Bosna'daki Fosil Sergisi ile İlgili Site

http://www.dnevni-list.ba/?mdls=1&mdls_tip=2&nid=9154

Uydurma Delillere Basın Artık Bir Son Vermeli

Aşağıdaki tam sayfa ilan

31 Ocak 2007 Yeni Şafak
1 Şubat 2007 Milli Gazete
2 Şubat 2007 Vakit

gazetelerinde yayınlanmıştır.

İlanın word+PDF ve JPG'ini indirmek için tıklayınız.

Harun Yahya Conference Tours Universities

Harun Yahya is the author of more than 250 books translated to 57 different languages, is touring the United States. He has dedicated his intellectual effort against Darwinism and materialism. His contention is that evolution is scientific justification for atheism and materialism.

The Harun Yahya Conference Team from Turkey is touring the entire East Coast visiting about 80 universities.

You can find out more about Harun Yahya and his findings at

http://www.harunyahya.com/

If you want to learn more about organizing Harun Yahya Conference in a university
or institution you can send an email to
info@harunyahyaconferences.com.

http://www.bridgestv.com/show_news.asp?newsid=1180

Hücrenin içindeki büyüleyici hayat

Harvard Üniversitesi’nin bilimsel işler yapan bir animasyon şirketiyle ortaklaşa gerçekleştirdiği proje izleyenleri hayretler içinde bıraktı. Öğrenciler bir hücrenin içinde 3 boyutlu gezi yaptı

Milliyet İnternet

XVIVO adlı şirketin katkılarıyla hazırlanan ‘The Inner Life of the Cell’ (Hücrenin iç hayatı) adlı film Harvard Üniversitesi öğrencilerinin Hücresel ve Moleküler Biyoloji programı çerçevesinde farklı bir deneyim yaşamasını amaçlıyor.
Şimdiden birkaç ödül kazanan sekiz dakikalık video filmi Harvard Üniversitesi Biyoloji bölümü öğrencilerini bir hücrenin mikroskobik dünyasında üç boyutlu yolculuğa çıkardı.
Öğrencilere ders kitaplarından öğrendiklerinden fazlasını görsel bir şölenle sunan animasyonda bir beyaz kan hücresinin çevresindekileri hissetmesi ve dış uyaranlara tepki vermesine yarayan mekanizmaları canlı bir şekilde resmediyor.
Harvard Üniversitesi Üniversite Araştırmaları dalı direktörlerinden Alain Viel projeyle ilgili olarak şunları söyledi: ‘XVIVO takımının bütün yapısal bilgilerle moleküler olayların detaylı sıralarını bu görüntülere aktardığını görünce çok etkilendim. Tüm bunlar bir reklam taslağına yansıtıldı. XVIVO ekibi sanatsal yetenekleriyle biyoloji bilgilerini birleştirerek böyle bir projeye olanak sağladı’.

Videoyu seyretmek için tıklayınız.

Kitapların Hünkarı - Abdurrahim Karakoç - Vakit

Zorunlu Evrim Teorisi Ülkesinden Kaçırttı - Vakit

Zorunlu Evrim Dersine Dava Açan Öğrenci Rusya'yı Terk Etti - Zaman

S.İ.N.E.K.

İnsanlık 21. Yüzyıl’da birçok konuda olduğu gibi teknoloji ve mühendislik alanında da çok önemli ilerleme kaydetti. Geçmişte hayalini dahi kuramadığımız ulaşım araçlarını icat ve imal ettik. İnşa ettiğimiz araçlar artık dünyanın dışına çıkabiliyor.

Enerji olarak petrolü rafine ediyoruz. Rafine metodumuzda da büyük gelişme yaşandı. Çok yüksek oktanlı benzini imal edip gerektiğinde havada uçaktan uçağa nakil yapabiliyoruz.

İmal ettiğimiz uçaklar çok daha kısa mesafelerde yere iniş yapabiliyor. İmal ettiğimiz uçakların manevra kabiliyeti de inanılmaz gelişerek hız kesmeden 70 dereceye kadar dönüş yapabiliyor. Nerede ise 20 derece meyildeki zemine iniş yapabiliyor. Kullandığımız malzeme de çok gelişti, sert bir maddeye sürtünmediği sürece sağlamlığını koruyor, sadece çarpmalara dayanıklı elastiki bir malzeme icat edemedik. Bir uçağı imal etmek bir yıl kadar sürüyor. Bir de ancak hayalini kurduğumuz bir uçak var.

Her türlü zemine inip kalkabilen her şeyi enerjiye çevirebilen 90 derece dik zemine dahi iniş kalkış yapabilen ve indiğinde zemine kilitlenerek düşmeyen. Çarpmalara dayanıklı elastiki bir maddeden imal edilmiş. Güvenli. İşte bu parmak ısırtacak mühendislik şaheseri S.İ.N.E.K.

İnsanoğlu sahip olduğu ilmi birikim ve teknolojiye rağmen halen bir kanadının benzerini dahi imal edemiyor. Yerinden kopsa yerine tekrar monte edemiyor. Bir şeyin küçüğünü yapmak büyüğünü yapmaktan daha zorken S.İ.N.E.K. her gün milyonlarca imal ediliyor. Her detayı tam ve mükemmel olarak.

Bir uçağı ya da uçaktaki herhangi bir parçayı tesadüfe vermek mümkün değilken çok daha mükemmel olan bir teknoloji harikası S.İ.N.E.K‘i ya da kanadını tesadüfe verebilir miyiz?

Her eser sanatkârını, her kitap yazarını, her tablo ressamını, her icat mucidini anlatır. Aslında YÜCE SULTAN’I anlatan kainat kitabındaki bir harftir S.İ.N.E.K.

Hamdi Er / hamdier@bugun.com.tr

http://www.bugun.com.tr/haberler/160107/p31548.asp

Yerli Evrimciler Bilim Dışı İddialarını Artık Terk Etmelidir

Bu tam sayfa ilan aşağıdaki gazetelerde yayınlanmıştır:

Yeni Şafak ve Vakit 16 Ocak 2007 Salı
Milli Gazete 17 Ocak 2007 Çarşamba


Yukardaki ilan Hürriyet gazetesinin 14 Ocak 2007 Pazar ekinde çıkan yazıya bir cevaptır.

Yaradılışçılar mı Kuduruyor, Yoksa Darwinciler mi? - Şevket Eygi - Milli Gazete 16 Ocak 2007 Salı

Küpürün üzerine tıklarsanız büyür. Ya da bilgisayarınıza indirip okursunuz.

Karakaya, Hakan'a verdi veriştirdi

Hasan Karakaya'nın köşe yazısı:

Vakit’i “heceleme”yi bırak da, “peçeleme”yi yaz Ahmet!

“İki kör”ün hikâyesini bilirsiniz... Oturmuşlar sofraya; artık “üzüm” mü, “dolma” mı, yoksa “köfte” mi yerlerken, biri diğerine; “Utanmıyor musun ikişer ikişer yemeye?” demiş...

Diğeri, “Allah’tan kork be adam” demiş;
“Sen kör ben kör!..
Nereden çıkardın ikişer ikişer yediğimi?”
Cevap vermiş birincisi:
“Ben, hep ikişer ikişer yiyorum da!”
Diğeri, “Allah’tan kork be adam” demiş;
“Sen kör ben kör!..
Nereden çıkardın ikişer ikişer yediğimi?”
Cevap vermiş birincisi:
“Ben, hep ikişer ikişer yiyorum da!”
Bu, herkesin bildiği “kör”lerin hikâyesi... Aynı hikâyeyi “iki gazeteci”ye uyarlarsak, acaba nasıl bir sonuç çıkar?..
Hele bir deneyelim...
“İki gazeteci”den biri, diğerine demiş ki;
“Utanmıyor musunuz milleti cephelere ayırıcı haberler yapmaya?.. Böyle haberler yapıp da abone sayınızı arttırmaya mı çalışıyorsunuz?”
Diğeri cevap vermiş:
“Allah’tan kork be adam!.. Yılın 365 günü irtica haberi yapan siz!.. İslâmî simge diyerek başörtüsüne saldıran siz!.. Kadınlara açılmayı öğütlerken, vergileri peçeleyen siz!.. Şimdi nereden çıkardın bu tür haberlerle tiraj kazanmaya çalıştığımızı?!?”
Cevap vermiş birincisi;
“Biz, sürekli öyle yapıyoruz da!”

“YAZMAYIN” DEDİ, YAZMADIK... FAKAT!

Aslında “kör” ve “gazeteci” hikâyesine de gerek yok... Sanıyorum, şu söz, her şeyi anlatmaya yeter:
“Kişi, başkasını da kendisi gibi bilir!”
Sözü, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a getirmek istiyorum!..
21 Mayıs 2006 tarihli “Vakit’e ihtarname” başlıklı yazısında; “Sayın Vakit gazetesi yöneticileri” diye başlamış ve şöyle demişti:
“Gazetenizde, fotoğraflarımı yayınlayıp, ‘Ahmet Hakan şaşırdı’ ya da ‘O artık bizden değil’ tarzında başlıklarla çeşitli kritiklere yer vermektesiniz..
Benim yaşama biçimim ya da hayata bakışımla ilgili olarak ‘dinî açıdan’ değer hükümleri ortaya koymaktan da zerre kadar çekinmemektesiniz. (...)
Yani demem o ki...
Bundan böyle fotoğrafımı ya da adımı gazetenizde yayınlamanızı istemiyorum.”
Sorarım size;
Bu yazıyı yazan birinden “beklenen” nedir?..
“Aklı başında” olan her insan der ki;
“Madem fotoğrafının ve adının yayınlanmasını istemiyorsun, o halde sen de Vakit’e saldırmaktan vazgeç!”
Yani, sen “sus” ki, Vakit de sussun!..
Ama, Ahmet Hakan ne yaptı?..
O yazıyı yazdığı 21 Mayıs 2006’dan bu yana “tam 6 tane yazı” yazdı Vakit aleyhinde!..
İşte tarihleri:
29 Mayıs 2006, 4 Aralık 2006, 7 Aralık 2006,
18 Aralık 2006, 22 Aralık 2006, 14 Ocak 2007.
Oysa, işte açıkça yazıyorum:
O günlerde, yani 21 Mayıs 2006 tarihli yazısından sonra; karar vermiştik;
Lehte ve aleyhte, ondan hiç bahsetmeyecektik...
Hayır, “çekindiğimizden” filân değil!..
Nişantaşı “cafe”lerinde dolaşırken, başına “saksı” filân düşer de, “bizden bilir” diye!..
“Hadi” dedik;
“Bizden bulmasın da, gitsin kör şeytandan bulsun!”
Uzun süre “tahammül” ettik saldırılarına!..
Ama kendisi, yazdıkça yazdı,
Azdıkça azdı!..
Eee, ne yapacaktık yani;
Onun saldırılarına “cevap” vermeyip elimiz böğrümüzde “süklüm-püklüm” oturacak mıydık?..
Boks salonlarında asılı duran bir “kum torbası” değiliz ki; her “vuruş”ta sağa-sola sallanıp, duralım!..

O KÖY... TAŞ’LAR BAĞLI, İT’LER SERBEST!

Ahmet Hakan istiyor ki;
“Kendisi sürekli saldırsın, ama Vakit bunları görmeyip, bir devekuşu gibi başını kuma daldırsın!”
Yok öyle yağma!..
Kim saldırırsa, cevabını da misliyle alır!..
Çünkü burası, “o köy” değil!..
Malûm, merhum Nasreddin Hoca, bir köye gitmiş... Köyün girişine varmasıyla birlikte “bütün köpekler” bir araya gelip, “topyekün saldırı”ya geçmişler!..
Merhum Hoca bakmış ki, ortalık “köpek” dolu, ama köpeklere “hoşt” diyecek bir tek “insan” yok!..
Çaresiz, “iş başa düştü” deyip yere eğilmiş...
Ki, bir “taş” alıp da “köpek”lere atsın!..
Ama, ne mümkün!..
“Taş”lar, “devlet kadrolarına çöreklenen solcular” gibi, bir türlü yerinden kımıldamıyor!..
“Allah Allah” demiş Hoca;
“Bu ne biçim köy?..
Taş’ları bağlamışlar, Köpek’leri salmışlar!”
Evet, Ahmet Hakan da, işte böyle bir “köy” istiyor!..
“Kendisi” saldırsın, ama “Vakit” sussun!..
Nerede bu yoğurdun bolluğu?..

VAH VAH... “DİSKUR”DAN “UÇKUR”A!

Size bir şey söyleyeyim mi;
Ahmet, şu an “med-cezir” yaşıyor!..
Bunu açıkça “itiraf” edemese de, ruhundan yazılarına yansıyan “gel-git”leri görebiliyorum!..
Kanal-7’de iken “kral”dı!..
Benim de bir zamanlar yazdığım gibi, “Ülker’siz çay saati, Ahmet Hakan’sız Haber Saati düşünülemez”di!..
“İtibarlı”ydı... “Adam yerine konuluyor”du!..
“Ses” getiriyor, “gündem” oluşturuyordu!..
Yani, bir “diskur”u vardı!..
Ya şimdi?..
Kendisinin de “itiraf” ettiği gibi;
“Flaş!.. Flaş!.. Ahmet Hakan bu sefer de falancayla beraber!.. İslâmcı gazeteciydi, playboy oldu” türünden, pespaye “Televole” haberleriyle gündemde!..
Kolay değil tabiî;
“Diskur”uyla anılmak için yola çıkıp da, “uçkur”uyla gündeme gelmek, bir insanın kolay kolay hazmedebileceği bir “aşağılanma” olmasa gerek!..
Düşünün hele;
Gecenin bir saatinde telefon açıp diyorlar ki;
“Show TV’yi aç, senden söz ediyorlar!”
Televizyonu açıp, bir de görüyor ki; hakikaten “Uçankuş” adlı “Gayyâ Kuyusu”na düşmüş!..
O da yetmemiş, yine kendi ifadesiyle Kenan Erçetingöz adlı birinin “dangul-dungul yorumları”na maruz kalmış, “basit ve avam” olmaktan öteye bir türlü geçemeyen Tuğba Özay adlı bir kadının diline düşmüş!..
Evet, evet;
“Diskur” niyetiyle çıkılan yolun sonu, gelip “uçkur” muhabbetine dayanmış!..
Neye niyet, neye kısmet?!?
İşte bunu kaldırmak kolay olmasa gerek!..

“SON”UNUN BÖYLE OLACAĞINI BİLİYORDU!

Ama, şu da var!..
Ahmet Hakan, daha Kanal 7’de iken işlerin bu raddeye geleceğini, “sonunun bu olacağını” biliyordu!..
Evet, biliyordu ki, Gerçek Hayat dergisinin 24. sayısında, kendisine yöneltilen sorulara şöyle cevap veriyordu:
“atv’ye transfer edilmeniz gündeme geldi?”
-Hayır gelmedi, böyle bir şey yok.
“Olsa gider misiniz?”
-Gitmem... Büyük konuşuyorum, gitmem.!!!
Niçin gideyim ki atv’ye?..
“Para?”
-Bunun muhasebesini hiç yapmadım, fakat yüksek meblâğlar teklif edilse de kabul etmem...
Çünkü bu benim için bir son olur.
Bana verecekleri para, benim bir nevi emeklilik tazminatım gibi olur. Henüz, emekli olmaya niyetim yok!..
Lütfen dikkat!..
Ahmet Hakan, bu röportajın yapıldığı günlerde “Kanal-7’de”dir... Yani, “hatırı sayılır bir itibarı” vardır!..
Dolayısıyla, “atv’ye gitmeyi” reddederken;
“Çünkü bu, benim için bir son olur” demektedir!..
Ahmet Hakan, işte şimdi “bu sonu yaşamakta”dır!..
“Diskur”uyla anıldığı günlerden, “uçkur”uyla gündeme gelmenin sonu, elbette “çukur”dur!..
Evet, yine kendi ifadesiyle;
Son yıllarda tam bir “Gayyâ Kuyusu”na düşmüştür!..
Yazık, çok yazık!..

“GAYYÂ KUYUSU” NASIL BİR KUYUDUR?

“Gayyâ Kuyusu” dedim de aklıma geldi... Ahmet Hakan, bu tabiri “Show TV” ve o kanaldaki “Uçankuş” programı için kullanıyor...
Yanlış anlamalara ve yorumlara meydan vermemek için, ifadesini aynen alıyorum:
“Televizyonu açıyorum, hakikaten de Uçankuş adlı gayyâ kuyusuna düşmüşüm!”
Peki, Ahmet Hakan, bu kavramı “tesadüfen”(!) mi kullandı, yoksa “bilinçli” olarak mı?..
Çünkü efendim, “Gayyâ Kuyusu”nun sözlüklerdeki anlamı şudur:
“Cehennemde bulunan bir kuyu!”
Ahmet Hakan, şimdi “o kuyu”da, iyi mi?!?
Şahsen ben, Ahmet Hakan’ın; bu “İslâmî kavram”a yabancı olmayan biri olarak, “Cehennemde bulunan kuyu” demek olan “Gayyâ Kuyusu” tabirini kullanmış olmasını, “bilinçaltının dışavurumu” olarak algıladım!..
Uzatmayalım...
“Show TV”deki “Uçankuş” adlı “müptezel” programı, “Cehennem Kuyusu”na benzetiyor!..
Kendisinin, işte bu “Cehennem Kuyusu”na atılmış olmasına da “isyan” ediyor!..
Şu işe bakın ki;
“Kendi kuyruğu”na basıldığında, “Uçankuş programı”nı “Cehennem kuyularından bir kuyu” olarak niteleyip, hakkında yapılan yorumları “dangul-dungul, basit ve avam, çemkirme, maskaralık” şeklinde değerlendiren ve bu tür yayınlardan “acayip gıcık olduğunu” söyleyen bir adam, önceki gün kalkmış;
“Cenab-ı Allah’ın isimleri arasında bulunan Gaffur, Aziz, Kadir ve Mennan isimleri”nin, TV’lerdeki dizilerde; “iğrenç, aşağılık, ırz düşmanı ve yalaka tiplemeler”de kullanılmasını “şeytanlık” olarak niteledik diye, “gazetem Vakit”e demediğini komamış!..
Demek ki; “lümpen”liği tuttu yine!..

“SOY OĞLUM SOY!.. DAHA FAZLA KARI SOY!”

Hepsi bir yana da;
“Şeytanlık”lara yönelik eleştirilerimizin “din-iman” uğruna değil de, “gazetenin tirajını artırma uğruna” yapıldığını söylemesi, “çemkirme”nin de ötesinde, “hoşt” dedirtecek türden bir “saldırı” gibi geldi bana!..
Bir an için;
“Bizim yayınlarımız; Ahmet Hakan’ın içine düştüğü Gayyâ Kuyusu’ndan acaba öyle mi görünüyor?” diye düşünmedim değil!..
Ama, hayır; kendisi “Gayyâ Kuyusu”na düştüğünü söylese de, ben onu “Cehennem çukuru”nda görmek istemem!..
Sadece ve sadece, içinde debelendiği “çelişki çukuru”nu hatırlatmak istedim...
Bir de şunu söylemek istiyorum:
Bizim; “sevdirmeyen, nefret ettiren!.. Birleştirmeyen, parçalayan!.. Yüceltmeyen, küçük düşüren” yayınlar yaptığımızı ve bununla da “tiraj ve abone sayısını artırmayı” amaçladığımızı yazmış ki;
İşte açıkça söylüyorum;
“Kim ki; mukaddes İslâm’ı ranta çevirmek, Müslümanları istismar etmek ve mukaddes değerleri daha çok abone yapmak için kullanıyor veya böyle bir şeyi aklından geçiriyor ise; onlardan daha alçak, daha sefil, daha namussuz ve daha şerefsiz insan yoktur!..
Amma, böyle bir maksat taşımadıkları halde; böyle göstermeye yeltenen kim varsa da; aynı derecede namussuz, alçak, sefil ve şerefsizdir!”
Bunu böylece ilân ettikten sonra, şimdi de soralım “Gayyâ Kuyusu”nda çırpınan Ahmet Hakan’a:
- “Soy oğlum, soy!.. Daha fazla karı soy ki, tirajımız patlasın!” diyenler, acaba “ne adına” yapıyor bunu?.. O karıları “yüceltmek” için mi?..
- Gazetelerinde 9 sütuna “Yalan rüzgârı” başlıkları atanlar; Erbakan Hoca’nın “sevilmesi” için mi atıyordu o başlığı, yoksa ondan “nefret” edilmesi için mi?..
- Ya, “irticaya karşı topyekün savaş” açanların “hedefi” neydi?.. Toplumu “birleştirmek” mi istiyorlardı, yoksa “parçalamak” ve “birbirine düşürmek” mi?..
- Al sana, taptaze bir örnek: Konya’daki bir “doktor ihmali”ni büyütüp de “türban faciası” başlığını atan, “benim gazetem” miydi, yoksa “senin gazeten” mi?..
Bu haberler “ayrımcılığın dikâlası” değil miydi?..

KEŞKE “YATAĞA İŞEMEK”LE KALSAYDIN!

Bak Ahmet’im, Hakan’ım, Coşkun’um;
Eğer “milleti cephelere bölmek isteyen birilerini” arıyorsan, “Vakit’in niyeti”ni okumayı bırak da, “Hürriyet’in cinayetleri”ne bak!..
Şu anda, senin de “çatısı altında” bulunduğun o gazetenin “manşet”leri yüzünden, bu ülkede nice insanın “maişet”leri kesildi ve bir kısmı da bunalıma girip “intihar” etti biliyor musun?..
Sadece “28 Şubat Süreci”ni hatırla, yeter!..
Unutma ki;
“1997-1998 yıllarında İGDAŞ’ta yolsuzluk yapıldığı” iddialarına sen de muhatap olmuş, “şimdi altında bulunduğun çatı”dan, “Ahmet Hakan Coşmuş” şeklindeki saldırılarına, hem de manşetlerden maruz kalmıştın!..
“Başa kakmak” gibi olmasın ama; “sanık” diye yaftalanıp, “yargısız infaz”a uğradığın o günlerde sana “sahip” çıkan, yine “bu gazete” olmuştu!..
Ama, sen ne yaptın;
“Paça”yı kurtarınca, onların safına geçip, başladın “çemkirme”ye!..
Aslında var ya; 1980’li yıllarda “misafir olduğun evin yatağına işediğini” yazarken, az bile yazmışım!..
Çünkü sen, şu anda “ekmek yediğin kabın içine eden” bir mahlûk oldun çıktın!..
Hem de; bizi “tiraj peşinde koşan” bir gazete olarak yaftalayıp, “kendi patronunun döndüğü köşeleri ve virajları” yazamayan, “POAŞ’taki 1 milyar dolarlık vergi peçelemesi”ne el uzatamayan bir garip mahlûk!..
Bırak “Vakit’i heceleme”yi de,
“POAŞ’taki peçeleme”yi yaz aslanım!..
Bak Ahmet’im, Hakan’ım, Coşkun’um;
Bunları yazmakla, sanma ki, seni “ciddi”ye alıyorum!.. Senin nasıl “psikolojik bir travma” yaşadığın, kulağıma geldiği için, sana sadece acıyorum!..
Benim derdim “sen” değilsin!..
Benim derdim; “Yaz Ahmet yaz!.. Bizimkiler nasıl olsa seni okumuyor, bari sizinkilerden okuyucu kaparız!” deyip de, sana “coşku” verenler!..
Evet, “sana” söylüyorum ki;
“Üstündekiler” anlasın!..
Bak, demedi deme;
Bundan sonraki yazılarımda, “bel altından” değil, doğrudan “dalak”tan başlarım yazmaya!..
İşte o zaman, tam düşersin “Gayyâ Kuyusu”na!..
Herhalde anlarsın “dalak” meselesini...
Çünkü,
O kadar da “çömez” ve “salak” değilsin!..
------
Herhalde “görevi” bu!
Önce "çetele"sini vereyim:
- Fethullah Gülen Hocaefendi aleyhinde 22 yazı, - Vakit aleyhinde 10 yazı, - YeniŞafak aleyhinde 9 yazı, - Kur'an Kursları ve İHL'ler aleyhinde 6 yazı, - Milli Görüş Lideri Prof. Necmettin Erbakan aleyhinde 2 yazı - Cübbeli Ahmet Hoca aleyhinde 4 yazı, - "Radikal" yaftasını astığı Müslümanlar aleyhinde 3 yazı, - Ve, Mehmed Şevket Eygi aleyhinde 1 yazı.
Bunlar, Ahmet Hakan'ın; "yönü kıblede, alnı secdede" insanlar için kaleme aldığı yazılar...
Toplam olarak 57 yazı...
Yani, "haftada birden de fazla" Müslümanlara dil uzatmış!..
Peki, "kartel gazeteleri" ve özellikle Hürriyet ve onun "frikikçi" patronu Aydın Doğan hakkında bir tek yazısı var mı?..
Hayır!..
Demek ki, "kendisine verilen görev" bu!..
Evet, "Müslüman"lara saldırmak!..
"Ücret"ini de, herhalde "bolca" alıyordur!..

