"Çoğunluk Yapıyorsa Doğrudur" Mantığı Dejenerasyonun Ana Kaynağıdır


Her zaman için en doğru olanın, çoğunluğun uygulamaları olduğuna inanmak neden doğru bir düşünce şekli değildir?
Bazı insanların "çoğunluk yapıyor" mantığına sığınmayı tercih etmelerinin sebebi nedir?

Bir kişinin yapacağı bir hareketi, alacağı bir kararı düşünmeden ve yargılamadan, Kuran ahlakı yerine çoğunluğun isteklerine göre şekillendirmesi neden kişiyi daima kayba sürükler?

Asırlardır yaşamış olan tüm toplumlarda; her zaman için en doğru olanın, çoğunluğun uygulamaları olduğu kanısı bazı insanların kabullendiği en temel düşüncelerden biri olmuştur. Bazı insanları, din ahlakının gereklerini yerine getirmekten alıkoyan en büyük engellerden biri de budur. Kişileri içinde yaşadıkları toplumun kendileri hakkında ne diyeceğine, ne düşüneceğine bağımlı hale getiren bu yanlış düşünce tarzı, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların çok büyük bir bölümü tarafından yaşam şekli olarak benimsenmiştir. Sonuç olarak da bu kişilerin toplumun sayısal çoğunluğunu oluşturuyor gibi gözükmeleri; diğer insanları da yanlış yönlendirmiş, onları haksız çoğunluğun yaşadığı hayat şeklinin ve uydukları kuralların doğru olduğuna inandırmıştır. Oysaki düşünmeksizin çoğunluğa uyum sağlamak tamamıyla şeytanın bir oyunudur ve insanı, dünyada ve ahirette büyük kayıplara sürükler. Kuran'da Allah Müslümanlara şöyle emretmektedir:

"Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır." (Maide Suresi, 49)

Ayetten de anlaşıldığı üzere Allah insanlara haksız çoğunluğa ve onların nefse dayalı kurallarına uymamalarını emretmekte, çözümün ise Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde hareket etmek olduğunu bildirmektedir. Ancak insanların büyük bir kısmı, vicdanları onaylamasa da kendilerini çoğunluğun yaşam tarzına ayak uydurmak zorunda hissederler. Bunu, toplumun bir ferdi olmanın zorunluluğu olarak görürler. Oysa çoğunluğun ne yaptığı, neye inandığı, neyi savunduğu bir insan için hiçbir zaman güvenilir bir kaynak ve ölçü olamaz.

Bazı İnsanlar “Çoğunluk Yapıyor” Mantığına Neden Sığınırlar?

İnsanların bir kısmı kendilerini, "Madem bu toplum içinde yaşıyoruz, toplumun koyduğu kurallara ve öngördüğü hayat şekline de uymak zorundayız" mantığına -aynı hak dinin emriymiş gibi- uyma zorunluluğu içinde hissederler. Din ahlakının gerçek manasını kavramamış olan bu insanlar, dünyada Allah’ın emirleri dışında tüm insanların uyması gereken birtakım kurallar olduğuna, insanın da sosyal bir varlık olması nedeniyle bu kurallara uymak zorunda olduğuna inanırlar. (Belirtmek gerekir ki, burada bir kişinin toplumun huzuru için gerekli olan birtakım kurallara uyması kastedilmemektedir. Yazı boyunca vurgulanmak istenen; çoğunluk din ahlakına göre yaşamıyorsa, bir insanın din ahlakından uzaklaşmasının, Kuran’da yasaklandığı halde çoğunluk içki içiyor, kumar oynuyor, sahtekarlık yapıyor diye bunları yapmakta sakınca görmemesinin yanlışlığıdır.) Bu ahlaka sahip kişiler toplumun bireylerini hoşnut etmeyi en zaruri görevlerinden biri olarak benimserler. Bu nedenle toplumun, "başkaları ne der, insanlar nasıl değerlendirir, ne düşünürler, benim için iyi desinler, akıllı, zeki desinler, zengin desinler, cömert desinler, benim hakkımda şöyle düşünmesinler, şunu demesinler, böyle konuşmasınlar" gibi mantıklarının içinden çıkmayı başaramazlar. Sonuç olarak da din ahlakına göre yaşamadıkları için asla gerçek mutluluk ve huzuru yaşayamaz, ne hoşnut etmeyi amaçladıkları kişileri hoşnut edebilir ne de kendileri hoşnut olurlar.

Çoğunluk Haksız Olabilir

Çoğunluğun yöneldiği hayat şekli, uydukları sahte kural ve yaptırımlar insanları doğruya yöneltmez. Aksine Allah Kuran'da çoğunluğa uymanın, insanı saptıran bir tehlike olduğunu şöyle haber vermektedir:

"Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler." (Enam Suresi, 116)

Bu nedenle çoğunluğun Kuran ahlakına muhalif bir hayat şeklini seçmiş olması, insanlara karşı alaycı, zalim tavırlarda bulunmaları, ailelerine hatta devletlerine karşı isyankar bir yapı içinde olmaları, Allah'ın haram kıldığı fiilleri hiç düşünmeden işliyor olmaları o toplumdaki diğer kişileri etkilememelidir. Ayrıca bu tarz insanların nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor olması da bireylerin yaptıkları hatalar için bir gerekçe değildir. Örneğin;

Bir toplumun tamamı ateşi, Güneş’i veya yıldızları kendilerine ilah edinmiş, onlara tapıyor olsalar da, bu, bir başkasının da aynı inancı benimsemesine gerekçe olamaz.

Ya da bir toplulukta düzenbazlığa, zalimliğe, hırsızlığa ve bunlar gibi ahlaksızca davranışlara ses çıkarılmıyor olsa da, bir kişi, "çoğunluk bunu yapıyor" mantığını kullanarak aynı eylemleri yapmak durumunda değildir.

Veya bir toplumda sadece zenginler saygı görüyor, fakirler, güzel ahlakı dışında ortaya koyacak hiçbir maddi gücü olmayan insanlar eziliyorsa, bu, diğer insanların da bu zihniyeti destekleyecek bir anlayış geliştirmelerini gerektirmez.

Aksine kimi insanların, vicdanları kabul etmediği halde sırf çoğunluğun kınamasından korkarak bu zalimce mantığı makul karşılamaları büyük bir vicdansızlık olur. Çünkü insanın sadece toplum tarafından kınanmaktan, dışlanmaktan ya da kötü görülmekten korkarak, vicdanıyla doğru olduğuna kanaat getirdiği bir şeyi yapmakta çekimser davranması akla uygun bir davranış değildir. Allah Kuran'da Müslümanların önemli bir özelliğinin de insanların kınamasından korkmamaları olduğunu şöyle haber vermektedir:

"Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu', Allah yolunda cehd eden (çaba harcayan) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir." (Maide Suresi, 54)

"Çoğunluğa Uyma" Mantığı Topluma Yalnızca Kayıp Getirir

İnsanlar yukarıdaki örneklerde kısaca değindiğimiz gibi Allah'ın razı olacağı umulan yaşam dışında bir hayat tarzını benimsemişlerse, çoğunluğa uyma mantığının kendilerine getireceği bir kazanç yoktur. Nitekim aklen çökmüş ve ahlaken dejenere olmuş bireylerden oluşan bir toplum dünyada ciddi bir kaosun içine sürüklenir. Çıkar kavgasına dayalı çekişmeler, düşmanlıklar, öfke, nefret, kıskançlık gibi kaçınılması gereken duygu ve düşünceler insanlar arasında büyük bir hızla yayılır. Ve dünya yaşanması güç, huzursuzluğun ve kaosun hakim olduğu bir yer haline gelir. Bu, Allah'ın Kendisi'ne eş koşanlara dünyada verdiği karşılıktır. Ahirette bu kişileri daha kötü bir son beklemektedir. Bu son Kuran’da şu şekilde haber verilmiştir:

"Bunlar, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir ve bunların Allah'tan başka velileri yoktur. Azab onlar için kat kat artırılır. Bunlar (hakkı) işitmeye güç yetirmezlerdi ve görmezlerdi de. İşte bunlar, kendilerini hüsrana uğratanlardır ve yalan olarak uydurdukları (düzme tanrılar da) onlardan uzaklaşıp-kaybolmuşlardır. Hiç şüphesiz bunlar, ahirette en çok hüsrana uğrayanlardır." (Hud Suresi, 20–22)

Müslümanların Rehberi Kuran-ı Kerim ve Peygamberimiz (sav)’in Sünnetidir

Müslümanın göstermesi gereken ahlak, çoğunluğun yanlış davrandığı bir ortamda da Allah’ın emrettiği gibi yine vicdanlı davranması ve Kuran ahlakına uymasıdır. Bu nedenle çoğunluğun Kuran ahlakına uygun olmayan bir hayat şeklini seçmiş olması, günlük hayatlarında da bu doğrultuda kararlar alıp, buna göre düşünmeleri, o toplumdaki diğer kişileri etkilememelidir.

Müslümanlar nerede olurlarsa olsunlar, ne yaparlarsa yapsınlar kalplerinde ve konuşmalarında daima Allah 'a olan imanlarını ve bağlılıklarını esas alırlar. Hayatlarının amacı Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak olduğundan, her an bu amaç doğrultusunda hareket ederler. Her yaptıkları işte, Allah'ın, Kuran'da bildirdiği teslimiyet içindedirler. Bu ahlakları nedeniyle, bulundukları kalabalık ortamda Kuran ahlakına uygun hareket eden tek kişi de olsalar bu onlarda asla bir gevşeklik meydana getirmez. Tam tersine daha da dikkatli davranır ve Allah'ın hoşnut olmayacağını düşündükleri hal ve tavırlardan titizlikle sakınırlar. Allah’ın izniyle hiçbir şart ve ortam, onları güzel ahlakı yaşamaktan, Yüce Allah'ı ve ahireti düşünmekten alıkoymaz. Rabbimiz Kuran'da müminlerin bu özelliğini şöyle bildirmiştir:

"(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar." (Nur Suresi, 37)

Hz. İbrahim Çoğunluğa Uymamış, Tüm Müslümanlara Örnek Olmuştur

Kuran’da Hz. İbrahim’in ve onunla birlikte olan müminlerin, kendilerini kınayan insanlardan çekinmeyen kararlı bir tavır içinde olmaları örnek olarak verilmektedir. "Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi."(Nahl Suresi, 120) ayetiyle övülen Hz. İbrahim ve yanındakiler, büyük bir çoğunluğunun putlara taptığı bir toplumda yaşamışlardır. Ancak tüm kınamalara, tehditlere karşın sadece Allah'tan korkmaları nedeniyle bu toplumun sapkın eğilimlerine büyük tepki göstermişlerdir. Kuran'da bu durum şu şekilde haber verilmektedir:

"İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp- inkar ettik… " (Mümtehine Suresi, 4)

Hz. İbrahim'in bu kararlılığı karşısında müşrik kavmi onu cezalandırmaya karar vermiştir. Ama buna rağmen Hz. İbrahim Allah'a bağlılıkta kararlılık göstermiştir. Allah bu güzel tavrına karşı onu kavminin eziyetinden kurtarmıştır. Bu durum ayetlerde şöyle bildirilmiştir:

"Dedi ki: "Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır." Dediler ki: Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık. (İbrahim) Dedi ki: "Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir." (Saffat Suresi, 95–99)

Ancak insanların bazıları, Hz. İbrahim’in ayette bildirilen bu kararlılığını gösterememektedir. Kalpleri Allah'tan uzak olduğu için, vicdanlarını da kullanmamaktadırlar. Vicdanlarının önüne "çoğunluk yapıyor, çoğunluk yapıyorsa doğrusu budur" gibi yanlış mantıklarla set çekmekte ve Allah'tan gafil, insanların hoşnutluğunu önemseyen, onların kınamalarından çekinen bir hayat sürmektedirler.

"Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 109)



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

YARGITAY, HALKIMIZIN ADALET KONUSUNDAKİ GÜVENCESİ OLMALIDIR



- Yargıtay halkımızın güvencesi konumunda olmalıdır. Yerel mahkemelerin hukuki bir hataya düşmeleri durumunda Halkımızın, bu durumun Yargıtay tarafından düzeltileceğinden ve Yargıtay’ın kesin bir adil yargılama mercii olduğundan emin olması gerekmektedir.

- Aynı şekilde yerel mahkemeler de, Yargıtay’ın hatalı bir karar vermesi durumunda, bu hatayı düzeltebilecek; adaletin ve kanunların gerektirdiği hükümde kararlılık gösterebilecek bir adalet anlayışı içerisinde olmalıdır.

- Yargıtay ve yerel mahkemeler arasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin açık kanunları dışında, adeta gizli birtakım kanunlar uygulanarak; hukuki imalar ve işaretlerle yönlendirmeler yapılarak; meslekdaş dayanışmalarıyla hukuki hataların üzeri kapatılarak adaletin yaralanmasının önüne geçilmelidir.

- Her ne olursa olsun, hukukun ve adil yargılama esasının üstün tutulduğu böyle bir yargı sisteminde, hatalı kararlar dahi alınsa, bu hataların düzeltilmesi ve gerçek hakkaniyetten yana karar verilmesi son derece kolay olacaktır.


Kimi yerel mahkemeler, kanunlar aksini gerektirse de, Yargıtay’ın hükmüne karşı çıkamamaktadırlar.

Yargılamayı yapan, dava süresince dosyayı değerlendiren; sanıkların savunmalarını bizzat kendilerinden dinleyen, atılı suçların aksini ispatlayan onlarca delili inceleyen ve tüm bunların sonucunda kanunlara ve sunulan lehte ve aleyhte delillere en uygun hükmü verecek olan yerel mahkemelerdir. “Devletin yargı yetkisi Türk Milleti adına ‘bağımsız MAHKEMELERCE’ kullanılır” (Anayasa, madde 9). Yargıda esas olan yerel mahkemelerdir. Bu nedenledir ki: “hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller Hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir” hükmü getirilmiştir (Ceza Muhakemesi Kanunu, md 217/1). Yargıtay’ın yapabileceği, sadece bu hükmü kanuna uygunluk bakımından denetlemektir.

Dolayısıyla yerel mahkeme, kararını verdiğinde, adalete ve kanunlara tam olarak uyduğundan emindir.

Ancak dava dosyasının Yargıtay’a gitmesi ve Yargıtay’ın da yerel mahkemelerin verdiği kararın aksine bir karar vermesi durumunda, kimi yerel mahkemeler (davanın esasını oluşturan) kendi yargılamalarından elde ettikleri delilleri ve bundan doğan kanaati bir kenara bırakarak kararlarını hemen Yargıtay’dan yana değiştirebilmektedirler.


Kimi yerel mahkemeler Yargıtay’ın ima veya işaretlerini gizli bir baskı gibi görmektedirler.

Hatta kimi zaman Yargıtay’ın kesin bir hüküm belirtmediği, sadece hukuki bir ima ya da işaret verdiği, örneğin bazı hukuki meselelerin tartışılmasını istediği durumlarda dahi, kimi yerel mahkemeler bu imayı esas alarak, kendi yargılamalarından, açık delillere dayalı hukuki kararlarından vazgeçerek, bu ima doğrultusunda bir karara gidebilmektedirler.

Böyle bir durumda söz konusu yerel mahkemenin bütün gücü gitmekte ve adeta hipnotize olmuş bir şekilde, Yargıtay’ın imasından ya da hükmünden yana tavır koymaktadır. Öyle ki, yasaların ortaya koyduğu açık kanunlara uyması gerekirken; sırf Yargıtay aksini söyledi diye, açık kanunları bir kenara bırakıp Yargıtay’ın kararına uymayı daha önemli görebilmektedir. Doğruluğundan kesin emin olduğu açık kanunun hükmünü esas alması gerekirken, Yargıtay’a direnmiş olmamak ve onun dediğine uymak için bu kanunları hiçe saymaktadır.


Açık kanunlar gözardı edilebilmekte; bunun yerine ima ya da işaretlerin esas alındığı gizli kanunlar uygulanabilmektedir.

Böyle bir uygulamayı esas alan yerel mahkemelerin Yargıtay karşısında hiçbir güçleri olmaması, adaletin gereği gibi uygulanabilmesine büyük bir engel teşkil etmektedir. Zira Yargıtay’dan herhangi bir ima ya da işaret geldiğinde, açık kanun hükümleri göz ardı edilebilmekte; adeta Yargıtay ve yerel mahkemeler arasında geçerli olan ve olaydan olaya, kişiden kişiye değişen gizli kanunlar devreye girmektedir. Meslektaş dayanışması gibi hukuk dışı mantıklarla bu gizli kanunlar uygulamaya konmakta ve yerel mahkemelerin etkisi bu şekilde tümüyle ortadan kaldırılabilmektedir.


Yargıtay’ın bozma ilamlarında, esasa ilişkin bir hüküm verilmemesi gerekirken, bazı Yargıtay üyelerinin, hüküm niteliğindeki değerlendirmeleri yerel mahkemeleri kimi zaman ima yoluyla etki altına alabilmektedir.

CMUK’nun halen yürürlükte olan 321. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, temyiz mahkemelerinin bir davanın hükmüne esas olan vakıalarla ilgili müdahale yetkisi ancak ‘bozmayla’ sınırlıdır. Bir başka deyişle, temyiz mahkemesi (yani Yargıtay), kural olarak; sınırlı bazı istisnalar dışında incelediği dava ile ilgili olarak esasa ilişkin bir hüküm veremez, hüküm niteliğinde değerlendirmelerde bulunamaz. Yargıtay’ın görevi sadece dosyayı hukuka uygunluk bakımından denetlemek ve hukuka aykırı bir durumun tespiti halinde hükmü bozarak dosyayı tekrar değerlendirilmek üzere yerel mahkemeye geri döndürmektir.

Ancak zaman zaman, temyiz incelemesini gerçekleştiren hakimler, bozma kararında, davanın esasına ve dosyadaki olgu ve delillere ilişkin önyargılı değerlendirmelerde bulunabilmekte ve kesin hüküm niteliği taşıyan ifadeler kullanabilmektedirler. Hatta kimi hakimler (yargı mensuplarımızın ve Yargıtay üyelerimizin çoğunluğunu tenzih ederiz) yerel mahkemeyi, dosya içeriğine ve hakkaniyete aykırı bir mahkumiyet kararına yönlendirme amacıyla bazı değerlendirmeler yapabilmektedirler. Temyiz mahkemelerinin hukuka uygunluk denetimi görevi ile bağdaşmayan bu yaklaşımlarının hukuka aykırı olduğu çok açıktır.

Yerel mahkemelerin böyle hukuksuz bir uygulamayla etki altına alınmaya çalışılması durumunda da yine, yapılan bu hukuksuz uygulamanın eleştirilebilmesi, şikayet edilebilmesi ve düzeltilebilmesi için başvurulabilecek yetkili mercilerin devreye girebilmesi gerekmektedir.


Eğer bağımsız hiçbir yetkisi ve etki gücü olmayacaksa, o zaman yerel mahkemelerin konumu ve var olmasının anlamı nedir?

Bu noktada hemen şu soru akla gelmektedir: Eğer yargılamayı bizzat yapan yerel mahkemelerin, kendi adil ve bağımsız yargılama gücü ile hiçbir karar verme ve hüküm koyma yetkisi yoksa, bu durumda bu mahkemelerin onca süreç boyunca sanıkları yargılamasının, sunulan delilleri değerlendirmesinin, kanunları uygulamasının anlamı nedir? Eğer yerel mahkemenin tüm bu deliller ve yasalar ışığında vardığı sonuç, -kanunlar her ne kadar aksini söylese de- Yargıtay’ın tek bir sözü ile ortadan kaldırılabiliyorsa, bu mahkemelerin yargılama fonksiyonunun, görevinin, yetkisinin ve gücünün ne olduğunun bir kez daha gözden geçirilmesi gerekir.


Yargıtay, kanunlara açıkça aykırı bir karar verdiği takdirde, bu duruma müdahale edebilecek yasal yollar oluşturulmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti yasaları son derece açıktır. Bir konu yasalara ya uygundur ya da değildir ve bu son derece açık bir şekilde hükme bağlanmıştır. Örneğin Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148/4 maddesi, “avukat yanında olmaksızın alınan ve daha sonra yargı aşamasında doğrulanmayan emniyet ifadelerinin hükme esas alınamayacağını” belirtmektedir. Bu madde yürürlüktedir. Bu kanun, tüm diğer kanunlar gibi tüm yargı mensuplarını, hakimleri ve savcıları bağlamaktadır. Bütün yargı mensupları ve mercileri gibi bu hükmün esas alınması gerekliliği Yargıtay’ı da bağlamaktadır. Ancak Yargıtay tüm adli mercilerin uymak ve gözönünde bulundurmak zorunda olduğu bu hükmü açıkça yok sayabilmektedir.

Kanunlar açıkça “böyle bir uygulama olmaz”, “avukat olmadan alınan polis ifadeleri geçerli kabul edilemez” demekte; ama Yargıtay “hayır kabul edilebilir; avukat olmaksızın alınan polis ifadeleri delil kabul edilerek yargılama yapılabilir” dediğinde konu bu şekilde kapanmaktadır. Ve yargılanan kişiler, böyle bir hukuksuzluğa karşı haklarını arayabilecekleri, yapılan hukuki hatanın düzeltmesi için başvurabilecekleri bir mercii bulamamaktadırlar.

Haksız kararlar eleştirilememektedir. Hakimlere dava açılamamaktadır. Türk halkının, kanunlara göre çok açık olan konularda dahi hukuksuzluklarla karşı karşıya kaldıklarında, bunu şikayet edebilecekleri bir üst mahkeme yoktur. Bu durum, hukuk devleti olma arzusundaki Türkiye için çok ciddi ve vahim bir durumdur.


Kanunlar “olmaz” diyor, ama Yargıtay “olur” dediğinde bu hüküm bazı yerel mahkemeler tarafından tartışmasız kabul edilebilmektedir.

Dolayısıyla açık kanunlar her ne derse desin, Yargıtay aksini söylediğinde, kanunların etkisi adeta ortadan kalkmaktadır. Yargılanan kişiler de, haksız olduğu ne kadar açık olursa olsun Yargıtay’ın hükmünü kabul etmek zorunda kalmaktadırlar.


Oysa ki Yargıtay’da, bir insanın tüm hayatına malolabilecek bir karar, dava dosyası hiç okunmadan; görevlendirilen tetkik hakimlerine okutularak verilmektedir.

Halihazırda, Yargıtay’da yürürlükte olan sisteme göre, gelen dava dosyaları Yargıtay hakimleri (daire üyeleri) tarafından değil, tetkik hakimleri tarafından incelenmektedir. Tetkik hakimi, söz konusu dava dosyasında bulunan tüm evrakları inceleyip özet bir rapor düzenlemekte, bu raporu kurula sunmakta ve kendi kanaatini belirtmektedir. Fakat tetkik hakimi, kurul üyesi değildir. Nihai kararda yer alma yetkisi yoktur. O yalnızca incelediği dosyalar üzerinden bir kanaat bildirme görevindedir.

Yargıtay hakimleri, tetkik hakimlerinin verdikleri özet bilgiye ve onların kanaatlerine göre karar vermektedirler. Dolayısıyla bir insanın geleceğine dair son kararı verecek olan Yargıtay hakimleri, karar verdikleri dava dosyası hakkında hiçbir detay bilmemekte, yargılananların hiçbirini tanımamaktadırlar. Yalnızca özet bir rapora ve kendilerine iletilen bir kanaata göre karar vermektedirler. Bu şartlar altında verilen bir kararda hata oluşması ihtimali kuşkusuz ki büyüktür.


Yargıtay Ceza Genel Kurulu, tek bir sene içerisinde Yargıtay’dan gelen davalara ilişkin kararların % 61.7’sini bozmuştur. Bu rakam, tetkik hakimlerinin değerlendirmesiyle verilen kararların hata oranının ne kadar yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Tek bir yıl içinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Yargıtay’ın çeşitli dairelerinden gelen davaların %61.7’sini bozmuştur. Bu durum, Yargıtay’ın değerlendirmelerinde ne kadar yüksek oranda hata olabileceğini istatistiklerle göstermiş bulunmaktadır. Dolayısıyla hukuka uygun olmadığı tespit edilen Yargıtay kararlarının düzeltilebilmesi için gereken kanuni düzenlemelerin yapılması son derece önemlidir.


Yargıtay’da, dava dosyalarına hakim olmadan verilen hükümler sonucunda, hiç varolmamış olaylar var gibi gösterilebilmekte; yerel mahkemeler ise bu hatayı görmezden gelebilmektedirler.

Yerel mahkemeler, dava sürecini bizzat yöneten, dava dosyasına giren her türlü belge ve delili bizzat inceleyen ve her konuda hükmü deliller ışığında veren mahkemelerdir. Sanıklar aleyhine yapılan suçlamaları; sanıkları aklayan delilleri, suçun geçersizliğini ortaya koyan belgeleri doğrudan değerlendirmektedirler.

Ancak dava dosyası Yargıtay’a gidip de Yargıtay, dava dosyasında hiçbir şekilde ‘var olmayan’ bir konuyu delil olarak gündeme getirdiğinde, kimi zaman bazı yerel mahkemeler bu konuda çok iyi bildikleri gerçekleri göz ardı edip Yargıtay’da ‘var olmayan’ deliller üzerine bina edilen suçlamaları varmış gibi kabul ederek Yargıtay’ın hükmü doğrultusunda hareket edebilmektedir.

Oysa ki, davayı birinci dereceden kontrol eden yerel mahkemelerin bu noktada, böyle bir yanlışı düzeltecek ve doğruyu savunabilecek bir gücü ve etkisi olabilmelidir. Halkımız yerel mahkemelerin bu konudaki adil ve vicdanlı yargılamasına tam olarak güvenebilmelidirler.

Yargıtay müzakereleri hukuksuz olarak basına sızdırılabilmektedir. Bu şekilde kamuoyu baskısı oluşturarak yerel mahkemeler üzerinde ceza verilmesi yönünde baskı kurulması engellenmelidir.

Yargıtay Kanunu’nun 39. maddesi, müzakerelerin gizli yapılmasını öngörmektedir. Yargıtay’ın, bozma ilamına ilişkin bir kararı hukuksuz olarak basına sızdırması bu kanun maddesinin ihlal edilmesidir. Bu aynı zamanda da görevin kötüye kullanılması (TCK257), göreve ilişkin sırların açıklanması (TCK25), gizliliğin ihlali (TCK285), yargı görevi yapan kimseleri etkileme (TCK277), adil yargılamayı etkileme (TCK28) suçlarını da oluşturmaktadır.

Yerel mahkemelerin basın yoluyla kamuoyu baskısı altına alınması da engellenebilmelidir. Aynı şekilde böyle bir usülsüzlük ve hukuka aykırı uygulama karşısında, bu durumu düzeltebilecek yetkili merciler devreye girebilmelidir.

Yargıtay kurumunun, adil yargılama konusunda halkımızın güvencesi olabilmesi için gereken hukuki düzenlemeler yapılmalıdır.

Temyiz mercii olarak Yargıtay’ın işlevini yerine getirebilmesi için Yargıtay’da etkin bir denetim mekanizmasının sağlanması şarttır. Hukuk düzenimizde başta Başbakan, TBMM Başkanı, Kuvvet Komutanları olmak üzere herkese karşı dava açılabilmektedir. Bunun tek istisnası Yargıtay üyeleridir. Yargıtay üyelerine karşı yaptıkları bir hata üzerine dava açılamamaktadır.

Aynı şekilde kamu görevlilerinin yapmış oldukları eylemler nedeniyle haklarında cezai kovuşturma ve disiplin kovuşturması açılabilmekte, ancak Yargıtay üyelerine karşı herhangi bir cezai kovuşturma ve disiplin soruşturması yapılamamaktadır. Bugüne kadar ceza almış bir tane Yargıtay üyesi bulunmaması bunun en somut delilidir.

Bunun 2 temel nedeni vardır. Birincisi halihazırda hukuk düzenimizde Yargıtay üyelerinin hakkında cezai ve hukuki kovuşturma yapılmasını sağlayacak etkili bir denetim mekanizması yoktur. İkincisi ise hakimlerin kendileri hakkında yürütülen soruşturmalarda ve açılan tazminat davalarında (yargı mensuplarımızın ve Yargıtay üyelerimizin çoğunluğunu tenzih ederiz) meslektaş dayanışması göstererek birbirlerine cezai ve hukuki yaptırım uygulanmasını engellemeleridir.

Oysa ki böylesine bir denetim mekanizmasına sahip olması Yargıtay’ın sağlıklı ve sıhhatli bir şekilde işlemesini kolaylaştıracaktır. Böyle bir düzenleme ile yargı kalitemiz yükselmekle kalmayacak, hem halkın adalete olan inancı artacak, hem de egemenlik haklarının kullanımı makul bir dengeye kavuşacaktır. Kamuoyuna saygılarımızla.

Adnan Tınarlıoğlu

Bilim Araştırma Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi





mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

YARGITAY KANUNU İLE HÂKİMLER ve SAVCILAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİKLER YAPILMASI YARGIMIZI GÜÇLENDİRECEKTİR



Yargıtay’da görev yapan yüksek yargıçların yükünü hafifletmek, görev sürelerinde düzenleme yapmak, temyize gelen dosyaların bizzat hakimlerce incelenmesini sağlamak ve alınan tüm mahkeme kararlarını eleştiriye açık hale getirmek gibi bazı konularda

kanuni düzenlemeler yapılması zaruri hale gelmiştir. Bu tarz kanuni düzenlemeler hem yargı sistemimizi güçlendirecek, hem de halkımızın adalete olan inanç ve güvenini artırarak daha sağlıklı bir kamu düzeninin oluşmasına vesile olacaktır.

Yar­gı sis­te­mi­miz her se­ne Av­ru­pa İn­san Hak­la­rı Mah­ke­me­si nez­din­de yüz­ler­ce ke­re mah­kum ol­mak­ta­dır. Bu­nun 4 te­mel ne­de­ni bu­lun­mak­ta­dır.

- Tem­yiz mer­cii olan Yar­gı­tay’ın iş­le­vi­ni tam ola­rak ye­ri­ne ge­ti­re­bil­me­si ba­kı­mın­dan yal­nız­ca tet­kik ha­kim­le­ri­nin de­ğil, Yar­gı­tay da­ire­le­rin­de gö­rev­li ha­kim­le­rin­de dos­ya­la­rı in­ce­le­me­si ge­rek­li­dir.

- Yar­gı­tay üye­le­ri ara­sın­da­ki mes­lek ta­as­su­bu kı­rıl­ma­lı, Yar­gı­tay üye­le­ri­nin yar­gı­lan­ma­sı­nın önün­de­ki hu­ku­ki en­gel­ler kal­dı­rıl­ma­lı­dır.

- Yar­gı­tay’da gö­rev ya­pan hâ­kim­le­rin gö­rev sü­re­le­ri sı­nır­lan­dı­rıl­ma­lı­dır.

- Baş­ta Yar­gı­tay ka­rar­la­rı ol­mak üze­re bü­tün mah­ke­me ka­rar­la­rı eleş­ti­ri­ye açık ol­ma­lı­dır.

YAR­GI­TAY’A GE­LEN DOS­YA­LA­RI

DAİ­RE ÜYE­Sİ OLAN H­KİM­LER DE İN­CE­LE­ME­Lİ­DİR

Yar­gı­tay tem­yiz dos­ya­la­rı­na ka­rar ver­me ba­kı­mın­dan çok bü­yük bir iş yü­kü­nün al­tın­da­dır. Yar­gı­tay se­ne­de 600.000 (Al­tı yüz­bin!) dos­ya­nın gö­rü­lüp ka­ra­ra bağ­lan­dı­ğı bir yük­sek mah­ke­me ha­li­ne gel­miş­tir. Kuş­ku­suz bu ağır iş yü­kü be­ra­be­rin­de hu­ku­ken ha­ta­la­rı da ge­tir­mek­te­dir. Ni­te­kim bu du­rum Yar­gı­tay Baş­kan­lı­ğı ya­pan en yet­ki­li ağız­lar ta­ra­fın­dan da di­le ge­ti­ril­mek­te­dir.

Yar­gı­tay Es­ki Baş­ka­nı Os­man Ars­lan 25.11.2006 ta­ri­hin­de yap­tı­ğı ko­nuş­ma­sın­da bu du­ru­mu şöy­le or­ta­ya koy­muş­tur:

“Yar­gı­tay’ın iş yü­kü her­ke­sin ma­lu­mu. Ge­çen yıl Yar­gı­tay 518 bin 881 ka­rar ver­di. Ye­rel mah­ke­me­ler yüz­de 100 doğ­ru ka­rar ver­sey­di, Yar­gıtay’a ge­rek yok­tu. Ama Yar­gı­tay da ha­ta ya­pa­bi­lir. Bir yıl­da me­sai ya­pı­lan gün 200 ka­bul edi­lir­se, de­mek ki gün­de Yar­gı­tay’dan 2500 karar çı­kı­yor. Bu şart­lar­da hiç ha­ta ya­pıl­ma­ma­sı müm­kün mü?”

Sa­yın Os­man Ars­lan’ın da açık ve net bir şe­kil­de di­le ge­tir­di­ği üze­re Yar­gı­tay’ın ağır iş yü­kü ha­ta ya­pıl­ma­sı­nı ka­çı­nıl­maz ha­le ge­tir­mek­te­dir.

Mev­cut uy­gu­la­ma­da Yar­gı­tay da­ire­le­rin­de dos­ya­lar üye­ler­ce ye­te­rin­ce in­ce­le­ne­me­mek­te, in­ce­le­me ta­ma­men tet­kik hâ­kim­le­riy­le sı­nır­lı kal­mak­ta, tet­kik hâ­kim­le­ri ta­ra­fın­dan ha­zır­la­nan ra­por­lar doğ­rul­tu­sun­da ki­mi za­man üye­ler­ce hiç okun­ma­dan ka­ra­ra bağ­lan­mak­ta­dır. Bu ka­bul edi­le­mez du­ru­mu her­kes bil­mek­te ama kim­se dile geti­re­me­mek­te­dir.

Hu­kuk sis­te­mi­mi­zin, Tür­ki­ye’nin en tec­rü­be­li, en bil­gi­li, en ni­te­lik­li yar­gıç­la­rı­nı Yar­gı­tay ça­tı­sı al­tın­da top­lar­ken, on­lar­dan ha­zır ka­rar me­tin­le­ri­nin al­tı­na im­za koy­mak­tan da­ha faz­la­sı­nı bek­le­di­ği tar­tış­ma­sız­dır. Yar­gı sis­te­mi­miz, 5 yük­sek yar­gıç­lı dai­re dü­ze­ni­ni ön­gö­rür­ken “ül­ke­nin en iyi 5 yar­gı­cı ha­ta­da muh­te­me­len it­ti­fak ede­mez” dü­şün­ce­sin­den ha­re­ket et­mek­te, Yar­gı­tay da­ire­le­rin­den doğ­ru ka­rar­la­rın çık­ma­sı­nı ve doğ­ru ka­rar­la­rın çı­ka­ca­ğı­na ka­mu­oyun­ca gü­ven du­yul­ma­sı­nı he­def­le­mek­te­dir.

Bu ne­den­le beş yar­gıç­lı dai­re dü­ze­ni ama­cı­na uy­gun ha­le ge­ti­ril­me­li ve dai­re üye­si olan hâ­kim­ler­de da­ire­le­re ge­len dos­ya­la­rı in­ce­le­me­li­dir.

YAR­GI­TAY H­KİM­LE­Rİ’NİN İŞ­LEM­LE­Rİ HAK­KIN­DA

ET­KİN BİR DE­NE­TİM ME­KA­NİZ­MA­SI KU­RUL­MA­LI­DIR

Tem­yiz mer­cii ola­rak Yar­gı­tay’ın iş­le­vi­ni sağ­la­ya­bil­me­si için Yar­gı­tay’da et­kin bir­ de­ne­tim me­ka­niz­ma­sı­nın sağ­lan­ma­sı şart­tır. Hu­kuk dü­ze­ni­miz­de baş­ta Cum­hur­baş­ka­nı, Baş­ba­kan, TBMM Baş­ka­nı ol­mak üze­re her­ke­se kar­şı da­va açı­la­bil­mek­te­dir. Bu­nun tek is­tis­na­sı Yar­gı­tay üye­le­ri­dir. Yar­gı­tay üye­le­ri­ne kar­şı taz­mi­nat da­va­sı açı­la­ma­ma­sı­dır.

Ay­nı şe­kil­de ka­mu gö­rev­li­le­ri­nin yap­mış ol­duk­la­rı ey­lem­ler ne­de­niy­le hak­la­rın­da ce­zai ko­vuş­tur­ma ve di­sip­lin ko­vuş­tur­ma­sı açı­la­bil­mek­te, an­cak Yar­gı­tay üye­le­ri­ne kar­şı her­han­gi bir ce­zai ko­vuş­tur­ma ve di­sip­lin so­ruş­tur­ma­sı ya­pı­la­ma­mak­ta­dır. Bu­gü­ne ka­dar ce­za al­mış bir ta­ne Yar­gı­tay üye­si bu­lun­ma­ma­sı bu­nun en so­mut de­li­li­dir.

Ade­ta giz­li bir do­ku­nul­maz­lık zır­hı­na sa­hip olan Yar­gı­tay üye­le­ri, ba­sı­na da yan­sı­mış olan Neş­ter-2 ve Or­ki­de isim­li ağır yol­suz­luk ve fu­huş çe­te­si ope­ras­yon­la­rı­na ad­la­rı ka­rış­mış ol­sa­lar bi­le, hiç­bir ce­zai ta­ki­ba­ta ma­ruz kal­ma­dan gö­rev­le­ri­ne de­vam ede­bil­mek­te­dir­ler.

Bu­nun 2 te­mel ne­de­ni var­dır. Bi­rin­ci­si hâ­li­ha­zır­da hu­kuk dü­ze­ni­miz­de Yar­gı­tay üye­le­ri­nin hak­kın­da ce­zai ve hu­ku­ki ko­vuş­tur­ma ya­pıl­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak et­ki­li bir de­ne­tim me­ka­niz­ma­sı­nın ol­ma­ma­sı­dır. İkin­ci­si ise hâ­kim­le­rin ken­di­le­ri hak­kın­da ger­çek­le­şen ko­vuş­tur­ma ve taz­mi­nat da­va­la­rın­da mes­lek­taş da­ya­nış­ma­sı gös­te­re­rek bir­bir­le­ri­ne ce­zai ve hu­ku­ki yap­tı­rım uy­gu­lan­ma­sı­nı en­gel­le­me­leridir.

El­bet­te Ana­ya­sa’da gü­ven­ce al­tı­na alı­nan yar­gıç ba­ğım­sız­lı­ğı yar­gı­nın ol­maz­sa ol­maz il­ke­si­dir. An­cak gö­re­vi­ni ya­pan yük­sek yar­gıç­lar için her­han­gi bir de­ne­ti­me ta­bi ol­ma­ma­nın ge­ti­re­ce­ği teh­li­ke­ler de aşi­kâr­dır.

Yar­gı­tay’ın yar­gı­ya açıl­ma­sı­nı Yar­gı­tay üye­le­ri de sa­mi­mi bir şe­kil­de sa­vun­ma­lı ve bu yön­de ta­lep­le­ri ol­ma­lı­dır. Böy­le­si­ne bir de­ne­tim me­ka­niz­ma­sı­na sa­hip ol­ma­sı Yar­gı­tay’ın sağ­lık­lı ve sıh­hat­li bir şe­kil­de iş­le­me­si­ni ko­lay­laş­tı­ra­cak­tır.

YAR­GI­TAY H­KİM­LE­Rİ­NİN GÖ­REV SÜ­RE­Sİ

BEL­Lİ BİR SÜ­RE İLE SI­NIR­LI OL­MA­LI­DIR

Bi­lin­di­ği üze­re Yar­gı­tay’a ata­nan bir ha­kim yaş had­din­den emek­li ola­na ka­dar Yar­gı­tay ha­ki­mi ola­rak gö­rev yap­mak­ta­dır. Ör­ne­ğin 40 ya­şın­da Yar­gı­tay’a ata­nan bir ha­kim emek­li­lik ya­şı olan 65 ya­şı­na va­rın­ca­ya ka­dar­ki 25 se­ne bo­yun­ca ay­nı gö­re­vi sür­dür­mek­te­dir. Bu du­ru­mun bü­yük sa­kın­ca­la­rı bu­lun­mak­ta­dır. Önem­li mev­ki­ler­de gö­rev ya­pan ka­mu per­so­ne­li­nin va­zi­fe yer­le­ri, ter­fi ve ro­tas­yon­lar­la de­ğiş­ti­ri­lir. Bu, bir­çok yön­den fay­da­la­rı bu­lu­nan bir dev­let po­li­ti­ka­sı­dır. Se­çil­miş yö­ne­ti­ci­ler ya­sa­lar­da ön­gö­rü­len sü­re­le­ri ta­mam­la­dık­la­rın­da gö­rev­le­ri­ni bı­rak­mak­ta, as­ker­ler, po­lis­ler, tüm me­mur­lar bel­li ku­ral­lar da­hi­lin­de gö­rev yer­le­ri­ni de­ğiş­tir­mek­te­dir­ler. An­cak Yar­gı­tay üye­le­ri bir de­fa Yar­gı­tay ha­ki­mi ol­duk­la­rın­da emek­li ola­na ka­dar Yar­gı­tay’da ha­kim­lik yap­mak­ta­dır­lar.

Bu du­ru­mun sa­kın­ca­lar do­ğu­ra­ca­ğı açık­tır. Her­han­gi bir şe­kil­de he­sap ver­me ve gö­rev­den alın­ma kor­ku­su­nun ol­ma­dı­ğı bu tür or­tam­lar­da sis­te­min su­is­ti­ma­le uy­gun bir ze­min teş­kil et­ti­ği aşi­kar­dır. Tak­dir edi­le­ce­ği üze­re bu tür or­tam­lar­dan ken­di­si­ne pay çı­kar­mak is­te­yen ki­şi­ler za­man za­man bu­lu­na­bil­mek­te­dir. Bu­nun önü­ne ge­çi­le­bil­me­si ba­kı­mın­dan da Yar­gı­tay üye­le­ri­nin gö­rev sü­re­le­ri­nin sı­nır­lan­dı­rıl­ma­sı ve gö­rev yer­le­ri­nin za­man za­man de­ğiş­ti­ril­me­si ge­rek­ti­ği açık­tır.

BAŞ­TA YAR­GI­TAY VE YAR­GI­TAY KA­RAR­LA­RI OL­MAK ÜZE­RE

HER TÜR­LÜ MAH­KE­ME KA­RA­RI HAK­KIN­DA

ÖZ­GÜR­CE ELEŞ­Tİ­Rİ YA­PI­LA­BİL­ME­Lİ­DİR

Eleş­ti­ri bir top­lu­mun ge­liş­me­si için ol­maz­sa ol­maz bir ge­rek­si­nim­dir. Bir top­lu­mun de­mok­ra­tik­li­ği ve ge­liş­miş­li­ği­nin gös­ter­ge­si o top­lum­da eleş­ti­ri kül­tü­rü­nün yer edi­nip edi­ne­me­di­ğiy­le doğ­ru­dan il­gi­li­dir.

Ül­ke­miz­de ha­ka­re­te var­ma­dı­ğı sü­re­ce her­ke­sin bir­bi­ri­ni eleş­tir­me öz­gür­lü­ğü bu­lun­mak­ta­dır. Bu­nun tek is­tis­na­sı ha­kim ve mah­ke­me ka­rar­la­rı­dır. Or­ta­da çok fa­hiş hu­ku­ki ha­ta­lar ol­sa bi­le mah­ke­me ka­rar­la­rı­nı eleş­tir­mek müm­kün ola­ma­mak­ta­dır. Bu du­rum de­mok­ra­tik bir hu­kuk dev­le­ti­ne ya­kış­ma­mak­ta­dır. Bu ne­den­le bu du­ru­mun bir an ön­ce dü­zel­til­me­si ge­rek­mek­te­dir. Her­kes hak­kın­da eleş­ti­ri ya­pı­la­bil­di­ği gi­bi baş­ta Yar­gı­tay ve Yar­gı­tay ka­rar­la­rı ol­mak üze­re bü­tün mah­ke­me ka­rar­la­rı hak­kın­da da öz­gür­ce eleş­ti­ri ya­pı­la­bil­me­li­dir.

Yar­gı­tay üye­le­ri yar­gı­la­na­ma­mak­ta, eleş­ti­ri­le­me­mek­te, red­de­di­le­memek­te, yer­le­ri de­ğiş­ti­ri­le­me­mek­te­dir. Dev­le­ti­mi­zin diğer tüm ku­rum ve ki­şi­le­ri için müm­kün olan bu iş­lem­ler yar­gı­tay üye­le­ri­ne kar­şı ki­mi yer­de ya­sa­lar­la, ki­mi yer­de iç­ti­hat­lar­la, ki­mi yer­de uy­gu­la­may­la ya­sak­lan­mış­tır.

Bir yar­gıç Yar­gı­tay’a gel­di­ği an­dan iti­ba­ren, emek­li ola­na ka­dar ora­da kal­ma ve ne ya­par­sa yap­sın kim­se­nin se­si­ni çı­ka­ra­ma­ma­sı gi­bi bir ay­rı­ca­lık el­de et­mek­te­dir.

Cum­hur­baş­ka­nı da da­hil ol­mak üze­re dev­le­ti­mi­zin tüm yet­ki­li­le­ri ve yö­ne­ti­ci­le­ri, kul­lan­dık­la­rı yet­kiy­le oran­tı­lı bir so­rum­lu­luk ta­şır­lar­ken, Yar­gı­tay üye­le­ri ne­re­dey­se “sı­nır­sız” de­ne­bi­le­cek yet­ki­ye kar­şı “sı­fır” so­rum­lu­luk ta­şı­mak­ta­dır­lar.

Bu ya­sa­ma, yü­rüt­me ve yar­gı erk­le­ri ara­sın­da­ki den­ge­yi boz­mak­la kal­ma­mak­ta, ay­nı za­man­da key­fi dav­ran­ma­ya uy­gun bir ze­mi­ni de be­ra­be­rin­de ge­ti­re­rek ül­ke­mi­zi AİHM’de en çok mah­ku­mi­yet alan ül­ke ko­nu­mu­na dü­şür­mek­te­dir.

Bu den­ge­siz­li­ğin dü­zen­len­me­si şart­tır. Yar­gı­tay üye­le­ri­nin yet­ki­le­ri ve so­rum­lu­luk­la­rı­nın oran­tı­lı ha­le ge­ti­ril­me­si ha­lin­de yar­gı ka­li­te­miz yük­sel­mek­le kal­ma­ya­cak, hem hal­kın ada­le­te olan inan­cı ar­ta­cak, hem de ege­men­lik hak­la­rı­nın kul­la­nı­mı ma­kul bir den­ge­ye ka­vu­şa­cak­tır.

Ka­mu­oyu­na say­gı­la­rı­mız­la.

Ad­nan Tı­nar­lı­oğ­lu

Bi­lim Araş­tır­ma Vak­fı Mü­te­vel­li He­ye­ti Üye­si



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Müslümanın Her Dakika, Her Saat Başı, Aklından Geçirmesi Gereken Bilgiler


İman eden bir insan Allah'ın Kuran ile insanlara bildirdiği gerçeklere gönülden inanmış, tüm hayatını bu gerçekler doğrultusunda yaşamaya karar vermiş demektir. Allah'tan başka bir güç olmadığına, kaderin, hesap gününün, cennetin ve cehennemin hak olduğuna, dünya hayatının bir imtihan yeri olduğuna ve her insanın Kuran ahlakını en mükemmel şekilde yaşamakla sorumlu olduğuna kesin kanaat getirmiştir. Bu imanı sonucunda bir insan, tüm hayatı boyunca artık Kuran ile bildirilen tüm bu gerçeklerin şuurunda olarak bir yaşam sürer. Her anını bu bilgiler ışığında, Allah'ın en razı olacağı ahlakı göstererek geçirir.

Ancak yine de insanın, ‘nasıl olsa ben tüm bu gerçekleri biliyorum, tüm bunlara gönülden inanıyorum’ diyerek, bu konular üzerinde derinlemesine düşünmeyi bir kenara bırakmaması gerekir. İnsanın sabah uykudan uyandığı andan itibaren, gün boyunca hemen her saat, her dakika aklından tüm imanı gerçekleri tekrar tekrar geçirmesi ona çok daha üstün bir ahlak mükemmelliği kazandırır.

Allah'a olan sevgisini, Allah korkusunu, herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilmesinden kaynaklanan tevekkülünü, kendisinin ise Allah'ın yarattığı ve O’nun hakimiyeti altında hareket eden aciz ve muhtaç bir varlık ve yalnızca Allah'ın yarattığı bir görüntüden ibaret olduğunu hemen her dakika yeniden düşünmelidir. Dünya hayatının çok kısa olup çok hızla tükendiğini, insanın hızla yaşlanmaya doğru sürüklendiğini, genç yaşlı demeden ölümün insan için an meselesi olduğunu, her olayın insanın denenmesi için yaratıldığını, asıl olarak Allah'ın rızasını, ve sonsuza dek Rabbimiz'in sevgisini kazanabilmeyi, ahireti, Müslümanlarla orada sonsuz bir beraberlik içinde yaşamayı hedeflediğini kendine sık sık hatırlatmalıdır.

Müslümanları neden sevdiğini, Allah'ın "Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever." (Saff Suresi, 4) ayetiyle hatırlattığı gibi, tüm Müslümanların, adeta tek bir vücut gibi birbirlerinin parçası; en yakın dostları ve velisi olduğunu düşünmesi çok önemlidir.

Tüm bu gerçekleri bilmek ve bunlara inanmak kadar, bunları sık sık yeniden düşünmek, derinleştirmek ya da zikretmek de Müslümanın hem önemli bir sorumluluğu hem de kendisini daha güzel bir ahlaka ulaştıracak çok önemli bir vesiledir.

"... Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O'nu tesbih et..." (Al-i İmran Suresi, 41)

"Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret..." (Araf Suresi, 205)

"... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur" (Ra'd Suresi, 28)


mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

DARWINİZM AVRUPA’DA YERLE BİR OLDU


Darwinistlerin hayallerinde var ettikleri evrimi kanıtlayabilmeleri için,

- İddia ettikleri ilkel çorba denilen çamurlu suda, hayali “ilk hücre”nin nasıl meydana geldiğini açıklamaları gerekmektedir. Fakat Darwınizm Henüz İşlevsel Tek Bir Proteinin Nasıl Tesadüfen Meydana Gelebildiğini Açıklayabilmiş Değildir.

- Hayali evrim mekanizmalarının iddia ettikleri şekilde evrimleşme sağladığını göstermeleri gerekmektedir. Fakat Darwınistler, Sahte Evrim Mekanizmaları “Doğal Seleksiyon” Ve “Mutasyonlar” Yoluyla, Laboratuvar Ortamında Bile, Bir Canlıya Faydalı Bir Özellik Veya İşlevsel Yeni Bir Gen Ekleyememişlerdir.

- Moleküler sistemler, göz, kulak gibi indirgenemez komplekslikteki organların, evrimin hayali ve uzun aşamalarında nasıl tesadüfen meydana gelebileceğini açıklayabilmeleri gerekmektedir. Fakat Evrim Teorisi, “Gözü Düşünmek Beni Teorimden Soğuttu” Diyen Darwın’den Beri, İndirgenemez Komplekslikteki Yapılara Tek Bir Açıklama Getirebilmiş Değildir.

Bunlar, Darwinistlerin açıklamayamadıklarıdır. Fakat Darwinistlerin asıl açıklayamadıkları şey, evrim teorisinin olması gereken delilleri, yani Olmayan Ara Fosillerdir.

- Darwınistler Tek Bir Ara Fosil Bile Getirememişlerdir.

- Darwinistlerin ara form olarak öne sürdükleri fosillerin bir kısmının tam, eksiksiz ve mükemmel canlılara ait olduğu, diğer kısmının ise Darwinistler tarafından “üretilmiş” sahte örnekler olduğu ortaya çıkmıştır. Ara Fosil Yokluğu Karşısında Darwınistler, Sahte Fosilleri Yıllarca Dünyanın En Ünlü Müzelerinde Sergileyerek Halkı Aldatmışlardı.

- Darwın’den Bu Yana Yer Altından 100 Milyondan Fazla Fosil Çıkarılmıştır. Bu Fosillerin Tamamı, Eksiksiz, Tam Ve Mükemmel Canlılara Aittir.

- Milyonlarca Olması Gereken Ara Fosillerden Eser Yoktur. Ama Mükemmel Görünümdeki Kusursuz Canlıların Fosillerden Milyonlarcadır.

- Yaşayan Fosiller, Canlıların Milyonlarca Yıl Önce Bugünkü Görünümleri İle Yaratıldığını İspat Etmektedir.

Bu gerçek, Yaratılış Atlası ile tüm dünyaya ilan edilmiştir. Yaratılış Atlası’nda binlerce fosilin sergilenmesinin ardından, Darwinist çevrelerde yoğun bir panik başlamıştır. Özellikle Avrupa halkı, Darwinizm’in geçersizliğini görmüş ve dalga dalga Allah’a yönelmeye başlamışlardır.

Yaratılış Atlası’nın etkisiyle Avrupa’da meydana gelen sarsıcı etki Avrupa basınının manşetlerine şu şekilde yansımıştır:

Fransa:

2007 yılı başında bütün okullara gönderilen ve evrim teorisini reddeden bir Atlas, Soğuk Duş Etkisi Yaptı. (Science et Vie, Aralık 2007, s. 96-97)

Milli eğitime bağlı Svt müfettişi Dominique Rojat: "Bu konu hakkında, Müslüman kaynaklı olarak düzenlenmiş İlk Büyük Olaydır Bu". (Science et Vie, Aralık 2007, s. 100)

Demek ki Yaratılışçılık, Göz Ardı Edilemez Bir Başarı İle Bütün Dini İnanışları Etkilemiş durumda. (Science et Vie, Aralık 2007, s. 100)

Bir Paris lisesinde yaşam ve yer bilimleri öğretmeni Adeline Lecot: "... karşı çıkışları eskiye göre çok daha kesinleşti. İki sınıfımda 5 tane çok katı anti-evrimci öğrencim var. Bazıları çok iyi öğrenciler. Cevaplarını, İnternette Buldukları Harun Yahya’ya Ait Delilleri Referans Alarak çok daha gözüpek bir şekilde delillendiriyorlar." (Science et Vie, Aralık 2007, s. 98)

Yaşam ve yer bilimleri bölümü duayenlerinden olan Milli Eğitim genel müfettişi Annie Mamecier'ye göre: "Bazen öyle durumlar oluyor ki; lise öğrencileri imtihan kağıtlarına, evrim teorisi ile ilgili sorulara kendilerine derste öğretildiği şekliyle cevap verdiklerini, ancak Kendilerinin Evrim Teorisine İnanmadıklarını yazıyorlar." (Science et Vie, Aralık 2007, s. 98)

Almanya:

Adnan Oktar evrim karşıtı Yaratılışçılığın [evrimi] en yıkıcı etkiye sahip olan savunucularından biri. ... Yaratılış Atlası Adnan Oktar’ın başyapıtı. Harikulade fosil resimlerinden oluşan, parlak baskılı, oldukça masraflı bir kitap. Science dergisi İngilizce baskısında Yaratılış Atlası’ndan “Uzun Zamandır Evrime Yapılan En Etkileyici Saldırı” diye bahsetmişti... Kitabın pazarlaması mükemmel planlanmış. Öyle ki kitap bütün Kölnlü öğretmenlere aynı gün içinde ulaştı. ... Şu bir gerçek ki, çocuklar ve gençler kitabın sayfalarını çevirecek olsalar, kitabın muhteşem sunumundan kesinlikle etkileneceklerdir. Atlas’da gösterilen kurt kafatasları, balık, böcek veya sırtlan fosilleri hep aynı mesajı iletiyor: Milyonlarca Yıldır Hiçbiri Değişmemiş, Evrim Hiçbir Şekilde Yaşanmamıştır. (Kölner Stadt-Anzeiger, 20.09.2007, Nr. 219)

Kitap geçtiğimiz baharda Fransa'da büyük yankı meydana getirdi. Binlerce sayıda kitap, sanki yüksek bir boşluktan öğretmenlerin, okul müdürlerinin, kütüphane yetkililerinin, yazarların masalarına düşmüştü. Parlak kağıda 800 sayfa, 6 küsür kilo ağırlığında bir kitap... İlettiği mesaj açık: Darwin Yalan Söylüyor. Evrim Yok. Dünyayı Allah Yarattı Ve Bir Kerede Yarattı. (Süddeutsche Zeitung, 9 Temmuz 2007, Nr.155, S. 3)

İngiltere:

Harun Yahya, Müslüman Dünyasının En Fazla Kitapları Dağıtılan Yazarlardan Biri... Din ve bilim hakkındaki gösterişli kitapları ve DVD'leri dünya çapında İslami kitapçılarda satılıyor... Ve okuyucularının eserlerini internet sitesinden bedava indirmesine izin veriyor.

(http://uk.reuters.com/article/features News/

idUKL2926092420080619)

...bu kitap ortaya çıkmadan önce kimsenin Avrupa’da güç kazanan Müslüman yaratılışçılığından haberi yoktu… Son derece net olan durum şudur; Yaratılışçılık Gerçekten De Avrupa’ya Gelmiştir… Bu Yüzden Bunu Çok Ciddiye Almamız Gereklidir… Şimdiye kadar gördüklerimiz sadece bir başlangıçtan ibaret! (New Humanist, 03.05.2008, s. 40-41)

İslam'da, yaratılışçılık konusu Hıristiyanlık'ta olduğundan daha temel bir görüş. En önde gelen Müslüman yaratılışçı, Türk yazar Harun Yahya ilgi çekici bir şekilde Siyonistlere, Masonlara ve Komünistlere musallat olmuş durumda, dinlerarası diyaloğa eğilim gösteriyor ve terörizme karşı çıkıyor... Kitapları ve CD’leri çok güzel biçimde hazırlanmış. (The Morning Star, 02.03.2008, s. 9)

Belçika:

"Maymunlardan geldiğimize inanmıyorum. Kuran’da bunun doğru olmadığı belirtiliyor." Müslümanlara geçen haftalarda evrim teorisini neden reddettikleri soruldu. Bu soruyu soran ise, neredeyse hep aynı isimle karşılaşıyor: HARUN YAHYA… (De Morgen, 16.02.2008, s. 25-26)

… Evrim teorisinin kurucusu olan Charles Darwin yılı yaklaşıyor, fakat aynı zamanda Ülkemizde Evrim Teorisi Giderek Daha Fazla Reddediliyor. Örneğin Müslüman öğrencilerin büyük bir kısmı canlıların ortak bir atası olduğunu ve yüzyıllar boyunca evrimleştiklerini kabul etmiyorlar. Doksanların sonlarından itibaren kendilerini Darwinistlere karşı mücadeleye adadılar. Bunu adım adım yürüttüler. 2005’te Türk fen bilimleri öğretmenlerinin yarısı hala evrim teorisini kabul ediyordu. Geçen sene yapılan benzer bir ankete göre,

Kısa bir süre önce Yaratılış Atlası, okullara ve üniversitelere olduğu gibi büyük ulusal kütüphanelere de sunuldu. Harun Yahya isimli bir Türk'ün, evrim teorisini yalanlamak amacıyla yazdığı bu resimli, büyük kitap karşısında, Avrupalı kütüphaneler şaşkına döndüler... Bir kitabın yakılacak bölümüne gönderilmesinin anlamı, Onun Şok Edici Bir İçeriğe Sahip Olduğunun Göstergesiydi. (Le Soir, 09.02.2008, s.16-17)

Yaratılışçılık yelkenler fora Hızla İlerliyor. Hiç şüphesiz bazı dindar grupların bu konudaki etkisi çok fazla. Geçen sene Fransız okullarına dağıtılan Yaratılış Atlası’nı Hatırlamakta Yarar Var. Harun Yahya müstear ismiyle yazan Türk kökenli yazar Adnan Oktar, 800 sayfalık tuğla gibi kitapta, Kuran'ı temel alarak evrim teorisini reddediyor. (La Libre, 14.03.2008, s. 8)

Hollanda:

Evrim karşıtı propagandayla dolu, pahalı bir kitap olan Atlas, bilim adamlarına, gazetecilere ve okullara ücretsiz olarak yollandı... Yaratılış Atlası mükemmel tasarlanmış bir çalışma. 6 kilo 60 gram ağırlığındaki kitap en iyi kalitede fosil resimleriyle dolu. Yaklaşık 800 sayfalık kitap İnsanı Sersemleten Bir Güzelliğe Sahip. (Deverdieping Trouw, 26.07.2007, s. 6-7)

Danimarka:

Anti-Darwinist Bombardıman: Evrim teorisine karşı gerçekleştirilen uluslararası kampanya, Danimarka’yı vurdu. Darwin’in, birçok şey gibi, Nazizm ve terörizmden de sorumlu tutulduğu kitap, 6.5 kilogram ağırlığında ve 765 sayfa.

Harun Yahya, kendisinin de söylediği gibi, Çok Açık Biçimde Artık Avrupa’yı Fethetmek Üzere Olan Kampanyasından Çok İyi Sonuç Almış Durumda.

...Darwin’in teorileri, sonunda kesin bir yenilgiyle yüz yüze. Harun Yahya Kitaplarıyla İnsanlara "Allah İnançlarını Geri Kazanmaları İçin Yardımcı Olacak " Bir İmkan Vermiş Oluyor. (Politiken, 13.09.2007)

İsviçre:

... Şimdi bütün İsviçre bu konuyu (Yaratılış Atlası) konuşuyor. Hem de Büyük Bir Heyecan Ve Coşku İçinde... (Blick, 4 Mayıs 2007, Silvana Guanziroli, s. 8)

Amerika’da, yaratılışçılık okullarda okutuluyor! Avrupa’da propaganda tam rayına oturmuş: Olağandışı Bir Atlas Tüm İsviçre’yi İstila Etti! (Le Matin, 02.05.2007, s.18-19)

Polanya:

Heybetli Eser, her tür şeytani zihniyetin altında Darwinizm’in yattığını söylüyor. Atlas 768 sayfa, 5,5 kilo ağırlığında. A3 formatında ve çok iyi kalite kağıdı ile mükemmel bir çalışma. Kumaş kaplı kapağında hayvan hologramları var. Binlerce renkli resim, diagram ve şema var. Böyle bir çalışma kitapçılarda çok pahalıya satılır. Ancak bu eser dünyanın pek çok yerinde pek çok insana ücretsiz olarak ulaştırılmış.” (http://www.racjonalista.pl/kk.php/s,5728)

Çeşitli Avrupa ülkelerinde çıkan bu haberlerle benzer şekilde, İrlanda’nın Belfast Telegraph, İspanya’nın El Periodico, İtalya’nın Libero ve Avvenire, Rusya’nın Komsomolskaya Pravda yayınlarında Yaratılış Atlası konu edilmiş ve Avrupa halkı üzerindeki etkisine değinilmiştir. Yaratılış Atlası’nın özellikle Darwinist kökenli Avrupa üzerindeki bu etkisini ortaya çıkaran kesin kanıt ise, Atlas’ın dünya çapında tanınmasının hemen ardından yapılan anketlerin verdiği sonuçlardır. Söz konusu anket sonuçları şöyledir:

- Fransız Science Actualités sitesi tarafından gerçekleştirilen anket sonucuna göre, Fransa Halkının %92’si Evrime İnanmamaktadır.

- Almanya’nın en önemli yayınlarından Die Welt gazetesinin internet sitesinde sorulan “Size göre yaşam nasıl oluştu?" sorusuna Alman Hakının %86’sı "Allah Yarattı" Şeklinde Cevap Vermiştir.

- Danimarka’nın yüksek trajlı Ekstra Bladet gazetesinin internet sitesindeki anket sonucuna göre, Danimarka Halkının %88’i İnsanların Maymundan Geldiğine İnanmamaktadır.

- Almanya'nın en büyük gazetelerinden Süddeutsche Zeitung'un internet sitesinde yapılan ankete göre, Allah’a İnananların Oranı %87’dir.

- İsviçre’nin yaygın okunan gazetelerinden Blick’in internet sitesindeki anket sonucuna göre, Yaratılışa İnananların Oranı %85’DİR.

Evrim teorisi, 21. yüzyılda milyonlarca fosilin mükemmel canlıları temsil ettiğinin anlaşılması ve bu gerçeğin Yaratılış Atlası ile dünyaya duyurulması ile büyük bir şok ve yenilgi yaşamıştır. Dünya artık evrim teorisine inanmamaktadır. İnsanlar, bilimsel hiçbir delil sunamayan evrim teorisinin bir yalan ve aldatmaca olduğunu anlamışlardır. Her geçen gün sayısı artan tam ve mükemmel görünümdeki fosiller evrime meydan okumaktadır. Kusursuz yaratılışın muhteşem örnekleri keşfedilip sergilenmekte ve Yüce Rabbimiz’in şanı tekrar tekrar yüceltilmektedir.

Evrim Teoris’nin Bir Aldatmaca Olduğunu Anlamak İçin Harun Yahya’nın Kitaplarını Okuyun!

Toplam 5600 Sayfa ve Yaklaşık 11.000 Resimden Meydana Gelen 7 Ciltlik Yaratılış Atlası’nın Birinci Cildi Avrupa’da Şok Oluşturdu.

Evrim Teorisini yalanlayan yüzlerce fosile yer verilen ve 28x38 cm.'lik dev ebadı, baskı kalitesi ve tekniği ile dünyada tek olan 764 sayfalık bu kitapta, teorinin çöküşü hakkında en doyurucu bilgileri bulabilirsiniz. Eser, kapağındaki orijinal hologram görüntülerle, parlak kuşe kağıdıyla, toplam 1500’ü aşkın renkli resim, fotoğraf ve belgeyle benzersiz bir görünüme sahip. Ayrıca “Evrimin Fosillere Yenilişi” isimli VCD belgesel bu dev eser ile birlikte... Kitabı Global Yayıncılık’tan satın alabilir veya internetten ücretsiz okuyabilirsiniz.

Adnan Oktar’ın, Harun Yahya müstear ismiyle kaleme aldığı eserlerin sayısı yaklaşık 250’dir. Bu kitaplar 48.000 sayfa ve 35.500 resimden oluşmaktadır.

Adnan Oktar'ın, Harun Yahya müstear ismi ile kaleme aldığı kitapları ve bunlardan yararlanılarak hazırlanan belgeselleri, www.harunyahya.org, www.harunyahya.net ve www.harunyahya.com adreslerinden ücretsiz olarak okuyabilir veya Global Yayıncılık'ın 0212 444 444 1 no’lu telefonundan temin edebilirsiniz.



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

ALLAH'IN İSİMLERİ: MUTAHHIR

(Temizleyen, şirkten, kötülükten, manevi kirlerden temizleyen)

Hani Kendisi'nden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyordu. Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu.
(Enfal Suresi, 11)

İnsan çeşitli acizliklerle yaratılmış bir varlıktır. Hayatı boyunca hatalar yapar. Elbette ki mümin elinden geldiğince bunlardan sakınır; Allah'ın emrettiği din ahlakını uygulama konusunda hata işlememeye ve günaha girmemeye gayret gösterir. Ancak, Allah'ın aciz bir kulu olduğu için, hatasız yaşaması mümkün değildir. Nitekim bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)

Müminden beklenen Allah'ın hoşnutluğunu araması ve sınırlarına dikkat etmesi ancak işlediği tüm hata ve günahlar için Allah'a yönelmesi ve O'nun rahmetine sığınmasıdır. Bundan sonra Kuran'da bildirildiğine göre Allah onun nefsinin pisliklerini giderecek, onu günahlarından arındıracaktır. Çünkü Allah iman eden kullarını tertemiz kılmak istemektedir. Rabbimiz bunu bir ayette şöyle haber verir:

... Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. (Ahzab Suresi, 33)

İnsan büyük günahlar işlemiş Kuran ahlakına uygun olmayan, bir hayat geçirmiş olabilir. Ancak Allah geniş bir rahmet sahibidir, samimi bir kalp ile Kendisi'ne yönelenleri bağışlayacağını bildirmektedir. Bu hükümler Allah'ın kullarına olan sonsuz rahmetinin tecellileridir. Kuşkusuz kullarını, O'ndan başka şirkten, kötülükten, manevi kirlerden temizleyecek yoktur. Allah, merhametlilerin en merhametlisidir.



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Fosil Sergileri

Yeni Site: http://fosil-sergileri.blogspot.com/

Ölüm Gerçeğinin Farkında Olmak Dünyaya Bağlanmayı Engeller


Ölüm her insanın bir gün mutlaka karşılaşacağı kesin bir gerçektir. Ancak bazı insanlar ölüm gerçeğini düşünmemekte ve böylece çok büyük bir aldanış içine düşmektedirler. Hayatı boyunca ölümü kendinden uzakta görerek düşünmemeye çalışan, Allah (cc)'ın kendisine gösterdiği ibret verici olaylardan gerekli dersi almayan, doğru yola uymaları için yapılan çağrılara cevap vermeyen, ve bunun sonucunda da Allah (cc)'a iman etmeden yaşamını sona eren bir insan büyük bir gaflete düşmüş olur. Kendi nefsinin isteklerine uyarak yaşayan, ahiret için hiçbir hazırlık yapmadan zamanını geçirmiş olan kimse, ölüme de hazırlıksız yakalanır. Kuran’da böyle kişilerin çok büyük pişmanlık duyup dünyaya geri dönmek istedikleri ve iman edenlerden olmayı diledikleri bildirilmektedir. (Şuara Suresi, 102) Ancak Kuran ayetlerinde bunun sonsuza kadar gerçekleşmesi imkansız bir istek olduğu bildirilmektedir.

Değerli İslam Büyüğümüz Geylani Hazretleri ölümü düşünmenin ve hatırda tutmanın önemini bir sözünde şöyle anlatmıştır:

Siz salih amelleri ancak, kuruntuyu az yapmakla, ölümü çok hatırlamakla, elde edebilirsiniz. Ölümü de ancak ibret verici kabirleri görmekle, içindekileri düşünmekle hatırlayabilirsiniz.

Bazı insanların yaşamları boyunca elde etmek için çaba harcadıkları mal, mülk, itibar, makam, iktidar gibi değerler aslında sadece dünya hayatına aittir. Bunların hepsinin ölümle birlikte ellerinden gideceğini bildikleri halde bazı insanlar kendilerini tutkuyla bu değerlere hırsla kaptırmaktan alıkoyamazlar. Geçmiş zamanlarda yaşayan hükümdarların, firavunların, önde gelen iktidar sahibi zengin kimselerin bazıları mallarının kendilerini ölümsüz kılacağını zannetmiş, hatta kimisi öldükten sonra mallarıyla birlikte gömülmek istemişlerdir.

Oysa ölümü akla getirmemek ve dünyaya sıkı sıkı bağlanmak her insanın mutlaka er ya da geç öleceği gerçeğini kesinlikle değiştirmez. Hiçbir insan ne zaman, nerede öleceğini bilemez. Yüce Allah (cc) ölüm vakti gelmiş olan kişiye hiç ummadığı bir anda ölüm meleklerini göndererek canını alabilir. Bu gerçeği bilerek ölümü düşünen ve dünya hayatının geçiciliğini idrak eden insanlar dünyevi hırsları terkedip Allah (cc)’ın rızasını ve asıl gerçek hayatın yaşanacağı ahiretlerini kazanmak için çalışmaya başlarlar.

Abdülkadir Geylani Hazretleri ölüm gerçeğini düşünmenin önemini başka bir sözünde yer verdiği bir duasında şöyle anlatmaktadır:

Allah’ım! Ölmeden uyanıklığımızı artır. Ölmeden tevbe etmeyi, ölmeden hidayete ermeyi, ölmeden marifete ermeyi, ölmeden iyi muameleni, ölmeden kapına dönmeyi, ölmeden kurb (yakınlık kazanmak) evine girmeyi bize nasip eyle! Amin. (Kalpleri Aydınlatan Sözler, Abdülkadir Geylani, s. 152)

İman edenler ölüm gerçeğinin insana verdiği şuur ve vicdanla her an ölebileceklerini bilerek hareket eder, Allah (cc)'ın hoşnut olacağı bir yaşam sürmek için daimi bir gayret içinde olurlar.
(Kalpleri Aydınlatan Sözler, Abdülkadir Geylani, s. 60)



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

The Daily Telegraph’da Beynin Evrimi Masalı


The Daily Telegraph gazetesinin internet sitesinde, beynin sözde evrimiyle ilgili Darwinist masala yer verildi. Sözkonusu masalı içeren yazı, "Study traces the evolution of the human brain- Çalışma, insan beyninin evrimini araştırıyor" başlığını taşıyordu ve Wellcome Trust Sanger Enstitüsü araştırmacılarının İngiliz bilim dergisi Nature’da yayımlanan yeni bir çalışmalarını konu ediyordu. Bu yazıda yer verilen Darwinist masal cevaplanarak evrimi iddiasının açmazları ortaya konmaktadır.

Seth Grant ve Ekibinin Çalışması

Beynin evrimi iddiasıyla ilişkilendirilen karşılaştırma çalışmaları genellikle sinapsların sayısına dayandığı halde, bu çalışmada sinapsların protein bileşenleri inceleme konusu edilmişti. Araştırma ekibinden Seth Grant, Telegraph.co.uk yazısında aktarılan sözlerinde çalışmanın bu özelliğini şu sözlerle ifade ediyordu:

Birçok çalışma sinapsların sayısına baktığı halde hiçbiri sinapsların moleküler bileşimine bakmamıştı. Farklı türlerin sinapslarındaki protein sayısında büyük farklılıklar bulduk. Memeli sinapslarında bulunan 600 proteini inceledik ve (sinekler gibi) omurgasızların sinapslarında bunların sadece yüzde ellisinin ve kesinlikle beyni olmayan tek hücreli canlılarda yaklaşık yüzde yirmibeşinin bulunduğunu ortaya çıkardığımızda şaşırdık

Görüldüğü gibi, Grant ve ekibinin çalışmasında memeli, omurgasız ve tek hücreli canlılarda sinapsların barındırdıkları proteinler açısından bu canlıların ne dereceye kadar benzer oldukları ortaya konmuştur. Bunun ise benzerliğin sadece bir tespiti olduğu, beynin sözde evrimine dair hiçbir bilimsel açıklama getirilmediği ortadadır. Buna rağmen Telegraph yazısında sadece önyargı ve spekülasyona dayalı olan bir beyin evrimi masalı aktarılmaktadır.

Richard Emes’in Beynin Sözde Evrimiyle İlgili Darwinist Masalı

Telegraph yazısının sonunda, araştırmanın yazarları arasında yer alan ve Keele Üniversitesi’nde Biyoinformatik araştırmacısı olarak görev yapan Richard Emes’in konuyla ilgili yorumuna, daha doğrusu bilimdışı Darwinist masalına yer verilmektedir. Emes, beynin kökenini körükörüne inandığı Darwinizm’le açıklamaya çalışmaktadır ve şöyle söylemektedir:

Darwinci evrim sürecinin, bira mayasındaki bir grup duyusal proteinden memelilerde öğrenme ve bilmeyle ilgili olan kompleks sinapsları küçük oynamalar ve geliştirmelerle meydana getirmiş olması hayret verici.

Emes’in buradaki iddiasının, desteğini gerçekleştirdikleri çalışmadan değil, dogmatizmden aldığı görülmektedir. Günümüzde yaşamakta olan tek hücrelilerle omurgasızlar ve memelilerin beynindeki sinapsların protein yapısına bakarak bundan 1 milyar yıl öncesini kapsayan ve tümüyle hayali olan bir masal çıkarsamak akla, mantığa ve bilime tam olarak aykırıdır.. Bu açıkça “bilimsel materyalizm” adı verilen ve bilime materyalist düşüncenin kurallarını dışarıdan empoze eden taraflı bir bakış açısından kaynaklanmaktadır. Çalışmada incelenen canlılar, mükemmel komplekslikteki yapılarıyla yaratılışın açık delillerini oluşturdukları halde Emes bunları körükörüne bir inançla evrimsel bir sürecin ürünü olarak yorumlamaktadır. Emes’in bu bilimdışı bakış açısını kendisi de bir materyalist olan biyolog Richard Lewontin şu sözlerle itiraf etmektedir:

Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28)

Beyin, son derece ileri komplekslikte bir yaratılış harikasıdır, evrimi kesin olarak reddetmektedir.

İnsan beyni günümüz teknolojisinin çok ilerisinde kompleks bir tasarıma sahiptir. Dünyaca ünlü bilgisayar firmaları, mühendislerine beyindeki organizasyon hakkında seminerler vererek onları yeni tasarımlarında beyinden ilham almaya yöneltmeye çalışmaktadır. Ünlü biyokimyager ve bilim yazarı Isaac Asimov beyin hakkında şunları söyler:

Bir insanın bir buçuk kilo ağırlığındaki beyni bildiğimiz kadarıyla evrendeki en düzenli ve kompleks ayarlamadır.(Isaac Asimov, "In the Game of Energy and Thermodynamics You Can’t Even Break Even," Smithsonian, August 1970, s. 10)

Beyindeki bu tasarımın mükemmelliği gözönüne alındığında beynin kör rastlantıların bir ürünü olduğu iddiasının saçmalığı açıkça ortaya çıkar. Nitekim bunu bir dogma olarak savunmayı bırakıp kendilerine "nasıl" sorusunu soran hiçbir evrimci buna verecek mantıklı bir cevap bulamamış, bu senaryoyu kabul edilir bulmadıklarını itiraf etmişlerdir.

Örneğin Amerikan Bilimi Geliştirme Derneği toplantısında konuşan Henry Fairfield Osborn, beyin hakkındaki bilgilerimizin günümüzle kıyaslanamayacak kadar az olduğu 1929 yılında bile, kendisini şunları söylemek zorunda hissetmiştir:

Bana göre insan beyni bütün evrendeki en harika ve gizemli obje. Ayrıca hiçbir jeolojik dönem bunun evrimle ortaya çıkmasına izin verecek kadar uzun görünmüyor.(Henry Fairfield Osborn, American Association for the Advancement of Science Aralık 1929 toplantısındaki konuşmasından, Roger Lewin, Bones of Contention (New York: Simon and Schuster, Inc., 1987), s.57)

Bir evrimci açısından elbette bu sözler bir itiraf niteliğindedir. Fakat asıl gerçek şudur: İsterse jeolojik dönemler milyonlarca yıl sürsün, beynin evrimi adı verilen hayali olayın hiçbir şartta tesadüfen, kör aşamalar ve bilinçsiz olaylarma meydana gelesi mümkün değildir.

Ünlü biyolog Jean Rostand, zaman ne kadar uzun olursa olsun insan beyninin evrimle ortaya çıktığı senaryosuna kendisini inandıramadığını söyler:

Hayır, kesinlikle, kendimi inandıramıyorum. Böyle kalıtımsal yanlışlıkların, doğal seleksiyonla işbirliği içinde olsa bile; çok uzun zamanların evrime yaşam üzerinde çalışmada sağlayacağı avantajlarla bile; yapısal cömertliği ve güzellikleriyle, şaşırtıcı uyumlarıyla bütün dünyayı inşa ettiğine inanmıyorum, ...kendimi göz, kulak ve insan beyninin bu şekilde ortaya çıktığına ikna edemiyorum. (Jean Rostand, The Orion Book of Evolution, New York: The Orion Press, 1960, p. 17)

Aslında durum, tüm Darwinistler için aynıdır. Rostand, bunu itiraf edenlerden biridir o kadar.



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

TÜRK-İSLAM BİRLİĞİ ATATÜRK’ÜN DE İŞARET ETTİĞİ BÜYÜK BİR HEDEFTİR!



Mustafa Kemal Atatürk: "Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği’ne inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği’yle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır.

Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek."

Bilindiği gibi Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, Ziya Gökalp'ın tanımladığı "hars milliyetçiliği" kavramına dayanmaktadır. Buna göre; bu topraklar yüce Türk Milleti'nin topraklarıdır ve bu milleti yaşatan unsur hars, yani kültürdür. Dolayısıyla Türk Milleti'nin bir parçası olmak için, etnik olarak Türk olmak şart değildir. Türk harsını benimseyen ve kendisini Türk addeden herkes bu milletin bir parçasıdır.

Atatürk milliyetçiliği, Anadolu toprağını vatan belleyen ve "Türküm" diyen her ferdi, hangi ırk veya etnik kökenden olursa olsun bir çatı altında birleştirmiştir. Milliyetçilik, temelde, birlik ve beraberlik ortamının tam manasıyla sağlanmasını amaçlayan kilit bir Atatürkçülük ilkesidir. Atatürk milliyetçiliği, Türk Milleti'ne mensup olmakla övünmeyi, Türk Milleti'ne inanmayı ve güvenmeyi esas alır.

Burada Atatürk'ün Türk milliyetçiliğinin, Türkiye sınırlarını da aşan bir Türklük bilincine dayandığını söylemeliyiz. Büyük Önder, Türkiye sınırları dışında yaşayan Türkler'e her zaman önem vermiş ve açık biçimde gelecekte Türk Birliği’nin kurulacağına yönelik inancını ifade etmiştir:

"Ben herşeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." (Atatürk'ün Sofrası, İsmet Bozdağ, Kervan Yayınları, 1975, s. 138-143)

Büyük Önderimiz Atatürk’ün görüşleri

Türk-İslam Birliği için önemli bir mesaj içermektedir

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk-İslam dünyasının nasıl bir yapı içinde birlik ve beraberliğini sağlayabileceği yönünde de önemli değerlendirmeleri vardır. Bir devletin en önemli unsurlarından birinin milli sınırlar içinde var olma hakkı olduğunu ifade eden Atatürk’ün tespitlerinin doğruluğu, geçen zaman içerisinde ispatlanmıştır.

Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış sürecinde, Osmanlı topraklarında yaşayan halkların bir kısmı yanlış yönlendirmelere kapılarak Osmanlı’nın yanında yer almak yerine, dış güçlerle işbirliği yapmışlardır. Ancak çeşitli imtiyazlar kazanacaklarını umarak bu yolu seçenler iş birliği yaptıkları ülkelerin hegemonyası altına girmişler ve sömürgeleştirilmişlerdir. Bu halklardan bazıları, Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal’e temsilciler göndererek, kendilerini sömürge durumuna düşüren liderlerinin basiretsizliğinden şikayet etmiş ve hatta bazıları Türkiye Cumhuriyeti ile birleşme taleplerini dile getirmişlerdir. Atatürk’ün bu tekliflere verdiği karşılık, Türk-İslam Birliği’nin temelinin nasıl olması gerektiğini gösteren önemli bir cevaptır:

“Bütün İslam aleminin manen olduğu kadar maddeten de birlik içinde ve müttefik hale gelmesinden sadece sevinç duyarız. Bunun için de bizim kendi hudutlarımız içerisinde bağımsız olduğumuz gibi, Suriyeliler ve Iraklılar da milli hakimiyete dayalı bağımsız bir güç olarak ortaya çıkabilmelidirler.” (Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920, 4. (gizli) oturum www.mihenk.gr/arsiv/18/ mihenkokulu.htm)

Görüldüğü gibi Atatürk’ün belirlediği öncelik, bu ülkelerin de bağımsızlıklarını kazanmalarıdır. Türk-İslam Birliği’nin öneminin bilincinde olan Atatürk, bu birliğin kendisinden beklenen etkiye sahip olabilmesi için, üyelerinin milli sınırları içinde bağımsızlığını kazanmış, milli iradeye dayanan ve kendi ayakları üzerinde durabilen devletler olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla, bugün de, kurulacak bu birlikteliğin üyelerinin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlıklarını koruması son derece önemlidir.

Türkiye'nin tarihsel kimliği, Osmanlı kimliğidir. Büyük Önder Atatürk de bu gerçeği görmüş ve dönemin şartlarının izin verdiği ölçüde Osmanlı mirasına sahip çıkmıştı. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödemeyi kabul etmesi ve tüm ekonomik sıkıntılara rağmen bu borçların ödemelerine sadık kalması, bunun en somut örneğiydi. Atatürk'ün bu politikasının nedeni, henüz o dönemde Osmanlı mirasının Türkiye'nin dış politikası açısından büyük bir stratejik avantaj olduğunu görmüş olmasıydı. Atatürk, öte yandan, Balkan Antantı ve Sadabad Paktı gibi oluşumlarla, eski Osmanlı coğrafyalarında Türkiye'nin nüfuzunu korumaya çalışmıştı. Balkan Antantı, bazı Balkan ülkelerini, Sadabad Paktı ise bazı Ortadoğu ülkelerini Türkiye'nin liderliği altında stratejik işbirliğine taşıma amacını güdüyordu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk-İslam Dünyasına Örnek Olacaktır

Türk ve İslam devletlerinin bir çatı altında toplanması, adalet, sevgi ve kardeşlik temeli üzerine bir araya gelmesi için, Türkiye Cumhuriyeti'ne önemli görevler düşmektedir. NATO üyesi olan Türkiye'nin Batı Dünyası ile Türk ve İslam devletleri arasında bir köprü işlevi göreceği çok açıktır. Türkiye sahip olduğu tarihi mirası, jeo-politik ve stratejik konumu gereği üstleneceği görev ile Türk-İslam coğrafyasında büyük bir zenginliğin, refahın ve huzurun yolunu açacaktır.

Bilim Araştırma Vakfı, 1990’lı yıllardan

itibaren İstanbul sokaklarını yukarıdaki afişle donatmıştı.

Atatürk Samimi Bir Müslümandı

Atatürk, sadece siyaset adamlığı ve askeri dehasıyla değil, aynı zamanda kişiliği ile de Türk Milleti'nin önünde güzel bir örnektir.

Atatürk, İslam’ı özümsemiş bir Osmanlı beyefendisidir. Mustafa Kemal'in vatanı ve milleti için yaptığı tüm fedakarlıklar, onun inançlı yapısı sonucu ortaya çıkmıştır. Zira dini değerlere inanmayan, vicdanı ile hareket etmeyen bir insanın, tehlike altında olan bu İslam vatanını ve Müslüman milletimizi kurtarmayı düşünmesi, canını bu uğurda ortaya koyması mümkün değildir.

Mustafa Kemal'in sözlerini, izlediği yolu ve politikalarını gözden geçirdiğimizde, Atatürk'ün dinine bağlı bir insan olduğunu görürüz. Örneğin Sabiha Gökçen, Mustafa Kemal ile ilgili bir anısında bu konuyu vurgulamıştır:

"Ata'nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim. Birden derin bir iç geçirdi. Ve "Allah" dedi. O bunu sık sık tekrarladı… "Çok iyi, Allah, büyük bir kuvvettir. Ona inanmak lazımdır" dedi. Ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur. Ve Ata, bütün söylenenlerin hilafında dindar bir insandı.” (Avni Altıner, Her Yönüyle Atatürk, 2. Baskı, Bakış Kütüphanesi, İstanbul, 1974, s. 376)

Büyük Önder'i tanıyanların da ifade ettiği gibi, Atamız, dine ve manevi inançlarına bağlı ve saygılı bir liderdi. Atatürk'ün İslam dinini, Kuran'ı, Peygamberimiz (sav)'i öven ve milletimizi İslam dinini yaşamaya davet eden pek çok sözü mevcuttur. Bu sözlerinden bazıları şunlardır:

"İnsanların mücadelelerinde en kuvvetli istihkam (barikat), iman dolu göğüsleridir." (Cemal Kutay, Ne Buldu, Ne Bıraktı? Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir, Tarihsiz, s. 175)

"Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri duyurmaya memur ve elçi olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur'andaki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Seyfettin Turhan, Atatürk’te Konular Ansiklopedisi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Şubat 1995, s.191)

MİLLİ DEĞERLERİ KORUMA VAKFI FAHRİ BAŞKANI

SAYIN ADNAN OKTAR’IN ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLÜĞÜ ANLATAN ESERLERİ

Sayın Adnan Oktar’ın, Harun Yahya müstear ismiyle kaleme aldığı Atatürk konulu kitaplar, Cumhuriyet tarihinde bu konuda hazırlanmış en anlaşılır, en kaliteli, en estetik ve en kapsamlı eserlerdir.



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir