TÜRK İSLAM BİRLİĞİ ANCAK TÜRKİYE'NİN LİDERLİĞİNDE OLUR

http://www.youtube.com/watch?v=HtunRjgCRcQ

Türk-İslam medeniyetinin, günümüzdeki temsilcisi, elbette ki Osmanlı İmparatorluğu'nun yegane mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti'dir.

Bu nedenle, dünyaya gerçek anlamda bir sevgi ve adalet getirecek bu büyük medeniyetin yükselişi için, Türkiye'nin liderliği gerekmektedir



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

22 Şubat 2008 Liverpool John Moores Üniversitesi

http://www.youtube.com/watch?v=ga9WaPg5eZU



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Şanlı Ordumuz

Tüm Dünyanın Hayranlık Duyduğu Türk Ordusu

Vatanına, özgürlüğüne ve şerefine büyük önem veren Türk Milleti'nin, milli varlığı ve istiklali uğruna gösteremeyeceği kudret, yapamayacağı fedakarlık yoktur. Fedakar Türk evlatlarının her kademesinde görev aldığı Türk Ordusu, geçmişte olduğu gibi günümüzde de tüm dünya tarafından örnek gösterilmektedir. Ordumuz, Türk ulusunun varlığının teminatıdır.

Büyük Önder Atatürk'ün, "Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız teminatıdır" (Atatürk'ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 131) ifadesiyle de dikkat çektiği gibi, Türk Ordusu varlığımızın güvencesidir. Şanlı Ordumuz, milli varlığımızı korumak için yüz binlerce şehit vermiş, tarihi şanlı zaferlerle dolu bir ordunun mirasçısıdır. Ve bu mukaddes ordu, Türk Milleti'nin sahip olduğu üstün seciyeyi büyük bir gurur ve liyakatle en güzel şekilde üzerinde taşımaktadır.

Şerefli Ordumuz yüksek karakterini tarihin her döneminde tüm dünyaya ispatlamıştır. Ordumuz bugüne kadar, hiçbir karşılık beklemeksizin memleketimizin ve milletimizin hayrını, güvenliğini ve bütünlüğünü gözetmiş; tüm kurumlarıyla Cumhuriyetimizin savunucusu olmuştur.^

Türk Ordusu, ülkemiz üzerinde sinsi emeller besleyen ülkelerin ve örgütlerin faaliyetlerini hep boşa çıkarmıştır. Bugün de yüksek karakteri ve üstün seciyesi ile tüm düşmanları üzerinde çok büyük bir caydırıcılık oluşturmaktadır. Ordumuz, topraklarımızı işgalcilerin elinden kahramanca kurtarmış, düşman ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir zaman Türk Ordusunu geçememiştir. Balkan Savaşları'nda, I. Dünya Savaşı'nda, Çanakkale'de, Süveyş'te, Kafkasya'da dünyanın en güçlü ordularıyla mücadele etmiştir. Kurtuluş Savaşı ise dünya milletlerine Türk'ün gücünü ve azmini göstermiştir. Ordumuz Anadolu'yu işgal eden Yunan ordusuyla savaşmış, Avrupa'nın yayılmacı güçlerini frenlemiş ve vatan topraklarımızı tek bir düşman bırakmamacasına savunmuştur.

Şanlı Ordumuzun caydırıcılığı, Türkiye Cumhuriyeti'ni 2. Dünya Savaşı'ndan korumuş, tüm Avrupa'yı işgal eden faşist lider Hitler'i ülkemizden uzak tutmuştur. Türk Ordusu, daha sonraki yıllarda da, Sovyet tehdidine karşı dimdik ayakta durmuş, Kore'de kahramanlık destanları yazarak tüm dünyanın gıptasına mazhar olmuş, Kıbrıs'ta gözüpekliğini ve kararlılığını tüm dünyaya göstermiş bir ordudur. 1980'lerin başından bu yana, Ordumuz ülkemizin bütünlüğüne kasteden teröre karşı en zor ve çetin mücadeleleri vermiş ve bu mücadeleden de başarıyla çıkmıştır. Terör örgütünün bir çözülme ve dağılma süreci yaşamasının en büyük nedeni, Ordumuzun ve kahraman askerlerimizin uzun yıllardır azimle sürdürdükleri mücadeledir.

Türk Ordusuna Yapılan Övgüler

Türklerin ön plana çıkmış meziyetlerinden biri doğuştan asker olmalarıdır. Türk askeri cesur, fedakar ve itaatkardır. Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin temeli düzenli bir askeri teşkilata dayanmıştır. Askerlik, Türklerde milli bir görev olmuştur. Türklerin mükemmel askeri kuruluşları ve değerli komutanları tüm dünyanın hayranlığını kazanmıştır. Arap düşünür Cahiz, "Türk'e karşı hiçbir şey duramaz. Hiçbir kimse onu, yutulacak bir lokma olarak kabul edemez" (Mehmet Özel, Vatan, Millet ve Bayrak Sevgisi, TC Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s. 419) diyerek Türk Ordularının üstünlüğüne işaret etmiştir. Kanuni devrinde 7 yıl boyunca (1555-1562) Avusturya sefiri olarak İstanbul'da bulunan Ogier Ghiselin de Busbecq, Türklerin askeri yönünden şöyle söz eder:

Türkler, sefer esnasında sabırlı, tahammüllü ve iktisatlı hareket ederler. Türk sistemini kendi sistemimizle mukayese edince istikbalin başımıza getireceği şeyleri düşünerek titriyorum. Bu ordu galip gelecek ve payidar olacak, biz ise mahvolacağız. Çünkü Türkler hiç sarsılmamış kuvvete sahip oldukları gibi, kendilerine has zafer itiyatları, meşakkatlere tahammül kabiliyeti, intizam, disiplin, kanaatkarlık ve uyanıklık var (Türk Ordusu ve Milli Savunma) .

Kurtuluş Savaşı'nda Gelibolu Yarımadası'nda kahraman Türk Ordusuna karşı savaşan İngiliz başkomutanı Hamilton ordumuz hakkında şöyle konuşmuştur:

"Çok mükemmel komuta edilen ve cesaretli dövüşen Türk Ordusuna karşı savaşıyoruz."

İngiliz General Townshend'in 27 Temmuz 1922 tarihinde şanlı ordumuz hakkında yaptığı bir yorum ise şöyledir:

Türk Ulusal Ordusu güçlü ve etkindir. İngiltere Hükümeti bunu kavrayabilmiş değildir. Yepyeni bir Türkiye doğmuştur. Bu da ingiltere'de henüz anlaşılmış değildir. Türk'ü Avrupa dışına, Anadolu'ya itmeye çalışmak, çılgınlıktır! (Vural Sözer, Atatürklü Günler, Barajans Yayınları, 1998. s. 214)

Verdiğimiz birkaç örnekten de anlaşılacağı gibi, ordumuz sadece milletimiz tarafından değil, yabancı siyasetçiler ve komutanlar tarafından da takdir edilmektedir.

Milletimizin Orduya Olan Sevgisi ve Güveni

Milletimiz askerliği kutsal bir görev saymış, asker ocağını "peygamber ocağı" olarak bilmiştir. Bu kutsiyet duygusu bugün de tüm canlılığıyla sürmektedir. Batılı ülkelerde askerlik para kazanmak için girilen bir "meslek" iken, Türk gençleri için seve seve yapılan bir "vatan hizmeti"dir. Bölücü terör örgütüne karşı yürütülen çetin mücadele, bu bilinçle kazanılmıştır.

Bu bilincin sürekli olarak ayakta tutulması ve yeni nesillere aynı coşkuyla aktarılması ise, devletimizin gücü ve bekası açısından son derece önemli bir meseledir. Bu gerçek göz önünde bulundurulursa, TSK ile devletin diğer kurumlarının arasını açmaya çalışan ve hatta sanki TSK'ni Türk milletinin değerlerinden uzakmış gibi göstermeye çalışan dış kaynaklı telkinlerin sinsi bir planın parçası olduğu anlaşılır. TSK, Türk Milleti'nin içinden çıkmış kahraman vatan evlatlarından oluşmaktadır ve Türk Milleti'nin değer, inanç ve ideallerinin hepsi TSK tarafından paylaşılmakta ve temsil edilmektedir.

Unutulmamalıdır ki, Türkiye, dünyanın çok sorunlu, istikrarsız ve kritik bir bölgesinde yer almaktadır. Bu bölgede bir ülkenin güvenli, istikrarlı, müreffeh ve baki olabilmesi için, büyük bir askeri güce sahip olması gerektiği aşikardır. Irak'taki savaş ve bu savaşla birlikte bir kez daha gündeme gelen Kuzey Irak meselesi, kahraman ordumuzun gücünün ve basiretinin ülkemizin en büyük güvencesi olduğunu bizlere bir kez daha hissettirmiştir.

On yıllardır tüm Ortadoğu'ya dehşet saçmış Saddam Hüseyin gibi saldırgan diktatörlere; Türkler ile Kürtler arasındaki tarihsel dostluk ve kardeşliği hiçe sayarak milletimize ve devletimize (ve Kuzey Iraklı Türkmenlere) koyu bir husumet besleyen bazı Kuzey Iraklı Kürt hareketlerine; bölge üzerinde emeller besleyen bu emeller uğruna Türkiye'nin milli menfaatlerini sarsabilecek büyük güçlere ve tüm diğer potansiyel tehditlere karşı en büyük güvencemiz, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. Milletimizin her ferdinin bu bilinç içinde ordumuza sahip çıkması, "asker millet" ruhunu yaşaması ve yaşatması gerekmektedir.

Ordumuz Kurtuluş Savaşında Destan Yazıyor

Her Türk evladı Kahraman Ordumuzun Kurtuluş Savaşı'nda verdiği mücadeleden haberdardır. Sayıca az olan ordumuz çektiği büyük sıkıntılara rağmen vatanını korumak için var gücüyle savaşmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda mücadele veren herkes ülke savunması için ölümü göze almış ve birçoğu da verdiği mücadelede şehit düşmüştür. Ama sonuçta zafer, bu yürekliliği gösteren Türk Milletinin ve Ordusunun olmuştur.

Günümüzden yaklaşık 90 yıl önce topraklarımız, onu parçalamak isteyen düşmanların işgali altındaydı. Bu düşmanlar, içten ve dıştan yürüttükleri sinsi faaliyetlerle ülkemizin yönetimini ele geçirmeye çalışıyorlardı. 1. Dünya Savaşı'nda birçok cephede savaşmış Türk halkı oldukça güç durumdaydı. Açlık ve hastalıkların her köşeyi sardığı yurdumuzda, bir Kurtuluş Savaşı vermek imkansız gibi gözüküyordu. Bu şartları gören ve ulusumuza son darbeyi vurmak isteyen düşman birlikleri hiç ummadıkları bir şekilde karşılık bulacaklardı. Sabırlı, tevekküllü, ümitvar, fedakar ve doğuştan asker Türk milletini gözardı eden düşman birlikleri, kendilerinden emin bir şekilde başladıkları işgal girişimlerini, canlarını kurtarmak için topraklarımızdan kaçarak sonlandıracaklardı. Büyük Önder Atatürk öncülüğünde sürdürülen Kurtuluş Mücadelesi, Türk Ordusunun büyüklüğünü dost düşman herkese gösterecekti.

1. İnönü Muharebesi

6 Ocak 1921'de Eskişehir ve Afyon'a ilerlemek üzere harekete geçen Yunan Ordusu, 9 Ocak 1921'de İnönü bölgesine ulaştı. 10 Ocak 1921'de Yunan Ordusunun taarruza geçmesiyle şiddetlenen savaş, ordumuzun büyük gayretiyle lehimize sonuçlandı. Düşman birlikleri, çok akılcı bir şekilde yönetilen ordumuz karşısında, bizden iki kat kuvvetli olmalarına rağmen büyük kayıplar verdiler. 11 Ocak 1921'de, çok yıpranan Yunanlılar daha fazla ilerleyemeyeceklerini anlayarak geri çekildiler. Bu savaş sonucunda Türk Ordusu kendisini önemsemeyen dış güçlere büyük bir ders verdi.

2. İnönü Muharebesi

Sevr anlaşmasını ne olursa olsun yürürlüğe koymak isteyen dış güçlerin etkisiyle, Yunan ordusu tekrar harekete geçti. 23 Mart 1921'de İnönü'ye ilerlemeye başlayan düşman birlikleri 31 Mart 1921 tarihinde geldikleri yöne geri dönmek zorunda kaldılar. Türk Ordusu Yunanlıları ağır bir yenilgiye uğrattı. Büyük bir zafer bekleyen düşman ülkeler askerlerimizin inançlı, gözüpek ve itaatli savunması karşısında, Türklerin vatanları ve özgürlükleri uğruna neler yapabileceklerini görmüş oldular.

Sakarya Meydan Muharebesi

İnönü Muharebelerinde ağır yenilgiler alan Yunanlılar toparlanarak 10 Temmuz 1921'de bir kez daha saldırı başlattılar. Bu saldırı öncekilerden daha etkili oldu. Yunan orduları bir hayli yol aldılar. İnönü Muharebelerinden sonra eksiklerini giderme fırsatı bulamayan ordumuz, Yunanlıların Eskişehir'e varmaları sonucunda güç toplamak için Sakarya'ya çekildi. Bu geri çekilme planı ordumuza toparlanma imkanı verdi. Mustafa Kemal Atatürk Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde Başkomutan unvanı alarak ordumuzun başına geçti. 23 Ağustos'ta savaş başladı. Bu savaşta da kahraman ordumuzun her bireyi varını yoğunu ortaya koydu. 22 gün süren savaşta düşman birlikleri Türk askerinin karşısında tutunamayarak bir kez daha yenildi. Sakarya'da elde edilen zafer, Türk Ordusunun başlatacağı büyük bir taarruzun habercisi gibiydi. Bu savaş sonrasında ülkedeki karamsar hava da iyice dağılmış oldu. Ordumuza olan inanç ülkenin her köşesini sardı ve büyük kutlamalar yapıldı. Büyük Önder Atatürk'e Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra Mareşallik rütbesi ve Gazilik unvanı verildi.

Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri

Muharebelerde elde edilen büyük zaferlerden sonra ordumuzda, mecliste ve halkta düşmanı topraklarımızdan tamamen defedecek bir taarruz beklentisi başlamıştı. Ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa taarruzda acele etmek istemiyordu ve gerekli hazırlıkların yapılmasını istiyordu. Gizlice sürdürülen taarruz hazırlıklarından sonra Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa Kocatepe'deki yerlerini aldılar. 26 Ağustos 1922'de Büyük Taarruz başlatıldı. Kahraman askerlerimiz büyük bir cesaretle düşmana saldırıp, süngüleriyle Tınaztepe'yi ele geçirdiler. Düşman Tınaztepe'den sonra, hızla mevzilerini ordumuza kaptırmaya başladı. 27 Ağustos'ta Afyon düşman işgalinden kurtarıldı. 30 Ağustos 1922'ye gelindiğinde ise, düşman Dumlupınar'da çok büyük bir darbe daha yedi. Düşman artık geri çekilmiyor, adeta arkasına bakmadan kaçıyordu. İmanlı, güçlü, itaatli ve vatansever Türk askeri, Atatürk'ün emriyle kaçan düşmanları bile kovaladı. 9 Eylül 1922'de Türk Ordusu İzmir'e girdi ve Kadife Kale'ye bayrağımız çekildi. Bu, kesin bir zaferdi. Savaş sonrasında 11 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Artık bu antlaşmada söz hakkı bizimdi. Antlaşmaya göre Yunanlılar topraklarımızı terketti. Şanlı ordumuzun zaferi sonucunda İngiliz Başbakanı Lloyd George amaçlarına ulaşamayarak istifa etti.

Atatürk'ün Ordumuz İçin Söylediği Sözler

Kurtuluş Savaşı Türk'ün üstün seciyesinin tüm açıklığıyla ortaya konduğu çok şerefli bir mücadele olmuştur. Atatürk de dünyanın en donanımlı ordularına karşı Milli Mücadele'yi başlatırken Türk Milleti'ne olan güvenini sık sık dile getirmiş ve Türk Ordusunu en büyük destekçisi olarak görmüştür. Atatürk'ün bu konuyla ilgili bir sözü şu şekildedir:

Ulusumuzun ve onun yönetimini üstlenmiş olan Büyük Millet Meclisi'nin, büyük savaşımda kesinlikle başarılı olacağına inanıyorum. Bu hususların sağlanması için etkin nedenler ve araçlar vardır. Burada yalnızca şunu belirtmek isterim; bu etmen ve nedenlerin başında en etkilisi, Ordumuzdur. Ordumuz, yaşam ve onur savaşında, ulusun ve ulusun amaçlarının tek dayanağıdır. Ordu kendisine düşen bu yüce görevinde, hakkıyla başarılı olabilmesi için, gereken niteliğin birincisi, demir gibi güvenliktir. Orduda güvenliğin tek oluşum aracı aydın, kahraman, özverili subaylardır. Bugün Ordumuzun subayları, saydığım niteliklere tamamen sahiptir. Fakat buna bir şey eklemek gerekir ki, bu içinde bulunduğumuz olağanüstü durumlar ve koşulların coşkularıyla, istekleriyle yetişecek olan genç subaylarımız, bize, gelecek için daha güçlü umutlar vereceklerdir. (Vural Sözer, Atatürklü Günler, Barajans Yayınları, İstanbul, 1998, s. 507)

Atatürk'ün büyük bir güven ve saygı duyduğu, milli egemenliği tek amaç edinmiş Türk Ordusu, kanının son damlasına kadar vatan toprakları uğrunda mücadele etme azmi göstermiştir. Güvene ve övgüye layık olan kahraman Türk Ordusu, büyük bir zaferle düşmandan arındırıp, kanlarıyla suladığı Türk toprağını yüce Türk Milleti'ne armağan etmiştir. Başkomutan Atatürk kahraman Türk Ordusunun büyük zaferini şu sözleriyle Türk halkına müjdelemiştir:

Büyük Türk Milleti, Ordularımızın kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmelliyetteydi. Millet orduları on dört gün içinde büyük bir düşman ordusunu yok etti. Dört yüz kilometre aralıksız bir takip yaptı. Anadolu'daki işgal edilmiş bütün topraklarımızı geri aldı. (Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, Atatürk Bir Çağ'ın Açılışı, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1984, s.384) (Detaylı bilgi için Harun Yahya, Asker Atatürk, İstanbul: Global Yayıncılık)

İç ve Dış Düşmanlar Ordumuz Tarafından Bertaraf Edilir

Türk Ulusu tarih boyunca pek çok tehditle karşı karşıya gelmiştir. Bu tehditlere en hızlı cevap disiplinli, güçlü, dinamik ve caydırıcı ordumuz tarafından verilmiştir. Günümüzde de değişen birşey yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri görevini her zaman en doğru biçimde yerine getirmektedir.

Türkiye'nin sahip olduğu güçlü Osmanlı mirası, stratejik konum, doğal zenginlikler, ülkemizi pek çok dış gücün hedefi haline getirmiştir ve getirmeye devam etmektedir. Bu gerçekler ise bizi dış politikada yeni bir açılıma zorlamaktadır.

Türkiye, dünyanın en hassas coğrafyasında yer alan bir ülkedir. Türkiye'nin üç ayrı dış politika yönü, yani Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya, on yıllardır süren çatışmaların ve önümüzdeki on yıllarda süreceği aşikar olan çıkar mücadelelerinin odak noktalarıdır. Sahip olduğu güçlü Osmanlı mirası, stratejik konum, doğal zenginlikler, Türkiye'yi pek çok dış gücün hedefi haline getirmiştir ve getirmeye devam etmektedir. Bu tehditlere karşı Türkiye'nin en büyük güvencesi ise, her zaman kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri olmuştur.

Geçmişe baktığımızda, kurulduğu günden bu yana Türkiye Cumhuriyeti'nin dış düşmanlar tarafından tehdit edildiğini ve her defasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kahramanca mücadelesi ve basiretli taktik ve stratejileri vesilesiyle bunları bertaraf ettiğini görebiliriz.

Örneğin;

  • Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, Türk ordusunun işgal altındaki yurdumuzu kurtarmasıyla mümkün olmuştur. Kazım Karabekir Paşa komutasındaki 15. Kolordunun Ermenilere karşı kazandığı zafer, ardından Batı cephesinde İsmet Paşa ve Mustafa Kemal Paşa'nın komutasındaki kahraman birliklerimizin zaferiyle perçinlenmiştir. Tüm dünyanın şaşkınlık ve hayranlığı içinde yurdu düşman işgalinden kurtaran Türk ordusu, pek az ülkede başarılabilen bir zafere imza atmıştır.

  • Milli Mücadele'nin ardından Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle birlikte, genç Türkiye Cumhuriyeti başka tehditlerin hedefi haline gelmiştir ve bu tehditlerin karşısında yurdumuzun en büyük güvencesi yine Türk ordusu olmuştur. Büyük Önder Atatürk'ün basiretli dış politikası Türkiye'yi Balkan Antantı ve Sadabad Paktı gibi önemli ittifaklar içine alarak korurken, giderek yükselen Faşist İtalya'nın yayılmacı siyasetine karşı, Türk ordusunun güçlü, disiplinli ve gözü pek karakteri önemli bir caydırıcılık üstlenmiştir. II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası'nın Yunanistan'ı işgal ederek Türkiye'nin yanı başına kadar gelmesi, ancak Türkiye'ye girmekten imtina etmesinde de, Türk ordusunun caydırıcılığının yine önemli bir rol üstlendiği inkar edilemez.

  • II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Türkiye'ye yönelik en büyük tehdit ise Sovyetler Birliği'dir. Tüm Doğu Avrupa'yı işgal eden Kızılordu'nun, Rusya'nın Türkiye üzerindeki tarihsel emelleri de hesaba katılırsa, Türkiye'yi işgal etmeyi de planladığı açıktır. Ancak buna cesaret edememişlerdir. Bunda, Türkiye'nin NATO'ya katılmasının rolü olsa da, Türk ordusunun caydırıcılığının da önemli bir pay taşıdığı açıktır. Amerika'nın müttefiklerine yaptığı yardım, Sovyetler'i Vietnam'da veya Kamboçya'da caydıramamış ve durduramamışken, Türkiye'deki caydırıcılığın sadece Amerikan desteğinden değil, asıl olarak Türkiye'nin gücünden kaynaklandığı açıktır. Bu gücün özü ve ifadesi ise kuşkusuz Türk Ordusu'dur.


Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin yaşadığı en önemli dış politika krizi ise Kıbrıs meselesidir. Kıbrıs'taki Türk soydaşlarımıza karşı fanatik Rumların yürüttüğü soykırım, ancak Türk Ordusu'nun 1974 yılında düzenlediği Kıbrıs Barış Harekatı ile son bulmuştur. Harekatı büyük bir başarı ile yürüterek kuşatma altındaki Türk bölgelerini kurtaran birliklerimiz, o günden bu yana da adada barış ve huzurun en büyük güvencesidir. 1974 öncesinde ada adeta bir kan gölüne dönmüş iken, o zamandan bu yana kan dökülmemiştir ve bunda en büyük pay, Türk Silahlı Kuvvetleri'nindir.

Türk ordusu, 1980 sonrası dönemde Türkiye'nin en büyük sorunu haline gelen bölücü terör örgütüne karşı verilen mücadeleyi de başarıyla yürütmüştür. Düzenli orduların, gerilla taktikleri kullanan terör örgütlerine karşı tam bir başarı sağlayamadıkları tüm dünyada bilinen genel bir olgudur. Oysaki Türk Silahlı Kuvvetleri bu kuralı bozmuş, olağanüstü derecede sabırlı, azimli, disiplinli ve fedakarane bir mücadele vererek dünyanın en organize ve en kanlı terör örgütlerinden biri olan ve arkasında pek çok dış destek bulunan PKK'yı çökertmiştir. Terör örgütünün liderinin yakalanması, TSK'nin örgütü askeri yönden yenilgiye uğratmasının sonucunda elde edilmiş bir neticedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri sadece askeri gücüyle değil, aynı zamanda Türkiye'nin stratejik meseleleri konusundaki birikimi ve çalışmaları ile de ülkemizin güvencesi olmaya devam etmektedir. Ordumuzun kurmay kadroları, Türkiye'nin tüm milli meselelerini dikkatle izlemekte, etüt etmekte ve bu meselelerde izlenmesi gereken politikalar konusunda sivil otoriteye yardımcı olmaktadır. Örneğin Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin KKTC'ye ve Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'a verdiği destekte, TSK'nin bu hassas konudaki isabetli analizlerinin ve öngörülerinin büyük rolü vardır.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin stratejik meseleleri konusunda sivil otoriteyle uyum içinde politikalar, halen ülkemiz için yol gösterici olmaya devam etmektedir. Bu politikaların isabetini gösteren son bir örnek, Irak'ta yaşanan savaş konusunda Türkiye'nin izlediği tutum olmuştur.

Ülkemiz üzerinde sinsi emeller besleyenlerin faaliyetlerini bugüne kadar hep boşa çıkarmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri, dün olduğu gibi bugün de pusuda bekleyen düşmanlarını fiili bir saldırıya girişmekten caydırmakta, kahramanlığı, vatanseverliği ve askeri dehasıyla tüm dünyanın hayranlığını kazanmaya devam etmektedir. Şanlı Türk ordusu bugüne kadar, hiçbir karşılık beklemeksizin memleketimizin ve milletimizin hayrını, güvenliğini ve bütünlüğünü gözetmiş; tüm kurumlarıyla Cumhuriyetimizin, laikliğin, hukukun ve demokrasinin savunucusu olmuştur. Her türlü siyasi tartışma ve çekişmenin üstünde yer alan mukaddes bir kurum olan Türk ordusu, Türk Milleti'nin sahip olduğu toprakları işgalcilerin elinden kurtarmış ve Cumhuriyet tarihi boyunca da bu toprakları her türlü iç ve dış düşmana karşı kahramanca müdafaa etmiştir.

Türk Ordusu Ahlaki Değerlere Önem Verir

Türklerin en çok tanınan özelliklerinden biri, güzel ahlaklı olmalarıdır. İslam dininden kaynaklanan bu özellik, Türklerin kurduğu ordulara da yansımaktadır. Türk Ordusu adaletli, hoşgörülü, merhametli, yardımsever, barış yanlısı ve sabırlı bireylerden oluşmaktadır. Güzel ahlak sahibi Türk Ordusu ayak bastığı heryerde sevgi ve saygı görür.

780-869 yılları arasında yaşamış Arap edibi ve düşünürü Cahiz'in Türkler'in Faziletleri isimli eseri Türkler'in karakteri hakkında yazılmış ilk kitaptır. Söz konusu eserde Türkler, düzeni seven, kabiliyetli, aynı zamanda da mütevazı insanlar olarak tanıtılmıştır. Cahiz, "Türk tek başına bütün bir cemiyet demektir" diyerek Türkler'in üstün niteliklerine işaret etmiştir. (İsmail Hami Danişmend, Eski Türk Seciyye ve Ahlakı, İstanbul Kitabevi Yay., İstanbul, 1982, s. 8) Aynı kitapta, Türkler'in at üzerinde geçirdikleri zamanın yerde ve uykuda geçirdikleri zamandan çok daha fazla olduğu; ok atma ve ata hakim olma yetenekleri belirtilmiştir. Bunların yanı sıra, diğer milletlerin meziyetleri sayılırken Türkler'in askerlikte en ileri seviyede olduklarına dikkat çekilmiştir. (Detaylı bilgi için Harun Yahya, Türkün Yüksek Seciyesi, İstanbul: Global Yayıncılık.)

Söz konusu kitapta Cahiz, Türkler hakkında övgü dolu ifadeler kullanmıştır:

"Savaş sanatı Türk'e bilgi, tecrübe, siyaset ve sair yüksek vasıflar kazandırmıştır. Türk daima sözünde durur ve hile bilmez. Türk Hakanı hileyi sadece savaşta da olsa yapmak zorunda kaldığını üzülerek belirtir ve iki yüzlü olanları daima en kötü insan sayar... Arap ordularını Türkler kadar titreten başka bir Millet yoktur. Türkler daima soylarıyla iftihar ederler, vatanlarına ve dillerine çok bağlıdırlar. Düşmanları esir alınca onlara iyilik ve ikram eder, alicenaplık gösterirler." (Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 67.)

Türk tarihinin anlatıldığı bir kaynakta, o çağlarda, İslam dünyasının Türkler'e yaklaşımı şöyle anlatılır:

"Araplar Maveraünnehir'e geldikleri zaman Türkler'in yüksek ahlaki meziyetlere, büyük bir idarecilik ve askerlik maharetine sahip olduklarını görmüşlerdi. Bunların şöhreti ta uzak İslam beldelerine kadar yayılıyor, herkes Türkler'den bahsediyordu. Müslümanlar arasında, Türkler İslamiyet'e girdikleri takdirde artık hiçbir gücün İslam'a karşı çıkamayacağı inancı doğmuştu. Nitekim birçokları vaktiyle Hazreti Muhammed'in Türkler'le ilgili övgülü ve müjdeli sözler söylediğini rivayet ediyor, hatta bazı Kuran ayetlerinde Türkler'in ima edildiği söyleniyordu." (Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 66)

Görüldüğü gibi, Türklerin güzel ahlak sahibi olmaları ve güzel ahlakı yücelten İslam dinini hiçbir zorlama olmadan kabul etmeleri, ordularımızı diğer birçok ulusun ordusundan farklı ve üstün kılar. Tarih boyunca ayak bastığı her yere adalet, hoşgörü ve yardım götüren Türk Orduları, birçok defa savaşmadan toprakları fethetme imkanı bulmuştur. Zorba yönetimler altında ezilen halklar, Türk Ordularını sevinçle karşılamışlar ve güzel ahlak sahibi bir ordunun, bu özelliği sayesinde ne kadar güçlü olabileceğinin delili olmuşlardır.

Türklerin, dolayısıyla şanlı ordumuzun ahlaki özellikleri birkaç başlık altında incelenebilir:

Hoşgörü

Tarihte hiçbir millete nasip olmayacak kadar uzun ömürlü devletler kuran Türk Milleti, idaresi altındaki çeşitli ırk ve dinden insanlara her zaman adil ve hoşgörülü davranmıştır. Osmanlı İmparatorluğu bunun güzel bir örneğidir; topraklarındaki çeşitli dinlere, dillere ve kültürlere sahip insanların inançlarına, geleneklerine müdahale edilmemiştir. Osmanlı sınırları içerisinde bulunan hiçbir bölge sömürge muamelesi görmemiş; ayırım yapılmaksızın her topluluğa kültür ve medeniyet götürülmüştür. Padişahlar ve yöneticiler bu uygulamanın takipçileri ve destekçileri olmuşlardır. Kuran-ı Kerim'de buyrulduğu gibi, "Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır..." (Bakara Suresi, 256) İnsanlar dinlerini, inançlarını ve ibadetlerini değiştirmeye zorlanamaz. Herkes kendi vicdanıyla karar verir. Kuran ahlakına olan bağlılığı, ordularımızın insanlara hoşgörüyle yaklaşmalarının ve bu vesileyle üstün yöneticiler olarak hükmetmelerine vesile olmuştur.

Adalet

Türkler, yaşamaktan şeref duydukları İslam ahlakının bir gereği olarak, kendi aleyhlerine olsa bile adaleti uygulamaktan vazgeçmemişlerdir. Ayetlerde bildirilen bu ahlak özelliği onların üstün adalet anlayışının da temelini oluşturmaktadır:

Ey iman edenler kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhinde dahi olsa Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva(tutku)larınıza uymayın... (Nisa Suresi, 135)

Mohaç Savaşı'nda Türkler'e esir düşen Bartholomeus Georgievic'in 1544 tarihli Türkler'in Gelenek ve Görenekleri isimli eserinde, Türkler'in sefer zamanında dahi adaleti gözettiklerine şöyle dikkat çekilmiştir:

"Savaş zamanında öyle sıkı bir disiplin vardır ki, hiçbir asker adaletsiz bir şey yapmaya cesaret edemez. Adaletsizlik yapan hiç acımaksızın cezalandırılır. Gözcüler ve düzen sağlayıcılar vardır... Geçip gidilen yolların kıyısındaki bağ ve bahçelerde sahiplerinin izni olmaksızın, bir elma bile koparılamaz." (Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi, Gündoğan Yay., Ankara, 1993, s. 164)

İyilikseverlik

İyilikseverlik, hayırseverlik gibi faziletler Türk ahlakının ayrılmaz parçalarıdır. Türk'ün insaniyeti, misafirperverliği, hayrat ve hasenatı asırlar boyunca dillere destan olmuştur. Türkler hiçbir karşılık beklemeden yaptıkları yardımlar nedeniyle, dost-düşman tüm dünya milletlerinin saygı ve takdirini kazanmıştır.

Konuyla ilgili olarak yabancı eserlerde şu övgü dolu ifadelere rastlarız:

"Hiçbir istisnası olmamak şartıyla bütün Türkler hayır severler; ne din farkına, ne de ihtiyaç sahiplerinin geçmiş fiil ve hareketlerine bakmaksızın bütün muhtaçlara yardım ederler. Çünkü onların nazarında herhangi bir şaki (eşkıya) hayat değiştirip mükemmel bir veli olabilir. İşte bundan dolayı Türk hayrat ve hasenatından hiçbir kimse mahrum edilmez." (Comte de Bonneval, Fransız general; Comte de Bonneval, Anecdotes venitiennes et Turques ou nouveaux memoires du Comte de Bonneval, s. 213.)

"Türkler'in nazarında hayrat ve hasenat imandandır... Türkler kadar kelimenin tam manasıyla insaniyetperver hiçbir millet bilmiyorum." (A. Ubicini, La Turquie Actuelle, Paris, 1855, s. 354.)

Zulmetmemek

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara Suresi, 190)

İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir. (Enam Suresi, 82)

Bakara Suresi'nin 190. ayetinde Allah savaşta aşırı gitmeyi yasaklamıştır. Esirlere işkence yapmak, masum insanları katletmek, kadınlara tecavüz etmek ve benzeri zalimlikler, bir Müslümanın asla yanaşmadığı ve yanaşmayacağı davranışlardır. Müslüman, imanını zulümle karıştırmaktan sakınır. Bu gerçeklerin farkında olan Müslüman Türk Orduları da girdikleri savaşlarda her zaman zulmetmekten kaçınmış, masum insanlara yumuşak ve saygılı yaklaşmıştır. Savaşta elde ettikleri esirleri aç susuz bırakmamışlar, "Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler" (İnsan Suresi, 8) ayetinde bildirildiği gibi, yemeklerini bile onlarla paylaşmışlardır.

Türk Ordusu Barışın Simgesidir

Geçmişten günümüze kadar Türk Ordularının en büyük özelliği, bir bölgedeki zulmü sona erdirmek ya da savunmak amacıyla savaşmaları olmuştur. Türk Ordusu ve insanı barış yanlısıdır. Barışı nasıl sağlayacağını ve koruyacağını çok iyi bilir.

Güzel ahlak sahibi Türk insanı mehametlidir. Kendisine yapılan iyiliği unutmaz ve daha güzeliyle karşılık verir. Hataları bağışlayıcıdır ve alçakgönüllüdür. Verdiği sözü tutar ve antlaşmalarını harfiyen yerine getirir. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak için çaba harcamaz. Çünkü dini, kültürü, örf ve adeti ona her türlü kötülükten uzak yaşamayı öğretir. Tüm bunlar onun barışçıl bir hayat sürmesine neden olur.

Örneğin, İslam kelimesi, Arapçada "barış" kelimesiyle aynı anlama gelir. Kuran ayetlerinde insanlar, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırılmaktadırlar. Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

"Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır." (Bakara Suresi, 208)

Din ahlakına önem veren Türk Ordusu tarih boyunca muhatap olduğu tüm olaylarda barış yanlısı bir tutum izlemiştir. Anlaşmazlıkları öncelikle diyalogla çözmeye çalışmıştır. Fethettiği tüm topraklara barış getirmiştir. (Detaylı bilgi için Bkz., Türkün Dünya Nizamı, Harun Yahya)

Türk Milleti'nin tarih boyunca kurduğu devletlerin sayısının 180'i bulduğu kabul edilir. Hatta pek çok tarihçi, araştırmalar derinleştirildikçe bu sayının daha da artabileceğini belirtmektedir. Bu devletlerden 16 tanesi ise dünya tarihinde etkili rol oynamış, çok güçlü devletlerdir. (Prof. Dr. Ramazan Özey, Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar, Tarih ve Düşünce, Ağustos 2000, s. 28)

Türk Milleti her biri diğerinden güçlü olan bu 16 devletle ve bu devletlerin yönetiminde gösterdiği üstün kabiliyetle tüm dünya milletlerine tarih boyunca örnek olmuştur. Bunun en önemli nedenlerinden biri ise hakimiyeti altında yaşayan farklı etnik kökene mensup toplulukları, her birinin dil ve din farklılıklarına saygı göstererek, barış, huzur ve güvenlik içerisinde, asırlar boyunca bir arada yaşatma becerisini göstermesidir. Aynı topraklar üzerinde hakimiyet kuran farklı devletler ise bu başarıyı sağlayamamış, söz konusu topraklarda bu kadar uzun süreli hakimiyetler yaşanmamıştır.

Avusturyalı Türkolog Anton Cornelers Schaendinger de Türklerin devlet ve ordu anlayışını ve bu anlayışın dünyanın pek çok yöresine getirdiği barış ve huzurun, başka hiçbir hükümdarlık döneminde sağlanamadığını şöyle dile getirmiştir:

İskender Doğu'ya ve Hint'e kadar yayıldı. Daraz Doğu'dan Batı'ya uzandı. Cengiz Han Avrupa ortalarına kadar at koşturdu. Lakin hiçbirisi Osmanlı Türkleri gibi diğer insanların kültür ve din hürriyetine saygı göstermediler. Osmanlılar harikulade bir nizam ve düzende asırlarca kendilerinden olmayan insanlarla barış içerisinde yaşadılar. Onun içindir ki, Avrupa'da dört asır boyunca kalabildiler. (Süleyman Kocabaş, Tarihte Adil Türk İdaresi, Vatan Yay., İst. 1994, s. 86)

Türk milletinin yetiştirdiği en büyük asker olan Atatürk de İslam ahlakının bu barışçı özelliğini rehber edinmiştir. Atatürk'ün siyasi doktrini, aynen Kuran-ı Kerim'de emredildiği gibi, gerektiğinde savunma amaçlı olarak savaşmak; ancak asıl olarak barış yanlısı olmaktır. Onun ünlü "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözü, bu konuda tarihe geçmiş bir slogandır. Atatürk, bir konuşmasında da şöyle demiştir:

"Cumhuriyet'in dış siyasette özenle güttüğü amaç, uluslararası barışı korumak ve güven içinde yaşamaktır. Komşularımızla dostluk ve iyi geçinme yolunda her gün biraz daha ilerlemekteyiz." (Atatürk'ün SD, I, 1935, s. 361 (Fethi Naci, s. 93)

Atatürk gerek siyasi gerekse askeri kararlarında barıştan yana olmuştu. Kumandanlığını üstlendiği orduları barış için harekete geçirmiştir. Vatanına ve dünyaya barış getirmek için savaşmıştır. Onun mirası olan Türkiye Cumhuriyeti'nin Silahlı Kuvvetleri de Büyük Önder Atatürk'ün yolunda ilerlemektedir. Her zaman barışı arzu etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin web sitesinde bölge barışına yaklaşım şu şekilde aktarılmaktadır:

Son yirmi beş yılda dünyadaki gelişmeler paralelinde, soğuk savaş döneminde Türkiye'ye yönelik büyük çaplı bir taarruzi tehditte azalma olsa da, diğer taraftan Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar'da istikrarsızlık ve belirsizlikler su yüzüne çıkmıştır. Bu doğrultuda gelişen şartların gereği olarak TSK güvenlik için yeni yaklaşımlar geliştirmek durumunda kalmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke güvenliğinin bölgedeki istikrarın sağlanmasına, muhafazasına ve artırılmasına doğrudan bağlı olduğunun bilincindedir. Bu yaklaşımdan hareketle TSK giderek daha fazla artan oranla askeri eğitim işbirliği, barış için ortaklık programı, çok uluslu barış gücü teşkili faaliyetlerine önem vermeye ve barışı destekleme harekatına daha fazla katkı sağlamaya başlamıştır.

Türkiye stratejik konumu, önemi ve sorumluluklarının farkında olarak bölgede Atatürk'ün gösterdiği "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesi doğrultusunda birçok uluslar arası oluşuma katılımda bulunmak ve/veya liderlik etmek suretiyle gerginliklerin azaltılmasına ve krizlerin çözülmesine aktif katkıda bulunma kararlılığındadır.

Sonuç

Şanlı Ordumuz dünyada kendine haklı bir nam edinmiştir. Adaletli, hoşgörülü, yardımsever, barışçı ve kuvvetli ordumuz her karışık bölgede bulunması istenen bir güçtür. Tüm özgürlüklerin bekçisidir.

Büyük devletler kurmuş Türk Milletinin ordusu da kendisi gibi büyük olmuştur. Her bireyinin kalbinde taşıdığı vatan ve millet sevgisi, Allah korkusu ve özgürlük isteği, elindeki savaş teçhizatı kısıtlı olduğu zamanlarda bile, ordumuzun gücünü olduğundan çok daha üst seviyelere taşımıştır. Bugün Türk ordusu, gerek eğitim, gerek donanım, gerekse güç olarak dünyanın en önde gelen ordularındandır. Komutanlarımız, son derece iyi yetişmiş, kültürlü, aydın, yüksek karakterli örnek askerlerdir. Her biri çok iyi bir komutan olmanın yanı sıra, iyi bir stratejist, iyi bir eğitimci, iyi bir siyaset bilimci, kısacası Atatürk örneğinde en güzel biçimde tecelli ettiği üzere, iyi birer devlet adamıdır.

Türk askeri girdiği savaşta yaralansa bile savaşmaya devam etmiş ve kanının son damlasına kadar vatanını ve milletini savunmuştur. Hatta kendi vatanıyla ilgisi olmayan topraklarda dahi barış ve huzur getirmek için şehit düşmüştür. Türk devletlerinin tarih boyunca her türlü iç ve dış düşmana rağmen ayakta kalabilmesinin en büyük sebeplerinden biri, böylesine yürekli hareket eden bir orduya sahip olmasıdır.

http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/3001

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

21 Şubat 2008 Sheffield Üniversitesi

http://youtube.com/watch?v=yzDefLXF1cg



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

İman Etmeyen İnsanlar Büyük Bir Kayıp İçerisindedirler

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar arasında birbirinden farklı çok çeşitli insan karakterleri, ahlak özellikleri, kişilik yapıları, hayata bakış açıları ve alışkanlıklar söz konusudur. Ancak bunlar arasında olumlu ve dengeli özelliklere sahip, mutlu ve huzurlu bir hayat yaşayan bir model yoktur. Çünkü tüm bu karakterler, kişilik yapıları ve ahlak özellileri din dışı bir sistemden türemiştir. Allah (cc) insanları, ancak din ahlakını yaşadıklarında ve iman ettiklerinde mutlu olacakları şekilde yaratmıştır. Kuran'da belirtilen bu ahlak modeli dışında binlerce yaşam şekli, binlerce karakter yapısı daha türetilse, hepsi yine aynı sonucu verecek; sıkıntı, karmaşa ve huzursuzluk getirecektir. Allah (cc) din ahlakından uzak insanların bu durumunu Kuran'da verdiği bir örnekle şöyle açıklamıştır:^

"İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır.

Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.

Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle'; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.

Çakan şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerlerine karanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi, işitmelerini de görmelerini de gideriverirdi. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.

Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız." (Bakara Suresi 16-21)

Allah (cc)'ın verdiği bu örnek iman etmeyen insanların neden kayıptan kurtulamadıklarını çok güzel açıklamaktadır. Bu kimseler "hidayet" yani "iman etme" imkanı varken, "sapıklığı" dolayısıyla "imansızlığı" tercih etmişlerdir. Belirli dünyevi hesaplar üzerine yaptıkları bu seçim onlara bir fayda sağlamamış, hidayeti, mutluluğu ve aradıkları hiçbir şeyi bulamamışlardır.

Aksine bu seçimleri onları gerçeklere ve doğrulara karşı sağırlaştırmış, dilsizleştirmiş ve körleştirmiştir. Bu nedenle de kayıp içerisinde oldukları halde bu sistemlerinden geri dönemezler.

Allah (cc) onların durumunu bir şimşek örneğiyle tarif etmiştir; şimşek her çaktığında etraf bir an için aydınlanır, böylece biraz yol alır fakat hemen ardından yine karanlığa gömülüp oldukları yerde kalakalırlar. İşte iman etmeyen insanlar bu çok kısa, bir anlık yol almalarına aldanır ve bununla idare edebileceklerini sanırlar. Halbuki kurtuluş ancak ayette de bildirildiği gibi Allah (cc)'a dönmek, O'na kulluk etmek ve O'nun istediği şekilde yaşamakla mümkündür.

http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/9528

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

İstanbul Namaz Vakitleri

Namaz vakitlerini bulmak için diyanetin diyanet.gov.tr bulmak sitesine bakabilirsiniz. Ya da bu sitenin sağında yer alan yere bakabilirsiniz. Bulunduğunuz şehri bulmak için ayarlardan düzeltebilirsiniz.

Yeni Bir Site: Psikolojik Savaş Yöntemleri




Bilim Araştırma Vakfı ve Sayın Adnan Oktar’a karşı yıllardır kesintisiz devam eden bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Belirli bir çevre tarafından yürütülen bu savaş, Sayın Adnan Oktar’ın materyalizm ve Darwinizm’e karşı mücadelesini hazmedememekten, gerçek ve doğruları ortaya çıkarmasını kabullenememekten kaynaklanan aciz bir yöntemdir. Sahte fikirleri insanlara psikolojik yöntemlerle inandırmaya çalışmak, gerçekleri ise aynı şekilde insanlardan gizlemeye çalışmak, doğru, dürüst ve samimi bir yaklaşımın değil, sahte ve taraflı bir yaklaşımın göstergesidir. Nitekim, onlarca yıl boyunca Sayın Adnan Oktar’a ve BAV camiasına karşı yürütülen karalama kampanyaları da bu psikolojik savaşın en önemli örneklerindendir.

Bu psikolojik savaşı yürüten çevrelerin etkisi ve yönlendirilmesi ile Sayın Adnan Oktar’a karşı şimdiye kadar bir çok komplo kurulmuş, bir çok iftira atılmış ve pek çok karalama kampanyası başlatılmıştır. Bu çevreler Sayın Adnan Oktar hakkında verilen herhangi bir mahkeme kararını büyük puntolarla ve olumsuz ifadelerle manşetlere taşıtmış, ancak Sayın Adnan Oktar’ın, hakkındaki onca komploya rağmen bütün bu iddialardan mahkemeler yoluyla beraat alarak aklanması ile ilgili haberleri kamuoyundan gizlemişlerdir. İnsanlar, bu art niyetli yöntemin etkisi ile uzun bir zaman boyunca Sayın Oktar’a karşı yöneltilen suçlamalar nedeniyle açılan mahkemelerin sürmekte olduğunu zannetmişlerdir. Söz konusu suçlamaların birer iftira olduğu delillerle kanıtlandığı ve Sayın Adnan Oktar’ın tüm bunlardan aklanarak beraat ettiği gerçeği toplumdan uzun zaman gizlenmeye çalışılmıştır. Çünkü bu tür bir psikolojik savaşta kullanılan ana yöntemlerden biri, insanlara yalnızca söz konusu suçlamaların yer aldığı mahkeme haberlerinin bilgisinin verilmesi, bu suçlamaların geçersizliğine dair herhangi bir bilginin ise insanlara duyurulmamasıdır.

Bu psikolojik savaşı sürdüren kesim, Sayın Adnan Oktar hakkında 1986 yılında itibaren uygulanan tüm komploların da destekçisi konumundadır. (yazının devamı>>>)

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

ÖNEMLİ BİR HATIRLATMA

İnsanlar arasında Kuran’da bildirilen güzel ahlak, saygı, sevgi, dostluk, yardımlaşma yaşanmazsa, din ahlakının yaşanmamasının getirdiği manevi belalar topluma hakim olur. Allah sevgisinin ve Allah korkusunun yaşanmadığı bir toplumda insanlar birbirlerine saygı, sevgi, şefkat, merhamet göstermezler. Aksine insanlar kendi menfaatlerini elde etmenin peşinde olur ve diğer insanları önemsemezler. Nitekim günümüzde din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda, insani değerlerin azalmaya başladığı açıkça görülmektedir. Yolda hasta olan bir kişiyi görünce yardım edilmemesi, iş yerinde insanların birbirine güler yüz göstermemesi, hoş vakit geçirmek için biraraya gelinen ortamlarda dahi insanların asık yüzlü olması, hoş sohbet olmaması, sıcak insani bir ilişki kurulamaması, bir dostuyla karşılaşan kişinin dostane bir tavır içinde olmaması, insanların birbirine tahammülsüz olmaları, durgun ve mutsuz bir ruh halinde yaşamaları bu durumun örneklerindendir. İnsani hiçbir değeri göz önünde bulundurmadan sadece işini halletmeyi düşünen, menfaatlerini tatmin etmeyi hedefleyen insanların kendilerini geliştirmeleri, ahlaklarını güzelleştirmeleri de mümkün olmamaktadır. Ancak insanların büyük bir bölümü bu mutsuzluklarının neden kaynaklandığını merak dahi etmezler. Bu da söz konusu insanların gereği gibi düşünmediklerinin, ezbere hareket etmelerinin göstergesidir. Bu şuur kapanıklığı hali, insanların her türlü olumsuz telkine de açık olmalarına sebep olmaktadır. Çoğu kişi maruz kaldığı telkinin doğru olup olmadığını dahi düşünmeden kabul etmektedir.

Yakın zamana kadar Darwinizm'in geniş kitleler tarafından, hiçbir itiraz görmeden kabul edilmesinin nedeni de aslında budur. Hiçbir bilimsel delile dayanmamasına, çok açık mantık çöküntülerine sahip dayanaksız bir teori olmasına rağmen Darwinizm, bir kısım inançlı insanlar tarafından dahi neredeyse reddedilemez bir teori olarak görülmüştür. Materyalizm ve ateizme karşı neredeyse hiçbir fikri mücadele yapılmamış, en baştan yenilgi kabul edilmiştir. Oysa bilimsel, akılcı ve kararlı bir fikri mücadeleyle, Darwinizm'in yenilgiye uğratılması kaçınılmazdır. Nitekim, Harun Yahya’nın son 20 yıldır yaptığı kararlı fikri mücadelesi neticesinde Darwinizm yerle bir olmuştur.

Söz konusu şuur kapanıklığı halinin ortadan kalkması, insanların şevkli, heyecanlı, yumuşak huylu, dost canlısı, cana yakın, hoş sohbet, fedakar, vefakar olması ise ancak din ahlakının yaşanmasıyla mümkündür. Kuran ahlakının yaşandığı ortamlarda keskin bir vicdan ve şuur açıklığı vardır. Allah'a gönülden iman eden, Allah'tan gereği gibi korkan, Allah'ı çok seven ve Rabbimiz'e içli bir saygı duyan kimselere, Allah güzel bir ahlak ve huzurlu bir yaşam nasip eder.
mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Fransa’da Yaşanan İdeolojik Deprem EVRİMCİLERİN ‘Yaratılış Atlası’ PANİĞİ

Sayın Adnan Oktar'ın "Yaratılış Atlası" isimli eseri, Türkçe ve İngilizcesinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra, Fransızca olarak da yayınlandı ve Fransa'da büyük etki meydana getirdi. Bu değerli eserin Fransa’nın en tanınmış simalarına ve tüm eğitim merkezlerine ulaştırılması, bugüne kadar kendi birçok sapkın felsefe ve fikirlerinin karşısında hiçbir görüşü önemsemeyen ve tehlike olarak görmeyen Fransızlarda, büyük bir şaşkınlığa ve adeta kültür şokuna neden oldu.

Toplam 5600 sayfa ve yaklaşık 11.000 resimden meydana gelen 7 ciltlik Yaratılış Atlası’nın birinci cildinin Fransa’da oluşturduğu etki, Türk ve dünya basınında geniş yer buldu.

Evrim teorisinin geçersizliğini ispatlayan bulguların başında fosil kayıtları gelmektedir. Fosil kayıtlarında canlıların on milyonlarca yıl değişmeden yapılarını korudukları görülür. Sayın Adnan Oktar’ın “Yaratılış Atlası” isimli eserinde, bu fosillerin ne olduğu, nasıl oluştuğu, nerelerden ve ne şekilde çıkarıldığı gibi bilgilerin yanı sıra, "Biz evrim geçirmedik, yaratıldık" diyen milyonlarca yıllık fosillerin bazı örnekleri de yakından tanıtılmaktadır. Birbirinden kaliteli fotoğraflar içeren bu dev eser, görünümündeki ihtişam ve etkileyiciliğin yanında, Allah'ın üstün yaratışının delillerini sunan ve evrim teorisinin geçersizliğini anlatan bilimsel içeriğiyle de dikkat çekiyor. Bu muhteşem eserin çok sayıda örneğinin, Fransa'da birçok ünlü politikacı, bürokrat, akademisyen, sanatçı, bilim adamı ve diğer önde gelen kişilere tanıtım amacıyla ücretsiz olarak gönderilmesi, Fransa’nın, Darwin’in teorisine körü körüne sahip çıkan bir kesiminde, kendi ifadeleri ile "ideolojik bir deprem" etkisi meydana getirdi.

Fransa’nın en büyük gazete ve dergileri “Yaratılış Atlası”na dehşet dolu ifadelerle yer verdiler. Le Figaro, L’Express, Le Monde ve La Croix gibi Fransa’nın önde gelen yayınlarında konu “deprem”, “hücum”, “bomba etkisi” gibi dehşet ve panik ifade eden başlıklarla yer aldı. Tüm bu gelişmeler kitabın Fransa’da meydana getirdiği etkiyi ortaya koymaktadır. Çünkü bu kitabın özelliği, Darwinizm’i “hiçbir açık bırakmayacak şekilde” yok etmesi ve cevap verilemez nitelikte olmasıdır.

‘Yaratılış Atlası’nın Dünyanın Önde Gelen Yayınlarındaki Yankıları

Washington Post Gazetesi, 5 Şubat 2007
Darwinizm Terörizme Neden Olur mu?

Son iki hafta içerisinde Fransa’daki binlerce okula gizemli bir biçimde çok şık bir biçimde resimlendirilmiş ve Darwinizm’e saldıran bir Türk kitabı postayla yollanmaya başladı. Yaratılışçılık Atlası adındaki 768 sayfalık, büyük ciltli kitap sadece Charles Darwin’in evrim teorisinin kandırmacalarını ortaya dökmekle kalmıyor, aynı zamanda terörizmin gerçek kaynağı olarak lanse ediyor... Atlas, ateizm ve materyalizm ile olan bağlantılarından dolayı ırkçılıktan Naziliğe, komünizmden terörizme hemen hemen her şeyin nedeni olarak “güçlü olanın hayatta kalması” kavramını gösteriyor.

Yapılan araştırmalar, Darwinizm'in Türkiye'de her geçen gün etkisinin kırıldığını göstermektedir. 1980'lerin başında, Türkiye'de evrime inanmayanların oranı %30-40'lar civarındayken, 2006'da yapılan uluslararası bir anket, halkımızın %75'inin evrim teorisine inanmadığını ortaya koymuştur.

L’express Gazetesi, 2 Şubat 2007
Okullarda Bir Türk Yaratılışçı Atlas

Fransa’da yayınlanan en önemli dergilerden biri olan L’Express’in 2 Şubat 2007 tarihli sayısında Yaratılış Atlası hakkında bir haber yer aldı. Haberde Fransa’daki bazı kamu kuruluşlarına ve bilim adamlarına gönderilen atlasın oldukça dikkat çekici, renkli, çocukları dahi etkileyebilecek bir eser olduğu belirtiliyor.

Evrim Teorisi , sahte kafatasları, sahte ara fosiller ve sayısız spekülasyonla ayakta tutulmaya çalışılan, ancak yolunun sonuna gelmiş olan bilim dışı bir iddiadır.

Le Figaro Dergisi, 2 Şubat 2007

“Son bir hafta içinde Fransa’da çoğu üniversite, lise ve kolej, "Yaratılış Atlası" başlıklı, Darwinizm ve evrim resimleriyle dolu, 770 sayfayı aşkın bir kitap aldı. Bir Türk olan Harun Yahya (Gerçek adı Adnan Oktar) tarafından yazılan kitap şunların altını çiziyor:

“Evrimcilerin sahtekarlıkları, aldatıcı açıklamaları” ve özellikle de “Darwinizm ile faşizm ve komünizm gibi kanlı ideolojilerin arasındaki gizli bağlar.” Yazar ayrıca, “türlerin hiçbir zaman değişmediğini” belirtmek için iki yüzyıldır tüm dünyada bulunan çok fazla sayıda fosile güveniyor.

Evrim teorisinin okullarda okutulması, sayısız medya kuruluşu tarafından evrimci iddiaların spekülasyonlarının yapılması, evrimci bilim adamlarından taraftar toplanması, yalnızca geçici bir durumdur. Yüce Allah, "Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir..." (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle bildirdiği gibi, batıl olan her inancı ortadan kaldıracaktır.

…Yazar fosillerle günümüz örneklerinin birbirlerine benzediklerini göstermek için muhteşem balık, sırtlan, karınca, deniz yıldızı resimlerinin yanına onlarca milyon yıldan daha yaşlı hayvan ve bitki resimlerini koyuyor. Ve böylece şunu göstermek istiyor: “ canlılar evrim geçirmediler, yaratıldılar.”

Le Monde Gazetesi, 3 Şubat 2007

“Benzersiz bir eser geçtiğimiz haftalarda binlerce nüsha dağıtıldı. Okullara, üniversitelere ve eğitsel arşivleme merkezlerine dağıtılan bu eserin adı Yaratılış Atlası 1. cilt. Büyük formatta ve bolca resimlendirilmiş 800 sayfadan oluşmakta ve Harun Yahya imzası taşımaktadır.

Türkiye’de yazılan ve basılan bu kitabın sonuç bölümü açık: “Yaratılış bir gerçektir” ve “evrim bir sahtekarlıktır.”

(...) Harun Yahya, Hıristiyan yaratılışçıların aksine, dünyanın 4,6 milyar yaşında olduğunu kabul ediyor. Ama o evrimin olmadığını, yaratılışın bir gerçek olduğunu belirtmek için fosillerin güncel türler ile olan benzerliği üzerinde duruyor. Yazar, temel mantığını Kuran üzerine kuruyor ve şöyle sonuçlandırıyor: “Her nereye dönersek dönelim, Allah’ın yüzü oradadır.”

(...) Yazarın Fahri Başkanı olduğu Bilim Araştırma Vakfı (BAV), 2001 yılında Science dergisi tarafından, “Birleşik Devletler dışında en etkili evrim karşıtı hareketlerden biri” olarak nitelendirilmişti.”

Le Monde Gazetesinde Yayınlanan Röportaj, 8 Şubat 2007
Yaratılış Tezler Türkiye'de Zemin Kazanıyor

Le Monde gazetesinde yer alan bir diğer haberde Harun Yahya’nın eserlerini yayınlayan Global Yayıncılık yetkilileriyle yapılan röportaja da yer veriliyor:

“İstanbul’un popüler bir semtindeki Global Yayınevi’nin tertemiz büroları faaliyetleri hakkında çok açık bir bilgi veriyor. Toplantı masasının başucunda büyük, resimli kırmızı bir kitap bulunuyor. Bu kitap, Ocak ayının sonlarında Fransız medyasına, okullarına ve üniversitelerine gönderilen, Harun Yahya imzalı, gösterişli “Yaratılış Atlası”.

2001 yılında kurulan Global Yayınevi 92 kişi istihdam ediyor ve sadece “çok sayıda eser vermiş olan” Harun Yahya’nın (kitaplar, filmler ve internet sitelerinden oluşan) eserlerini yayınlıyor.

... 50 yaşındaki (gerçek ismi Adnan Oktar olan) Harun Yahya 20 yıldır yaratılış ve din üzerinde kitaplar yayınlayan bir yazar.

... 2006’da, Darwin’in yanıldığını ispatlayan fosiller sadece İstanbul’da 350 kez sergilendi. Çocuklar için hazırlanan kitaplar da ücretsiz olarak dağıtıldı. Yaratılışçılık, yavaş yavaş Türkiye’de yerleşiyor.

Ortadoğu Üniversitesi’nden Aykut Kence “Onların tezleri 1985 yılından itibaren okul kitaplarında görünüyor. Bu zamanlarda ilk okullarda evrim fikrine rastlamak bile imkansız. Son on yıl içinde yetişen öğretim görevlilerinin pek çoğu yaratılışçılığa “döndü”ler. Bilimler Akademisinin yaptığı araştırmaya göre ülkedeki lise öğrencilerinin % 75’i evrim teorisine inanmıyorlar.”

La Liberation Gazetesi, 6 Şubat 2007

Fransa’nın en önemli gazetelerinden La Liberation’da 6 Şubat 2007 tarihinde “Yüzlerce liseye Yaratılışçı Türk Yazarın Kitabı Yollandı” başlıklı bir haber yer aldı. Haberde şu ifadeler yer alıyordu:

“Yaratılış Atlası fosil ve hayvan resimlerini destek alarak, 19. yy da Darwin yandaşlarının savunduğunun aksine insanın hiçbir değişim geçirmeden kaldığını ispat etmeye çalışıyor. Yazar ve editor Harun Yahya internet sitesinde birçok dile çevrilmiş eserlerine yer veriyor ve görüşünü desteklemek amacıyla Kuran'dan alıntılar yapıyor. Harun Yahya Türkiye'de Yaratılışçılığın en büyük savunucusu (şampiyonu) olarak tanınıyor…”

La Croix Gazetesi, 4 Şubat 2007

La Croix isimli, Fransa’da yayınlanan bir diğer önemli gazetede de Yaratılış Atlası’nın Fransa’da bir tartışma başlattığını konu alan bir haber yer aldı. Haberde Yaratılış Atlasında yer alan fosillerden de bir örnek verildi. 280 milyon yıllık bir kurbağa fosili ile canlı bir örneği kıyaslayarak, Atlas’tan “Canlılar yaratıldıklarından bu yana değişmemiş, evrim geçirmemişlerdir” şeklinde bir alıntı yapıldı.

Science Dergisi, 16 Şubat 2007
“Yaratılış Atlası” Science Dergisinde

Evrim yanlısı yayınlarıyla tanınan Science dergisinin 16 Şubat 2007 tarihli sayısında Harun Yahya müstear ismiyle eserlerini yayınlayan sayın Adnan Oktar’ın Yaratılış Atlası’nın etkilerinden bahseden “İnanç ve Bilim” başlıklı bir haber yer aldı. Haberde özetle şu ifadeler yer alıyordu:

Uzun zamandır evrime yapılan “en göz kamaştırıcı görünümlü saldırı”: Bu, son haftalarda kendilerine Yaratılış Atlası gönderilen Avrupalı bilim adamlarının ortak görüşü.

Lüks baskı, 768 sayfalık büyük ciltli kitap, 9/11 de dahil olmak üzere birçok kötülüğün kaynağı olarak Darwinizm’i gösteren Türk yazar Harun Yahya tarafından kaleme alınmış. Yayıncı, binlerce olmasa da kitabın yüzlerce nüshasını Batı Avrupa’daki en az dört ülkedeki araştırmacıya göndermiş.

Yüzlerce nüshası özellikle okul ve kütüphane müdürlerine gönderilen Fransa’da kitap pek çok kişiyi rahatsız etti.

Harun Yahya, 1997 yılından beri İslami Yaratılışçılık konusunda çalışmalar yapan Bilim Araştırma Vakfının (BAV) başkanı Adnan Oktar’ın müstear ismi. (Science, 18 Mayıs 2001, s.1286).

Yahya, Dünya’nın milyarlarca yıllık bir yaşa sahip olduğunu kabul etmekle birlikte, canlıların evrimsel bir süreç sonucunda oluştuğu düşüncesini reddediyor. Yedi ciltlik “Yaratılış Atlası”nın ilk cildinde 500’den fazla sayfa günümüzde yaşayan canlılarla tıpa tıp aynı olan fosillerin resimlerine ayrılmış. Yahya bu fosillerin evrim teorisini çürüttüğünü söylüyor.

Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesinden biyolog Aykut Kence “Türkiye’de BAV’ın yaratılışçılığı yayma konusunda oldukça başarılı olduğunu” belirtiyor. Son yapılan bir araştırmaya göre ortaokul biyoloji öğretmenlerinin yüzde ellisinden fazlasının “evrim konusunda şüphede” olduklarını söylüyor Kence.

Harun Yahya’nın kitapları ayrıca Arapça, Urduca ve İslam ülkelerinde konuşulan diğer dillere de çevrildi.

Sorulara e-posta ile verdiği cevapta, Yahya’nın sözcüsü Fransa’nın “Nazilerin zamanında olduğu gibi kitapları toplatıp yakabileceklerini… Ancak Darwinizm’in çöküşünün getirilen yasaklamalarla önlenemeyeceğini” belirtiyor. ( Science, Vol. 315. no. 5814, p. 925 )

Fransız televizyon kanalı TF1’in internet sitesi, 2 Şubat 2007
‘Yaratılış Atlası’ Televizyon Kanallarında da İlgi Gördü

Fransa’da yayın yapan TF1 Isimli televizyon kanalının internet sitesinde 2 Şubat 2007 tarihinde “Yaratılışçı Müslüman bir Kitap Liselere Yayıldı” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde Le Figaro dergisinde yer alan habere yer verildi.

“Yaratılış Atlası”nın Çeşitli İnternet Sitelerindeki Yankıları

Darwinist Panik

Eğitim kurumlarımıza, Darwinizm’i reddeden, 770 sayfalık zengince resimlendirilmiş, ‘Yaratılış Atlası’ isimli kitaptan yüksek miktarda gönderildi. Kitap, birçok eserin sahibi Harun Yahya (Adnan Oktar’ın müstear ismi) adında bir Türk tarafından hazırlanmış…

Darwin, 1 Numaralı Terörist

Parlak ve kaygan kağıda, çok sayıda resimle zenginleştirilmiş, lüks baskılı, üstelik postayla elinize ulaştırılan böylesine güzel bir kitap almak her zaman nasip olmaz. Genellikle bu tarz bir hediyenin sahibi olan alıcılar konuyu fazla kurcalamazlar. Ama bu defa durum farklı. Harun Yahya (gerçek adı Adnan Oktar) tarafından yazılmış olan kolej, lise ve üniversite öğrencilerinin faydalanmasına uygun 700 sayfalık "Yaratılış Atlası" eksiksiz bir dille Darwinizm ve evrim teorisini reddediyor. Darwin'in fikirleri ile totaliterizm, terörizm arasında bağ kuruyor...

Harun Yahya ve Darwinizm

Le Nouvel Observateur dergisinin internet sitesinde Harun Yahya’nın çalışmalarıyla ilgili çeşitli yorumlara yer verildi. Bu yorumlardan bir tanesinde özetle şu ifadeler yer alıyor:

İslam’ı tanımayan gayri Müslümanlar için ve aynı şekilde İslam hakkında bilgilerini derinleştirmek isteyen fransızca konuşan Müslümanlar için Harun Yahya çok güzel bir referans. Çünkü yazıları ve internet sitesinde ücretsiz olarak temin edilen kitapları (www.harunyahya.com) çok içten metinler. Kitapları yaklaşık kırk dile çevrilmiş.

Kuran’ı çok kolay anlamaya izin veren 3 küçük kitabı okumak çok iyi olur: “İslam’ı Tanımak”, “Temel Kavramlar” ve “Kavimlerin Helakı”
Harun Yahya’yı okumak aynı zamanda onun nasıl Darwinizm’i çürüttüğünü bilmeyi sağlıyor. O, Le Nouvel Observateur’ün makalesinde dendiği gibi bilime dayanıyor.

Harun Yahya’yı okumak ve Kuran’ı anlamak çok fazla kafa karışıklığını engelleyebilir.

… Harun Yahya’yı okuyun ve kendi fikrinizi oluşturun. Hayran kalacağınıza eminim. Ve bu büyük bir tabuyu kırmanıza da izin verecektir: Evrim teorisini sorgulamak!

* Sombreval yayınevinin internet sitesinde de Harun Yahya’nın önemli eseri Yaratılış Atlası’nın Fransa’da oluşturduğu büyük etkiye yer verildi ve Le Figaro’da yer alan haberden çeşitli alıntılar yapıldı.

* Bir Fransız siyasi partinin sitesinde, 3 Şubat 2007 tarihinde yer alan haberde Harun Yahya’nın Yaratılış Atlası isimli eseri hakkında şu bilgilere yer veriliyor:

İslam dünyasında yaratılışçılık, dindarlığın yükselmesiyle aynı zamanda, 80’li yıllarda doğdu... Yaratılışçılığın en aktif tebliğcisi ise “uluslararası Harun Yahya yayınları” dolayısıyla, kesin olarak Harun Yahya’dır.

TÜRK BASININDAN ‘YARATILIŞ ATLASI’ ÖVGÜLERİ

KİTAPLARIN HÜNKARI

Hiç böylesini görmemiştim… Kargo getirince tek kitap olduğuna bir türlü inanamadım.
Hiç görmediğim bir kitap…
Tarttım kitabın ağırlığı tam 7 kilogram…
7 yaşındaki çocuk yerinden kaldıramaz… Sözünü ettiğim ve hakkında tanıtım yazısı yazdığım kitabın adı: YARATILIŞ ATLASI… Yazarı ise Harun Yahya… Namı diğer Adnan Oktar Hoca…
Reklam sayfaları hariç 764 sayfa… Değme kitaplığa zor sığar…
Konusu mu?

Sevgili okurlar YARATILIŞ ATLASI, Darwin’ci güruhun evrimci cahillerini sinirlendirecek bir kitap…
Görürlerse, içini açıp bakarlarsa, hele bir de ne dendiğini anlarlarsa, mutlaka cin çarpmışa dönerler…
Peki inanır mı evrimci güruh?
İşte orasına hiç ihtimal vermiyorum…

Allah’ı inkar yolu yaratılışı inkarla başlar… Yaratan yoksa (Yüce Allah’ı tenzih ederiz.) din olur mu? Böyle cahil dinsizlerde hiç akıl bulunur mu?

İnançlarının çürütüldüğüne kani olmuşlar ki Milli Eğitim Bakanlığı’ndan “evrim teorisi”ni (safsatasını) okullarda daha çok, daha geniş tafsilatlarla (ayrıntılarla) zorla kabul ettirmek istiyorlar.

YARATILIŞ ATLASI, cühela takımına 10 bin yıllık, 100 bin yıllık, 1 milyon, 5 milyar, 500 milyar yıl önce yaşamış canlıların ayan-beyan fosillerini ve bugünkü cinsleriyle karşılaştırmalarını gösteriyor.

Ellerine, dillerine, imanlarına, ihlaslarına sağlık…
Eh ne yapalım, evrimci güruh temelli sinirlenecekmiş bu kitabı okurlarsa…
Doğrudur kitapta hiçbir açık bırakılmamış…
Duydunuz mu bilmiyorum sergisini de açmışlardı…
… Unutmadan hemen söyleyeyim… Bu kitap henüz birinci cildidir… Mutlaka arkasından ikinci cildi gelecek…

Kuzey ve Güney Amerika’da, Avrupa’da, Afrika’da ve Ortadoğu’da, Çin, Avustralya ve Yeni Zelanda’da bulunan fosillerin resimleri ile günümüzde hayatiyetini devam ettiren canlı varlıklar, ağaçlar hiçbir değişime uğramadan gördüğümüz şekilde var…
Evrim diye bir saçmalık yoktur, olamaz…
Tebrik ediyorum Harun Yahya’yı ve çalışma arkadaşlarını…

İnanmayanı kitabı tedarik etmeye davet ediyorum…
Canlı gibi gözüken çam kozalağını, çınar yapraklarını, balıkları, denizyıldızlarını, kertenkeleleri, midyeleri, kırkayakları, arıları, çeşitli hububatı, yılanı, kuşları görmenizde fayda var.
Ben at fosiline, jaguar fosiline ve kartal fosiline hayran kaldım.

Milyon yıl önce de şimdikine benziyorlar.
Maymun fosili de var kitapta. Zerre-i miktarda değişime uğramamış…
Gitti evrim safsatası, geldi Yaratılış Atlası…
Herkese tavsiyem, bu hazine eserden kütüphanelerine almalarıdır… İnsanlar için önemlidir…
Abdurrahim Karakoç / Vakit Gazetesi

EVRİM ZORBALIĞI

Bir kısım ateistler evrim teorisi konusunda dehşetli bir terör fırtınası estiriyor. Hatta bir valiyi, ildeki bir kütüphaneye EVRİM TEORİSİNİ ÇÜRÜTEN BİR KİTAP (Yaratılış Atlası) aldırdığı için medyatik lince tabi tuttular.

Evrim teorisi konusunda şu gerçekler bilinmelidir:

- … Allah’a iman eden kimsenin evrim teorisine inanması mümkün değildir.
- Evrim teorisini mutlak bir doğru olarak göstermek, büyük bir sahtekarlıktır.
- Evrim teorisinin doğru olduğuna iman etmeye çağırmak, işte bu ayrı şeydir ve kimsenin böyle bir zorbalık yapmaya hakkı yoktur.
Evrimcilerin cesaretleri varsa, buyursunlar bir televizyon kanalında ilmi bir açık oturuma katılsınlar.
Evet, cesaretleri var mıdır?
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete 06 Şubat 2007

FRANSA'DA EVRİM TEORİSİ ŞAŞKINLIĞI

Adnan Oktar’ın “Harun Yahya” imzası ile yayınladığı ve evrim teorisine karşı yaratılış gerçeğinin savunulduğu “Yaratılış Atlası” kitabının, Fransa’da birçok üniversite, kolej ve liseye gönderilmesi Paris’i şaşkına çevirdi. “Evrim teorisi”ni terörizmin kaynağı olarak gösteren kitap, bir haftadır bütün okullarda bulunuyor.
Yeni Şafak / 03 Şubat 2007

FRANSA VE YARATILIŞ ATLASI

Harun Yahya, Türk İslamcı araştırmacı Adnan Oktar’ın müstear ismi… Harun Yahya, hacimli bir kitap hazırladı. Yaratılış Atlası adlı kitap geçen ay Türkiye’de çıktı.

Fransa’da Deprem Etkisi Meydana Getiren
Dev Eser

Evrim teorisini yalanlayan yüzlerce fosile yer verilen ve 28x38 cm.'lik dev ebadı, baskı kalitesi ve tekniği ile dünyada tek olan 764 sayfalık “Yaratılış Atlası”nda, teorinin çöküşü hakkında en doyurucu bilgileri bulabilirsiniz. Eser, kapağındaki orijinal hologram görüntülerle, parlak kuşe kağıdıyla, toplam 1500’ü aşkın renkli resim, fotoğraf ve belgeyle benzersiz bir görünüme sahip. Ayrıca “Evrimin Fosillere Yenilişi” isimli VCD belgesel bu dev eser ile birlikte...

Darwincilik Terörü Kökleştirdi

Kitap, masumların öldürülmesini haram kılan İslam’ı savunuyor. Allah’ın müminlere rahmet ve şefkati emrettiğini ifade ediyor ve Darwinciliği, komünizm ve Marksizm gibi terörü kökleştiren teoriler arasına koyuyor.

Yaratılış Atlası Fransa’ya birkaç gün önce ulaştı ve orada dünya ayağa kalktı.

… Yaratılış Atlası kitabında yer alan bilimsel gerçeklerin ayrıntılarına, sosyo-siyaset bilimiyle bağlantısına ve bu gerçeklere dayanarak terör olgusunun açıklanmasına girmek istemiyorum; ancak Fransa’da bilimsel bir kitaba yönelik bu “korkuya” ve “faşizme, Nazizme ve teröre temel oluşturmuş” bir teorinin nasıl savunulduğuna işaret etmek niyetindeyim.
Vakit Gazetesi / Mısır’da Yayımlanan El Mısriyyun Gazetesinden Alıntı – 5 Şubat 2007

YARATILIŞ ATLASI'NA VALİ EMRİ

Binlerce üst düzey bürokrata gönderilen "Yaratılış Atlası"ndan Kırklareli Valisi Hüseyin Avni Coş'a da gönderildi.

… Vali Hüseyin Avni Coş tarafından 25 Eylül 2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a gönderilen "Sayın Bakanım" diye başlayan mektupta, "Harun Yahya mahlaslı yazar tarafından yazılan 'Yaratılış Atlası' isimli kitabın ciddi bir çalışma görüntüsü verdiği, halk kütüphanesine konulmasının faydalı olacağı” belirtildi.

Şimdi kütüphanede:

İlk defa Adnan Oktar'ın bir kitabı Kırklareli valiliği İl Yayın İnceleme Komisyonu kararıyla Halk Kütüphanesine bağış kitap olarak alındı…
Vali, Oktar'ın kitabını Halk Kütüphanesine niçin aldıkları konusunda ise şunları söyledi:

"Kitap çok profesyonelce hazırlanmış, bilimsel bir kitap gibi geldi bana. O yüzden kütüphanede bulunmasının faydalı olabileceğini düşündüm. Yaratılışla ilgili bilimsel bir kitaptır. Bir teoriyi desteklemek için yazılmış ciddi bir kitap izlenimi verdi.”

Materyalizmin Çöküş Müjdesi

Sayın Adnan Oktar’ın “Yaratılış Atlası” adlı benzersiz eserinin, Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen gazete-televizyon yayınlarında ve internet sitelerinde bu denli büyük bir yankı uyandırması bu dev eserin ulaştığı her noktadaki güçlü etkisini gözler önüne sermektedir.
Yaratılış Gerçeği’yle ilk kez bu kadar “net” ve “itiraz edilemez” şekilde karşılaşan Fransa’da yaşanan bu panik havası, gerçekte materyalizmin -uzun zamandır örtbas edilmeye çalışılan- resmi çöküşünü müjdelemektedir. Allah’ın izniyle 21. yüzyıl insanlığın altın çağı olacak, din ahlakına karşı olan tüm akımlar, inananlar tarafından fikren bertaraf edilecektir.

“De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Türk Milleti'ni Kandırmaya Yönelik Evrimci Faaliyetler Zavallıca Çabalardan İbarettir: Yeter Artık! Bu Kadar Yalana Kimse İnanmaz

Bu ilanın wordunu ya da pdf dosyalarını harunyahya.net sitesinden indirebilirsiniz. Ayrıca ilanın büyük halini görmek için ilanın üstüne tıklayabilir ya da farklı kaydet diyerek bilgisayarınıza indirebilirsiniz.

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Evrimcilerin klasik yöntemi "hayali veya sahte deliller üretmek"tir. Geçmişte yaşamış ve soyları tükenmiş olan bir maymun türü veya bir balık veya bir kuş türü evrim delili olarak kamuoyuna sunulur.

"Atamız tarla faresi", "Atamız mikrop", "Kayıp halka tamamlandı" benzeri haberler tamamen uydurmadır. Son aylarda basında yer alan ve evrime delil olduğu iddia edilen fosiller yeni birer evrimci aldatmacasından ibarettir.

Evrimcilerin delil diye öne sürdükleri fosiller ciddi incelemelere tabi tutulduklarında, bunların evrimle hiçbir ilgilerinin olmadığı hemen anlaşılmaktadır. Defalarca tekrarlanan bu duruma rağmen evrimciler pişkinliği elden bırakmamaktadır.^

Evrimcilerin, iddialarını desteklemek için bulmaları gereken "ara fosillerdir". Yani bulunacak fosiller eksik, yarım, işlevini tam göremeyen organlara sahip olan canlılara ait olmalıdır. Oysa -son bulunan fosiller de dahil olmak üzere- tüm fosiller, eksiksiz ve kusursuz canlılara aittir. Bugüne kadar bulunmuş olan 100 milyona yakın fosilin tamamı Yaratılış Gerçeğini göstermekte, içlerinde bir tane bile evrimcilerin hayallerini besleyecek fosil bulunmamaktadır.

Evrimcilerin sansasyonel şekilde gündeme getirdikleri her yeni sözde delil, kısa zaman içinde geçersizliği anlaşılarak örtbas edilmektedir. Ancak evrimciler, foyaları meydana çıkar çıkmaz bu sefer başka bir fosili delil gibi sunmakta, bu sonu gelmez bir döngü olarak sürüp gitmektedir.

Evrimcilere tavsiyemiz artık inadı bırakmaları, zorlama izahları, bilim dışı senaryoları, sahte deliller imal etmeyi terk etmeleri ve evrim teorisinin çöktüğünü kabul etmeleridir.

Dinsiz olmayı modernlik zanneden, aşağılık kompleksi içinde olan, yarı cahil, saplantılı, sabit fikirli insanlar, dünyadaki bilimsel gelişmelerden habersiz eski katılıklarını sürdürmektedirler.

Komünizm, faşizm, materyalizm, masonizm ve bunları doğuran Darwinizm çoktan çöktüğü halde; cahil, kapalı, eğitimsiz, kitaptan, bilgiden korkan bir kısım insanlar birbirlerini teselli etmeye çalışarak batıl, ölü fikirlerini inatla ayakta tutmaya çalışmaktadırlar.

Son Zamanlarda Evrimcilerce Gündeme Getirilen Fosiller, Gerçekte Evrim Teorisini Yalanlamaktadır

Son aylarda basında yer alan ve evrime delil olduğu iddia edilen fosiller yeni birer evrimci aldatmacasından ibarettir.

Bunlardan Tiktaalik roseae ve Gogonasus isimli iki fosil, denizlerden karaya geçiş için delil olarak tanıtılmıştır. Ancak her iki fosil de tam eksiksiz ve mükemmel canlılara aittir. Tiktaalik roseae, bugün de pek çok örneği yaşamakta olan mozaik canlılardan biridir. Gogonasus ise, halen yaşamakta olan Coelacanth gibi yüzgeçlerinde kemiklere sahip olan bir balıktır. Bunlar ara fosil değil, nesli tükenmiş normal canlılardır ve evrim iddiaları ile hiçbir ilgisi yoktur.

Aynı şekilde gündeme getirilen "Dört Ayaklı Yunus" haberleri de uydurmadır. Bu yunusun, kuyruk bölümüne yakın iki yüzgece sahip olması, bu canlının bugüne kadar rastlanmamış bir yunus çeşidi olduğunu göstermektedir ve evrimle bir ilgisi yoktur.

Yine son zamanlarda gündeme gelen ve "Lucy'nin Kızı' adı verilen yeni fosilin de insan ile hiçbir ilgisi yoktur. Kolları, bütün goril ve şempanzelerde olduğu gibi bacaklara oranla uzundur. Daha önce yapılmış 5 ayrı bilimsel çalışma, bu fosilin dahil edildiği A. Aferensis'in insanlar gibi yürüdüğü iddiasını çürütmüştür.

Klasik Evrimci Oyunları ve Timsahın Atası Aldatmacası

Fosil kayıtlarına göre timsahlar, milyonlarca yıldır değişmeyen bir beden yapısına sahip canlılardır. Timsahlar bu yönleriyle evrim teorisinin iddialarının geçersizliğine dair çok net bir delil oluşturmaktadırlar. Buna rağmen evrimciler bulunan her yeni timsah veya timsah benzeri canlı fosilini evrim teorisinin bilimdışı iddialarını destekleyen bir delil gibi kamuoyuna sunmakta, açık bir aldatmaca faaliyeti yürütmektedirler.

Son günlerde yeni bir fosil üzerinde aynı oyun tekrarlanmaktadır. Bir kısım basın kuruluşlarınca yine aynı klasik başlık ve üsluplarla duyurulan bu fosil Brezilyalı paleontologlarca 2004 yılında bulunmuş ve Montealtosuchus arrudacamposi ismi verilmiştir.

Yaşı 80 milyon yıl olarak tahmin edilen bu fosil, eski timsah türleriyle günümüz türleri arasında bir "geçiş formu"(!), bir "kayıp halka"(!) olarak lanse edilmektedir. Oysa timsahlar hakkındaki bilimsel gerçekler evrimcilerin nasıl bir sahtekarlık içinde olduklarını ortaya koymaktadır.

Aşağıda timsahların evrim teorisinin geçersizliğine delil canlılar olduğuna dair bazı temel bilgiler verilmiştir:

  1. Timsahlar, Evrimin Büyük Bir Yalan Olduğunu Ortaya Koyan "Yaşayan Fosiller"dendir...


  2. Yaşayan fosil kavramı, en eski fosil örnekleriyle günümüzde yaşamakta olan canlı örnekleri arasında anatomik açıdan herhangi bir farklılık bulunmayan, bir diğer deyişle evrimin geçersizliğini ortaya koyan canlıları ifade etmektedir. Timsahlar, yaşayan fosillerin en iyi bilinen örneklerinden biridir. Örneğin İngiliz bilim dergisi New Scientist'da 1999 yılında yayımlanan bir makalede, 140 milyon yıllık timsah örnekleriyle günümüz timsahlarının temelde aynı yapıda, değişmeden kaldığı açıklanmıştır.

    Elde 140 milyon yıllık timsah fosilleri bulunmasına rağmen 80 milyon yıllık bir fosili timsahın atası olarak göstermeye çalışmak evrimcilerin tutarsızlığı ve mantık açmazını göstermesi açısından çarpıcı bir örnek oluşturmuştur.

    Yeni açıklanan fosilden daha yaşlı olan 100 milyon yıllık gerçek timsah fosilleri, günümüz timsahlarıyla tıpa tıp aynıdır. (Geniş bilgi için Harun Yahya, Yaratılış Atlası, 1. Cilt s. 544 bakınız.)

  3. Kayıp Halka Kavramı Bilim Dışıdır


  4. Basında sık sık yer alan "kayıp halka" kavramı, evrimci iddilara göre türler arasında yaşamış olması gereken hayali canlıları ifade etmektedir. Aslında canlılar aleminde hiçbir karşılığı olmayan tamamen hayali ve teorik olan bu kavram Darwin'in teorisinin çöküşünün anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Çünkü artık ciddi paleontologlar canlı grupları arasındaki fosil boşluklarının doldurulamayacağından, herhangi bir canlı grubunun sözde evriminin bulunan tek bir fosille (halkayla) doldurulamayacağından emin hale gelmiş, kayıp halka kavramının bilimin sınırları dışında kaldığını itiraf eder olmuşlardır. Dünyanın en prestijli bilim dergilerinden Nature'ın editörü ve aynı zamanda bir paleontolog olan Henry Gee, 1999 basımı In Search of Deep Time isimli kitabında şunları yazmıştır:

    "Gazeteciler ve manşet yazarlarının, ataları bulma arayışları ve kayıp bağların keşfiyle ilgili olarak dört bir yanda sürdürdüğü gevezelikle karşılaştırdığımızda şunu öğrenmek şaşırtıcı gelebilir: Birçok profesyonel paleontolog, canlılığın tarihini senaryo ve hikayelere dayanarak incelememektedirler ve evrimsel tarihin hikaye anlatım şeklini, bilimdışı olması yüzünden otuz seneden fazla bir süre önce terk etmişlerdir." (In Search of Deep Time, Beyond the Fossil Record to a New Hıstory of Life", Henry Gee, The Free Press, A Division fo Simon & Schuster, Inc., 1999, s.5)

    ABD'nin en önde gelen paleontologları arasında yer alan Harvard Üniversitesi'nden Niles Eldredge ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden Ian Tattersall'un şu sözleri, basındaki kayıp halka masallarının ne denli gerçekçilikten uzak olduğunu gözler önüne sermektedir:

    "Canlıların evrimsel tarihlerinin bir keşif meselesi olduğu düşüncesi, bir efsanedir. Eğer öyle olsaydı, ne kadar çok hominid fosili bulursak, insanın evrimi hikayesinin de o kadar açık hale gelmesi gerekirdi. Oysa eğer bir şey olduysa, bunun tam tersi olmuştur." (Niles Eldredge, Ian Tattersall, The Myths of Human Evolution, ss.126-127)

  5. Fosil Kayıtları Bütünde Evrimi Yalanlamaktadır, Aldatıcı Zorlama Yorumlar Bunu Değiştiremez


  6. Açıktır ki, evrim teorisi ve fosiller konusunda yapılacak objektif bir değerlendirme, birkaç fosili değil, ele geçirilen tüm fosillerin ortaya koyduğu tabloyu dikkate almayı gerektirmektedir. Paleontoloji'nin yüzyılı aşkın sürdürdüğü çalışmaların genel sonucuna ve bu sonuçlardan yola çıkarak uzman paleontologların Darwinizm hakkında yaptıkları değerlendirmeye bakmak gerekir. Bu yapıldığında, canlıların fosil kayıtlarında kademeli bir gelişim göstermediklerini, bunun yerine ani ve kusursuz beden yapılarıyla ortaya çıkarak milyonlarca yıllık varlıkları boyunca hiçbir evrimsel değişim göstermedikleri görülmektedir. Ünlü İngiliz paleontolog Derek W. Ager, Darwinizm aleyhindeki bu gerçeği şu sözlerle itiraf etmektedir:

    "Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz."

    Evrimci paleontolog Mark Czarnecki de aynı gerçeği açıklıkla ortaya koymuş bir başka isimdir:

    Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan argümana destek sağlamıştır."

    Fosil kayıtlarının bu paelontologlarca ifade edilen ve evrimi reddettiğini itiraf eden bu genel değerlendirmesi, açıktır ki basının tek bir timsah fosili üzerinden giriştiği çaresiz propaganda oyunlarıyla değişmeyecektir.

  7. Evrimciler, Soyu Tükenmiş Türleri Kullanarak Halkı Aldatmaya Çalışmaktadırlar


  8. Günümüzde yaşayan bütün canlı türlerin sayısı, doğa tarihi boyunca yaşamış tür sayısının sadece %1'idir. %99'u ortadan kalkmış olan canlı türleri, hem çok geniş bir çeşitlilik sergilemekte, hem de bizim etrafımızdaki canlılara göre şaşırtıcı farklılıklar ortaya koyabilmeleriyle evrimci propagandanın malzemesi olarak kullanılmaktadır. Örneğin timsahların çok eski örnekleri hem çeşitlilikleri, hem yaşam alanları, hem beslenme tarzları hem de ebatları açısından şaşırtıcı özellikler ortaya koymaktadır.

    Günümüzde sadece 23 timsah "türü" yaşamaktayken, 200 milyon yıl ila 65 milyon yıl arası dönemde, 150 timsah "genusu" (genus: biyolojik sınıflandırmada türden bir üstte yer alan kategori) yaşamaktaydı. Üstelik bu timsahlardan kimisi karada, kimisi tatlı suda, kimisi okyanusta yaşamaktaydı. Eskiden yaşamış timsahların ebat olarak da bazılarıyla günümüzdekiler arasında önemli farklılıklar bulunmaktaydı. Hatta bilimadamları, otobüs büyüklüğünde ve küçük bir balina ağırlığında olan soyu tükenmiş timsahlar ele geçirmişlerdir. Bunlardan biri olan Sarcosuchus Imperator'un uzunluğu 12 metreye, ağırlığı ise 8 tona ulaşıyordu.

    Son evrim propagandasında, Montealtosuchus arrudacamposi, uzun bacaklarla rekonstrüksiyon resimlerde tasvir edilmekte, günümüz timsahlarının atası tuhaf ve başka bir canlıymış izlenimi verilmektedir. Oysa yukarıda verilen bilgilerde görüldüğü gibi, soyu tükenmiş timsahlar son derece geniş bir çeşitlilik göstermektedirler. Bu çeşitlilik ile türü tükenmiş canlılar hakkında bilgi sahibi olmayan kamuoyunun gözünü boyamaya ve evrim iddialarına inandırmaya çalışan evrimciler, bu tavırlarıyla açık bir sahtekarlık yapmaktadırlar.

  9. Tesadüfü Reddeden Sistemler


  10. Timsahlar sahip oldukları sistemlerle evrime en güzel cevabı veren, yaratılış harikası canlılardır. Hem karada hem suda yaşamalarını ve hareket etmelerini sağlayan özgün anatomik yapılara sahiptirler. Keratin pullarının altına yerleştirilmiş olan kalın kemik levhalar, bir zırh gibi vücutlarını örter. İnce ve uzun beden yapıları suda hareket etmelerini kolaylaştırır. Bacaklarını sudayken bedenlerine yapıştırabilir, böylelikle suyun direncini azaltabilirler. Bu bacaklar aynı zamanda karada koşmalarını sağlayabilecek özelliktedir. Parmakları arasındaki ağlar, yüzerken yönlerini doğrultmalarına yardımcı olur.

    Son derece özel bir çene ve diş sistemleri vardır. Çeneleri büyük bir basınçla kapanır (iki santimetrekareye 1 ton basınç uygulayabilirler). Timsahlar, bir beyaz köpek balığından altı, bir rottweiler cinsi köpekten onbeş kez daha güçlü ısırabilirler. Gözler, bu güçlü ısırışlarda zarar görmemesi için çene üstünde çok sağlam çukurlarda hareketsiz olarak yerleştirilmişlerdir. Avlanmak için mükemmel sistemlere sahip olan timsahlar, avlanmadan da uzun süre yaşamalarını sağlayan bir yağlama sistemine sahiptirler.

    Dalış anında burun delikleri ve kulakları özel kapakçıklarla kapanır ve iç organlara su gitmesi engellenir. Timsah avını ısırdığında da gırtlak kasılarak su yutması engellenmiş olur. Kanlarındaki özel biyokimyasal sistemler sayesinde, nefesini tutan bir timsah, karbondioksiti kanında bikarbonat iyonları şeklinde çözünerek biriktirir. Bu iyonlar, kanda oksijen taşımayla görevli olan hemoglobin molekülüne bağlanır ve böylelikle dokulara daha fazla oksijen sağlanmış olur. Timsahların kanları, güçlü antibiyotik özellikler de gösterir.

    Daha pek çok özellikleriyle timsahlar -bütün canlılar gibi- evrim teorisini yalanlamakta ve Yaratılış Gerçeği'nin bir delili olarak halen hayatlarını sürdürmektedirler.


Sonuç

Bir kısım basın-yayın organları, milyonlarca yıldır hiçbir değişime uğramamış, ilk ortaya çıktıklarından beri timsah olarak kalmış olan ve bedenlerinde sayısız fizyolojik sistem barındıran bu canlıların tesadüfi ve amaçsız bir süreçte ortaya çıktığını iddia etmekte, tamamen akıl ve bilim dışı bir tutum sergilemektedirler. Yukarıda saydığımız gerçekler karşısında bu hayali spekülasyonların hiçbir bilimsel dayanağının olmadığı, sözkonusu yayınların kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye yönelik olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu basın kuruluşlarına bu bilimdışı propagandanın artık Türkiye'de bir tutunurluğunun kalmadığını hatırlatıyor, halkımızın Harun Yahya'nın eserleriyle evrim yalanına karşı artık bilinçlenmiş olduğunu görmelerini tavsiye ediyor, Darwinizm propagandasına artık bir son vermeleri çağrısında bulunuyoruz.

Yazarın kitaplarının 9.000 sayfa ve 10.000 resimlik bölümü Evrim Teorisinin çöküşünü konu almaktadır.

Adnan Oktar'ın, Harun Yahya müstear ismiyle kaleme aldığı eserlerin sayısı yaklaşık 250'dir. Bu kitaplar 48.000 sayfa ve 35.500 resimden oluşmaktadır. Adnan Oktar'ın, Harun Yahya müstear ismi ile kaleme aldığı kitapları ve bunlardan yararlanılarak hazırlanan belgeselleri, harunyahya.org, harunyahya.net ve harunyahya.com adreslerinden ücretsiz olarak okuyabilir veya Global Yayıncılık'ın (0212) 444 444 1 no'lu telefonundan temin edebilirsiniz.

----------

Bu tam sayfa ilan
9 Şubat 2008 tarihinde Milli Gazete
9 Şubat 2008 tarihinde Yeni Şafak
10 Şubat 2008 tarihinde Vakit
11 Şubat 2008 tarihinde Önce Vatan
gazetelerinde yayınlanmıştır.



mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

GENETİK KOD EVRİMİ YALANLAR

GENETİK KOD EVRİMİ YALANLAR

Bir dağın yamacında beyaz taşlarla 'Vatanımızı koruyalım' sözlerinin yazılı olduğunu ve karayolu üzerinde seyreden araçlardaki insanların da bu yazıyı gördüğünü farz edelim. Hiç kimse bu şekilde bir dizilimin yer sarsıntıları ve fiziksel parçalanmanın etkisiyle yuvarlanarak, tesadüflerle meydana geldiğini düşünmeyecektir. Çünkü burada kayalar, kendi doğalarında bulunmayan bir mesaj iletmektedirler. Bu mesaj, alfabenin harfleri kullanılarak kodlanmıştır. Buradaki kodlama, belli sembollerin (alfabenin harflerinin) bilgi taşıyacak şekilde eşleştirilmesi yoluyla yapılmıştır. Bu şekilde bir kod ise zihnin ürünüdür.

Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu gerçek hakkında şunları söyler:

"Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olduğunu göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir doğa kanunu ve fiziksel süreç yoktur."

Nitekim mantıklı bir cümle şeklinde bir araya gelmiş olan taşları gören insanlar bu durumda bilinçli sebeplerin, örneğin civardaki insanların zihinlerindeki düşünceyi kayalara bir kod yoluyla uyguladıklarını anlayacaklardır.

Şimdi bu taşları zihninizde milyonlarca kez küçültün ve moleküler ebatta hücrelerinizin çekirdeğinde dizili olduğunu ve 'genetik kod' sayesinde size ait özelliklerin bilgisini sakladığını düşünün. Genetik kod da, kaya örneğinde olduğu gibi, doğada bulunan oluşumları, nükleotid ismi verilen molekülleri sembol olarak kullanır. Kayaların taşıdığı mesaj, kayaların kendisinden kaynaklanmadığı gibi, genetik bilgi de bu moleküllerin kendisinden veya herhangi bir doğa kuvvetinden kaynaklanmamaktadır. Dolayısıyla genetik kodun, maddeci bir bakış açısıyla hiçbir açıklaması bulunmamaktadır. Yazar Dean Overman bu konuda şunları söylemiştir:

"Genetik kodun içerdiği bilgi, tüm bilgi veya mesajlarda olduğu gibi, maddeden yapılmış değildir. Anlam, kodun sembolleri veya alfabesinden kaynaklanan bir özellik değildir. Genetik koddaki mesaj veya anlam, madde-dışıdır ve fiziksel veya kimyasal özelliklere indirgenemez, 'materyalizm koddaki anlamı açıklamaz."

Genetik Kodun Tesadüfi Oluşumlar Arasından Amaçsızca Seçilmiş Olma İhtimali Yoktur

Önde gelen bilgi teorisyeni ve biyofizikçi Hubert Yockey, en küçük genomda yaşamın mümkün olması için gerekli bilgi içeriğinin miktarını ölçmüş ve bunun rastlantısal olarak ortaya çıkma ihtimalinin 10186,000'de bir ihtimal olduğunu ortaya koymuştur. Yockey, genetik kodun rastlantısal olarak ortaya çıkması için ise doğal seleksiyonun, evrensel koda ulaşmadan önce, 1.40 x 1070 farklı genetik kod keşfetmesi gerektiğini hesaplamıştır. Gerçekleşme ihtimali 1050'de birden küçük olan olaylar, evrenin neresinde olursa olsunlar imkansız kabul edilirler.

Buraya kadar anlatılanları özetleyecek olursak, genetik kod;

1) Maddeci bir yaklaşımla açıklanamamaktadır,
2) Tesadüfleri kesin olarak reddetmektedir,
3) Bilgisayar teknolojisinden çok daha üstün bir yapı ortaya koymaktadır.

Genetik kodla ilgili olarak maddeci bir yaklaşımla açıklanması mümkün olmayan bir dördüncü konu vardır ki, evrimcilere tam bir açmaz oluşturmaktadır. DNA, yalnız protein yapısındaki birtakım enzimlerin yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Hayatın kökeni araştırmalarının tanınmış bir ismi olan John Horgan bu ikilemi şöyle açıklar:

"DNA; yeni DNA üretmek de dahil olmak üzere yaptığı işi, katalitik proteinlerin ve enzimlerin yardımı olmadan yapamaz. Kısacası DNA olmadan proteinler var olmaz, ama DNA da proteinlerin olmadığı durumda oluşmaz."

Tanınmış evrimci Dr. Leslie Orgel ise, 1994 tarihli bir makalesinde aynı gerçek karşısında şöyle demektedir:

"Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır."

Evrimciler, Genetik Kodla İlgili Gerçekler Karşısında Çaresiz

Nature dergisinin 20 yıl boyunca editörlüğünü yapmış olan Sir John Maddox, genetik kodun kökeni konusundaki çaresizliklerini şu sözlerle ortaya koymuştur:

"Genetik kodun kökeninin, yaşamın kendisinin kökeni kadar belirsiz olması can sıkıcıdır."7

Oysa elbette, genetik kodun kökeni gerçekte belirsiz değil aksine çok açıktır. Genleri yaratan, onlara bilgiler kodlayan, onları sürekli olarak Kendi kontrolünde tutan Yüce Allah'tır. Bu gerçeğe her ne pahasına olursa olsun zihinlerini kapatan evrimciler, içine düştükleri durumu kendileri oluşturmaktadırlar. Kayaların yuvarlanıp, tesadüflerin eseri olarak cümleler yazabileceğine, kağıdın üzerine rastgele dökülen mürekkebin bir kitap oluşturabileceğine inanmaya denk bir düşünceyi her durumda savunma zorunluluğu onları son derece zor, açıklamasız ve sonuçsuz bir durum içine sokmaktadır. Oysa insan, evrimci ön yargıları bir kenara bıraktığında genetik kod ile açıkça anlaşılan en büyük gerçeği; Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü derhal görecektir. Ciltlerce ansiklopedik bilginin gözle görülmeyecek kadar küçük bir alanda saklanması, hücrede 'okunması', 'tercüme edilmesi', şuursuz moleküllerin tesadüflerin eseri olarak başlatıp yönetebileceği bir sistem değildir. Yüce Allah genetik kodu sonsuz ilmi ile var etmiştir.

“Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (Bakara Suresi, 255)

Genetik Kod Hücrede Nasıl Yorumlanır?

* Genetik kod, hücredeki bilginin kodlanmasında kullanılan kuralları ifade eder ve protein sentezinde kullanılır. Proteinler, hücrenin faaliyetlerinde çok çeşitli görevler üstlenen moleküllerdir. Bunlar, amino asit adı verilen moleküllerin uç uca eklenmesiyle meydana gelen zincirlerdir. Bedenimizdeki amino asitler yirmi çeşittir. Amino asitlerin uç uca eklenerek meydana getirdiği proteinlerin sayısı on binleri bulur. Proteinler, kendilerini meydana getiren aminoasitlerin niteliğine göre üç boyutta özel şekiller alarak katlanırlar. Proteinin formu, işlevi açısından kritik derecede önemlidir. Proteinin yapısında meydana gelecek bir bozukluk, ilgili olduğu moleküllere bağlanamamasına yol açar. Bunun sonucunda ise organizmanın yaşamında aksaklıklar hatta ölümcül sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.

* Hücrelerimizdeki on binlerce proteinin bilgisi, DNA molekülünde saklanır. DNA molekülü, birbirine sarılmış iki iplikçikten meydana gelir. Bu iplikçikler arasında ve basamaklar halinde nükleotidler yer alır. Bu nükleotidler dört çeşittir ve isimlerinin baş harflerine göre A, T, G ve C ile gösterilir. Bir insan DNA'sında yaklaşık 3.1 milyar nükleotid art arda sıralanır. Bunlar aynı zamanda hücrede sentezlenen proteinlerin bilgisini saklayan 'kimyasal harfler'dir. Bu harfler, her biri bir proteinin bilgisini saklayacak şekilde gruplanmıştır. Bu gruplara "gen" ismi verilir. Bir gen, 50 ila 2000 nükleotidden meydana gelebilir. Genleri meydana getiren harfler ayrıca üçerli üçerli kodonları meydana getirirler. Bir benzetme yapılacak olursa kodonlar kelimeler, genler ise cümleler gibidir. Protein sentezi için hücrenin çekirdeğinde bulunan DNA'daki bilginin kopyalanması ve protein sentezi yapılan organele (ribozom) taşınması gerekmektedir. Bu işlem hücresel makineler sayesinde gerçekleşir. Bu sırada genetik kod sayesinde DNA'daki bilgi 'okunur ve tercüme edilir.'

* Hücredeki protein sentezi iki ayrı 'alfabe' kullanılarak gerçekleştirilir. Bunlardan ilki, DNA'nın alfabesidir. Proteinin bilgisi, DNA'da A, T, G, C ile gösterilen kimyasal harflerle kodlanır. Diğer lisanın harfleri ise, proteinleri meydana getiren amino asitlerdir.

* Bir proteinin bilgisini saklayan bir genin üzerindeki bilgi, transkripsiyon ismi verilen bir işlemle DNA molekülü üzerinden kopyalanır. mRNA (mesajcı RNA) molekülü ile hücrenin ribozom isimli organeline taşınır. mRNA üzerindeki harfler ribozomda üçer üçer, bir diğer deyişle kodon kodon okunur. Bu sırada tRNA (transfer RNA) molekülü, her bir kodonun karşılığı olan aminoasiti protein zincirine eklenmek üzere getirir. Kodonlar okundukça amino asitlerin getirilip eklenmesi devam eder ve sonuçta ilgili protein üretilmiş olur. Bu, aynı zamanda bir tercüme işlemidir. Kodonların her birinin karşılığında ilgili amino asit yerleştirilmekte, bir diğer deyişle DNA diliyle yazılı bilgi bu defa amino asitler kullanılarak protein diliyle yazılmaktadır.

Bu mükemmel sistem ve komplekslik, evrimcileri tümüyle açıklamasız bırakan bir mucizedir. Muhteşem detayları burada ancak yüzeysel olarak özetlenen bu sistem, Allah'ın sonsuz bir ilimle yarattığı bir sistemdir. Bir ayette Allah'ın her şeye hakim olduğu şöyle bildirilmektedir:

“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar...” (Secde Suresi, 5)

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir