SAD SURESİ / 29

(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Çınarcık’ta Fosil Sergisi...


Tarih öncesi yaşamış hayvan ve yaprak fosillerinin yer aldığı sergide 20 milyon yıllık kaplan kafası, 50 bin yıllık kara ayı fosili ve 90 milyon yıllık tazı kafası yer alıyor. Ayrıca geçmişin izleri adı altında, 12 milyon yıllık tüy fosili, 38 milyon yıllık üzüm yaprağı ve 146-65 milyon yıllık mersin balığı fosili de bulunuyor. Yurt dışından çeşitli müzeler ve üniversitelerden getirtilen fosillerin tarihi önem taşıdığı ve evrim süreci geçirmediği belirtildi. Sergi sorumlusu Fatih Kılıç, “Amacımız fosillerin evrim süreci geçirmediğini gözler önüne sermek. Sergimiz tatil yörelerini gezmeye devam ediyor” şeklinde konuştu.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Harun Yahya Amerikan Müslümanları Web Sitesi'nde

Amerikalı Müslümanların kurduğu www.theamericanmuslim.org sitesi 29 Temmuz 2007 tarihinde " Aşırılık ve Terörizme Karşı Olan Müslüman Sesler" adlı makalede Türkiye'den Sayın Harun Yahya'nın "İslam Terörizmin hiçbir çeşidine özendirmez, aksine lanetler. İslam adına terörizmi kullananların gerçekte cahillikten ve düşmanlıktan başka kabiliyetleri yoktur" sözlerine yer vermiştir.



Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

AL-İ İMRAN SURESİ, 18

Allah, gerçekten Kendisi'nden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur.

En'am Suresi, 32

Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?

ADNAN OKTAR’IN HAYATI ve ESERLERİ

1956 yılında Ankara'da doğan Adnan Oktar, Harun Yahya müstear ismi ile kitaplarını yazmaktadır. Hayatını tamamen Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini insanlara anlatmaya ve Kuran ahlakını yaymaya adamış olan bir kişidir. Üniversite yıllarından başlayarak, hayatının her döneminde, bu kutlu amaca hizmet vermiş ve hiçbir zaman zorluklar karşısında yılmamıştır. Bugün, hala büyük bir sabır ve kararlılık göstererek tüm baskılara karşın fikri mücadelesini devam ettirmektedir.

Aşağıda, Adnan Oktar’ın özet biyografisini okuyabilirsiniz:

Adnan Oktar 1956 yılında Ankara’da doğdu ve lise eğitiminin sonuna kadar orada yaşadı. İslam ahlakına olan bağlılığı lise yılları boyunca çok güçlendi. Bu dönemde büyük İslam alimlerinin hemen tüm eserlerini okuyarak, İslam hakkında derin bilgi edindi. Yine bu yıllarda, İslam ahlakını tüm insanlara anlatmaya ve onları doğruya ve güzele davet etmeye karar verdi.

1979 yılında, binlerce kişi arasından üçüncülükle girdiği Mimar Sinan Üniversitesi'nde eğitimine devam etmek üzere İstanbul’a taşındı. Sanatı, Allah'ın üstün yaratışının bir tecellisi olarak gören Oktar, resim yapma konusunda çocukluğundan beri yetenekliydi ve zaman zaman sürrealist tablolar yapardı. Arkadaşlarına hediye olarak verdiği çok sayıda tablosu bulunmaktadır. Ayrıca, Allah'ın sanatının birer tecellisi olarak gördüğü hayvanlara, bitkilere ve çiçeklere de özel ilgisi bulunan Adnan Oktar'ın, bahçe bakımı, iç mimari ve dekorasyon, ilgilendiği alanlar arasındadır.

Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki Yılları

Adnan Oktar Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdiği dönemde üniversite, çeşitli illegal Marksist-komünist organizasyonların etkisi altındaydı. Hem akademisyenler hem fakülte görevlileri hem de öğrenciler arasında saldırgan ateist ve materyalist akımlar hakimdi. Hatta, öğretim üyelerinin bir kısmı, derslerinde konuyla bağlantısız olmasına rağmen hemen her fırsatta materyalist felsefe ve Darwinizm’in propagandasını yapıyorlardı.

Adnan Oktar, dini ve ahlaki değerlerin saygı görmediği ve neredeyse bütünüyle reddedildiği, materyalist görüşün kontrolündeki bu ortamda, çevresindeki insanlara Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmaya başladı. Üniversitenin bitişiğindeki Molla Camii'nde açıkça namaz kılan tek kişiydi.

Annesi Mediha Oktar’ın da anlattığı gibi, bu dönemde Adnan Oktar gecede sadece birkaç saat uyuyor, zamanını okuyarak, notlar alarak ve dosyalar tutarak geçiriyordu. İçinde Marksizm, Leninizm, Maoizm, komünizm ve materyalist felsefe konulu temel kitapların da yer aldığı yüzlerce eser okumuş ve hem klasik hem de nadiren okunan kitaplar üzerinde detaylı çalışmalar yapmıştır. Ayrıca, bu ideolojilerin sözde bilimsel temelini oluşturan evrim teorisi üzerine geniş çaplı araştırmalar yapmış, bu bilim dışı teorinin açmazlarını gözler önüne seren bilgi ve belgeler toplamıştır. Allah’ın inkar edilmesine dayalı olan bu batıl felsefe ve ideolojilerde yer alan çıkmazlar, çelişkiler ve yalanlar konusunda çok detaylı bilgi derleyen Oktar, bu bilgi birikimiyle insanları gerçeğe ve doğruya davet etmiştir. Üniversitedeki öğrenciler ve öğretim üyeleri de dahil olmak üzere herkese Allah’ın varlığını, birliğini ve Kuran ahlakını anlatmıştır. Okul kafeteryasında, koridorlarda ya da ders aralarındaki sohbetlerde, materyalizmin ve Darwinizm'in aldatmacalarını, bu ideolojilerin kaynak kitaplarından direkt alıntılar yaparak açıklıyordu.

Adnan Oktar, özellikle materyalizm ve ateizmin dayanak noktası olan evrim teorisinin çökertilmesi konusuna özel önem vermiştir. Zira, Sayın Oktar Darwinizm'in ilk ortaya çıktığı tarihten itibaren, ateist ve materyalist akımlar tarafından sahiplenildiğini görmüştür. Günümüzde de halen aynı çevreler tarafından ideolojik kaygılarla savunulduğunun ve ayakta tutulmaya çalışıldığının farkında olan Adnan Oktar, Darwinizm'in çökertilmesinin, söz konusu akımlar için büyük bir yenilgi anlamına geleceğini düşünmektedir.

Darwinizm'i Çökerten İlk Kitapçık

İşte bu amaçla Adnan Oktar, öncelikli olarak yüz yılı aşkın bir zamandır insanları etkisi altına alan ve onları din ahlakını yaşamaktan uzaklaştıran bu aldatmacanın geçersizliğini ispatlama konusundaki çalışmaları üzerine yoğunlaştı. Oktar, sözde bilim adına ortaya çıkan Darwinizm'in gerçek yüzünü ortaya koymanın en etkili yolunun yine bilimin kendisi olduğunu düşünüyordu. Bu anlayışla, geniş çaplı araştırma ve çalışmalarının bir özeti olan Evrim Teorisi isimli bir kitapçık çıkardı. Bu kitapçığın tüm masraflarını ailesinden kalan gayri menkulleri satarak kendisi karşıladı. Ardından, bu kitapçığı üniversite öğrencilerine bedava olarak dağıtmaya başladı.

Bu kitapçık, evrim teorisinin hiçbir bilimsel değeri olmadığını ve bir aldatmacadan ibaret olduğunu gösteren kapsamlı bir çalışmaydı. Bu çalışmayı okuyan ve Adnan Oktar'la konuşan birçok kişi evrim teorisinin bilimsel bir geçerliliği olmadığını açıkça anlıyordu. Sonuç olarak, hiçbir canlının tesadüfler sonucu var olamayacağı, kainatı ve içindeki tüm canlıları Yüce Allah'ın yarattığı bilimsel, açık ve anlaşılır bir üslupla ispat ediliyordu. Yine de, materyalist düşünceye körü körüne bağlı bazı öğrenciler -gerçeği net olarak görmelerine rağmen- inkardaki kararlılıklarını açıkça ifade ediyorlardı.

Dahası üniversitedeki bazı militan öğrenciler, faaliyetlerini durdurmadığı takdirde hayatını riske atacağını söyleyerek Oktar’ı açıkça tehdit ediyorlardı. Tüm bu baskı ve tehditler, Oktar’ın Allah'a olan bağlılığını ve kararlığını daha da artırdı. Materyalist ve ateist çevrelerin sert reaksiyonları ve endişeleri Adnan Oktar’ın doğru yolda olduğunun en önemli delillerinden biriydi.

Terörün hüküm sürdüğü, ateist ve materyalist akımların hakimiyeti altındaki bir üniversitede dindar insanlar, inançlarından dolayı taciz ediliyorlardı. O yıllarda Türkiye’de pek çok genç insan, ideolojik gerilimler yüzünden acımasızca katledilmekteydi. Bu şartlar altında Adnan Oktar, Allah’ın varlığını, birliğini ve Kuran’ın doğruluğunu açıkça tebliğ ediyordu. Hiç kimsenin inançlarını açıklamaya dahi cesaret edemediği bir okulda, karşılaştığı tepkiler ve tehditlerden asla yılmadan, düzenli olarak Molla Camii’ne giderek namaz kılmaya devam ediyordu.

Mimar Sinan Üniversitesi'nde Din Ahlakının Yayılmaya Başlaması

Adnan Oktar Mimar Sinan Üniversitesi’nde İslam ahlakını anlatmaya başladığında yalnızdı. Üç yıldan fazla bir süre görüşlerini destekleyen kimse olmadı. Ancak bu durum onun kararlılığını değiştirmedi. Tek dostunun Allah olduğunu biliyor ve tüm bunları sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapıyordu.

Tüm zamanını, enerjisini ve imkanlarını sadece tek bir amaca vakfetti: Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmek ve din ahlakını tüm insanlığa anlatmak…

1982 yılında, ilk kez, yine Mimar Sinan Üniversitesi’nde okuyan birkaç genç, Adnan Oktar’ı fikri mücadelesinde desteklemeye karar verdiler. Aradan aylar, yıllar geçtikçe, bu fikirleri benimseyen gençlerin sayısı arttı. Adnan Oktar’ın bu gençlerle yaptığı sohbetlerin konuları arasında vatan ve millet sevgisi, büyük önder Atatürk'ün izinde yürümenin önemi, yaratılışın delilleri, Peygamber Efendimiz (sav)'in örnek ahlakı, Kuran'da Rabbimiz'in bildirdiği hükümler ve ahlaki değerler ve o zaman hakim ideoloji olarak kabul edilen materyalizmin, ateizmin ve Darwinizm'in geçersizliği yer alıyordu. Bu dönemde ve bundan sonraki hayatı boyunca da Adnan Oktar pek çok insanın iman etmesine vesile oldu.

İlk Karalama Kampanyası ve Akıl Hastanesinde İşkence

Adnan Oktar'ın Darwinizm, materyalizm ve ateizm aleyhine yürüttüğü fikri çalışmalar bir süre sonra daha geniş çevrelerden de tepki almaya başladı. Sayın Oktar'ın milliyetçi ve mukaddesatçı çalışmalarından rahatsız olan bazı çevrelerin etkisiyle, aleyhinde büyük bir komplo kuruldu. Bu komplo, Adnan Oktar'ın büyük yankılar uyandıran Yahudilik ve Masonluk adlı eserini yazıp yayınladığı günlere denk gelmektedir.

1986’nın yazında Adnan Oktar, “Türk Milletindenim, İbrahim ümmetindenim.” sözlerinden ötürü tutuklandı. Bu ifade bir gazetede yayınlanan bir röportajda yer almıştı. Aynı dönemde çeşitli yayın organlarında, yukarıda ifade edilen çevrelerin etkisiyle, birtakım yanlış haberler, mesnetsiz bilgiler ve iftiralar yer almaya başladı.

Adnan Oktar önce tutuklandı ve cezaevine kondu. Sonra Bakırköy Akıl Hastanesi’ne nakledildi ve akıl sağlığı yerinde olmadığı iddiasıyla müşahade altına alındı. Hastanede, en tehlikeli hastaların bulunduğu "14A" koğuşunda tutuldu. 14A koğuşuna birkaç kilitli demir kapıdan geçilerek gidiliyordu. İçerisi oldukça bakımsız, izbe ve pisti. Bu ağır hastaların arasında cinayet çok sıradan bir olay olarak görülüyordu. İşte böyle bir ortamda Adnan Oktar, 6 hafta yatağına ayak bileklerinden zincirlendi. Şuur bulandıran ilaçlar kendisine zorla verildi. Bu arada, onu ziyaret etme ve görme imkanı bulan genç arkadaşları onun bu dönemde de kararlılığını ve şevkini hiç kaybetmediğine şahit oldular. Onları İslam ahlakına davet edeceği düşünülerek, doktora öğrencilerini, hemşireleri ve hatta doktorları bile görmesine izin verilmiyordu. Bir süre sonra ailesi, yakınları ve arkadaşlarıyla da görüşmesi yasaklandı. Hatta, telefon görüşmesi bile yapmasına müsaade edilmiyordu. Faaliyetlerini durdurmadığı takdirde hayatı boyunca hastanede kalacağına dair tehdit edildi. Bazı kesimlerden Yahudilik ve Masonluk kitabını basmaktan vazgeçmesi için yoğun baskılar gelmeye başladı. Eğer kitabı basmaktan vazgeçerse, hemen hastaneden çıkabileceği, yaşamının bundan sonrasını refah içinde geçirebileceği gibi teklifler geldi. Kitabın tüm dosyalarını vermesi karşılığında, büyük maddi imkanlar teklif edildi. Ancak, kendisi tüm bu teklifleri geri çevirdi, baskı ve tehditlerden yılmadı. Tam tersine bu yaşadıkları, onun kararlılığını daha da arttırdı.

Oktar hapishanede ve akıl hastanesinde toplam 19 ay tutuldu ve sonra savcılığın, "ifadelerinde suç unsuru bulunmadığını" belirtmesiyle beraat etti ve mahkemece serbest bırakıldı.

Oktar'ın Darwinizm'in nasıl büyük bir aldatmaca olduğunu gösteren çalışmaları bu dönemde de sürdü. 1986’da Darwinizm'in iç yüzüyle ilgili tüm değerli araştırmalarını Canlılar ve Evrim kitabında topladı. Bu kitap bilimsel kaynakların ışığında evrim teorisinin açmazını gösteren bir kaynak eser olarak yıllarca tek referans olarak kaldı.

Kokain Komplosu

1991’in ortalarında yaptığı kültürel çalışmalardan rahatsız olan birtakım çevrelerin etkisiyle, Adnan Oktar yeni bir komployla karşı karşıya kaldı. Bu dönemde kendisi, masonluk tarihi ve dünya masonluğunun örgütlenmesiyle ilgili son derece önemli bir kitap çalışması yapıyordu. Oktar'ın annesiyle birlikte yaşadığı Ortaköy'deki evine gelerek arama yapan polisler, yaklaşık iki bin kitaptan oluşan kütüphanede, ellerini attıkları ilk kitabın içinde bir paket kokain buldular.

Bu olaydan hemen sonra, o günlerde İzmir’de birkaç arkadaşıyla birlikte olan Adnan Oktar tutuklandı. Daha sonra, 62 saat boyunca alıkonulduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne nakledildi. 62 saat sonunda kokain testi için Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Sonuçlar gerçekten oldukça ilginçti! Adnan Oktar’ın kanında kokainin bir yan ürününün çok yüksek miktarlarda bulunduğu açıklandı.

Ancak daha sonra ortaya konulan delillerin tümü, bu iftiranın sadece bir komplo olduğunu kanıtladı. Öncelikle Adnan Oktar’ın evinde bulunduğu iddia edilen kokainin komplonun bir parçası olduğu ortaya çıktı. Bu komplodan kısa bir süre önce Adnan Oktar kendisine karşı gizli bir planın kurulmaya başlandığını hissetmiş ve Ortaköy’deki evinden ayrılmıştı. Sonra annesini arayıp kendisine karşı bir komplo kurulmasının muhtemel olduğunu söylemiş ve annesinden şahit olmaları için birkaç kişiyle birlikte evi temizleyip kontrol etmesini istemişti. Bunun üzerine Adnan Oktar’ın annesi Mediha Oktar komşularından birini ve kapıcılarını çağırmış ve hep beraber evi iyice temizleyip kitaplıktaki kitapların teker teker tozunu almışlardı. Adnan Oktar’ın bu temizlikten sonra eve hiç gitmediği gerçeğine rağmen, 16 polis memuru eve operasyon düzenlemiş ve eve girer girmez kitapların arasında “bir paket kokain” bulmuştu. Mediha Hanım'ın komşusu ve kapıcısı, olaydan sonra "Adnan Oktar'ın kütüphanesini hep beraber detaylıca temizledik, orada böyle bir paket yoktu" diye noter tasdikli bir ifade vermişlerdir.

Kokain komplosunun ikinci aşaması, yani Adnan Oktar'ın kanında çıkartılan kokain yan maddesi konusu da, bilimsel ve adli delillerle çürütülmüştür. Adnan Oktar emniyette 62 saat kalmış, tahlil bundan sonra yapılmıştı. Ancak kokainin kandaki yan maddesine bakılarak, kaç saat önce ne kadar kokain alınmış olduğu bilimsel olarak hesaplanabiliyordu. Adnan Oktar'ın kanında çıkartılan kokain dozu ise, 62 saat önceden alınmış olsa, Adnan Oktar'ın ölümüne neden olacak kadar yüksek bir dozdu. Bu durum, kokainin Adnan Oktar'ın vücuduna, 62 saatten çok daha kısa bir süre önce, yani gözaltında bulunduğu sırada girdiğini gösteriyordu. Yani kokain, Adnan Oktar'a gözaltındayken, yemeğine karıştırılmak suretiyle verilmişti.

Bu gerçek, aralarında Scotland Yard'ın da bulunduğu 30'a yakın uluslararası adli tıp kurumu tarafından teyit edildi. Hepsinin de, incelemeleri için kendilerine gönderilen dosya hakkındaki ortak cevabı şöyleydi: Kokain Adnan Oktar'a göz altındayken yemeğine karıştırılarak verilmiştir. Olay komplodur.

Daha sonra Türk Adli Tıp Kurumu da kokainin gözaltında yemeğine karıştırılmak suretiyle verildiğini teyid etti ve Adnan Oktar mahkemede beraat ederek aklandı.

Ancak kokain olayı çok önemli bir hususu gösteriyordu: Adnan Oktar'a husumet besleyen ve her türlü kirli yöntemi devreye sokarak onu yolundan döndürmeyi amaçlayan bazı karanlık odaklar vardı. Adnan Oktar'ı daha önce hapis ve baskıyla yıldırmaya çalışan söz konusu güç odakları, bu kez bir komploya başvurmayı tercih etmişlerdi.

Adnan Oktar’ın Kitap Çalışmaları

Oktar, 1991’den sonra bütün zamanını kitapları üzerinde çalışmaya ayırdı. Tüm vaktini evinde geçirdi.

Harun Yahya, müstear ismiyle, birbirinden değerli yüzlerce kitap yazdı. Özellikle Darwinizm'i bilimsel olarak çürüten eserler, bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı. Evrimci yayınlarıyla tanınan New Scientist dergisinin 22 Nisan 2000 tarihli sayısındaki ifadeyle evrim teorisinin yanlışlığının ve yaratılış gerçeğinin anlatılması konusunda Sayın Oktar "uluslararası bir kahraman" haline geldi. Sayın Oktar'ın materyalizm ve Darwinizm'e karşı verdiği fikri mücadele sık sık National Geographic, Science, New Scientist, NSCE Reports gibi çoğunluğu evrimci olan yabancı yayın organlarında da gündeme getirildi. Örneğin National Geographic dergisinin Kasım 2004 tarihli İngilizce ve Almanca baskılarında, Adnan Oktar'ın, Yaratılış Gerçeği ile ilgili çalışmalarından bahsedilmiş, Evrim Aldatmacası adlı kitabından şöyle bir alıntıya yer verilmiştir: "Bu teori, dünya sistemini yönlendiren güçler tarafından bizlere empoze edilmeye çalışılan bir aldatmacadan başka birşey değildir."

Adnan Oktar'ın eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna'ya, İspanya'ya ve Brezilya'ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde beğeniyle okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Çince, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Azerice, Bengolice, Bulgarca, Danimarkaca, Lehçe, Malezyaca, Portekizce, Sırpça, Hollandaca, İbranice, Macarca, Fince, Farsça, Hausa, Dhivehi dili, Hindice, İsveççe, Japonca, Kırgızca, Kishwahili, Malayalam, Norveççe, Romence, Tamil, Telagu, Thai dili gibi hemen her dile çevrilen eserler yurtdışında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir.

Dünyanın dört bir yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın iman etmesine, pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları okuyan, inceleyen her kişi, bu derin farklılığın ve faydanın, eserlerdeki hikmetli, akılcı, kolay anlaşılır ve samimi üslubun farkına varmaktadır. Bu eserler süratli etki, kesin netice, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri taşımaktadır. Eserlerin her birinde hiç kimsenin reddedemeyeceği, samimi, açık, ispatlı bir anlatım vardır. Kuşkusuz bu özellikler, Allah'ın nasip ettiği bir hikmet ve anlatım çarpıcılığından kaynaklanmaktadır.

Adnan Oktar'ın Yeniden Baskıyla Karşılaşması

Tüm bu fedakarane çalışmalar bazı çevreleri oldukça rahatsız etti ve "endişelendirdi". Materyalist ve mason çevrelerin provokasyonlarıyla, bu faaliyetlere karşı bir iftira kampanyası başlatıldı. Amaç, evrim teorisini çürüten her bilimsel çalışmayı kendilerince önlemekti. Fikren Adnan Oktar'ın çalışmalarına karşılık veremeyenler, iftiralar ve ithamlarla bu çalışmaları etkisiz hale getirmeyi hedeflediler.

1999 yılının Kasım ayında, Adnan Oktar yeni bir baskıyla karşı karşıya kaldı. Bu, tam olarak üç ciltlik büyük kitabı Global Masonluk'un yayınlanmak üzere olduğuyla ilgili haberlerin yayıldığı zamana denk geliyordu. Adnan Oktar'ın fikri mücadelesine başladığı ilk günlerden itibaren, çeşitli iftiralar, komplolar, yalan haberler ve suçlamalarla kendisini yıldırmaya, din ahlakını yaymaktan alıkoymaya çalışan birtakım karanlık odaklar yine devreye girdi.

Bu odakların provokasyonları ve yanlış bilgilendirmeleri neticesinde, 12 Kasım 1999’da, Bilim Araştırma Vakfı mensuplarının evlerine ve iş yerlerine bir polis baskını düzenlendi. Operasyonda hiçbir suç unsuruna rastlanmadı, hiçbir gayri ahlaki manzarayla karşılaşılmadı. Buna rağmen tümü birbiriyle çelişen akılalmaz yalanlar ve iftiralar her gün basında yer aldı. Bu operasyon neticesinde hiçbir hukuki delil öne sürülmeksizin, Adnan Oktar 9 ay cezaevinde tutuldu.

Tüm bu yaşananlar sırasında, Sayın Adnan Oktar, tevekkülü ve teslimiyetiyle çevresindekilere her zaman örnek oldu. Tarih boyunca yaşamış tüm müminlerin benzer olaylarla imtihan edildiğini, yaşanan her olayın Allah Katında belirlenmiş bir kader olduğunu ve hepsinin pek çok hayır ve hikmetle yaratıldığını etrafındakilere hatırlattı. Başlarına ne gelirse gelsin müminlerin her zaman itidalli, neşeli, azimli ve teslimiyetli olmaları gerektiğini söyledi.

Kendisine çeşitli komplolar kuran, akıl ve mantık dışı iftiralarla karalamaya çalışanlara karşıysa her zaman affedici ve merhamet edici oldu. Yüce Allah'ın “…Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır…” (Fussilet Suresi, 34) ayetiyle bildirdiği ahlaka uyan Adnan Oktar, 12 Kasım 1999 tarihinde yaşanan olaylarla gündeme gelen suçlamaların hepsinden, mahkeme aşamasında elde edilen delillerle aklanmıştır. Bugün halen kitap çalışmalarına devam etmekte ve insanları güzel ahlakı yaşamaya çağırmaktadır.



http://harunyahya.org/yazar_hakkinda.htm

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Harun Yahya Darwine Karşı - Aktüel Dergisi


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Düzeltme ve Cevap - Cumhuriyet Gazetesi - 27 Temmuz 2007


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

ABD'li Green: 'İslami terör' sözü hataydı

ABD'nin Adana Konsolosu Eric Green, 11 Eylül sonrasında “İslami terör” sözünün kullanılmasının talihsizlik olduğunu söyledi. El Kaide'nin herhangi bir dine mensup olduğunu düşünmediklerini ve İslam'ın terörle bağdaştırılmasının yanlış olduğunu hatırlatan Konsolos Green, “Ancak saldırıları yapan El Kaide gibi örgütler yaptıkları hareketi din adına yaptıklarını söylüyorlar. Bu yüzden batıda ve ülkemizde bazı yanlış anlamalar olabiliyor” dedi.

http://www.yenisafak.com.tr/dunya/?t=27.07.2007&c=4&i=58297&ABDli-Green-%25%5C4%25

--------------------

Harun Yahya'nın İslam Terörü Lanetler başlıklı eserleri, gazete ilanları ABD'ye yapılan 11 Eylül 2001 saldırısından beri Türk ve yabancı kamuoyunu terörün hiçbir şekilde İslam ile bağdaştırılamaycağı konusunda bilinçlendirmiştir. Örneğin mutlaka okunması gereken İslam Terörü Lanetler başlıklı ve İslam Terörün Kaynağı Değil Çözümüdür başlıklı makaleleri gibi.

Ayrıca İslam Terörü Lanetler başlıklı birçok dildeki eserlerinden bazılarına da bu linkten ulaşabilirsiniz.


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Yargıtay da Yargıya Açılmalı

Kimden ILANLAR

Gelen sayfada ilanı büyütmek için sağ üst köşede bulunan ikonuna basınız.



YARGITAY DA YARGIYA AÇILMALI


Bir hukuk devletinde en hassas kurum Yargı’dır. Yargı’nın adil, yansız ve vicdanları rahatlatan kararlar vermesi kamu düzenini koruduğu gibi vatandaşların Devlet’e olan güven ve bağlılıklarını artırır. Yargı’nın bu nitelikten uzaklaşması ise o ülkenin sosyal bunalıma doğru geri sayım sürecine girdiğinin belirtisidir.

YARGININ YANSIZLIĞI
Adaletin güçlü olmasının birinci şartı adalet dağıtanların tarafsızlıklarıdır. Yargıçların siyasal görüş ve tercihlerinin olması doğaldır ancak yargıçlar, siyasal düşüncelerinin etkisiyle karar veremezler, vermemelidirler.
Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, yargıçlarımızın büyük çoğunluğu tam bir dürüstlük ve tarafsızlık içinde bu yargılama etiğine uygun davranırlar; siyasal tercihlerini kararlarına yansıtmazlar. Hukuk kurallarını, sevdikleri ve sevmedikleri kişilere eşit uygularlar ve vicdanlarına göre karar verirler.

Ancak her topluluktan olduğu gibi yargıçların içinden de güç ve yetkinin dejenere ettiği kişiler çıkabilmektedir. Bu kişiler, ellerindeki yargı gücünü kimi zaman maddi menfaatlerine, kimi zaman ideolojik hedeflerine araç olarak kullanabilmektedirler. Nitekim son zamanlarda basın organlarında ardı ardına çıkan haberler, her meslek grubunda olabileceği gibi yargı mensuplarının içinden de suç işleyen ve elindeki yetkiyi kişisel çıkarları için kullanan kişilerin çıkabileceğini açıkça göstermektedir. Bu haberlerden bazıları şöyledir.

• “Yargıtay Hakimi Seks Villasında Yakalandı” (Hürriyet Gazetesi, 06.02. 2007 )
• “Yargıtay Hakimi Fuhuştan Tutuklandı” (Haber7.com, 06.07.2007 )
• “Hakim ve Savcıya Seks Partisi” (İnternet haber.com, 13.07.2007 )
• “Çetenin Hakimi Seks Partisinde” (Hürriyet Gazetesi, 14 Temmuz 2007)
• “Yargıda Neler Oluyor Neler?” (Hürriyet Gazetesi, 16.07.2007)
• "Yargıda Temiz Eller Operasyonu Şart” (Zaman Gazetesi, 23.07.2007)
• “Tuz Kokarsa Ne Yapmalı?” (Radikal Gazetesi, 06.12.2006)
• "Ataköy’deki Eve Acil Kız Yollayın” (Star Gazetesi, 17.07.2007)
• “ Yargıtay Evi’ni Çeteci İşletmiş!!!” (Hürriyet Gazetesi, 15.07.2007)
• “Vaniköy’deki baskın öncesinde yapılan dinlemeler çete üyelerinin hâkim, savcı ve polislerle ilişkisini ortaya koydu. Dinlemelere, bir hâkim, üç savcı ve sekiz polis takıldı.” (haber7.com, 26 Temmuz 2007)

Bu olumsuz örneklere bakarak Yargı’yı tamamen çürümüş gibi gösteren yorumlar yapmak yanlış olacağı gibi, yargıçlık mesleğine yakışmayan davranışları yok sayıp örtmeye çalışmak da hatalı olacaktır.

Doğru olan, bu tür hatalı davranışları, iyi niyetli ve hukuki bir anlayışla ortaya koymak, bunların tekrarlanmasını engellemek, böylece Türk Yargısı’nın daha iyi bir seviyeye gelmesini sağlamaktır. Bunun için yapılması gereken, yargı mensuplarına da yargının yolunun açılması ve suç işleyen kişinin makamı gözetilmeden gereken hukuki tedbirlerin alınmasıdır.

BAV DAVASI’NDA NEDEN SÜREKLİ GARİPLİKLER OLUYOR?
Bilim Araştırma Vakfı Davası hukuk ihlallerinin yoğun olarak yaşandığı davalardan biridir. BAV Camiası’nın kültürel çalışmalarını kendi ideolojik hedefleri için tehlikeli gören ve “Komünist Derin Devlet Çetesi” olarak isimlendirilebilecek, devletin içine sızmış bir sol yapılanma, özellikle kendi ideolojisine yakın gördüğü yargıçları provokatif yalanlarla ajite edip yönlendirerek BAV Davası’nda hukuk dışına çıkmaya zorlamaktadır.

Bu yargıçlar “Komünist Derin Devlet Çetesi” tarafından yapılan telkinlere itibar ettikleri takdirde, ellerindeki yargılama yetkisini bir ideolojik hesaplaşma aracına dönüştürmeye yönelmekte, tarafsızlıklarını gitgide kaybetmekte, adalet ve hukuktan ayrılma eğilimleri göstermektedirler. Böyle bir durumda ortaya ciddi usül hataları ve yasa ihlalleri çıkması kaçınılmazdır. Nitekim bu telkinlerin etkisi altında hareket eden yargıçlar BAV Davası’ndan çekilmelerini kaçınılmaz kılacak yargılama hataları yapmaya başlamaktadırlar.

BU GİBİ OLAYLAR YAŞANMAMALIDIR
BAV davası usule aykırı işlemlerden kaynaklanan tartışmalar nedeniyle yargı aşamasında gereksiz yere zaman kaybetmiştir. Temyiz aşamasında da aynı provokasyonlar, aynı ideolojik husumetler ve aynı manzaralar ne yazık ki tekrar yaşanmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini saymak gerekirse;

BASINA SIZDIRMA: Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyeleri aralarındaki müzakereleri veya oluşturdukları karar taslağını basına sızdırmışlardır. Karar metni 22 Mayıs 2007 tarihinde yazılıp imzalanarak taraflara teslim edildiği halde, bunun içeriği 18-21 Mayıs tarihleri boyunca basında yer almıştır. Bu uygulama yanlıştır, hukuka aykırıdır. Daire üyeleri dosyada verecekleri kararı daha önce müzakere etmiş olsalar bile bunun içeriğinin basına verilmesi Yargıtay Kanunu’nun 39. maddesine aykırıdır. Bunun yasadışı olduğunu herkesten daha iyi bilen deneyimli yargıçların böyle bir davranış biçimini seçmiş olmalarının elbette bir nedeni vardır. Bu neden araştırılarak bulunmalı ve bunun tekerrürünü engelleyecek tedbirler alınmalıdır.

İSNAT ÜRETME: Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyeleri dosyada iması bile bulunmayan isnatlar üretmişlerdir. Örneğin dava dosyasının hiçbir yerinde bulunmayan, hatta polis senaryolarında bile yer almayan “yaşı küçük kızları alıkoyup kameraya çekerek şantaj yaptılar” gibi hayal ürünü bir iddiayı karar metnine yerleştirmişlerdir. Böyle bir şantaj da, kameraya çekme de, alıkoyma da yoktur, olmamıştır. Dosyada buna dair değil bir kanıt, iddia bile yoktur. Peki o zaman dosyada bulunmayan bir iddia Yargıtay ilamına nasıl ve neden girebilmiştir? Bu sorunun cevabını bulmak ve böyle olayların tekerrürünü engelleyecek önlemleri almak gerekir.

KARARI GÖRMEZDEN GELME: Yargıtay 8. Ceza Dairesi sanıkların lehine olan delillerin bahsini dahi geçirmemiştir. Örneğin BAV Davası’nda zaman aşımına girmeyen kişiler hakkında verilen ve esasen tüm BAV Davası yargılananlarına yönelik olan (kesinleşmiş) beraat kararından hiç söz etmemiştir. Daire “burada suç vardır” iddiasını ortaya atarken “burada suç yoktur” tespitinde bulunmuş olan bir mahkeme kararından bahsetmemesi dikkat çekicidir.

MAHKEMEYE TAHAKKÜM: Yargıtay 8. Ceza Dairesi kendisini yerel mahkemenin yerine koymuştur. Yargıtay’ın görevi hukuksal denetim yapmak, doğru kararları onamak, hatalı kararları BOZMAK’tır. “Bozmak” başka şeydir, “karar vermek” başka şeydir. Yargıtay’ın yerel mahkemenin yerine geçerek kararı yeniden inşa etme yetkisi yoktur. Bu yetki sadece yerel mahkemeye aittir. Oysa ki BAV Davası ile ilgili ilama bakıldığında Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin delilleri ve olguları ele alıp “anlaşılmıştır”, “ispatlanmıştır” gibi ifadelerle bunları yorumladığı, bunların ardından da hukuksal nitelemeyi tamamlayarak yerel mahkemeye yapacak hiçbir şey bırakmayacak bir metin oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. 8. Ceza Dairesi yargıçlarının imzaladıkları ilamda adeta “Al bu kararımızı aynen yaz bize geri gönder” denmektedir. Delillerle, tanıklarla birebir temas eden yerel mahkemenin iradesini bu derece ipotek altına almak istemenin nedeni nedir? Bu neden araştırılıp bulunmalı yeniden yaşanmasını engelleyecek tedbirler alınmalıdır.

AJİTASYON: Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin BAV Davası’na ait ilamında diğer ilamlarda rastlanmayan bir üslup ve terminoloji vardır. Karar metninde “intikam almak... gözdağı vermek… farklı cinsel anlayış… küçük çocukları katmak…” gibi hukuksal değeri bulunmayan ama kamuoyunu ve ilk derece mahkemesini ajite edici niteliğe sahip olan provokatif deyimler çokça yer almaktadır. Bu ifadelerin üslubu da içeriği de yanlıştır. Bu metni kaleme alan kişiyi böyle farklı davranmaya iten sebeplerin neler olduğu mutlaka bulunmalıdır.

ÇELİŞKİ: Kendi üyelerini yargılarken mahkeme kararıyla dinlenmiş telefon konuşmalarını bile “Mahkeme kararı şu kişi için alındığından karşısındaki kişi aleyhinde kullanılamaz” gibi bir yorumla yargılama dışı bırakarak meslektaşlarını beraat ettiren Yargıtay, sıra BAV Davası’na gelince avukat huzurunda imzalanmadığı için yasa gereği hiçbir şart altında delil değeri bulunmayan polis tutanaklarını, ilamına tek dayanak yapmıştır. Aynı kuralların Yargıtay üyelerine farklı, BAV üyelerine farklı uygulanması elbette bir çelişkidir.

SAVUNMA’YI YANILTMA: BAV Davası yargılananları bu garip gelişmeler karşısında Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin bazı üyeleri hakkında reddi hakim taleplerinde bulunmuşlardır. Ama bundan sonraki gelişmeler daha garip hale gelmiştir: Kanun gereği Daire önce bu reddi hakim taleplerini karara bağlaması gerektiği halde sanki dosyada bu red talepleri hiç yokmuş gibi ilamı yazıp tamamlamıştır. Reddi hakim taleplerini cevapsız bırakmış ve dosyayı da aynı gün alelacele yerel mahkemeye geri göndermiştir. Yerel mahkeme, mesleğe yeni başlamış hakim adaylarının bile çok iyi bildiği bu usul hatası karşısında dosyayı Yargıtay’a geri göndermek zorunda kalmıştır. Bu aşamada da Savunma’dan bilgi gizlemeler ve kasten yanlış bilgi vermeler başlamıştır. Yargılama şeffaf bir süreçtir. “Türk Milleti adına” karar verenlerin Türk Milleti’nden ve özellikle de yargıladıkları kişilerden yargısal işlemleri gizleme hakları yoktur. Usule aykırı olduğunda şüphe bulunmayan bu gibi uygulamaların nasıl yapılabildiği araştırılmalıdır.

ÇÖZÜM
Yargıtay Başkanı Sayın Osman Arslan’ın 2006-2007 Adli Yıl Açılış Konuşması’ndaki şu sözleri, olması gerekeni çok veciz bir şekilde özetlemiştir:

“Hakimlerin dürüst olması yeterli değildir. Hakim aynı zamanda dürüst görüntü vermek zorundadır. Dürüst görüntü sergilemeyen hakimin kamuoyunun tartışmasına açık olduğu unutulmamalıdır. Dürüst görüntü vermek, dürüstlüğün ve tarafsızlığın gerektirdiği biçimde davranmak demektir.”

Sayın Osman Arslan’ın yine aynı konuşmasında yer alan şu sözleri de konumuz açısından aydınlatıcıdır:

“Hakimler taraflardan birine sempati veya antipati duymamalıdır. Taraflardan birine sevgi veya düşmanlık besleyen hakim adalet dağıtamaz. Hakimler, insaflı, ölçülü ve duygusallıktan uzak olmalıdır. Adaletle duygusallık bağdaştırılamaz. Adalet dağıtanlar adalet dağıtırken siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve etnik ayırım yapmaksızın yargılama yapmalıdır. Hakimler de insandır ve toplumun içinde yaşamaktadır. Hakimlerin bu nedenle siyasal görüş ve tercihlerinin olması doğaldır. Ancak hakimler siyasal düşüncelerinin etkisiyle karar veremezler ve siyasal düşüncelerini kararlarına yansıtamazlar. Hakimlerin siyasallaşması, siyasallaştırılmak istenmesi ve siyasete konu yapılması yanlıştır.”

Sayın Osman Arslan’ın bu değerli tesbit, öneri ve görüşlerinin yaşama geçirilmesi, hem Türk yargıçlarını, hem Türk Yargısı’nı, hem hukuk devleti anlayışını, hem de vatandaşlarımızın Devletine olan bağlılığını ve sevgisini güçlendirecektir.
Ama bu nasıl gerçekleştirilecektir?

Bunun önündeki en büyük engel, yargıçlara yasalarla verilmemiş olan yargı dokunulmazlığını içlerinden bazılarının içtihatlarla ve meslektaş dayanışmasıyla oluşturmuş olmalarıdır. Ne Anayasa’da ne de yasalarda Yargıtay hakimlerine tazminat davası açılamayacağını belirten hiçbir hüküm bulunmadığı halde Yargıtay hakimleri kendi kendilerine “Bize tazminat davası açılamaz” diye içtihat etmişlerdir.
Hakimlerin ceza soruşturmaları ise neredeyse tamamen formalitelerden ibarettir.

Normal yargıçların soruşturmaları Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ndeki meslektaşlarınca, Yargıtay hakimlerinin soruşturmaları da Yargıtay’daki meslektaşlarınca onaysız bırakılarak engellenmektedir. Buna karşı itirazlardan da bugüne kadar sonuç alabilen yoktur. Kamuoyu baskısının varlığı gibi çok özel durumlarda soruşturma açılsa bile bunların pek azı davaya dönüşmekte, davaların hemen hepsi de “Şu kanıt hukuka aykırı, bu kanıt şaibeli” gibi gerekçelerle beraatle bitmektedir.

Nitekim hukukun uygulanışındaki bu gevşeklik art niyetli bazı yargı mensuplarının suç işlemelerinin önündeki hukuki engeli kaldırmış ve bu durum 16 Ağustos 2004 Aksiyon Dergisi’nin “Hakimler Nereye Koşuyor” başlıklı haberine şu şekilde yansımıştır:
“Daha önce “siyasallaşma” tartışmaları ile ağır yara alan yargı, şimdi de mahkemeler ve Yargıtay’daki dava dosyalarına yapılan müdahale iddialarıyla çalkalanıyor. Tam sekiz Yargıtay üyesi, 32 hakim ve savcı ile çok sayıda avukat ve işadamını kapsayan Türk yargı tarihinin en büyük soruşturmasından sonra, yargıdaki temizlik harekatı bitti mi? ...”

Yargıçlık güvencesinin, dava ve şikayet hakkının suistimaline karşı bazı önlemlerin alınmasını gerektirdiği doğrudur. Ama bu önlemlerin “Hakimlere yargı dokunulmazlığı sağlama” boyutunda uygulanması, hem bir yandan hakimlerin aklanma haklarını ellerinden almakta, hem ideolojik veya maddi menfaate dayalı suistimalleri teşvik etmekte, hem de böyle olaylar nedeniyle Yargı’ya olan güveni zedelemektedir.
Kuvvet komutanları, başbakanlar, bakanlar, meclis başkanları yargı önünde sorumluluk taşırken ve yerine göre ağır hapis cezaları alırken, yargıçların böyle bir sorumluluğunun olmaması anlaşılabilir değildir. Bu çizgideki uygulamalar hepimiz için büyük önem taşıyan yargıya yönelik saygı uyandıran bir uygulama da değildir.
Kamuoyunun bilgilerine saygıyla sunulur.


Diğer Tüm İlanlar İçin Tıklayınız.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

cnnturkyanilgilari.com

http://www.cnnturkyanilgilari.com/


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

EVRİM TEORİSİNİN ÇÖKÜŞÜ ve YARATILIŞ GERÇEĞİ

Bölüm 1
http://www.youtube.com/watch?v=cS9TkmKV3iU


Bölüm 2
http://www.youtube.com/watch?v=bpoiRj8MuHI


Diğer söyleşiler için http://www.youtube.com/user/CreationistScientist bakabilirsiniz.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Social Darwinism

The adaptation of the law of the jungle to human behaviour.

http://www.youtube.com/watch?v=oTWRv3t010c


Evrim teorisinin bilimsel geçersizliği ile ilgili diğer İngilizce anlatımlar için tıklayınız. (http://www.youtube.com/user/harunyahyacom)

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Bir Ayet Bir Açıklama: Kehf Suresi, 9-10

Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl)." (Kehf Suresi, 9-10)

Bu ayetlerde Kehf ve Rakim Ehli'nin olağanüstü durumlarına dikkat çekilmektedir. Kehf Ehli'nin yaşadıkları alışılmışın dışında, metafizik olaylardır. Hayatlarının her anı mucizevi gelişmelerle doludur. Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde Ahir Zamanla bağlantısına dikkat çekilen Kehf Ehli'nin Kuran'da anlatılan bu durumu, Ahir Zamanda da insanların olağan dışı, metafizik olaylarla karşılaşabileceklerine bir işarettir.

Kehf Suresi'nin 10. ayetinde gençlerin bir yere "sığındıkları" bildirilmektedir. Kıssanın sonraki ayetlerinden anlaşıldığına göre, Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmalarının nedeni dönemin baskıcı sisteminin oluşturduğu ortamdır. Kendi fikirlerini rahatça söyleyemeyen, doğruları anlatamayan, din ahlakını gerektiği gibi yaşamaları ve anlatmaları engellenen Kehf Ehli, çözümü bu toplumdan uzaklaşmakta bulmuştur.^

Ancak bu durum, uzaklaşıp bekleme manasında değildir. Kehf Ehli mağaraya sığınmış, yaptıkları işleri Allah'ın kolaylaştırması, kendilerine rahmetinden yayması için dua etmişlerdir. Kısacası Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmasının nedeni sadece beklemek değil, kendilerini bu süre içinde geliştirmek olmuştur.

Kehf Suresi'nin 10. ayetinde, Kehf Ehli'nin duasından bahsedilmekte ve önemli bir konuya daha dikkat çekilmektedir.

İman edenler her işi yapanın sadece Allah olduğunu hiç unutmamalıdırlar. İnsan her zaman ihtiyaç içindedir, Allah karşısında aciz ve muhtaçtır. Kendi aklı, kendi çabası ve gücü ile birşey yapması mümkün değildir. Allah dilemediği zaman insanın değil bir işi sonuçlandırması, elini kaldırması, yürümesi, hatta nefes alması dahi mümkün olmaz. İnsanın her an Allah'ın yardımına, desteğine ve rahmetine ihtiyacı vardır. Kuran'da da insanın bu acizliğine ve her işi yapanın Allah olduğuna dair pek çok ayet bulunmaktadır.

İlmi Mercek Dergisi Ağustos 2006 - Sayı 26, Sayfa 25
http://ilmimercek.net/index.php?Pg=Detail&Number=5734

Fosil Sergileri'nden Fotoğraflar

Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli yerlerinde düzenlenen fosil sergilerinden seçme fotoğraflar
http://www.youtube.com/watch?v=L_6P3yXvrcE

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Tekzip- Sabah Gazetesi 24 Temmuz 2007

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Harun Yahya'nın Etkileri Avrupa Uluslararası Biyoetik Birliği'nde

Avrupa Uluslararası Biyoetik Birliği (EUROPEAN ASSOCIATION OF GLOBAL BIOETHICS) tarafından yayınlanan ‘Studia Bioetica’ dergisi Nisan sayısında ‘Evrimi (insanın) öğretmek tehlikede mi?’ başlıklı bir haber yayınladı. Brüksel Free University'den Charles Susanne tarafından hazırlanan yazının giriş bölümünde bu haberin neden yapıldığı ile ilgili olarak şu yorum yer alıyordu:

“Bu yazı evrim eğitimi ve din arasındaki güncel bağlantıyı incelemek için yazılmıştır. Polemik yaratma amacında değildir, bilgilendirme amacı gütmektedir...

Belçika'nın orta dereceli okullarında ve aynı zamanda benim üniversitemde bazı öğrenciler evrimin, özellikle de insan evriminin öğretilmesine tepki göstermektedirler. Bu nedenle bu tepkiyi ve sosyal problemi incelemeyi ilginç buldum...”

Haberin içerisinde İslam bölümünde, Avrupa’nın, Ortaçağ’da içerisinde bulunduğu karanlıktan kurtulabilmesinde, İslam medeniyetlerine çok şey borçlu olduğu belirtilmektedir. Yazının Türkiye ile ilgili bölümünde ise Harun Yahya hakkında aşağıdaki bilgiler verilmiştir:

“Bugünlerde yaratılışçılık ‘İslami Bilimsel Yaratılışçılar ve Bilim Araştırma Vakfı’ ile güçlü bir biçimde geri döndü... BAV’ın en etkili yazarı Harun Yahya!
mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Harun Yahya Danimarka Berlingkske Gazetesi'nde


26 Haziran 2007 tarihli Berlingkske gazetesinin, bilim ve teknoloji ekinde “Yaratılış Atlası”na geniş bir bölüm ayrıldı.

Haberde, Avrupa Konseyi’nde yaratılış gerçeğinin anlatılmasına ve okullarda öğretilmesine karşı sunulan raporun oylama ile reddedilmesi ile ilgili olarak şöyle bir yorum yer almıştır:“Avrupa Konseyi'ndeki büyük bir muhafazakar çoğunluk Darwinizm'e karşı çıkan Hıristiyan ve Müslüman yaratılışçılığı kınamayı reddetti. Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkede eğitime “yaratılışçı” fikirleri sokmaya çalışan dini gruplara karşı uyarıda bulunan son derece kritik bir rapor dün Konsey tarafından oylandı. Ama rapor reddedildi, çünkü muhafazakar grubun başkanı Belçikalı Luc Watering Brande raporu çok ciddi bir şekilde eleştirdi...

2004 ve 2005 yıllarında Hollanda ve İtalyan bakanlıkları öğrencilere sadece evrim teorisinin okutulmasının yeterli olup olmadığını sorguladılar. Polonya’da, 2006 yılında Milli Eğitim Bakanı evrim teorisinin bir yalan olduğunu açıkladı. Ve Rusya’da Ortodoks bir kız öğrenci ve babası evrim teorisinin okutulması ile ilgili olarak Bakanlığa karşı yasal yollara başvurdu. Moskova’da Patrikhane’nin liderlerinden biri evrim teorisini totaliter bir ideoloji olarak ilan etti. Bugünlerde de Türkiye’den Harun Yahya tarafından finansal açıdan önemli bir güçte olan yaratılışçı bir propaganda yapılıyor. Yazarın bu sene basılan “Yaratılış Atlası” adlı kitabının çok sayıda kopyası Fransa, Belçika ve İsviçre’deki okullara gönderildi...

Guy Lengagne ayrıca Alman Hesse eyaletindeki okulların, öğrencilerine, farklı hayvan türlerinin gelişiminde “yaratıcı bir gücün” varlığının şart olduğunu öğretmeye başladığını tespit etti...

George Bush da Amerika’da öğrencilere evrim teorisinin yanı sıra dini görüşlerin de okutulması taraftarı.”
Yaratılış Atlası gönderilen ülkelerde Darwinist çevrelerde meydana gelen panik ise haberde şöyle ifade edilmişti:
" Söz konusu ülkelerdeki kamu yetkilileri kitabın okullarda öğretilmemesini sağlama almak için genelgeler yayınlayarak duruma müdahale ettiler."

Konseyin bu raporu yok sayarak iptal etmesi ise, Avrupa basınında, Darwinist çevreler açısından büyük bir yıkım olarak değerlendirildi.
mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Evrimi ezen büyük kitap-The Journal News LoHud blog sitesi


The Journal News LoHud blog sitesi / ABD

Amerikalı yazar Gary Stern, The Journal News gazetesinde dini konulu yazılar yazan, 2 önemli gazetecilik ödülü almış bir yazardır. Stern'in 25 Haziran 2007 tarihli bir yazısında Yaratılış Atlası ile ilgili şu yorumlar yer almaktadır:

Evrimi ezen büyük kitap

Masama pek çok kitap bırakılır. Ancak hiçbirisi 12 pound ağırlığında olmaz. Tek elimle zar zor kaldırabildim. Yaratılış Atlası 800 sayfa ve 12 pound ağırlığında. Bu eser Harun Yahya müstear ismini kullanan Adnan Oktar’a ait; evrimcilerin sahtekarlıklarını ortaya çıkaran ünlü Türk yazar. Evrimin geçersiz iddialarını ve Darwinizm ile komünizm ve faşizm gibi kanlı ideolojiler arasındaki karanlık ittifakı açıklıyor. Bu büyük kitap canlılığın milyonlarca yıldır değişmediğini gösteren fosil resimleri ile dolu. Herşey -insanlar, hayvanlar, bitkiler- şu anda eskiden olduğu gibiler. Herhangi bir sayfa –örneğin 431- açıyorum ve 50 milyon yıllık bir çekirge resmi buluyorum, hiç değişmemiş...
İstanbul'dan Global Yayıncılığın yayınladığı kucağımı ezen kitap yedi cildin daha ilk cildi.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Biz Bir Aileyiz

Kimden ILANLAR


BiZ BiR AiLEYiZ

Geçtiğimiz hafta Hürriyet Gazetesi’nde, Aydın Doğan’ın tüm Türkiye’yi kucakladığını bildiren, ülke çapında birlik beraberlik içerisinde olmanın önemini vurguladığı “Biz Bir Aileyiz” mesajına yer verilmiştir. Bu son derece önemli ve yerinde bir hatırlatmadır.

Doğan Medya Grubu, BAV camiasının uzun süredir çeşitli yayınlar aracılığıyla, Ülkemiz’in birlik, beraberlik ve bütünlüğünü korumaya yönelik olarak kamuoyuna yapmış olduğu duyurulara karşı duyarsız kalmamıştır. Bu çağrıların hemen akabinde tüm Türkiye’ye “Biz Bir Aileyiz” mesajını vermiştir. Kuşkusuz ki bu çok güzel bir gelişmedir.

Ancak unutulmamalıdır ki, aile olmanın bazı önemli gereklilikleri vardır. Sayın Aile Büyüğümüz Aydın Doğan’dan da, bu gerekliliklere karşı duyarlılıkla yaklaşmasını bekliyoruz.

Bilindiği gibi, Doğan Medya Grubu’nun da dahil olduğu, çeşitli basın yayın kuruluşlarında zaman zaman Bilim Araştırma Vakfı camiası hakkında, bilgi ve belgeye dayanmayan, karalama ve iftira nitelikli, gerçekdışı bazı haberlere yer verilmektedir. Oysa ki bu durum, başta DMG Meslek İlkeleri olmak üzere, tüm basın yayın ilkeleriyle ve dürüst gazetecilik anlayışıyla tümüyle çelişmektedir.

Bir ailede, aile fertleri birbirlerini yakmaya yıkmaya, yok etmeye çalışmaz, yapana da göz yummaz. Sayın Adnan Oktar da bu vatanın evladıdır ve tüm ömrünü bu vatana hizmete adamıştır. Dünya çapında büyük ses getiren eserleriyle, on yıllardır Ülkemiz’in birlik ve beraberliği için yürüttüğü faaliyetleriyle daima Milletimiz’in refahından ve menfaatlerinden yana, kesintisiz bir hizmet içerisinde olmuştur. Manşetlerden yazıldığı gibi Sayın Adnan Oktar’ın yanması, yakılması, iftiralarla itham edilmesi hiç kimseye bir fayda sağlamaz.

Madem ki Sayın Aydın Doğan’ın da belirttiği gibi “Biz 70 Milyonluk Bir Aileyiz”, o zaman bu bilinçle hareket etmemiz; ailemizi korumamız, ona sahip çıkmamız, adaletten asla taviz vermememiz esastır. Kendi ailemizi, evlatlarımızı haksız yere suçlu çıkarmak için, karalamak için, hapse attırmak için uğraşmayalım. İnsanlarımızı, evlatlarımızın aleyhinde kışkırtmayalım, iftira atmayalım, tuzak kurmayalım, kuranlara da destek olmayalım. Bir ailenin içinde herşeyi şefkatle, merhametle, birlik ve beraberlik duyguları içerisinde halletmek esastır. Doğan Medya Grubu’nun da bu anlayış içerisinde, bu güne kadar yapmış olduğu tüm asılsız haber ve suçlamaları, yanlış bilgilendirmeleri telafi edecek bir çalışma içerisine girmesi, atılan iftiraların düzeltilmesi, hukuki olarak geçersiz olduğu ispatlanmış iddiaların doğrularının açıklanması ve bunlara ilişkin mahkeme kararlarının kamuoyuna duyurulması bu “aile bilincinin” bir gereğidir.Bir köşe yazarının sütununda, tek bir satırla dahi olsa bu düzeltmelere yer verilmesi, önemli bir iyi niyet göstergesi olacaktır. O zaman “Biz Bir Aileyiz” kavramı gerçek anlamda yerini bulacaktır.

Nitekim, 1999 yılında yayınlanan “Doğan Medya Grubu Meslek İlkeleri”ne uygun olan da, bu adaletli ve yapıcı yaklaşımdır. Zira bu ilkelerde, DMG’nin, insan haklarının savunucusu olduğu, hukuk devletine inandığı, özgürlükçü olduğu; haberin araştırılması, gerçeğe bağlı ve objektif davranılması gerektiği, suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe, hiç kimsenin suçlu ilan edilemeyeceği ve kişiler hakkında iftira niteliği taşıyan ifadeler kullanılamayacağı belirtilmiştir.

Sayın Adnan Oktar ve BAV camiasına bugün olduğu gibi, geçmişte de pek çok iftira atılmış, tuzak ve komplolar kurulmuş, asılsız yayınlar aracılığıyla çeşitli karalama kampanyaları yürütülmüştür. Ancak bunların hepsi de başarısız olmuş, Türk adaleti tüm bu hukuksuzlukları yerle bir etmiştir.



1- SAYIN ADNAN OKTAR’A DÜZENLENEN KOKAİN

KOMPLOSU BERAATLE SONUÇLANMIŞTIR

1991 yılında Sayın Adnan Oktar bir komplonun gereği olarak gözaltına alınmış ve kendisine gözaltındayken yemeğine karıştırmak suretiyle kokain verilmiştir. Aralarında Scotland Yard’ın da bulunduğu 30’a yakın uluslararası adli tıp kurumu ve Türk Adli Tıp Kurumu da kokainin gözaltında yemeğine karıştırılmak suretiyle verildiğini teyid etmiş ve Adnan Oktar, kendisine komplo yapıldığı mahkemece kabul edilerek beraat etmiş ve aklanmıştır.


2- EBRU ŞİMŞEK’İN ORTAYA ATTIĞI ŞANTAJ İDDİASI YALANDIR

1999 yılından itibaren sürmekte olan dava dosyasında tek bir tane şantaj kaseti yoktur. Ebru Şimşek dışında şantaja maruz kaldığını iddia eden hiç kimse yoktur. Ebru Şimşek’in BAV mensularına yönelttiği iftiraların geçersizliği de mahkeme kararıyla kanıtlanmıştır

Ebru Şimşek’in bir BAV mensubunun evinde çekildiğini iddia ettiği görüntülerinin, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tayin ettiği İnşaat Yüksek Mühendisi Çağlar Göksu tarafından gerçekleştirilen bilirkişi tetkiki sonucunda İstinyedeki BAV mensubunun evi ile alakasız bir evde çekildiği anlaşılmıştır. Raporda şöyle belirtilmektedir:

“… Söz konusu mekanların AYRI MEKANLAR olduğu, gizli kamera görüntülerinin kaydedildiği mekandaki döşeme sisteminin asmolen döşemeli sisteme çevrilmesinin teknik olarak mümkün olmadığı kanaatindeyim.” (18.10.2004 tarihli Bilirkişi Raporu, s. 3)

-ŞANTAJ İDDİASININ İFTİRA OLDUĞU MAHKEME KARARIYLA İSPATLANMIŞTIR

İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2007/7 nolu beraat kararı ile şantaj iddialarının iftira olduğu ispat edilmiştir. Kararda:

“Sanıkların savunmalarına, katılan Ebru Şimşek vekillerinin beyanlarına, Ebru Şimşek ile ilgili izlenen CD görüntülerine, yine Ebru Şimşek ile ilgili CD görüntüleri üzerinde görüş beyan eden bilirkişi Nevzat Tarhan’ın beyanına, inşaat mühendisi bilirkişi Çağlar Göksu’nun Ebru Şimşek’in görüntülerinin alındığı evle ilgili beyanına, Ebru Şimşek’in ilişkileri konusunda beyanda bulunan Savunma tanıkları Özgür Aydemir, Mehmet Ali Yıldırım, Tacettin İnce, Yavuz Coşkun, İbrahim Özcan, Ecevit Şahin’in anlatımlarına göre; sanıklar (..) hakkında TEHDİT İLE MENFAAT SAĞLAMAK (ŞANTAJ) SUÇUNDAN AÇILAN DAVADA ATILI SUÇUN SÜBUT BULMADIĞI ANLAŞILMAKLA (...) SANIKLARIN BERAATİNE KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ SONUCUNA VARILMIŞTIR.”



3- MALİ SÖMÜRÜ İDDİASININ İFTİRA OLDUĞU İSPAT EDİLMİŞTİR

Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Suçları Araştırma Komisyonu (MASAK), yargılanan tüm sanıkların mal varlıklarını en ince detayına kadar araştırmış ve bu konuda mahkemeye 3 ayrı resmi rapor sunmuştur. (27 Temmuz 2000 tarih ve GKR.2000.22.173/Müt-2 sayılı MASAK Raporu, 21 Aralık 2000 tarih ve GKR.2000-22/11 sayılı MASAK Raporu ve 16 Temmuz 2001 tarih ve GKR.2001-22-173/ Müt-1 sayılı MASAK raporları) Bu raporlarda, BAV mensupları hakkında ileri sürülen mali sömürü ve haksız menfaat iddiaları ele alınmış, sanıkların tek kuruşluk bile gayrimeşru kazançlarının bulunmadığı tasdik olunmuştur.



4- 1999 YILINDA BAV MENSUPLARINA YAPILAN ÇETE İDDİASI BERAATLE SONUÇLANMIŞTIR

Tertemiz ahlaklı, eğitimli, kanunlara saygılı, ülkemize canı gönülden bağlı BAV mensuplarından hayali bir çete oluşturulmaya çalışılmış ve 4422 sayılı yasanın ihlali gerekçesiyle dava açılmıştır. Ancak;

- İstanbul 3. Devlet Güvenlik Mahkemesi “iddianamede yer alan suç nitelemesini (4422 sayılı yasanın ihlali) benimsemediğini” ifade ederek görevsizlik kararı vermiştir. İstanbul 3. DGM’nin bu tespiti, görevsizlik kararını denetleyen İstanbul 4. DGM tarafından da kabul edilmiştir.

- Dava dosyasını İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önüne gelene kadar geçen süreçte ele alan 5 mahkemeden hiçbiri dosyada 4422 sayılı kanunda tanımlanan suçun ihlaline ilişkin bir olgunun bulunduğundan bahsetmemişlerdir.

- Dava 24.11.2005 tarihinde 35 sanık için zaman aşımından düşmüştür. Ancak söz konusu dava 6 sanık açısından devam etmiştir.

- Davayı tüm sanıklar açısından ele alan 2. Ağır Ceza Mahkemesi 6 kişiye 2007/7 No’lu beraat kararını vermiştir:

“Sanıkların savunmalarına, savunma tanıklarının ve bilirkişilerin beyanlarına ve 2004/337 esas sayılı dosyada dinlenen müşteki ve tanıkların yargılama sırasındaki beyanlarına ve yukarıda DELİLLER BÖLÜMÜNDE TEK TEK GÖSTERİLEN DELİLLERE GÖRE sanıkların cürüm işlemek için teşekkül oluşturdukları, bu örgütte yönetici ya da üye oldukları konusunda atılı suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı, dolayısıyle BU SUÇLARININ SABİT OLMADIĞI sonuç ve kanısına varılarak, sanıkların bu suçtan da BERAATLERİNE ...”

Böylece oynanan bu çirkin oyun bir kez daha hakkaniyetten ödün vermeyen Türk adaleti tarafından deşifre edilmiştir. Böylece Adnan Oktar ve tüm yargılananlar çete iftiralarından aklanmışlardır.

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Bilim Araştırma Vakfı Başkanı Tarkan Yavaş'tan Tekziptir - Sabah Gazetesi - 25 Temmuz 2007


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Al-i İmran Suresi, 26

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin."
mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Bilinçsiz Geçen 15 Yıl

İman sahibi olan insan, tüm hayatını Allah ' ın rızasını kazanmak için çalışarak geçirir. Allah ' a teslim olmanın huzuru sayesinde de dünyanın tüm korku ve hüzünlerinde kurtulur ve sonsuz bir mutluluk yurdu olan cenneti kazanmayı umabilir.
Her insan gün içinde belli bir zamanı uyuyarak geçirmek zorundadır. Ne kadar çok işi olsa da, ne kadar istemese de belli bir süre sonra uyuması ve bedenini dinlendirmesi, en azından gününün 1/4'ünü bir yerde yatarak geçirmesi kaçınılmazdır. Aksi takdirde hayatını sürdürmesi imkansız hale gelir. Her gün yaşadığı 24 saatin aslında en fazla 18 saatini şuurlu olarak geçirir, geri kalan minimum 6 saatlik uykuda bilinci tamamen kapalıdır. Bu açıdan bakınca karşımıza şöyle çarpıcı bir rakam çıkar: Ortalama 60 senelik bir yaşamın en az 1/4'ü yani 15 senesi "bilinçsiz" olarak geçmektedir. Peki uykunun bir alternatifi var mıdır? "Ben uyumak istemiyorum" diyen insan için durum nasıl olur? İki gün uyumayan insanın gözleri kanlanır, cildi bozulur, rengi solar. Bu süre daha da uzayacak olursa, şuur kaybına kadar varabilecek durumlar oluşur. İnsan istese de istemese de bir günün sonunda mutlaka gözleri kapanır, dikkati dağılır ve kendini birdenbire uykuya dalmış olarak bulur. (Harun Yahya, Gerçeği Bilmek)
Bu kaçınılmazdır; en güçlüsünden en zayıfına, en güzelinden en çirkinine, en zengininden en fakirine; bu, herkes için değişmez bir kuraldır.
Uykunun hemen öncesinde, vücut adeta ölür gibi duyarsızlaşmaya başlar, hiçbir şeye tepki veremez hale gelir. Biraz önce sesi duyan ve algılayan kulaklar, fiziksel açıdan sağlam bir durumda olmalarına rağmen duyamaz, fonksiyonlarını yerine getiremezler. Beden bütün faaliyetlerini minimum seviyeye indirir, dikkat azalır, konsantrasyon düşer, hareketler yavaşlar. Ölümü ruhun bedenden ayrılması olarak tanımladığımıza göre, bu da bir tür ölümdür. Çünkü insanın bedeni yatağında yatmaktadır ama o anda ruhu çok farklı bir mekanda, çok farklı olaylar yaşadığını sanmaktadır. Belki kendisini deniz kenarında, sıcağın altında hissetmektedir, ama aslında o an odasında yatmaktadır. Ölüm de insana aynı etkiyi yapar: Onu bu dünyada kullandığı bedenden ayırır ve yeni bir bedenle yeni bir dünyaya taşır.
Uyku ile ölüm arasındaki bu benzerlik, Kuran'da da vurgulanır. Bir ayette, "Sizi geceleyin öldüren ve gündüzün 'güç yetirip etkilemekte olduklarınızı' bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur." (Enam Suresi, 60) şeklinde buyrulmaktadır. Ölüm ile uykunun benzer iki olay gibi anlatıldığı bir başka ayet ise şöyledir:
"Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı tutar, öbürünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır." (Zümer Suresi, 42)
Ama her nedense insanlar, hayatlarının dörtte birini algıya dair hiçbir fonksiyonlarını yerine getiremez bir durumda "ölü" halde geçirdikleri halde, bunun anlamını pek düşünmezler. Uykuya dalmaları ile birlikte dünyada kendileri için önemli olan ne varsa bir kenara bıraktıklarını hiç akıllarına getirmezler. Oysa insan uykuya daldığı an, o gün içerisinde kazandığı para, girdiği önemli bir sınav, aldığı güzel bir hediye artık onun için hiçbir şey ifade etmez. Bu, bir nevi dünya ile hiçbir bağlantısının kalmaması anlamına gelir.
Buraya kadar verilen tüm örnekler, insan hayatının aslında ne kadar kısa olduğu ve ne kadar "zaruri" işlerle geçirildiğini anlatmaktadır. Bu hayattan, zaruri işlere harcanan tüm zamanları çıkardığımızda; bir insanın eğlendiğini düşündüğü, isteklerini yapabildiği, "dünyada istediğim gibi yaşıyorum" diyebildiği anlar son derece azdır. Geriye dönüp baktığında, sadece beslenmeye, giyinmeye, temizlenmeye, uyumaya ve daha iyi şartlarda yaşamak için çalışmaya harcadığı yılları kapsayan çok uzun bir zaman dilimi ile karşı karşıya kalır.
İnsanın dünyada geçirdiği zamanla ilgili hesaplamalar kuşkusuz düşündürücüdür. Daha önce de belirttiğimiz gibi ortalama 60 yıllık bir ömrün en az 15 yılı kesin olarak uykuda geçmektedir. Geriye kalan 40–45 senenin ise ilk 5–10 yılı çocukluktan kaynaklanan bir şuursuzluk dönemidir. Yani 60 yıl yaşayan bir insan aslında bu yaşamının yarısını "şuursuz" olarak geçirmektedir. Diğer yarısı ile ilgili ise pek çok rakam verilebilir. Örneğin, çok uzun bir zaman dilimi yemek hazırlayarak ve yiyerek, bedenini ve çevresini temizleyerek ya da trafikte bir yere ulaşmaya çalışarak geçmektedir. Bu örnekleri çok fazla arttırabiliriz. Sonuçta ortaya çıkan ise "koskoca ömür"den geriye doğal ihtiyaçlarını karşılaması dışında belki 3–5 yıllık bir vaktin kaldığıdır. Peki bu kadarcık bir zamanın sonsuz hayat yanında nasıl bir değeri olabilir?
İşte bu noktada gerçek iman sahibi insanlar ile inkarcı insanlar arasındaki fark ortaya çıkar. İnkarcı insan hayatının yalnızca bu dünyada yaşadığı yıllardan ibaret olduğunu sanmıştır. Ve "göz açıp kapayıncaya kadar" geçen dünyanın kendince "tadını çıkarmaya" çalışır, ama boşuna yorulur. Çünkü baştan beri anlattığımız gibi bu dünya hem çok kısadır, hem de çok sayıda eksikliklerle doludur. Dahası, Allah'a güvenip dayanmadığı için, dünyanın bütün sıkıntılarının, endişe ve korkularının acısını çeker.
İman sahibi olan insan ise, tüm hayatını Allah'ın rızasını kazanmak için çalışarak geçirmiş, Allah'a teslim olmanın huzuru sayesinde dünyanın tüm korku ve hüzünlerinden kurtulmuştur. Ancak böyle bir insan sonsuz bir mutluluk yurdu olan cenneti kazanmayı umabilir.
Bu makale, Araştırma Dergisi 09. sayı (Temmuz 2002) 10. sayfada yayınlanmıştır.
mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Araf Suresi, 57-58

Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.

Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.

İklim Değişiklikleri Deccal'in Çıkışına mı İşaret Ediyor?

Peygamberimiz (sav)’in ‘Allah Hz.Adem’i yaratmış olduğu günden bu yana, Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır’ hadisiyle haber verip uyardığı Deccal’in çıkış alametleri teker teker gerçekleşiyor…

Yağışların azalması, sıcaklıkların artması ve dünyanın birçok noktasında yaşanan kuraklık gibi birbiri ardına gerçekleşen alametler Deccal’in çıktığına işaret ediyor…

Ahir zaman, “son zaman” anlamına gelen, gerek Peygamberimiz (sav)’in hadis-i şeriflerinde gerekse İslam alimlerinin izahlarında detaylı olarak haber verilen kıyametten hemen önce yaşanacak dönemdir. Yeryüzünün doğal afetler ve bozulmalar, sosyal ve ahlaki çöküntülerle sarsılacağı bu dönemin Müslümanlar için önemli yanı Hz. İsa ve Hz. Mehdi gibi kutlu şahısların zuhur etmesinin yanı sıra Mesih Deccal’in de tarih sahnesindeki yerini almasıdır. Müslümanların manevi lideri Hz. Mehdi yeryüzünü kaplayan zulüm ve Allah’ın varlığını inkar eden ve din ahlakından uzak sistem ile mücadele edip Hz. İsa’ya ikinci kez gelişinden önce zemin hazırlarken, ahir zamanda kötü ahlakın kaynağı olacak olan Mesih Deccal de yeryüzünde çatışmayı, fitneyi, zulmü, ahlaksızlığı ve her türlü kötülüğü örgütleyip düzenler.^

Bilginin olağanüstü bir hızla yayıldığı, teknolojideki gelişmelerin insanların düşünce ufkunu zorladığı bir dönem olan ahir zaman, hem Allah’a iman eden samimi Müslümanlar hem de şeytanın fırkası olan Deccal ve kontrol ettiği taraftarları için gerçekte fikri bir mücadele dönemidir. Bu dönemin sonunda samimi Müslümanları, Allah’ın tüm Müslümanlar için müjdelediği değişmez bir kanunu olan galibiyet beklemektedir. Yüce Allah Kuran’da “kafirlere, müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermeyeceğini” bildirmiştir. (Nisa Suresi, 141)

Yaşadığımız dönemin özelliklerine baktığımızda bu dönemin Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hadislerinde tarif ettiği ahir zaman olduğunu görürüz. Ahir zamanın en önemli özelliği tüm alametlerin art arda bir silsile halinde meydana gelmesidir. Bu da, alametleri geçen yüzyıllarda yaşanan örneklerinden ayırır. Örneğin tarihin her döneminde depremler olmuştur ancak hadislerde ahir zamanda depremlerin fark edilir şekilde artacağı haber verilmektedir. İstatistiklere baktığımızda yaşadığımız dönemde depremlerin sıklığında ve meydana getirdiği tahribatta gözle görülür bir artış vardır. Bu, diğer alametler için de geçerlidir.

Yeryüzünde yaşanacak olan kuraklık, Deccal'in çıkışından önce gerçekleşecek olaylardan biridir. Nitekim günümüzde küresel ısınma tehdidinin neden olduğu kuraklık, dünyanın pek çok ülkesini etkilemektedir.

Kuraklık ve Deccal’in Çıkışı

Deccal yeryüzündeki faaliyetlerini sessiz ve derinden başlatıp, sürdürmektedir. Savaşlar, dinmeyen gözyaşı ve kan, Allah’ın açıkça inkar edilmesi ve evrenin sözde tesadüfler sonucu meydana geldiğini iddia eden “Evrim Teorisi”nin propaganda ile ayakta tutulması, ahlaki çöküntü, cinsel sapkınlıklar, uyuşturucu kullanımı, dolandırıcılık, suç ve cinayetlerin artması Deccal’in sessizce yürüttüğü faaliyetin göstergeleridir. Ne var ki ahir zaman şahıslarının, faaliyetlerini gizlice sürdürdükleri dönemin sonrasında açıkça ortaya çıktıkları bir zaman dilimi de mevcuttur. Aynı durum Hz. İsa (as)’ın ve Hz. Mehdi'nin faaliyetlerine başlamalarıyla açıkça zuhur etmeleri arasındaki süreç için de geçerlidir.

Değerli Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Deccal’in çıkışından önce gerçekleşecek doğa olaylarını bir hadiste detaylı olarak şöyle vurgulamıştır:

"Deccal'ın çıkmasından önce gökyüzü üç sene yağmurunu tutar. Birinci senede normal yağmurun üçte birini tutup üçte ikisini yağdırır. Yeryüzü bitkisinin üçte birini bitirmez. İkinci yılda gökyüzü normal yağmurunun üçte ikisini yağdırmaz. Yeryüzü de bitkisinin üçte ikisini bitirmez. Üçüncü yılda ise gökyüzü yağmurunun tamamını keser, yeryüzü de bitkisinden hiçbirini bitirmez." (Ebu Davud, İbni Mace, Taberani; Geleceğin Tarihi 3, s.241)

Hadiste haber verildiği gibi yeryüzünde yaşanacak olan kuraklık, Deccal'in çıkışından önce gerçekleşecek olaylardan biridir. Nitekim günümüzde küresel ısınma tehdidinin neden olduğu kuraklık, dünyanın pek çok ülkesini etkilemektedir. Birleşmiş Milletler'in 2001 yılında yayınladığı bir raporla ilgili aşağıdaki haber, durumun ciddiyetini açıklamaktadır:

'Açlık yüzyılı' Kapımızda

Küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişiklikleri, 21. yüzyılı 'açlık yüzyılı' yapacak. İnsanoğlunu belki en çok tehdit eden ancak hala bu tehlikenin farkına yeteri kadar varılmayan küresel ısınmanın tehlikeli boyutları 21. yüzyılda tırmanacak. Birleşmiş Milletler'in (BM) yayımladığı son raporda bilim adamları, küresel ısınmanın 21. yüzyılı aynı zamanda 'açlık yüzyılı' da yapacağını gözler önüne serdi. Raporda yer alan bilgilere göre, küresel ısınma Asya'da tarım ürünlerinin üretiminde düşüşe neden olacak...


Raporda, küresel ısınma sonucunda yağışların azaldığı, çöllerin genişlediği, bazı bölgelerde yağışların sellere yol açtığı ve tarım ürünlerinin azaldığı belirtilerek, küçük ada ve ülkelerin küresel ısınmadan ciddi anlamda payını alacağı konusunda uyarıda bulundu.

Kuraklık konusunda son yıllarda gazetelerde yer alan haberlerden bazıları ise şöyledir:

Her yıl 100 milyon hektar verimli alan yok oluyor

Çölleşmenin, 110 ülkede bir milyardan fazla kişiyi tehdit ettiği vurgulanırken, daha fazla gecikmeden, etkili bir mücadele programı uygulanması isteniyor.
(02.09.2003 ntvmsnbc)

Amerika'nın batısı, kuraklık tehlikesi altında

Küresel ısınma yüzünden Amerika kıtasının batı kesiminin, ciddi bir kuraklık tehdidi altında bulunduğu bildirildi.
(22.11.2002, ntvmsnbc)

Alpler’de çiçekler açıyor, ayılar kış uykusuna yatamıyor

En sıcak kış nedeniyle Alplerin 1100 metre yüksekliğinde yılan çiçeklerine ve bazı vadilerde baharda açan bazı çiçeklere rastlandı. Sibirya’dan Estonya’ya kadar, kış uykusuna yatması gereken ayılarsa sığınacakları yerler fazlasıyla ılık ve nemli olduğu için kış uykusuna çekilecek yer bulmada zorluk çekiyor. Kimi ayılar ise ise sıcak hava nedeniyle baharın geldiğini sanarak kış uykularından uyanmaya başladı.


2025'e kadar su sıkıntısı baş gösterebilir'

Dünyada 2025 yılına kadar insanlığın su sıkıntısıyla karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunuldu.
(17.10.2002, ntvmsnbc)

Dünyada kuraklık alarmı

2025'e kadar susuzluğun, dünyada her 3 insandan birini tehdit edeceği belirtildi. (15.08.2001, ntvmsnbc)

Deccal’in Yeryüzünü Saran Fitnesi

Hadislerde Deccal’in fitnesi sonucunda yeryüzünün büyük bir savaş alanına döneceği, kan dökmenin, ölümlerin alabildiğine artacağı bildirilmekte; Deccal’in hedef almayacağı hiçbir yer kalmayacağı haber verilmektedir:

... (O sırada) fitneler, karışıklıklar, ihtilaller çok olur da insanlar birbirlerini öldürürler. İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar. İşte öyle sıkıntılı bir zamanda... mel’un (lanetlenmiş) Deccal... çıkar... (İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 482)

Deccal ve Taraftarlarının Sonu Allah’ın İzniyle Hüsran Olacaktır

Deccal’in çıkışının habercisi olan tüm bu gelişmeler, Müslümanlar için 14 yüzyıllık bir müjdenin de habercisidir. Bu müjde, Hz. İsa (as)’ın Deccal’in fitnesine son vermesi ve İslam ahlakının Hz. Mehdi vesilesiyle yeryüzündeki hakimiyetinin başlayacağı Altınçağ’ın yaklaşmasıdır. Allah’ın izniyle içinde bulunduğumuz yüzyılda felaketler, kuraklık, kıtlık, zulüm ve ahlaki çöküntü yerini bolluk, zenginlik, adalet ve güzel ahlakın hakimiyetine bırakacaktır. Bu, Allah’ın asla değişmeyen sünnetinin de gereğidir. Yüce Allah Kuran'da iman eden kullarına bu müjdeyi şöyle haber vermiştir:

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse işte onlar fasıktır.” (Nur Suresi, 55)

İlmi Araştırma Mart 2007 Sayı 33 (http://www.ilmiarastirma.net/index.php?Pg=Detail&Number=7095)

mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Rad Suresi, 2

Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.

Bakara Suresi, 286

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."

BAV Davası Ardından

13 Temmuz 2007 tarihinde gerçekleşen BAV davasıyla ilgili mahkemenin ardından çeşitli internet sitelerinde yayınlanan haberleri buradan okuyabilirsiniz.







mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Fosil Sergilerinden Çeşitli Video Görüntüleri

Fosil sergileri ile ilgili video görüntülerinin bir bölümüne http://www.youtube.com/profile_videos?user=fosilbulteni
linkinden ulaşabilirsiniz. Buradaki görüntüler sürekli güncellenmektedir.

Alaçatı Meydan Fosil Sergisi 10-20 Temmuz 2007
http://www.youtube.com/watch?v=DPmcmg6KhBY


Büyükada 1-14 Temmuz 2007 Fosil Sergisi
http://www.youtube.com/watch?v=YAYCVjLMXxU


Adapazarı AKM Basın Toplantısı
http://www.youtube.com/watch?v=6vGGXQ590oA


Adapazarı AKM Fosil Sergisi Temmuz 2007
http://www.youtube.com/watch?v=29lauvg6Ubg


Adapazarı AKM Sergisinde Görevliler Bilgi Veriyor
http://www.youtube.com/watch?v=mrkEm-LVRuw


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Fosil Sergilerinden Çeşitli Görüntüler

Fotoğraf Galerisini görmek için aşağıdaki fotoğrafa tıklayınız.

Fosil Sergileri'nden Görüntüler


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir

Teröre Karşı İnanç Desteği - Milliyet



Yukardaki haberle ilgili olarak Harun Yahya'nın 1 Temmuz 2002 tarihli Araştırma dergisinin 9. sayısında aşağıdaki makalesi yayınlanmıştır.



Terör Sevgiyle Önlenir


Eğer gereken önlemler alınmaz ve köklü çözümler uygulamaya geçirilmezse, 21. yüzyılda da aynı 20. yüzyılda olduğu gibi şiddet ve terör devam edecektir. Bunun için terörle fikri mücadelenin çok büyük bir hızla ve çok geniş kitleleri kapsayacak şekilde başlatılması gerekmektedir. Söz konusu bu fikri mücadele, cahillikten ve şiddetten kuvvet bulan teröristlerle, Allah'a iman eden, şefkatli, sevgi dolu, affedici, merhametli ve vicdanlı insanlar arasında gerçekleşecektir.

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri, nefsi ve vicdanı ile birlikte yaratılmış olmasıdır. Her insanda kendisine kötülüğü emreden bir nefis ve kötülükten nasıl sakınacağını ilham eden bir vicdan vardır. İnsan vicdanının ilham ettiği sevgi, fedakarlık, merhamet, tevazu, şefkat, doğruluk, dürüstlük, sadakat, nezaket ve yardımseverlik gibi güzel özelliklerinin yanı sıra, nefsinden kaynaklanan yıkıcı ve olumsuz özelliklere de sahiptir. Ancak inançlı bir insan vicdanı sayesinde doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilir ve her zaman güzel ahlakı tercih eder. Allah'a olan güçlü imanı ve korkusu, ahiretin varlığına olan inancı, sonsuz cehennem azabından duyduğu şiddetli korku ve cennet hayatına duyduğu özlem onu nefsinin azgınlıklarından uzak tutar. İnsanlara karşı güzellikle davranır, her zaman affedici olur, kötülüğe karşı iyilikle cevap verir, ihtiyaç içinde olanın hemen yardımına koşar, merhametlidir, sevgi doludur, şefkatli ve hoşgörülüdür.^

Teröristler ise nefislerinin sesini dinleyip, her türlü kötülüğü rahatlıkla işleyen, vicdanlarının sesini dinlemeyen insanlardır. Bu nedenle de sevgisiz, saldırgan, her türlü ahlaksızlığı kolaylıkla yapan, insanlara hiç vicdani sıkıntı duymadan eziyet edebilen kimselerdir. Bunun nedeni ise bu kişilerin Allah korkusuna sahip olmamaları ve din ahlakını bilip uygulamamalarıdır. Çünkü Allah'tan korkmayan bir insanı suç işlemekten engelleyebilecek hiçbir güç yoktur. (Harun Yahya, İslam Terörü Lanetler)

Toplumun mevcut kuralları insanları suçtan ve kötü ahlaktan ancak bir noktaya kadar alıkoyabilir. Devlet, kamuya açık yerleri, sokakları, merkezi bölgeleri güvenlik birimleri sayesinde kısmen koruyabilir, toplumun düzenini sağlayabilir, güçlü bir adalet sistemi sayesinde suç oranını düşürme konusunda gereken önlemleri alabilir. Ancak her insanın yirmi dört saat kontrol edilmesi mümkün olmadığına göre, belli bir yerden sonra insanın vicdanı devreye girmelidir. Vicdanını dinlemeyen insan, yalnızken ya da kendisi gibi düşünen kimselerle birlikteyken kolaylıkla suç işleyebilir. Bu durumda gerektiğinde yalana başvuran, haksız kazanç sağlamaktan çekinmeyen, mazlumu ezmekten hiçbir rahatsızlık duymayan insanlardan oluşan bir toplum modeli ortaya çıkar. Allah korkusunun olmadığı, manevi değerlerin yitirildiği bir toplumda fiziksel tedbirlerin ve uygulamaların yeterli neticeyi vermeyeceği açıktır. Oysa din ahlakı, insana, yalnız başına da olsa, yaptığı kötülük nedeniyle çevresindeki hiç kimse onu cezalandırmayacak da olsa, kötülükten sakınmayı emreder. Hayatı boyunca yaptığı her hareketten, aldığı her karardan, söylediği her sözden dolayı Allah katında hesaba çekileceğini ve sonsuz ahiret hayatında bu yaptıklarına göre karşılık bulacağını bilen bir insanın kötülükten şiddetle sakınacağı açıktır.

İnsanların kendi rızalarıyla kötülükten sakınmayı öğrendikleri bir toplumda, terör örgütlerinin yaşam sahası bulmaları mümkün değildir. Çünkü din ahlakının hakim olduğu bir toplumda, şiddet yanlısı pek çok örgütün ortaya çıkmasına neden olan sorunlar da doğal olarak ortadan kalkmış olur. Toplumun geneli dürüstlük, fedakarlık, sevgi, şefkat, adalet gibi yüksek erdemlere sahipse bu toplumda fakirlik, gelir eşitsizliği, adaletsizlik, haksızlık, mazlumun ezilmesi, özgürlüklerin kısıtlanması gibi olumsuzluklarla karşılaşılmaz. Tam tersine ihtiyaç içinde olanların ihtiyaçlarının giderildiği, zengin olanın fakir olanı kolladığı, güçlü olanın zayıf olanı koruduğu, sağlık, eğitim, ulaşım gibi sosyal imkanlarda herkesin en iyisini kullanabildiği bir toplum düzeni olur. İşte bu nedenledir ki, güzel ahlak, pek çok toplumsal sorunun çözümünün anahtarıdır. Bu ahlakın kaynağı da, Allah'ın insanlara bir rehber olarak gönderdiği Kuran'dır. Rabbimiz Hud Suresi'nin 116. ayetinde "... yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?" şeklinde buyurmaktadır.

İman edenler Allah'ın ayetlerde tarif ettiği, bu fazilet sahibi kimselerdir. Teröristler neticeyi şiddette ararken, onlar gerçek başarının ancak Allah'ın dinine sımsıkı sarılmakla elde edileceğinin bilinciyle hareket edeceklerdir. Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar birlik olup, bu fikri mücadeleyi her inanca ve her fikre saygılı bir anlayışla yürütecek ve Allah'ın izniyle mutlak bir başarıyla karşılaşacaklardır. Bu, Allah'ın tüm inanç sahibi kullarına olan ve mutlaka gerçekleşecek bir vaadidir.

Teröristler kendilerini hem dünyada hem de ahirette gerçek mutluluğa ve esenliğe kavuşturacak olan apaçık bir gerçekten habersizdirler. Hayatları boyunca dinsiz ideolojilerle, yaşamın sadece güçlüler lehinde gelişen bir mücadele meydanı olduğu fikriyle eğitilmişlerdir. Bu sapkın fikirlerde ayakta kalabilmek için şiddetten, zorbalıktan başka bir yol yoktur.

İşte bu noktada hangi dinden olursa olsun, iman sahibi her insana çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. Yahudiler Eski Ahit'te yer alan ve insanlığı barışa ve hoşgörüye çağıran açıklamaları göz ardı etmemeli, tüm Yahudileri terörün karşısında durmaya davet etmelidirler. Hıristiyanlar da Allah'ın hoşnut olacağı güzel ahlakı kendilerine rehber edinerek, tüm Hıristiyanları terörizmle mücadeleye davet etmelidirler. Terörist ideoloji çürük temeller üzerine kurulmuştur ve topyekün bir eğitim seferberliği ile kolaylıkla ortadan kaldırılması mümkündür. Samimi müminler de çözüm yolları üretmekle, halkı bilgilendirici, Allah ' ın emrettiği güzel ahlakı anlatıcı eserler ortaya koymakla terörizmin ve cehaletin önünü kesebilirler. Dünya üzerinde Allah'ın emrettiği hoşgörünün, barışın ve esenliğin hakim olması, terörizmi geri dönmeyecek şekilde tarihin sayfalarına gömecektir.

Ayrıca Harun Yahya (Adnan Oktar)'ın konu ile ilgili kitaplarından bazıları aşağıdadır:

Terör Sevgiyle Yokedilir


İslam Terörü Lanetler


mesajkutusu.blogspot.com
Sitemiz kez ziyaret edilmiştir