlık dünyalarında yaşadıkları korkular gibi sanma yanılgısına kapılmışlardır. Oysa Allah korkusunun bu sayılan korku türleriyle hiçbir ilgisi ve benzerliği yoktur. Allah korkusu, Allah’ı tanıyan, O’nu çok seven bir insanda oluşan, saygı dolu, insanda coşku ve heyecan oluşturan çok asil bir duygudur. Yukarıda sayılan korkuların aksine, insanı büyük bir huzur ve mutluluğa sevk eden, aklını ve cesaretini artıran, bitmek bilmeyen bir şevk ve coşkun bir imana sahip olmasını sağlayan, insana derin bir anlayış, hikmet ve heybet veren bir korkudur. Allah’tan korkan kişi gelecek korkusu, ölüm korkusu, hastalık korkusu, yalnız kalma korkusu ve benzerleri gibi dünyevi korkulara kapılmaz. Çünkü başına her ne gelirse, ne ile karşılaşırsa karşılaşsın, bunun, tek gerçek dostu olan Allah’ın kendisi için yarattığı en hayırlı kader olduğunu bilir. Allah’ı kendisine vekil edinmiş olmanın konforunu yaşar, her işinde sadece Allah’a yönelip döner.

Allah Korkusu İnsana Güzel Bir Ahlak Kazandırır

Allah’tan korkan bir insan, toplumdaki en güvenilir kişidir. Allah’tan korktuğu için yalan söylemeyecek, Allah’ın hoşnut olmayacağı kötü davranışlar sergilemeyecek, kendi çıkarlarını değil, başkalarının çıkarlarını gözetecek, kendi rahatını değil, başkalarının rahatını düşünecek, etrafına hep hayır ve güzellik sunmaya çalışacaktır. Allah’tan korkan kişide samimiyet, dürüstlük, candanlık, vefa, sadakat, fedakarlık gibi güzel ahlaka ait tüm tavırlar en üstün şekilde görülür. Allah korkusu taşımayan bir insanda ise bu özelliklerin gerçek anlamda ve devamlı bulunması mümkün değildir. Böyle biri Rabbimiz’e hesap vereceğine, cehenneme girip yaptığı kötülüklerin karşılığını göreceğine inanmadığı için bu kısa dünya hayatında kendi çıkarlarından fedakarlıkta bulunup güzel davranışlar sergilemesini gerektiren bir durum olmadığını düşünür. Allah’tan korkan bir Müslüman ise bunun tam tersi bir tavır ortaya koyar. Her konuda Allah korkusundan kaynaklanan güçlü vicdanına başvurur ve çıkarlarını değil, din ahlakının sınırlarını korur.

Müslüman Cehennemdeki Azaptan Korkar
Cehennemden korkmak, cehennemin azabını düşünerek Allah korkusunu arttırmak da Müslümanın önemli özelliklerindendir.

Bir kişi, şu anda cehennemin kenarında olsaydı ve oradaki zebanilerin cehennem ehline yaptıkları dayanılmaz işkenceleri gözüyle görseydi, cayır cayır yanan ateşin uğultusunu, cehennem ehlinin çığlıklarını, kemikleri çatırdatan inlemelerini, kahırla nefes alıp vermelerini, bir kez daha dünyaya geri dönmek isteyen pişmanlık dolu yalvarışlarını duysaydı hiç kuşku yok ki içini tarifsiz bir korku kaplardı. İşte müminler cehennemi görmedikleri halde, cehennemin kesin bir gerçek olduğunu ve cehennem azabının şiddetini Kuran’dan öğrendikleri için, cehennemden ve Yüce Allah’ın rızasını kaybetmekten bu şekilde şiddetle korkarlar. Allah bir ayetinde müminin, Kendi makamından korktuğu gibi, tehdidinden de korktuğunu bildirmiştir:

“... İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır).” (İbrahim Suresi, 14)

Allah’ın tehdidi; Rabbimiz’e iman ve itaat etmeyen, O’nun rızasını gözetmeyen, emir ve yasaklarını tanımayanlar için vaat ettiği maddi, manevi sonsuz bir azaptır. Bunun yeri de cehennemdir. Mümin, bu dünyada hiç kimsenin Allah’ın azabından emin olamayacağını çok iyi bilir. Bu yüzden Allah’ın, inkarcılara vaat ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba düşmekten korkar. Ayetlerde Müslümanların cehennem azabından yana korku duydukları şöyle bildirilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

“Ve ben, Müslümanların ilki olmakla da emrolundum.” De ki: “Ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım.” (Zümer Suresi, 12-13)

“De ki: “O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah’tan başkasını mı veli edineceğim?” De ki: “Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma.” (denildi.) De ki: “Şüphesiz ben, Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından korkarım.”” (Enam Suresi, 14-15)

Cehennnem Ayetlerini Tefekkür Etmenin Önemi

Cehennemin varlığını düşünmek Müslüman için, imanını derinleştirecek, takvasını güçlendirecek, ahlakını güzelleştirecek önemli bir tefekkür yoludur. Müslüman Allah’ın Kuran’da detaylı olarak bildirdiği cehennemden korkar, cehennemin özelliklerini daima aklında tutar ve cehennemin adeta bir adım ötede olduğunu düşünerek davranır.

Mümin, bu dünyada hiç kimsenin Allah’ın azabından emin olamayacağını çok iyi bilir. Bu yüzden, Allah’ın inkarcılara vaat ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba düşmekten korkar. Müminlerin bu ruh hali, Kuran’da şöyle haber verilir:

“Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz.” (Mearic Suresi, 26-28)

Allah’tan içleri titreyerek korkan müminler, Kuran’ı okurken cehennemle ilgili ayetlerin hepsini tek tek kendi nefisleri üzerinde düşünürler. Zira Kuran ayetlerinde, Allah’ın sürekli müminlere hitap eden uyarıp korkutmaları yer alır. İnkarcılar ise zaten Allah’ın kitabını okumazlar, okusalar da gereği gibi kavrayamazlar. Dolayısıyla müminler, bu ayetlerin Allah‘ın mümin kullarını uyarmak ve onları cehennemden sakındırmak için olduğunu bilirler. Çünkü Kuran’dan öğüt alabilecek ve Allah‘ın azabından korkup sakınabilecek Allah’ın izniyle yalnızca kendileridir. Bundan dolayı diğer insanları değil, Kuran’da övülen takva sahibi müminleri ve üstün ahlak sahibi peygamberlerimizi kendilerine örnek alırlar. Bunun bir sonucu olarak da
“cehennem ayetleri diğer insanları ilgilendiriyor, ben ise müminim” gibi kendinden emin yanlış bir ruh hali içine girmezler. Müminler imanlarından dolayı Allah’tan kurtuluşu ve O’nun rahmetini umarlar. Elbette müminlerin yaşadığı bu umut “… Rablerine korku ve umutla dua ederler…” (Secde Suresi, 16) ayetinde bildirildiği gibi son anlarına kadar Allah korkusuyla dolu bir umuttur.

Sayın Adnan Oktar’ın Röportajlarında Allah Korkusu ile İlgili Yaptığı Açıklamalar

“Allah’tan korkmak demek, deli aşığın korkusu demek. Yani Allah’ı gücendirmekten çekinmek, Allah’ın rızasından mahrum kalmaktan korkmak. Aşık, sevdiğini gücendirmekten çekinir. O’nun sevgisinin yok olmasından çekinir. Budur Allah korkusu. Yoksa başka bir anlamı yoktur. Mesela cehenneme gider tamam. Ama asıl onu rahatsız eden Allah aşkını ifade edememesidir Allah’a. Aşığın ihtiyacını Allah aşığa böyle bildiriyor. Allah’tan korkarsa insan Allah’ın emirlerine çok titiz oluyor, O’nu çok seviyor, saygılı oluyor. Mesela egoist olmuyor, bencil olmuyor. Şefkatli oluyor, koruyucu oluyor, nefsine düşkün olmuyor. Çıkarlarının peşinde olmaz, affedici olur, Allah’tan korkup affedici oluyor. Mesela af, sevgiyi devam ettiren bir güçtür. Mesela merhamet, sevgiyi devam ettiren bir güçtür. Koruyup kollarsın, yemesine içmesine dikkat edersin, sporuna dikkat edersin sevdiğinin Allah rızası için. Bu işte, o Allah aşkının bir tecellisi olur. Yoksa Allah’tan korkmazsa şahıs egoist, bencil olur. Sırf kendini düşünür, affetmez, çıkarları çatıştığında sert davranabilir. Mesela kuşkucudur, fedakar değildir, cömert olmaz, gerektiğinde Allah için canını ortaya koyamaz. Yani birçok olumsuz negatif fiil üzerine yığılmış olur. Ama Allah korkusunda her türlü güzellik üzerine gelir. Sevgiyi sağlayan, güzelliği sağlayan her türlü güzellik, Allah korkusuyla gelmiş olur.” (Sayın Adnan Oktar’ın 2 Mart 2009 tarihinde canlı olarak yayınlanan Ekin TV röportajından)

Kıyametin ve Hesap Gününün Mutlaka Gerçekleşeceğini Sakın Unutmayın!

“Gerçek şu ki, kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde olanları diriltecektir.”
(Hac Suresi, 7)

Adnan Oktar’ın Çay Tv'deki Canlı Röportajı (18 Mart 2009)

“Samimi Müslüman Allah’tan korkar. Allah’a karşı nezakette kusur etmez. Son derece saygılı bir üslupla konuşur. Biz her an ölebilecek, Allah’ın tecellisi olan varlıklarız ve beynimizde minicik bir yerde Allah bizi konuşturuyor ve bize görüntü gösteriyor.

… eğer insan çok imanlı olursa, Allah’tan çok korkarsa o sevinçten uyku da gelmez insana. Yani içi içine sığmaz. Cennet sevinci, İslam’ın dünyaya hakim olacağı sevinci, veli insanların sözlerinin doğru çıktığını görme sevinci, güzel ahlakın sevinci… Sevinçler o kadar çok ki, Allah’ın verdiği nimetlerin sevinci. Ama hepsinin üstünde Allah’ın varlığının sevinci vardır, yani sonsuz bir gücün kontrolündeyiz. Ne büyük nimet elhamdülillah. Bunun sevinçlerini yaşasınlar, tabi bunun sonucu olarak insanda bir dirilik ve canlılık olur. Ama hedef bu olmaz. Biz böyle bir güzelliği yaptığımız için Allah bunu nimet olarak verir inşaAllah.”
(Sayın Adnan Oktar’ın 18 Mart 2009 tarihinde canlı olarak yayınlanan Tempo TV röportajından)

Allah korkusu arttıkça, müminin sevgi konusundaki duyarlılığı da artar. Allah’ın yarattığı varlıklardaki güzellikleri daha iyi fark eder. İnsanlara, doğaya, hayvanlara ve tüm varlıklardaki estetiğe Allah’ın güzel vasıflarının bir tecellisi olarak bakma kabiliyeti kazanır. Bu, etrafındaki herşeyin kendisi için birer nimet olarak yaratıldığını daha iyi görmesini sağlar. Dolayısıyla hem bu nimetlere karşı, hem de bu nimetleri yaratan Allah’a karşı sevgisi aynı oranda artar.

Allah korkusu, sonsuz şefkat, merhamet ve adalet sahibi olan Allah’a karşı içli bir saygı, O’nun rızasına aykırı gelmekten çekinme ve (Allah’ı tenzih ederiz) O’na isyan edip azabına müstahak olmaktan titizlikle kaçınmaktır.

Bu makale,
İlmi Araştırma Dergisi 64. sayı (Ekim 2009) 16. sayfada yayınlanmıştır.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Tohumun Işığa Uzanan Mucizevi Yolculuğu


  • Zifiri karanlık bir ortamda tohumdan çıkan filizler, toprak altında yollarını nasıl bulurlar?
  • Topraktan çıkan bir filiz, kayanın veya büyük bir bitkinin gölgesi altında kalırsa, fotosentez yapabilmek için hangi yönteme başvurur?
  • Hangi yöne gideceğini ve nasıl büyüyeceğini neye göre belirler?
  • Bitkiler ışığı algılama konusunda neden hayvanlardan ve insanlardan daha avantajlıdırlar?

Tohumun bir bitkiye dönüşmesindeki ilk aşama filizlenmedir. Toprağın altında beklemekte olan tohum ancak ısı, nem ve ışık gibi faktörlerin bir araya gelmesiyle hareketlenip canlanır. Bundan önce ise adeta bir uyku halindedir. Zamanı geldiğinde uykusundan uyanır ve filizlenmeye başlar.

Tohumların Filizlenmek için iki Önemli ihtiyacı Vardır: Su ve Enerji

Olgun tohumlardaki embriyoların suyu bulunmaz. Metabolizmanın tekrar aktif hale gelmesi içinse yani büyüme işleminin başlayabilmesi için hücrelerde sulu bir ortama ihtiyaç vardır. Bu nedenle bir tohumun filizlenmesi için öncelikle suya ihtiyacı vardır.

Tohum yağmur veya sulama gibi yöntemlerle ıslandığında mutlaka oksijene de ihtiyaç vardır. Çünkü içindeki besinlerden oksijenli solunumla enerji ve ısı üretimine başlar. Uygun sıcaklık ise, enzimlerin maksimum hızlarda çalışmasını sağlar. Tohumun ıslanması ile önce tohum örtüsü şişer ve embriyo hücrelerinde bulunan enzimler faaliyete geçerek “giberellin” isimli yeni bir hormon salgılamaya başlarlar. Bu hormon, uyku durumunda kalmayı sağlayan absisik asitin etkisini ortadan kaldırır. Bu asitin etkisinin ortadan kalkması ile de sindirim enzimleri (alfa-amilaz) faaliyete geçer. Bu enzimler, besin deposu içindeki nişastanın parçalanarak şekere dönüşmesini sağlar. Ortaya çıkan şekerler embriyo hücreleri tarafından solunumda kullanılır ve böylece hücrelerin bölünmesi için gerekli enerji sağlanmış olur.

Tohumlar Büyümeye Başlıyor

Gereken koşullar sağlanıp da çimlenme başladığında tohum topraktan suyu çeker, embriyo hücreleri bölünmeye başlar ve daha sonra tohum kabuğu açılır. Filizlenme süresince bitkinin tohumdan çıkan ilk bölümü kökçüklerdir. Bitkilerdeki kök sisteminin ilk aşaması olan bu kökçükler sürekli sürgün verir ve toprakta aşağı doğru büyürler. Kökler büyüdükçe toprağı zorlamaya başlar ve yüksek derecede bir sürtünmeyle karşılaşırlar. Ancak hiçbir zarar görmezler.

Kökçüklerin gelişmesini, sap ve yaprakları üretecek olan tomurcukların gelişimi izler. Tohum toprak üstüne, ışığa doğru yönelir ve sürekli güçlenir. Toprağın üstüne çıkan filizin ilk gerçek yaprakları açıldığındaysa bitki, fotosentez yoluyla kendi besinini üretmeye başlar.

Buraya kadar anlatılanlar, aslında çok iyi bilinen, hatta sık sık gözlemlenen konulardır. Tohumların toprağı yararak içinden çıkmaları herkes için çok alışılmış bir görüntüdür. Ama tohumun büyümesi sırasında gerçekte bir mucize gerçekleşmektedir. Ağırlığı ancak “gram”larla ifade edilebilecek olan bir filiz, üzerindeki kilolarca ağırlıktaki toprağı delerek yukarı çıkarken hiç zorlanmaz. Tohumdan çıkan filizlerin tek amacı toprağın üstüne çıkıp ışığa ulaşmaktır. Çimlenmeye başlayan bitkiler incecik gövdeleriyle sanki boş bir alanda hareket ediyormuş ve üzerlerinde onca ağırlık yokmuşçasına, oldukça rahat bir şekilde, yavaş yavaş gün ışığına doğru yol alırlar. Ancak filizler bazen büyümek için uygun bir ortam bulamaz. Güneş ışığından yararlanamayacağı gölgelik bir ortamda büyümeye devam ettiğinde ise, fotosentez yapması zorlaşacaktır. Peki, böyle bir durumda bitki nasıl büyür?

Fototropizm: Işık Kaynağını Takip Eden Filizler

Tohumdan çıkan filizlerin en mucizevi özelliklerinden biri yeryüzüne çıktıklarında gölgelik bir ortamla karşılaşırlarsa hemen ışık kaynağına doğru büyüme yönlerini değiştirmeleridir. Fototropizm olarak bilinen bu işlem göstermektedir ki, filizler de ışığa duyarlı yön tayini sistemine sahiptir.

Hayvanlarla ve insanlarla karşılaştırdığımızda bitkiler, ışığı algılama konusunda daha avantajlı durumdadırlar. Çünkü hayvanlar ve insanlar sadece gözleriyle ışığı algılayabilirler. Bitkilerdeki yön tayin sistemi ise son derece keskindir. Bu yüzden hiçbir zaman yönlerini şaşırmazlar.

Evinizdeki bitkileri daha karanlık ya da güneşi doğrudan almayan bir yere koyduğunuzda bir süre sonra güneşin geldiği yöne doğru döndüklerini görürsünüz. Bunun için kimi zaman yapraklarının boylarını uzattıklarına ve yapraklarının yönlerini değiştirdiklerine hatta kıvrıldıklarına şahit olursunuz. Bir filizin, toprağın altından çıkar çıkmaz ya da karanlık bir yere konulduğunda hemen güneşin geldiği yönü tespit edebilmesi ve bilinçli bir şekilde o yöne yönelebilmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bitkiler sahip oldukları ışığa ve yerçekimine dayalı kusursuz yön tayin yetenekleri sayesinde kolaylıkla bu başarıyı elde etmektedirler.

Bitkiyi Büyüten Uyumlu Çalışma

Çimlenme, küçücük bir cisimden metrelerce uzunluktaki ve tonlarca ağırlıktaki bir bitkinin oluşmasının ilk aşamasıdır. Yavaş yavaş büyüyen bitkinin kökleri yere, dalları yukarıya doğru uzanırken, içindeki sistemler de (besin taşıyacak sistemler, üremesini sağlayacak sistemler, bitkinin uzamasını, genişlemesini ve bunların durmasını kontrol eden hormonlar) hep birlikte ortaya çıkar ve hiçbirinin oluşumunda bir aksama ya da gecikme olmaz. Bitki için gerekli olan her şey aynı anda gelişir. Bu son derece önemlidir. Örneğin, bir yandan çiçeğin üreme mekanizması gelişirken, diğer yandan da taşıma boruları (besin ve su taşıma boruları) oluşmaktadır. Aksi takdirde, mesela çiçek üreme mekanizması oluşmayan bir bitkide, taşıma borularının hiçbir önemi olmayacaktır. Köklerin oluşmasının da bir anlamı yoktur. Çünkü böyle bir bitki neslini devam ettiremeyeceği için, ek mekanizmalar bir işe yaramayacaktır.

Görüldüğü gibi bitkilerdeki birbirine bağlı ve tam uyumlu olan bu mükemmel yapıda kesinlikle tesadüfen oluşamayacak bir plan vardır. Evrimci bilim adamlarının iddia ettiği gibi kademeli bir oluşum hiçbir şekilde söz konusu değildir. Yüce Allah’ın yaratma ilmi bir ayette şöyle bildirilmiştir:

“Gaybın anahtarları O’nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.” (En’am Suresi, 59)

Tohumlardaki Özel Yaratılış

Bir adet tohumu ve bununla birlikte yine bu tohumun büyüklüğünü, ağırlığını ve içerdiği moleküllerin karışımını içeren başka bir maddeyi belirli bir derinliğe gömelim ve bir süre bekleyelim. Cinsine göre gereken süre geçtiğinde, ektiğimiz tohumun, toprağı yararak yeryüzüne çıktığını görürüz. Oysa ne kadar beklersek bekleyelim diğer maddenin toprağın üstüne çıkışını göremeyiz. İster yüz yıl bekleyin, ister bin yıl bekleyin sonuç değişmeyecektir. Bu farkın nedeni tabii ki tohumlardaki özel yaratılıştır. Bitkilerin genlerine, bu işlem için gerekli bilgiler kodlanmıştır. Bitkilerde var olan tüm sistemler açıkça yaratılışı kanıtlar. Bütün detaylar bitkilerin rastlantılarla oluşmasının mümkün olmadığını, aksine bitkilerin ortaya çıkışında son derece kusursuz bir düzenin olduğunu gösterir.

Elbetteki böyle mükemmel bir düzen, herşeyi en ince ayrıntısıyla bilen ve meydana getiren Rabbimiz’in varlığının delillerinden sadece biridir. Bitkilerin yaşamındaki yalnızca ilk aşama yani tohumun oluşumu bile bize üstün güç sahibi Yaratıcımız olan Yüce Allah’ın yaratmasındaki benzersizliği açıkça göstermektedir. Nitekim Yüce Allah Kuran’da bu gerçeği şöyle haber vermiştir:

“Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız.”(Vakıa Suresi, 63-65)

Bitki Dünyası

Tohumlar filizlenmeye başladıklarında üzerlerindeki toprağın ağırlığı ya da önlerine çıkan başka bir engel onları toprağın üstüne, güneş ışığına ulaşmaktan alıkoyamaz. Filizlenmeye başlayan tohum, bir süre sonra fotosentez yaparak kendi besinini üretmeye başlar. Tohumun büyüme süreci içinde yavaş yavaş ana bitkinin küçük bir kopyası ortaya çıkar. Filizler toprağın üstüne doğru büyürken, kökler de fotosentez işlemi için hammadde toplamak üzere toprağın derinliklerine yayılırlar.

Meristem: Besin Kaynağını En İyi Şekilde Kullanan Büyüme Bölgeleri

Bitkiler ışığı algılayıcı sistemlerin yanı sıra hücre bölünmesinin gerçekleştiği özel büyüme bölgelerine de sahiptirler. Meristem olarak adlandırılan bu dokular, genellikle kök ve gövde uçlarında bulunurlar.

Her bitkinin şekli, meristem dokusunun büyüme yönüne göre belirlenir. Filizin gelişimi sırasında eğer büyüme bölgesindeki hücreler hep aynı şekilde büyürlerse bu, gövdenin düz olmasını sağlar. Eğer bu hücrelerin büyümesi bir kenarda fazla, diğerinde az olursa bitkinin gövdesi eğimli büyüyecektir. Bitkilerdeki büyüme eğer şartlar uygunsa, tüm bölgelerde aynı anda başlar.

Filizden çıkan bitkinin gövdesi acil ihtiyacı olan ışığa doğru ilerler. Öte yandan topraktan bitki için gerekli olan su ve mineralleri sağlayacak olan kökler de yer çekimini algılayan rehber sistemleri sayesinde büyümelerini en etkili biçimde gerçekleştirirler. İlk bakışta bitkilerin kök uzantılarının toprağın altına rastgele yayıldığı düşünülebilir. Oysa gerçekte kök uzantıları bu duyarlı sistem sayesinde kontrollü bir şekilde, hedeflerine kilitlenmiş füzeler gibi ilerler.

Bu mekanizmalarla kontrol edilen büyüme, bitkiden bitkiye farklılıklar gösterir. Çünkü her bitkide büyüme kendi genetik bilgisine uygun olarak gerçekleşir. Bu yüzden her bitkide maksimum büyüme oranları da farklıdır. Örneğin bir mısır sapı için maksimum büyüme süresi “altı hafta” iken, bir kayın ağacı için bu süre “çeyrek asır” olmaktadır. (Guy Murchie, The Seven Mysteries of Life, ABD, Houhton Mifflin Company, Boston, 1978, s.57) (bitkidunyasi.net)

Tahta görünümlü tohumlardan özel kokusuyla, lezzetiyle muazzam özellikte meyveler ve sebzeler çıkar. Meyvelerin, çiçeklerin ve sebzelerin bu özelliklerini belirleyen tohumdur. Tohumun toprağın altındaki uykusundan uyanışı ise filizlenmesi ile başlar. Filizlerin ışığa doğru uzanan yolculuğu Yüce Rabbimiz’in kusursuz yaratış delillerindendir.

Tohumun Düşündürdükleri

Bilindiği gibi, toprağın genel olarak çürütücü, parçalayıcı özelliği vardır. Ancak toprağın içindeki tohum ve milimetrenin yarısı inceliğindeki kökler hiçbir zarar görmezler. Aksine toprağı kullanarak sürekli gelişir ve büyürler.
Tohumun yarılıp içinden filizin çıkabilmesi için çok yüksek miktarda kuvvet gerekmektedir. Bu kuvvetin büyüklüğü, filizlerin asfalt kaldırımların kenarlarını çatlatarak çıktıkları düşünüldüğünde çok daha iyi anlaşılmaktadır. Bu etkili gücün kaynağı her bitkiyi oluşturan hücrelerin içinde bulunan hidrolik basınçtır. Bitkinin büyümesi için mutlaka gerekli olan bu basınç hücre duvarını esnetip, genişletme özelliğine sahiptir. Eğer bu özellik olmasaydı bitkilerdeki hücre büyümesi gerçekleşemezdi, yani tohum filizlenemezdi.

Pek çoğu küçük kuru tahta parçalarına benzeyen tohumlar, aslında içlerinde bitkilere ait binlerce bilgiyi barındıran genetik şifre taşıyıcılarıdır. İleride oluşturacakları bitkiler ile ilgili tüm bilgiler tohumların içinde saklıdır. Bitkinin kökünün ucundaki tüycükten, gövdesinin içindeki borucuklara, çiçeklerinden, vereceği meyveye kadar tüm bilgiler en küçük detaylarına kadar eksiksiz olarak tohumun içinde mevcuttur.

Bu makale,
İlmi Mercek Dergisi 64. sayı (Ekim 2009) 44. sayfada yayınlanmıştır.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Adnan Oktar Canlı Yayında




mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Tevazunun İslam Ahlakındaki Önemi


Alçak gönüllü, tevazulu olmak Yüce Allah’ın Kuran’da övdüğü bir davranıştır. Gerçek anlamda alçakgönüllülük, insanın sahip olduğu tüm özelliklerin Rabbimiz’den geldiğini bilmesi, Allah’ın dışında hiçbir mutlak güç olmadığını kavramasıyla yaşanır. Bu şuurdaki bir insan ne kadar beğenilen özelliklere sahip olursa olsun, bütün bunların Allah’ın verdiği gelip geçici özellikler olduğunu, kendisi için bir imtihan vesilesi ve salih amel fırsatı olduğunu bilir. Bu nedenle de sahip olduğu hiçbir özellik, onun kibirlenmesine, büyüklenmesine sebep olmaz. Bu güzel ahlaklarının sonucunda ise Allah müminleri cennetle müjdelemiştir:


Yüce Allah Kuran’ın pek çok ayetiyle insanlara alçakgönüllü olmayı emretmiştir. Kibir ve büyüklenmenin ise Kuran’da şeytanın bir vasfı olduğu bildirilmiş ve iman edenlerin kibirden mutlaka sakınmaları hatırlatılmıştır. Dolayısıyla müminin en önemli özelliklerinden biri büyüklük gururundan ve kibirden kaçınması, tevazulu, müşfik, mülayim ve yumuşak başlı bir ahlak göstermesidir.


Her şeyin Allah’a ait olduğunu ve kendilerinin O’na karşı eksikliklerini, acizliklerini bilen müminler, Rabbimiz’in yarattığı diğer insanlara karşı da tevazu gösterirler. Allah’a olan boyun eğmişliklerini, O’nun mümin kullarına karşı gösterdikleri tevazuyla belli ederler. Zira sahip oldukları özelliklerin hiçbirinin kendilerine ait olmadığının farkındadırlar. Bundan dolayı daima şükreder ve ellerindeki her şeyi Allah’ın dilediği anda geri alabileceğini unutmazlar. Müminler, bu samimi tavırlarıyla da çevrelerine örnek olarak en etkili tebliğ yöntemlerinden birini de uygulamış olurlar.


Müminlerin Tevazulu Ahlaklarının Kökeni


Yüce Allah’a Tam Teslim Olmuşlardır


Türlü eksikliklerle ve acizliklerle yaratılmış olan insan için, dünya hayatındaki her an bir imtihan vesilesidir. Bunun bilincinde olan müminler için acizliklerin pek çok hikmeti ve hayrı vardır. Bu hikmetlerden en önemlileri ise acizliklerini düşünerek Allah’ın gücünü daha iyi görebilmeleri ve Allah’a karşı boyun eğici olmalarıdır.


Şüphesiz eğer Allah dileseydi, insanı kusursuz bir yaratılışla da yaratabilirdi. Nitekim cennette insan hem bedenen, hem de ruhen çok üstün bir yaratılışa sahip olacaktır. Ancak insanın kendisini ahirete maddi ve manevi olarak hazırlayabilmesi ve eğitebilmesi için, dünyadaki eksiklikleri görmesi ve yaşaması çok önemlidir. Böylece Allah’ın izniyle ahiretteki kusursuzluğu ve bunun değerini çok daha iyi anlayabilme imkanına ve Allah’ın kudretini gereği gibi takdir edebilecek bir anlayışa sahip olacaktır.


Güçlü Bir İmana Sahiptirler


Tevazu, imana bağlı bir ahlak özelliğidir. İmanlı bir insan, her an Allah’ın huzurunda olduğunun, Allah’ın kendisini her an duyduğunun, gördüğünün ve aklından geçenleri bildiğinin farkında olduğu için, hem Allah’a hem de O’nun kullarına karşı tevazuludur. Allah müminlerin tevazularını Kuran’da şöyle bildirmektedir:


“O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler…” (Furkan Suresi, 63)


Yüce Allah bir başka Kuran ayetinde de, imanın en açık göstergelerinden birinin büyüklük taslamamak olduğunu bildirmiştir. Konuyla ilgili olan ayet şöyledir:


“Bizim ayetlerimize ancak onlarla kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayanlar iman eder.” (Secde Suresi, 15)


Allah Korkuları Çok Güçlüdür


Kuran’da “Allah’tan ‘içi titreyerek korkan’ öğüt alır düşünür.” (A’la Suresi, 10) ayetiyle, insanın düşünüp öğüt alabilmesi için derin bir Allah korkusuna sahip olması gerektiği haber verilmiştir. İnsanın kendisindeki kötü ahlak özelliklerini, kusur ve hatalarını düzeltebilmesi için bunların yanlış olduğunu düşünebilmesi ya da kendisine hatırlatıldığında bunlardan öğüt alabilmesi ancak kalbindeki Allah korkusuyla mümkün olabilmektedir. Samimi Allah korkusuna sahip bir müminin, başkalarını hor görmesi, ters davranması, büyüklenip kibirlenmesi, ihtiyaç içinde olan bir kimseden yüz çevirmesi, insanları küçümsemesi, kendini herhangi bir özelliğinden dolayı üstün görmesi söz konusu değildir.


Allah’a Karşı Acizliklerini Bilirler


Müminler Allah’ın büyüklüğünü kavrayıp takdir edebilme gayreti içindedirler. Bu sebeple de tüm yaratılmışlarla beraber kendi acizliklerini de bilirler. İnkarcıların kibirli başkaldırışlarının aksine onlar içleri titreyerek Allah’tan korkarlar ve Rabbimiz karşısındaki acizliklerini dile getirmekten çekinmezler:


De ki: “Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı artırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı...” (Araf Suresi, 188)


Dünyayı Değil Ahireti İsterler


Müminler asıl olarak ahiret yurdunu isterler ve dünyadaki herşeyin gelip geçici olduğunu bilirler. Kuran’da salih müminler şöyle tanıtılmaktadır:


“Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlas sahipleri kıldık.” (Sad Suresi, 46)


Ayrıca müminler dünyaya neden geldiklerini, burada imtihan olduklarını ve Allah’ın rızasını kazanabilecekleri işler yapmaları gerektiğini bilirler. Ayetlerde de belirtildiği gibi onlar “dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar”dır. (Nisa Suresi, 74) Müminler dünyada ellerine geçenlerle büyüklenmez, Rabbimiz’e en iyi şekilde kulluk etmeye çalışırlar.


Tevazudan Uzak İnsanların Yanılgıları


İnsanların bazıları, ne kadar aciz bir yaratılışa sahip olduklarını görmek istemez. Allah karşısında güçsüz olduklarını ve tüm yaşamlarının Allah’a bağlı olduklarını düşünmek nefislerine ağır gelir. Kendisini (Allah’ı tenzih ederiz.) Allah’tan müstakil, bağımsız bir güç gibi görmek ister. Bunun için de Allah’ın kendilerine bir lütuf ve nimet olarak verdiği herşeyi sahiplenirler. Allah’ın ilham ettiği yetenekleri, aklı, düşünceleri, kararları kendi güçleriyle elde ettikleri yanılgısına kendilerini inandırırlar. Oysaki bu tamamen yanlış bir düşüncedir. Örneğin şu an evinde oturan bir kişinin hiç beklenmedik bir başağrısının başlaması, bir anda kalp damarlarından birinin tıkanması, beyninde bilinmeyen bir sebeple bir anda kanama meydana gelmesi ve okuduğu kitabı, gazeteyi elinde tutamayacak, okuduğu satırları göremeyecek hale gelmesi an meselesidir. Eğer tüm bunlar olmuyorsa ve kişi sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebiliyor, bu yazıları okuyabiliyor ve kavrayabiliyorsa bu, sadece Allah böyle dilediği için gerçekleşmektedir.


Bedeninde bunların gerçekleşmesinin yanı sıra, insanın yaşamını devam ettirebilmesi için evrendeki bütün sistemlerin de tam bir uyum içinde çalışması gereklidir. Bu sistemlerden tek bir tanesinin işleyişinde bile bir aksaklık olması, yeryüzünde yaşamın son bulması anlamına gelecektir. Örneğin atmosferdeki oksijen oranında görülecek % 5’lik bir artış bile, dünya üzerindeki ormanların büyük bölümünün yanmasına neden olacaktır.


Görüldüğü gibi insanın sadece tek bir dakika samimi tefekkür etmesi Allah’a ne kadar muhtaç ve Rabbimiz’in karşısında ne derece güçsüz olduğunu görebilmesi için yeterlidir. Bu nedenle müminler tüm yaşamları boyunca acizliklerinin ve Allah’a olan muhtaçlıklarının bilinciyle hareket ederler. En önemlisi de kibirli insanların, dünya hayatında hiçbir emellerine erişemedikleri gibi, Yüce Allah’ın sevgisini de kaybettiklerini bilirler. Allah bir ayetinde bunu şöyle bildirir:


“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (Lokman Suresi, 18)


Bediüzzaman’ın Tevazulu Ahlakı


İnsanlar ancak Allah’ın dilediği kadar ve Allah’ın dilediği sürece akla, hafızaya veya yeteneğe sahip olabilirler. Bunu unutan bir insan büyük bir hata yapmış olur. Bir yazıyı insana yazdıran ancak Allah’tır. Yazdığı yazıdaki her satırı ve kelimeyi o kişiye Allah ilham eder. Allah dilediği an dünyanın en ünlü yazarının aklına yazacak tek bir cümle bile gelemez. Allah ilham etmediği sürece bu insan hiçbir düşüncesini yazıya dökemez.


Ya da Allah dilemediği sürece bir insan aklından geçenleri dile getiremez. İnsanın konuşurken sarf ettiği her cümleyi ona Allah ilham eder. Örneğin bu yazının şu ana kadar yazılan her cümlesini ilham eden Allah’tır. Bu konuyu seçen, yazının başlığını tayin eden ve nasıl yazılması gerektiğini ihsan eden Allah’tır. Allah ilham etmediği sürece sonsuza kadar da düşünülse, yine de bu yazıdaki cümleleri arka arkaya getirmeye güç yetirilemez.


Bu gerçeği en güzel ifade eden kişilerden biri, Bediüzzaman Said Nursi’dir. Hicri 13. asrın müceddidi olarak kabul edilen Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nurlar’ın gerçek yazarının Allah olduğunu ve kendisinin sadece bu eseri yazmaya vesile olmak için seçilen bir kul olduğunu şu şekilde dile getirmektedir:


“Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatlı milyonlarla fedakârları bulunan meşrebler (yol, adet), meslekler, tarîkatlar (dini gruplar), bu dehşetli dalalet (dinsizlik) hücumuna karşı zahiren mağlubiyete düştükleri halde benim gibi yarım ümmi (tahsil görmemiş) ve kimsesiz ve mütemadiyen tarassud altında (sürekli gözetim altında tutulan), karakol karşısında ve müdhiş, müteaddid cihetlerle (pek çok farklı şekillerde) aleyhimde propagandalar ve herkesi benden tenfir etmek vaziyetinde (nefret etmiş durumda) bulunan bir adam, o mesleklerden daha ileri (dini gruplardan daha ileri), daha kuvvetli dayanan Risale-i Nur’a sahib değildir ve o eser onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakîm’in bu zamanda bir nevi mu’cize-i maneviyesi (manevi bir mucizesi) olarak rahmet-i İlahiye tarafından ihsan edilmiştir (Allah’ın rahmetinin bir ihsanıdır). O adam (kendisi), binler arkadaşıyla beraber o hediye-i Kur’aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur’da öyle parçalar var ki, bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yemin ile temin ediyorum ki, Eski Said’in kuvve-i hâfızası (ezber gücü) da beraber olmak şartıyla o on dakika işi on saatte fikrim ile yapamıyorum. O bir saatlik risaleyi, iki gün istidadımla (becerimle), zihnimle yapamıyorum ve o bir günde altı saatlik risale olan Otuzuncu Söz’ü ne ben ve ne de en müdakkik (araştırmacı) dindar feylesoflar altı günde o tahkikatı (araştırmayı) yapamazlar ve hâkeza (ve bunun gibi)...” (Şualar, Sayfa 588)


Bediüzzaman’ın bu sözleri gerçek bir tevazunun nasıl olması gerektiğini anlamamız açısından da çok önemlidir. Çünkü Bediüzzaman dünya tarihinin en değerli eserlerinden birinin ortaya çıkmasına vesile olduğu halde, hiçbir zaman kendisini ön plana çıkarmamış her zaman herşeyin asıl sahibi olan Allah’ı yüceltmiştir.


Sahip olduğumuz herşeyi bize veren Allah, tüm varlık alemini var eden ve idare eden yegane güçtür. Bu gerçeğin iyice düşünülmesi ve kalbe samimi olarak yerleştirilmesi gerçek tevazuya sahip olmanın tek yoludur. Bir ayette şöyle bildirilmiştir:


“O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman “Selam” derler.” (Furkan Suresi, 63)


İslam Alimlerinin Tevazu ile İlgili Sözleri


Kalbin kurtuluşu dört hasletle sağlanabilir. Sadece ALLAH için tevazu etmek, sadece ALLAH’a muhtaç olduğunu hissetmek, sadece ALLAH’tan korkmak ve sadece ALLAH’tan ummak. (Said el-Hırı (r.h.))


Hakikaten akledebilen bir kul, ameliyle nasıl övünebiliyor? Amel yapabilmek ALLAH’ın bir nimetidir. Bu fırsatı ona nasip ettiği için şükür ve tevazu hisleri içinde olması gerekir. (Ebu Süleyman ed-Darani)


Gerçek tevazu O’nun büyüklüğünün müşahedesinden ve sıfatlarının tecellisinden doğandır. (İbn Ataullah İskenderi (k.s.))


Evet dünyalık elde etmekle böbürlenenleri sevmez. Dünya ile sevinenleri de sevmez. Ama Allah, Kendini sevenleri, Kendisine yakın olmak isteyenleri sever. Kavmin (Allah dostlarının) bütün gayesi, ahirette olan işleri çoğaltmaktır. Arzu ve lezzetlere sürükleyecek şeylerden vazgeçmektir. (Abdülkadir Geylani, Kalpleri Aydınlatan Sözler, sf. 47, Derleyen; Şeyh Muhammed Abdülkerim El-Kesnezâni)


Sana Rabbinin kapısını ve O’na varan yolu da göstereyim mi? Üzerinden kibir elbisesini çıkar, tevazu elbisesini giy. (Abdülkadir Geylani, Kalpleri Aydınlatan Sözler, sf. 56, Derleyen; Şeyh Muhammed Abdülkerim El-Kesnezâni)


Peygamber Efendimiz (sav)’in Tevazu ile İlgili Hadisleri


“Allah için mütevazı olanı Allah yüceltir. Böbürleneni Allah alçaltır. Allah’ı çok ananı Allah sever.” (İbn Mace İhya’u Ulum’id-Din Huccetü’l-İslam, İmam Gazali, cilt. 4, s.655)


“Sana Allah korkusunu, doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi, ahde vefayı, yemek yedirmeyi ve mütevazı davranmayı, bol bol selam vermeyi tavsiye ederim.“ (İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din, 3. Cilt, s.304; Ebu Nuaym, el-Hılye’de tahriç etmiştir.)


“...İşte sizin ilahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O’na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver.” (Hac Suresi, 34)


İnsanları kibirden uzaklaştırıp kalplerine gerçek anlamda tevazuyu yerleştirecek olan, herşeyin mutlak sahibinin yalnızca Rabbimiz olduğunu unutmamaktır. Tevazu insanın, içerisinde bulunduğu acizliklerin ve muhtaçlığının gerçek anlamda farkına varması, Allah'ın kudretini gereği gibi takdir edebilmesi ile kazanılır.


Müminler … Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." ("Nisa Suresi, 36) ayetinin hükmü gereği tevazulu ahlaklarında kararlılık gösterir ve güçlü bir imana sahip olurlar.


Alttan almak, karşı tarafın isteklerini ön planda tutmak, her söze ve tavra güzellikle karşılık vermek, müminlerin tevazulu ahlaklarının bir gereğidir. Allah korkusuyla hareket eden müminler, Rabbimiz’in razı olacağı umulan ahlakı göstererek Allah’a ve O’nun yarattıklarına karşı boyun eğici, alçakgönüllü bir ahlak gösterirler.


Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 64. sayı (Ekim 2009) 28. sayfada yayınlanmıştır.



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir