Türkiye'nin Liderliğinde Türk Birliğinin Desteğinde Türk-İslam Birliği



Türk-İslam dünyasının bir olması vakti gelmiştir. Dini, dili, örfü, geleneği, göreneği bir olan bu toplumların birleşmemesi, ortak hareket etmemesi için hiçbir sebep yoktur. Çoğunluğu aynı dili konuşan, bir olan Allah'a iman eden, Peygamberimiz (sav)'e gönülden teslim olmuş ve içten bir saygıyla O'nu seven, İslam ahlakının gereği olan misafirperverliği, sevgiyi, fedakarlığı, tevazuyu, candanlığı, vefakarlığı yaşayan kısacası özleri, kanları, canları bir olan Türk-İslam toplumları için birlik olmak büyük bir kolaylık ve nimettir. Bu milletler arasındaki mevcut ayrılık ise, son derece suni ve gereksiz bir ayrılıktır. Kafkasya'dan Tanzanya'ya, Fas'tan Fiji'ye kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Türk-İslam dünyası birlik ve beraberlik içinde hareket ettiğinde, Allah'ın izniyle, yeniden şahlanacaktır.

İslam ahlakının özünde birlik vardır. Allah Kuran'da yeryüzünde bozgunculuğun son bulması için iman edenlerin birbirleriyle dost olmaları, ittifak etmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini bildirmiştir:

... Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)^

Yeryüzünde akan kanın durması, anarşinin, terörün son bulması, Türk-İslam dünyasına refahın, bereketin ve huzurun hakim olması, tüm Müslüman aleminin güvenliğe kavuşması ve dünya barışının sağlanması için Türk-İslam Birliği'nin kurulması şarttır.

  • Türk-İslam Birliği'nin laik yapısı inanan inanmayan, her düşünceden ve ideolojiden insanın koruyucusu olacaktır. Laik ve demokratik esaslara dayanan ve hukukun üstünlüğü prensibini ilke edinmiş bu birliğin çatısı altında sadece Müslümanlar değil Yahudiler ve Hıristiyanlar da diledikleri gibi ibadetlerini yerine getirecekler, özgür ve rahat bir yaşama sahip olacaklardır. Yalnız dindarlar değil, Budistler, ateistler, inançsızlar, materyalistler kısaca herkes Türk-İslam Birliği'nin sağladığı hür ortamda fikirlerini dilediği gibi ifade edebilecek, istediği gibi yaşayacaktır. İnancı, düşüncesi, ırkı, milliyeti ne olursa olsun tüm insanların birinci sınıf vatandaş muamelesi göreceği Türk-İslam Birliği, insan haklarına ve temel özgürlüklere hak ettiği değeri veren demokratik ve laik yapısıyla örnek bir toplum modeli oluşturacaktır.
  • Türk-İslam Birliği bir itidal birliğidir. Bu birlik fanatik, baskıcı, tahakküm eden bir birlik değil, tam tersine insana saygılı, hoşgörüye ve merhamete dayalı, açık fikirli ve hür düşünceli bir kardeşlik ve sevgi birliği olacaktır. Hem bu birlik altında birleşen milletlere hem de dünya milletlerine güvenlik sağlayacaktır. Türk-İslam dünyasının böylesine akılcı, sağduyulu ve adil bir liderliğe kavuşması, hem bugün pek çok sorunla karşı karşıya bulunan yaklaşık 1.5 milyar Müslüman için, hem de dünyanın tüm diğer insanları için çok hayırlı olacaktır. Müslümanlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in devrinden bu yana, insanlığa; akıl, bilim, düşünce, sanat, kültür, medeniyet gibi alanlarda öncülük etmiş, "insanların hayrı"na dev eserler ortaya koymuşlardır. 21. yüzyılın gerçek bir aydınlanma çağı olmasının öncüsü de Türk-İslam Birliği olacaktır.
  • Türk-İslam Birliği'nin vesile olacağı aydınlanma tüm dünyaya güzellik sunacaktır. ABD, Rusya, Çin, İsrail ve tüm Avrupa Devletleri Türk-İslam Birliği'nin kurulmasıyla uzun yıllardır devam eden kökleşmiş sorunların bir anda çözüme kavuştuğunu görecek, bu durumdan herkes fayda sağlayacaktır. Türk-İslam dünyası dışında kalan büyük devletlerin güvenliğe, ekonomiye, kültürel değerlere dair tüm endişeleri bu birliğin kurulmasıyla tamamen ortadan kalkacaktır. Terörle mücadele sona erecek, kültürel çatışma riski tamamen ortadan kalkacak, yer altı kaynaklarından tüm insanların en güzel şekilde faydalanması sağlanacak, ekonomi istikrara kavuşacak ve buhran ihtimali bertaraf edilecek, askeri giderlere ayrılan bütçe insanların daha kaliteli ve güvenli yaşamaları için sarfedilecektir. Açıktır ki, güçlü bir Türk-İslam Birliği'nin varlığı bütün milletlerin menfaatinedir.
  • Türk-İslam dünyası çok güzel bir olgunlaşma dönemi yaşamaktadır. 19. yüzyılın son dönemlerinden bu yana 100 yıldan uzun bir süredir yaşanan sıkıntılar, Türk-İslam alemini bilinçlendirmiş ve güçlendirmiştir. Gerçek din ahlakı bu coğrafyada müthiş bir yayılma göstermiştir. Başta genç nesil olmak üzere, bilinçli ve olgun, fanatiklikten sıyrılmış geniş bir kitle mevcuttur. Türk-İslam aleminin şevkle ve coşkuyla beklediği birleşmenin gerçekleştirilmesi için çok uygun bir zemin olduğu açıkça görülmektedir. Bu ortamın çok iyi değerlendirilmesi, gereken adımların bir an önce atılması şarttır.

Milli Değerleri Koruma Vakfı

----------

Bu tam sayfa ilan
28 Haziran 2008 tarihinde Vakit
28 Haziran 2008 tarihinde Önce Vatan
30 Haziran 2008 tarihinde Vakit
30 Haziran 2008 tarihinde Yeni Çağ
gazetelerinde yayınlanmıştır.



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

AVRUPA’DA ATEiSTLERiN MAĞLUBiYET ŞOKU



Eğer evrim yaşanmış olsaydı, canlıların aşama aşama gelişerek bugünkü halini aldığını gösteren milyonlarca ara fosil bulunması gerekirdi. Fosillerde izleri bulunan canlıların, uzuvları tam gelişmemiş, patolojik yapıları olan, acayip varlıklar olması lazımdı. Yer altından çıkan fosil örneklerinin Dr. Moreau'nun Adası gibi garip bir dünyanın izlerini taşıması, Moreau’nun Adası'ndaki gibi mahlukların geçmişte yaşadığını gösteren fosillerin sıkça bulunması gerekirdi.

Fakat durum böyle değildir:

- YERALTINDANA100 MİLYONDAN FAZLA FOSİLÇIKARILMIŞTIR.

- BU FOSİLLERİN TAMAMI, EKSİKSİZ VE MÜKEMMEL CANLILARA

AİTTİR. CANLILARIN HİÇBİRİ DEĞİŞMEMİŞTİR.

- MİLYONLARCA FOSİL ÖRNEĞİ, GÜNÜMÜZ CANLILARININ

MİLYONLARCA YIL ÖNCE DE AYNI OLDUĞUNU GÖSTERMİŞTİR.

- DARWİNİSTLERE GÖRE OLMASI GEREKEN GARİP GÖRÜNÜMLÜ

HAYALİ ARA FOSİLLERDEN İSE BİR TANE BİLE YOKTUR.

- EVRİM TEORİSİ, HAYATIN KÖKENİNİ, BİR HÜCRENİN İÇİNDEKİ TEK

BİR PROTEİNİN DAHİ NASIL OLUŞTUĞUNU AÇIKLAYAMAMAKTADIR.

- EVRİM TEORİSİ, HER YÖNDEN KESİN OLARAK ÇÖKÜŞE UĞRAMIŞTIR.

Bu somut kanıtları tüm dünya ilgi ve hayranlıkla izlemiştir. Bunun sonucunda dünya çapında büyük bir kanaat değişikliği meydana gelmiştir. İnsanlar evrimin büyük bir yalan olduğunu anlamış, iki asır boyunca aldatıldıklarını şaşkınlıkla görmüşlerdir. Yaratılış Atlası isimli eserin tüm dünyaya sunulmasının ve dünya çapında fosil sergilerinin gerçekleştirilmesinin ardından canlıların şu anki görünümleriyle yoktan yaratıldıklarını anlamışlardır. Darwinistlerin yıllardır hasretle bekledikleri hayali “kayıp halka”nın ise aslında hiç var olmadığını görmüşlerdir.

Özellikle Avrupa halkı, evrim sahtekarlığını daha önce bilmezken, fosillerin gösterdiği kesin kanıtlarla gerçeği öğrenmiştir. Evrim teorisinin bir aldatmaca olduğunu dürüstçe kabul etmiştir. Bu açık durumu anlamazlıktan gelip demagoji yapmamış, gerçeklere direnmemiştir. Bu durumu, Yaratılış Atlası eserinin yayınlanmasının ardından Avrupa’da yapılan çeşitli anketler kanıtlamaktadır.

Avrupa’nın en ünlü yayın organları tarafından yapılan anketler, büyük bir çoğunluğun evrimi kesin olarak reddettiğini ve tüm varlıkları Allah’ın yarattığı gerçeğini delilleriyle görmüş olduklarını ortaya koymuştur.=


Yaratılış Atlası’ndan Önce, Avrupa’da Tesadüflerin Yaratmasına Yani Evrime İnananların Oranı %80‘ler Civarındaydı, Yaratılış Atlasından Sonra İse Yaratılışa Yani Allah’ın Yaratmasına İnananların Oranı %80-%90’lara Çıktı.

İSVİÇRE / Blick

4 Mayıs 2007

İsviçre’nin en ünlü gazetelerinden biri olan Blick’in yaptığı ankete göre, İsviçre’de Yaratılış gerçeğine inananların oranı %85’dir.

FRANSA/ Science Actualités

16 Şubat 2007

Ünlü Fransız Science Actualités sitesinin düzenlemiş olduğu ankette ortaya çıkan sonuçlara göre Fransız halkının %92’si evrime inanmamaktadır.

DANİMARKA

Ekstra Bladet /29 Haziran 2007

Danimarka’nın ünlü Ekstra Bladet yayın organında yapılan ankette ise “İnsanların Maymundan Geldiğini Düşünüyor musunuz?" sorusuna, Danimarka halkının %88’i "Hayır" cevabını vermiştir.

ALMANYA / Die Welt

17 Nisan 2008

Almanya’nın en ünlü yayın organlarından Die Welt’in, “Size göre yaşam nasıl oluştu?” başlıklı anketinin sonucuna göre ise, Alman halkının %86’sı canlıları Allah’ın yarattığına inanmaktadır.

ALMANYA / Süddeutsche Zeitung / 8 Temmuz 2007

Almanya’nın ünlü Süddeutsche Zeitung yayın organı tarafından yapılan ankete göre, Almanya’da insanın bir Yaratıcı'nın eseri olduğuna inananların oranı %87 çıkmıştır.

Yaratılış Atlası’nın Yankıları Devam Ediyor

Fransa / La Libération / 22.04.2008

Tek Bir Hamlede Tam Bir Panik Gerçekleştirdi…

İngiltere/New Humanist/03.05.2008

Yaratılışçılar Avrupa’da uygun adım marş yürüyorlar…

Hollanda/De Volkskrant/05.09.2007

Evrim Teorisine Karşı Etkileyici Bir Kitap Çalışması…

Belçika/De Morgen/16.02.2008

Evrim Teorisine Karşı Büyük Komplo

Fransa/Le Monde/07.02.2008

Yaratılışçı Fikirlerin Yayılışı Tehlikesi...

Hollanda/Trouw/26.07.2007

Türk Yaratılışçılık İmparatorluğu

Almanya/Nürnberger Zeitung/26.06.2007

Darwin’in Avrupa’da İşi Zor

Belçika/ La Libre/14.03.2008 Yaratılışçılık Yelkenler Fora Hızla İlerliyor...

İngiltere/Reuters/19.06.2008

Müslüman Yaratılışçı İslam'ı Yayıyor, İsa'yı Bekliyor

İsviçre/Le Courrier/29.12.2007

Türkiye, İslami Yaratılışçılığın en aktif merkezlerinden biri…

Danimarka/Politiken/13.09.2007

Anti-Darwinist Bombardıman

İngiltere/The Morning Star/02.03.2008

Evrim İnkarcılarının Yükselişi

Belçika/Het Nieuwsblad/24.03.2007

Yaratılış Atlası Fransız Okullarına Hücum Ediyor

İskoçya/The Sunday Herald/05.04.2008

İslami Yaratılışçı Kitap İskoç Üniversitelerini Vurdu

ABD/NCSE/17.07.2007

İslami Yaratışçılık ABD’yi İstila Ediyor

Danimarka/JydskeVestkysten/

13.09.2007

Olağanüstü Güzellikte Bir Kitap...

İtalya /Corriere Della Sera /15.04.2008

Belçika'da Okullarda Öğretmenler Evrimi Boykot Ediyor

Kanada/The Globe and Mail/26.03.2007

Fransa Yaratılışçılığın Mayın Tarlasına Girdi

ABD/Christian Science Monitor/03.09.2007

İslami Yaratılışçı Grup, Dünya Çapında, Gösterişli Bir Yıldırım Saldırı Başlatıyor

Fransa/Science et Vie/Aralık 2007

Evrim Teorisini Reddeden Atlas, Soğuk Duş Etkisi Yaptı…

Yaşayan fosillerin sunduğu açık deliller, Darwinistler tarafından büyük bir endişe ile karşılanmıştır. Dikkat edilirse, şu anda ne Türkiye’de ne de dünyada evrim teorisini savunan herhangi bir yazı yayınlanamamakta, yeni bir yayın piyasaya sürülememektedir. Darwinist saflarında bir sessizlik hakimdir. Darwinistler, getirecek tek bir delilleri olmadığını bütün dünyanın anlamış olmasının şokunu yaşamaktadırlar. Ve bu şok etkisi, yeraltından çıkan her yeni Yaratılış delili ile bir kez daha katlanmaktadır.

Materyalist felsefenin en büyük dayanağının dünya çapındaki bu güçlü yıkılışı, Darwinistlerin dünyayı aldatma politikasına büyük bir darbe indirmiştir. Ve indirmeye de devam etmektedir. Darwinizm’in dünya tarihinin en büyük aldatmacası olarak insanları yanıltmaya çalışması dönemi sona ermiştir. Artık insanlar, tüm dünyada Allah’ın üstün yaratma sanatını görüp yüceltmektedirler.

Evrim Teorisi’”nin Bir Aldatmaca Olduğunu

Anlamak İçin Harun Yahya’nın Kitaplarını Okuyun!

Toplam 5600 Sayfa ve Yaklaşık 11.000 Resimden Meydana Gelen 7 Ciltlik Yaratılış Atlası’nın Birinci Cildi Avrupa’da Şok Oluşturdu.

Evrim Teorisini yalanlayan yüzlerce fosile yer verilen ve 28x38 cm.'lik dev ebadı, baskı kalitesi ve tekniği ile dünyada tek olan 764 sayfalık bu kitapta, teorinin çöküşü hakkında en doyurucu bilgileri bulabilirsiniz. Eser, kapağındaki orijinal hologram görüntülerle, parlak kuşe kağıdıyla, toplam 1500’ü aşkın renkli resim, fotoğraf ve belgeyle benzersiz bir görünüme sahip. Ayrıca “Evrimin Fosillere Yenilişi” isimli VCD belgesel bu dev eser ile birlikte... Kitabı Global Yayıncılık’tan satın alabilir veya internetten ücretsiz okuyabilirsiniz

  • Şu anda görmekte olduğunuz bu üç boyutlu, renkli ve son derece net olan görüntünün kalitesini size, dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez.

  • Onlarca yıldır, binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışıyor. Bunun için fabrikalar, dev tesisler kuruluyor, araştırmalar yapılıyor, planlar ve tasarımlar geliştiriliyor. Ama yine de beyinde oluşan renkli ve net görüntünün kalitesine ulaşılamıyor.

  • Aynı şekilde kulağın duyduğu sesin kalitesini ve pürüzsüzlüğünü en gelişmiş teknolojik müzik setleri, en gelişmiş ses düzenleri dahi sağlayamıyor. Beyinde oluşan seste hiçbir zaman cızırtı, parazit, kaybolma vs oluşmuyor. Kesintisiz bir netlik ve kusursuzluk mevcut. Sesin olmadığı bir ortamda sesi algılayan, ışığın olmadığı bir ortamda ışığı bilen mükemmel düzenlenmiş bir sistem var.

İşte bu mükemmeliği evrimle ve kör tesadüflerle açıklamak mümkün değildir. Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, insan beyninde oluşan netlikte, canlılıkta 3 boyutlu renkli bir dünya oluşturamamıştır.

Adnan Oktar’ın, Harun Yahya müstear ismiyle kaleme aldığı eserlerin sayısı yaklaşık 250’dir. Bu kitaplar 48.000 sayfa ve 35.500 resimden oluşmaktadır.

Adnan Oktar'ın, Harun Yahya müstear ismi ile kaleme aldığı kitapları ve bunlardan yararlanılarak hazırlanan belgeselleri, www.harunyahya.org, www.harunyahya.net ve www.harunyahya.com adreslerinden ücretsiz olarak okuyabilir veya Global Yayıncılık'ın 0212 444 444 1 no’lu telefonundan temin edebilirsiniz.




mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

TÜRK-İSLAM BİRLİĞİ NEDEN GEREKLİDİR?



Türk-İslam Birliği, bir sevgi birliğidir. Muhabbet birliğidir, gönül birliğidir. Bu birliğin temeli, sevgi, fedakarlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır.

Birlik olmak Türk-İslam dünyasına müthiş güç kazandıracaktır. İnananların birliğini güçlü kılan imanları ve ihlaslarıdır. Gerçek dostluk ve ittifak ancak samimi iman ile kurulur. Müminler, birbirlerini araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için dost olur ve Allah rızası için birlik olurlar. Temeli dünya üzerindeki en sağlam kaynağa, Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu birliğin bozulması, dağılıp yıkılması Allah'ın dilemesi dışında hiçbir şekilde mümkün olmaz.

Türk-İslam Birliği dünyaya barış getirecektir. Türk-İslam Birliği öncelikle Müslüman ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları çözüp İslam dünyasına sulh getirecek, öte yandan dünya genelinde çatışma ve savaşı kışkırtan her türlü hareketin karşısında yer alacak, savaşı körükleyen her türlü girişime karşı engelleyici bir güç olacaktır.

Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıyla, Amerika, Avrupa, Çin, Rusya, İsrail kısaca tüm dünya rahatlayacaktır. Terör sorunu son bulacak, hammadde kaynaklarına ulaşım garanti altına alınacak, ekonomik ve sosyal düzen korunacak, kültürel çatışma tamamen ortadan kalkacaktır. Amerika askerlerini topraklarından binlerce kilometre uzağa göndermek zorunda kalmayacak, İsrail duvarlar arkasında yaşamayacak, Avrupa Birliği ülkeleri ekonomik herhangi bir engelle karşılaşmayacak, Rusya güvenlik endişesi duymayacak, Çin hammadde sıkıntısı çekmeyecektir.

Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıyla, Batı dünyasının savunma masrafları azalacaktır. Amerika Birleşik Devletleri, yaklaşık 400 milyar dolarlık askeri bütçesi ile silahlanma listesinin başında yer almaktadır. ABD'yi 60 milyar dolar ile Rusya, Rusya'yı da 42 milyar dolar ile Çin takip etmektedir. Türk-İslam Birliği, İslam dünyasıyla ilgili tüm çatışma ve gerilimleri ortadan kaldırarak küresel bir barış ve huzur ortamı sağlayacak, sadece Müslüman ülkelerde değil dünyanın diğer pek çok ülkesinde de savunma giderlerinin azaltılmasını sağlayacaktır. Böylece silah teknolojisine yapılan yatırım, silahların geliştirilmesine harcanan para, rahatlıkla eğitim, tıp, bilim, kültür gibi alanlara kaydırılacaktır.

Türk-İslam Birliği'nde fikir ve ifade özgürlüğü vardır. Türk-İslam Birliği her düşünceden ve inançtan insanın hiçbir baskı ve zor ortamı olmadan fikirlerini rahatlıkla ifade edebileceği, bu insanların haklarının her yönüyle korunacağı, herkesin düşüncesinin hoşgörü ile karşılanacağı bir birlik olacaktır. Türk-İslam Birliği'nin öncülüğünde Müslüman toplumlar, insanların birbirlerinin görüşlerine saygı gösterdikleri, eşitlik, adalet ve hürriyetin egemen olduğu, zulüm ve haksızlığın tamamen ortadan kaldırıldığı toplumlar olacaktır. Ve İslam dünyası sadece Müslümanlar’ın huzurunu ve güvenliğini sağlamakla kalmayacak, dünyada kültür ve uygarlığın da önderi konumuna gelecektir.

Türk-İslam Birliği ticareti canlandıracak, ekonomiyi güçlendirecektir. Ekonomide, siyasi alanda ve kültürel sahada Müslüman ülkeler arasında gerçekleştirilecek bir bütünlük, geri kalmış olanların hızla ilerlemesine, gerekli imkana ve alt yapıya sahip olanların bunları en verimli şekilde kullanabilmelerine olanak tanıyacaktır. Ekonomik büyüme, bilim ve teknolojiye yapılacak yatırımları artıracaktır. Ekonominin gelişimi ile birlikte eğitim seviyesinde de doğal bir yükselme olacak, toplum çok yönlü gelişecektir.

Türk-İslam Birliği, Müslüman alemini kalkındıracaktır. Oluşturulacak İslam ortak pazarı sayesinde, bir ülkede üretilen ürünler, gümrük, kota gibi sınırsal engellere takılmadan bir diğer ülkede kolaylıkla pazarlanabilecektir. Ticaret alanı genişleyecek, tüm Müslüman ülkelerin pazar payı artacak, ihracat gelişecek, bu, Müslüman ülkelerdeki sanayileşme sürecini hızlandıracak, ekonomide sağlanacak kalkınma ile teknolojide de gelişme yaşanacaktır.

Ekonomisi güçlü bir Türk-İslam alemi Batı dünyası ve diğer toplumlar için de önemli bir refah kaynağı olacaktır. Bu toplumlar karşılarında güven içinde, tedirginlik duymadan iş birliği yapabilecekleri, ticari faaliyet içinde olabilecekleri bir güç bulacaklardır. Ayrıca Batılı kurum ve kuruluşların sürekli olarak bu bölgelerin kalkınması için aktardıkları fonlara da gerek kalmayacak, bu fonlar dünya ekonomisinin güçlenmesi için kullanılacaktır.

Türk-İslam Birliği'nin tesis edilmesiyle enerji kaynakları güvence altına alınacaktır. Türk-İslam Birliği'yle zengin yer altı kaynaklarının bulunduğu bölgelere istikrar ve barış hakim olacak, buralarda demokratik sistem en düzgün şekilde işleyecektir. Böylece bu kaynakların en verimli şekilde kullanılmasında ve kaynakların değerlendirilmesinde İslam ülkelerinin olduğu kadar diğer toplumların da hiçbir zarar görmeyeceği bir model oluşacaktır. Bu da, başta petrol üretimi ve fiyatları olmak üzere dünya ekonomik dengeleri açısından son derece önemli olan hususlarda, istikrarlı ve dengeli bir siyaset izlenmesini sağlayacaktır.

Türk-İslam Birliği sanatı ve estetiği teşvik edecek, ihtişamlı bir medeniyet inşa edecektir. Huzur ve güvenliğin sağlandığı, ekonomik sıkıntıların ortadan kaldırıldığı Türk-İslam dünyasında, eğitim, bilim ve kültüre ayrılan bütçe genişletilecek ve büyük bir kültürel atılım yaşanacaktır. Dostluk ve kardeşliğin yerleşmesi, bireylerin düşünmeye ve araştırmaya daha çok vakit ayırabilmelerine, bunu yaparken daha hür fikirli ve ileri görüşlü olabilmelerine zemin hazırlayacaktır. Kargaşa, yokluk ve sıkıntının giderildiği ortamlar yeni fikirlerin geliştirildiği, yeni ürünlerin ortaya çıkarıldığı, faydalı buluşların yapıldığı ve sürekli ilerlemenin yaşandığı ortamlardır. Müslüman dünyası da Türk-İslam Birliği'ni kurarak, bu ortamı meydana getirecektir.

Milli Değerleri Koruma Vakfı BaşkanıTarkan Yavaş

GLOBAL YAYINCILIK SİPARİŞ HATTI (0212) 444 444 1






mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

KIRIM TÜRKLERİNİN SORUNUNA ÇÖZÜM TÜRK-İSLAM BİRLİĞİDİR



Tarih, gerek Ortadoğu’ya, gerek Balkanlar ve Kafkasya'ya kalıcı barışın getirilebilmesinin, Osmanlı mirasının varisi olan Türkiye'nin liderliğinde mümkün olabileceğini göstermektedir.

Türkiye'nin liderliğinde oluşturulacak Türk-İslam Birliği, hem çatışmaların sonu olup bölgeye barIş sağlayacak, hem de tüm bölge ülkelerinin güçlü bir ekonomik işbirliği içerisine girmeleriyle zengin ve müreffeh toplumlar meydana getirecektir.

Türk-İslam Birliği’nin yaklaşımı Osmanlı'nın yaptığı gibi Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'daki farklı etnik kimlik ve dinleri kucaklayan bir yapıda olacaktır. Bunun dayanak noktası ise Türk-İslam Kültürü'nün ve köklü Medeniyetimiz'in yeniden keşfedilmesidir. Nitekim bu topraklarda siyaseten olmasa bile, kültür olarak Türk hakimiyeti halen devam etmekte, özellikle Balkanlar'da ve Kafkasya'da farklı ırklardan olmalarına rağmen pek çok Müslüman kendini Türk ve Osmanlı addetmektedir.

“Balkanlar'da, aslında etnik olarak "Türk" olmamalarına karşın, kendilerini "Türk" olarak gören ya da görmeye eğilimli büyük bir Müslüman nüfus vardır. Bu "fahri soydaşlarımız"ı bize bu denli bağlayan unsur ise Türk-İslam ahlakı ve Osmanlı mirasıdır. Nitekim 1997 yılının başlarında Belgrad'da yapılan gösteriler esnasında protestocuların "Türk Yönetimine Özlem", "Neredesin Ey Türk (Osmanlı) Yönetimi Altındaki Günler" şeklinde pankartlar açmaları Batı basınının da dikkatini çekmiş ve Türkiye'nin bölgede aktif olmasI gerektiğinin altını bir kez daha çizmiştir.” (Gündüz Gazetesi, 12 Ocak 1997)

Devlet-i Ali Osmaniye artık yoktur, ama Balkanlar'ı bir uçtan diğer bir uca kat eden bir Türk-İslam Kültürü ve Medeniyeti onun mirası olarak hala ayaktadır. Sayıları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanları, Edirne'den Bihaç'a kadar uzanan bir hat üzerinde yaşamaktadIrlar. DahasI, bu hat üzerinde bazIlarI 1878'den bazıları ise 1912'den bu yana direnmektedirler. Tek umutlarI ise bir gün eski huzurun, barışın ve düzenin yeniden kurulması, güçlü bir birliğin tesis edilmesidir... Bu birliğin adı Türk-İslam Birliği’dir.

Aynı özlem bugün Ortadoğu için de geçerlidir. Bölgenin birçok yeri bizim eski topraklarımız, eski yurtlarımızdır. Bölge halklarının Türkiye'ye karşı büyük bir sevgi bağI vardır. Türkmenlerin, soydaşlarImIzIn yaşadığı Kerkük gibi bölgeler ise bizim için hayati önemi olan topraklardır. Kurtuluş SavaşI sonrasI şayet uluslararası hukukun gerekleri ve bölge halkının istekleri gözetilseydi, 'Kuzey Irak' olarak bildiğimiz Musul, Kerkük ve civarı, bugün Türkiye'nin bir parçası olacaktı. Bu, bilinmesi ve asla unutulmaması gereken bir gerçektir. DolayIsIyla Kerkük, Kırım, Bosna gibi eski Türk yurtlarından Türk Milleti'nin asla vazgeçemeyeceği derin bağlar vardır.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardIndan anavatanları Kırım’a dönen soydaşlarımız ile birlikte bölgede bugün 300 bine yakın Türk yaşamaktadır. Başta Özbekistan, Tacikistan ve Ukrayna olmak üzere 500 binin üzerinde KIrIm kökenli Türk’ün ise istemelerine rağmen bir zamanlar sürgün edildikleri veya göçe zorlandıkları anavatanlarına dönemedikleri bilinmektedir. Gerek Kırım’a geri dönüşü zorlaştırmak için varolan bürokratik engellerin gerekse, Kırım topraklarIndaki ekonomik yetersizlikler, Kırım Türkleri’nin anavatanlarına dönmelerine olanak tanımamaktadır.

Kırım Türkleri’nin en fazla güvendikleri devlet Türkiye’dir. Yıllarca Osmanlı idaresi altında yaşayan Kırım Türkleri, Türkiye’yi ikinci anavatan olarak kabul etmektedirler. Kırım Türkleri’nin lideri Mustafa Abdulcemil Kırımlıoğlu, Türkiye’nin dünya Türklüğünün doğal lideri olduğunu ifade ederek şunları söylemektedir:

"Türkiye Cumhuriyeti Türk dünyasında ayrı bir yer tutuyor. Türkiye, Türk Dünyası’nda bağImsızlığını kazanan ve bunu müdafa etme kudretinde, kendi ordusuna sahip yegane Türk devletidir. Türkiye’de milli medeniyet ilerledi, Türk dili zenginleşti ve yeterli hale geldi. Türkiye ekonomisi diğer Türk ülkelerinin ekonomilerine göre daha fazla gelişmiştir. Bütün bu faktörler, Türkiye’ye Türk dünyasında lider olma konumunu kazandırıyor... Türkiye gerçekten de Türk dünyasının tamamI için birleştirici ruhi merkez olabilir." (Mustafa Abdulcemil Kırımlıoğlu, http://www.kirimdernegi.org.tr)

Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar'dan oluşan ve Türkiye'nin tam merkezinde yer aldığı "Osmanlı Coğrafyası" halen çok hareketli ve karışık bir yapıya sahiptir. Osmanlı Devleti'nden sonra bölgede oluşan boşluk henüz doldurulamamış ve gerçek anlamda bir güven ortamı sağlanamamıştır. Bu durum aynı topraklarda asırlar boyunca Osmanlı liderliğinde örnek bir "birlikte yaşama modeli" uygulayan Müslüman Türk Milleti'ne dikkati çekmektedir. Ve bu modelin günümüzde ve gelecekte de sadece Müslüman Türk Milleti tarafından gerçekleştirilebileceği gerçeğini ortaya koymaktadır. Nitekim son yıllarda pek çok devlet adamı, siyaset bilimci ve araştırmacı-yazar, başta OsmanlI Devleti olmak üzere, Türk devletlerinin başarIyla yürütmüş olduğu adil yönetim sistemini incelemektedir.

Tarih, gerek Ortadoğu’ya, gerek Balkanlar ve Kafkasya'ya kalıcı barışın getirilebilmesinin, Osmanlı mirasının varisi olan Türkiye'nin liderliğinde mümkün olabileceğini göstermektedir. Türkiye'nin liderliğinde oluşturulacak Türk-İslam Birliği, hem çatışmaların sonu olup bölgeye barış sağlayacak, hem de tüm bölge ülkelerinin güçlü bir ekonomik işbirliği içerisine girmeleriyle zengin ve müreffeh toplumlar meydana getirecektir.

Bu bölgede yaşayan devletlerin askeri, siyasi ve ekonomik açıdan en güçlü olabilecekleri model, birbirleriyle çatışmak yerine güçlerini birleştirmeleriyle oluşacak bir modeldir. Ortak bir dış politika bu devletleri dünya siyasetinde büyük bir güç haline getirecektir. Bu da Allah’ın izniyle Türk-İslam Birliği’nin oluşmasıyla gerçekleşecektir.

Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Tarkan Yavaş





mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

YARGI'NIN SORUNLARI ÇÖZÜLMELİDİR



Adalet bir ülkeyi ayakta tutan ana temellerden biridir. Osmanlı İmparatorluğu adaletiyle dünyaya örnek olmuş ve bu yüzdendir ki pek çok millet Osmanlı’nın yönetiminde olmayı canı gönülden istemiştir. Bugün ise adalet sistemimizin özenilen ve örnek alınan bir sistem olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Türkiye, adalet sistemi en çok eleştirilen ülkelerden biridir. Ülkemiz maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) sıklıkla dava edilen ve en çok da ceza alan ve tazminat ödemeye mahkum edilen ülke konumuna gelmiştir.

AİHM 2007 yılında en fazla Türkiye aleyhine karar almıştır. Bu kararlar, istemesek de adalet sistemimizin eksik yönlerini ortaya koymaktadır ve yapıcı özeleştiriler yapılması için fırsat teşkil etmektedir. AİHM’den en çok ne sebeple ceza aldığımıza baktığımızda, “Adil Yargılanma Hakkı”nı düzenleyen AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edildiği gerekçesi görülmektedir. Bugün Türkiye hakkında 10.000’e yakın dava halen AİHM önünde karar beklemektedir.

Bu durum, vatandaşlarımızın gerçek anlamda adil bir şekilde yargılanamadığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Ne yazık ki, ülkemizde adalet ancak AİHM gibi bir dış unsurun müdahalesine ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Artık bir Avrupa mahkemesi nasıl adaletli ve insan haklarına saygılı davranmamız gerektiğini bize tarif etmektedir. Bu durum, gerçekte adaletiyle tanınan Türk toplumu için, son derece rahatsız edicidir.

Ancak adli sistemimizle ilgili olarak uluslararası yargı kuruluşlarının dışında, bizzat kendi vatandaşlarımızın kanaatleri de çok farklı değildir. Davası olan herkes haklının büyük ihtimalle kazanamayacağını ve adaletin tecelli etmeyebileceğini düşünmekte, bunu önemli bir ihtimal olarak görmektedir. Kanunların kişiden kişiye değişen şekilde uygulanmasının örnekleri, kayırma ve gözetme artık neredeyse sıradan olaylar haline gelmiş ve kanıksanmıştır. Sonuç itibariyle yargıya güven -ne yazık ki- azalmıştır.

Yargının en üst kademesinde görev yapmış olan Yargıtay Onursal Başkanı Mehmet Uygun “vicdan ile cüzdan arasında sıkıştık” diyerek hâkimlerin içinde bulundukları durumu itiraf etmiştir. Bu durumda bazı yargı mensuplarının maddi durumlarının alınan kararlarda rol oynadığı şüphesi artık sarih hale gelmiştir. 1999 yılında İstanbul Barosu'nun Marmara Üniversitesi’ne yaptırdığı bilimsel bir çalışmada ortaya çıkan sonuç da oldukça vahimdir. Yargı sisteminin taraflarından biri olan avukatlar, yargıda yüzde 94.5 oranında yolsuzluk olduğuna inanmaktadırlar. (İstanbul Barosu Çevresi Adli Yargıda Yolsuzluk Araştırması, Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, 1999)

Peki yapılması gereken nedir?

Adalet sisteminin bir an önce ayrıntılarıyla ve bütünüyle gözden geçirilmesi ve yaşanan aksaklıkların giderilmesidir. Oysa bugün yargının itibarını korumak adına, apaçık aksaklıkların varlığı görmezden gelinmektedir. Bu tavrın yargının itibarını korumaya faydası değil tam tersine zararı vardır. İçte vatandaşlarımızın devlete olan güveni ve inancı, dışta ise ülkemizin itibarı zedelenmektedir.

BİRİNCİSİ, YARGITAY HÂKİMLERİ’NE DAVA AÇILABİLMELİDİR

Bu tablonun tersine çevrilmesi için Yargı’nın, özellikle de Yargıtay’ın yasal denetime açılması şarttır. Yargıtay hakimlerine dava açılamayacağını belirten (Yargıtay Kanunu’na aykırı) içtihadın terk edilmesi, Yargıtay üyelerine HUMK 573’te belirtilen kuralları ihlal ettikleri takdirde diğer hakimler gibi dava açılabilmesi, Yargıtay hakimlere ceza davası açma yolunu tıkayan meslektaş dayanışmasının derhal sona erdirilmesi gerekir. Yargıtay hakimlerinin kendi kendilerine sağladıkları bu dokunulmazlık zırhı kaldırıldığında, Yargı’dan çok daha adil, doğru ve insan haklarına uygun kararların çıktığı görülecektir.

İKİNCİSİ, YARGITAY’DAKİ DAİRE DÜZENİ AMACINA UYGUN HALE GETİRİLMELİDİR

Yargıtay’daki ceza ve hukuk daireleri beşer hakimli kurullar halinde karar vermektedir. Bu sistemin amacı, davalar hakkında son sözü söyleyecek yer olan Yargıtay’da hata yapılmasını önlemektir. Bu sistem, bir dava dosyasını inceleyen beş hakimin hepsinin birden hata yapmasının zor olacağı düşünülerek kurulmuştur. Ancak iş yoğunluğu ve hakim açığı nedeniyle, bugün, bu sistem, dosyaları tek bir tetkik hakiminin incelemesi, kurul üyelerinin dosyayı hiç incelemeyip bu tetkik hakiminin raporunu kurul kararına dönüştürerek imzalamaları şekline dönüşmüştür. Emekli Yargıtay hakimlerinin hemen hemen hepsi bu uygulamadan şikayet etmektedirler. Daire üyelerinin çok nadir dosyalara baktıklarını, tek bir tetkik hakiminin raporuyla karar verdiklerini, kimi zaman daire üyelerinin dosyalara hiç bakmayıp tetkik hakimlerinin raporlarıyla yetindiklerini belirtmektedirler. Bu uygulama Yargıtay’da hata oranını artırmaktadır. Dosyalar Yargıtay’da iyi incelenememektedir. Yargıtay sisteminin amacına uygun çalışabilmesi için, tek bir tetkik hakiminin raporuna bakıp dosyayı incelemeden karar verme uygulaması kaldırılmalıdır. Özellikle önemli davalarda en az beş tetkik hakiminin raporu esas alınmalıdır. Bu konudaki aksaklıkları gidermek için müfettişler görevlendirilerek bir teftiş sistemi kurulmalıdır.

ÜÇÜNCÜSÜ, ADALET SİSTEMİMİZ ELEŞTİRİYİ HOŞGÖRÜYLE KARŞILAMALI, ELEŞTİRİLERE SUÇ MUAMELESİ YAPILMASINA SON VERİLMELİDİR

Adalet sistemi eleştirilebilmelidir. Yargı, hakkındaki değerlendirme ve eleştirilere hoşgörüyle bakabilmeli ve bu eleştirilerden istifade edebilmelidir. Daha iyiye ulaşmada her kesimden eleştirilere mutlaka kulak verilmelidir. Bu konuda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin “YARGI KARARLARI ELEŞTİRİLEMEZ DİYE BİR KURAL YOKTUR, DEMOKRATİK BİR TOPLUMDA VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ KABUL EDEN BİR DEVLETTE HİÇBİR KİŞİ VE KURUM ELEŞTİRİ DIŞINDA KALAMAZ” şeklindeki içtihadı bu bakımdan örnek bir karar teşkil etmektedir.

DÖRDÜNCÜSÜ, YARGI MENSUPLARI İDEOLOJİK ÖNYARGILARDAN UZAK OLMALARI KONUSUNDA EĞİTİLMELİDİR

Yargı mensupları vicdanlarıyla ve gerçek anlamda tarafsız şekilde hareket etmelerinin bir erdem olduğu hususunda bilinçlendirilmeli, eğitilmelidirler. Adaleti başta yargı mensupları gözetmeli ve yüceltmelidir ki adalet yerini bulsun. Ancak bu şekilde ülkemiz adalet sistemi tekrar dünyaya örnek ve saygıdeğer haline geri getirilebilir. Ülkemizde adaletin yaygın olarak hakim olması ve Türkiye’nin dünyaya örnek bir yargı sistemine kavuşmak için her şeyden önce ideolojik önyargılardan sıyrılmış, tarafsız hakimlere ihtiyaç vardır.

Bir yargıç, bir görüşü veya bir çevreyi sevmeyebilir. Ama bu gibi düşünce ve kanaatler, bu kişi ve çevreleri mağdur edecek şekilde hüküm kurmak için gerekçe olamaz. Bu uygulamalar, ideolojik ve şahsi düşmanlıklar sebebiyle yargı yetkilerinin kötüye kullanılması anlamına gelir ki, bunu kabul etmek mümkün değildir.

Yargı mensupları hoşnutsuzluklarını vatandaşlara karşı hukuka aykırı hükümler vererek açığa vuramazlar. Yasaları ayrımcı bir şekilde, kişiden kişiye farklılık gösterir biçimde uygulayamazlar. Bir kanun adamı her şeyden önce kanuna uymalıdır. Mahkeme salonunun kapısından içeri girip kürsüye oturduğu anda her türlü fikirden, düşünceden bağımsız objektif bir tavır sergilemelidir.

BEŞİNCİSİ, YARGI MENSUPLARI SOSYAL VE EKONOMİK AÇIDAN BATI ÜLKELERİ STANDARTLARINA SAHİP HALE GETİRİLMELİDİR

Hâkimlerin maddi bağımsızlıklarını tam anlamıyla kazanmaları da, tarafsız ve hukuka uygun kararlar alınmasında etkili olacaktır. Bu nedenle yargı mensupları maddi açıdan ihtiyaçlarını zorlanmadan karşılayabilecek gelir seviyesine kavuşturulmalıdır.


SONUÇ

Toplumdaki her türlü kötülüğün kökeni adaletsizliktir. Adaletsizliğin yaygınlaştığı toplumlarda ahlaksızlık, suç ve kargaşa da yaygınlaşır.Bu nedenle, ülkemizin en öncelikli hedefi Yargı’nın tüm sorunlarını gidermek olmalıdır.


Adnan Tınarlıoğlu (Bilim Araştırma Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi)




mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

İstanbul Taksim'de Fosil Sergisi




20 - 29 Haziran 2008 tarihleri arasında İstanbul'da Galatasaray Meydanın'da tüm gün açık hava sergisi yapılıyor.


Yeni Site: kadernedir.com


Kaderin anlamı Allah'ın geçmişten geleceğe kadar, yaşanmış ve yaşanacak olan tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir. Bu, Allah'ın her varlık ve olay üzerindeki mutlak hakimiyetini ifade eder. İnsanlar yaşamlarındaki olayları ancak yaşadıkları zaman öğrenebilirler. Ama Allah tüm bunları, insanlar henüz karşılaşmadan önce de bilendir. Allah için geçmiş, şu an ve gelecek zaman birdir. Hepsi de Allah'ın ilmi ve kuşatması altındadır. Çünkü bunların hepsini yaratan O'dur.

"Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" ayetiyle de bildirildiği gibi dünyadaki her varlığın bir kaderi vardır. (Kamer Suresi, 49) Evinizdeki eşyadan yolda gördüğünüz bir taş parçasına, kuru bir ota ya da meyva veren bir daldan tutun da bakkalda rafta duran kavanoza kadar evrendeki canlı cansız tüm varlıkların Allah katında belirlenmiş bir kaderleri vardır. Ve her eşya ya da her canlı varlık için yaratılan kader, sonsuz akıl sahibi Allah tarafından belirlenmiştir.^

İnsanın dolaylı ya da direk olarak muhatap olduğu herşey, gördüğü her olay, duyduğu her ses tümüyle kişinin dünya hayatındaki "blok" halindeki yaşamının bir parçasıdır. Evrende meydana gelen büyük ya da küçük hiçbir olay asla tesadüfi olarak gelişmez. Hiçbir çiçek tesadüfi olarak açmaz, ya da tesadüfi olarak solmaz. Ya da hiçbir insan tesadüfen doğup, tesadüfen ölmez. Hiçbir insan yanlışlıkla ya da kontrolsüz olarak hastalanmaz. Eğer bir iyilikle ya da bir kötülükle karşılaşıyorsa, bu hiçbir zaman için tesadüfi ya da şans eseri gerçekleşmez. Her biri de insanın yaratılışı ile birlikte Allah tarafından özel olarak belirlenmiş ve insanın hayatındaki yerini almıştır.

Allah, "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır." (En'am Suresi, 59) ayetiyle, toprağın ya da okyanusların kilometrelerce derinliklerinde meydana gelen olaylardan tutun da tek bir yaprak tanesinin düşüşüne kadar evrende meydana gelen her hareketin belirlenmiş bir kader üzerine gerçekleştiğini bildirmiştir.

"Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır." (Hadid Suresi, 22) ayetiyle, karşılaşılan her olayın her detayın Allah tarafından özel bir hikmet ve akıl ile planlanmış olduğu bildirilmektedir.

Dünyadaki her varlığın kaderi sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla her ayrıntı, olabilecek en mükemmel şekilde planlanmakta ve olabilecek en hikmetli şekilde yaratılmaktadır. Bu gerçeğin şuruna varan bir insan artık hayatın her anından; olumlu görünenler kadar aksilik gibi görünen anlardan da fazlasıyla hoşnut olacaktır. Çünkü Allah'ın salih kulları için kaderi en güzel şekilde yarattığını bilecektir. Allah'ın güzel gördüğü birşey için, insanın olumsuz bir zanna kapılmasının büyük bir gaflet olduğunu fark edecektir. Bu imani kavrayış, olaylara hayır gözüyle bakmasını ve olaylardaki hayır ve hikmetleri fark etmesini sağlayacaktır.

İnsanın olumsuzluklarla karşılaştığında başına gelen olayın Allah tarafından yaratılmadığını, bir başkasının buna sebep olduğunu sanması ise kişinin kaderi anlayamamış olmasındandır. Çünkü olumsuz gibi görünen her olay aslında birer "kader dersi"dir. Mutlaka hikmet ve hayır gözüyle değerlendirmek gerekir. Büyük, orta derecede önemli ya da önemsiz gibi görünen her olay kaderde hikmet ve hayırla yaratılmıştır. İnsanlar sık karşılaştıkları, istemedikleri şekilde gelişen olaylara aksilik derler. Oysaki aksilikte de hayır ve hikmet vardır. İnsan aksi zanneder halbuki en doğrusu kaderde o olayın o şekilde gerçekleşmesidir.

Gün içinde insanları üzen, rahatlarını kaçıran, onları kızdıran, sıkan, aksilik, terslik olarak adlandırılan olayların hikmet ve hayırlarını Allah bir anda toplu olarak gösterse, kişi üzülmesinin ne kadar yanlış olduğunu hemen anlar. İman eden bir insan bu hayırlar karşısında değil hüzünlenmek tam tersine büyük bir sevinç ve neşe içinde olur. Bu nedenle insana düşen görev, kaderde yani Allah'ın kusursuz yaratışının hikmetli bir detayı olan olaylarda hep hayır ve hikmet aramak ve bu kavrayışa sahip olmanın sevincini yaşamaktır.

Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)

İnsanın gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren karşılaştığı her olayı, duyduğu her sözü, muhatap olduğu her detayı yaratan Allah'tır. Allah sonsuz kuvvet, sonsuz akıl, sonsuz adalet ve sonsuz hikmet sahibidir. "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık." ayetiyle de bildirildiği gibi Allah herşeyi belirli bir plan ve hikmet doğrultusunda yaratmaktadır (Kamer Suresi, 49). Allah'ın bu sonsuz güç ve üstünlüğüne karşılık insan ise son derece sınırlı ve aciz bir varlıktır. Hayatta kalabilmek için Allah'ın kendisine imkan tanımasına ve nimet vermesine muhtaçtır. Aklı ve anlayışı, ancak Allah'ın kendisine öğrettiği kadarını kavramaya yeterlidir. Bu durumda Allah'ın sonsuz aklına ve sonsuz hikmetlerle dolu yaratışına teslim olmak insan için büyük bir ihtiyaçtır. Her yaşadığı olayda Allah'ın tüm evrenin ve tüm varlıkların hakimi olduğunu bilecek, kendisinin göremediği, bilemediği olayları Allah'ın görüp bildiğini, kendisinin duyamadığı sesleri O'nun duyduğunu, yine kendisinin habersiz olduğu geçmişteki ve gelecekteki tüm gelişmeleri O'nun bildiğini düşünecek ve böylece de Allah'ın her olayı olabilecek en hikmetli ve en hayırlı şekilde yarattığını görecektir. Bu gerçeğe iman etmek de ona, hayatın her anına şükredebilmeyi bilen üstün bir ahlak kazandıracaktır. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, insan yaşadığı bu iman ile duyduğu her sese, gördüğü her görüntüye, yaşadığı her olaya, kısacası hayatın her anına "hayır gözüyle bakacak" ve böylece hayatı en gerçek ve en doğru şekliyle yorumlayabilmiş olacaktır.

İnsanın iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz gibi görünen tüm olayları her ne olursa olsun mutlaka hayra yorması, Allah'a karşı duyulan samimi imandan kaynaklanan önemli bir ahlak özelliği ve yine imanın getirdiği bir yaşam şeklidir. Ve bu gerçeğin farkına varmak da insana dünyada ve ahirette tüm nimetlerin kapısını açan, kişinin hayatına huzur ve esenlik getiren önemli bir konudur.

Gün içinde müminin hiçbir şeye üzülüp meyus olmaması, imanı doğru anladığının bir göstergesidir. Karşılaşılan olayları hayır gözüyle değerlendirememek, sürekli tedirginlik, korku, ümitsizlik, aksilik beklentisi, hüzün, duygusallaşmak ise, tertemiz, açık bir imanı puslu anlamanın alametleridir. Bu pus hemen kaldırılmalı, kesintisiz iman neşesi sabit hayat özelliği haline getirilmelidir. Allah'a iman eden bir insan terslik veya hata gibi görünen bir olayla karşılaştığında, aslında bunun kendisi için mutlaka en hayırlısı olduğunu bilmelidir. "Aksilik", "terslik", "keşke" gibi kelimeleri ise ancak ders almak, ibret çıkarmak amacıyla kullanmalıdır. Yani, "bu olay hikmetli ve hayırlı, fakat bir dahaki seferde aynı hatayı yapmayayım, şu an öğrendiğim şekilde doğrusunu yapayım" şeklinde bir bakış açısı içinde olmalıdır. Tekrar aynı zorlukla karşılaşırsa veya aynı hataya düşerse, yine hayır ve hikmetle yaratıldığını aklından asla çıkarmamalı ve "bir dahaki sefere doğrusunu yapayım" diye niyet etmelidir. Hatta aynı olay defalarca tekrarlansa, yine müslüman için bunun hayır olduğunu bilmelidir; çünkü bu, Allah'ın kanunudur ve Allah'ın kanunu asla bozulmaz.

Bir insanın nefsinin mutmain, dengeli hale gelmesi, ancak Rabbimiz'den gelen hayır ve hikmetin kesintisiz devam ettiğini bilmesi ile olur. Bu hakikati kavramak dünyada mümin için büyük bir nimettir. Dinden uzak, inkar içindeki insan kesintisiz azap içindedir; her olayı kendi aleyhinde yorumlar. Ve bundan dolayı da sürekli sıkıntı içindedir. Mümin ise sürekli hikmet ve hayrın sevincini yaşar.

Ortalı bir tavır içinde olmak; karşılaştığı olayları hem hayra hem şerre yorarak azap içinde kalmak ahirette mümine büyük utanç verebilir. Bu kadar açık ve kolay olan bir gerçeği tembellik ve gafletle anlamazlıktan gelmek, vicdana ve akla tam kabul ettirmemek ahirette ve dünyada azaba sebep olabilir. Bilinmelidir ki, Allah'ın hazırladığı kader bütün olarak kusursuz yaratılmıştır. Milyonlarca olaydan oluşan bu bütünde, hayır gözüyle bakan insan için sadece güzellikler, hayırlar ve hikmetler vardır. İmanlı bir mümin irade ve akıl ile gün içinde hiçbir olayda şeytanın tuzağına düşmez. Olayın şekli, kişileri, günü, yeri ne olursa olsun aynı hayır hükmünde olduğunu asla unutmaz. Kendisi o an bu hayrı göremiyor olabilir; ama önemli olan herşeyin hayırla yaratıldığına kesin olarak inanmaktır.

İnsan belki bir olayın hayrını seneler sonra öğrenebilir veya hiç öğrenmeyebilir. Belki de Allah, karşılaştığı zor bir durumun hayrını ona ahirette gösterecektir. Sonuç olarak tevekküllü ve kadere teslim olmuş bir insanın yapması gereken, her olayı –kendi hikmetini kavrasın veya kavramasın- hayır gözüyle değerlendirmek ve herşeyden razı olmaktır.

Kimi insanlar Allah'ın varlığını bilir, tüm evreni ve insanı yaratanın Allah olduğunu idrak ederler. Yağmuru yağdıranın, şimşeği çaktıranın ya da güneşi doğduranın Allah olduğunu bilirler. Aksi bir düşünceye asla ihtimal dahi vermezler. Ancak günlük hayatta karşılarına çıkan olayların ya da küçük gibi görünen detayların Allah'tan bağımsız olarak geliştiğini sanırlar. Oysa ki evlerine giren bir hırsızı, ayaklarına takılan bir taşı, yağan bir yağmuru, ürün veren ya da çoraklaşan bir araziyi, rast giden ya da zarara uğrayan bir işi, unutulup yanan bir yemeği de yaratan hep Allah'tır. Bu konuda insanın düşünce ufkunu alabildiğince genişleterek tefekkür etmesi gerekir. Çünkü hiçbir olay, hiçbir detay yoktur ki Allah'ın bilgisi dışında var olmuş olsun. Her olay çok ince bir plan üzerine Allah tarafından sonsuz akıl ve hikmet ile tasarlanmış ve yaratılmıştır. İnsanın ayağına sıçrayan bir çamur damlasından tutun da, patlayan bir lastikten, ciltte oluşan bir pürüzden, bir hastalıktan, yolunda gitmiyor gibi görünen bir işe, yazılan bir yazıdan söylenen en ufak bir söze kadar herşey özel bir plan üzerine Allah tarafından insanın karşısına çıkarılmaktadır.

İnsanın gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren karşılaştığı iyi ya da kötü gibi görünen her olayı Allah yaratmaktadır. Yaşam bir bütün olarak yeryüzünün tek hakimi olan Allah tarafından kontrol edilmektedir. Allah kusursuz, mükemmel, hikmetli ve en güzel şekilde yaratandır. Bu, Allah'ın yaratmış olduğu kaderdir; Allah'ın yarattığı kaderdeki olaylar arasından bir kısmını ayırıp bir kenara almak ve bunlara iyi diğerlerine ise kötü gibi bir yakıştırma yapmak mümkün değildir. Öyleyse insana düşen bu mükemmelliği görüp takdir etmek ve Allah'ın aklının olabilecek en kusursuz sonuçları yaratacağını bilerek her olayı hayra yormaktır. Zira Allah'a iman eden ve imanı ile her olayı hayır gözüyle değerlendirip, hayra yorumlayan bir insan dünyada da ahirette de hep hayır ve güzellikle karşılaşacaktır.

Kader müslüman için baştan sona kusursuz hazırlanmış, hikmet ve hayırlarla dolu bir cennet hazırlığıdır. Müminin bu dünyada karşılaştığı her zorluk cennette sonsuza kadar alacağı zevklerin, neşenin, huzurun kaynağıdır. "Zorlukla birlikte bir kolaylık vardır" (İnşirah Suresi, 5) ayeti de aslında bir yönü ile bu gerçeğe işaret etmektedir. Müminin gösterdiği bir parça sabır ve cesaret, çok güzel nimetlerle sonsuza kadar mükafatlandırılmış halde kaderde yazılıdır.

Bir mümin gün içerisinde bazı olaylara üzülebilir, tedirginlik hissedebilir. Ancak bu üzüntü ve tedirginliğin sebebi, karşısına çıkan olayın kaderde olduğunu, Allah tarafından yaratıldığını unutmuş olmasıdır. Ona, "bu olayı Allah hayırla yarattı" dense eğer o anda gafil değilse hemen açılır ve rahatlar. Bu yüzden müslüman an an her olayın kaderde olduğunu daima hatırlamalı ve hatırlatmalıdır. Allah'ın sonsuz evvelden hazırladığı olaya saygı gösterip, Allah'a tevekkül edip, hayır ve hikmetle meydana gelen olayın güzelliklerini, hikmetlerini anlamaya çalışmalıdır. Dileyen insan için, Allah'ın dilemesi dışında, bu gerçeği anlayamama diye bir şey yoktur. Belki bu olaydaki sayısız hayır ve hikmetin tamamını tespit edememe olabilir; ama eğer bir olay gerçekleşmişse bilinmelidir ki o zaten müslüman için Allah'ın yarattığı hayır ve hikmetle birlikte gerçekleşmiştir.

Müminler her olayı en ince detayına kadar Allah'ın yarattığını ve hepsinin kaderde önceden takdir edilmiş olaylar olduğunu bilerek, büyük bir teslimiyet içerisinde yaşarlar. Elbette inananlar da yaşamları boyunca pek çok zorluk ve çeşitli imtihanlarla karşılaşırlar. Ama asla "keşke şöyle olsaydı", "böyle yapsaydım daha hayırlı olurdu" gibi sözler söylemez ve böyle kuruntulara kapılmazlar. Olayların özünde belki de hiç bilmeyecekleri bir hikmet ve hayır olduğuna kesin olarak iman ederler. Böylece hoşlarına gitmeyen, sıkıntılı görünen durumlarda bile son derece huzurlu bir yaşam sürerler.

İnsanın tek kurtuluşu, tüm olayları Allah'ın mutlaka bir hayır ve hikmet üzerine yarattığını bilerek yaşamaktır. Mümin, istisnasız karşılaştığı her olayın Allah tarafından, bir hayır ve hikmetle yaratıldığını bilirse, Allah'a gerçek manada tevekkül eder. Tahammülle değil, güzel bir sabırla sabrederse kulluk görevine uygun davranmış olur. Güvenlik, huzur ve güç sağlamak Allah'ın gücü ile oluşan bir şeydir. Dua ve tevekkülle hep Allah'ın yanında olmak ve herşeyi Allah'tan beklemek müminin vasfıdır.

Kerkük Sorununa Çözüm Türk-İslam Birliğidir



Milletimizle aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı inancı paylaşan mazlum bir halkın haklarının korunması Türkiye'nin tarihi bir vazifesidir. Türkmen kardeşlerimizin huzur ve refahı, Türkiye için hem tarihi, hem ahlaki hem de siyasi bir sorumluluktur. Bunun sağlanması ise ancak Türk-İslam Birliği'nin kurulmasıyla mümkün olacaktır. Büyük acılar ve sıkıntılar yaşanan bölgede barışın hakim olması için, daha fazla geç kalınmadan, bir an önce Türk-İslam Birliği'nin kurulması yönünde adımlar atılması gereklidir. Türk İslam Birliği, aynı zamanda Irak'taki tüm Müslüman kardeşlerimizin huzuru, kurtuluşu, mutluluğu için de gerekli ve elzemdir.

  • Musul toprakları Birinci Dünya Savaşı sonunda, uluslararası hukukun gereklerine aykırı olarak ve bölge halkının istekleri gözetilmeden yeni kurulan Irak Cumhuriyeti'ne verilmiştir. Oysa, Lozan Konferası'nda İsmet Paşa'nın sunduğu tarihi, coğrafi, siyasi ve kültürel deliller tarafsız olarak değerlendirilse, uluslararası kanunlar uygulansa ve bölgede halkın ve Türkiye'nin istediği halkoylaması yapılmış olsa, bugün bu topraklar Türkiye'nin bir parçası olacaktı. Bu bilinmesi ve asla unutulmaması gereken bir gerçektir.

  • Bu gerçeğin anlamı, elbette Kuzey Irak'ı yeniden ele geçirmek değildir. Büyük Önder Atatürk’ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesine sonuna kadar bağlı olan devlet erkanımız, başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Komuta Kademesi olmak üzere, Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik bir işgal hedefinin ve niyetinin hiçbir zaman var olmadığını defalarca ifade etmişlerdir.
  • Ancak Türkiye, bu topraklarda yaşayan soydaşlarımızın ve elbette diğer tüm toplumların yaşadıkları acı ve sıkıntıları göz ardı edemez. Yaklaşık 90 yıldır yabancı devletler tarafından yok sayılan ve Irak yönetimleri tarafından da asimile edilmeye çalışılan Türkmen kardeşlerimizin güvenliğinin sağlanması, asırlar boyunca bölgede hakimiyet sürmüş bir İmparatorluğun varisi olan Türkiye'nin vicdani sorumluluğudur.
  • Türkmen kardeşlerimiz, ülke yönetiminde eşit söz hakkına sahip olmalı, diledikleri gibi ticaretlerini yapabilmeli, günlük yaşamlarını tüm haklara sahip olarak sürdürebilmeli, ibadetlerini özgürce yerine getirebilmeli, dillerini kullanabilmeli, hepsinden önemlisi can ve mal güvenliklerinin sağlandığından emin olmalıdırlar.
  • Saddam yönetimi boyunca bölgedeki tüm halklar çok büyük acılar çekmiştir. Yalnız Türkmenler değil Kürtler, Sünni Araplar ve diğer halklar da ciddi kayıplar vermiş, korku ve dehşet dolu günler yaşamıştır. Bu tarihi acılardan alınması gereken bir ders vardır. Bugün tüm halkların birarada huzur ve güvenlik içinde yaşaması imkanı oluşmuştur. Bu imkanı, hak ve adalet çerçevesinde bir düzen inşa ederek değerlendirmek varken, bir toplumun diğerini ezerek ve yok saymaya çalışarak hakka, hukuka ve vicdana sığmayan uygulamalar yapması kabul edilemez.
  • Bölgede akan kanın durması, Osmanlı dönemi boyunca hakim olan barışın yeniden tesis edilmesi, bölgede kardeşlik ve sevgi temelinde bir birliğin inşa edilmesiyle mümkündür. Geçmişte yaşananlar, geçmişte bırakılmalı, aydınlık bir geleceğin inşa edilmesi için tüm toplumlar uzlaşı ve hoşgörü ruhuyla hareket etmelidir. Aynı tarihe ve kültürel değerlere sahip, aynı inancı paylaşan bölge halkı birbirine anlayışla, saygıyla, sevgiyle yaklaşmalı, birbirinin düşmanı ve hasmı değil, koruyucusu ve hamisi olmalıdır.
  • Allah Kuran'da Müslümanların birbirlerinin kardeşleri olduğunu bildirmiştir. Müslümanların aralarındaki bazı kültürel farklılıklar birer ayrım unsuru değil, tam tersine topluma renk katan çeşitlilik ve zenginlik olarak görülmelidir. Ve bu kültürel farklılıklar asla herhangi bir çatışmaya temel edinilmemelidir. Allah'ın Müslümanlara emri, "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak, dağılıp ayrılmamaktadır." Bölgede yaşayan Kürtler, Araplar, Türkmenler bu gerçekleri asla göz ardı etmemelidir.
  • Türkiye sahip olduğu geleneksel barışçı dış politikayı ve tarihin kendisine yüklediği "Osmanlı vizyonu"nu birleştirerek bölgeyi kucaklamak, bölge halkının tümünü kazanmak, onları ortak değerler üzerinde birleştirecek ve Türkiye’ye sempatiyle bakmalarını sağlayacak bir "kültür politikası" ve ekonomik atılım başlatmak durumundadır. Türkiye’nin "Musul-Kerkük Politikası"nın temelinde, bu bölgeyle zaten var olan kültürel ve ticari bağların güçlendirilmesi, bölgede istikrarsızlık ve kargaşanın önlenmesi, bölge insanlarının kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması olmalıdır. Tüm bunların gerçekleştirilmesinin en önemli yolu ise Türkiye'nin önderliğinde, hakimiyetindeki tüm devletlerin üniter yapısını koruyan ve laik sistemiyle halkların din ve düşünce özgürlüklerini güvence altına alan, Türk-İslam Birliği'nin bir an önce tesis edilmesidir.
  • Bu birliğin sağlanması için devletler arasındaki ortak paydaların iyi değerlendirilmesi son derece önemlidir; dil de bu paydalardan biridir. Türki Cumhuriyetler arasında Türkçe'ye dayalı dil birliğinin sağlanması toplumların birbiriyle kaynaşmasına neden olacaktır. Dil birliği konusunda yapılacak atılımlar Türk-İslam Birliği hedefi için büyük katkı getirecektir. Kanaatimizce Türk devletleri arasında dil birliğinde esas alınması gereken Türkçe ise "Türkiye Türkçesi"dir.

    Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Tarkan Yavaş

    Kerkük şehri, Türkmenlerin en önemli yerleşim yeri olmasının yanısıra onların sembolü durumundadır. Resimlerde Kerkük'ten çeşitli görüntüler yer alıyor.

    Altunköprü’de Saddam rejimi tarafından soykırıma uğrayan Türkmenler.





    mesajkutusu.blogspot.com

    Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

    BAV DAVASI’NDAKİ AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ İHLALLERİ

    Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza koyan taraflardan biridir. Bilim Araştırma Vakfı Davası yargı sürecinde yaşanan ve aşağıda bazılarını saydığımız uygulama ve kararlarla yaklaşık 80 maddede AİHS açıkça ihlal edilmiştir. Bu ihlaller sırası geldikçe Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi huzuruna taşınacaktır. AİHM’si tarafından hükmedilecek tazminatlar bu haksız kararları veren yargı mensuplarına yükletilmektedir. Hukuku ve yasaları göz ardı ederek; kararları hakkında hiçbir sorumluluğu olmadığını düşünerek hareket edenlerin bu konuda isabetli hareket etmediklerini bilmeleri gerekir.

    BAV Davası’ndaki AİHM ihlallerinden bir kısmının listesini sunuyoruz.

    1- 1996 yı­lın­da­ki te­le­fon din­le­me ka­rar­la­rıy­la baş­la­yan so­ruş­tur­ma-ko­vuş­tur­ma sü­re­ci­den son­ra 12 se­ne geç­miş­tir. Av­ru­pa İn­san Hak­la­rı Mah­ke­me­si (AİHM) 8 se­ne­yi ge­çen yar­gı­la­ma­la­rı her ha­lü­kar­da ma­kul sü­re­de yar­gı­lan­ma hak­kı­nın ih­la­li ola­rak ka­bul et­mek­te­dir (AİHS m. 6/1). Bu ne­den­le, da­va­da sa­nık­la­rın MA­KUL SÜ­RE­DE YAR­GI­LAN­MA HAK­LA­RI ih­lal edil­miş­tir.

    2- 2004/337 Esas sa­yı­lı ana da­vay­la bir­le­şen 2004/155 Esas sa­yı­lı da­va­da ha­zır­lık so­ruş­tur­ma­sı 4 yıl sür­müş­tür. Üs­te­lik bu za­man zar­fın­da, 4 ki­şi­nin ifa­de­si­nin alın­ma­sı dı­şın­da hiç­bir iş­lem ya­pıl­ma­mış­tır. MA­KUL SÜ­RE­DE YAR­GI­LAN­MA HAK­KI bu sa­nık­lar açı­sın­dan da ih­lal edil­miş­tir. (AİHS m. 6/1)

    3- Da­va dos­ya­sın­da­ki 1996 ve 1997 yıl­la­rı­na ait te­le­fon din­le­me­le­ri­nin hiç­bir hu­ku­ki da­ya­na­ğı yok­tur. Tür­ki­ye’de ile­ti­şi­me mü­da­ha­le­ye izin ve­ren ilk ya­sa 1999 yı­lın­da çık­mış­tır. 1999 yı­lın­dan ön­ce ise Tür­ki­ye’de ile­ti­şi­me mü­da­ha­le­ye izin ve­ren her­han­gi bir ya­sa yok­tur. Bu ne­den­le da­va dos­ya­sın­da bu­lu­nan ve üze­rin­de 1996, 1997 ta­rih­le­ri bu­lu­nan tu­ta­nak­lar, AİHM iç­ti­hat­la­rı­na gö­re ÖZEL HA­YA­TIN İH­LA­Lİ (AİHS m. 8/1) ni­te­li­ğin­de­dir.

    4- Da­va dos­ya­sın­da­ki, 4422 sa­yı­lı ka­nu­na gö­re ya­pı­lan te­le­fon din­le­me­le­ri de hu­ku­ka ay­kı­rı­dır, çün­kü DGM’nin gö­rev­siz­lik ka­ra­rıy­la ve Yar­gı­tay 5. Ce­za Da­ire­si’nin ka­ra­rıy­la da or­ta­ya çık­tı­ğı üze­re, so­mut olay­da 4422 sa­yı­lı ka­nu­nun uy­gu­lan­ma­sı­na im­kan sağ­la­ya­cak bir du­rum ol­ma­ma­sı­na rağ­men, sırf din­le­me ka­ra­rı ve­ri­le­bil­me­si için 4422 sa­yı­lı ka­nun­dan yo­la çı­kıl­mış­tır. Bu ne­den­le da­va dos­ya­sın­da­ki 1999 ta­ri­hi­ni ta­şı­yan din­le­me tu­ta­nak­la­rı da ÖZEL YA­ŞA­MIN İH­LA­Lİ (AİHS m. 8/1) ma­hi­ye­tin­de­dir.

    5- 12 Ka­sım 1999 ve de­va­mın­da­ki ta­rih­ler­de ya­pı­lan ara­ma iş­lem­le­ri sı­ra­sın­da­ki zap­tet­me iş­lem­le­ri­nin ta­ma­mı usul­süz­dür. Hiç­bir ka­nıt de­ğe­ri bu­lun­ma­yan ve da­va­da sa­nık ol­ma­yan ki­şi­le­re ait il­gi­siz eş­ya­lar zapt edil­miş­tir. Bu eş­ya­lar 2004 se­ne­si­ne ka­dar sa­hip­le­ri­ne ia­de edil­me­miş­tir. Bu hak­sız uy­gu­la­ma MÜL­Kİ­YET HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AIHS 1. Ek Pro­to­kol, md 1)

    6- 12 Ka­sım 1999 ta­ri­hin­de ger­çek­leş­ti­ri­len ara­ma iş­lem­le­rin­den ba­zı­la­rı Mah­ke­me ka­ra­rı­na da­yan­ma­mak­ta­dır. Bu ara­ma­lar­da KO­NUT DO­KU­NUL­MAZ­LI­ĞI HAK­KI ih­lal edil­miş­tir. (AİHS m. 8/1)

    7- Ara­ma­lar sı­ra­sın­da Em­ni­yet güç­le­ri BAV Fah­ri Baş­ka­nı Sa­yın Ad­nan Ok­tar’ın gö­zal­tı­na alın­dı­ğı eve ga­ze­te­ci­ler­le bir­lik­te gir­miş­tir. Bu dav­ra­nış, SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ­NİN İH­LA­Lİ’dir. (AİHS m. 6/2)

    8- AİHS’ne gö­re ya­ka­la­ma, an­cak ki­şi­nin suç iş­le­di­ği­ne iliş­kin cid­di ema­re­le­rin bu­lun­ma­sı ha­lin­de müm­kün­dür. An­cak, 12 Ka­sım 1999 ta­rih­li po­lis ope­ras­yo­nu sı­ra­sın­da ara­ma ya­pı­lan ev­ler­de bu­lu­nan her­kes hiç­bir ayı­rım ya­pıl­mak­sı­zın gö­zal­tı­na alın­mış­tır. Bu du­rum Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ’nin ih­la­li­dir. (AİHS m. 5/3-c)

    9- Ope­ras­yon sı­ra­sın­da ve son­ra­sın­da ya­ka­la­nan ki­şi­le­re ya­ka­lan­ma ne­den­le­ri bil­di­ril­me­miş­tir. Bu du­rum Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ’nin ih­la­li­dir. (AİHS m. 5/2)

    10- 2004/337 Esas sa­yı­lı ana da­va­nın tüm sa­nık­la­rı 12 Ka­sım 1999 – 18 Ka­sım 1999 ta­rih­le­ri ara­sın­da gö­zal­tın­da tu­tul­muş­tur. Bu 6 gün­lük gö­zal­tı sü­re­si AİHM iç­ti­hat­la­rın­da ka­bul edi­len 4 gün­lük sı­nır sü­re­si­nin üs­tün­de­dir. Bu şe­kil­de Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ (AİHS m. 5/3) ih­lal edil­miş­tir.

    11- AİHM, ya­ka­la­nan ki­şi­le­rin 48 sa­at için­de Ha­kim kar­şı­sı­na çı­ka­rıl­ma­sı­nı ön­gör­mek­te­dir. Oy­sa­ki, da­va­nın sa­nık­la­rı 6 gün­lük sü­re­nin so­nun­da ha­kim kar­şı­sı­na çı­ka­rıl­mış­lar­dır. Bu 48 sa­at­lik sü­re­nin aşı­mı, Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın (AIHS m. 5/3) ih­la­li­ni oluş­tur­mak­ta­dır.

    12- AİHM, gö­zal­tın­da­ki ki­şi­le­rin 48 sa­at­ten da­ha uzun bir sü­re avu­kat­la­rıy­la gö­rüş­tü­rül­me­me­le­ri­ni tec­rit ola­rak isim­len­dir­mek­te ve bu­nu hem ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­la­li (AIHS m. 6/3-c) hem de Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li (AIHS m. 5/3) ola­rak ka­bul et­mek­te­dir. Da­va­nın Em­ni­yet so­ruş­tur­ma­sın­da ise gö­zal­tın­da­ki ki­şi­ler an­cak 4. (Dör­dün­cü) gün­de avu­kat­la­rıy­la gö­rüş­tü­rül­müş­ler­dir.

    13-Gö­zal­tın­da Ha­kim gü­ven­ce­si­ni dü­zen­le­yen, (o dö­nem­de­ki) 1412 sa­yı­lı CMUK’un 128. mad­de­si 2002 yı­lı­na ka­dar DGM’ler­de uy­gu­lan­ma­mak­tay­dı. Da­va­nın sa­nık­la­rı da bu gü­ven­ce­den ya­rar­la­na­ma­mış­lar­dır. Bu du­rum hem ADİL YAR­GI HAK­KI’nın (AİHS m. 6) hem de ET­Kİ­Lİ BAŞ­VU­RU HAK­KI’nın (AİHS m. 13) ih­la­li­ne se­be­bi­yet ver­miş­tir.

    14-Gö­zal­tın­da­ki ki­şi­le­rin avu­kat­la­rıy­la gö­rüş­me­le­ri es­na­sın­da yan­la­rın­da po­lis me­mur­la­rı bu­lun­muş­tur. Oy­sa­ki AİHM iç­ti­hat­la­rı­na gö­re bu gö­rüş­me­ler es­na­sın­da sa­nık­lar ile avu­kat­la­rı­nın yal­nız gö­rüş­me­le­ri ge­rek­mek­te­dir. Da­va­da bu­nun ak­si­nin uy­gu­lan­mış ol­ma­sı, ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AİHS m. 6/3-c)

    15-Ül­ke­miz­de sa­nık­la­rın ha­zır­lık ev­ra­kı­nı in­ce­le­me­le­ri­ne izin ve­ren (o dö­nem­de­ki) 1412 sa­yı­lı CMUK’un 143. mad­de­si­nin DGM’ler­de uy­gu­lan­ma­ma­sı ne­de­niy­le, da­va­nın sa­nık­la­rı­nın ve avu­kat­la­rı­nın ha­zır­lık ev­ra­kı­nı in­ce­le­me­le­ri­ne izin ve­ril­me­miş­tir. Bu du­rum, AİHM iç­ti­hat­la­rı­na gö­re, ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AİHS m. 6)

    16-Gö­zal­tı­na alı­nan ki­şi­ler gö­zal­tı aşa­ma­sın­da ba­sı­na el­le­ri ke­lep­çe­li ola­rak teş­hir edil­miş­ler­dir. Bu uy­gu­la­ma, SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ’nin ih­la­li­dir. (AHİS m. 6/2).

    17-So­ruş­tur­ma­yı ya­pan Em­ni­yet bi­ri­mi, gö­zal­tı­na alı­nan­la­rın isim­le­ri­ni ve sah­te Em­ni­yet ifa­de­le­ri­ni ya­sak ol­ma­sı­na rağ­men ba­sı­na sız­dır­mış­tır. Bu uy­gu­la­ma da SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ’nin ih­la­li­dir. (AHİS m. 6/2)

    18-AİHM, top­lu gö­zal­tı­na al­ma­lar­da sus­ma hak­kı­nı kul­la­nan hiç kim­se­nin ol­ma­ma­sı­nı, on­la­rın hiç­bi­ri­ne sus­ma hak­kı ta­nın­ma­dı­ğı­nın is­pa­tı ola­rak ka­bul et­mek­te­dir. Da­va­nın da­yan­dı­ğı po­lis ope­ras­yo­nun­da gö­zal­tı­na alı­nan yak­la­şık 100 ki­şi­nin hiç bi­rin­de “Sus­ma hak­kı­mı kul­lan­mak is­ti­yo­rum” se­çe­ne­ği işa­ret­len­me­miş­tir. Bu du­rum, da­va­nın sa­nık­la­rı­na sus­ma hak­kı­nın ta­nın­ma­dı­ğı­nı gös­ter­mek­te­dir ve sa­nık­la­rın ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­lal edil­di­ği­ni is­pat­la­mak­ta­dır. (AİHS m. 6/1)

    19-AİHM iç­ti­hat­la­rı­na gö­re gö­zal­tı sü­re­si­nin uza­tı­la­bil­me­si için sa­nık­la­rın sa­vun­ma­la­rı­nın din­le­me­si ve kim­lik tes­pi­ti ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. AİHM, gö­zal­tı sü­re­le­ri­nin ev­rak üs­tün­den uza­tıl­ma­sı­nı “ih­lal” ola­rak ka­bul et­mek­te­dir. Da­va­da gö­zal­tı sü­re­si uza­tı­mı iş­lem­le­ri ta­ma­men ev­rak üs­tün­den ya­pıl­mış­tır. DGM bu sü­re­yi uza­tır­ken hiç­bir sa­vun­ma al­ma­mış, hiç­bir sa­nı­ğı din­le­me­miş­tir. Gö­zal­tı sü­re­si uza­tım ka­ra­rı sa­de­ce po­lis fez­le­ke­sin­de­ki bil­gi­le­re da­ya­lı ola­rak ve­ril­miş­tir. Bu du­rum ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AİHS m. 6/1)

    20-İs­tan­bul Or­ga­ni­ze Suç­lar Şu­be­si’nin 1998-2002 dö­ne­mi iş­ken­ce uy­gu­la­ma­la­rıy­la ma­ruf­tur. Şu­be mü­dü­rü, mü­dür yar­dım­cı­sı ve di­ğer ba­zı gö­rev­li­ler iş­ken­ce su­çu ne­de­niy­le po­lis­lik gö­re­vin­den ih­raç edil­miş­ler­dir. Ay­rı­ca bu bi­ri­min mü­dür yar­dım­cı­sı iş­ken­ce su­çu ne­de­niy­le hü­küm giy­miş ve ce­za­sı in­faz edil­me­ye baş­lan­mış­tır. Bu bi­rim, BAV Da­va­sı’nın sa­nık­la­rı­na da sis­te­ma­tik iş­ken­ce uy­gu­la­mış­tır. Bu­nu giz­le­mek için de şu­be­ye mü­da­fi­le­rin gir­me­si­ne izin ver­me­miş­tir. Ni­te­kim AİHM, em­ni­yet ifa­de­le­ri­nin avu­kat hu­zu­run­da alın­ma­ma­sı­nı iş­ken­ce ka­nı­tı ola­rak ka­bul et­mek­te­dir. Bu ne­den­le, sağ­lık ra­por­la­rı, ta­nık an­la­tım­la­rı ve hâ­li­ha­zır­da sü­ren iş­ken­ce da­va­la­rıy­la da sa­bit ol­du­ğu üze­re, da­va­da İŞ­KEN­CE YA­SA­ĞI ih­lal edil­miş­tir. (AİHS m. 3)

    21-Da­va­nın so­ruş­tur­ma aşa­ma­sın­da, hiç­bir ger­çek­li­ği bu­lun­ma­yan (sah­te) em­ni­yet ifa­de­le­ri dü­zen­li ola­rak ba­sı­na sız­dı­rıl­mış­tır. Bu hak­sız ve hu­ku­ka ay­kı­rı uy­gu­la­ma, SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ’nin ih­la­li­dir. (AİHS m. 6/2)

    22-AİHM, ida­re­ci­le­rin, bir so­ruş­tur­ma ve­ya ko­vuş­tur­ma sı­ra­sın­da sa­nık­la­rı suç­la­yı­cı be­yan­lar­da bu­lun­ma­la­rı­nı suç­suz­luk ka­ri­ne­si­nin ih­la­li ola­rak ni­te­le­mek­te­dir. Da­va­nın Em­ni­yet so­ruş­tur­ma­sı aşa­ma­sın­da, dö­ne­min Baş­ba­ka­nı Bü­lent Ece­vit, İçiş­le­ri Ba­ka­nı Sa­det­tin Tan­tan, İs­tan­bul Em­ni­yet Mü­dü­rü Ha­san Öz­de­mir ve di­ğer ba­zı ida­re­ci­ler, da­va­nın sa­nık­la­rı hak­kın­da hak­sız suç­la­ma­lar­da bu­lun­muş­lar­dır. Hat­ta Sa­det­tin Tan­tan, sa­nık­la­rı PKK’ya ben­zet­me­ye ça­lış­mış­tır. Da­ha he­nüz sa­nık sı­fa­tı bi­le al­ma­mış ki­şi­le­re yö­ne­lik bu YAR­GI­SIZ İN­FAZ­LAR sa­nık­la­rın SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ’ni ih­lal et­miş­tir. (AİHS m. 6/2)

    23-İda­re­ci­ler ve gö­rev­li­ler, sa­nık­la­rın şe­ref, şöh­ret, ah­lak an­la­yı­şı ya­şam tar­zı ve ki­şi­lik­le­ri­ni ka­mu­oyu­na yan­lış ak­tar­mış­lar­dır. Bu su­ret­le ÖZEL YA­ŞAM HAK­KI hak­sız ola­rak ih­lal edil­miş­tir. (AİHS m. 8/1)

    24-Tu­tuk­lu sa­nık­lar 4.5 ay yar­gı­lan­ma­dan ce­za­evin­de bek­le­til­miş­ler­dir. Bu du­rum iç hu­kuk­ta CMUK m. 222 ve DGM Usul Ya­sa­sı m. 20/3’ün ih­la­li ol­du­ğu gi­bi AİHS’ne gö­re Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AİHS m. 5/3)

    25-Tu­tuk­la­ma­ya iliş­kin ka­rar­lar ye­ter­li ge­rek­çe­den mah­rum­dur. Hep ay­nı, ta­ma­men ben­zer ifa­de­ler­le, mat­bu, ka­lıp­laş­mış ifa­de­ler kul­la­nıl­mış­tır. AİHM iç­ti­hat­la­rı­na gö­re bun­lar “ge­rek­çe­siz ka­rar”dır. Ge­rek­çe­si böy­le ge­nel ve mat­bu ifa­de­ler­le ya­zıl­mış tu­tuk­la­ma ka­rar­la­rı Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AHİS m. 5/2 ve m. 3)

    26-AİHM tu­tuk­la­ma uy­gu­la­ma­sı­nı sa­de­ce 3 du­rum­da ka­bul et­mek­te­dir. Bun­la­rın hiç­bi­ri bu da­va­da mev­cut de­ğil­dir. Ge­çer­li ol­ma­yan ne­den­le­re da­ya­na­rak ya­pı­lan tu­tuk­la­ma Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AHİS m. 5/2 ve m. 3)

    27-Tu­tuk­la­ma ka­ra­rı­na kar­şı mü­da­fi­ler­ce ya­pı­lan iti­raz İs­tan­bul 6. DGM He­ye­ti ta­ra­fın­dan “in­fi­al” ge­rek­çe gös­te­ri­le­rek red­de­dil­miş­tir. AİHM’in tu­tuk­la­ma kri­ter­le­ri ara­sın­da “in­fi­al” yok­tur. AİHM “in­fi­al” ge­rek­çe­siy­le ya­pı­lan tu­tuk­la­ma­la­rı Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li ola­rak ka­bul et­mek­te­dir. (AHİS m. 5/2 ve m. 3)

    28-Tu­tuk­lu sa­nık­la­rın tu­tuk­lu­luk sü­re­si bo­yun­ca mü­da­fi­ler her ay iti­raz di­lek­çe­si ver­miş­ler­dir. Bu iti­raz di­lek­çe­le­ri­nin ta­ma­mı DGM’ce ev­rak üs­tün­den in­ce­le­ne­rek ka­ra­ra bağ­lan­mış­tır. Tu­tuk­lu­luk de­ne­ti­mi­nin ek­sik ya­pıl­dı­ğı­nı bel­ge­le­yen bu du­rum Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AHİS m. 5/2 ve m. 3)

    29-Tu­tuk­lu­luk sü­re­le­ri­nin uza­tı­mın­da, bu­na ka­rar ve­ren mah­ke­me­nin her de­fa­sın­da do­yu­ru­cu ne­den­ler öne sür­me­si ge­re­kir. Oy­sa­ki bu da­va­da tu­tuk­lu­luk uza­tı­mı son de­re­ce ge­nel ve so­yut ifa­de­ler­le ger­çek­leş­ti­ril­miş­tir. AİHM bu­nu Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li ola­rak ka­bul et­mek­te­dir. (AHİS m. 5/2 ve m. 3)

    30-BAV Fah­ri Baş­ka­nı Ad­nan Ok­tar 9 ay, Ha­lil Hil­mi Müf­tü­oğ­lu 7 ay tu­tuk­lu kal­mış­lar­dır. Bu sü­re­ler, AİHM kri­ter­le­ri­ne gö­re ma­kul sü­re­le­rin üs­tün­de­dir ve bu ne­den­le de Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li (AHİS m. 5/3) teş­kil et­mek­te­dir.

    31-Da­va­nın 7 Ni­san 2000 ta­rih­li du­ruş­ma­sın­da id­di­a ma­ka­mı­nın tüm sa­nık­la­rın tah­li­ye­le­ri­ni ta­lep et­me­si üze­ri­ne, fe­na mu­ame­le ne­ti­ce­sin­de çe­ki­len gö­rün­tü­ler ba­zı ba­sın grup­la­rı­na da­ğı­tıl­mış­tır. Bu ba­sın grup­la­rı da sa­nık­la­rın gü­ya ken­di­le­ri­ni suç­la­dık­la­rı bu düz­me­ce gö­rün­tü­le­ri “Sor­gu Gö­rün­tü­le­ri” adı al­tın­da ya­yın­la­mış­tır. Böy­le­ce sa­nık­la­rın SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ çok ağır şe­kil­de ih­lal edil­miş­tir. (AİHS m. 6)

    32-DGM Sav­cı­lı­ğı bu gö­rün­tü­le­ri ya­yın­la­yan­lar hak­kın­da suç du­yu­ru­sun­da bu­lu­nul­ma­sı­nı is­te­miş­tir. Ama İs­tan­bul 1. DGM bu hak­lı ta­le­bi red­det­miş ve mil­yon­lar­ca ki­şi­nin göz­le­ri önün­de ger­çek­le­şen bu ağır ih­la­le kar­şı ses­siz kal­mış­tır. Ya­pı­lan ya­yın­la­rın ve bu ya­yın­la­rın içe­ri­ği­nin hak­sız ve hu­ku­ka ay­kı­rı ol­du­ğu­nu bel­ge­le­me im­ka­nı­nı or­ta­dan kal­dı­ran bu du­rum sa­nık­la­rın SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ’ni bir ke­re da­ha ih­lal et­miş­tir. (AİHS m. 6)

    33- Hu­kuk sis­te­mi­miz­de sa­nık­la­rın suç­suz­luk ka­ri­ne­le­ri­ni ko­ru­ya­cak ye­ter­li ön­lem­ler yok­tur. Bu ko­nu­da cay­dı­rı­cı bir ya­sa ve yap­tı­rım da yok­tur. Po­zi­tif so­rum­lu­luk il­ke­si ge­re­ği, bu­nu en­gel­le­ye­cek ted­bir­le­rin ve yol­la­rın bu­lun­ma­sı ku­rum­la­rın gö­re­vi­dir. Bun­la­rın ol­ma­yı­şı ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­la­li ne­de­ni­dir.

    34-Sa­nık­la­rın tah­li­ye­le­ri yö­nün­de mü­ta­la­a ve­ren iki ay­rı Cum­hu­ri­yet Sav­cı­sı (Se­la­met­tin Ce­lep ve Me­te Gök­türk) hak­kın­da mes­net­siz ba­ha­ne­ler­le ida­ri so­ruş­tur­ma­lar açıl­mış ve bu so­ruş­tur­ma­la­rı mü­te­aki­ben bu sav­cı­lar gö­rev­le­rin­den alın­mış­lar­dır. Da­va­ya ba­kan yar­gı men­sup­la­rı üze­rin­de­ki bas­kı­nın ne de­re­ce şid­det­li ol­du­ğu­nu gös­te­ren bu du­rum ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AİHS m. 6)

    35-Sa­nık­lar­dan Tar­kan Ya­vaş ve Al­tuğ Ber­ker sav­cı­lık ta­ra­fın­dan ser­best bı­ra­kıl­dık­tan son­ra, bir TV prog­ra­mın­da Em­ni­yet so­ruş­tur­ma­sı­nı eleş­tir­dik­le­ri için po­lis ta­ra­fın­dan tek­rar gö­zal­tı­na alın­mış­lar­dır. Bu hak­sız gö­zal­tı ADİL YAR­GI HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AİHS m. 6)

    36-Bu so­ruş­tur­ma­yı yü­rü­ten sav­cı, bu iki ki­şi­nin sa­vun­ma­la­rı­nı al­ma­dan, hat­ta yüz­le­ri­ni bi­le gör­me­den tu­tuk­la­ma ka­ra­rı is­te­miş­tir. Bu tu­tum, Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AHİS 5/3)

    37-AİHM kri­ter­le­ri­ne gö­re bir id­di­ana­me­nin sa­nık­la­ra is­nat edi­len fii­li açık­ça gös­ter­me­si ge­re­kir. Han­gi ey­le­min kim ta­ra­fın­dan ne­re­de, ne za­man, han­gi de­lil­le­re da­ya­lı ola­rak ika edil­di­ği açık­ça yer al­ma­lı­dır. An­cak bu da­va­nın da­ya­na­ğı olan id­di­ana­me­de, hiç­bir suç tef­ri­ki ya­pıl­ma­mış­tır. Ki­min ney­le suç­lan­dı­ğı bel­li de­ğil­dir. Öy­le ki bir­çok sa­nı­ğın is­mi sa­de­ce baş­ta­ki lis­te­de yer al­mak­ta, id­di­ana­me­nin baş­ka hiç­bir ye­rin­de geç­me­mek­te­dir. AİHM böy­le bir du­ru­mu Sİ­LAH­LA­RIN EŞİT­Lİ­Ğİ İL­KE­Sİ’nin ih­la­li ola­rak ka­bul et­mek­te­dir. (AIHS 6/1 ve 3)

    38-Mah­ke­me, ki­şi­de, ta­raf­sız ol­du­ğu­na iliş­kin iz­le­nim bı­rak­ma­lı­dır. Da­va­nın sa­nık­la­rı­nın İs­tan­bul 1 no­lu DGM’de ya­pı­lan 7 Ni­san 2000 ve 2 Ha­zi­ran 2000 ta­rih­li sor­gu­la­rın­da Mah­ke­me Baş­ka­nı tüm sa­nık­la­ra “ör­gü­te üye mi­si­niz?” so­ru­su­nu sor­muş­tur. Or­ta­da bir ör­gü­tün var­lı­ğı­nı pe­şi­nen ön­yar­gı­lı bi­çim­de ka­bul eden Mah­ke­me­nin bu dav­ra­nı­şı gü­ven duy­gu­su­nu ze­de­le­miş­tir. Yi­ne ay­nı mah­ke­me­nin ha­kim­le­ri­nin du­ruş­ma­lar sı­ra­sın­da mü­da­fi­le­re hi­ta­ben sarf et­tik­le­ri “ko­nuş­maz­sa­nız ha­tı­rım ka­lır…” ve “ben si­zin mü­vek­kil­le­ri­ni­ze bun­lar ne bi­çim adam di­yor mu­yum?...” gi­bi hu­ku­ka ay­kı­rı söz­ler, bu gü­ven duy­gu­su­nu ta­ma­men yok et­miş­tir. İs­tan­bul 1. DGM He­ye­ti’nin bu tu­tu­mu sa­nık­la­rın hem SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ’ni hem de ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nı ih­lal et­miş­tir. (AİHS m. 6/2)

    39-CMUK 222, tu­tuk­lu iş­ler­de za­ru­ret ol­sa bi­le du­ruş­ma­ya 1 ay­dan faz­la ara ve­ri­le­me­ye­ce­ği­ni be­lirt­mek­te­dir. Oy­sa­ki DGM ilk ten­sip zap­tın­da 2.5 ay son­ra­sı­na du­ruş­ma ver­miş­tir. İkin­ci du­ruş­ma ise 2 ay son­ra­ya ta­lik edil­miş­tir. Sa­nık­la­rın yar­gı­lan­ma­dan ay­lar­ca ge­rek­siz ye­re tu­tuk­lu kal­ma­la­rı­na ne­den olan bu du­rum hem YA­SAL­LIK İL­KE­Sİ’nin (AİHS m. 6/1) hem de Kİ­Şİ ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ VE GÜ­VEN­Lİ­Ğİ HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AHİS m. 5/3)

    40-Da­va­nın DGM’de­ki du­ruş­ma­la­rın­da Ha­kim­le­rin mü­za­ke­re­le­ri­ne sav­cı­lar da iş­ti­rak et­miş­ler­dir. CMUK 382. (CMK 227) mad­de­nin açık ih­la­li olan bu hak­sız uy­gu­la­ma hem YA­SAL­LIK İL­KE­Sİ’nin (AİHS m. 6/1) hem de Sİ­LAH­LA­RIN EŞİT­Lİ­Ğİ İL­KE­Sİ’nin ih­la­li­ni teş­kil et­mek­te­dir. (AİHS m. 6/1)

    41-CMUK 212. mad­de sa­vun­ma­ya, ta­nık­la­rı­nı ilk du­ruş­ma­da bu­lun­dur­ma hak­kı­nı ver­mek­te­dir. An­cak İs­tan­bul 3. DGM bu mad­de­ye da­ya­na­rak ta­nık­la­rı­nı du­ruş­ma­ya da­vet et­tir­mek is­te­yen sa­vun­ma­ya bu hak­kı kul­lan­dır­ma­mış­tır. Açık bir mad­de ih­la­li olan bu du­rum AİHM Hu­ku­ku’na gö­re YA­SAL­LIK İL­KE­Sİ’nin ih­la­li­dir. (AİHS m. 6/1)

    42-Da­va­nın 11 Ocak 2000 – 12 Ey­lül 2003 ta­rih­le­ri ara­sın­da­ki bö­lü­mü İs­tan­bul DGM’nde ger­çek­leş­miş­tir. Dört se­ne­ye yak­la­şan bu sü­re zar­fın­da DGM, 61 sa­vun­ma ta­nı­ğın­dan hiç bi­ri­ni din­le­me­miş­tir. DGM, id­di­a ma­ka­mı­nın tüm ta­nık­la­rı­nı din­ler­ken sa­vun­ma­nın hiç­bir ta­nı­ğı­nı din­le­me­miş­tir. Bu du­rum ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın (AİHS 6/3-d) ve Sİ­LAH­LA­RIN EŞİT­Lİ­Ğİ İL­KE­Sİ’nin (AİHS m. 6/1) ih­la­li­ni oluş­tur­mak­ta­dır.

    43-İd­di­a Ma­ka­mı’nın ta­lep ve be­yan­la­rı biz­zat sav­cı ta­ra­fın­dan ke­li­me­si ke­li­me­si­ne du­ruş­ma zap­tı­na ge­çi­ri­lir­ken, sa­vun­ma­nın ta­lep ve be­yan­la­rı Baş­kan ta­ra­fın­dan özet­le­ne­rek zap­ta ge­çi­ril­miş­tir. Bu, Sİ­LAH­LA­RIN EŞİT­Lİ­Ğİ İL­KE­Sİ’nin (AİHS m. 6/1) ih­la­li­dir.

    44-Du­ruş­ma sa­lo­nun­da­ki otur­ma dü­ze­ni de ay­nı ih­la­li içer­mek­te­dir. Sav­cı­nın mü­da­fi­ler­den da­ha yük­sek­te ve ha­kim­ler­le ay­nı se­vi­ye­de (hat­ta ba­zen yan ya­na) otur­ma­sı Sİ­LAH­LA­RIN EŞİT­Lİ­Ğİ İL­KE­Sİ’nin (AİHS m. 6/1) ih­la­li­dir.

    45-DGM Baş­sav­cı­lı­ğı ta­ra­fın­dan ha­zır­la­nan id­di­ana­me­de is­nat edi­len ey­lem­ler­le uzak­tan ya­kın­dan il­gi­si bu­lun­ma­dı­ğı hal­de, sa­nık­la­rın di­ni ya­şam­la­rı­nı ve di­ni inanç­la­rı­nı he­def alan mes­net­siz an­la­tım­la­ra id­di­ana­me­de say­fa­lar­ca yer ve­ril­miş­tir. Bu du­num, DİN VE VİC­DAN ÖZ­GÜR­LÜ­ĞÜ’nün ih­la­li­dir. (AİHS m. 9)

    46-DGM’de­ki du­ruş­ma­lar­da ara-ka­rar­la­rın ya­zı­mı aşa­ma­sı­na ge­lin­di­ğin­de Mah­ke­me sa­lon­la­rı­nı ta­ma­men bo­şalt­tır­mış­lar­dır. Du­ruş­ma­la­rın bu bö­lüm­le­ri sa­nık­lar ve mü­da­fi­le­ri bu­lun­mak­sı­zın ger­çek­leş­ti­ril­miş­tir. Du­ruş­ma­nın bu kıs­mı­na sa­nık­la­rın ve mü­da­fi­le­rin so­kul­ma­ma­sı ALE­Nİ­YET İL­KE­Sİ’nin (AIHS m. 6/1) ve DU­RUŞ­MA­YA KA­TIL­MA HAK­KI’nın (AIHS 6/1) ih­la­li­dir.

    47-Da­va­ya ba­kan ikin­ci mah­ke­me olan İs­tan­bul 3 no­lu DGM sa­vun­ma di­lek­çe­le­ri­ni al­mak­ta son de­re­ce is­tek­siz dav­ran­mış­tır. Mah­ke­me baş­ka­nı, di­lek­çe ge­ti­ren mü­da­fi­le­re, di­lek­çe­le­ri oku­ma­dı­ğı­nı iti­raf et­miş ve di­lek­çe ge­tir­me­me­le­ri­ni söy­le­miş­tir. Bun­la­rın her bi­ri ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın çok ağır ih­lal­le­ri­dir. (AİHS m. 6)

    48-Bu mah­ke­me baş­ka­nı dos­ya­da­ki ba­zı ev­rak­lar­dan su­ret is­te­yen mü­da­fi­le­rin bu ta­lep­le­ri­ni sü­rek­li ola­rak red­det­miş­tir. Ba­ro tem­sil­ci­si­nin ra­po­ruy­la da tev­sik olan bu du­rum ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın çok ağır ih­la­li­dir. (AİHS m. 6)

    49-Sa­vun­ma hak­la­rı­nın kı­sıt­lı ol­du­ğu bir yar­gı mer­ci olan DGM’le­rin gö­rev ala­nı­nı be­lir­le­yen suç kri­ter­le­ri AİHM ta­ra­fın­dan ka­bul edil­me­mek­te­dir. DGM’nin gö­rev ala­nı­nın, hu­kuk ha­ri­cin­de­ki kri­ter­le­re gö­re be­lir­len­me­si, dev­le­tin gü­ven­li­ği­ni teh­dit et­me­si ih­ti­ma­li bu­lun­ma­yan suç­la­rın DGM kap­sa­mın­da ol­ma­sı ne­de­niy­le, AİHM, DGM’le­ri yo­ğun in­san hak­la­rı ih­la­li­nin ya­şan­dı­ğı mah­ke­me­ler ola­rak ni­te­le­mek­te­dir. Da­va­nın 3 se­ne 9 ay­lık bö­lü­mü DGM’de gö­rül­müş­tür. Bu ger­çek da­va­da sırf bu yön­den bi­le ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın (AİHS m. 6) ih­lal edil­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir. Üs­te­lik iç hu­kuk açı­sın­dan bi­le or­ta­da sa­nık­la­rın DGM’de yar­gı­lan­ma­sı­nı ge­rek­ti­re­cek bir yön bu­lun­ma­dı­ğı göz önün­de bu­lun­du­rul­du­ğun­da ise ih­la­lin bo­yut­la­rı­nın çok da­ha bü­yük ol­du­ğu or­ta­ya çık­mak­ta­dır.

    50-Da­va­nın sa­nık­la­rı­nın 4422 sa­yı­lı ya­say­la uzak­tan ya­kın­dan il­gi­le­ri bu­lun­ma­dı­ğı hal­de sırf da­va­yı DGM’de gö­re­rek, sa­nık­la­rı­nın sa­vun­ma hak­la­rı­nı ye­te­rin­ce kul­la­na­ma­ma­la­rı so­nu­cu­nu do­ğu­ra­cak şe­kil­de so­ruş­tur­ma ve ko­vuş­tur­ma 4422 sa­yı­lı ya­sa­ya da­yan­dı­rıl­mış­tır. Bu su­ret­le 4422 sa­yı­lı ya­sa­nın özel yar­gı­la­ma usul­le­ri dev­re­ye so­ku­la­rak sa­nık­la­rın sa­vun­ma hak­la­rı, özel ya­şam­la­rı, mül­ki­yet hak­la­rı, ko­nut do­ku­nul­maz­lık­la­rı hak­sız ola­rak ih­lal edil­miş­tir. Bu uy­gu­la­ma ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın (AİHS m. 6) ih­la­li­dir.

    51-İd­di­a­na­me­nin sevk mad­de­si olan 4422 sa­yı­lı ya­sa­nın su­çun ta­nı­mı­nı içe­ren 1. mad­de­si an­la­ma­yı im­kan­sız kı­la­cak de­re­ce­de ka­rı­şık­tır. 106 ke­li­me­den olu­şan tek bir cüm­le­lik bu uzun ta­nım­da tam 18 ke­re “ve­ya” ve “ve” bağ­laç­la­rı kul­la­nıl­mış­tır. Han­gi bağ­la­cın han­gi ke­li­me gu­rup­la­rı­nı bağ­la­dı­ğı­nı an­la­mak im­kan­sız­dır ve bir va­tan­da­şın bu ya­sa­da ne­yin ya­sak­lan­dı­ğı­nı, ne­yin ya­sak­lan­ma­dı­ğı­nı an­la­ma­sı müm­kün de­ğil­dir. Bu be­lir­siz­lik, ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın (AİHS m. 6) ih­la­li­dir.

    52-İd­di­a­na­me­nin sevk mad­de­si olan 4422 sa­yı­lı ya­sa­da­ki kav­ram­lar, (4723 sa­yı­lı ya­sa­nın ge­rek­çe­sin­de de açık­ça ifa­de edil­di­ği üze­re) ola­ğa­nüs­tü muğ­lak­tır. Bir da­va­da sa­nık­la­rın yar­gı­lan­dık­la­rı ce­za mad­de­si­nin kav­ram­la­rı­nın muğ­lak ol­ma­sı AİHM iç­ti­hat­la­rı­na gö­re ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nı ih­lal eden bir du­rum­dur. (AİHS m. 6)

    53-4616 sa­yı­lı ya­sa­nın uy­gu­lan­ma­ma­sı, mah­ke­me­le­rin, hak­kın­da mah­ku­mi­yet ya da be­ra­at ka­ra­rı ve­re­me­ye­cek­le­ri ge­rek­siz id­di­alar­la (Eb­ru Şim­şek ve Fa­tih Al­tay­lı’nın id­di­ala­rı gi­bi) se­ne­ler­ce za­man kay­bet­me­si­ne ne­den ol­muş­tur. Bu da MA­KUL SÜ­RE­DE YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nı ih­lal et­miş­tir. (AİHS m. 6)

    54-AİHM iç­ti­hat­la­rı­na gö­re red­di ha­kim ta­le­bi ta­li bir ce­za da­va­sı­dır. Bir ha­kim, bir da­va­nın hem ob­je­si hem de su­je­si ola­ma­ya­ca­ğı için red­di ha­kim ta­lep­le­ri­ni baş­ka ha­kim­le­rin ka­ra­ra bağ­la­ma­sı ge­re­kir. Red­di ha­kim ta­le­bi­ni biz­zat red­de­di­len ha­ki­min ken­di­si­nin ka­ra­ra bağ­la­ma­sı cid­di bir AİHS ih­la­li­dir. Oy­sa­ki da­va­nın 07 Ha­zi­ran 2002 ta­rih­li cel­se­sin­de da­va­ya ba­kan DGM ha­kim­le­ri aley­hi­ne va­ki olan red­di ha­kim ta­lep­le­ri­ni 21 Ha­zi­ran 2002 ta­rih­li cel­se­de yi­ne ay­nı ha­kim­ler ka­ra­ra bağ­la­mış­tır (red ta­le­bi­ni red­det­miş­ler­dir). Bu du­rum, ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AİHS m. 6)

    55-Ope­ras­yon sı­ra­sın­da (da­va dı­şı, 3.ki­şi) Fat­ma Cey­da Er­tü­zün’e ait ev­de ara­ma ka­ra­rı ol­mak­sı­zın ara­ma ya­pıl­mış ve ha­kim ka­ra­rı ol­mak­sı­zın zap­tet­me iş­le­mi ya­pıl­mış­tır. Üs­te­lik bu iş­lem hiç­bir ha­ki­me de tas­dik et­ti­ril­me­miş­tir. Bu du­rum MÜL­Kİ­YET HAK­KI’nın ih­la­li­dir. (AIHS 1. Ek Pro­to­kol, md 1)

    56-Cey­da Er­tü­zün hak­kın­da ta­kip­siz­lik ka­ra­rı ve­ril­di­ği hal­de ona ve ai­le­si­ne ait ziy­net eş­ya­la­rı ken­di­le­ri­ne ia­de edil­me­miş­tir. Üs­te­lik eş­ya­la­rı zap­te­di­len bu ki­şi­le­rin da­va­ya mü­da­ha­le hak­la­rı da 28 Mart 2003 ta­ri­hi­ne ka­dar en­gel­len­miş­tir. Cey­da Er­tü­zün, sa­nı­ğı ol­ma­dı­ğı bir da­va­da el ko­nan eş­ya­la­rı­nı an­cak 2004 yı­lın­da ge­ri ala­bil­miş­tir. Dört yıl sü­ren bu hak­sız mağ­du­ri­yet hem MÜL­Kİ­YET HAK­KI’nın (AIHS 1. Ek Pro­to­kol, md 1) hem de ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ağır ih­la­li­dir. (AİHS m. 6/1)

    57-Da­va­nın baş­la­dı­ğı İs­tan­bul 1. DGM he­ye­ti da­va de­vam eder­ken de­ğiş­miş­tir. Da­va­nın son ola­rak gö­rül­dü­ğü İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si he­ye­ti de iki du­ruş­ma (24 Ey­lül 2004 ve 9 Ara­lık 2004) yap­tık­tan son­ra de­ğiş­miş ve son­da­ki 3 du­ruş­ma­nın (17 Mart 2005, 23 Mart 2005, 13 Ekim 2005) her bi­ri­ne baş­ka he­yet­ler çık­mış­tır. Ni­ha­i ka­ra­ra im­za ata­cak olan ha­kim­le­rin hiç bi­ri da­va­nın ne ba­şın­da ne or­ta­sın­da hat­ta ne de so­nun­da bu­lun­ma­mış ola­cak­lar­dır. Da­va­nın sa­fa­ha­tın­da de­lil­ler­le doğ­ru­dan te­mas et­me­miş olan yar­gıç­la­rın ka­rar ve­re­cek ol­ma­la­rı açık bir ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI ih­la­li­dir. (AİHS m. 6)

    58-İs­tan­bul 7. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si, du­ruş­ma sa­lo­nu­nun kü­çük ol­ma­sı­nı ge­rek­çe gös­te­re­rek, sa­lo­na ta­raf­lar dı­şın­da hiç kim­se­yi al­ma­mış­tır. Bu uy­gu­la­ma DU­RUŞ­MA­NIN ALE­Nİ­YE­Tİ İL­KE­Sİ’ni (AİHS m. 6/1) ih­lal et­miş­tir.

    59-Ana­ya­sa­mı­zın 144. mad­de­si, ha­kim­le­ri de­net­le­me yet­ki­si­ni Ada­let Ba­kan­lı­ğı’na ver­mek­te­dir. Ada­let Ba­kan­lı­ğı’nın doğ­ru­dan em­riy­le ha­kim­ler hak­kın­da so­ruş­tur­ma baş­la­tı­la­bil­di­ği he­pi­mi­zin ma­lu­mu­dur. Ha­kim­le­rin, yü­rüt­me or­ga­nı­nın so­ruş­tur­ma bas­kı­sı al­tın­da kal­ma­sı ma­na­sı­na ge­len bu du­rum ha­kim ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ih­lal et­mek­te­dir. Sa­nık­la­rın, ha­kim­le­re kar­şı gü­ven­le­ri­ni ze­de­le­yen bu kuş­ku ne­de­niy­le da­va­da­ki sa­nık­la­rın da ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­lal edil­di­ği tar­tış­ma­sız­dır. (AİHS m. 6)

    60-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si 9 Ma­yıs 2008’de ver­di­ği ka­rar­da mü­da­fi­siz alı­nan ve da­ha son­ra Sav­cı­lık ve Mah­ke­me hu­zu­run­da ka­bul edi­le­me­yen Em­ni­yet ifa­de­le­ri­ni ge­çer­li sa­yıl­mış ve ka­rar ge­çer­li ol­ma­yan Em­ni­yet ifa­de­le­ri­ne gö­re ve­ril­miş­tir. Ay­nı mah­ke­me 6 sa­nık­lı olan pa­ra­lel da­va­da bu ifa­de­le­ri ge­çer­siz say­mış ve be­ra­at ver­miş­tir. Bu du­rum­da ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­lal edil­di­ği tar­tış­ma­sız­dır. (AİHS mad­de 6)

    61- Dos­ya­da ge­çer­siz Em­ni­yet ifa­de­le­ri dı­şın­da baş­ka hiç­bir de­lil yok­ken 2 yıl olan ce­za mik­ta­rı ge­rek­çe­siz şe­kil­de 1 yıl art­tı­rıl­mış ve 3 yıl ce­za ve­ril­miş­tir. Bu du­rum ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nı ih­lal et­miş­tir. (AİHS mad­de 6)

    62-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si’nin da­va dos­ya­sı ile il­gi­li ver­di­ği ka­ra­rı Yar­gı­tay 8. Ce­za Da­ire­si ge­çer­siz Em­ni­yet ifa­de­le­ri­ne da­ya­na­rak bo­zup ge­ri gön­der­dik­ten son­ra sa­nık­la­rın 4 ta­ne­sin­den boz­ma­ya kar­şı hiç­bir be­yan­la­rı alın­ma­mış, ay­rı­ca sa­nık­la­rın hiç­bi­rin­den sa­vun­ma­la­rı da alın­ma­mış­tır. Bu du­rum SA­VUN­MA HAK­KI­NIN ta­ma­men ip­tal edil­me­si­dir. (AİHS mad­de 6)

    63- Da­va­nın Yar­gı­tay 8. Ce­za Da­ire­si’nde­ki aşa­ma­sın­da gö­rev alan ha­kim­ler hak­kın­da ya­pı­lan red is­tem­le­ri yi­ne ay­nı ha­kim­ler­ce red­de­dil­miş­tir. Bu ka­ra­ra iti­raz yo­lu da ka­pa­lı­dır. Bu du­rum ET­Kİ­Lİ BAŞ­VU­RU HAK­KI’nın bir ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 13)

    64-Sa­nık­lar ta­ra­fın­dan Yar­gı­tay 8. Ce­za Da­ire­si ha­kim­le­ri­ne kar­şı açı­lan taz­mi­nat da­va­la­rı “Yar­gı­tay ha­kim­le­ri­ne da­va açı­la­maz” ge­rek­çe­siy­le red­de­dil­miş­tir. Bu uy­gu­la­ma ET­Kİ­Lİ BAŞ­VU­RU HAK­KI’nın bir ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 13)

    65-Yar­gı­tay 8. Ce­za Da­ire­si, da­va hak­kın­da­ki ila­nı­nı im­za­la­ma­dan 4 gün ön­ce ba­sı­na sız­dır­mış, bu şe­kil­de sa­nık­lar aley­hin­de suç­la­yı­cı ya­yın­lar ya­pıl­ma­sı­na yol aç­mış­lar­dır. Bu uy­gu­la­ma SUÇ­SUZ­LUK KA­Rİ­NE­Sİ’nin ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 6)

    66-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si Yar­gı­tay 8. Ce­za Da­ire­si’nin boz­ma ila­mı­nı ta­li­mat gi­bi al­mış ve sa­nık­la­ra hiç­bir sa­vun­ma hak­kı ver­me­den di­rek hak­la­rın­da ka­rar al­mış­tır. Bu olay­da da ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI’nın ih­lal edil­di­ği tar­tış­ma­sız­dır. (AİHS mad­de 6)

    67-Yar­gı­la­nan­lar ta­ra­fın­dan Ada­let Ba­kan­lı­ğı vb. ma­kam­la­ra di­lek­çe­ler su­nul­ma­sı ve dos­ya­da­ki (Sav­cı­lık mü­ta­laa­sı gi­bi) ba­zı ale­ni bel­ge­le­rin ya­yın­lan­ma­sı mah­ke­me ta­ra­fın­dan yar­gı­ya bas­kı ola­rak yo­rum­lan­mış ve bu ge­rek­çe ile ve­ri­len ce­za­da in­di­rim ya­pıl­ma­mış­tır. Bu uy­gu­la­ma ADİL YAR­GI­LA­MA HAK­KI­NIN ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 6)

    68-Bir kı­sım sa­nık­lar ile İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si he­yet baş­ka­nı ve he­yet üye­si ara­sın­da taz­mi­nat da­va­la­rı açıl­mış olup kar­şı­lık­lı hu­su­met oluş­muş­tur. Bu hu­su­met se­be­bi ile sa­nık­lar il­gi­li ka­nu­nun ken­di­le­ri­ne ta­nı­dı­ğı red­di ha­kim ta­lep­le­rin­de bu­lun­muş­lar, yi­ne bu ta­lep he­yet ta­ra­fın­dan red edil­miş­tir. Bu olay ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 6)

    69-Bir ta­kım sa­nık­la­rın ye­ni ta­yin et­tik­le­ri ve da­ha ve­ka­let­na­me­le­ri­ni ka­rar cel­se­sin­de sun­muş avu­kat­la­rı var­dır. Bu avu­kat­lar İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si’nde­ki bu da­va­ya ye­ni da­hil ol­duk­la­rın­dan ba­his­le sa­vun­ma yap­mak için sü­re is­te­miş­ler ve en do­ğal hak­la­rı olan bu sü­re ken­di­le­ri­ne ve­ril­me­miş­tir. Bu olay SA­VUN­MA HAK­KI VE ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 6)

    70-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si sa­nık­la­rın sa­vun­ma yap­ma­la­rı­na izin ver­me­miş­tir. Sa­vun­ma ha­zır­la­mak için is­te­dik­le­ri sü­re­yi red­det­miş­tir. Bu da SA­VUN­MA HAK­KI VE ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 6)

    71-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si sa­vun­ma de­lil­le­ri­nin ve sa­vun­ma ta­nık­la­rı­nın ta­ma­mı­nı red­det­miş­tir. Bu du­rum SA­VUN­MA HAK­KI VE ADİL YAR­GI­LAN­MA HAK­KI ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 6)

    72-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si sa­nık­la­rı id­di­ana­me­de “Suç Ta­ri­hi” ola­rak gös­te­ri­len za­man­da yü­rür­lük­te bu­lun­ma­yan bir ya­sa­ya gö­re (5237 Sa­yı­lı TCK’nın 220. Mad­de­si) ce­za­lan­dır­mış­tır. Bu uy­gu­la­ma CE­ZA­LA­RIN YA­SAL­LI­ĞI İL­KE­Sİ (LE­GACY PRIN­CIP­LE)’NE ay­kı­rı­dır. (AİHS Mad­de 7)

    73-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si sa­nık­la­rı id­di­ana­me­de gös­te­ri­len mad­de­den ay­rı bir ka­nun mad­de­si­ne gö­re ce­za­lan­dır­mış, üs­te­lik bu­nu ya­par­ken iç hu­ku­kun ek sa­vun­ma hak­kı ta­nın­ma­sı­nı em­re­den CMK 226. Mad­de­si­ne ay­kı­rı şe­kil­de ek sa­vun­ma hak­kı ver­me­miş­tir. Bu uy­gu­la­ma HU­KU­Kİ­LİK İL­KE­Sİ’NE ay­kı­rı­dır. (AİHS mad­de 6)

    74-Ya­pı­lan hu­ku­ka ay­kı­rı­lık­lar se­be­bi ile bir kı­sım sa­nık­lar ve­kil­le­ri is­ti­fa et­miş­ler­dir. Fa­kat İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si sa­nık­la­ra mü­da­fi ata­mak için sü­re ver­me­miş ve ba­ro­dan ye­ni avu­kat ta­yin et­me­miş ve mü­da­fi­siz ka­lan sa­nık­lar hak­kın­da ay­nı cel­se­de he­men ka­rar ver­miş­tir. Bu ey­lem sa­nık­la­rın SA­VUN­MA HAK­LA­RI­NIN ve ADİL YAR­GI HAK­LA­RI­NIN ih­la­li­dir. (AİHS mad­de 6)

    75-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si, yar­gıç­lar hak­kın­da ve­ri­len red­di ha­kim ta­lep­le­ri hak­kın­da ka­rar ver­me­miş­tir. Bu uy­gu­la­ma hem iç hu­kuk ku­ral­la­rı­nın ih­la­li ne­de­niy­le HU­KU­Kİ­LİK İL­KE­Sİ­NE, hem de sa­vun­ma hak­kı­nı kı­sıt­la­dı­ğı için ADİL YAR­GI İL­KE­Sİ’ne ay­kı­rı­dır. (AİHS mad­de 6)

    76-İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si BAV Fah­ri Baş­ka­nı Sa­yın Ad­nan Ok­tar için sü­re­siz ola­rak YURT­DI­ŞI­NA ÇI­KIŞ YA­SA­ĞI ka­ra­rı al­mış­tır. Bu du­rum ÖZ­GÜR­LÜK VE GÜ­VEN­LİK HAK­LA­RI­NA ay­kı­rı­dır. (AİHS Mad­de 5)

    77-BAV Da­va­sı­na ek ola­rak 1987 yı­lın­da Sa­yın Ad­nan Ok­tar’ın akıl has­ta­ne­si­ne ka­pa­tıl­ma­sı­nı ve 1990 yı­lın­da Sa­yın Ad­nan Ok­tar’a ya­pı­lan ko­ka­in komp­lo­su­nun da Av­ru­pa İn­san Hak­la­rı Mah­ke­me­si ta­ra­fın­dan araş­tı­rıl­ma­sı ge­rek­mek­te­dir. Her iki olay da açık ola­rak ADİL YAR­GI HAK­KI ih­la­li­dir.

    Yukarıda sayılan ve dava dosyasının ayrıntılı bir incelemesiyle hemen ortaya çıkacak diğer insan hakkı ihlalleri, Bilim Araştırma Vakfı Davası’nda Anayasamız’ın 90. maddesi gereği iç hukukun bir parçası olan AİHS’nin birçok defa ve çok ağır şekilde ihlal edildiğini göstermektedir. Ülkemizdeki yargılamalarda meydana gelen AİHS ihlallerinin AİHM’e önüne götürülmesi, devletimizin tüm vatandaşlarımıza tanıdığı ve kullanımını önerdiği bir hak olmakla birlikte, hukuki ihlallerle dolu bir dava dosyasının uluslararası yargı makamları önüne gitmesinin ülkemiz açısından pek çok yönden mahsurlu olacağı da aşikârdır. Haksız yere hapis yatanların daha sonra ülkemiz aleyhine AİHM’de açtıkları davalar sebebi ile ülkemiz pek çok defa yüklü tazminatlar ödemeye mahkûm edilmiştir. Yargılamayı adil ve insan haklarına uygun yapmak yargıçların görevi olduğundan bu gibi durumlarda hâkimlerimizin verecekleri kararların mutlaka AİHS’yi ihlal etmeyecek kararlar olması gerekmektedir.Kamuoyuna saygı ile duyururuz.


    (Sedat Altan -Bilim Araştırma Vakfı Başkanı)



    mesajkutusu.blogspot.com

    Sitemiz kez ziyaret edilmiştir