▀ Evrim teorisini ayakta tutmak için yalan üstüne yalan uyduran, sürekli sahte deliller gündeme getiren evrimciler sürekli olarak kamuoyu önünde rezil olmaktadırlar. Evrimcilerin son sahte delili “kuşların atası” olarak tanıtılan Tyrannosaurus isimli bir dinozor fosilidir. 2003’te ABD’nin Montana eyaletinde bulunan bu fosilden elde edilen proteinler üzerinde yapılan bir çalışmanın sonuçları kamuoyuna yine sansasyonel şekilde duyurulmuştur. Evrimciler, bu fosilden aldıkları proteinleri 21 modern kuş türününkilerle kıyaslamışlar ve bu canlının, tavuk ve devekuşu ile doğrudan akrabalığı olduğu sonucuna vardıkları yalanını ortaya atmışlardır.
▀ Bilinen en eski kuş fosili, 150 milyon yıl yaşındaki Archaeopteryx'tir. Bu canlı, kusursuz uçuş kasları ve uçuşa uygun tüyleriyle, uçucu bir kuştur. Son çalışmada kuşlarla ilişkilendirilmeye çalışılan dinozor fosili sadece 68 milyon yıllıktır. Anlaşılacağı gibi, bu dinozordan yaklaşık 80 milyon yıl önce bile kuşlar yeryüzünde yaşamakta idiler. Dolayısıyla bu dinozorla bir soy bağlarının olduğu, “dinozordan evrimleştikleri” hikayesinin uydurmadan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
Proteinler hem canlı hücrelerinin yapıtaşlarını oluşturan hem de hücre içinde çok çeşitli görevler üstlenen kompleks moleküllerdir. Ortalama bir protein molekülünün tesadüflerle ortaya çıkma ihtimali hesaplandığında “10 üzeri 950’de 1” gibi insanın hayal gücünün ötesinde bir rakam çıkmaktadır. Bu sayı matematiksel olarak pratikte “0 ihtimal” anlamına gelir.
İndirgenemez komplekslik, evrim teorisinin temelindeki kademeli gelişim iddiasını geçersiz kılan bir özelliktir. Örneğin göz ve kanatlarda indirgenemez komplekslik özelliği mevcuttur. Biraraya gelerek gözü oluşturan gözyaşı bezi, retina, iris gibi organellerin aşamalarla teker teker oluşmaları mümkün değildir. Çünkü gözü oluşturan tüm parçalar ancak eksiksiz olduğunda görme gerçekleşecektir. Aynı şey kanatlar için de geçerlidir.
Bir insanın dış görünümünden iç organlarının yapılarına kadar bütün özelliklerinin bilgisi DNA'nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. Eğer DNA'daki bu genetik bilgiyi kağıda dökmeye kalksak, yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekir. Ama bu akılalmaz hacimdeki bilgi, DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında şifrelenmiştir. DNA’nın tesadüflerle ortaya çıkamayacağı kesin bir gerçektir.
Bugüne kadar 250 bin ayrı türe ait yaklaşık 100 milyon fosil çıkarılmasına rağmen bunlardan biri bile Darwinizm’i desteklememektedir. Bulunan fosillerin her biri tam ve eksiksiz canlılara aittir. Oysa evrimcilerin iddiaları gerçek olsaydı bu denli fazla fosilin çok büyük bir bölümü “ara canlılara” ait olmalıydı, oysa bir tane bile yoktur.
Canlılardaki ana beden yapılarının (yumuşakçalar, kordalılar vb. kategoriler) neredeyse tamamı, günümüzden yaklaşık 530 milyon yıl önce Kambriyen Dönemi’nde ortaya çıkmıştır. Kambriyen öncesinde sadece bir-iki ana kategori varken, Kambriyen’de 50’den fazla ana kategori, dünyanın çeşitli bölgelerinde aniden ortaya çıkmıştır. Kambriyen öncesi canlılar sade bir beden yapısındayken, Kambriyen’dekiler bunlarla kıyas edilemeyecek derecede komplekstir. Örneğin bu devirde ortaya çıkmış olan trilobitlerin sahip oldukları gözler ile bugünkü canlıların göz yapıları arasında hiçbir fark yoktur.
Yaşayan fosiller, evrim teorisinin 'kademeli gelişim iddiası'nı son derece çarpıcı şekilde yalanlayan kanıtlardır. Bu fosillere “yaşayan fosil” ismi verilmesinin sebebi, yüz milyonlarca yıllık yaşlarına karşın, günümüzde yaşayan örnekleriyle tamamen aynı olmalarıdır. Karıncalardan ağaçlara, yarasalardan köpek balıklarına kadar çok çeşitli türlere ait yaşayan fosiller mevcuttur. Bu durum, doğa tarihi boyunca hiçbir evrimleşme yaşanmadığının kesin bir belgesidir.
Evrimciler artık Archaeopteryx’i sürüngenlerle kuşlar arasında ara form olarak gösterememektedirler. Bu fosil üzerinde yapılan incelemeler, bu canlının bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu göstermektedir. Güçlü uçuş kaslarının olduğunu kanıtlayan göğüs kemiğinin varlığı ve günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, bu canlının mükemmel olarak uçabildiğini göstermektedir.
Evrimciler bir zamanlar sudan karaya geçiş hikayesine delil olarak Cœlecanth isimli balığın fosillerini delil gösterirlerdi. Coelecanth o dönemde balıklar ve amfibiyenler arasında yaşamış bir ara canlı zannedildi. Ancak 1938’de Hint Okyanusu’nda Coelecanth'ın "canlı" bir örneği bulundu. Ardından günümüze kadar 200’den fazla örneği yakalandı. Canlı Coelecanth’lar üzerindeki incelemeler, bunun kusursuz yapıda bir balık olduğunu, daha önce fosilleri üzerinde yapılan yorumların tamamen hatalı olduğunu ortaya koydu.
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Dolayısıyla bu molekül üzerinde oluşan herhangi rastgele bir etki ona ancak zarar verir. Mutasyonlar çoğu zaman hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasarlara, sakatlıklara ve hatta ölümlere sebep olurlar. Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil facialarına maruz kalmış insanlar bunun canlı göstergeleridir. Mutasyonların evrimsel bir mekanizma olduğunun iddia edilmesi evrim teorisinin içinde bulunduğu çıkmazın bir kanıtıdır.
Doğal seleksiyon, güçlü ve çevre şartlarına uygun yapıdaki canlıların hayatta kalışını ifade eder. Ancak bu durum yeni türler ortaya çıkarmaz. Örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında olan bir zebra sürüsü içinde, hızlı kaçabilen zebralar hayatta kalacak, zebra sürüsü zamanla daha hızlı koşabilen zebralardan meydana gelecektir. Ancak bu süreç sınırlıdır ve zebraları bir başka canlı türüne dönüştürmeyecektir. Çünkü zebraların iskelet kas yapısı ve fizyolojisi DNA’larında kayıtlıdır ve yırtıcılarla olan mücadele bu bilgiyi değiştiremez, zebraya yeni genetik bilgi kazandıramaz.
İnsanın soy ağacının sadece evrimcilerin hayalgücü doğrultusunda kurgulanan bir şema olduğu ortaya çıkmıştır. Evrimciler insanın, sırasıyla "Australopithecines > Homo habilis > Homo erectus> Homo sapiens" canlılarından kademeli olarak türediğini öne sürmüşlerdir. Bu sıralamadaki canlıların her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini vermişlerdir. Oysa evrimcilerin birbirlerinin atası olarak gösterdikleri bu canlılar gerçekte yanyana bulunmakta, bu da insanın hayali soyağacını yıkmaktadır. Paleoantropologların son bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve Homo Erectus'un dünyanın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.
(12) Evrimci sahtekarlıkları….
Evrimciler teorilerini ispat etmek için sahtekarlıklara da başvurmaktadırlar. Bugüne kadar, embriyo çizimlerindeki sahtekarlıklar, imha edilen veya saklanan fosiller ve bunlar gibi pek çok evrimci sahtekarlığı yapılmıştır. Bunlardan en çarpıcı olan ise Piltown Adamı sahtekarlığıdır.
1912 yılında İngiltere’deki Piltdown yakınlarında ele geçirilen bir kafatasının bir maymun adama ait olduğunu öne sürülmüştür. Kafatasında insan, çenesinde organgutan özellikleri gösteren bu fosil ünlü British Museum’da 40 yıl boyunca evrim kanıtı olarak sergilenmiştir. Ancak bu fosilin sahte olduğu 1953 yılında ortaya çıkmıştır. Fosil evrimciler tarafından insan kafatası ve orangutan çenesinin birbirine tutturulması ve kimyasal maddelerle eskitilmesi suretiyle suni olarak oluşturulmuştu.
Yazarın kitaplarının 9.000 sayfa ve 10.000 resimlik bölümü
Evrim Teorisinin çöküşünü konu almaktadır.
mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir