EVRİMCİLERİN SAHTE DELİLLERİNE ARTIK KİMSE İTİBAR ETMEZ!


Dar­wi­nizm ar­tık tü­ken­miş­tir. Dar­wi­nist­ler ve ma­ter­ya­list­ler, ka­mu­oyu önün­de kü­çük düşmüş­ler­dir. Ar­tık an­lam­sız gu­rur ve inat­tan vaz­geç­me­li, 150 yıl­lık bü­yü­nün et­ki­sin­de kur­tul­ma­lı­dır­lar. Canlılık tesadüfen var olmamış, canlılar birbirlerinden türememişlerdir. Evreni ve içindeki canlı cansız her varlığı Yüce Allah yaratmıştır.

Ev­rim te­ori­si­ni ayak­ta tut­mak için ya­lan üs­tü­ne ya­lan uy­du­ran, sü­rek­li sah­te de­lil­ler gün­de­me ge­ti­ren ev­rim­ci­ler sü­rek­li ola­rak ka­muo­yu önün­de re­zil ol­mak­ta­dır­lar. Ev­rim­ci­le­rin son sah­te de­li­li “kuş­la­rın ata­sı” ola­rak ta­nı­tı­lan Tyran­no­sau­rus isim­li bir di­no­zor fo­si­li­dir. 2003’te ABD’nin Mon­ta­na eya­le­tin­de bu­lu­nan bu fo­sil­den el­de edi­len pro­te­in­ler üze­rin­de ya­pı­lan bir ça­lış­ma­nın so­nuç­la­rı ka­mu­oyu­na yi­ne san­sas­yo­nel şe­kil­de du­yu­rul­muş­tur. Ev­rim­ci­ler, bu fo­sil­den al­dık­la­rı pro­te­in­le­ri 21 mo­dern kuş tü­rü­nün­ki­ler­le kı­yas­la­mış­lar ve bu canlının, ta­vuk ve de­ve­ku­şu ile doğ­ru­dan ak­ra­ba­lı­ğı ol­du­ğu so­nu­cu­na var­dık­la­rı ya­la­nı­nı or­ta­ya at­mış­lar­dır.

Oysa kuş­la­rın di­no­zor­lar­dan ev­rim­leş­ti­ği id­dia­sı ön­de ge­len kuş­bi­lim­clerin (or­ni­to­log) net ka­nıt­lar or­ta­ya ko­ya­rak cep­he al­dık­la­rı bir uydurmadan iba­ret­tir. Kaldı ki canlılar arasındaki benzerlikler evrim teorisinin ispatı yolunda hiçbir anlam ifade etmemektedir. Can­lı­lar ara­sın­da mo­le­kü­ler ben­zer­lik­le­rin ol­ma­sı el­bet­te son de­re­ce do­ğal­dır; çün­kü ay­nı mo­le­kül­ler­den oluş­mak­ta, ay­nı su­yu ve at­mos­fe­ri kul­lan­mak­ta, ay­nı mo­le­kül­ler­den olu­şan be­sin­le­ri tü­ket­mek­te­dir­ler. Me­ta­bo­liz­ma­la­rı ve do­la­yı­sıy­la ge­ne­tik ya­pı­la­rı­nın bir­bi­ri­ne ben­ze­me­si de çok nor­mal­dir.

Eğer moleküler karşılaştırmalardan yola çıkılarak evrim ispatlanmaya kalkışılırsa ortaya çıkan tablo evrimi büsbütün çaresiz bırakmaktadır. Evrimcilerin hayali soyağaçları moleküler karşılaştırmalara göre yapılmaya kalkıldığında bugüne kadar yapılmış bütün soyağaçlarını çöpe atmak ve insanla patates arasında bile evrimsel bağ olduğunu iddia etmek gerekmektedir.

Ün­lü bi­yo­kim­ya­cı Prof. Mic­ha­el Den­ton da mo­le­kü­ler bi­yo­lo­ji ala­nın­da el­de edi­len bul­gu­la­ra da­ya­na­rak şu yo­ru­mu ya­par: "Mo­le­kü­ler dü­zey­de, her can­lı sı­nı­fı, öz­gün, fark­lı ve di­ğer­le­riy­le bağ­lan­tı­sız­dır. Do­la­yı­sıy­la mo­le­kül­ler, ay­nı fo­sil­ler gi­bi, ev­rim­ci bi­yo­lo­ji ta­ra­fın­dan uzun za­man­dır ara­nan teo­rik ara ge­çiş­le­rin ol­ma­dı­ğı­nı gös­ter­miş­tir... Mo­le­kü­ler dü­zey­de hiç­bir or­ga­niz­ma bir di­ğe­ri­nin "ata­sı" de­ğil­dir, di­ğe­rin­den da­ha "il­kel" ya da "ge­liş­miş" de de­ğil­dir..." (Evo­lu­ti­on: A The­ory in Cri­sis, Lon­don: Bur­nett Bo­oks, ss. 290-91)

Bi­li­nen en es­ki kuş fo­si­li, 150 mil­yon yıl ya­şın­da­ki Arc­ha­eop­teryx'tir. Bu can­lı, ku­sur­suz uçuş kas­la­rı ve uçu­şa uy­gun tüy­le­riy­le, uçu­cu bir kuş­tur. Son ça­lış­ma­da kuş­lar­la iliş­ki­len­di­ril­me­ye ça­lı­şı­lan di­no­zor fo­si­li sa­de­ce 68 mil­yon yıl­lık­tır. An­la­şı­la­ca­ğı gi­bi, bu di­no­zor­dan yak­la­şık 80 mil­yon yıl ön­ce bi­le kuş­lar yer­yü­zün­de ya­şa­mak­ta idi­ler. Do­la­yı­sıy­la bu di­no­zor­la bir soy bağ­la­rı­nın ol­du­ğu, “di­no­zor­dan ev­rim­leş­tik­le­ri” hi­ka­ye­si­nin uy­dur­ma­dan iba­ret ol­du­ğu an­la­şıl­mak­ta­dır.

Bu ça­ba­lar bo­şu­na­dır. Mo­dern bi­lim, ya­şa­mın kö­ke­nin­de ola­ğa­nüs­tü bir komp­leks­li­ğin ya­nı­sı­ra mad­de­ci bir ba­kış açı­sıyla açık­lan­ma­sı müm­kün ol­ma­yan, yük­lü mik­tar­da ge­ne­tik bil­gi­nin yat­tı­ğı­nı or­ta­ya koy­mu­ştur. Basına yansıyan bu tip ha­berler, ma­ter­ya­list dün­ya gö­rü­şü­ne bağ­lı çev­re­le­rin göz­bo­ya­yı­cı tak­tik­ler­le sür­dür­dük­le­ri aciz ça­ba­lar­dan iba­ret­tir. Can­lı­lar te­sa­dü­fi bir sü­reç­te ev­rim­leş­me­miş, Yü­ce Allah’ın “OL” em­riy­le yok­tan ya­ra­tıl­mış­lar­dır.

Yeni açıklanan ve kuşlarla soy bağı olduğu iddia edilen Tyran­no­sau­rus isimli dinozor fosili 68 milyon yıllıktır. Oysa yukarıda fosili görülen ve nesli tükenmiş bir kuşa ait olan Conficusiornis isimli fosil 120 milyon yıllıktır.

(1) Tek bir protein bile te­sa­dü­fen mey­da­na ge­l­mez...

Pro­te­in­ler hem can­lı hüc­re­le­ri­nin ya­pı­taş­la­rı­nı oluş­tu­ran hem de hüc­re için­de çok çe­şit­li gö­rev­ler üst­le­nen komp­leks mo­le­kül­ler­dir. Or­ta­la­ma bir pro­te­in mo­le­kü­lü­nün te­sa­düf­ler­le or­ta­ya çık­ma ih­ti­ma­li he­sap­lan­dı­ğın­da “10 üze­ri 950’de 1” gi­bi in­sa­nın ha­yal gü­cü­nün öte­sin­de bir ra­kam çık­mak­ta­dır. Bu sa­yı ma­te­ma­tik­sel ola­rak pra­tik­te “0 ih­ti­mal” an­la­mı­na ge­lir.

(2) İn­dir­ge­ne­mez komp­leks­li­ğe sa­hip or­gan­lar evrimi yalanlar

İn­dir­ge­ne­mez komp­leks­lik, ev­rim te­ori­si­nin te­me­lin­de­ki ka­de­me­li ge­li­şim id­di­ası­nı ge­çer­siz kı­lan bir özel­lik­tir. Ör­ne­ğin göz­ ve ka­nat­larda in­dir­ge­ne­mez komp­leks­lik özel­li­ği mev­cut­tur. Bi­ra­ra­ya ge­le­rek gö­zü oluş­tu­ran göz­ya­şı be­zi, re­ti­na, iris gi­bi or­ga­nel­le­rin aşa­ma­lar­la te­ker te­ker oluş­ma­la­rı müm­kün de­ğil­dir. Çün­kü gö­zü oluş­tu­ran tüm par­ça­lar ancak ek­sik­siz ol­du­ğun­da gör­me ger­çek­le­şe­cek­tir. Ay­nı şey ka­nat­lar için de ge­çer­li­dir.

(3) DNA’da­ki akı­lal­maz bil­gi tesadüfleri reddetmektedir

Bir in­sa­nın dış gö­rü­nü­mün­den iç or­gan­la­rı­nın ya­pı­la­rı­na ka­dar bü­tün özel­lik­le­rinin bil­gi­si DNA'nın için­de özel bir şif­re sis­te­miy­le ka­yıt­lı­dır. Eğer DNA'da­ki bu ge­ne­tik bil­gi­yi ka­ğı­da dök­me­ye kalk­sak, yak­la­şık 500'er say­fa­lık 900 cilt­ten olu­şan dev bir kü­tüp­ha­ne oluş­tur­ma­mız ge­re­kir. Ama bu akı­lal­maz ha­cim­de­ki bil­gi, DNA'nın "gen" adı ve­ri­len par­ça­la­rın­da şif­re­len­miş­tir. DNA’nın te­sa­düf­ler­le or­ta­ya çı­ka­ma­ya­ca­ğı ke­sin bir ger­çek­tir.

(4) Fo­sil ka­yıt­la­rı Yaratılış’ı göstermektedir

Bu­gü­ne ka­dar 250 bin ay­rı tü­re ait yak­la­şık 100 mil­yon fo­sil çı­ka­rıl­ma­sı­na rağ­men bun­lar­dan bi­ri bi­le Dar­wi­nizm’i des­tek­le­me­mek­te­dir. Bu­lu­nan fo­sil­le­rin her bi­ri tam ve ek­sik­siz can­lı­la­ra ait­tir. Oy­sa ev­rim­ci­le­rin id­di­ala­rı ger­çek ol­say­dı bu den­li faz­la fo­si­lin çok bü­yük bir bö­lü­mü “ara can­lı­la­ra” ait ol­ma­lıy­dı, oy­sa bir ta­ne bi­le yok­tur.

(5) Canlılar Kamb­ri­yen dö­ne­minde aniden ortaya çıkmışlardır

Can­lı­lar­da­ki ana be­den ya­pı­la­rı­nın (yu­mu­şak­ça­lar, kor­da­lı­lar vb. ka­te­go­ri­ler) ne­re­dey­se ta­ma­mı, gü­nü­müz­den yak­la­şık 530 mil­yon yıl ön­ce Kamb­ri­yen Dö­ne­mi’nde or­ta­ya çık­mış­tır. Kamb­ri­yen ön­ce­sin­de sa­de­ce bir-iki ana ka­te­go­ri var­ken, Kamb­ri­yen’de 50’den faz­la ana ka­te­go­ri, dün­ya­nın çe­şit­li böl­ge­le­rin­de ani­den or­ta­ya çık­mış­tır. Kamb­ri­yen ön­ce­si can­lı­lar sa­de bir be­den ya­pı­sın­day­ken, Kamb­ri­yen’de­ki­ler bun­lar­la kı­yas edi­le­me­ye­cek de­re­ce­de komp­leks­tir. Ör­ne­ğin bu de­vir­de or­ta­ya çık­mış olan tri­lo­bit­le­rin sa­hip ol­duk­la­rı göz­ler ile bu­gün­kü can­lı­la­rın göz ya­pı­la­rı ara­sın­da hiç­bir fark yok­tur.

(6) “Ya­şa­yan fo­sil­ler” ev­rim ma­sal­la­rı­na ce­vap­tır...

Ya­şa­yan fo­sil­ler, ev­rim te­ori­si­nin 'ka­de­me­li ge­li­şim id­di­ası'nı son de­re­ce çar­pı­cı şe­kil­de ya­lan­la­yan ka­nıt­lar­dır. Bu fo­sil­le­re “ya­şa­yan fo­sil” is­mi ve­ril­me­si­nin se­be­bi, yüz mil­yon­lar­ca yıl­lık yaş­la­rı­na kar­şın, gü­nü­müz­de ya­şa­yan ör­nek­le­riy­le ta­ma­men ay­nı ol­ma­la­rı­dır. Ka­rın­ca­lar­dan ağaç­la­ra, ya­ra­sa­lar­dan kö­pek ba­lık­la­rı­na ka­dar çok çe­şit­li tür­le­re ait ya­şa­yan fo­sil­ler mev­cut­tur. Bu du­rum, do­ğa ta­ri­hi bo­yun­ca hiç­bir ev­rim­leş­me ya­şan­ma­dı­ğı­nın ke­sin bir bel­ge­si­dir.

(7) Sü­rün­gen­ler kuş­la­rın ata­sı de­ğil­dir...

Ev­rim­ci­ler ar­tık Arc­ha­eop­teryx’i sü­rün­gen­ler­le kuş­lar ara­sın­da ara form ola­rak gös­te­re­me­mek­te­dir­ler. Bu fo­sil üze­rin­de ya­pı­lan in­ce­le­me­ler, bu can­lı­nın bir ara ge­çiş for­mu ol­ma­dı­ğı­nı, sa­de­ce gü­nü­müz kuş­la­rın­dan bi­raz da­ha fark­lı özel­lik­le­re sa­hip, so­yu tü­ken­miş bir kuş tü­rü ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir. Güç­lü uçuş kas­la­rı­nın ol­du­ğu­nu ka­nıt­la­yan gö­ğüs ke­mi­ği­nin var­lı­ğı ve gü­nü­müz kuş­la­rı­nın­kin­den fark­sız olan asi­met­rik tüy ya­pı­sı, bu can­lı­nın mü­kem­mel ola­rak uça­bil­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir.

(8) Ba­lık­lar ka­ra­ya çık­ma­mış­lar­dır...

Ev­rim­ci­ler bir za­man­lar su­dan ka­ra­ya ge­çiş hi­ka­ye­si­ne de­lil ola­rak Cœle­canth isim­li ba­lı­ğın fo­sil­le­ri­ni de­lil gös­te­rir­ler­di. Coele­canth o dö­nem­de ba­lık­lar ve am­fi­bi­yen­ler ara­sın­da ya­şa­mış bir ara can­lı zan­ne­dil­di. An­cak 1938’de Hint Ok­ya­nu­su’nda Coele­canth'ın "can­lı" bir ör­ne­ği bu­lun­du. Ar­dın­dan gü­nü­mü­ze ka­dar 200’den faz­la ör­ne­ği ya­ka­lan­dı. Can­lı Co­ele­canth’lar üze­rin­de­ki in­ce­le­me­ler, bu­nun ku­sur­suz ya­pı­da bir ba­lık ol­du­ğu­nu, da­ha ön­ce fo­sil­le­ri üze­rin­de ya­pı­lan yo­rum­la­rın ta­ma­men ha­ta­lı ol­du­ğu­nu or­ta­ya koy­du.

(9) Mu­tas­yon­lar ye­ni tür­ler oluş­tur­maz...

Mu­tas­yon­lar, can­lı hüc­re­si­nin çe­kir­de­ğin­de bu­lu­nan ve ge­ne­tik bil­gi­yi ta­şı­yan DNA mo­le­kü­lün­de, rad­yas­yon ve­ya kim­ya­sal et­ki­ler so­nu­cun­da mey­da­na ge­len kop­ma­lar ve yer de­ğiş­tir­me­ler­dir. DNA çok komp­leks bir dü­ze­ne sa­hip­tir. Do­la­yı­sıy­la bu mo­le­kül üze­rin­de olu­şan her­han­gi rast­ge­le bir et­ki ona an­cak za­rar ve­rir. Mu­tas­yon­lar ço­ğu za­man hüc­re­nin ta­mir ede­me­ye­ce­ği bo­yut­lar­da bir­ta­kım ha­sar­la­ra, sa­kat­lık­la­ra ve hat­ta ölüm­le­re se­bep olur­lar. Hi­ro­şi­ma, Na­ga­za­ki ve­ya Çer­no­bil fa­ci­ala­rı­na ma­ruz kal­mış in­san­lar bu­nun can­lı gös­ter­ge­le­ri­dir. Mu­tas­yon­la­rın ev­rim­sel bir me­ka­niz­ma ol­du­ğu­nun id­dia edil­me­si ev­rim te­ori­si­nin için­de bu­lun­du­ğu çık­ma­zın bir ka­nı­tı­dır.

(10) Do­ğal se­lek­si­yon ev­ri­me yol aç­maz…

Do­ğal se­lek­si­yon, güç­lü ve çev­re şart­la­rı­na uy­gun ya­pı­da­ki can­lı­la­rın ha­yat­ta ka­lı­şı­nı ifa­de eder. An­cak bu du­rum ye­ni tür­ler or­ta­ya çı­kar­maz. Ör­ne­ğin yır­tı­cı hay­van­la­rın teh­di­di al­tın­da olan bir zeb­ra sü­rü­sü için­de, hız­lı ka­ça­bi­len zeb­ra­lar ha­yat­ta ka­la­cak, zeb­ra sü­rü­sü za­man­la da­ha hız­lı ko­şa­bi­len zeb­ra­lar­dan mey­da­na ge­le­cek­tir. An­cak bu sü­reç sı­nır­lı­dır ve zeb­ra­la­rı bir baş­ka can­lı tü­rü­ne dö­nüş­tür­me­ye­cek­tir. Çün­kü zeb­ra­la­rın is­ke­let kas ya­pı­sı ve fiz­yo­lo­ji­si DNA’la­rın­da ka­yıt­lı­dır ve yır­tı­cı­lar­la olan mü­ca­de­le bu bil­gi­yi de­ğiş­ti­re­mez, zebraya ye­ni ge­ne­tik bil­gi ka­zan­dı­ra­maz.

(11) İn­san ev­rim ge­çir­me­miş, in­san ola­rak ya­ra­tıl­mış­tır...

İn­sa­nın soy ağa­cı­nın sa­de­ce ev­rim­ci­le­rin ha­yal­gü­cü doğ­rul­tu­sun­da kur­gu­la­nan bir şe­ma ol­du­ğu or­ta­ya çık­mış­tır. Ev­rim­ci­ler in­sa­nın, sı­ra­sıy­la "Aust­ra­lo­pit­he­ci­nes > Ho­mo ha­bi­lis > Ho­mo erec­tus> Ho­mo sa­pi­ens" can­lı­la­rın­dan ka­de­me­li ola­rak tü­re­di­ği­ni öne sür­müş­ler­dir. Bu sı­ra­la­ma­da­ki can­lı­la­rın her bi­ri­nin, bir son­ra­ki­nin ata­sı ol­du­ğu iz­le­ni­mi­ni ver­miş­ler­dir. Oysa ev­rim­ci­le­rin bir­bir­le­ri­nin ata­sı ola­rak gös­ter­dik­le­ri bu can­lı­lar ger­çek­te yan­ya­na bu­lun­mak­ta, bu da in­sa­nın ha­ya­li so­ya­ğa­cı­nı yık­mak­ta­dır. Pa­le­oant­ro­po­log­la­rın son bul­gu­la­rı, Aust­ra­lo­pit­he­ci­nes, Ho­mo ha­bi­lis ve Ho­mo Erec­tus'un dün­ya­nın fark­lı böl­ge­le­rin­de ay­nı dö­nem­ler­de ya­şa­dık­la­rı­nı gös­ter­mek­te­dir.


(12) Ev­rim­ci sah­te­kar­lık­la­rı….

Ev­rim­ci­le­r te­ori­le­ri­ni is­pat et­mek için sah­te­kar­lık­la­ra da başvurmaktadırlar. Bugüne kadar, emb­ri­yo çi­zim­le­rin­de­ki sah­te­kar­lık­lar, im­ha edi­len ve­ya sak­la­nan fo­sil­ler ve bunlar gibi pek çok ev­rimci sah­te­kar­lı­ğı yapılmıştır. Bunlardan en çarpıcı olan ise Piltown Adamı sahtekarlığıdır.

1912 yı­lın­da İn­gil­te­re’de­ki Pilt­down ya­kın­la­rın­da ele ge­çi­ri­len bir ka­fa­ta­sı­nın bir may­mun ada­ma ait ol­du­ğu­nu öne sü­rül­müş­tür. Ka­fa­ta­sın­da in­san, çe­ne­sin­de or­gan­gu­tan özel­lik­le­ri gös­te­ren bu fo­si­l ün­lü Bri­tish Mu­se­um’da 40 yıl bo­yun­ca ev­rim ka­nı­tı ola­rak ser­gi­len­miş­tir. An­cak bu fo­si­lin sah­te ol­du­ğu 1953 yı­lın­da or­ta­ya çık­mış­tır. Fo­sil ev­rim­ci­ler ta­ra­fın­dan in­san ka­fa­ta­sı ve oran­gu­tan çe­ne­si­nin bir­bi­ri­ne tut­tu­rul­ma­sı ve kim­ya­sal mad­de­ler­le es­ki­til­me­si su­re­tiy­le suni olarak oluş­tu­rul­muş­tu.


HARUN YAHYA’NIN EVRİM TEORİSİNİ YERLE BİR EDEN ESERLERİ


Yaza­rın ki­tap­la­rının 9.000 say­fa ve 10.000 re­sim­lik bö­lü­mü

Ev­rim Te­ori­si­nin çö­kü­şü­nü konu al­mak­tadır.

Adnan Oktar’ın, Harun Yahya müstear ismiyle kaleme aldığı eserlerin sayısı yaklaşık 250’dir. Bu kitaplar 48.000 sayfa ve 35.500 resimden oluşmaktadır. Adnan Oktar'ın, Harun Yahya müstear ismi ile kaleme aldığı kitapları ve bunlardan yararlanılarak hazırlanan belgeselleri, www.harunyahya.org, www.harunyahya.net ve www.harunyahya.com adreslerinden ücretsiz olarak okuyabilir veya Global Yayıncılık'ın 0212 444 444 1 no’lu telefonundan temin edebilirsiniz.



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

120 MİLYON YILLIK KUŞ FOSİLİ KUŞLARIN EVRİM GEÇİRMEDİĞİNİ


BASINDA ÇIKAN 68 MİLYON YILLIK DİNOZOR KONUSUDAKİ HABERLER GEÇERSİZDİR

Evrimcilerin son sahte delili “kuşların atası” olarak tanıtılan Tyrannosaurus isimli bir dinozor fosilidir. 2003’te ABD’de bulunan bu fosil “dinozorlarla kuşlar arasında evrimsel bir bağ olduğu” iddiasıyla kamuoyuna duyurulmuştur. Oysa, bu dinozor fosili 68 milyon yıllıktır. Üstte resmi görülen Conficusiornis isimli kuş ise 120 milyon yıllıktır. Bu durum, sözkonusu dinozordan milyonlarca yıl önce yeryüzünde kuşların yaşadığının ispatıdır. Dolayısıyla kuşların dinozorlardan evrimleşmesi sözkonusu değildir. Bu, evrimcilerin yüzlerce yalanından biridir.



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Gazete İlanları

Harun Yahya’nın eserleri dünyayı sallıyor: Darwinizm Almanya’da da yerle bir oldu. - 17.04.2008

Almanya’nın en önemli gazetelerinden biri olan Die Welt gazetesi geçtiğimiz günlerde internet sitesinde yaratılış konulu bir anket düzenledi. Ankette sorulan “Size göre yaşam nasıl oluştu?” sorusuna katılımcıların %86’sı ” Allah yarattı” şeklinde cevap verdi.

Sayın Harun Yahya’nın diğer bir çok Avrupa ülkesinde ve Amerika’da da inanılmaz etkilere yol açan ve insanlara evrimin olmadığını, tüm canlıları Allah’ın yarattığı gerçeğini anlatan Yaratılış Atlası isimli eseri, Almanya’ya gönderildikten sonra, Darwinizm Almanya’da da yerle bir olmuştur. Alman vatandaşları da canlıların hiçbir değişiklik geçirmeden milyonlarca yıl aynı kaldığını, dolayısıyla evrim geçirmediğini Yaratılış Atlası’ndaki yüzlerce fosil örneğiyle bizzat müşahede etmişlerdir.







mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Hz. Mehdi'nin Özellikleri


Peygamberimiz (sav), "Mehdi ile müjdelenin" (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 12) buyurarak, Hz. Mehdi'nin gelişini heyecan ve şevkle beklemenin, bu mübarek zat için hazırlık yapmanın önemine dikkat çekmiştir. Bir başka hadis-i şerifte ise iman edenlerin, Hz. Mehdi'ye olması gereken sevgi ve bağlılıkları şöyle ifade edilmiştir:

Sizden ona kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa ona gelsin. Ona katılsın. Zira o, Mehdi'dir.(İbn Mace, Fiten, B 34, H 4082; İbn Ebi Şeybe, c. VII, sf.527; Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 14)

Hz. Mehdi’nin Muhakkak Çıkacak Olması

Eğer dünyadan bir gün bile kalsa, Allah, O (Hz. Mehdi) idareyi ele alıncaya kadar o günü uzatırdı.(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf.10)

Eğer dünyadan bir gece bile kalsa, Allah onu uzatır ve Ehl-i Beytimden birisini (Hz. Mehdi) melik kılardı. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 10)

Ümmetim arasında Mehdi gelecektir... Ümmetim onun zamanında iyi ve kötünün, benzeriyle nimetlenmediği bir nimetle nimetlenecek, sema üzerlerine bol yağmur yağdıracak, arz nebatından hiçbir şey saklamayacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 9)

Dünyadan bir gece bile kalsa, Allah o geceyi uzatır ve Ehl-i Beytimden birisi gelerek dünyaya hakim olurdu. Onun adı adıma, babasının adı babamın adına uyar. Daha önce yeryüzü nasıl zulümle dolduysa, o, onu adaletle dolduracaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 11)

Hz. Mehdi Peygamberimiz (sav)’in Soyundandır

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah (c.c.) benim Ehl-i Beytimden (soyumdan) bir zatı (Hz. Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

Benim Ehl-i Beytimden bir şahıs bütün dünyaya hakim oluncaya kadar günler ve geceler gitmez. (En-Necmu's Sakıb, Ukayli)

Mehdi, kızım Fatıma'nın neslindendir. (Sünen-i İbn Mace, 10/348)

Mehdi ile müjdelenin. O Kureyş'ten ve Ehl-i Beytimden bir kişidir. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 13)

Mehdi, benim çocuklarımdan birisidir. Yüzü gökyüzünde parlayan yıldız gibidir. (Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi’nin “Risaletül Meşreb elverdi fi mezhebil Mehdi”)

Bütün peygamberler birbirinin soyundandır. Hz. Mehdi de hadislerin belirttiğine göre bu soydan gelmektedir. Halk arasında bu soydan gelenlere "seyyid" denmektedir. Hz. Mehdi de seyyid olacaktır.

Allah, Kuran'da birbirlerinin soyundan gelen elçilerden bahsetmektedir. Bu ayetler Hz. Mehdi'nin de aynı soydan geleceğine işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).

"Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti; Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir. " (Al-i İmran Suresi, 33-34)

"Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128)

"Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik." (Enam Suresi, 87)
Allah Hz.Mehdi’yi Bir Gecede Islah Edecektir

El-Mehdi, bizden, Ehl-i Beyttendir. Allah onu bir gecede ıslah eder (yani tevbesini kabul eder veya feyizler ve hikmetlerle donatır). (Sünen-i İbni Mace Kitabü-l 'fiten Tercemesi ve Şerhi- Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim: Haydar Hatipoğlu, Bab: 34, sf.348)

İslam alimleri bu hadisi şu şekilde açıklamışlardır:

...Bir gecede Mehdi’nin ıslah edilmesi sözü ise Cenab-ı Hakkın kendisine kutup mertebesinin verilmesine işarettir. Bu dereceyi çalışmakla, uğraşmakla kazanamaz. Yüce Mevla’nın Kur’an-ı Kerim’de belirttiği gibi Hz. Peygamber (sav)’e verilen bu lütuf, Hz. Mehdi’ye de verilmiştir. Yüce Mevla, Kur’an-ı Kerim’de Şura Suresi 52. ayette Peygamberimiz (sav)'e şöyle demiştir: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu (kitabı) kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru yolu göstermektesin." Hz. Mehdi, dini meselelerde zamanındaki müçtehitlerin en faziletlisi ve en mükemmelidir. Bu da onun büyüklüğünü, mertebesinin yüksekliğini, makamının yüceliğini gösterir. (Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi, “Risaletül Meşreb elverdi fi mezhebil Mehdi)

Bediüzzaman Said Nursi de, Hz. Mehdi'den şu şekilde bahsetmektedir:

Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (içtihad eden büyük İslam alimi), hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), HEM HAKİM, HEM MEHDİ, HEM MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi), HEM KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak bir zat-ı nuraniyi gönderecek ve o zat da, Ehl-i Beyt-i Nebeviden (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) olacaktır... (Mektubat, 411-412)

Hz.Mehdi’nin İnsanlar Tarafından Çok Sevilmesi

Muhakkak ki o, insanların karşılaştıkları şerler sebebiyle, Mehdi'nin kendilerine en sevgilisi olmadıkça çıkmayacaktır. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, sf. 27)

Yer ve gök ehli ondan razı olur. (Heysemi, c. VII, sf. 313; Ebu Nuaym'dan, Suyuti, c. II, sf. 58; Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler–Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Kahraman Neşriyat, sf. 31)

Allah, bütün insanların kalplerini onun muhabbetiyle dolduracaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sf. 42)

Mehdi insanlara gelir de, onu yeni gelin gibi aşk ve muhabbetle kucaklarlar... (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Sf. 35)

Bu fitnelerin en sonuncusu günahsız insanların öldürülmesidir ki, artık o zaman kendisinden herkesin razı olacağı bir gidişatta olan Hz. Mehdi çıkar. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Sf. 38)

Allah onun muhabbetini insanların kalplerine yerleştirecektir. Böylece onlar, gündüzleri arslan kesilen ve geceleri de ibadetle geçiren bir toplum olacaklar. (Ukayli “En-Necmu’s-sakıb fi Beyanı Enne’l Mehdi min Evladı Ali b. Ebi Talib Ale’t-Temam ve’l kamal”)Ümmet'i Muhammed'den memnun olmadık hiçbir fert kalmayacaktır. (Kıyamet Alametleri, sf. 163)

Yüzü güzel, kokusu hoş, heybetli, fakat insanlara sevimli ve yakındır. (Mehdi, Deccal, Mesih, sf. 102)
Hz.Mehdi’ye Nerede Biat Edileceği

Sonra da hilafet yeryüzünün en hayırlısı olan Mehdi'ye evinde otururken gelecektir. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, sf.26)

Mekke’de kendisini Rükunda bularak şöyle derler: “Eğer biatlarımızı kabul etmezsen, bizi aramakta olan ve başında Haddam’dan birisinin bulunduğu Süfyani ordusuna karşı korumazsan, günahlarımız senin üzerine ve kanlarımız da boynuna olsun” derler. Bunun üzerine Mehdi, Rükun ile Makam arasına oturur ve elini uzatarak biatları kabul eder. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 39-40)

Rükun ile Makam arasında kendisine biat edilecektir. Hz. Mehdi o kadar merhametli olacaktır ki, zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, ne de bir kimsenin burnu kanayacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 42)

Hz.Mehdi’nin Çıkışını Gökyüzünden Bir Sesin (Radyo, Televizyon Kanalıyla) Haber Verilmesi

... Ve bu durum bir münadinin semadan seslenerek "Ey insanlar, emiriniz artık Mehdi'dir." demesine kadar devam edecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 24)

Semadan bir münadi “Hak Al-i Muhammed’dedir.” şeklinde bağırdığı zaman Mehdi zuhur eder... (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 33)

Siz üç veya yedi gün, doğudan bir ateşi gördüğünüz zaman Al-i Muhammed'in çıkmasını bekleyiniz, inşaAllah-u Teala, bir münadi Mehdi'nin ismi ile semadan nida edecek ki, doğuda batıda olan herkes bu sesi işitecek. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 32)

Semadan bir münadi "Hak Al-i Muhammed'dedir, yerden de bir münadi "Hak Al-i İsa'nın veya Abbas'ındır" diyecektir. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Kahraman Neşriyat, sf. 33)

Günahsız insanlar katledildiği ve kardeşi de Mekke'de öldürüldüğü zaman semadan bir münadi, "Emriniz filandır. İşte bu yeryüzünü adaletle dolduracak olan Mehdi'dir" diye nida eder. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Kahraman Neşriyat, sf. 35)

Çok yaygın ve sona ermesi mümkün görülmeyen bir fitne çıkacak ve bu fitne semadan 3 kez “Emir Mehdi’dir, gerçek odur” şeklindeki nidaya kadar sürecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 55)

Hadislerde Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışını gökyüzünden gelen bir sesin haber vereceğine, yani radyo ve televizyon kanalıyla tüm insanların bu müjdeli haberi duyacağına dikkat çekilmektedir. Bu sesin doğuda ve batıda herkese ulaşacağı bildirilmektedir. Hatta, her toplumun bu sesi kendi lisanında duyacağı haber verilmektedir:

Semadan arz ehline şamil olan bir ses ki, herkes onu kendi lisanı ile işitir. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Kahraman Neşriyat, sf. 37)

Günümüzde haberler her ülkede, o ülkenin diline tercüme edilerek, radyo, televizyon ve internet aracılığıyla hemen herkese ulaştırılmaktadır. Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı da bu şekilde tüm insanlara ulaşacaktır.
Her Yerde Hz.Mehdi’den Bahsedilmesi

Hadislerde, Hz. Mehdi'nin döneminde onun adından çokça bahsedileceği ifade edilmektedir. Bu da, Hz. Mehdi'nin isminin dünyanın dört bir yanına ulaşacağını göstermektedir:

Semadan bir münadi, "Hak Al-i Muhammed'edir" şeklinde bağırdığı zaman, Mehdi zuhur eder. Herkes sadece ondan konuşur, onun sevgisini içer ve ondan başka bir şeyden bahsetmezler. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Kahraman Neşriyat, sf. 33)

Bir münadinin semadan "Hak, Hz. Muhammed (sav) ehlindedir" şeklinde bağırmasından sonra, Hz. Mehdi'nin sevgisi insanların kalplerine yerleşecek ve ondan başka bir şeyden bahsedilmeyecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 20)

Hz.Mehdi’ye Kendisi İstemediği Halde Biat Edilmesi

Hadis-i şeriflerde Hz. Mehdi’ye biatın kendisi istemediği halde yapılacağı bildirilmektedir. Bu da gösteriyor ki Hz. Mehdi, kendisini hiçbir zaman Mehdi olarak ilan etmeyecektir. Hatta insanlar ona gelip “alametler sende mevcut, sen Mehdi’sin” dedikleri halde o yine reddedecektir. Ancak “ölümle tehdit” edildikten sonra, insanların kendisine biat etmesini kabul edecektir.

İnsanlar nihayet Mehdi'ye gelirler ve Rükun ile Makam arasında, kendisi istemediği halde ona biat edeler. "Eğer kabul etmezsen, boynunu vururuz" derler. Yer ve gök ehli ondan razı olur. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Kahraman Neşriyat, Sf. 31)

Halifenin ölümü anında ihtilaf olur. Medine halkından bir kişi koşarak Mekke’ye çıkar. Mekke halkından bir grup onu, istememesine rağmen (bulunduğu yerden) çıkarırlar. Hacer-i Esved’le Makamı İbrahim arasında ona biat ederler. (Sünen-i Ebu Davud, 5/94; El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 20)

... Ve sonra istemediği halde biatlarını kabul eder. Eğer siz ona yetişirseniz, ona biat ediniz. Çünkü o yerde de gökte de Mehdi'dir. (Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Kahraman Neşriyat, sf. 35)

Hz. Fatima’nın soyundan gelen Mehdi, Mekke’de meydana çıkarılır ve istemediği halde kendisine biat edilir. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 52-53)

... Onu tekrar Mekke’de bularak yine, “Sen falan oğlu falansın, annen de filan kızı filanedir, sende şu şu alametler vardır, birinci defa bizden kurtuldun uzat elini sana biat edelim” derler. Bunun üzerine o “Ben aradığınız değilim” der ve tekrar Medine’ye gider. Medine’de yine aranınca tekrar Mekke’ye döner. Mekke’de kendisini Rükunda bularak şöyle derler: “Eğer biatlarımızı kabul etmezsen, bizi aramakta olan ve başında Haddam’dan birisinin bulunduğu Süfyani ordusuna karşı korumazsan, günahlarımız senin üzerine ve kanlarımız da boynuna olsun” derler. Bunun üzerine Mehdi, Rükun ile Makam arasına oturur ve elini uzatarak biatları kabul eder.(El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 39-40)

Fitne içindeki insanlar kan akıtıldığı bir zamanda evinde oturmakta olan Mehdi’ye gelir ve “Bizim için kalk artık”der. O ise kabul etmez, ancak ölümle tehdit edildikten sonra onlar için kalkar. Ondan sonra artık kan dökülmez. (İbn Ebi Şeybe, c. VII, sf. 531; Abdurrezzak H. 20771, c. XI, sf. 372; Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 52-53)

Kur’an-ı Kerim’de Yusuf Suresi'nde, Hz. Yusuf’un da kendi isteği olmaksızın bulunduğu ülkenin kralı tarafından doğruluğu, adaleti, bilgisi, güvenilirliği sayesinde başa getirildiği haber verilmektedir.
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/9711


mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Enzimlerin Hayatımızdaki Önemi


Tek bir enzimin eksikliği ile insan nesli yok olabilir. Bunu görmek için sadece bir örnek dahi yeterlidir… Sinir hücreleri vücudumuzu bir ağ gibi sarar. Bu sinir ağı üzerinde sürekli bir bilgi akışı gerçekleşir. Sinirler boyunca ilerleyen elektrik sinyalleri, beyin ve organlar arasında her an sayısız emir ve uyarı taşırlar. Ancak sinir hücreleri vücudun bir ucundan diğer ucuna uzanan tek parça kablolar şeklinde değildir. Ucuca eklenmişlerdir, ama aralarında boşluklar vardır. Birbirlerine değmezler bile. Peki elektrik akımı bir sinirden ötekine nasıl geçmektedir? İşte bu noktada çok karmaşık bir kimyasal sistem devreye girer. Sinir hücreleri arasında özel bir sıvı vardır ve bu sıvıda çok özelleşmiş bazı kimyasal enzimler yer alır. Bu enzimlerin "elektron taşıma" gibi olağanüstü bir özellikleri vardır. Elektrik sinyali bir sinirin ucuna ulaştığında, elektronlar bu enzimlere yüklenir. Enzimler de sinirler arası sıvıda yüzerek taşıdıkları elektronları diğer sinire aktarırlar. Elektrik akımı böylece bir sonraki sinir hücresine geçerek akmaya devam eder. Bu işlem saniyenin çok küçük birimlerinde gerçekleşir ve elektrik akımı en ufak bir kesintiye uğramaz. Görüldüğü gibi insan vücudu her parçasıyla tamam olsa, tek bir enzimin eksikliği bile insan diye bir canlının var olmaması için veya o canlının fonksiyonlarını yerine getirememesi için yeterlidir. Aynı durum diğer binlerce enzimden herhangi birinin eksikliği için de geçerlidir. Sonuçta bir canlının, evrimin iddia ettiği gibi milyonlarca sene kör tesadüflerle tamamlanmayı bekleyebilecek bir lüksü yoktur. Ortada tek bir gerçek vardır, insan dahil tüm canlılar, şu anki kusursuz ve eksiksiz yapılarıyla bir kerede var olmuş, yani her birini Yüce Allah kusursuzca yaratmıştır.








mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Evrim Teorisinin Çöküşünü Belgeyen Fosil Kayıtları

Evrim Teorisinin Çöküşünü Belgeyen Fosil KayıtlarıDarwin döneminde, canlı hücresi, içi su dolu bir torbacıktan ibaret sanılıyordu. Dönemin bilim adamları hücrenin organellerinden ve DNA'dan haberdar değillerdi. Yaşamın, ciltler dolusu ansiklopediyi dolduracak miktarda bilgiye dayandığı bilinmiyordu. Darwin döneminde, bir bölgede toprağın sabanla sürülmesinin, o bölgenin iklimini değiştireceğine inanılıyordu. Birkaç nesil boyunca elleri kesilen kişilerin çocuklarının elsiz doğacağına inanılıyordu. Darwin döneminde (1859), elektron mikroskobu henüz icat edilmemişti. Elektron mikroskobu bir yana, insanlık henüz buzdolabı (1938), telefon (1876), daktilo (1867) ve hatta tükenmez kalemle (1863) bile tanışmamıştı. Dönemin araştırmacıları, pergel, pusula, termometre ve benzeri basit araçlar kullanarak doğada olup biteni anlamaya çalışıyorlardı.

Darwin döneminde, araştırmalar ve bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan fosil bilgileri de oldukça sınırlıydı.

Darwin döneminde, bilimin her dalı ciddi şekilde gerideydi ve bu nedenle hayali evrim süreci ile ilgili beklentiler, ilerleyen bilim ve teknolojiye ve onların insanlara sağlayacakları imkanların bulgularına bırakılmıştı. Darwin'in döneminde, fosil bulgularının bilinmeyen pek çok şeyi ortaya çıkaracağı beklentisi ile, ortaya atılan teoriler insanlara makul görünüyordu. Nitekim, o dönemden bu yana, Kambriyen dönemindeki bu ani ortaya çıkışı açıklayacak ara geçiş örneklerini bulma çalışmaları sürdü gitti. Amaç, Kambriyen fosillerini andıran Kambriyen öncesi döneme ait birkaç örnek bulabilmek, önceki dönemleri bu döneme sözde evrimsel olarak ilişkilendirecek bir bağlantı kurabilmekti.

Aradan 150 yıl geçti. Bilim ve teknolojideki ilerlemeler insanlara çok önemli bilgiler verdi. Biyokimya, biyofizik, genetik ve moleküler biyoloji konularındaki gelişmeler, yeryüzündeki canlılarda moleküler düzeyde bir mükemmelliğin hakim olduğunu ve dolayısıyla moleküler düzeyde bir evrimleşmenin mümkün olamayacağını gösterdi. Paleontoloji alanındaki bulgular ise, yer altında saklı olan fosillerin büyük bir bölümünü ortaya çıkarttı ve yeryüzünde var olduğu iddia edilen hayali evrimsel geçmişi haklı çıkaracak "tek bir ara geçiş canlısı bile olmadığını" gösterdi.

Artık Darwin'in takipçilerinin, hayali "kayıp fosillerle" ilgili olarak "fosiller yetersizdir" iddialarının hiçbir dayanağı kalmamış oluyordu. Harvard Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould, şu itirafta bulunmuştu:

Böyle bir patlamanın en ünlüsü, Kambriyen patlaması, modern çok hücreli yaşamının başlangıcına damgasını vurmaktadır. Birkaç milyon yıl içinde, neredeyse tüm hayvan anatomilerinin her temel çeşidi ilk defa olarak fosil kayıtlarında ortaya çıkmıştır… Prekambriyen (Kambriyen öncesi) kayıtlar şu anda yeterli derecede iyidir ve mükemmel ara geçiş formlarının keşfedilmemiş zincirleri ile ilgili eski iddia artık inandırıcı değildir. (Cambrian Explosion Disproves Evolution - Discover, Ekim 1989, s. 65)

Fosil kayıtlarının günümüzde yeterince iyi olması, evrimci paleontologlar açısından büyük bir hayal kırıklığıdır. Üstelik elde edilen fosil kayıtlarının, evrime bir delil vermemesinin yanı sıra, öne sürülen sahte delilleri de ortadan kaldırdığı bir gerçektir. Evrim teorisinin öne sürdüğü sahte ve yanıltıcı evrim delilleri: (1) Ele geçen yeni fosiller üzerindeki detaylı araştırmalar, (2) milyonlarca yıl öncesine ait örneklerin bulunduğu "yaşayan fosiller" ve (3) aynı canlıya ait fosillerin farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkması ile anlaşılan "stasis" (fosillerdeki durağanlık) gerçeği sonucunda tamamen ortadan kalkmıştır. (www.yasayanfosiller.com) Yani fosil araştırmaları, Darwin'in beklentilerini değil, Darwin'in hiç beklemediği gerçekleri sunmuştur.

Evrimci zoolog David Kitts, fosil kayıtlarının sunduğu bu gerçekleri, evrimciler açısından "bir zorluk" olarak yorumlamıştır:

Paleontoloji, zorluklar sunmuştur. Bunlardan en kötüsü, fosil kayıtları içindeki boşluklardır. Evrim, ara geçiş formlarını gerektirir. Ama paleontoloji bunları sağlamamaktadır.( Walter Starkey, The Cambrian Explosion “Evolution’s Big Bang? Or Darwin’s Dillema?”, WLS Publishing, 1999, s. 233)

Paleontolojinin ortaya çıkardığı gerçek şudur: Prekambriyen adını verdiğimiz Kambriyen öncesi dönem, fosil kayıtlarına göre tümüyle tek hücreli canlıların yaşadığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzden 1.2 milyar yıl öncesi, içinde DNA bulunan bir çekirdeğe sahip tek hücreli canlıların yeryüzünde hüküm sürdüğü bir ortamdır. Kambriyen'in başlangıç dönemlerine doğru gelindikçe, içinde birkaç farklı hücre tipi bulunan sünger tarzı canlılar karşımıza çıkar. Hücreler, kendi fonksiyonlarını yerine getiren özelleşmiş durumdaki hücrelerdir. Ancak bu canlılar, herhangi bir kapsamlı iç yapıya sahip olmayan, sinir sistemleri veya kas lifleri bulunmayan varlıklardır. Yani Kambriyen canlılarından oldukça farklıdırlar.
Fosil kayıtları Kambriyen'e ait olarak, bir anda ortaya çıkan birbirinden bağımsız, müthiş çeşitlilikteki canlıların özelliklerini ortaya çıkarmıştır, onların atalarını değil! Kaliforniya Üniversitesi'nden evrimci biyolog James W. Valentine, bu konuyla ilgili olarak şu itirafta bulunmaktadır:

Fosil kayıtları, filum ve omurgasız sınıflarının kökeni sürecine doğrudan kanıt sağlama konusunda oldukça az yardımcı olmaktadır. Fosil kalıntılarından söyleyebileceğimiz kadarıyla, fosil kayıtlarındaki her filum, ilk ortaya çıktığında, karakteristik vücut planı ile çoktan evrimleşmiş haldedir. Hiçbir filum birbiri ile ara fosiller yoluyla bağlantılı değildir. Gerçekten de, hiçbir omurgasız sınıfı bir başka sınıf ile bir seri ara geçiş canlısı yoluyla bağlantılı olamaz. Filum ve sınıflar arasındaki ilişki onların benzerliklerine göre anlaşılır. Ancak, filojeni analizlerinin en komplike teknikleri bile filumlar arasındaki (ya da aynı zamanda pek çok sınıf arasındaki) ilişki ile ilgili fikir ayrılıklarını çözmekte başarılı olamamaktadır.( Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 68-69)

Valentine'ın itiraf ettiği bu gerçek, fosil kayıtlarının evrime hiçbir kanıt sağlamadığı, canlıların bulundukları yerde aniden ortaya çıkmış oldukları gerçeğidir.

Yaşanmış olan herhangi bir evrim süreci yoktur. Evrimcilerin, "fosil kayıtları yeterlidir ve şu ana dek hiçbir ara fosil canlısına rastlanmamıştır" şeklindeki açıklamaları, aslında "evrim teorisini destekleyecek tek bir delil bile yoktur" itirafından farklı bir şey değildir. Ve bu gerçek, açıkça, tüm delilleriyle Allah'ın Yüce Varlığı'nı, mükemmel yaratma sanatını ve üstün kudretini göstermektedir. Canlılar, adeta birer sanat eseri gibi, sahip oldukları tüm hayranlık uyandırıcı özellikleriyle birlikte Allah'ın dilediği bir anda, Yüce Allah'ın dilemesiyle yaratılmışlardır.

Bu makale, Milli Gazete gazetesinde 23 Mart 2008 tarihinde yayınlanmıştır.

http://www.harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/9709




mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ HATA YAPMIŞTIR


BİLİM ARAŞTIRMA VAKFI'NIN İSTANBUL 2. AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE 2007/339 DOSYA NO'SU İLE GÖRÜLEN DAVASINDA CUMHURİYET SAVCISININ 1 NİSAN 2008 TARİHLİ ESAS HAKKINDAKİ BERAAT MÜTALAASI

"Sanıklar hakkında suç işlemek için örgüt kurmak, bu örgütü yönetmek ve örgüt adına faaliyette bulunmak suçlarından kamu davası açılmıştır.

27.03.2008 tarihli celsede zaman aşımı yakın tarihte olan sanıklarla ilgili dosyanın tefrikine, diğer sanıklar yönünden davaya devam edilmesine karar verilmesi şeklindeki talebimin mahkemece reddedilerek bütün sanıklar hakkında esas hakkında mütaala beyanı istenilmiştir.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin bozma kararı aleyhe olup, bir kısım sanıkların (4 kişi bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan zaman aşımı tarihi yakın olmayan sanıklar hakkında da karar verilmesi CMUK.nun 326/2.maddesine aykırılık teşkil edecektir,

Ancak iddia makamı olarak mevcut delil durumuna göre bütün sanıklarla ilgili esas hakkında mütaala beyan etmek durumundayız.

Sanıkların poliste müdafii hazır olmadan verdikleri ve mahkemede bu ifadenin işkence altında alındığından bahisle kabul etmedikleri ifadelerinden başka mahkememizce toplanan deliller arasında SANIKLAR ALEYHİNE DELİL BULUNMAMAKTADIR.

Mahkemece 29.02.2008 tarihli ara kararının 5. bendinde yasak usullerle alınan ifadeler delil olarak değerlendirilemeyeceği, CMUK'nun 148. maddede anlaşıldığından hukuka aykırı olarak alındığı iddia edilen ifade ve delilleri dosyadan çıkartılması şeklindeki talebin reddine" karar verilmiştir.

CMK.nun 148/4.maddesi gereğince poliste alınan müdafiisiz ifadelerin delil olarak değerlendirilemeyeceği, böylece mahkemece de kabul edilmiştir.

Sanıklar hakkında açılan ana davadan tefrik edilen davadan 5 sanık hakkında iddia makamı olarak 4616 sayılı kanun gereği davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi talep edilmiş olup, mahkemece bu 5 sanığın şantaj ve çete yöneticisi üyesi olmak suçlarından bu sanıkların beraatlerine karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Bu durumda sanıklardan Adnan Oktar'ın suç işlemek için örgüt kurmak ve diğer sanıkların örgütün yöneticisi olmak ve örgüt adına faaliyette bulunmak suçlarını işledikleri sabit olmadığından CMK.nun 223/2e maddesi gereğince bütün sanıkların müsnet suçlardan AYRI AYRI BERAATLERİNE karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur."

Yargıtay 8. Ceza Dairesi Bilim Araştırma Vakfı Davasında zamanaşımını bozma kararında açıkça hata yapmıştır. Yargıtay, kararını, kanunen hiçbir geçerliliği olmayan, -avukat olmaksızın işkence zoruyla alınan- emniyet ifadelerini delil göstererek almıştır. Ancak bu ifadelerin delil kabul edilemeyeceği kanunen hükme bağlanmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 148. maddesinin 4. bendine göre:

"MÜDAFİ (AVUKAT) HAZIR BULUNMAKSIZIN KOLLUKÇA ALINAN İFADE, HÂKİM VEYA MAHKEME HUZURUNDA ŞÜPHELİ VEYA SANIK TARAFINDAN DOĞRULANMADIKÇA HÜKME ESAS ALINAMAZ."

Bilim Araştırma Vakfı Davası'nın 29 Şubat 2008 tarihli duruşmasında, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi verdiği 5 no'lu ara kararında şöyle belirtmiştir:

"Yasak usullerle alınan ifadelerin delil olarak değerlendirilemeyeceği CMK.nun 148. Maddede anlaşıldığından hukuka aykırı olarak alındığı iddia edilen ifade ve delillerin..."

Cumhuriyet Savcısı'nın 1 Nisan 2008 tarihli esas hakkındaki Beraat Mütalaasında:

"Mahkemece 29.02.2008 tarihli ara kararının 5.bendinde yasak usullerle alınan ifadeler delil olarak değerlendirilemeyeceği, CMK'nun 148. maddede anlaşıldığından hukuka aykırı olarak alındığı iddia edilen ifade ve delilleri dosyadan çıkartılması şeklindeki talebin reddine" karar verilmiştir. CMK.nun 148/4. maddesi gereğince poliste alınan müdafiisiz (avukatsız) ifadelerin DELİL OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEYECEĞİ, böylece mahkemece de kabul edilmiştir.

Bütün bunlara rağmen, Yargıtay 8. Ceza Dairesi sadece kanunen geçerliliği olmayan bu emniyet ifadelerine dayanarak bir karar almış ve önemli hukuki bir hata yapmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU: "HUKUKA AYKIRI ELDE EDİLEN DELİL DİKKATE ALINAMAZ"

BAV davası dosyasına, davanın görülmeye başlandığı tarihten bu yana aleyhte tek bir delil girmemiştir. Aksine ortaya konulan tüm deliller, iddianamede atılan iftiraların gerçekdışı olduğunu ispatlar niteliktedir. Yargıtay 8. Ceza Dairesi, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği zamanaşımı kararını, hukuksuz bir şekilde alınan emniyet ifadelerine dayandırarak bozmuştur. CMK 148/4'e göre, avukat huzurunda alınmayan polis ifadeleri kesin olarak geçersizdir. Yargıtay, BAV davasında bu kanunun hükmünü görmezden gelerek büyük bir hukuk hatası yapmıştır. Nitekim Adalet Bakanlığı'nın sitesinde de yer alan Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun aldığı bir karara ilişkin haberin aşağıda yer alan bölümünde, 8. Yargıtay Ceza Dairesi'nin BAV davasındaki kararının ne kadar hatalı olduğu açıkça görülmektedir:

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, pozitif hukuk normları ve yargısal kararlar karşısında HUKUKA AYKIRI BİÇİMDE ELDE EDİLEN DELİLLERİN, Türk Ceza yargılaması Hukuk sisteminde DİKKATE ALINAMAYACAĞINI vurguladı.

(http:/www.memurlar.net/haber/40058/)

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bu karara itiraz ederek, YASAK SORGU YÖNTEMLERİYLE TOPLANAN KANITLARA DAYANILARAK MAHKUMİYET HÜKMÜ KURULAMAYACAĞINA, ... işaret etti.

(http:/www.memurlar.net/haber/40058/)

YARGITAY'IN DA HATA YAPABİLECEĞİ UNUTULMAMALIDIR

Yargıtay'ın da hata yapabileceğinin önemli bir gerçek olduğunu, Yargıtay eski Başkanı Osman Arslan şöyle açıklamıştır:

Osman Arslan:
YARGITAY DA HATA YAPABİLİR. Bir yılda mesai yapılan gün 200 kabul edilirse, demek ki GÜNDE YARGITAY'DAN 2 BİN 500'DEN FAZLA KARAR ÇIKIYOR. BU ŞARTLARDA HİÇ HATA YAPILMAMASI MÜMKÜN MÜ?

(http://www.yargitay.gov.tr/content/view/134/64/)

Günde 2500 karar alan Yargıtay üyeleri, vakit darlığından ve iş yoğunluğu sebebiyle önlerine gelen onlarca klasörden oluşan dava dosyalarına en fazla 5-10 dakikalık bir vakit ayırabilmektedirler. Bu durumda da onlarca klasörden oluşan delil ve belgeleri inceleme fırsatı bulamadan davayı hükme bağlamak durumunda kalmaktadırlar. Yargıtay Başkanı Erarslan Özkaya hiçbir hukuk devletinde Yargıtay'ın bu kadar ağır iş yükü altında olmadığına dikkat çekmiştir:

ERARSLAN ÖZKAYA,"AŞIRI İŞ YÜKÜNÜN DAVALARIN SAĞLIKLI İNCELENMESİNİ TEHLİKEYE DÜŞÜRDÜĞÜNÜ" AÇIKÇA DİLE GETİRMİŞTİR.

(http://www.memurlar.net/haber/6058/)

Nitekim yapılan istatistikler son derece önemli bazı gerçekleri ortaya koymaktadır:

...Yerel mahkemelerin kararlarının temyiz incelemesini yapan YARGITAY CEZA DAİRELERİ DE YANLIŞ KARARLARIN ALTINA İMZA ATIYOR. (Zaman Gazetesi, 19 Mayıs 2005)

2003

... YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 2003'TE KENDİ DAİRELERİNDEN GELEN DAVALARIN YÜZDE 57'SİNİ BOZMUŞTUR. (Zaman Gazetesi, 19 Mayıs 2005)

2004

T.C. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nün 2004 yılı verilerine göre ise, YARGITAY CEZA GENEL KURULU, YARGITAY'IN VERDİĞİ KARARLARIN % 61.7'SİNİ BOZMUŞTUR.

(http://www.adli-sicil.gov.tr/istatistik_2006/yargıtay/yargt4.htm)

Böyle bir durumda Yargıtay üyelerinin kararlarının kusursuz olacağını iddia etmek mümkün değildir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, kendi dairelerinin aldığı kararları, hatalı olduğu için bizzat kendisi bozmuştur. Ve bu hata oranının, % 61'lere varan çok yüksek bir rakam olduğu görülmektedir. Demek ki, "Yargıtay kayıtsız şartsız doğru söyler" diye bir kural yoktur. Aksine Yargıtay, gelen davaların yarısından fazlasında yanlış karar verebilmektedir.

Yargıtay eski Başkanı Osman Arslan, "Ülkemizde de adli yargıda hatalar vardır. Nicelik ve nitelik ters orantılıdır. Nicelik artıkça nitelik artmaz, düşer." demiştir. Arslan, "Bir hakimin günde 10 dosyaya baktığı zaman başarı sağlayacağını" söylemiş, "aksinde ise performansın düşeceğini ve hatalı kararlar alınabileceğini" belirtmiştir.

(http://www.yargitay.gov.tr/content/view/139/64/)

Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk ise, "Afrika dahil, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'deki kadar işi olan bir Yargıtay yok" sözleriyle bu gerçeği dile getirmiştir.

Sami Selçuk'un bu konudaki çok önemli bir başka tespiti ise şöyledir:


Ama Türkiye'de ilk mahkeme yargıçlarına, Yargıtay yargıçları not veriyorlar. YARGIÇLAR, SAVCILAR, İYİ NOT ALMAK İÇİN FAKÜLTEDE OKUDUKLARINI BİR YANA İTİYOR. YARGITAY NE DEMİŞSE ONA GÖRE KARAR VERİYOR. KİŞİLİĞİNİ, BEYİNSEL BAĞIMSIZLIĞINI YİTİRİYORLAR. Gelişme de duruyor. Bu çok üzücü. BAŞKA TÜRLÜ YÜKSELEMİYOR ÇÜNKÜ. Not sisteminin hemen bırakılması gerek.
(http://yenisafak.com.tr/roportaj/roportaj29.html)

Yerel mahkemelerin Yargıtay'dan bozularak dönen davalarda tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurarak hareket etmeleri gerekmektedir. "Yargıtay bir kararı bozduysa kesin doğrudur" diye düşünmeleri son derece hatalı olacaktır. Adeta hipnotize olmuşcasına, deliller ve araştırmalar ışığında daha önce edindikleri tüm kanaatleri bir kenara bırakarak Yargıtay'ın 5-10 dakikada verdiğini bildikleri bir kararı hiç sorgulamadan kabullenmek, hukuka ve adalet anlayışına da uygun değildir. Nitekim böyle bir yaklaşımın ne kadar yanlış olacağını, Yargıtay Başkanları bizzat kendileri hatırlatarak, yargı görevlilerinin dikkatini bu konuya çekmektedirler. Ve bu hatalı kararlara karşı uyanık olmaları konusunda onları uyarmaktadırlar.

Bu hususun mutlaka göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

SONUÇ: Yargıtay 8. Ceza Dairesi, sadece avukat nezdinde alınmayan ve işkence altında zorla imzalatılmış olan geçersiz polis ifadelerini gerekçe göstererek yerel mahkemenin zamanaşımı kararını bozmuş bulunmaktadır. Bu durumda CMK 148/4'e göre avukat huzurunda alınmayan polis ifadelerinin geçersizliği Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından fark edilmemiştir. Burada hukuki bir hata yapılmıştır. Yargıtay'ın yoğun iş temposu nedeniyle hata yapabileceğinin, nitekim her yıl aldıkları kararların yarısından fazlasının hatalı olduğunun dikkate alınması gerekmektedir. Bu hususlar ışığında, BAV davası ile ilgili olarak Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından açıkça hatalı bir karar verildiği kabul edilmelidir.

Sedat Altan

Bilim Araştırma Vakfı Başkanı

KAMUOYUNUN DİKKATİNE BAV Davası'da Cumhuriyet Savcısının 1 Nisan 2008 Tarihli Esas Hakkındaki Beraat Mütalaası


Bİ­LİM ARAŞ­TIR­MA VAK­FI’NIN İS­TAN­BUL 2. AĞIR CE­ZA MAH­KE­ME­SİN­DE 2007/339 DOS­YA NO’SU İLE GÖ­RÜ­LEN DA­VA­SIN­DA CUM­HU­Rİ­YET SAV­CI­SI­NIN 1 Nİ­SAN 2008 TA­RİH­Lİ ESAS HAK­KIN­DA­Kİ BE­RA­AT MÜ­TA­LAA­SI

Sa­nık­lar hak­kın­da suç iş­le­mek için ör­güt kur­mak, bu ör­gü­tü yö­net­mek ve ör­güt adı­na fa­ali­yet­te bu­lun­mak suç­la­rın­dan ka­mu da­va­sı açıl­mış­tır.

27.03.2008 ta­rih­li cel­se­de za­man aşı­mı ya­kın ta­rih­te olan sa­nık­lar­la il­gi­li dos­ya­nın tef­ri­ki­ne, di­ğer sa­nık­lar yö­nün­den da­va­ya de­vam edil­me­si­ne ka­rar ve­ril­me­si şek­lin­de­ki ta­le­bi­min mah­ke­me­ce red­de­di­le­rek bü­tün sa­nık­lar hak­kın­da esas hak­kın­da mü­taa­la be­ya­nı is­te­nil­miş­tir.

Yar­gı­tay 8. Ce­za Da­ire­si’nin boz­ma ka­ra­rı aley­he olup, bir kı­sım sa­nık­la­rın (4 ki­şi boz­ma­ya kar­şı di­ye­cek­le­ri so­rul­ma­dan za­man aşı­mı ta­ri­hi ya­kın ol­ma­yan sa­nık­lar hak­kın­da da ka­rar ve­ril­me­si

CMUK.nun 326/2.mad­de­si­ne ay­kı­rı­lık teş­kil ede­cek­tir.

An­cak id­di­a ma­ka­mı ola­rak mev­cut de­lil du­ru­mu­na gö­re bü­tün sa­nık­lar­la il­gi­li esas hak­kın­da mü­taa­la be­yan et­mek du­ru­mun­da­yız.

Sa­nık­la­rın po­lis­te mü­da­fi­i ha­zır ol­ma­dan ver­dik­le­ri ve mah­ke­me­de bu ifa­de­nin iş­ken­ce al­tın­da alın­dı­ğın­dan ba­his­le ka­bul et­me­dik­le­ri ifa­de­le­rin­den baş­ka mah­ke­me­miz­ce top­la­nan de­lil­ler ara­sın­da sa­nIk­lar aley­hİ­ne de­lİl bu­lun­ma­mak­ta­dIr.

Mah­ke­me­ce 29.02.2008 ta­rih­li ara ka­ra­rı­nın 5. ben­din­de ya­sak usul­ler­le alı­nan ifa­de­ler de­lil ola­rak de­ğer­len­di­ri­le­me­ye­ce­ği, CMUK'nun 148. mad­de­de an­la­şıl­dı­ğın­dan hu­ku­ka ay­kı­rı ola­rak alın­dı­ğı id­di­a edi­len ifa­de ve de­lil­le­ri dos­ya­dan çı­kar­tıl­ma­sı şek­lin­de­ki ta­le­bin red­di­ne" ka­rar ve­ril­miş­tir.

CMK.nun 148/4.mad­de­si ge­re­ğin­ce po­lis­te alı­nan mü­da­fii­siz ifa­de­le­rin de­lil ola­rak de­ğer­len­di­ri­le­me­ye­ce­ği, böy­le­ce mah­ke­me­ce de ka­bul edil­miş­tir.

Sa­nık­lar hak­kın­da açı­lan ana da­va­dan tef­rik edi­len da­va­dan 5 sa­nık hak­kın­da id­di­a ma­ka­mı ola­rak 4616 sa­yı­lı ka­nun ge­re­ği da­va­nın ke­sin hük­me bağ­lan­ma­sı­nın er­te­len­me­si ta­lep edil­miş olup, mah­ke­me­ce bu 5 sa­nı­ğın şan­taj ve çe­te yö­ne­ti­ci­si üye­si ol­mak suç­la­rın­dan bu sa­nık­la­rın be­ra­at­le­ri­ne ka­rar ve­ril­miş ve bu ka­rar tem­yiz edil­mek­si­zin ke­sin­leş­miş­tir.

Bu du­rum­da sa­nık­lar­dan Ad­nan Ok­tar'ın suç iş­le­mek için ör­güt kur­mak ve di­ğer sa­nık­la­rın ör­gü­tün yö­ne­ti­ci­si ol­mak ve ör­güt adı­na fa­ali­yet­te bu­lun­mak suç­la­rı­nı iş­le­dik­le­ri sa­bit ol­ma­dı­ğın­dan CMK.nun 223/2e mad­de­si ge­re­ğin­ce bü­tün sa­nık­la­rın müs­net suç­lar­dan AY­RI AY­RI BE­RA­AT­LE­Rİ­NE ka­rar ve­ril­me­si ka­mu adı­na ta­lep ve mü­ta­laa olu­nur.

5271 sa­yı­lı Ce­za Mu­ha­ke­me­si Ka­nu­nu'nun 148. mad­de­si­nin 4. ben­di­ne gö­re:

“Mü­da­fi (avu­kat) ha­zır bu­lun­mak­sı­zın kol­luk­ça alı­nan ifa­de, hâ­kim ve­ya mah­ke­me hu­zu­run­da ŞÜP­HE­Lİ VE­YA SA­NIK TA­RA­FIN­DAN DOĞ­RU­LAN­MA­DIK­ÇA HÜK­ME ESAS ALI­NA­MAZ.”

Bi­lim Araş­tır­ma Vak­fı Da­va­sı'nın 29 Şu­bat 2008 ta­rih­li du­ruş­ma­sın­da, İs­tan­bul 2. Ağır Ce­za Mah­ke­me­si ver­di­ği 5 no'lu ara ka­ra­rın­da şöy­le be­lirt­miş­tir:

“Ya­sak usul­ler­le alı­nan ifa­de­le­rin de­lil ola­rak de­ğer­len­di­ri­le­me­ye­ce­ği CMK.nun 148. Mad­de­de an­la­şıl­dı­ğın­dan hu­ku­ka ay­kı­rı ola­rak alın­dı­ğı id­di­a edi­len ifa­de ve de­lil­le­rin…”

Cum­hu­ri­yet Sav­cı­sı'nın 1 Ni­san 2008 ta­rih­li esas hak­kın­da­ki Be­ra­at Mü­ta­la­asın­da şöy­le be­lir­til­miş­tir:

“Mah­ke­me­ce 29.02.2008 ta­rih­li ara ka­ra­rı­nın 5.ben­din­de ya­sak usul­ler­le alı­nan ifa­de­ler de­lil ola­rak de­ğer­len­di­ri­le­me­ye­ce­ği, CMUK'nun 148. mad­de­de an­la­şıl­dı­ğın­dan hu­ku­ka ay­kı­rı ola­rak alın­dı­ğı id­di­a edi­len ifa­de ve de­lil­le­ri dos­ya­dan çı­kar­tıl­ma­sı şek­lin­de­ki ta­le­bin red­di­ne" ka­rar ve­ril­miş­tir. CMK.nun 148/4. mad­de­si ge­re­ğin­ce po­lis­te alı­nan mü­da­fii­siz (avu­kat­sız) ifa­de­le­rin DE­LİL OLA­RAK DE­ĞER­LEN­Dİ­Rİ­LE­ME­YE­CE­Ğİ, böy­le­ce mah­ke­me­ce de ka­bul edil­miş­tir.

Bü­tün bun­la­ra rağ­men, kim, dev­le­tin ka­nu­nu­nu, ni­za­mı­nı ta­nı­ma­dan, dev­le­tin açık ka­nun­la­rı­na rağ­men, “Ha­yır ben ka­nun­la­rı din­le­mi­yo­rum, bu ifa­de­le­ri ge­çer­li sa­yı­yo­rum ve hük­me esas alı­yo­rum ” der­se, bu ki­şi ka­nun­suz­dur ve ka­nun ta­nı­maz­dır. Do­la­yı­sıy­la da sö­zü­ne iti­bar edil­mez.


Se­dat Al­tan

Bi­lim Araş­tır­ma Vak­fı Baş­ka­nı



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Yeni Bir Blog: GununKuranAyeti.blogspot.com

Bu blog sitemizin ana sayfasının üzerinde yer alan Günün Ayeti'nin alındığı yeni bir blog sitesi olan GununKuranAyeti.blogspot.com blog sitesini ziyaret etmeyi unutmayınız.


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Kuran'da Mehdi'nin Gelişine ve İslam Ahlakının Hakimiyetine İşaretler


Kuran’da Mehdi’nin Gelişine İşaretler

Hz. Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in çok sayıdaki hadisinde, ismiyle, vasıflarıyla, yardımcılarıyla, devrinin özellikleriyle ve yapacağı icraatlarla ayrıntılı olarak tarif edilmiştir. Peygamberimiz (sav)'in Hz. Mehdi hakkındaki tarifleri o kadar detaylı ve açıktır ki, Hz. Mehdi ortaya çıktığında kendisini görenler bu açıklamalardan hemen kendisini tanıyacaklardır.

Bir ayette, Kitap Ehli'nin Peygamber Efendimiz (sav)'i "çocuklarını tanır gibi tanıyacakları" bildirilmektedir:

Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi), çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri halde gerçeği gizlerler (Bakara Suresi, 146)


Bu ayet işari manada, Hz. Mehdi'nin tanınmasına da işaret etmektedir. Hz. Mehdi de ortaya çıktığında insanlar, Peygamberimiz (sav)'in tarifleri ışığında, onu çocuklarını tanır gibi tanıyacaklardır. (En doğrusunu Allah bilir)
Kuran’da Hz. Mehdi'nin gelişine işaret eden ayetlerden birinde, “Hz. Muhammed (sav)’den sonra gelecek bir elçi”den bahsedilmektedir.

Allah bu ayet ile, kendilerinden sonra gelecek olan bir elçiye iman etmeleri ve ona yardımda bulunmaları konusunda peygamberlerden kesin bir söz aldığını bildirmiştir:

Hani Allah peygamberlerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti. (Al-i İmran Suresi, 81)

Bu ayette bahsi geçen, kendilerinden söz alındığı bildirilen peygamberlerin isimleri ise, bir başka ayette şöyle açıklanmıştır:

Hani Biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan. Biz onlardan sapasağlam bir söz almıştık. (Ahzab Suresi, 7)

Ayette “Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa’dan”, ve “senden” ifadesiyle de “Hz. Muhammed (sav)’den” söz alındığı bildirilmektedir.


Ayetin bu açıklaması, “geleceği bildirilen bu elçinin Hz. Muhammed (sav) olmadığını ve bu kişinin Peygamberimiz (sav)’den sonra gelecek bir elçi olduğunu” göstermektedir (en doğrusunu Allah bilir). Allah'ın Hz. Muhammed (sav)’den sonra geleceğini haber verdiği bu elçi, Peygamberimiz (sav)'in de hadislerinde gelişini müjdelediği “Hz. Mehdi” olabilir (en doğrusunu Allah bilir).

Yukarıda açıklanan Ahzab Suresi’nin 7. ayetinde, Hz. İsa’dan da, geleceği müjdelenen elçiye yardım edeceği konusunda söz alındığının bildirilmiş olması, bu elçinin Hz. Mehdi olabileceği konusundaki kanaati güçlendirmektedir. Çünkü bilindiği gibi Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, ahir zamanda yeryüzüne tekrar gelecek olan Hz. İsa’nın, Hz. Mehdi’ye tabi olacağı ve ona destek olacağı bildirilmektedir.


Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)

Hz. İsa, kendisinden sonra gelecek olan bu elçinin adının “Ahmed” olacağını müjdelemiştir. Kuran’ın geneline bakıldığında, ayetlerde Peygamberimiz (sav)’den bahsedilen ayetlerde “Muhammed” isminin ya da sadece “peygamber” ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Kuran’ın hiçbir yerinde Peygamberimiz (sav) için “Ahmed” ismi kullanılmamıştır. Bu isim Kuran’da yalnızca tek bir yerde ve gelecek bir elçinin müjdelendiği bir ayette geçmektedir. Bu durum, ayette geçen “Ahmed” isminin, Peygamberimiz (sav)'in yanı sıra, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’ye de işaret ettiği kanaatini desteklemektedir (en doğrusunu Allah bilir).

Ayrıca önceki ayette olduğu gibi, bu elçinin ismine dair müjdeyi de yine Hz. İsa’nın veriyor olması da, bu yöndeki işari manayı kuvvetlendiren bir başka delil oluşturmaktadır.

Peygamberimiz (sav) de hadislerinde, Hz. Mehdi’nin ismi hakkında şu bilgileri vermiştir:

... Size ..., ismi AHMED, babasının ismi Abdullah olan Hz. Mehdi'yi reis kılmıştır. Ona katılınız. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 31)

... Ona katılın, O Mehdi'dir. İSMİ DE AHMED B. Abdullah'dır... (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyin El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, 8. baskı, s. 165)

Ebu Davud ile Tırmızi’nin İbni Mesut (RA) dan nakil ettiklerine göre, Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Onun ismi ismime, babasının ismi de babamın ismine muvafık (uygun) olacaktır... " (Kıyamet Alametleri, Genişletilmiş 9. baskı, s.159-160)

Mehdi’nin Gelişine Ve İslam Ahlakının Dünya Hakimiyetine İşaret Eden Bazı Ayetler

"Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele". (Saff Suresi, 13)

"Andolsun, biz Zikir’den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık." (Enbiya Suresi, 105)

"Allah içinizden iman edenlere ve salih amelde bulunanlara vaadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir..." (Nur Suresi, 55)

"Andolsun, gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır." (Saffat Suresi, 171-173)

"Allah, yazmıştır: "Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır." (Mücadele Suresi, 21)

"Allah'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir." (İbrahim Suresi, 47)

"Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile." (Saff Suresi, 9)

"Ki O, elçilerini hidayetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter." (Fetih Suresi, 28)

"Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur." (Tevbe Suresi, 33)


"Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır). Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti." (İbrahim Suresi, 14-15)

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman, Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr Suresi, 1-3)

"Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin. Ve Allah, sana 'üstün ve onurlu' bir zaferle yardım etsin." (Fetih Suresi, 1-3)

"... Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı." (Fetih Suresi, 27)

"... Bu yurdun sonu kimindir, inkar edenler pek yakında bileceklerdir." (Rad Suresi, 42)

"Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir." (Şuara Suresi, 227)

"Sonra biz, elçilerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız bizim üzerimize bir haktır." (Yunus Suresi, 103)

"De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)

"... Onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık." (Yunus Suresi, 13-14)

"Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz'afları) mirasçılar kıldık..." (Araf Suresi, 137)

"Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." (Tevbe suresi, 32)

"Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile." (Saff Suresi, 8)

"Ve sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve daha ayak basmadığınız bir yere mirasçı kıldı. Allah, her şeye güç yetirendir." (Ahzab Suresi, 27)

"De ki: "Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun. Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri kimlermiş ve doğru yola ulaşan kimlermiş, pek yakında öğreneceksiniz." (Taha Suresi, 135)

"Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır." (Zümer Suresi, 61)

"Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi, 18)

"Allah, suçlu-günahkarlar istemese de, hakkı (hak olarak) kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir." (Yunus Suresi, 82)

"Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." (Hac Suresi, 41)

"Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz." (Ali İmran Suresi, 139)


mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

KAMUOYUNA DUYURU: MASONLAR YARGIDAN ELİNİ ÇEKSİN

MASONLAR YARGIDAN ELİNİ ÇEKSİN!

Ma­son­luk, dün­ya­nın bir çok ül­ke­sin­de ol­du­ğu gi­bi ül­ke­miz­de de fa­ali­yet gös­te­ren son de­re­ce ka­ran­lık, giz­li ve et­ki­li bir güç oda­ğı­dır. Han­gi ül­ke­de ya­şar­sa ya­şa­sın, han­gi ırk­tan ya da din­den olur­sa ol­sun, her ma­son ay­nı fi­kir ve inanç­la­rı pay­la­şır. Çün­kü ma­son­luk ulu­sal de­ğil kü­re­sel bir teş­ki­lat­tır. Tür­ki­ye’de sa­de­ce ma­son­lar için ya­yın­lan­mak­ta olan Ma­son Der­gi­si’nin 81/4 sa­yı­sın­da ye­ra­lan “ma­son­luk ni­zam­la­rı her ma­son için tek reh­ber­dir" il­ke­si, ma­son­lu­ğun bu özel­li­ği­ni vurgulamaktadır. Gerçekten de örneğin bir Ame­ri­kan ma­son lo­ca­sı Al­man ya da Yu­nan bir ma­son lo­casının birebir aynısıdır. Dünyadaki locaların tamamı, ma­son­lu­ğun tek mer­kez­den alı­nan ka­rar­la­rı­nı uy­gu­la­ma­ya ko­yan şu­be­leri ma­hi­ye­tin­de­dir. Hiç­bir lo­ca mer­ke­zin onay ve ta­li­ma­tına uygun ol­ma­yan ka­rar­lar ala­maz, ilke ve pren­sip­ler or­ta­ya ko­ya­maz. Kı­sa­ca dün­ya üze­rin­de tek bir ma­son teş­ki­la­tı var­dır. Ül­ke­ler­de­ki ma­son lo­ca­la­rı da bu teş­ki­la­tın bi­rer üye­si­dir. Mer­kez­de alı­na­cak bir ka­rar dün­ya­da­ki tüm ma­son­la­rı bağ­lar.


Bir ma­son, ma­son­luk dı­şın­da hiç­bir ah­la­ki ve­ya hu­ku­ki pren­si­bi dik­ka­te al­maz. Ak­si­ni yap­tı­ğı tak­dir­de ma­son­lu­ğa iha­net etmiş sa­yı­lır. Do­la­yı­sıy­la bir yer­de ma­son var­sa ora­da ma­so­nik fel­se­fe­nin iz­le­ri gö­rü­le­cek­tir. Bir in­san hem ma­son­luk­ta de­re­ce alıp hem de baş­ka bir ha­yat fel­se­fe­si­ni uy­gu­la­ya­maz. İş çev­re­sin­de ve­ya yet­ki­li bu­lun­du­ğu ku­rum­da mut­la­ka ma­son­lu­ğun le­hi­ne fa­ali­yet yap­mak zo­run­da­dır.


Masonların devletin bazı kilit noktalarının ellerinde kalmasına büyük önem verdikleri bilinmektedir. Bu noktalara yapılacak atamalarda mason olmak ilk şart olmakta, bir masonun görevi sona erince onun yerine, “halef-birader sistemi” tabir edilen uygulama ile diğer bir mason gelmektedir.


Ma­son­lar en ki­lit nok­ta­lar­dan olan yar­gı­ya da sız­mış­lar­dır. Ma­son­lu­ğun yar­gı ka­de­me­le­rin­de ken­di­ni gös­ter­me­si son de­re­ce en­di­şe ve­ri­ci­dir. Bu sız­ma, do­ğal ola­rak ba­zı ka­rar­la­rın, ana­ya­sa­mıza, ka­nun­la­rı­mıza ve vic­da­ni il­ke­le­re gö­re ve­ril­me­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir. Çün­kü yu­ka­rı­da da izah et­ti­ği­miz gi­bi bir ma­so­nun tek ha­re­ket nok­ta­sı ma­so­nik pren­sip­ler­dir. Ma­son bir sav­cı ve­ya ma­son bir yar­gıç, ne ka­nun din­ler ne vic­dan. Ma­son­luk ne em­re­di­yor­sa onu ya­par. Ada­let­siz­lik, hak­sız­lık ve­ya hu­kuk­suz­luk bir ma­so­nu zer­re ka­dar il­gi­len­dir­mez.


Ata­türk’ün ka­pat­tır­dı­ğı an­cak vefatından son­ra tür­lü oyun­lar­la tek­rar fa­ali­ye­te baş­la­yan ma­son lo­ca­la­rı, Türk ada­let me­ka­niz­ma­la­rı­nı ça­lı­şa­maz du­ru­ma ge­tir­mek­te­dir. Lo­ca­lar­da kı­lıç­la­rın önün­de diz çö­ke­rek ye­min eden bir sav­cı ve­ya yar­gıç­tan ada­let bek­le­mek abes­le iş­ti­gal olur. Özel­lik­le ma­son­lu­ğun men­fa­at ve ide­al­le­ri­ni il­gi­len­di­ren ha­ya­ti ko­nu­lar­da ka­rarlar biz­zat lo­ca­lar­da şe­kil­len­mek­tedir.


Yar­gı­nın üze­rin­de ma­son et­ki­si ol­du­ğu sü­re­ce yar­gı­dan hal­kı­mı­zı tat­min edi­ci ka­rar­la­rın çık­ma­sı ola­sı­lı­ğı yok­tur. Türk va­ta­nı­nı ve Türk Mil­le­ti­ni se­ven bir kim­se­nin kö­kü dı­şar­da olan bir ör­gü­te des­tek ver­me­si müm­kün de­ğil­dir. Ya­nıl­gı ve yan­lış bil­gi­len­me so­nu­cu ma­son­lu­ğa gir­miş ve ken­di­ni ka­ran­lık bir gir­da­bın için­de bul­muş yar­gı men­sup­la­rı­na çağ­rı­mız va­kit ge­çir­me­den is­ti­fa et­me­le­ri ve ma­son­lu­ğun ken­di­le­ri­ni kul­lan­ma­la­rı­na izin ver­me­me­le­ri­dir. Ken­di ira­de­siy­le yar­gı­da­ki ma­ka­mı­nı terk et­me­yen­ler ise dev­le­ti­miz ta­ra­fın­dan az­le­dil­me­li­dir. Dev­let ve yar­gı me­ka­niz­ma­la­rı­na sız­mış ma­son­lar bir bir tes­bit edil­me­li, ayı­rım yap­mak­sı­zın ayık­lan­ma­lı­dır.


Ma­son­lu­ğun bu ül­ke­nin men­fa­ati­ne bir ör­güt ol­ma­dı­ğı­nı her­kes bil­mek­te­dir. Bu­nu bi­le bi­le bu ör­gü­te üye ol­mak cid­di bir ha­ta­dır. Bu kim­se­ler sap­tık­la­rı yo­lun hi­le, ya­lan ve ka­ran­lık­larla do­lu ol­du­ğu­nu an­la­ma­lı ve va­kit kay­bet­me­den ha­ta­la­rın­dan dön­me­li­dir­ler. Kü­çük men­fa­at­ler uğ­ru­na Tür­ki­ye üze­rin­de oyun­lar oy­na­yan bir ör­gü­te üye olan­lar bi­le­rek ve­ya bil­me­ye­rek bu ül­ke­ye cid­di za­rar ver­mek­te­dir­ler.


Bü­yük Ön­der Ata­türk ma­son­lu­ğu çok sert ifa­de­ler­le eleş­tir­miş ve ka­pa­tıl­ma em­ri­ni ver­miş­tir. Ma­son­lu­ğa ge­çit ver­me­mek bi­ze Ata­türk’ün bir mi­ra­sı­dır. Pek çok ko­nu­da Ata­türk’ün izin­de git­ti­ği­ni id­di­a eden­le­rin, onun ka­pat­tı­ğı bir ör­gü­tün var­lı­ğın­dan ra­hat­sız ol­ma­ma­sı çe­liş­ki­li bir du­rum­dur.


Ma­son­lu­ğun tas­fi­ye­si, Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’ni dün­ya mil­let­le­ri­nin gıp­ta ile iz­le­ye­ce­ği ör­nek ül­ke ha­li­ne ge­ti­re­cek ha­ya­ti bir atak ola­cak­tır. Bundan sonra ma­son lo­ca­la­rı­na üye olanlar devlet memurluğuna alınmamalıdır. Halen bu localara kayıtlı olanlar ise devlet memurluğundan çıkarılmalı, böylelikle ma­son­lar tas­fi­ye edil­me­li­dir. Polis kayıtlarında bulunan mason memurlar listesi ve gizli mason üyeler de açıklanmalıdır. Ayrıca Türk localarının İngiliz ve Fransız mason localarıyla yaptıkları kriptolu gizli görüşmelere ait dosyalara el konulmalıdır. Bunlar ya­pıl­ma­dı­ğı tak­dir­de ma­son­lu­ğun dev­le­ti­mi­zin bü­tü­nüne sız­ma­sı en ki­lit yer­le­ri tut­ma­sı iş­ten bi­le de­ğil­dir. İş iş­ten geç­me­den ko­nu­nun üze­ri­ne gi­dil­me­li, göz gö­re gö­re dev­le­ti­miz bey­nel­mi­lel ma­son­lu­ğa tes­lim edil­me­me­li­dir.


ÖNEMLİ BİR GERÇEK: YARGITAY DA HATA YAPABİLİR

Yargıtay'ın da hata yapabileceğinin önemli bir gerçek olduğunu, Yargıtay eski Başkanı Osman Arslan açıklamıştır. Osman Arslan, Yargıtay'ın iş yükünün ağırlığını hatırlatmış ve 2005 yılında Yargıtay’ın 518 bin 881 karar verdiğini belirtmiştir. Günde 2500 davayı karara bağlayan bir kurumun hata yapmamasının mümkün olmadığını dile getirmiştir:

Osman Arslan: YargItay da hata yapabİlİr. Bir yılda mesai yapılan gün 200 kabul edilirse, demek ki günde YargItay'dan 2 bİn 500'den fazla karar çIkIyor. Bu Şartlarda hİç hata yapIlmamasI mümkün mü?

(http://www.yargitay.gov.tr/content/view/134/64/)


Günde 2500 karar alan Yargıtay üyeleri, vakit darlığından ve iş yoğunluğu sebebiyle önlerine gelen onlarca klasörden oluşan dava dosyalarına en fazla 5-10 dakikalık bir vakit ayırabilmektedirler. Bu durumda da onlarca klasörden oluşan delil ve belgeleri inceleme fırsatı bulamadan davayı hükme bağlamak durumunda kalmaktadırlar. Yargıtay Başkanı Erarslan Özkaya hiçbir hukuk devletinde Yargıtay’ın bu kadar ağır iş yükü altında olmadığına dikkat çekmiştir.

Eraslan Özkaya, “Aşırı iş yükünün davaların sağlıklı İncelenmesini tehlikeye düşürdüğünü” açıkça dile getirmiştir.

(www.memurlar.net/ haber/6058/)

Nitekim yapılan istatistikler son derece önemli bazı gerçekleri ortaya koymaktadır:

... Yerel mahkemelerin kararlarının temyiz incelemesini yapan YargItay ceza daİrelerİ de yanlIŞ kararlarIn altIna İmza atIyor.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 2003'TE KENDİ DAİRELERİNDEN GELEN DAVALARIN YÜZDE 57'SİNİ BOZMUŞTUR.


(“Yargı İki Davada Bir 'Pardon' Diyor”, Zaman Gazetesi, 19 Mayıs 2005)


T.C. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 2004 yılı verilerine göre ise, YargItay Ceza Genel Kurulu, YargItay’In verdİĞİ kararlarIn % 61.7’sİnİ bozmuŞtur.


(www.adli-sicil.gov.tr/istatistik_2006/yargıtay/yargt4.htm)


Böyle bir durumda Yargıtay üyelerinin kararlarının kusursuz olacağını iddia etmek mümkün değildir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, kendi dairelerinin aldığı kararları, hatalı olduğu için bizzat kendisi bozmuştur. Ve bu hata oranının, % 61’lere varan çok yüksek bir rakam olduğu görülmektedir. Demek ki, “Yargıtay kayıtsız şartsız doğru söyler” diye bir kural yoktur. Aksine Yargıtay, gelen davaların yarısından fazlasında yanlış karar verebilmektedir. Yargıtay eski Başkanı Osman Arslan, “Ülkemizde de adli yargıda hatalar vardır. Nicelik ve nitelik ters orantılıdır. Nicelik artıkça nitelik artmaz, düşer.” demiştir. Arslan, “Bir hakimin günde 10 dosyaya baktığı zaman başarı sağlayacağını” söylemiş, “aksinde ise performansın düşeceğini ve hatalı kararlar alınabileceğini” belirtmiştir.

(www.yargitay.gov.tr/content/ view/139/64/)


Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk ise, “Afrika dahil, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki kadar işi olan bir Yargıtay yok” sözleriyle bu gerçeği dile getirmiştir.


Sayın Sami Selçuk’un bu konudaki çok önemli bir başka tespiti ise şöyledir:

Ama Türkiye'de ilk mahkeme yargıçlarına, Yargıtay yargıçları not veriyorlar. YargIçlar, savcIlar, İyİ not almak İçİn fakültede okuduklarInI bİr yana İtİyor. YargItay ne demİŞse ona göre karar verİyor. KİŞİlİĞİnİ, beyİnsel baĞImsIzlIĞInI yİtİrİyorlar. Gelişme de duruyor. Bu çok üzücü. BaŞka türlü yükselemİyor çünkü. Not sisteminin hemen bırakılması gerek.

(http://yenisafak.com.tr/roportaj/roportaj29.html)

Yerel mahkemelerin Yargıtay’dan bozularak dönen davalarda tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurarak hareket etmeleri gerekmektedir. “Yargıtay bir kararı bozduysa kesin doğrudur” diye düşünmeleri son derece hatalı olacaktır.

Özetle Yargıtay’ın 80-90 klasörlük davaları 10-15 dakikada neticeye bağlaması o kadar sıhhatli olmayabilir. Yargıtay’ın, bu kadar az bir zamanda davaları incelemesi hata payını çok yükseltmektedir. Örneğin bu kısıtlı zamanda “emniyet ifadelerinin avukat nezareti olmaksızın alındığı, sanıklara işkence ve şiddet uygulandığı dolayısıyla bu ifadelerin hukuki geçerliliği olamayacağı” gibi son derece önemli ayrıntılar gözden kaçabilmektedir.

Adeta hipnotize olmuşcasına, deliller ve araştırmalar ışığında daha önce edindikleri tüm kanaatleri bir kenara bırakarak Yargıtay’ın 5-10 dakikada verdiğini bildikleri bir kararı hiç sorgulamadan kabullenmek, hukuka ve adalet anlayışına da uygun değildir. Nitekim böyle bir yaklaşımın ne kadar yanlış olacağını, Yargıtay Başkanları bizzat kendileri hatırlatarak, yargı görevlilerinin dikkatini bu konuya çekmektedirler. Ve bu hatalı kararlara karşı uyanık olmaları konusunda onları uyarmaktadırlar.

Yargıtay’ın hatasını ortaya çıkarttıkları takdirde, Doç. Dr. Sami Selçuk’un belirttiği gibi, Yargıtay’ın gözünde olumsuz puan alacaklarını ve bu durumun terfi etmelerine olumsuz etki edeceğini düşünen hakimler, göz göre göre hukuktan ve adaletten taviz vermiş olacaklarını unutmamalıdırlar. Yargıtay’ın gözünde itibar elde etmek adına, onlarca masum insanın hayatını tehlikeye atmayı göze almamalıdırlar. Böyle yanlış temellere oturan bir yargı sisteminin bir gün kişilerin kendi karşılarına da çıkabileceği açık bir gerçektir. Yanlış inançlarla, yanlış telkinlerle süregelen bu hipnozun bozulması, hakimler, savcılar dahil tüm insanların faydasına olacaktır.


Bi­lim Araş­tır­ma Vak­fı Baş­ka­nı

Se­dat Al­tan



mesajkutusu.blogspot.com

Sitemiz kez ziyaret edilmiştir