“EVRİM TEORİSİ NEDEN GEÇERSİZ” BAŞLIKLI BİLİM YARIŞMASINDA BÜYÜK ÖDÜL 100.000 YTL’YE ÇIKARILDI!


“EVRİM TEORİSİ NEDEN GEÇERSİZ” BAŞLIKLI BİLİM YARIŞMASINDA
BÜYÜK ÖDÜL 100.000 YTL’YE ÇIKARILDI!

● Bilim Araştırma Vakfı’nın düzenlemekte olduğu “EVRİM TEORİSİ NEDEN GEÇERSİZ” başlıklı bilim yarışması ile ilgili olarak yarışmacı arkadaşlar, Darwinizm’in açmazları çok fazla olduğu için hazırladıkları çalışmaların 15 sayfaya sığmadığı ve vaktin de yetersiz olduğu konusunda haklı taleplerde bulundular.

Bunun üzerine yarışmanın kurallarında değişiklikler yapılmış ve BÜYÜK ÖDÜL DE ARTIRILMIŞTIR.

● Yarışmacılardan kendi el yazılarıyla çalışmalarını A4 ebadında 30 SAYFADAN AZ OLMAYACAK VE 60 SAYFAYI GEÇMEYECEK şekilde hazırlamaları istenmektedir.

İki aşamadan oluşan yarışmanın birinci aşamasında verilecek olan ödül, birinci olan yarışmacı için 25.000 YTL, ikinci olan yarışmacı için 15.000 YTL, üçüncü olan yarışmacı için ise 10.000 YTL’ye çıkarılmıştır.

● Yarışmanın ikinci aşamasında verilecek olan ödül ise, birinci olan yarışmacı için 100.000 YTL, ikinci olan yarışmacı için 50.000 YTL, üçüncü olan yarışmacı için ise 25.000 YTL’ye çıkarılmıştır.

Yarışmanın ilk aşamasında yarışmacılar, aşağıda bazı örnekleri özet olarak verilmiş bulunan evrimin geçersizliğini ispat eden tüm Darwinist açmazlar konusunda, kapsamlı ve doyurucu bilgi içeren çalışmalarını vakfımıza göndereceklerdir. Çalışmalarını gönderen ilk 1000 kişi arasında bir değerlendirme yapılacaktır.

● Yarışmacıların hazırladıkları tezleri posta yoluyla vakıf adresimize ulaştırmaları gerekmektedir. (Çakırağa mah. Katip Müslihittin sok. Sağlam İşhanı No.3 D.12-13 Aksaray/İstanbul) Son gönderim tarihi 18 Ekim 2009 tarihine uzatılmıştır.

Yarışmanın ikinci aşamasında vakfımıza ulaşan bilimsel metinler konunun uzmanı akademisyenler tarafından değerlendirilerek 100 yarışmacı finalde yarışmaya hak kazanacaktır.


● Final yarışması 6 Aralık 2009 Pazar günü, yeri sonradan duyrulacak bir merkezde, seçilen 100 yarışmacının katılımıyla gerçekleştirilecektir. Yarışmacılardan 80 soruluk bir testi cevaplamaları istenecektir.

Sınavda dereceye girenler 27 Aralık 2009 tarihinde yapılacak ödül töreniyle çeklerini teslim alacaklardır.

● Bu organizasyonun amacı, gençlerimizin, insanlığa büyük zararlar vermiş olan Darwinizm konusunda bilinçlenmesini ve bu büyük bilim sahtekarlığına karşı uyanık olmasını sağlamaktır.

EVRİM TEORİSİNİN BAZI AÇMAZLARI

(1) Canlılık tesadüfen meydana gelemez...

Proteinler hem canlı hücrelerinin yapıtaşlarını oluşturan hem de hücre içinde çok çeşitli görevler üstlenen kompleks moleküllerdir. Ortalama bir protein molekülünün tesadüflerle ortaya çıkma ihtimali hesaplandığında “10 üzeri 950’de 1” gibi insanın hayal gücünün ötesinde bir rakam çıkmaktadır. Bu sayı matematiksel olarak pratikte “0 ihtimal” anlamına gelir.

(2) Tek bir tane bile ara fosil yoktur…

Bugüne kadar 250 bin ayrı türe ait yaklaşık 100 milyon fosil çıkarılmasına rağmen bunlardan biri bile Darwinizm’i desteklememektedir. Bulunan fosillerin her biri tam ve eksiksiz canlılara aittir. Oysa evrimcilerin iddiaları gerçek olsaydı bu denli fazla fosilin çok büyük bir bölümü “ara canlılara” ait olmalıydı, oysa bir tane bile yoktur.

(3) “Yaşayan fosiller” evrim masallarına cevaptır...

Yaşayan fosiller, evrim teorisinin 'kademeli gelişim iddiası'nı son derece çarpıcı şekilde yalanlayan kanıtlardır. Bu fosillere “yaşayan fosil” ismi verilmesinin sebebi, yüz milyonlarca yıllık yaşlarına karşın, günümüzde yaşayan örnekleriyle tamamen aynı olmalarıdır. Karıncalardan ağaçlara, yarasalardan köpek balıklarına kadar çok çeşitli türlere ait yaşayan fosiller mevcuttur. Bu durum, doğa tarihi boyunca hiçbir evrimleşme yaşanmadığının kesin bir belgesidir.

(4) DNA’daki akılalmaz bilgi…

Bir insanın dış görünümünden iç organlarının yapılarına kadar bütün özelliklerinin bilgisi DNA'nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. Eğer DNA'daki bu genetik bilgiyi kağıda dökmeye kalksak, yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekir. Ama bu akılalmaz hacimdeki bilgi, DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında şifrelenmiştir. DNA’nın tesadüflerle ortaya çıkamayacağı kesin bir gerçektir.

(5) İndirgenemez kompleksliğe sahip organlar...

İndirgenemez komplekslik, evrim teorisinin temelindeki kademeli gelişim iddiasını geçersiz kılan bir özelliktir. Örneğin göz ve kanatlarda indirgenemez komplekslik özelliği mevcuttur. Biraraya gelerek gözü oluşturan gözyaşı bezi, retina, iris gibi yapıların aşamalarla teker teker oluşmaları mümkün değildir. Çünkü gözü oluşturan tüm parçalar ancak eksiksiz olduğunda görme gerçekleşecektir. Aynı şey kanatlar için de geçerlidir.

(6) Tüm canlı çeşitliliği 530 milyon yıl önce yeryüzünde aniden belirmiştir…

Canlılardaki ana beden yapılarının (yumuşakçalar, kordalılar vb. kategoriler) neredeyse tamamı, günümüzden yaklaşık 530 milyon yıl önce Kambriyen Dönemi’nde ortaya çıkmıştır. Kambriyen öncesinde sadece bir-iki ana kategori varken, Kambriyen’de 50’den fazla ana kategori, dünyanın çeşitli bölgelerinde aniden ortaya çıkmıştır. Kambriyen öncesi canlılar sade bir beden yapısındayken, Kambriyen’dekiler bunlarla kıyas edilemeyecek derecede komplekstir. Örneğin bu devirde ortaya çıkmış olan trilobitlerin sahip oldukları gözler ile bugünkü canlıların göz yapıları arasında hiçbir fark yoktur.

(7) Sürüngenler kuşların atası değildir...

Evrimciler artık Archaeopteryx’i sürüngenlerle kuşlar arasında ara form olarak gösterememektedirler. Bu fosil üzerinde yapılan incelemeler, bu canlının bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu göstermektedir. Güçlü uçuş kaslarının olduğunu kanıtlayan göğüs kemiğinin varlığı ve günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, bu canlının mükemmel olarak uçabildiğini göstermektedir.

(8) Balıklar karaya çıkmamışlardır...

Evrimciler bir zamanlar sudan karaya geçiş hikayesine delil olarak Cœlecanth isimli balığın fosillerini delil gösterirlerdi. Coelecanth o dönemde balıklar ve amfibiyenler arasında yaşamış bir ara canlı zannedildi. Ancak 1938’de Hint Okyanusu’nda Coelecanth'ın "canlı" bir örneği bulundu. Ardından günümüze kadar 200’den fazla örneği yakalandı. Canlı Coelecanth’lar üzerindeki incelemeler, bunun kusursuz yapıda bir balık olduğunu, daha önce fosilleri üzerinde yapılan yorumların tamamen hatalı olduğunu ortaya koydu.

(9) Mutasyonlar yeni türler oluşturmaz...

Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Dolayısıyla bu molekül üzerinde oluşan herhangi rastgele bir etki ona ancak zarar verir. Mutasyonlar çoğu zaman hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasarlara, sakatlıklara ve hatta ölümlere sebep olurlar. Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil facialarına maruz kalmış insanlar bunun canlı göstergeleridir. Mutasyonların evrimsel bir mekanizma olduğunun iddia edilmesi evrim teorisinin içinde bulunduğu çıkmazın bir kanıtıdır.

(10) Doğal seleksiyon evrime yol açmaz…

Doğal seleksiyon, güçlü ve çevre şartlarına uygun yapıdaki canlıların hayatta kalışını ifade eder. Ancak bu durum yeni türler ortaya çıkarmaz. Örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında olan bir zebra sürüsü içinde, hızlı kaçabilen zebralar hayatta kalacak, zebra sürüsü zamanla daha hızlı koşabilen zebralardan meydana gelecektir. Ancak bu süreç sınırlıdır ve zebraları bir başka canlı türüne dönüştürmeyecektir. Çünkü zebraların iskelet kas yapısı ve fizyolojisi DNA’larında kayıtlıdır ve yırtıcılarla olan mücadele bu bilgiyi değiştiremez, zebraya yeni genetik bilgi kazandıramaz.

(11) İnsan evrim geçirmemiş, insan olarak yaratılmıştır...

İnsanın soy ağacının sadece evrimcilerin hayalgücü doğrultusunda kurgulanan bir şema olduğu ortaya çıkmıştır. Evrimciler insanın, sırasıyla "Australopithecines > Homo habilis > Homo erectus> Homo sapiens" canlılarından kademeli olarak türediğini öne sürmüşlerdir. Bu sıralamadaki canlıların her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini vermişlerdir. Oysa evrimcilerin birbirlerinin atası olarak gösterdikleri bu canlılar gerçekte yanyana bulunmakta, bu da insanın hayali soyağacını yıkmaktadır. Paleoantropologların son bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve Homo Erectus'un dünyanın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.

(12) İnsanın hayali evrimi için öne sürülen tüm kafatası fosilleri sahtedir...

Sahte evrime delil olarak öne sürülen fosillerin tümü ya maymuna ya da insana aittir. Bu canlıların hiçbiri ara form özelliği göstermemektedir. Darwinistlerin fosiller üzerinde yaptıkları kategorilendirmeler, soyu tükenmiş maymun ya da insan fosillerini ve bu fosiller üzerinde yapılmış spekülasyonları temel alır. Gerçekte, Australopitecus ve Homo habilis olarak sınıflandırılan canlıların tümü soyu tükenmiş maymun, Homo erectus ve Homo Neandertalensis olarak sınıflandırılan canlıların tümü de soyu tükenmiş insandır.

(13) Evrim tarihi sahtekarlıklarla doludur...

Darwinistler, tek bir tane bile ara fosil olmadığı gerçeğini ilan etmek yerine, çözümü sahte fosiller üretmekte bulmuşlardır. Tüm insanlığı aldatabilmek için bu sahte fosilleri, dünyanın en büyük müzelerinde sergilemişlerdir. İnsan kafatasına orangutan çenesinin yapıştırılmasıyla oluşturulmuş ve British Museum’da 40 yıl sergilenmiş Piltdown Adamı, tek bir domuz dişinden ailesi resmedilen Nebraska adamı, farklı canlıların kemiklerinin birbirine yapıştırılmasıyla oluşturulmuş olan ve National Geographic Müzesinde sergilenen sahte tüylü dinozor Archaeoraptor, Haeckel’in sahte embriyo çizimleri, ağaç kütüğüne tutkalla yapıştırılan sanayi devrimi kelebekleri, farklı dönemlerde farklı yerlerde yaşamış birbiriyle ilgisiz canlıların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş olan ve hala İngiltere Doğa Tarihi müzesinde sergilenen sahte atın evrimi senaryosu bunlardan en ünlüleridir.

(14) Darwinistler çözümü tek bir ara fosil elde edemedikleri fosil kayıtlarını saklamakta bulmuşlardır...

Darwinistler fosilleri saklarlar. Bunun nedeni, milyonlarca örneğin bulunduğu fosil kayıtlarında evrimi destekleyen TEK BİR TANE BİLE fosil bulunmayışıdır. Tüm canlı çeşitliliğinin, hiçbir evrimsel ataları olmaksızın yaklaşık 530 milyon yıl önce aniden ortaya çıktığını ilan eden Kambriyen fosilleri, evrimci bir bilim adamı tarafından tam 70 yıl saklanmıştır. 65 yıllık en eski papağan fosili, günümüz papağanlarından farksız olduğu ve evrimi reddettiği için 40 yıl saklanmıştır. Şu an halen, yeraltından çıkarılmış bulunan ve canlıların mükemmel kompleks görünümleriyle yaratıldıklarını ve değişmediklerini gösteren 100 milyon fosil Darwinistler tarafından saklanmaktadır.

(15) Hücrenin Kompleksliği Darwin’in Evrim Teorisine Büyük Bir Darbedir...

Hücre, Darwin’in yaşadığı dönemde hayal edemeyeceği kadar kompleks ve mükemmel yapıda bir mucizedir. Hücrenin içinde enerji üreten santrallerden, protein üreten fabrikalara, hammaddeleri taşıyan kargo sisteminden DNA'yı tercüme eden şifre çözücülere, haberleşme sistemine kadar birçok yapı, kusursuz bir organizasyon içinde sürekli faaliyet halindedir ve henüz bunların çok az bir kısmı anlaşılabilmiştir. Tek bir hücreyi oluşturan yüzlerce proteinden tek bir tanesinin bile tesadüfen oluşamayacağı gerçeği dikkate alındığında, Darwinistlerin hayali ilk hücre iddialarının bir aldatmacadan oluştuğu daha iyi anlaşılmaktadır.

(16) Darwinistlerin Körelmiş Organlar İddiası Bir Aldatmacadır...

Darwinist kaynaklar, canlılardaki bazı organların işlevsiz olduğunu ileri sürmüşler ve bu organların o canlıların hayali atalarından miras kalmış olduğunu iddia etmişlerdir. Örneğin insan vücudundaki apendiks veya kuyruk sokumu gibi bölümler yıllarca Darwinistler tarafından körelmiş organ sayılmıştır. Fakat gelişen bilim, bu çürük Darwinist iddiayı tamamen ortadan kaldırmış durumdadır. Körelmiş organ olarak nitelendirilen yapıların tümünün bugün işlevlerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, evrimcilerin öne sürdükleri "hurda DNA" kavramı, yani DNA'nın büyük bölümünün işe yaramaz olduğu iddiası da yapılan yeni keşiflerle çürütülmüştür. DNA’nın söz konusu parçalarının vücutta önemli işlevlerinin olduğu ortaya çıkmıştır.

(17) Maddenin yalnızca görüntüsü ile muhatap olduğumuz gerçeği Darwinist felsefeyi ortadan kaldırır...

Yüzyılımızda bilimsel olarak da kanıtlanmış olan gerçek, maddenin dışarıdaki aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığımız gerçeğidir. Bize yalnızca duyularımız vesilesiyle elektrik sinyalleri ulaşır ve beynimizde bizim için oluşan görüntü bu elektrik sinyallerinden ibarettir. Fakat bizler, son derece renkli, hareketli, canlı, üç boyutlu ve kusursuz netlikte olan görüntüler görür, mükemmel netlikte sesler duyar, kusursuz bir dış dünya algılarız. Fakat bunlar yalnızca birer algıdan ibarettir. Bütün bunları algılayan, gören, düşünen, anlayan, idrak eden, sevinen, neşelenen, özleyen ise Allah’ın insana bahşettiği ruhtur. Bu büyük gerçek, her şeyin maddeden ibaret olduğu iddiasında olan materyalist ve Darwinist mantığı tümüyle ortadan kaldırmıştır.


mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

İnsanların Çoğunluğuna Uyma Psikolojisi


Allah dünyada imtihan olmaları için bir çok insan yaratmıştır. Bu insanların bir kısmı iman eder çoğu ise iman etmekte diretirler. Fakat Allah bu çoğunluğun insanları yanıltmaması gerektiğini "Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar..."( En’am Suresi, 116) ayetiyle bildirmektedir.

Allah "Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır." ( A’raf Suresi, 179) ayetinde de cehennem için çok sayıda kişi yarattığını bildirmektedir. Dolayısıyla inkar edenlerin sayısının çok olması insanları gevşekliğe sürüklememelidir. Çünkü bu insanların çoğu cehennem için yaratılmış olabilirler. (Doğrusunu Allah bilir)

Cehennem için yaratılan insanların ayette tarif edilen özellikleri, onların müminlerle arasındaki farkı da ortaya koymaktadır. İnkar edenler adeta ruhsuz gibidirler. ‘Gözleri görmez’, yani Allah’ın kusursuz sanatını idrak edemezler, ‘kulakları duymaz’ yani imana davet edildikleri halde kalplerinde bir etki oluşmaz. Allah inkar edenlerin ruhlarının katılığını bir başka ayette şu şekilde bildirmektedir:

"Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır..."(Bakara Suresi, 74)

Müminlerin ise Allah’a olan saygı dolu korkuları ayette bildirilen ‘Allah korkusuyla yuvarlanan taşlar’ örneğinde olduğu gibi çok güçlüdür. Çoğu insana uyarak değil sadece Allah’ın varlığını düşünerek, Allah rızası için Kuran’a uyarak yaşarlar. Dolayısıyla vicdanları son derece açıktır. Kuran’a uygun ahlak göstermelerinden ötürü Allah kalplerinde çok derin sevgi ve çoşku yaratır. Allah’ın yarattığı güzellikleri görüp takdir edebilecekleri ‘gözleri’ ve Allah sevgilerinin artmasına vesile olacak ‘kalpleri’ vardır. Allah’a tek başlarına hesap vereceklerinin şuurunda oldukları için her anlarını Allah’ın hoşnutluğunu arayarak geçirirler.


mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Gizlenen Kara Klanın Sinsi Taktiklerinden Biri: Komplo

İnkarcıların iman edenlerin aleyhinde komplolar kurdukları Kuran'da bildirilen bir gerçektir. Allah Kuran'da inkarcıların komplocu karakterlerine dikkat çekmiştir. Pek çok ayette insanları Allah'tan ve din ahlakından uzaklaştırmak için tuzaklar kurup planlar yaptıkları haber verilmiştir. Allah, Enam Suresi'nin 123. ayetinde şöyle buyurmuştur:

”Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar.”(Enam Suresi, 123)

Allah Kuran'da, "Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz." (Müminun Suresi, 67) ayetiyle inkarcıların geceleri yaptıkları gizli toplantılara dikkat çekmiş ve bu toplantılarda iman edenler aleyhine çeşitli komplolar planlandığını, tuzaklar kurulduğunu bildirmiştir.^ Gizli toplantıların çoğunda hayır olmadığı ve bu toplantılarda genellikle huzuru ve düzeni bozacak ve insanlara zarar verecek girişimlerin konuşulduğu Allah'ın bildirdiği bir başka gerçektir. (Nisa Suresi, 114; Mücadele Suresi, 9-10) İnkarcıların gizli gece toplantılarını tercih etmelerinin nedenlerinden birisi ise, gecenin karanlığının yaptıklarını örtüp gizleyeceğini düşünmeleri, böylece deşifre olma ihtimallerinin daha az olduğuna inanmalarıdır. Oysa bu toplantıları yapanlar gecenin en karanlık saatini de seçseler, hiç kimsenin bilmediği en ücra ve gizli mekanlarda da buluşsalar, Allah onların yaptıkları planı en ince ayrıntısına kadar bilendir. Ve onlar insanların aleyhine bir tuzak kurarlarken, Allah da onların tuzaklarını altüst edecek kusursuz bir plan kurmaktadır. Allah bir ayette şöyle bildirmiştir:

”Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır.” (Nisa Suresi, 108)

Komplo kurmak kara klanın en başarılı olduğu ve "tehlike gördüğü" anlarda en sık başvurduğu yöntemlerdendir. Düzenledikleri gizli toplantılarda kendileri ve sistemleri için oluşabilecek tehlikeleri bertaraf etmek için ince planlar kurarlar. Kurdukları tuzağın eksiksiz olarak işlemesi için gerekli gördükleri tüm tedbirleri alırlar. Komplolarının hedefe ulaşabilmesi için gerektiğinde suni ve sahte deliller oluşturabilir, yalancı şahitler aracılığı ile akıl almaz senaryoları hayata geçirebilirler. Bu amaçla kullanılabilecek kişileri bulmak klan liderleri için hiç zor değildir. Çünkü klan içinde, ihtiyaç olduğunda kullanılmak üzere yeterince insan barındırılmaktadır.

Geçmişte yaşamış olan müminlerin hayatlarında, kara klanın kendileri aleyhine kurdukları komploların pek çok örneği vardır. Müşrikler, Peygamber Efendimiz (sav)'i yurdundan çıkarmış ve hayatına kasteden tuzaklar kurmuş; Hz. İbrahim'in toplumu onu ateşe atmış; Firavun Hz. Musa'yı çeşitli tehditlerle yıldırmaya çalışmıştır. İnkarcıların, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) aleyhinde kurdukları tuzakları Allah bize Kuran'da şöyle haber vermektedir:

”Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.” (Enfal Suresi, 30)

Kuşkusuz geçmişte olduğu gibi günümüzde de iman edenler, Allah yolunda çaba gösterenler, din düşmanı ideolojiler ile fikri alanda mücadele yürütenler inkarcıların çeşitli komploları ile karşı karşıya kalabilirler. İman edenlerin çeşitli denemelerden geçirilecekleri Allah'ın bir vaadidir. Geçmişte müminler için nasıl tuzaklar kurulduysa bunların bir benzeri bugün de kurulabilir. Bunlar samimi olarak Allah'a iman eden kimseler için büyük bir hayır ve güzel bir müjdedir. Dolayısıyla müminler kara klanın faaliyetlerini de bu bakış açısıyla değerlendirirler. Üstelik iman edenler, insanların en gizli olduğunu sandıkları anlarda dahi, Allah'ın kendilerine şahit olduğunun ve Allah'ın bilgisi dışında kimsenin kimseye komplo kuramayacağının, plan yapamayacağının ve bu planları hayata geçiremeyeceğinin bilincindedirler. Allah bir ayette herşeyden haberdar olduğunu şöyle bildirmektedir:

”Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir.” (Mücadele Suresi, 7)

Bir Klan Örneği: Semud Kavminin Dokuzlu Çetesi

Dokuzlu çete olarak Kuran'da bildirilen grup, klan yapılaşmasının önemli örneklerinden biridir. Allah, Hz. Salih Peygamber'in döneminde yaşamış olan bu klanın yaptığı plana ve Hz. Salih aleyhinde kurduğu tuzağa dikkat çekmiştir. Bu grubun üyelerinin en önemli özelliği kötülük ve bozgunculukta iş birliği yapmalarıdır. Hz. Salih, içinde yaşadığı toplumu Allah'a iman etmeye, Allah'ın emirlerine uymaya ve O'nun sınırlarını korumaya defalarca davet etmiştir. Ancak onlar bu çağrılara uymamışlar, üstelik Hz. Salih'e karşı son derece saldırgan bir tutum sergilemişlerdir. Hz. Salih'in din ahlakını yaymak için gösterdiği çabanın, kendi menfaatlerini zedeleyeceğini düşündükleri için de Hz. Salih'e karşı planlar yapmışlardır. Tuzak kurucuların başında ise, dönemin kara klanlarından 'dokuzlu çete' gelmektedir. Dokuzlu çetenin kurduğu tuzak, Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

”Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim."(Neml Suresi, 48-49)

Dokuzlu çetenin Hz. Salih'e karşı tuzak hazırlarken buna dair "Allah adına" and içmeleri çok dikkat çekici bir durumdur. Ayetteki bu ifade, çete üyelerinin kendilerini, kendi çarpık mantıkları içinde dindar gördüklerini veya en azından dindar gözüken bir üslup kullandıklarını göstermektedir. Bu gerçek günümüzde de kara klanın üyelerinin kimi zaman dindarlık iddiasında bulunabileceğini, hatta iman edenlere karşı yaptıkları saldırılarda sahte bir dindar söylem kullanabileceklerine işaret olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Dokuzlu çetenin kurduğu hileli düzen, tarih boyunca iman edenlere kurulan tüm tuzaklarla aynı akıbete uğramıştır. Yüce Allah, kurmakta oldukları bu tuzağı onların aleyhine çevirmiştir. Bu durum tarih boyunca hiçbir klanın planlarında başarıya ulaşamadığının, bundan sonra da ulaşamayacaklarının önemli delillerinden biridir. Allah onlara verdiği karşılığı şöyle haber vermektedir:

”Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli-düzenin uğradığı sona bir bak; Biz, onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik. İşte, zulmetmeleri dolayısıyla enkaza dönüşmüş ıpıssız evleri. Şüphesiz bilen bir kavim için bunda bir ayet vardır.” (Neml Suresi, 50-52)

Bu makale, Önce Vatan gazetesinde 07 Kasım 2008 tarihinde yayınlanmıştır.

http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/11513



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Üniversitelerde Söylenemeyen Yasaklar

Üniversitelerde Söylenemeyen YasaklarYüzyıllar boyunca biyoloji, fizik, kimya, biyokimya ve bunlar gibi hemen her bilim dalında çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bunlar zaman içinde bilimsel verilerle doğrulanır veya yanlışlanır. Bilimsel teoriler bu şekilde bilimsel gelişmelere yön verir.

Fakat konu evrim teorisi olduğunda, bu teori ile ilgili olarak bütün kurallar farklıdır. Teori, bilimsel veriler üzerine bina edilmemiştir. Çarpık bir ideoloji üstüne kurulmuştur. Canlıları Allah’ın yarattığını kabul etmek istemeyenler Yaratılış gerçeğine kendi istekleri doğrultusunda bir alternatif getirmeye çalışmışlardır. Bir başka deyişle Darwinizm, evrimcilerin, Allah’ı inkar etmek için seçtikleri düzmece bir dindir.

İşte bu nedenle Darwinizm’in kabulü ve yaygınlaştırılmasındaki yöntemler her zaman gerçek bilimsel teorilerden ve bilimsel gelişmelerden farklı olmuştur. Evrim teorisini şimdiye dek tek bir bilimsel bulgu bile desteklememiştir. Teori, tam anlamıyla delilsizdir. Darwinizm’in sahte mekanizmalarının evrimleştirdiğine dair tek bir deneysel bulgu elde edilememiştir. Tam tersine elde edilen tüm bilimsel bulgular sonucunda Darwinizm tekrar tekrar yalanlanmıştır. Gelişen bilim ve eklenen fosil kayıtları halen bu teoriyi çürütmeye devam etmektedir.

Buna rağmen evrim teorisi, bütün dünyanın himayesinde yürütülmektedir. Başka hiçbir bilimsel teori, hiçbir ideolojik akım bu şekilde değildir. Hiçbiri dünyanın himayesinde koruma altına alınmamıştır, kanunlarla resmi olarak muhafaza edilmemektedir. Dileyen faşizmi, kapitalizmi eleştirebilir, tüm ideolojiler hakkında fikrini söyleyebilir, aleyhte görüş bildirebilir. Fakat Darwinizm için böyle bir şey yapabilmek mümkün değildir. Darwinizm’e herhangi bir şekilde eleştiri getirenler derhal görevlerinden alınırlar, görüşlerini bildirmeleri acilen engellenir. Kendi üniversitesinde neredeyse 20-30 yıl emek vermiş olan profesörler, Darwinizm’i eleştirdikleri an birdenbire işlerinden atılırlar. Bir devlet görevlisi, anti Darwinist olduğu anlaşıldığı anda gerekçesiz olarak işinden olur. Ders veren bir biyoloji öğretmeni evrim teorisine karşı olduğunu ne yakın çevresine ne de öğrencilerine söyleyemez. Çünkü söylediği takdirde bütün kariyerinin sona ereceğini bilir. Bu sıkı yönetim o kadar istikrarla uygulanmakta ve o kadar iyi bilinmektedir ki, Darwinizm aleyhine laf söylemek adeta suçtur. Kimse buna cesaret edemez.

İşte bu dev hegemonya nedeniyle şu anda bütün dünyada, açıkça ortada olan evrim açmazları ve Darwinist sahtekarlıklar hiçbir şekilde yüksek sesle söylenememektedir. Bunlar, üniversitelerde söylenemeyen yasaklardır! Tek bir tane bile ara fosil olmadığı söylenememektedir. Tek bir proteinin tesadüfen meydana gelmesinin matematiksel olarak imkansız olduğu ve bunun bilimsel bir gerçek olduğu söylenememektedir. Evrimi reddeden 100 milyondan fazla yaşayan fosil olduğu söylenememektedir. Yaşayan fosiller bulundukları an hasıraltı edilmekte, yok sayılmaktadır. Darwinizm adına sayısız sahtekarlık yapıldığı ve sahtekarlık anlaşılınca fosillerin alelacele müzelerden çıkarıldığı söylenememektedir. Darwinizm’in son 150 yıldır bütün dünyayı aldatan bir yalan olduğu söylenememektedir.

Çünkü Darwinizm sahte bir dindir ve bu sahte din, devletlerin himayesinde koruma altına alınmıştır.

Bu karanlık dinin büyüsünü ise ilk defa olarak Harun Yahya’nın muhteşem eseri Yaratılış Atlası bozmuştur. Bu eser, şimdiye kadar kimsenin dile getirip söylemeye cesaret edemediklerini ortaya dökmüş, Darwinizm’in nasıl büyük bir yalan olduğunu tüm delilleriyle bütün dünyaya anlatmıştır. Dünyada internet yoluyla da herkese ulaşmış ve evrim teorisini destekleyen tek bir tane bile ara fosil yokken, evrim teorisini yalanlayan 100 milyondan fazla fosilin olduğunu herkese haber vermiştir. Bu fosillerin tümünü bütün detaylarıyla sergilemiş, demagojiden uzak kesin delillerle insanlara evrim teorisinin büyük bir yalan olduğunu kanıtlamıştır. 1.5 asırdır söylenemeyenler söylenmiş, dünyanın himayesindeki bu karanlık dinin insanları sindirme yöntemleri bir anda geçersiz kılınmış, tüm yalanlar bir bir ortaya dökülmüştür. Şu anda dünyada yaşanan Darwinist paniğin nedeni budur.

Evrimciler, tüm dünyaya hükmeden, geleceğe yönelik bir aldatma planı kurmuşlardır. Bütün dünyayı hakimiyetleri altına aldıklarından bu planın mutlaka en kusursuz şekilde işleyeceğini zannetmişlerdir. Oysa onlar, düzen kurucuların en hayırlısı olan Allah’ın, tüm şeytani tuzakları yıkıma uğratıp yok edeceğini bilmemektedirler. Allah, batıl olan bu dini yerle bir etmiştir. Şimdi artık istedikleri yalanı uydursunlar, Allah’ın izniyle Darwinizm’in yeniden insanları aldatabilmesi mümkün değildir.

Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)

http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/11484


mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

EKONOMİK KRİZİN ÇÖZÜMÜ


Son dönemlerde Amerika başta olmak üzere gelişmiş Avrupa ülkelerinde cereyan eden ekonomik kriz sonucunda piyasalarda başgösteren durum, bir kısım yabancı basın organlarında “Darwinizm maliyesi – bankaların güçlü olanının ayakta kalması” şeklinde yorumlanmıştır. Bazı basın organlarında ise şu anda söz konusu ülkelerinin pazarını “Darwinizm’in idare ettiği” iddia edilmiştir.


Bu yakıştırma, Darwinist düşünceye temel alınmış olan “güçlü olanın zayıf olanı yenmesi” kavramı sebebiyledir. Oysa güçlü olanın zayıfı ezmesi kavramı, Darwin’in söylemesiyle var olmuş bir kavram değildir. Bu kavramı var eden Darwinizm değildir. Dolayısıyla piyasalarda güçlü bankaların ayakta kalmasıyla, hayali bir Darwinist kavram haklı çıkmamış, bu durum Darwinizm’e bir örnek teşkil etmemiştir.


Güçlü olanın zayıfı yenmesi teknik anlamda gerçektir. Buldozerle balta elbette ki bir değildir. Güçlü bir makine zayıf bir makineyi parçalar kuşkusuz. Ama bu yalnızca teknikte böyledir. Ancak yanlış olan bunu bir ahlak kaidesi haline getirmek, “eğer güçlüyse ayakta kalmalı, mutlaka haklı olmalı” mantığıyla hareket etmektir. “Güçlü olanın mutlaka zayıfı yenip yok etmesi gerekir” düşüncesiyle hareket etmek büyük bir yanılgıdır, bir felaket habercisidir.


Güçlü olanın zayıfı ezmesi anlayışı, Darwinizm’de bir ahlak kaidesi haline getirilmiştir. İşte bu nedenle Darwinist zihniyetin etkisi altındaki toplumlar içinde kitle katliamları, cinayetler, terör ve kargaşa, huzursuzluklar, gerginlikler sürekli olarak hakim olmuştur. Darwinizm’in etkisi ile zayıfı yok etmek, doğadaki dengenin korunması adına gerekli görülmüş, komünist ve faşist toplumlar bu sebeple kitleleri katletmekte sakınca görmemişlerdir. Sosyal Darwinizm; Marks, Lenin, Mao gibi komünistlerin, Hitler gibi faşistlerin en büyük fikri temelini oluşturmuştur.


Oysa Allah’tan korkan vicdanlı toplumlarda, güçlü olan daima zayıf olana yardım eder, onun korunması için çaba harcar, onun güçlenmesi için imkanlarını seferber eder. Normal şartlarda insanın fıtratına uygun olan budur. Allah korkusunun, imanın, aklın, vicdanın gerektirdiği ahlak özelliği daima güçsüz olana sahip çıkmayı gerektirir. Toplumlar ancak bu ahlak ile kalkınır, güçlenir, barış ve huzur içinde yaşayabilirler.


Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:


Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)


Mali Krizin Sebepleri:


1. Faiz


Dünya çapında gerçekleşen mali krizin birinci sebebi faiz sistemidir. Yüce Rabbimiz’in haram kıldığı faiz sistemi, sırf menfaate dayalı toplumlar içinde cazip gösterildiği için pervasızca uygulanmış ve insanlar bundan zarar görmeyeceklerini, hatta mutlaka yarar elde edeceklerini düşünmüşlerdir. Faiz sistemi özendirici bir görünüm altında insanlara sunulduğundan, insanlar üretim veya yatırıma yönelmektense, paralarını bankaya yatırmaya teşvik edilmişlerdir. İnsanların paralarını bankalarda, yastık altlarında veya kasalarda sakladıkları bir sistem içinde ise üretim olmadığı, piyasalarda para döngüsü gerçekleşmediği için, pahalılık, enflasyon, ekonomik çöküş gibi mali sıkıntıların oluşması elbette beklenen sonuçtur. Nitekim söz konusu küresel mali krizde de bu durum yaşanmış, üretimin durması, para döngüsünün olmaması, paraların faiz için bankalarda tutulması ekonomiyi çökertmiştir.


Oysa Cenab-ı Allah ayetlerinde faizden kaçınmayı öğütlemiş ve faizin getireceği belaları kullarına haber vermiştir:


Ey iman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah'tan sakının, umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 130)


Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.


Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 275-276)


2. Tevekkülsüzlük


Mali krizin ikinci en büyük sebebi ise tevekkülsüzlüktür. Yani insanların, malın ve paranın, tüm mülkün Sahibi olan Allah’tan geleceğini unutmaları, panik içinde gelecek kaygısına düşmeleri, Allah’a sığındıkları sürece Allah’ın kendilerini en güzele ileteceğini düşünmemeleridir. Rabbimiz olan Allah, Kendisine dayanıp güvendikleri sürece bir topluluğa mutlaka icabet edeceğini, onları mutlaka koruyacağını ve dilediği taktirde Kendi Katından onları zengin edeceğini vaad etmiştir. Fakat insanların bir kısmı, ellerindeki paranın ve malın üstün bir gücü olduğuna inanır ve geleceklerini de bu mal ve para ile koruma ve garanti altına alabileceklerini düşünürler. Bu sebeple ellerindeki malı korumak adına sıkıntı, kaygı ve derin bir endişe içinde hareket ederler. Bu endişenin sonucunda yine malı saklar, geleceklerini, sakladıkları bu paranın kurtaracağına inanırlar. Gerçek yardımın Allah’tan geleceğini unuturlar. Allah’a tevekkül ettikleri taktirde mutlaka bolluk ve refaha kavuşacaklarını düşünmezler. Bunun karşılığında yine, saklanan para harekete geçmediği ve gelecek endişesi ile boş yere muhafaza edildiği için mali kriz başgösterir.


Oysa tüm mülk Rabbimiz’e aittir. Tüm yardım O’ndan gelir. Rabbimiz’in izni olmadan, saklanan para hiçkimseye hiçbir fayda getirmeyecektir. İnsanı şimdi de gelecekte de koruyacak olan sakladığı para değil, yalnızda Rabbimiz’in yardımıdır. Allah bunu ayetinde haber vermiştir.


Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Al-i İmran Suresi, 160)


Pek çok insanın hırsla mallarını yığıp biriktirmelerinin en önemli sebeplerinden biri de şeytanın telkin ettiği "fakirlik korkusu" diğer bir deyişle, gelecek endişesidir. Katıksızca iman etmeyenler, sürekli gelecekte başlarına olumsuz bir şey gelmesinden; parasız kalmaktan, tek başına yaşlanmaktan, muhtaç duruma düşmekten, iflas etmekten vs korkarak endişe içinde yaşarlar. Bu nedenle hayatlarının neredeyse her anı dünyadaki geleceklerine yönelik kişisel yatırımlarla ve planlarla geçer.


Dünya için bu kadar endişe eden ve plan yapan bu kimseler, apaçık bir gerçek olan ahiret günü için ise hemen hemen hiçbir hazırlık yapmazlar. Her gün dünyayı düşünürken, neredeyse bir kere bile hesap gününü düşünmezler. Allah Kuran'da, tam anlamıyla iman etmeyenlerin şeytan tarafından gelecek endişesine kaptırıldıklarını şu şekilde haber vermiştir:

Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaat ediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)


3. Biriktirme Hırsı ve Cimrilik


Gelecek kaygısı ve mal sevgisi nedeniyle parayı ve malı biriktirme hırsıyla hareket eden bir kısım insanlar, ellerindekini harcamak istemez, cimrilik ederler. Bu insanların politikaları genellikle zayıfın gitgide zayıflayıp yok olması, kendilerinin ise biriktirip güçlenerek zengin olmaları üzerine kuruludur. İşte bu nedenle, yoksulu sömürmekten çekinmez, sadaka vermez, cömert davranamaz, kendisi için bile harcayamaz, yalnızca bilinmeyen bir vakit için sürekli olarak biriktirirler. Oysa genellikle beklettikleri ve faiz ile kar getireceğini düşündükleri bu para, üretim hiç yapılmadığından artan enflasyonun hızına yetişemez ve değerini yitirir. Bekleyen bu paranın hiçbir zaman bereketi olmamıştır. Cimrilik nedeniyle piyasaya dahil edilemeyen para, daima durgun bir üretim ile karşılık görmüştür.


Oysa insanlar Allah’ın emrine uyup cömert davransalar, hiç beklemedikleri bir bollukla karşılaşacaklardır. Yüce Allah, faizi artırmayacağını, fakat Allah rızası için verilen sadakanın ise dünyada ve ahirette büyük bir kazanç ile karşılık göreceğini ayetinde belirtmiştir:


İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır. (Rum Suresi, 39)


Çözüm, Kuran Ahlakına Göre Davranmaktır


Faiz üzerine kurulu bir mali sistem olmadığında, insanlar paralarını cimrilik edip saklamadıklarında, cömert olup üretime yöneldiklerinde, ellerindeki parayı hareketlendirdiklerinde, sadaka verdiklerinde ve en önemlisi kendilerine mal ve zenginliği verecek olanın Yüce Rabbimiz Allah olduğuna kalpten inanarak O’na tevekkül ettiklerinde böyle bir mali krizin gerçekleşmesi imkansızdır. Böyle bir sistem içinde insanların yoksullaşması mümkün olmaz. Zenginler fakirlere yardım ettiklerinde, onların da alım gücü olacaktır. Bu üretimi gerektirecektir. Üretim arttığında ve insanların da alım gücü olduğunda fabrikalar işleyecek, satış yüksek oranda artacaktır. Piyasa bir anda hareketlenecek, bankalarda ve yastık altlarında saklı tutulan ve hiçkimseye fayda getirmeyen paralar piyasaya dahil edilmiş olacaktır. Yoksul halk zenginleşecek, zengin halk daha da zenginleşecektir. Saklanan paraların ortaya çıkmasının bereketi elbette ki çok büyük olacaktır. Bu, tüm dünyada, tüm ülkelerin sorunlarını kesin olarak ortadan kaldıracak yegane çözümdür.


Kuşkusuz ki bu çözüm, krizin ortadan kalkması için tek ve en mantıklı yoldur. Fakat her şeyin ötesinde bu çözüm, Kuran ahlakına uygun olan çözümdür. Kuran ahlakına göre hareket edildiğinde, Allah’ın yardımı ve icabeti kuşkusuz ki büyük olacaktır. Allah Kuran ahlakına göre hareket etmenin bereketini insanlara gösterecektir. Yüce Rabbimiz, ayetinde kullarına vadetmiştir:


Gerçek şu ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir borç verenler; onlar için kat kat arttırılır ve 'kerim (üstün ve onurlu)' olan ecir de onlarındır. (Hadid Suresi, 18)


Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin çıkışının alametleri çok detaylı olarak belirtilmiştir. Bu alametlerin neredeyse hepsi, Hicri 1400 (1979)'ün başından beri ardı ardına ortaya çıkmaktadır. Peygamberimiz (sav), Fırat'ın suyunun kesileceğini, Ramazan ayında Ay ve Güneş tutulması olacağını, Irak'ın ve Afganistan'ın işgal edileceğini, gökyüzünde olağanüstü olaylar yaşanacağını, büyük depremler olacağını, birbirini takip eden fitneler meydana geleceğini, anarşi ve kargaşanın artacağını, sosyal bozulmaların yaşanacağını haber vermiştir ve bunların her biri gerçekleşmiştir. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği Hz. Mehdi'nin zuhur alametlerinden biri de, ekonomik sıkıntıların artması ve büyük bir ekonomik durgunluk yaşanmasıdır. Hz. Muhammed (sav), ahir zamanda ticaretin durgunlaşacağını, herkesin az kazançtan şikayet edeceğini, hayat pahalılığının artacağını, kısaca ciddi ekonomik bunalımlar yaşanacağını bildirmiştir. 2008 YILINDA BAŞLAYAN VE DÜNYA ÇAPINDA OLUŞAN BÜYÜK EKONOMİK KRİZ, 1400 YIL ÖNCE PEYGAMBERİMİZ (SAV) TARAFINDAN HZ. MEHDİ'NİN ÇIKIŞ ALAMETLERİNDEN BİRİ OLARAK BİLDİRİLMİŞTİR. Aşağıda açıklamarıyla beraber bu hadislerden bir kısmı sunulmuştur.


Naim b. Hammad, İbni Mes'ud'dan rivayet edilen bir hadiste, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışının öncesinin anlatıldığı dönem, "TİCARET ve yolların KESİLDİĞİ ve fitnelerin çoğaldığı zaman" şeklinde tarif edilmektedir. Hadisin devamında ise Hz. Mehdi döneminde bu fitnelerin son bulacağı haber verilmektedir:


"… Biz O (Hz. Mehdi) şahsı aramak için geldik ki, FİTNELER ONUN ELİYLE SÖNEBİLİR. KONSTANTİNİYYE (İSTANBUL) O'NUNLA FETHEDİLİR. (Yani Hz. Mehdi manen gönülleri fethedecek, büyük kültürel ilmi etki oluşturacaktır.) Biz O'nu ismi ile ve anasının, babasının ismiyle ve ordusu ile tanırız…"


(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.52)


Mehdi çıkmadan önce, milletler arasında TİCARET ve YOLLAR KESİLECEK, insanlar arasında fitneler çoğalacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 39)


(Mehdi'nin zuhurundan (ortaya çıkışından) önce) PİYASANIN DURGUN OLMASI,
KAZANÇLARIN AZALMASI olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 148)


Herkesin AZ KAZANÇTAN YAKINMASI, paraları için zenginlerin saygı görmesi olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 146)


İşlerin kesad gitmesi olacaktır.
Herkes "satamıyorum, alamıyorum, kazanamıyorum!" diye yakınacak. (Kıyamet Alametleri, s. 152)

TİCARET
ve yolların KESİLDİĞİ ve fitnelerin çoğaldığı zaman (Mehdi'nin zuhurundan önceki zamandır). (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.52)


Cumhuriyet, 27 Ağustos 2008


Sabah, 16 Eylül 2008


Vatan, 16 Eylül 2008


Türkiye, 31 Ağustos 2008


HZ. MEHDİ DEVRİNDE YAŞANACAK BOLLUK, ZENGİNLİK VE BEREKET


Altınçağ, Peygamber Efendimiz (sav)’in müjdelediği gibi cennetin dünyadaki bir müjdesi, Allah’ın müminlere bir lütfudur. Bolluğuyla, bereketiyle, insanlara sağlayacağı her türlü konforuyla ve huzur dolu ortamıyla her Müslümanın ulaşmak isteyeceği bu dönem, iman eden insanlar için dünya hayatında çok üstün bir mükafattır.


Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde kıyamete yakın bir zamanda yaşanacak olan ahir zaman hakkında çok detaylı bilgiler ve işaretler yer almaktadır. Peygamberimiz (sav)’in verdiği bilgilere göre, bu dönemde birbiri ardınca pek çok önemli olay gerçekleşecektir. Ahir zamanın ilk devresinde dünyada büyük bir bozulma, karmaşa, zorluk, sıkıntı ve ekonomik zorluk hüküm sürecek, ikinci aşamada ise gerçek din ahlakının yaşanmasıyla birlikte yeryüzünde barış ve huzur hakim olacaktır.


İnsanların asırlardır özlemini duydukları bu kutlu dönem, hadislerin işaretlerine göre yarım yüzyıldan fazla sürecek ve Peygamberimiz (sav)’in zamanında yaşanan “Asr-ı Saadet” benzeri bir dönem olacaktır. Altınçağ’da yaşam o denli güzel olacaktır ki, tüm insanlar bu dönemde yaşamış olmayı isteyeceklerdir. Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmayacaklar, bu güzelliklerden daha fazla yararlanmak için Allah’tan ömürlerinin uzatılmasını temenni edeceklerdir. Altınçağ’a duyulan bu özlem Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde şöyle bildirilmiştir:


Altınçağ'da Benzersiz Bir Bolluk ve Bereket Yaşanacaktır


Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Altınçağ’da yaşanacak nimetlerin eşşizliği çok detaylı olarak anlatılmaktadır. Bu anlatımlara göre Altınçağ, ürünlerde ve mallarda çok büyük bolluk ve bereketin yaşandığı bir dönem olacaktır. Benzeri görülmemiş bir zenginlik yaşanacak, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, açlık, sefalet ve darlık yılları tümüyle sona erecektir. İhtiyaç içinde olan kimse kalmayacak, herhangi bir talepte bulunana istediğinden kat kat daha fazlası verilecek, hiçbir şey sayılıp ölçülmeyecektir. Maddi manevi her türlü imkan insanların rahatı, konforu, neşesi ve huzuru için kullanılacak, en ufak bir sıkıntı, yokluk ve açlık yaşanmayacaktır. Peygamberimiz (sav) Hz. Mehdi döneminde gerçekleşecek olan bu bolluk ve zenginliği hadislerinde şöyle haber vermektedir:


Ümmetimden Mehdi çıkacaktır. Allahü Teala Hazretleri, insanları zengin kılmak için onu gönderecektir. O zaman ümmetim nimetlenecek, hayvanlar bolluk içinde ve arzın nebatatı çok fazla olacak, Hz. Mehdi, insanlara eşit şekilde bol bol mal dağıtacaktır.
... Mal da o gün çok birikmiş olacaktır.2


İnsanlara malı ve eşyayı dağıtırken, saymadan bol bol verecektir.3


O zaman ümmetim, iyisi kötüsü hepsi de mislini görmedikleri nimetlerle nimetlenir...4


... Mal da o kadar çoğalacaktır ki, hiçbir kimse mal kabul etmeyecektir.5


Tarımda Büyük Gelişmeler Kaydedilecektir


Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, topraktan da her zamankinden çok daha fazla ürün elde edileceği ve bu alanda da benzersiz bir bolluk ve bereketin görüleceği bildirilmektedir:


İnsanlar bir ölçek buğday ektiklerinde karşılığında yedi yüz ölçek bulacak... Onun zamanında, insan birkaç avuç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir...6


... Yer yemişini (gıda ürünlerini) verecek ve insanlardan hiçbir şey saklamayacak (vermemezlik etmeyecek)tır...7


…O zaman ümmetim nimetlenecek, hayvanlar bolluk içinde ve arzın nebatatı (bitkileri) çok fazla olacak…8


Yine Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde haber verildiğine göre, Altınçağ’da yeryüzünün su kaynaklarında da büyük bir bolluk söz konusu olacak, bu sulama imkanlarının artmasıyla tüm topraklar görülmemiş bir şekilde bereketlenecektir:


... Çok yağmur yağmasına rağmen bir damlası bile boşa gitmeyecek, toprak bir tek tohum istemeden verimli ve bereketli olacaktır.9


Hz. Huzeyfe’nin anlattığına göre, Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:


... Onun zamanında bütün sular tatlılaşacak, nehirler uzayacak, yeryüzü bitkilerini artıracak ve (içindeki) hazinelerini dışa çıkaracaktır.10

... Onun devrinde, akan ırmaklar bile suyunu fazlalaştıracaktır...11


... Sema yağmurunu indirecek, yer bereketini çıkaracak, daha önce görülmemiş bir biçimde ümmetim onun zamanında rahata erecektir.12


Peygamberimiz (sav)’in bu hadislerinde Hz. Mehdi zamanında modern tarıma geçilmesi, yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesi, tohum ıslahı çalışmaları ve yağmur sularının yeni barajlar, göletler yapılarak değerlendirilmesi sonucunda oluşacak üretim artışına işaret ediliyor olabilir. Günümüzde teknoloji çok büyük bir hızla gelişmekte, ürünlerin hem kalitesinde hem de üretim miktarında çok fazla artırıma gidilebilmektedir. Daha uzun süre dayanmaları ve daha az su ile büyümeleri de sağlanmaktadır. Yeni geliştirilen teknolojiler sayesinde ürünlerde çeşitlilik elde edilebilmekte ve dört mevsimde de her türlü meyve ve sebze yetiştirilmektedir.


Altınçağ’da da tüm bu gelişmeler daha da artacak, ürünlerde olağanüstü bir kalite artışı olacaktır. Çok daha fazla mahsül veren, tadı, kokusu daha güzel ürünler yetiştirilecektir. Kuran’da bu konuya işaret eden bir ayette şöyle bildirilmektedir:


Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)


Hadislerin işaretlerine göre Altınçağ’da sulamaya büyük önem verilecek, her yerde geniş göletler, barajlar, geniş su kanalları, suni ırmaklar oluşturulacak, susuz hiçbir yer bırakılmayacaktır. Deniz, yağmur ve sel suları da arıtılarak tarımda kullanılacak, bu şekilde kurak bölgeler çok büyük bolluk ve berekete kavuşacaklardır. Günümüzde henüz çok dar bir alanda hayata geçirilmiş olan teknolojilerle tüm çöller yeşertilecek ve insanlık çok büyük bir ekim alanına kavuşacaktır. Yine hadislerdeki bilgilere göre, tarımda katedilecek tüm bu ilerlemeler sonucunda hayvanların kalitesinde de büyük bir gelişme kaydedilecek, her türlü hayvansal üretim artacaktır:


... Ümmet nimetlenecek, hayvanlar bol bol yiyip içecek, arz nebatını çıkaracak...13

Yeraltı Zenginlikleri Ortaya Çıkarılacaktır


Hz. Mehdi döneminde yaşanacak bir başka gelişme de, yeryüzündeki tüm yeraltı zenginliklerinin ortaya çıkarılması ve bunların insanlığın refahı ve konforu için kullanılması olacaktır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Altınçağ’ın bu özelliği şöyle haber verilmektedir:


... Hz. Mehdi hazineleri çıkaracak...14

Onun zamanında yeryüzü içindeki hazineleri dışarıya fırlatacaktır.15


… Arz, içerisinde gizlediği bütün zenginliklerini, altından ve gümüşten sütunlar halinde dışarı atacak.16


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Namaz Vakitlerini HarunYahya.net Sitesinden Takip Edebilirsiniz

Sitenin ana sayfada sağda yer alan Namaz Vakitleri bölümünden Türkiye sınırları içinde bulunduğunuz şehre ait namaz vakitlerini bulabilirsiniz. Burdaki veriler diyanet.gov.tr den alınmaktadır.

Şeytanın Oyalaması: Boş Vakit


Boş vakit geçirmeyi güzel görmek, şeytanın insanlara verdiği bir telkindir. Cahiliye toplumunda insanlar için boş vakit geçirmek, onların kullandığı ifadeyle "zaman öldürmek" çok yaygındır. Fakat mümin, Allah’ın ona lütfettiği vaktini, her anını Allah’a yakınlığını arttırarak, daha derin düşünerek, Müslümanlara, İslam’a hizmet ederek geçirmelidir.

Allah’a samimi olarak inanan bir kişi, şeytanın dünya hayatında insanlara süslü gösterdiği boş uğraşlardan kendini tamamen uzak tutmalıdır. İnsan ancak bu şekilde berrak bir zihinle gereği gibi derin düşünebilir. Kuran'da müminlerin boş işlerden yüz çevirdikleri şöyle bildirilmiştir:

"Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Müminun Suresi, 3)

Dünyadaki vakit insanlar için çok değerlidir. İnsan yaşadığı her an Allah'ın rızasının en çoğunu aramalıdır. Şöyle bir düşünün, bir insan vaktini boş ve kendisine fayda sağlamayacak konularla geçiriyorsa ve düşündüğü birçok şey o kişinin ahireti için faydalı ve yararlı değilse? Mümin her an böyle bir ihtimalin şuurunda olup, şeytanın ona hoş ve kolay gösterdiği "boş ve gereksiz" düşüncelerden tamamen uzaklaşmalıdır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde bu konuda şöyle buyurmuştur:

Abbas (ra)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: "Sağlık ve boş vakit, insanlardan pek çoğunun bunlardan faydalanmak hususunda aldandıkları iki büyük nimettir." (Buharî, Rikâk 1)

Vaktini boşa geçiren bir insan gereği gibi ölümü, cenneti, cehennemi derin düşünemez. Halbuki mümin, herkes gibi kendisinin de süratle ölüme doğru gittiğini, dünyadaki her şeyin imtihanın bir gereği olarak yaratıldığını kesinlikle aklından çıkarmaz. Allah’ın gün içinde kendisine gösterdiği sayısız acznini düşünüp kendisini Allah’a yaklaştıracak konulara yönelir. Örneğin, Müslümanların Kuran ahlakını insanlara anlatma konusunda verdikleri samimi fikri mücadeleyi gördüğü halde, şeytanın ona süslü gösterdiği hayatı tercih eden, hayatını boş amaçlarla harcayan birini düşünelim. Ahirette hesap gününde bu kişiye bu yönde çaba harcamak varken, neden boş işlerle vakit geçirdiğini elbetteki sorulacaktır. Mümin, hesap gününde böyle bir durumla karşılaşmadan, dünyada iken vicdanını kullanarak böyle bir tavırdan sakınmalıdır. Kuran'ın, "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?" (Nisa Suresi, 75) ayetinde bildirdiği gibi, müminler hayatlarını, Allah’ın razı olacağı şekilde Allah'ın rızası için tebliğ yapmak, derin düşünmek, İslam ahlakını yaymak için çaba göstererek geçirmelidirler. Aksinde gün içinde düşündükleri, dikkat verdikleri dünyevi birçok konu onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır. Aksine hesabını veremeyecekleri bu boş vakit onları ahirette kayba sürükleyebilir. Önemli olan müminin bu gerçeğin bilincinde olması ve tek bir anını bile boşa geçirmemesidir. Kuran'da bu yönde samimi çaba gösteren müminler şöyle müjdelenmişlerdir:

"İman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır." (Bakara Suresi, 25)

"İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır." (Araf Suresi, 42)



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Dindar Bir Vatan Evladı: Mustafa Kemal Atatürk

Yarım yüzyılı aşkın bir süredir bazı ideolojik çevreler tarafından Türk halkına son derece çarpık bir mantık aşılanmaya çalışıldı.

Oysa, Atatürk'ün hayatı ve düşünceleri araştırılıp incelendiğinde, materyalist kesimlerin öne sürdükleri bu tür iddiaların bütünüyle gerçek dışı olduğu ortaya çıkar. Gerek Atatürk'ü yakından tanıyan kişilerin aktardıkları bilgiler, gerekse Atatürk'ün hayatını anlatan güvenilir kaynaklar incelendiğinde, Atatürk'ün sarsılmaz bir Allah inancına sahip, Kuran-ı Kerim'i kendisine rehber edinmiş samimi bir Müslüman olduğu görülecektir.

Atatürk'ün sağlam bir İslam inancına sahip olduğu, çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda da açıkça kendini göstermektedir. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önderimiz'in ortaya koyduğu uygulamaları incelediğimizde de, bunların dinimizin özüne ve Kuran-ı Kerim'de tarif edilenlere uygun olduklarını görürüz.

Atatürk'ü dinden uzak ve materyalist bir kişi olarak göstermek isteyenler şunu iyi bilmelidirler ki, Atatürk hayatı boyunca, temelini materyalizmden alan komünizme karşı büyük bir mücadele vermiştir. Bu konuyla ilgili olarak da, 'Şurası unutulmamalıdır ki; Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.' (Faruk Şükrü Yersel, Eskişehir Gazetesi, 1926) talimatını vermiştir.

Bizlere yani Türk Ulusu'na düşen vazife ise Atamızı, onun ilkelerini, fikir ve düşüncelerini en doğru bilgilerle tanımak, halkımıza tanıtmak ve gelecek nesillere aktarmaktır.

Atatürk, Allah’ın birliğini, büyüklüğünü şu samimi sözlerle ifade etmiştir:

“Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Koyduğu esas kanunlar, Kur’ân-ı Azimüşşan’daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Hak’tır.” (Atatürk’ün S ve D. c. 2, s. 93)

Atatürk, Kuran-ı Kerim’e olan bağlılığını onu 'Kitab-ı Ekmel' yani (En Mükemmel Kitap)8 diye tanımlayarak dile getiriyordu. Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü'ne hafızları çağırtarak sık sık Kuran okutmuş, ayetler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir alış verişinde bulunmuştu.

Atatürk özel sohbetlerinde pek çok kez dindar olmanın gerekliliğinden, Peygamber Efendimiz'in hayatından, Asr-ı Saadet ve Hülefayı Raşidin (dört halife) dönemlerinden, dinimizin yüceliğinden, Allah'ın kudretinden söz etmiştir. İslam Dininin son ve mükemmel din, Peygamberimiz (sav)'in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir.

Atatürk, dinimizin akıl ve mantığa uygun olduğunu da aşağıdaki sözleriyle belirtmiştir:

“Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı.” (Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 127)

İslam Dini hakkında bu kadar güzel fikirlere sahip olan ve her ortamda bu düşüncelerini dile getiren Atatürk, açıktır ki Allah'tan korkan, Allah'ın emirlerini elinden geldiği kadar yerine getirmeye çalışan bir Müslümandı. Atatürk, Çanakkale Zaferi’nde çarpışan Türk askerlerinin iman ruhunu şöyle anlatmıştır:

“Çanakkale İslâm’la korundu” diyen Atatürk şöyle devam ediyor: “Öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. En ufak bir fütur (yılgınlık) bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’ân, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyor. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.” (Atatürk’ün S ve D. c. 2, s. 93)

Atatürk; Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:

“O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür.” (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)

“O'nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed (sav)'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir'de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O'nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır.” (Hakikati Tasvir, "Ş. Günaltay'ın Anıları", A. Gürtaş, s. 26)

Atatürk'ün Hz. Muhammed (sav)'e yönelik övgü dolu sözleri ise şöyledir:

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, 1979, s. 70-71)

“Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav)'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.” (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s.)

Atatürk, laikliği, din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir. Bize düşen görev, Atatürk'ün de yaptığı gibi, İslam'ı savunmak ve Allah'ın dinini insanlara öğretmektir.

'Şurası unutulmamalıdır ki; Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.'

Darwinist, materyalist zihniyetle dünyada milyonlarca insanın ölümüne neden olan bu kanlı diktatörler, hadislerin tabiriyle AHİRZAMAN DECCALLERİDİR.

Tam bir Türk milliyetçisi ve Türk-İslam Birliği taraftarı olan Atatürk’ün “Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.” sözü onun tüm bu deccallere ve zihniyetlerine karşı olduğunu göstermektedir. Komünizmle mücadele eden Atatürk ayrıca Türk-İslam Birliğinin en büyük savunucularından biri olarak bu birliğin önemine şöyle dikkat çekmiştir:

"Türk Birliği`nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği`ne inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır."

"Bütün İslam aleminin manen olduğu kadar maddeten de birlik içinde ve müttefik hale gelmesinden sadece sevinç duyarız. Bunun için de bizim kendi hudutlarımız içerisinde bağımsız olduğumuz gibi, Suriyeliler ve Iraklılar da milli hakimiyete dayalı bağımsız bir güç olarak ortaya çıkabilmelidirler."

Adnan Oktar’ın, Harun Yahya müstear ismiyle kaleme aldığı eserlerin sayısı yaklaşık 250’dir. Bu kitaplar 48.000 sayfa ve 35.500 resimden oluşmaktadır. Yazarın kaleme aldığı kitapları ve bunlardan yararlanılarak hazırlanan belgeselleri, www.harunyahya.org, www.harunyahya.net ve www.harunyahya.com adreslerinden ücretsiz olarak okuyabilir veya Global Yayıncılık'ın 0212 444 444 1 no’lu telefonundan temin edebilirsiniz.

http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/11520


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Altın Oran

Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır." (Talak Suresi, 3)

"... Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi 3-4)

"...Eğer uygulama veya işlev unsurları açısından hoşa giden ya da son derece dengeli olan bir forma ulaşılmışsa, orada Altın Sayı'nın bir fonksiyonunu arayabiliriz... Altın Sayı, matematiksel hayal gücünün değil de, denge yasalarına ilişkin doğal prensibin bir ürünüdür." (Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 155. )

Mısır'daki piramitler, Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa adlı tablosu, ay çiçeği, salyangoz, çam kozalağı ve parmaklarınız arasındaki ortak özellik nedir?

Bu sorunun cevabı, Fibonacci isimli İtalyan matematikçinin bulduğu bir dizi sayıda gizlidir. Fibonacci sayıları olarak da adlandırılan bu sayıların özelliği, dizideki sayılardan her birinin, kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır. (Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, First Mariner Boks, New York s. 58-59.)

Fibonacci Sayıları: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, ...

Fibonacci sayılarının ilginç bir özelliği vardır. Dizideki bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine çok yakın sayılar elde edersiniz. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı) sabitlenir. İşte bu sayı "altın oran" olarak adlandırılır.

ALTIN ORAN = 1,618

233 / 144 = 1,618
377 / 233 = 1,618
610 / 377 = 1,618
987 / 610 = 1,618
1597 / 987 = 1,618
2584 / 1597 = 1,618


DENİZ KABUKLARINDAKİ YARATILIŞ VE ALTIN ORAN

Bilim adamları deniz dibinde yaşayan ve yumuşakça olarak sınıflandırılan canlıların taşıdıkları kabukların yapısını incelerken bunların formu, iç ve dış yüzeylerinin yapısı dikkatlerini çekmiştir:

"İç yüzey pürüzsüz, dış yüzeyde yivliydi. Yumuşakça kabuğun içindeydi ve kabukların iç yüzeyi pürüzsüz olmalıydı. Kabuğun dış köşeleri kabukların sertliğini artırıyor ve böylelikle, gücünü yükseltiyordu. Kabuk formları yaratılışlarında kullanılan mükemmellik ve faydalarıyla hayrete düşürür. Kabuklardaki spiral fikir mükemmel geometrik formda ve şaşırtıcı güzellikteki 'bilenmiş' tasarımda ifade edilmiştir."(http://www.goldenmuseum.com/index_engl.html)

Yumuşakçaların pek çoğunun sahip olduğu kabuk logaritmik spiral şeklinde büyür. Bu canlıların hiçbiri şüphesiz logaritmik spiral bir yana, en basit matematik işleminden bile habersizdir. Peki nasıl olup da söz konusu canlılar kendileri için en ideal büyüme tarzının bu şekilde olduğunu bilebiliyorlar? Bazı bilim adamlarının "ilkel" olarak kabul ettiği bu canlılar, bu şeklin kendileri için en ideal form olduğunu nereden bilmektedirler? Böyle bir büyüme şeklinin bir şuur ya da akıl olmadan gerçekleşmesi imkansızdır. Bu şuur ne yumuşakçalarda ne de -bazı bilim adamlarının iddia ettiği gibi- doğanın kendisinde mevcuttur. Böyle bir şeyi tesadüflerle açıklamaya kalkışmak çok büyük bir akılsızlıktır. Bu ancak üstün bir aklın ve ilmin ürünü olacak bir tasarımdır. Bu tasarım herşeyi yaratmış olan Yüce Allah'a aittir:

"... Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)

Biyolog Sir D'Arcy Thompson uzmanı olduğu bu tür büyümeyi "Gnom tarzı büyüme" olarak adlandırılmıştı. Thompson'ın bu konudaki ifadeleri şöyledir:

"Bir deniz kabuğunun büyüme sürecinde, aynı ve değişmez orantılara bağlı olarak genişlemesi ve uzamasından daha sade bir sistem düşünemeyiz. Kabuk ...giderek büyür, fakat şeklini değiştirmez."(D'Arcy Wentworth Thompson, On Growth and Form, C.U.P., Cambridge, 1961)

Birkaç santimetre çapındaki bir nautilusta, gnom tarzı büyümenin en güzel örneklerinden birini görmek mümkündür. C. Morrison insan zekası ile bile planlaması hayli güç olan bu büyüme sürecini şöyle anlatır:

"Nautilus'un kabuğunun içinde, sedef duvarlar ile örülmüş bir sürü odacığın oluşturduğu içsel bir sarmal uzanır. Hayvan büyüdükçe, sarmal kabuğunun ağız kısmında, bir öncekinden daha büyük bir odacık inşa eder ve arkasındaki kapıyı bir sedef tabakası ile örterek daha geniş olan bu yeni bölüme ilerler."(C. Morrison, Along The Track,Withcombe and Tombs, Melbourne,)

Kabuklarındaki farklı büyüme oranlarını içeren logaritmik sarmallara göre diğer deniz canlıları bilimsel adlarıyla şöyle sıralanabilir:

Haliotis Parvus, Dolium Perdix, Murex, Fusus Antiquus, Scalari Pretiosa, Solarium Trochleare.

Bugün fosil halinde bulunan ve Amonitlerde logaritmik sarmal şeklinde gelişen kabuklar taşırlar.

Hayvanlar dünyasında sarmal formda büyüme sadece yumuşakçaların kabukları ile sınırlı değildir. Özellikle Antilop, yaban keçisi, koç gibi hayvanların boynuzları gelişimlerini temelini altın orandan alan sarmallar şeklinde tamamlarlar. (http://www.goldenmuseum.com/index_engl.html)


ALTIN DİKDÖRTGEN VE SARMALLARDAKİ ALTIN ORAN

Kenarlarının oranı altın orana eşit olan bir dikdörtgene "altın dikdörtgen" denir. Uzun kenarı 1,618 birim kısa kenarı 1 birim olan bir dikdörtgen altın dikdörtgendir. Bu dikdörtgenin kısa kenarının tamamını kenar kabul eden bir kare ve hemen ardından karenin iki köşesi arasında bir çeyrek çember çizelim. Kare çizildikten sonra yanda kalan küçük bir kare ve çeyrek çember çizip bunu asıl dikdörtgenin içinde kalan tüm dikdörtgenler için yapalım. Bunu yaptığınızda karşınıza bir sarmal çıkacaktır.

İngiliz estetikçi William Charlton insanların sarmalları hoş bulmaları ve binlerce yıl öncesinden beri kullanmalarını "Sarmallardan hoşlanırız çünkü, sarmalları görsel olarak kolayca izleyebiliriz." (William. Charlton, Aesthetics:An Introduction, Hutchinson University Library, London, 1970.) diyerek açıklar.

Temelinde altın oranı yatan sarmallar doğada şahit olabileceğiniz en eşsiz tasarımları da barındırırlar. Ayçiçeği ya da kozalak üzerindeki sarmal dizilimler bu konuda verilebilecek ilk örneklerdir. Yüce Allah'ın kusursuz yaratışının ve her varlığı bir ölçü ile yarattığının bir örneği olan bu durumun yanı sıra birçok canlı büyüme sürecini de logaritmik sarmal formunda gerçekleştirir. Bunun sarmaldaki yayların daima aynı biçimde olması ve yayların büyüklüğünün değişmesine karşın esas şeklin (sarmal) hiç değişmemesidir. Matematikte bu özelliğe sahip başka bir şekil yoktur. (Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 77.)

DOKUNGAÇLARDAKİ SANATSAL VE GEOMETRİK DETAYLAR

Deniz bilimcileri tarafından renkli tüyleri nedeniyle ’Noel ağacı’ solucanı olarakisimlendirilen bir deniz solucanı (Spirobranchus Giganteus), adeta sanat eserini andıran çok işlevli dokunaçları ile bilim çevrelerinde pek çok soruyu gündeme getirdi.

Dokunaçların hayranlık uyandıran işlevleri

Bu canlılar, üzerlerinde yer alan rengarenk çam ağacı benzeri dokunaçlarını beslenmek için kullanırlar. Dokunaçlarında görülen sarmal (dolana dolana oluşmuş) şeklin ise canlının beslenmesinde önemli bir rolü vardır. Bu dokunaçlar, sarmal şeklin bir sonucu olarak üzerlerindeki ’kavisler’ vasıtasıyla deniz dibindeki akıntılarda yüzen besin maddelerini kolaylıkla tutabilmektedirler.

Dokunaçların bir diğer önemli işlevi ise canlının solunum ihtiyacını karşılıyor olmasıdır. Dokunaçlar tıpkı besin maddeleri gibi, deniz suyu içinde bulunan erimiş oksijeni de çam ağacı benzeri yapıları sayesinde kolaylıkla alabilmektedirler.

Kavisli yapı neden hayati önem taşır?

Canlının bedeninde yer alan bu organlar, son derece düzgün ve orantılı bir şekle sahiptir. Bu organlara kavisli şekli veren yayların tümü aynı biçimdedir ve her yayın büyüklüğü ve merkez etrafından dönerken yapmış olduğu açı sabittir. Canlının sarmal biçimindeki bu dokunaçlarının ne kadar kullanışlı ve orantılı olduğunu anlamak için ’vidayı’ örnek verebiliriz. Vidanın sert bir cisim içine girmesini ve girdikten sonra kolayca yerinden çıkmamasını sağlayan vidanın sarmal şeklidir. Vidanın sarmal kısmını incelediğimizde bu kısmın sabit bir orana göre yapıldığını ve bu yüzden de oldukça düzgün ve kullanışlı bir yapıya sahip olduğunu fark ederiz. Bu geometrik düzen, canlının sarmal şeklindeki dokunaçları için de geçerlidir. Bu dokunaçlar eşit açılı sarmal yapının dayandığı temel geometriksel kurallara göre şekillendirilmiş olduğundan, hem canlının hayati fonksiyonlarını yerine getirebilmesini sağlar, hem de hayvanın bedenine çok etkileyici bir güzellik ve estetik kazandırır.

Denizde yaşayan bir solucan, ömrü boyunca hiç görmediği dokunaçlarını altın orana uygun olarak şekillendirebilir mi? Ya da altın orana göre şekillenmiş bir dokunacın, beslenmesini kolaylaştırıp solunum ihtiyacını gidereceğini bilebilir mi? Kuşkusuz bu iki durum da mümkün değildir. Çünkü insan dahil hiçbir canlının, kendi vücuduna herhangi bir özellik kazandırması imkansızdır. Kaldı ki, burada ’altın oran’ gibi ’mükemmel’ bir özellikten söz edilmektedir. Böyle bir şekil, ancak Yüce Allah’ın üstün yaratışıyla meydana gelebilir.

Kavisli yapıya sahip bazı canlılar

Pek çok hayvanın vücut yapısında ve meydana gelen bazı doğa olaylarında da eşit açılı sarmal yapıya rastlarız. Antilop, dağ keçisi ve koç gibi hayvanların boynuz şekillerine, bukalemun ve denizatı gibi canlıların kuyruklarına, fillerin dişlerine ve mikro organizmalar sınıfı içinde yer alan ’vortex’, ’terebra’, ’planorbis’ ve ’tochida’ gibi plankton türlerinin vücut yapılarına baktığımızda hepsinin eşit açılı sarmalda gözlemlenen ve yaratılış gerçeğini gözler önüne seren geometrik özelliklere sahip olduklarını görürüz. Bir Kuran ayetinde Yüce Allah’ın, yarattığı her şeye belli bir ’düzen’ verdiği ve tümünü belli bir ’ölçü’ ile takdir ettiği şöyle haber verilmektedir:

’Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş ve belli bir ölçüyle takdir etmiştir.’ (Furkan Suresi, 2)


MİKRODÜNYADA ALTIN ORAN

Adeno virüs altın orana sahip geometrik yüzeylere sahiptir.

Geometrik şekiller sadece üçgen, kare veya beşgen, altıgen ile kısıtlı değildir. Bu saydığımız şekiller değişik şekillerde de biraraya gelerek yeni üç boyutlu geometrik şekiller oluşturabilirler. Bu konuda ilk olarak küp ve piramit örnek olarak verilebilir. Ancak bunların dışında, günlük hayatta hiç karşılaşmadığımız hatta ismini dahi ilk defa duyduğumuz tetrahedron (düzgün dört yüzlü), oktahedron, dodekahedron ve ikosahedron gibi üç boyutlu şekillerde vardır. Dodekahadron 13 tane beşgenden, ikosahedron ise 20 adet üçgenden oluşur. Bilim adamları bu şekilleri matematiksel olarak birbirine dönüşebileceğini ve bu dönüşümün altın orana bağlı oranlarla gerçekleştiğini bulmuşlardır.

Miroorganizmalarda altın oran barındıran üç boyutlu formlar oldukça yaygındır. Birçok virüs ikosahedron yapısında bir biçime sahiptir. Bunların en ünlüsü Adeno virüsüdür. Adeno virüsünün protein kılıfı, 252 adet protein alt biriminin düzenli bir biçimde dizilmesi ile oluşur. İkosahedronun köşelerinde yer alan 12 alt birim ise beşgen prizmalar biçimdedir. Bu köşelerden diken benzeri yapılar uzanır.

Virüslerin altın oranları bünyesinde barındıran formlarda olduğunu tespit eden ilk kişi 1950'li yıllarda Londra'daki Birkbeck Koleji'nden A. Klug ile D. Caspar'dır.(J. H. Mogle, et al., "The Stucture and Function of Viruses", Edward Arnold, London, 1978.) Üzerinde ilk tespit yapılan virüs ise Polyo virüsüdür. Rhino 14 virüsü de Polyo virüsü ile aynı formu gösterir.

Peki acaba virüsler neden biz insanların zihnimizde canlandırmasını bile zorlukla yapabildiğimiz, böyle altın orana dayalı özel bir formlara sahiptirler? Bu formların kaşifi A. Klug bu konuyu şöyle açıklıyor:

"Caspar ile ben, küresel bir virüs kılıfı için optimum tasarımın ikosahedron tarzı bir simetriye dayandığını gösterdik. Böyle bir düzenleme bağlantılardaki sayıyı en aza indirir... Buckminster Fuller'in yarı küresel jeodezik kubbelerinden(Buckminster Fuller'in Jeodezik Kubbe tasarımları hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Teknoloji Doğayı Taklit Ediyor, Biyomimetik, Harun Yahya, Global Yayıncılık, İstanbul.) çoğu da benzer bir geometriye göre inşa edilirler. Bu kubbelerin oldukça ayrıntılı bir şemaya uyularak monte edilmeleri gerekir. Halbuki virüs, bir virüs kılıfı, alt birimlerinin esnekliğinden ötürü kendi kendini inşa eder."(A. Klug "Molecules on Grand Scale", New Scientist, 1561:46, 1987.)

Klug'un bu açıklaması çok açık bir gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır. Bilim adamlarının "en basit ve en küçük canlı parçalarından biri"(Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 82) olarak gördükleri virüslerde bile hassas bir planlama ve akıllı bir tasarım vardır. Bu tasarım, dünyanın önde gelen mimarlarından Buckminster Fuller'ın gerçekleştirdiği tasarımlardan çok daha başarılı ve üstündür.

Dodekahedron ile ikosahedron, tek hücreli deniz yaratıkları olan ışınlıların silisten yapılma iskeletlerinde de ortaya çıkar.
Işınlılar (radiolaria), her köşesinden birer yalancı ayak çıkan düzgün Dodekahedron gibi, bu iki geometrik formdan kaynaklanan yapıları, yüzeylerindeki çok çeşitli oluşumlarla birlikte değişik güzellikteki bedenleri oluştururlar.(Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 85)

Büyüklükleri bir milimetreden daha küçük olan bu organizmalara örnek olarak, ikosahedron yapılı Circigonia Icosahedra ile dodekahedran iskeletli Circorhegma Dodecahedra'nın adları verilebilir.(Değişik ışınlı bedenleri için bakınız: "H. Weyl, Synnetry, Princeton, 1952.)


MATEMATİK PROFESÖRLERİ BİTKİLER


YAPRAKLAR VE ALTIN ORAN

Çevremizdeki bitkilere, ağaçlara baktığımızda dalların birçok yaprakla kaplı olduğunu görürüz. Uzaktan baktığımızda, dalların ve yaprakların gelişigüzel, dağınık bir şekilde dizilmiş olduklarını düşünebiliriz. Oysa, her ağaçta, hangi dalın nereden çıkacağı ve yaprakların dal çevresinde dizilişleri, hatta çiçeklerin simetrik şekilleri dahi belirli sabit kurallar ve mucizevi ölçülerle belirlenmiştir. Bitkiler ilk yaratıldıkları günden beri bu matematik kurallarına harfi harfine uyarlar. Yani hiçbir yaprak veya hiçbir çiçek tesadüfen ortaya çıkmaz. Bir ağaçta kaç dal olacağı, dalların nereden çıkacağı, bir dal üzerinde kaç yaprak olacağı ve bu yaprakların hangi düzenlemeyle yerleşeceği önceden bellidir. Ayrıca her bitkinin kendine özgü dallanma ve yaprak diziliş kuralları vardır. Bilim adamları bitkileri sadece bu dizilişlerine göre tanımlayıp sınıflandırabilmektedirler. Olağanüstü olan ise, örneğin Çin'deki bir kavak ağacı ile İngiltere'deki bir kavak ağacının aynı ölçü ve kurallardan haberdar olmaları, aynı oranları uygulamalarıdır. Her bitkiyi kendine özgü matematiksel hesaplarla en estetik şekilde yaratan, tesadüfler olamaz elbette. Tüm bu estetiğin ve kusursuz hesaplamalarla yapılan tasarımın yaratıcısı sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır. Kuran'da da bildirildiği gibi;

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

Bir yapraktan başlayıp, gövde etrafında dönerek aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayıncaya kadar yapılan tur sayısı ile, bu turlar sırasında karşılaşılan yaprak sayıları bize Fibonacci sayısını verir. Eğer saymaya ters yönden başlarsak bu kez aynı yaprak sayısı için farklı tur sayısı elde ederiz. Her iki yöndeki tur sayısı ile bu turlar sırasında karşılaşılan yaprak sayısı bize üç ardışık Fibonacci sayısını verir.

Bitki türüne göre değişen bu diziliş şekilleri dairesel veya sarmal yapı şeklindedir. Bu özel dizilişin en önemli sonuçlarından biri yaprakların bir diğerini gölgelemeyecek şekilde yerleşmiş olmalarıdır. Botanikte "yaprak diverjansı" olarak tanımlanan bu oranlara göre bitkilerde yaprakların gövde etrafına dizilişlerindeki düzen belirli sayılarla belirlenmiştir. Bu diziliş son derece kompleks bir hesaba dayanır. Bir yapraktan başlayıp, gövde etrafında dönerek aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayıncaya kadar yapmamız gereken tur sayısı (N) ile, bu turlar arasında karşılaştığımız yaprak sayılarını (P), sırasıyla N ve P ile gösterirsek, P/N oranı, bitkilerde "yaprak diverjansı" olarak adlandırılır. Bu oranlar çayır bitkilerinde (otlarda) 1/2, bataklık bitkilerinde 1/3, meyve ağaçlarında (elma) 2/5, muz türlerinde 3/8, soğangillerde 5/13'tür.(Dr. Sara Akdik, Botanik, Şirketi Mürettibiye Basımevi, İstanbul, 1961, s.106)

Aynı türe ait her ağacın bu orandan haberdar olup, kendi cinsi için belirlenmiş orana uyması büyük bir mucizedir. Örneğin bir muz ağacı bu oranı nereden bilir ve bu orana nasıl uyabilir? Bu hesaba göre, her muz ağacının çevresinde bir yapraktan başlayıp 8 kere tur attığınızda, aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayacaksınız. Ve bu turlar arasında 3 yaprakla karşılaşacaksınız. Güney Afrika'dan Latin Amerika'ya kadar nereye giderseniz gidin, bu oran şaşmayacaktır. Sadece böyle bir yaprak diziliş oranının olması dahi canlıların tesadüfen oluşmadıklarını, kusursuz ve son derece kompleks bir oran, hesap, plan ve tasarımla yaratıldıklarını gösteren önemli bir delildir. Canlıların genetik yapılarına böyle bir oranı kodlayan, onları bu bilgi ve özellikle yaratan üstün bir ilim ve akıl sahibi olan Allah'tır.

Yandaki resimde üstte görülen bitkide, ilk yaprağın hemen üstündeki yaprağa ulaşmak için saat yönünde üç tur dönmek ve yol üzerinde 5 yaprak geçmek gerekir. Saatin aksi yönünde dönüldüğünde ise sadece iki tura ihtiyacımız olacaktır. Dikkat ederseniz elde edilen sayılar 2, 3 ve 5 ardışık Fibonacci sayılarıdır. Alttaki bitkide ise, 8 yaprak geçerek saat yönünde 5 tur, aksi yönde ise 3 tur gövde çevresinde dönülür. Bu kez 3, 5 ve 8 ardışık Fibonacci sayılarını elde ederiz. Bu sonuçları üstteki bitki için: saat yönündeki tur için yaprak başına 3/5; ikinci bitki içinse yaprak başına 5/8 dönüş olarak ifade edebiliriz.

Ağaç formları içinde en çok rastlanan modellerden biri, gövdenin birbirine tam zıt yönünden çıkan yaprak ve dal çiftleridir. Tohum açıldıktan sonra iki tane yaprak açar, bu yapraklar 180 derecelik bir açıyla karşılıklı olarak dizilmişlerdir. İlk iki yapraktan sonra gelişen diğer iki yaprak ise maksimum dağılımı sağlamak için zıt tarafta, birinci çifte sağdan açı yaparak gelişir. Böyle bir durumda bir dalın etrafında 90 derecelik açılara sahip dört adet yaprak dizilmiş olur. Yani bu dala tepeden bakacak olursak, yaprakların tam bir kare oluşturacak şekilde 90 derecelik açılarla dizildiklerini ve üstteki yaprakların bu sayede alttaki yaprakları örtmediğini görürüz. (Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, 1978, Abd, Houghton Mifflin Company, Boston, s. 57) Bu görmeye alışık olduğumuz bir şekildir. Ancak, insanların çoğu tohumların neden özellikle bu şekilde açtığını düşünmezler. Oysa bu, bir planın ve tasarımın sonucudur. Ve amaç, yaprakların üst üste çıkarak birbirlerini örtmelerini engellemek ve hepsinin güneş ışığından faydalanabilmelerini sağlamaktır.

Tohum açıldıktan sonra çıkan iki yaprak, 180oC'lik bir açıyla karşılıklı olarak dizilmişlerdir. İlk iki yapraktan sonra gelişen diğer iki yaprak ise maksimum dağılımı sağlamak için zıt tarafta, birinci çifte 90oC'lik açı yaparak gelişir.

Daha karmaşık bir form olan spiral şekline de çok sık rastlanır. Bitkideki bu spiral hareketi gözlemlemek için bir ip kullanılabilir. Bir yaprağın tabanına ip bağlayıp sonra ipi dallara ve budaklara kadar uzatın, geldiğiniz her yaprağın gövdesinde bir kere halka yapın, kavisler mümkün olduğunca düzgün olsun. Bu yöntemle, kara ağaç veya ıhlamur ağacında yaprakların ortalama olarak komşu yaprakta budağın etrafında yarı yol kadar (180 derece) dolandığını görürsünüz; böylece ip yaprak başına 1/2 dönüşle bağlanır. Kayın ağacının yaprakları yalnızca 120 derece aralıklara sahiptir; yaprak başına 1/3 döner. Elma ağacı 144 derece ile 2/5 dönüş, kara çam 5/13. Eğer matematiğe meraklı iseniz, bu oranların nasıl tesadüfen olmayıp, her bir payın ve birimin birbirine hemen bitişik olanların toplamı olduğunu bulursunuz. (aşağıda görüldüğü gibi) Her iki sayı dizilimi de aynı benzer ve basit işlemi yapar:

1, 1, 2 (1+1), 3 (1+2), 5 (2+3), 8 (3+5), 13 (5+8), 21 (8+13), 34 (13+21), 55 (21+34), 89 (34+55), 144 (55+89), 233 (89+144), 377 (144+233), ...(Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, s. 58-59)

Bu özel dizilim, bu kuralı keşfeden Fibonacci isimli matematikçinin adı ile anılır ve "Fibonacci serisi" olarak bilinir. Bu kural estetik mükemmellik manasına gelir ve resim, heykel, mimari gibi alanlarda temel bir ölçü olarak kullanılmaktadır. Doğada çok sık rastlanılan bu oran bitkilerdeki ince hesap ve tasarımı anlamada önemli bir anahtardır.


Fibonacci dizisi bitkilerdeki ince hesap ve tasarımı anlamada önemli bir anahtardır. Yukarıdaki çiçekler, Fibonacci dizisine göre sıralanmış olan yapraklardaki düzen ve estetiği göstermektedir. Çevremizde gördüğümüz ağaç ve çiçeklerin yaprakları bize ilk bakışta rastgele dizilmiş gibi görünse de, aslında olağanüstü kompleks bir plan ve matematiksel hesapla sıralanmışlardır.


Yukarıda armut ağacındaki yaprak dizilimi görülmektedir. Armut ağacında bir yaprağın bulunduğu yerden bir iplik geçirir ve ipliği geçirmeye başladığımız yapraktan itibaren tekrar bu yaprağın hizasına rastlayan üstteki yaprağa gelinceye kadar ipliği dalın etrafında çevirecek olursak arada 5 yaprak geçeriz. Ve ancak 6. yaprağın, başladığımız ilk yaprakla bir hizaya gelmiş olduğunu ve bu esnada ipliğin de dalın üzerinde iki defa dolanmış bulunduğunu görürüz. O halde 2 daire üzerinde 5 yaprak bulunduğunu anlatmak için bu ağacın yaprak dizilimi 2/5 olarak yazılır.

3/8'in ötesindeki kesirler yosun, lahana ya da her iki tarafa spiral yönde giden taç yapraklı, ayçiçeği gibi sık tohum ya da yaprak sistemlerinde bulunur. Bu bitkilerin yaprakları merkezin etrafında sağdan veya soldan dolanırken bir spiral çizerler, bu spirallerde tur başına düşen yaprak sayısıda fibonacci kuralına göre belirlenir. Mesela papatyanın merkezi üç ardışık kesir kullanır: 13/34, 21/55 ve 34/89; yani yaprağın merkezi boyunca yapacağı bir tur dönüşteki yaprak sayısı ve buna denk düşen dönüş açısı önceden bellidir. (Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, s. 58)

Fibonacci dizisi doğada çok sık bir biçimde karşımıza çıkar. Bu sayılar kullanılarak üretilen kesirler, bize "Altın Oran"ı verir. Yani Fibonacci sayılarını aşağıda görüldüğü gibi birbirini takip eden kesirler halinde yazdığımızda, ortaya çıkan bölmelerin tamamı estetik mükemmellik manasına gelen ve çoğu zaman "Altın Oran" adı da verilen sayıdır:

1/1, 1/2, 2/3, 3/5, 5/8, 8/13, 13/21, 21/34, 34/55, 55/89...

Görüldüğü gibi bu yolla elde edilen dizinin terimleri Fibonacci dizisinin birbirini takip eden sayılarının bölümü şeklindedir. Ve bu dizinin terimleri olan oranları çam kozalaklarında (5/8, 8/13), ananas meyvesinde (8/13), papatyanın orta kısmındaki floretlerde (21/34), ayçiçeklerinde (21/34, 34/55, 55/89) sağ ve sol spirallerin sayısı olarak görmekteyiz. İşte bu oran ve bu oran sayesinde ortaya çıkan görüntü, doğadaki çiçeklere, ağaçlara, tohuma, deniz kabuklarına ve daha sayısız canlıya estetik bir mükemmellik kazandırır.

Altın oranın doğadaki yeri bununla da kalmayıp, ideal yaprak açılarında da kendini göstermektedir. Bilindiği gibi bitkilerde yapraklar, dik gelen güneş ışınlarından maksimum yararı sağlamak üzere belli bir açıyla sıralanırlar. Örneğin, 2/5'lik yaprak diverjansına sahip bir bitkide yaprak aralarındaki açı,

2 x 360 derece / 5 = 144 derecedir. (Dr. Sara Akdik, Botanik, Şirketi Mürettibiye Basımevi, İstanbul, 1961, s.105-106)

Yapraklarda karşımıza çıkan sayısal mucizeler bununla da sınırlı değildir. Yaprak yüzeyleri de belirli matematik hesaplarının sonucunda anlaşılabilecek tasarımlara sahiptirler. Yaprağın ortasından geçen damar (midrib) ve ondan çıkarak yaprak yüzeyine dağılan damarlar ve bunların besledikleri dokular, bitkiye belirli bir şekil ve yapı kazandırırlar. Yapraklar çok farklı formlara sahip olmalarına rağmen bu hassas ölçüleri muhafaza ederler.

Bitkilerin belirli matematik formüllere göre şekillenmiş olmaları onların özel olarak tasarlanmış olduklarının en açık delillerinden biridir. Bitkinin atomlarında, DNA'sında gördüğümüz hassas ölçüler ve dengeler, bitkinin dış görünümünde de ortaya çıkmaktadır. Bitkinin Güneş'ten maksimum faydalanması gibi hayati amaçların yanısıra, bitkiye estetik bir güzellik kazandıran bu formüller, belirli sayıdaki moleküllerin biraraya gelmesiyle ortaya çıkan renklerle birleştiğinde ortaya olağanüstü manzaralar çıkmaktadır.


Lahana ya da her iki tarafa spiral yönde giden taç yapraklı ayçiçeği gibi sık tohumlu bitkilerin yaprakları, merkezin etrafında sağdan veya soldan dolanırken bir spiral çizerler. Çam kozalaklarının pulları da, sağa ve sola dönen spiraller şeklinde dizilmişlerdir. Eğer bunlar tek tek sayılacak olursa, bulunan sayıların, altın orana dayalı fibonacci dizisinin sayıları olduğu görülür. Tüm bu hesap ve düzende Allah'ın kusursuz yaratışının delilleri bulunmaktadır.

İşte bu altın oran, sanatçıların çok iyi bildikleri ve uyguladıkları bir estetik kuralıdır. Bu orana bağlı kalarak üretilen sanat eserleri estetik mükemmelliği temsil ederler. Sanatçıların taklit ettikleri bu kuralla tasarlanan bitkiler, çiçekler ve yapraklar Allah'ın üstün sanatının birer örneğidirler. Allah Kuran'da herşeyi bir ölçüyle yarattığını bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda herşeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik. (Hicr Suresi, 19)

... Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 3)

... O'nun katında herşey bir miktar (ölçü) iledir. (Ra'd Suresi, 8)

... Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)

Bitkiler ilk yaratıldıkları günden beri matematik kurallarına harfi harfine uyarlar. Yani hiçbir yaprak veya hiçbir çiçek tesadüfen ortaya çıkmaz. Bir ağaçta kaç dal olacağı, dalların nereden çıkacağı, bir dal üzerinde kaç yaprak olacağı ve bu yaprakların hangi düzenlemeyle yerleşeceği önceden bellidir. Ayrıca her bitkinin kendine özgü dallanma ve yaprak diziliş kuralları vardır. Bilim adamları bitkileri sadece bu dizilişlerine göre tanımlayıp sınıflandırabilmektedirler.

Olağanüstü olan ise, örneğin Çin'deki bir kavak ağacı ile İngiltere'deki bir kavak ağacının aynı ölçü ve kurallardan haberdar olmaları, aynı oranları uygulamalarıdır. Her bitkiyi kendine özgü matematiksel hesaplarla en estetik şekilde yaratan, tesadüfler olamaz elbette. Tüm bu estetiğin ve kusursuz hesaplamalarla yapılan tasarımın yaratıcısı sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır. Kuran'da da bildirildiği gibi;

"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir." (Furkan Suresi, 2)

Farklı dizilişler

Bitki türüne göre değişen bu diziliş şekilleri dairesel veya sarmal yapı şeklindedir. Bu özel dizilişin en önemli sonuçlarından biri yaprakların bir diğerini gölgelemeyecek şekilde yerleşmiş olmalarıdır. Botanikte "yaprak diverjansı" olarak tanımlanan bu oranlara göre bitkilerde yaprakların gövde etrafına dizilişlerindeki düzen belirli sayılarla belirlenmiştir.

Bu diziliş son derece kompleks bir hesaba dayanır. Bir yapraktan başlayıp, gövde etrafında dönerek aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayıncaya kadar yapmamız gereken tur sayısı (N) ile, bu turlar arasında karşılaştığımız yaprak sayılarını (P), sırasıyla N ve P ile gösterirsek, P/N oranı, bitkilerde "yaprak diverjansı" olarak adlandırılır. Bu oranlar çayır bitkilerinde (otlarda) 1/2, bataklık bitkilerinde 1/3, meyve ağaçlarında (elma) 2/5, muz türlerinde 3/8, soğangillerde 5/13'tür.

Orandaki mucize

Aynı türe ait her ağacın bu orandan haberdar olup, kendi cinsi için belirlenmiş orana uyması büyük bir mucizedir. Örneğin bir muz ağacı bu oranı nereden bilir ve bu orana nasıl uyabilir? Bu hesaba göre, her muz ağacının çevresinde bir yapraktan başlayıp 8 kere tur attığınızda, aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayacaksınız. Ve bu turlar arasında 3 yaprakla karşılaşacaksınız. Güney Afrika'dan Latin Amerika'ya kadar nereye giderseniz gidin, bu oran şaşmayacaktır. Sadece böyle bir yaprak diziliş oranının olması dahi canlıların tesadüfen oluşmadıklarını, kusursuz ve son derece kompleks bir oran, hesap, plan ve tasarımla yaratıldıklarını gösteren önemli bir delildir. Canlıların genetik yapılarına böyle bir oranı kodlayan, onları bu bilgi ve özellikle yaratan üstün bir ilim ve akıl sahibi olan Allah'tır.

Ağaç formları içinde en çok rastlanan modellerden biri, gövdenin birbirine tam zıt yönünden çıkan yaprak ve dal çiftleridir. Tohum açıldıktan sonra iki tane yaprak açar, bu yapraklar 180 derecelik bir açıyla karşılıklı olarak dizilmişlerdir. İlk iki yapraktan sonra gelişen diğer iki yaprak ise maksimum dağılımı sağlamak için zıt tarafta, birinci çifte sağdan açı yaparak gelişir. Böyle bir durumda bir dalın etrafında 90 derecelik açılara sahip dört adet yaprak dizilmiş olur. Yani bu dala tepeden bakacak olursak, yaprakların tam bir kare oluşturacak şekilde 90 derecelik açılarla dizildiklerini ve üstteki yaprakların bu sayede alttaki yaprakları örtmediğini görürüz. Bu görmeye alışık olduğumuz bir şekildir. Ancak, insanların çoğu tohumların neden özellikle bu şekilde açtığını düşünmezler. Oysa bu, bir planın ve tasarımın sonucudur. Ve amaç, yaprakların üst üste çıkarak birbirlerini örtmelerini engellemek ve hepsinin güneş ışığından faydalanabilmelerini sağlamaktır.

Daha karmaşık bir form olan spiral şekline de çok sık rastlanır. Bitkideki bu spiral hareketi gözlemlemek için bir ip kullanılabilir. Bir yaprağın tabanına ip bağlayıp sonra ipi dallara ve budaklara kadar uzatın, geldiğiniz her yaprağın gövdesinde bir kere halka yapın, kavisler mümkün olduğunca düzgün olsun. Bu yöntemle, kara ağaç veya ıhlamur ağacında yaprakların ortalama olarak komşu yaprakta budağın etrafında yarı yol kadar (180 derece) dolandığını görürsünüz; böylece ip yaprak başına 1/2 dönüşle bağlanır. Kayın ağacının yaprakları yalnızca 120 derece aralıklara sahiptir; yaprak başına 1/3 döner. Elma ağacı 144 derece ile 2/5 dönüş, kara çam 5/13. Eğer matematiğe meraklı iseniz, bu oranların nasıl tesadüfen olmayıp, her bir payın ve birimin birbirine hemen bitişik olanların toplamı olduğunu bulursunuz. (aşağıda görüldüğü gibi) Her iki sayı dizilimi de aynı benzer ve basit işlemi yapar: 1, 1, 2 (1+1), 3 (1+2), 5 (2+3), 8 (3+5), 13 (5+8), 21 (8+13), 34 (13+21), 55 (21+34), 89 (34+55), 144 (55+89), 233 (89+144), 377 (144+233), ...


İNSAN VÜCUDU VE ALTIN ORAN


Sanatçılar, bilim adamları ve tasarımcılar, araştırmalarını yaparken ya da ürünlerini ortaya koyarlarken orantıları altın orana göre belirlenmiş insan bedenini ölçü olarak alırlar. Leonardo da Vinci ve Corbusier tasarımlarını yaparken altın orana göre belirlenmiş insan vücudunu ölçü almışlardır. Günümüz mimarlarının en önemli başvuru kitaplarından biri olan Neufert'te de altın orana göre belirlenmiş insan vücudu temel alınmaktadır.

İnsan Bedeninde Altın Oran

Bedenin çeşitli kısımları arasında var olduğu öne sürülen ve yaklaşık altın oran değerlerine uyan "ideal" orantı ilişkileri genel olarak bir şema halinde gösterilebilir.(J. Cumming, Nucleus: Architecture and Building Construction, Longman, 1985.)

Aşağıdaki şemada yer alan M/m oranı her zaman altın orana denktir: M/m=1,618

İnsan vücudunda altın orana verilebilecek ilk örnek; göbek ile ayak arasındaki mesafe 1 birim olarak kabul edildiğinde, insan boyunun 1,618'e denk gelmesidir. Bunun dışında vücudumuzda yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:

Parmak ucu-dirsek arası / El bileği-dirsek arası,
Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe / Kafa boyu,
Göbek-baş ucu arası mesafe / Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe,
Göbek-diz arası / Diz-ayak ucu arası.

İnsan Eli

Elinizi derginin sayfasından çekip ve işaret parmağınızın şekline bir bakın. Muhtemelen orada da altın orana şahit olacaksınız.

Parmaklarımız üç boğumludur. Parmağın tam boyunun İlk iki boğuma oranı altın oranı verir (baş parmak dışındaki parmaklar için). Ayrıca orta parmağın serçe parmağına oranında da altın oran olduğunu fark edebilirsiniz. (Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 87.)

2 eliniz var, iki elinizdeki parmaklar 3 bölümden oluşur. Her elinizde 5 parmak vardır ve bunlardan sadece 8'i altın orana göre boğumlanmıştır. 2, 3, 5 ve 8 fibonocci sayılarına uyar.

İnsan Yüzünde Altın Oran

İnsan yüzünde de birçok altın oran vardır. Ancak bunu elinize hemen bir cetvel alıp insanların yüzünde ölçüler almayı denemeyin. Çünkü bu oranlandırma, bilim adamları ve sanatkarların beraberce kabul ettikleri "ideal bir insan yüzü" için geçerlidir.

Örneğin üst çenedeki ön iki dişin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. İlk dişin genişliğinin merkezden ikinci dişe oranı da altın orana dayanır. Bunlar bir dişçinin dikkate alabileceği en ideal oranlardır. Bunların dışında insan yüzünde yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:

Yüzün boyu / Yüzün genişliği,
Dudak- kaşların birleşim yeri arası / Burun boyu,
Yüzün boyu / Çene ucu-kaşların birleşim yeri arası,
Ağız boyu / Burun genişliği,
Burun genişliği / Burun delikleri arası,
Göz bebekleri arası / Kaşlar arası.

Her uzun çizginin kısa çizgiye oranı altın orana denktir.

Akciğerlerdeki Altın Oran

Amerikalı fizikçi B. J. West ile doktor A. L. Goldberger, 1985-1987 yılları arasında yürüttükleri araştırmalarında(A. L. Goldberger, et al., "Bronchial Asymmetry and Fibonacci Scaling." Experientia, 41 : 1537, 1985.), akciğerlerin yapısındaki altın oranının varlığını ortaya koydular. Akciğeri oluşturan bronş ağacının bir özelliği, asimetrik olmasıdır. Örneğin, soluk borusu, biri uzun (sol) ve diğeri de kısa (sağ) olmak üzere iki ana bronşa ayrılır. Ve bu asimetrik bölünme, bronşların ardışık dallanmalarında da sürüp gider. (E. R. Weibel, Morphometry of the Human Lung, Academic Press, 1963.) İşte bu bölünmelerin hepsinde kısa bronşun uzun bronşa olan oranının yaklaşık olarak 1/ 1,618 değerini verdiği saptanmıştır.
Akciğerlerdeki bronşlar altın orana göre dallanma yapar.






















DNA'DA, KAR KRİSTALLERİNDE...

DNA'da Altın Oran

Canlıların tüm fiziksel özelliklerinin depolandığı molekül de altın orana dayandırılmış bir formda yaratılmıştır. yaşam için program olan DNA molekülü altın orana dayanmıştır. DNA düşey doğrultuda iç içe açılmış iki sarmaldan oluşur. Bu sarmallarda her birinin bütün yuvarlağı içindeki uzunluk 34 angström genişliği 21 angström'dür. (1 angström; santimetrenin yüz milyonda biridir) 21 ve 34 art arda gelen iki Fibonacci sayısıdır.

Kar Kristallerinde Altın Oran

Altın oran kristal yapılarda da kendini gösterir. Bunların çoğu gözümüzle göremeyeceğimiz kadar küçük yapıların içindedir. Ancak kar kristali üzerindeki altın oranı gözlerinizle göre bilirsiniz. Kar kristalini oluşturan kısalı uzunlu dallanmalarda, çeşitli uzantıların oranı hep altın oranı verir.(Emre Becer, "Biçimsel Uyumun Matematiksel Kuralı Olarak, Altın Oran", Bilim ve Teknik Dergisi, Ocak 1991, s.16.)

Uzayda Altın Oran

Evrende, yapısında altın oran barındıran birçok spiral galaksi bulunur.

Fizikte de Altın Oran....

L. Pisano Fibonacci

Fibonacci dizileri ve altın oran ile fizik biliminin sahasına giren konularda da karşılaşırız:

"Birbiriyle temas halinde olan iki cam tabakasının üzerine bir ışık tutulduğunda, ışığın bir kısmı öte yana geçer, bir kısmı soğurulur, geriye kalanı da yansır. Meydana gelen, bir, 'çoklu yansıma' olayıdır. Işının tekrar ortaya çıkmadan önce camın içinde izlediği yolların sayısı, ışının maruz kaldığı yansımaların sayısına bağlıdır. Sonuçta, tekrar ortaya çıkan ışın sayılarını belirlediğimizde bunların Fibonacci sayılarına uygun olduğunu anlarız."(V.E. Hoggatt, Jr. Ve Bicknell-Johnson, Fibonacci Quartley, 17:118, 1979.)

Doğada birbiriyle ilişkisiz canlı veya cansız pek çok yapının belli bir matematik formülüne göre şekillenmiş olması onların özel olarak tasarlanmış olduklarının en açık delillerinden biridir. Altın oran, sanatçıların çok iyi bildikleri ve uyguladıkları bir estetik kuralıdır. Bu orana bağlı kalarak üretilen sanat eserleri estetik mükemmelliği temsil ederler. Sanatçıların taklit ettikleri bu kuralla tasarlanan bitkiler, galaksiler, mikroorganizmalar, kristaller ve canlılar Allah'ın üstün sanatının birer örneğidirler. Allah Kuran'da herşeyi bir ölçüyle yarattığını bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

"... Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır." (Talak Suresi, 3)

"... O'nun Katında herşey bir miktar (ölçü) iledir." (Ra'd Suresi, 8)

İşitme ve Denge Organında Altın Oran

İnsanın iç kulağında yer alan Cochlea (Salyangoz) ses titreşimlerini aktarma işlevini görür. İçi sıvı dolu olan bu kemiksi yapı, içinde altın oran barındıran _=73 derece 43´ sabit açılı logaritmik sarmal formundadır.

Sarmal Formda Gelişen Boynuzlar ve Dişler

Filler ile soyu tükenen mamutların dişleri, aslanların tırnakları ve papağanların gagalarında logaritmik sarmal kökenli yay parçalarına göre biçimlenmiş örneklere rastlanır. Eperia örümceği de ağını daima logaritmik sarmal şeklinde örer. Mikroorganizmalardan planktonlar arasında, globigerinae, planorbis, vortex, terebra, turitellae ve trochida gibi minicik canlıların hepsinin sarmala göre inşa edilmiş bedenleri vardır.

altinoran.org