VAKİT

http://www.moralhaber.net/haber_detay.php?haber_id=8274

Kütühaneye Kitap

Kütüphaneye Adnan Hoca kitabı!

Kırklareli Valisi yargılanma süreci devam eden Adnan Oktar’ın yazdığı kitapların kütüphanelere alınması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdu.

Kırklareli Valisi Hüseyin Avni Coş, organize suç örgütü lideri olduğu suçlamasıyla yargılanan Bilim Araştırma Vakfı Başkanı Adnan Oktar’ın yazdığı kitapların halk kütüphanelerine alınması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdu.

Binlerce üst düzey bürokrata gönderilen "Yaratış Atlası"Coş’a da gönderildi. Kitabı beğenen Vali, bunun kütüphaneye konulmasını istedi. Ancak, İl Kültür Müdürlüğü, Harun Yahya’nın kitaplarının bakanlık tarafından daha önce yasaklandığını, bu kapsamda bu kişinin kitaplarının konulmasının sakıncalı olacağı belirtildi.

Bunun üzerine Vali Coş 25 Eylül 2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’a bir mektup gönderdi. Coş, mektubunda Harun Yahya takma isimli yazar tarafından yazılan ’Yaratılış Atlası’ isimli kitabın ciddi bir çalışma görüntüsü verdiğini anlattı, halk kütüphanesine konulmasının faydalı olacağını belirtti. Vali, daha önce bu kişinin yazdığı 22 eser hakkında bakanlığın olumsuz görüşü olduğuna anımsattı. Ancak yeni yayımlandığı için "Yaratılış Atlası" hakkında "sakıncalı raporu" bulunmadığını dikkat çeken Vali Coş, "Dolayısıyla, yazarı itibariyle anılan eserin yeniden incelenmesi ve okurlarının istifadesine sunulabilmesi için değerlendirilmesi hususunu bilgi ve takdirlerinize sunarım" dedi.

BAKANLIK OLUMLU DEMEDİ

Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı Semra Atınç imzasıyla valiliğe gönderilen yazıda, kitap için olumlu görüş verilmedi, sadece İl Yayın İnceleme Komisyonu tarafından değerlendirilmesi ile ilgili yönetmelik hükmü hatırlatıldı. Bunun üzerine Oktar’ın kitabı Kırklareli Valiliği İl Yayın İnceleme Komisyonu kararıyla Halk Kütüphanesine alındı.

Hürriyet / Saygı Öztürk

http://www.haberturk.com/haber.asp?id=12001&cat=110&dt=2007/01/13

Yeni Bir Site: Darwinist Neleri Düşünmez (www.darwinistneleridusunmez.com)

Yeni bir internet sitesi olan Darwinist Neleri Düşünmez: www.darwinistneleridusunmez.com kısa kısa ve maddeler halinde darwinist düşüncenin mantık bozukluklarına örnekler vermektedir.

Avrupa Birliği'ni Materyalizm Batağından Sadece Türkiye Kurtarabilir

Bu tam sayfa ilan aşağıdaki gazetelerde yayınlanmıştır:

Yeni Şafak 13 Ocak 2007 Cumartesi
Vakit 14 Ocak 2007 Pazar
Türkiye 16 Ocak 2007 Salı

İlanın büyük halini okumak için ilana tıklayınız. İlanın yüklenmesi biraz vakit alabilir. Ya da farklı kaydet diyerek bilgisayarınıza indirip daha rahat okuyabilirsiniz.

Kütüphaneye Kitap Aldırttı - Hürriyet 13 Ocak 2007 Cumartesi

Validen Bakana Mektup - Gözcü 13 Ocak 2007 Cumartesi

Kusursuz Yaratılan Kaplumbağa - Birgün 12 Ocak 2007 Cuma

Kalp sağlığı DNA telomerinin uzunluğuna bağlı

Kromozomların ucundaki DNA zincirlerinde bulunan telomerlerin uzunluğu ile kalp hastalığı arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim adamları çarpıcı sonuçlara ulaştı.

45-64 yaş arası 1500 erkek denek üzerinde inceleme yapan İngiliz bilim adamları, DNA ‘lardaki Lükocit Telomerlerin uzunluğunun kalp hastalıkları için uyarıcı bir sinyal olabileceğini ortaya koydu.

Araştırma sonuçları, Lükocit Telomerleri kısa olan hastaların kalp hastalığı riski daha fazla olduğunu kanıtladı.

Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren İngiltere’deki Leicester Üniversitesi profesörlerinden Nilesh Samani, kalp hastalarının DNA telomerlerinin daha kısa olmasının eski araştırmalardan da bilindiğini belirtti. Samani, telomerlerin uzunluğunun yaşlanmaya bağlı kısalıp , sağladıkları koruyucu etkinin gitgide azalacağını kaydetti.

Uzmanlara göre araştırma bulgularına rağmen halen tartışmalı olan bir nokta var. Britanya Sağlık Vakfı’ndan Jeremy Pearson "Telomerler acaba kalp hastalığını oluşturan fonksiyonel bir etkiye mi sahip, yoksa hastalığa bağlı oluşan nihai bir sonuç mu?"


Reuters

Kanseri, grip virüsüyle yenecekler

Oxford Üniversitesi’nden kansere karşı yeni bir umut doğdu. İnsanoğlunun elindeki en büyük kanser silahı olması beklenen yöntemde tümörler, grip virüsü enjekte edilerek yok edilecek

İngiliz The Guardian gazetesinin manşetten duyurduğu habere göre, Oxford Üniversitesi’nde görev yapan gen terapisi uzmanı Leonard Seymour ve ekibi kansere karşı çok etkili bir yöntem geliştirdi. Bu yöntem radyoterapi ve kemoterapiden kat kat daha etkili ve herhangi bir yan etkisi de bulunmuyor. İngiltere’nin en önemli genetik bilimcilerinden olan Seymour’un gelecek yıl klinik deneylerine başlayacağı tedavide, zayıflatılmış grip virüsü, tümörler içinde hızla çoğalarak tümörleri imha ediyor. Bu büyük buluş şöyle işliyor:

“HAYALET VİRÜS”
Kanser, vücudun bağışıklık sistemini tamamen çökerten bir hastalık. Bağışıklık sisteminin çökmesiyle de, virüslerin vücutta çoğalmasını durduracak güvenlik sistemi de ortadan kalkmış oluyor. Ancak tıp dünyası, grip virüslerinin vücutta en çok sevdiği yerin tümör hücreleri olduğunu keşfetti. Bu hücrelerin içinde bağışıklık sistemi bulunmaması, virüslerin de rahatça üremesini sağlıyor. Bilim adamları bir süredir, bazı virüslerin kanserli hücrelere enjekte edilmesiyle kansere karşı savaşta başarı sağlamayı umuyordu. Ancak kanserli hücrelere teknik olarak ulaşılamaması, bu yöntemi başarısız kılmıştı. Yeni yöntemde ise, vücuda verilecek grip virüsü, bağışıklık sisteminden gizlenmesini sağlayacak bir polimer maddeyle kaplandı ve buna da “hayalet virüs” adı verildi.

HIZLA ÇOĞALIYOR
Bu hayalet virüsler, “yol üzerinde” rastladığı kanserli hücreye nüfuz ediyor ve kısa sürede kendinden milyonlarca kopya üreterek kanseri patlatıyor. Serbest kalan benzer grip virüsleri, etrafta ne kadar kanserli hücre varsa bunların içine girip aynı çoğalma işlemini tekrarlıyor ve en sonunda kanseri yeniyor. Fareler üzerinde yapılan çalışmalarda kanser ilaçlarının etki edemediği tümörlerde bile virüslerin etkin bir şekilde tedavi rolü oynadığı görüldü. İnsanlar üzerindeki ilk deneme, karaciğerlerinde tümör olan kişilerde yapılacak.

http://www.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=haberdetay&tarih=12.01.2007&Newsid=102939&Categoryid=7

Çeşitli Forumlara Dün Eklenen Makalelerden Bazıları

http://www.forumturk.gen.tr/showthread.php?p=32782#post32782

http://www.forumzirve.org/showthread.php?t=17157

http://www.forumzirve.org/showthread.php?t=17155

http://www.forumzirve.org/showthread.php?t=17152

http://www.forumzirve.org/showthread.php?p=106412#post106412

http://www.forumzirve.org/showthread.php?p=106418#post106418

http://www.trforumca.com/forum/index.php/topic,9657.0.html

http://www.yorumcuforum.com/index.php/topic,359.0.html

http://www.forumizm.com/showthread.php?t=22460

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117424#post117424

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117428#post117428

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117438#post117438

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117445#post117445

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117448#post117448

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117455#post117455

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117467#post117467

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117471#post117471

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117475#post117475

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117481#post117481

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117484#post117484

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117905#post117905

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117906#post117906

http://www.forumzirve.org/showthread.php?p=106557#post106557

http://www.forumzirve.org/showthread.php?p=106558#post106558

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117907#post117907

http://www.forumizm.com/showthread.php?p=117908#post117908

http://www.forumizm.com/showthread.php?t=22921

http://www.forumzirve.org/showthread.php?p=106559#post106559

http://www.forumzirve.org/showthread.php?p=106560#post106560

http://www.forumzirve.org/showthread.php?p=106561#post106561

Makale Girmek

Eğer 10 dakika boş vaktiniz varsa
literaturk.com
forumzirve.org
gibi (başka forumlarda olabilir) forum ya da blog sitelerine üye olup

harunyahya.net
ilmimercek.net
ilmiarastirma.net
basindaharunyahya.com
netcevap.org ya da sizin uygun gördüğünüz sitelerden yazı kopyalayıp makale ekleyebilirsiniz.

Son 24 saatte birkaç kişinin aşağıdaki yazıları eklediğini hatırlatmak isterim. Sadece birkaç dakikanızı alacak bu çalışma kültür çalışmaları açısından çok önemlidir.

Son 24 saatteki örnekler:

"Biz herşeyi kader ile yarattık"
http://www.forumzirve.org/showthread.php?t=17152

DOĞUMUNU ERTELEYEBİLEN CANLI
http://www.literaturk.com/baslik.asp?ktn=173&bsk=479

Tırtıldan Kelebeğe..
http://www.literaturk.com/baslik.asp?ktn=129&bsk=467

Yaprak Kesici Karıncalar
http://www.literaturk.com/baslik.asp?ktn=129&bsk=470

Evrim Sahtekarlıkları-1
http://www.literaturk.com/baslik.asp?ktn=129&bsk=471

Evrim Sahtekarlıkları-2
http://www.literaturk.com/baslik.asp?bsk=473&ktn=129

Evrimin Sudan Karaya Geçiş Masalı
http://www.literaturk.com/baslik.asp?bsk=475&ktn=129

Materyalist Bilim Adamlarının Teorileri, Neden En Baştan Çürüktür?
http://www.literaturk.com/baslik.asp?bsk=476&ktn=129

Vücutta Ritmik Hareket Eden Tek Hücre: Kalp Kası
http://www.literaturk.com/baslik.asp?bsk=477&ktn=173

Duyma Anında Neler Oluyor?
http://www.literaturk.com/baslik.asp?bsk=478

Mühendislik harikası: Arı

İnsan doğduğunda aciz ve bakıma muhtaç iken arı dünyaya gelir gelmez kendisinden çok akıllı olan efendisi, insana hizmet için çalışmaya başlar, İnsan için çok faydalı olan balı yapar.

Arı çok bilgilidir balın nasıl yapıldığını efendisi olan insan halen çözememişken o doğduğunda bilir. İnsanların yakın dostu olduğu ve sevdiği için kendisinin ihtiyacı olmamasına rağmen bütün hayatını insanlara bal imal etmek için geçirir. Arı balın tadını ve kokusunu insanlar için cazip halde yapar. (Yoksa baştan sağar tadına, kokusuna, kıvamına pek dikkat etmezdi.) Arı engin bilgisi ile balı imal ederken kullandığı faydalı vitaminleri bir eczacı hassasiyetiyle çiçeklerden toplar, kullandığı karışımı ve miktarlarını ölçerek hazırlar.

Arı öyle bir depolama şekli icat etmiştir ki (kovan ve insan bunun taklidini yapabiliyor) akışkan olan bal akmadan durur. Depo olarak yaptığı altıgen hücrelerle mevcut alanı en verimli şekilde kullanır. Arı bal deposunun duvarlarını yumuşak zararsız bir maddeden imal eder ki insan normal şartlarda akışkan olan balı elle tutamayacakken rahatlıkla elleri ile tutup yiyebilsin. Yakın dostu insanın kolay erişebilmesini hesaba katar. Arı aynı zamanda bir mühendislik harikasıdır. Kendine bir radar sistemi kurmuştur. Kovanından kilometrelerce uzaklaşsa bile koordinatları hesaplayıp geri dönebilir. Arı hareket etmek için ihtiyaç duyduğu enerjiyi güneşten alır yani enerji temin sistemi insanın sahip olduğu teknolojinin çok üzerindedir. Buna rağmen efendisine karşı haddini bilir.

Hizmette kusur etmez. Aynı zamanda manevra kabiliyeti çok üstün bir makinadır arı. Uçabilir. Sahip olduğu makine insanın mevcut teknoloji birikimi ile yapabildiği uçak veya helikopterlerle kıyas edilemez. Hatta insanın mevcut teknolojisi ile yapabildiği uçak ve helikopterleri dahi arının ebatlarında yapamaz.

Çünkü bir şeyin küçüğünü yapmak büyüğünü yapmaktan çok daha zordur. İnsan arının imal ettiği balın bir damlasını imal edemez ve arının sahip olduğu akıl almaz donanımlarını da mevcut ilmi birikimi ve teknolojisi ile taklit dahi edemez iken, arının hayatını kendisine hizmet için geçiriyor olması bu büyük dostluğun ve sevginin açık bir delilidir diyecek iken, son perdede, bu kadar akıllı olan arı hizmet ettiği efendisini tanımayıp sokuyor. Durum böyle olunca insan, dostu olan arının yuvasına üzerinde zırh olmadan gidemiyor. Düşünen akıllar meyve için ağaca, su için buluta, bal için arıya değil her ikram için Yüce Sultan'a teşekkür ederler.

http://www.bugun.com.tr/haberler/100107/p30579.asp

Yerli Evrimcilerin Fosil Paniği

Bu tam sayfa ilan aşağıadki gazetelerde yayınlanmıştır:

Yeni Şafak 9 Ocak 2007 Salı
Milli Gazete 10 Ocak 2007 Çarşamba
Türkiye 11 Ocak 2007 Perşembe
Vakit 12 Ocak 2007 Cuma

İlanın büyük halini okumak için ilana tıklayınız. İlanın yüklenmesi biraz vakit alabilir. Ya da farklı kaydet diyerek bilgisayarınıza indirip daha rahat okuyabilirsiniz.

Meyve ile gelen sağlık

Kış mevsimine özgü meyveler, içerdikleri vitaminler ile vücut direncini artırıp, hastalıklardan koruyor.

KAYSERİ - Erciyes Üniversitesinde görevli Dr. Diyetisyen Nurten Budak, meyvelerin insan sağlığı için her mevsim ve her gün mutlaka tüketilmesi gerektiğini söyledi. Kış mevsiminde mikroorganizmaların neden olduğu çeşitli hastalıkların arttığını belirten Budak, bu hastalıklara karşı vücudun korunması için C ve A vitamini içeren meyvelerin büyük önem kazandığını vurguladı.

Kış mevsiminde sık görülen nezle ve grip gibi hastalıklara karşı limon, mandalina, havuç, elma ve portakalın veya sularının tüketilmesini tavsiye eden Budak, şu bilgileri verdi:

“Tüm meyveler, insanların sıvı alımına katkıda bulunur. Havuç ve elma gibi meyveler, cilt ve diş sağlığının korunmasına yardımcı olur. Meyve ve sebzelerde bulunan C vitamini, vücudun demir gibi birçok besin ögesinden daha iyi yararlanmasını sağlar. A vitamini içeren meyveler, kanser yapıcı maddelerin zararlı etkilerine karşı vücudu korur, kalp-damar hastalıklarının önlenmesine yardımcı olur. Havuç, portakal, mandalina, domates ve kuru kayısı A vitamini bakımından en zengin kış meyveleridir. Posalı meyveler de kanda şeker ve kolesterol düzeyinin ayarlanması ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. Tok tutma özelliği taşıyan meyveler, ayrıca bu özellikleri ve besin bileşimlerinden dolayı kilo kaybı diyetlerinin ayrılmaz yiyecekleridir. Potasyum bakımından zengin olan muz ise kalp sağlığının korunmasına ve yüksek tansiyon riskinin azaltılmasına yardımcıdır.”

Bebek, çocuk, genç ve yetişkin herkesin her gün düzenli olarak meyve tüketmesi gerektiğini kaydeden Budak, bebeklere 6. aydan itibaren taze olarak ve cam rende ile hazırlanmış elma, portakal, mandalina, şeftali püresi veya suyu verilmeye başlanması gerektiğini, öğrencilerin beslenme çantaları ve sabah kahvaltılarından meyve ve meyve suyunun eksik edilmemesi gerektiğini söyledi.

Meyvelerin mutlaka iyice yıkandıktan sonra yenmesini öneren Budak, sert meyvelerin kesilmeden yenilmesi ve meyve sularının sıkıldıktan sonra bekletilmeden tüketilmesinin faydalı olacağını belirtti.

78 milyon yıllık deniz fosili bulundu!

Malatya'da 78 milyon yaşında deniz canlısı fosili bulunduğu bildirildi.

İnönü Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Önal ve Eğitim Fakültesi Türkçe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Kavruk, yaptığı açıklamada, Akçadağ ve Hekimhan ilçeleri kırsalında yaptıkları araştırmada, "Rudist" fosili bulduklarını söyledi.

Doç Dr. Kavruk, Malatya'nın 18 milyon yıl öncesi deniz olduğunun bu şekilde kanıtlandığını, Malatya'nın, dünyaca ünlü bu deniz canlısı fosilinin müzesi konumunda bulunduğunu belirtti.

Doç. Dr. Mehmet Önal da fosilin 70 milyon yıl önce neslinin tükenmiş olduğunu ifade ederek, "Bu fosillere indeks fosil deniliyor. İndeks fosil geçmişte yaşamış, günümüzde türüne rastlanmayan canlı türlerinin fosilleridir. Almanya'nın Sorgun Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve İnönü Üniversitesinden katılımla kurulan ekiple yaptığımız araştırmada fosilin 78 milyon yaşında olduğu tespit edildi" diye konuştu.

http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=193824

Kainat en derin sırrını açıklıyor

Bilim adamları, Hubble teleskobu ile bin saati aşkın yaptıkları gözlemler sayesinde, evrenin nasıl oluştuğu konusunda ipuçları veren gizemli karanlık maddenin ilk kez üç boyutlu haritasını yapmayı başardılar.

Gökbilimciler, yıldızlar ve galaksiler üzerinde bulunan karanlık maddenin kozmik iskeletini üç boyutlu haritaya döktüler.

Kaliforniya'nın Pasadena kentindeki California Institute of Technology ile
bilimsel işbirliği yapan bilim adamları, Hubble teleskobu ile bin saati aşkın
yaptıkları gözlemler sayesinde, evrenin nasıl oluştuğu konusunda ipuçları veren gizemli karanlık maddenin ilk kez üç boyutlu haritasını yapmayı başardılar.

Bilim adamlarının bu öncü çalışması, evrenin yüzde 22'sini oluşturan
karanlık maddenin, yıldızlar ve galaksileri oluşturan diğer gözle görülen
maddeleri nasıl bir iskelet gibi bir arada tuttuğunu gösteriyor.

İskoçya'nın Edinburg Üniversitesi'nden Profesör John Peacock, çalışmayla ilgili olarak, "Kimse karanlık maddenin ne olduğunu bilmiyor, ancak karanlık madde olmaksızın Dünya'da yaşam olmazdı" diye konuştu.

Amerikalı Dr Richard Massey ve ekibi tarafından, bir yıldız ile gözlem
teleskobu arasındaki ışığın yolundaki değişiklik tespit edilerek karanlık
maddenin çekim gücünün hesaplandığı ve "gravitasyonel mercekleme" adı verilen teknikle yapılan araştırma, Nature dergisinin bugün çıkan sayısında da yayınlandı.

Bilim adamlarına bu gizemli madde konusunda daha derin araştırma olanağı sunacak üç boyutlu harita, konvansiyonel ve görünen madde ile birlikteki parlak şekillerle beraber olmayan karanlık madde kümelerini gösteriyor.

Bilim adamlarına göre, evrenin büyük bölümü karanlık enerji, yüzde 22'si de karanlık maddeden oluşuyor. Çevrede gördüğümüz bilindik madde ise kainatın ancak yüzde 4'ünü oluşturuyor.

AA

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=210192

Dünyanın en zekisi: İnanacak kadar zekiyim

Nadia Camukova, Einstein'ın zekâ testinden 200 puan üzerinden 199.37 aldı. 7 dil bilen Camukova, 25 yaşında dünyanın en genç profesörü oldu. Prof. Dr. Nadia Camukova, Türkiye'deki sınav sistemini eleştirdi.......

....

....

Haberin son paragrafında şunları belirtti:

Nadia Camukova şu an 30 yaşında. 25 yaşında iken dünyanın en genç profesörü olmuş. 3 yıl önce yapılan Picasso testinde 360 üzerinden 357, Einstein standartları ölçümünde ise 200 üzerinden 199,37 puan alarak dünyanın en zeki insanı unvanını almış. Camukova, Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Arapça ve Farsça olmak üzere 7 yabancı dil biliyor. Bugüne kadar 3 bin civarında kitap okuyan Camukova, "Her gün bir kitap okumaya çalışıyorum. Karl Marks'ın Das Kapital'ini 4 yaşında okudum. Kur'ân'ı da aynı yaşta okuyup ezberledim. Okuduğum bir kitabı ikinci kez okumam ama zevk alarak tekrar tekrar okuduğum tek kitap Kur'ân'dır. Her 20 günde bir okurum." diyor. 'Dindar mısınız?' sorusuna, 'İnanacak kadar zekiyim.' diye cevap veren Camukova, "Yaratılışa inanıyorum. İnanmıyorum diyen insanlar kısa vadeli inançlarla yaşarlar aslında." diye konuşuyor.

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=210204

İngilizce derdine son veren yazılım

Piyasadaki programlar belli cümle kalıplarıyla sınırlı SpeechGear adlı ABD şirketi, söyleneni anında değişik dillere sesli olarak tercüme edebilen bilgisayar yazılımı geliştirdi.

Şirket, Las Vegas'taki elektronik fuarında, yıllar önce bilimkurgu yazarlarının hayal ettiği anında sesli tercüme yapabilen yazılımı sundu.

'Compadre Interact' adı verilen yazılım, bilgisayarla 'konuşma' imkanı veriyor. Bilgisayar söyleneni gerçek zamanlı olarak birçok dile tercüme ediyor. Program, konuşma metnini yazılı olarak da sunabiliyor.

Şirket, bunun şimdiye kadar geliştirilen en iyi tercüme programı olduğunu iddia etti. Kullanıcı, duymak istediği sesin erkek ya da kadın sesi olmasını seçebildiği gibi, programı ses komutuyla açıp kapayabiliyor.

Piyasada kullanılmakta olan sesli tercüme programlarıysa belli cümle kalıplarıyla sınırlı ve klavyeyi kullanmayı gerektiriyor.

CNNTÜRK

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=210130

literaturk.com Sitesi

http://www.literaturk.com/ sitesine üye olduktan sonra oraya makale ya da yazı girebildiğiniz gibi daha önce yazılmış yazılara yorum ekleyebililyorsunuz. Eklenen yazılar bir editör onayı beklemediği için hemen yayınlanmaktadır.

Girilen yazılar hemen yayına çıkmaktadır. Gerek evrim teorisi gerekse doğada görülen mucizevi konular için herkesin yazı girebileceği bir sitedir.

Evrimciler Türkiye'den umudu kesti!

ABD’de faaliyet gösteren ve devlet okullarında evrim teorisinin okutulması için faaliyet yürüten National Center for Science Education (Bilim Eğitim Merkezi) isimli vakfın internet sitesinde Türkiye’deki Evrim Teorisi ve Yaratılış Gerçeği konulu faaliyetlere geniş yer verildi. Reuters Haber Ajansınin bülteninde ve Nature dergisinde BAV ve Harun Yahya’nın çalışmaları hakkında yer alan haberlere de atıfta bulunan yazıda, Missouri’deki Truman State Üniversitesinde fizikçi olan Türkiye doğumlu Taner Edis’ın “Harun Yahya medya tabanlı gözde bir yaratılışçılık akımı oluşturmayı başardı” şeklindeki sözlerine yer verildi.

Yazıda Darwinist genetikçi Steve Jones’un Nature dergisinde yer alan “Yaratılışçılık Türk politikasında ana bir konu; tartışma Amerika’dan çok daha gergin. Bütün okullarda okutulan biyoloji kitapları yaratılışçı anlayışta.” şeklindeki açıklamasına da atıfta bulunuldu. Jones, bu yorumunun devamında Türkiye'de Darwinizmin konumunu kastederek evrimin bittiğini şöyle açıklıyordu: “Fakat Türkiye için çok umutlu değilim.”

Dünya basınında arka arkaya yer alan bu yorumlar, Bilim Araştırma Vakfının ve Harun Yahya’nın Darwinizm konulu çalışmalarının tüm dünyayaki güçlü etkisini gözler önüne sermektedir.

Bu Kez Beşiktaş'da - Sabah 7 Ocak 2007 Pazar

Takvim Pazar Eki 7 Ocak 2007

Forum Diplomatik Tekzip

Tesadüf mü dediniz - (Okuyucu Mektubu) - Bugün 7 Ocak 2007

Bütün ilimler, kanunlardan meydana gelmiştir. O kanunlar ki, cereyan eden hadiselerdeki nizamın, intizamın, birer plan ve programın kalıplaşmış şekillerinden ibarettir.

Herhangi bir ilimdeki bir kanunla tesadüfilik tamamen birbirine zıt iki mefhumdur. Mesela, bir an yerçekimi kanununun ortadan kalktığını, tesadüfiliğin bu konuda hâkim olduğunu düşününüz. Acaba elinizden bıraktığınız bir cismin yere düşüp düşmeyeceği hakkında kesin bir şey söyleyebilir misiniz? Su 100 derecede kaynar, 0 derecede ise donar. Bu bir fizik kanunudur. Bir an böyle bir şeyin olmadığını, bu konuda da tesadüfiliğin hâkim olduğunu kabul edelim. Ne yapardınız? Tencereye koyduğunuz su bazen ateşi görür görmez kaynamaya başlasa, bazen de saatlerce ateşte kaldığı halde kaynamayarak donsa, bırakın ilimleri veya sosyal hayatın düzenini bir tarafa, sadece mutfaklarda nizam ve intizamın temin edilebileceğini iddia edebilir miydiniz? Elbette ki hayır! Görüldüğü gibi kainatın hiçbir yerinde herhangi bir boşluk, plansızlık, programsızlık ve karışıklık söz konusu değildir. Tam aksine her tarafta ölçü, her yerde ahenk ve müthiş bir hesap göze çarpıyor. Bütün bunlar, kâinatta tesadüf diye bir mefhumun mevcut olmadığını adeta haykırırcasına ilân ediyor, bizi her şeyi ilim ve programla ayarlayan bir Yaratıcıyı tanımaya yönlendiriyor.

Ali İhsan Er

http://www.bugun.com.tr/haberler/070107/p30167.asp

Evrim Sahtekarlıkları-1

Medyada ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen "maymun insan" imajını destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur. Evrimciler, ellerine fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama bu canlıların fosillerinin olmayışı, onlar için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise, bulamadıkları fosilleri "üretmek" olmuştur. Bilim tarihinin en büyük skandalı olan Piltdown Adamı, işte bu yöntemin bir örneğidir.

Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, İngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Bu örneklere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve çeşitli müzelerde insan evrimine kesin bir delil olarak sergilendi. 40 yılı aşkın bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı.1 Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde, "doğa sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir buluş" diyordu.2

1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, eski bazı fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Sonuç çok şaşırtıcıydı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı. Flor metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin ise suni olarak aşındırıldığı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların ise çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı. Weiner'in yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu. Sahtekarlığı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark "dişler üzerinde yıpranma izlenimini vermek için, yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?" diyerek şaşkınlığını gizleyemiyordu. Tüm bunların üzerine "Piltdown Adamı", 40 yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı.

http://www.literaturk.com/baslik.asp?bsk=471&ktn=129

Aşağıda ismi yazan kişi Gary Rau. Kendisi AT’ci bir öğretmen. Aşağıdaki haberi internette bir forumdan bulup gruba postalamış

Sun’ın Yabancı Haber Muhabiri Erika Niedowski St. Petersburg Rusya’dan bildiriyor.
Tarih 3 Ocak 2007.

Rusya’nın tarihinde, Charles Darwin’in evrim teorisi hakkında açılan ilk dava, bir biyoloji ders kitabı, bir salkım muz ve maymun kıyafeti giymiş bir adamla başladı ve bu noktadan sonra gittikçe karmakarışık bir hal aldı.
Davayı açan öğrenci, teori hakkında konuştuğundan dolayı öğrenim gördüğü okulun kendisini ceza olarak sınıfta bırakmaya çalıştığını ve bu şekilde evrim öğretisinin dinine saldırıda bulunduğunu söyledi.

Okulun müdürü, öğrencilerinin ve ailesinin samimi inançlarından dolayı değil reklam yapmak amacıyla hareket ettiklerini ifade etti.

Rus Ortodoks Kilisesi’nden bir kişi ve biyoloji ders kitabının yazarlarından bir kişi de dahil olmak üzere her iki tarafın savunucuları, sadece Darwin’in türlerin kökeniyle ilgili gözlemleri hakkında değil ama ateizm, Marksizm-Leninizm ve medeniyetlerin çöküşüyle de alakalı bir tartışmanın içinde kilitlenmiş durumdalar.
Dava, biyoloji ders kitabının sadece Darwin’in teorisine dayandırılan tek yönlü bir açıklamayı içerdiğini ve Allah’ın insanı yarattığı görüşüne yer vermediğini ifade eden. 16 yaşındaki Mariya Shraiber’ın etrafında dönüyor.

Parlak pembe renkli kısa tırnakları ve her bir kulağında birçok küpesiyle şiir düşkünü olan Mariya, “Son derece saygısızca” dedi. “Sadece evrim teorisini değil, aynı zamanda yaratılışı da öğrenmeye hakkımız olduğuna inanıyorum.”

Eğitimden sorumlu yetkililer, Rusya lise öğrencilerinin büyük bir kısmı tarafından okunan biyoloji ders kitabının, birçok görüşü yansıttığını ve seküler devletin dini değil bilimi öğretmek için görev başında olduğunu belirterek bu duruma karşı çıkıyorlar.

St. Petersburg’da Cervantes Spor Salonu olarak bilinen 148 numaralı okulun müdürü Andrei Polozov, “Durumun dava açılmaya değecek bir problem yarattığını düşünmüyorum” dedi. “ Herhangi bir konuya katılmayan bir öğrenci, kendi görüşünü rahatlıkla ifade edebilir.”

St. Petersburg Belediye eğitim komitesini ve Rusya eğitim bakanlığını sanık olarak gösteren dava biyoloji ders kitabında değişikliğe gitmeyi amaçlıyor. Dava aynı zamanda Mariya’nın avukatı olan Konstantin Romanov’un “ birisi taciz edildiği zaman özür dilemek münasip olacaktır” yönündeki görüşünü de sanıklardan manen tazmin etmeyi hedefliyor.

Kilisede dini merasimlere katılmayan Mariya, davanın kendi fikri olduğunu söyledi. Ancak Mariya, kendisine röportaj vermekten yorulup yorulmadığı sorulduğunda, işaret parmağını ve başparmağını bir tabanca şeklinde şakağına dayayarak artık reklamdan bunaldığını gösterdi.

Ilk iki duruşmaya katılmayan Mariya davanın sonucuyla babası Kirill Shraiber’dan çok daha az ilgilendiği görüldü. Kirill Shraiber, mahkemede kızı ve Spiritual Heritage adında bir halkla ilişkiler firmasının yöneticisi olan aile dostları Anton Vuima adına konuştu.

“Sansasyonlar yaratırız!” sloganıyla çalışan Vuima’nın reklam şirketi, evrim öğretisinin toplumun çöküşüne yol açacağına inanıyor. Vuima , Darwinizm’in politik bir ideoloji olmamasına rağmen, Marksist ve Leninist ideolojiden kaynaklandığını iddia ediyor ve Darwin ve Karl Marx’ın her ikisinin de Das Kapital adlı eseri, hayatta kalmak için mücadele üzerine yazılar yazan Darwin’e ithaf ettiğini belirtiyor.

Gündemdeki Darwin’e karşı bilgi mücadelesini başlatmadan önce Vuima, antidarvin.com adlı internet sitesi aracılığıyla ve özel bir telefon numarasından text mesajları halinde Darwin’in lehine ya da aleyhine oy’ları sayarak, toplumun genelinin nasıl ahlaki açıdan çöküş yaşadığını açıklamayı hedefliyor.
Kısaca Vuima bu sosyal ahlaki çöküntünün sebebinin Allah’a olan inanç eksikliğinden kaynaklandığına ve bu mantıkla, okullarda Allah’ın -Haşa- olmadığını öğreten Darwin’in teorisi olduğundan dolayı, Darwin’in kendisinin düşman olduğuna karar verdi.

Vuima “Eğer yüksek bir ahlaki seviyeye sahip olmak istiyorsak, sadece Rusya’da değil tüm dünyada, Darwin’in teorisine meydan okumamız gerekiyor” dedi ve“Darwin’in teorisi ahlakı öldürüyor ve Allah’ın varlığını inkar ediyor”şeklinde ekledi.
Mariya’nın avukatı, tartışmayı daha az kapsamlı bir şekilde, daha yasal terimlerle tanımladı. Romanov “ Seküler eğitim, dindar kişilerin hislerini taciz etmek üzerine kurulu olmamalıdır” dedi.

Shraiber’lar, dava ile ilgili planlarını Mart’ta düzenlenen haber konferansında bedava muz dağıtarak duyurdular. Temmuz’da, çalışmalarını mahkemeye posta ile gönderdiklerinde, maymun kıyafeti giyen bir aktör kendilerin eşlik ediyordu. Avukat Romanov, “budalalık” olarak gördüğü bu durumdan dolayı aktörün kendi yanına gelmemesini istedi.

Mariya, grafik sanatçısı olan ve bir reklam ajansını işleten babasını kastederek “bu onun fikriydi” dedi.

Mariya bu reklamın kendisini rahatsız hissetmesine yol açtığın söyledi. Saçını siyaha boyadı ve halk içine şapka takarak çıkmaya başladı.

Rus Ortodoks Kilisesi Mariya’nın arkasında duruyor. St. Petersburg Patrikliği gençlik bölümü başkanı Artemy Skripkin, duruşmalara lehine yapılan destek gösterileri eşliğinde katıldı. Bir sonraki –belki de en son- duruşma şubat ayı için planlandı.
Skripkin “Bir teorinin – yani Darwin’in teorisinin- tek gerçek teori olarak sunulmasını kabul edilemez görüyoruz” dedi. “Rusya her zaman ateist bir ülke olarak tanıtıldı. Ancak hepimiz ateist değiliz.,,”

“Bu okul, yanlış olan ateizmi savunmaktadır” Ancak biyoloji ders kitabının yazarlarından biri olan Sergei Mamontov, biyoloji kitabının bilimin öğretisinden başka hiç bir şeyi savunmadığını iddia etti. Mamontov,Darwinizme karşı bir tavır takınmanın Einstein ya da Kopernik’in teorilerin karşı tavır almakla aynı şey olduğunu düşünüyor.

Rus Devlet Tıp Fakültesinde biyoloji profesörü ve Rusya Doğal Bilimler Akademisi üyesi olan Mamontov “Orta ve lise dengi okullarda, öğrenciler basit bir sebepten dolayı dini teoriyi değil, bilimsel teoriyi öğrenirler: Hiç kimse dini teorileri kanıtlayamaz” dedi.

Mariya normal şartlarda gelecek sene Cervantes Spor Akademisi’nden mezun olması gerekiyor ancak bu şartlarda mezun olup olmayacağı meçhul görünüyor. Daha önce de açıkladığı gibi, iki farklı röportaja katılmak için okula gitmediği gün yüzünden, sömestr sonunda altı tane geçersiz not alacağını tahmin ediyor. Babası Mariya’yı başka bir okula nakletmeye çalışıyor ancak söylediğine göre kızını kabul edecek bir okul bulamıyor.

Mariya bu davanın ve adı geçen okul müdürlerinin tüm çabalarına değip değmediği şeklinde sorulan sorulara nasıl cevap vereceği konusunda kararsız gözüküyor.

Mariya “Hayatta güzel bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm” diyor.

Not: Bu haberi AT sitesine postalayan kişi:
Gerry Rau, Ph.D.
Bilim Öğretmeni
Taichung, Amerikan Okulu
Taichung Taiwan.

Uluslar nasıl zenginleşiyor? - Yaman Törüner - Milliyet 8 Ocak 2007 Pazartesi

Ulusların zenginleşmesi için, sermaye ve servetin, kendisini o ulustan sayanların ellerinde toplanması gerekiyor. Biz buna "gelir dağılımındaki bozukluk" diyoruz. Gelir dağılımı bozuldukça, bazıları fakirleştikçe veya yeterince zenginleşemedikçe ya da zenginlikleri yerinde saydıkça toplam zenginlik artıyor.

Kapitalizmde önemli olan, kendi ulusunu oluşturan unsurları fazla fakirleştirmeden, zenginlere kaynak aktarabilmek. En iyisi, geniş kitlelere fakirleştiklerini hissettirmeden, zenginleri desteklemek. Kısacası, kapitalist sistemi savunuyorsanız, zenginleri daha fazla zengin etmekten başka yolunuz yok. Bunun adına, "servet düşmanlığı yapmamak", "siyasilerin kendi zenginlerini yaratma çabası" deniliyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD), gelir dağılımı en bozuk olan ülke olduğunu biliyor muydunuz? ABD'de bütün yapılan, işçi sayısını kontrollü olarak artırıp mevcut vatandaşların hayat seviyelerini düşürmeden, işçilik ücretlerini baskı altında tutmak ve böylece zenginlerin daha fazla kazanmasını sağlamak oldu. İşçi kesimi de olabildiğince tüketime yönlendirildi.

Böylece, işçiler çalıştılar, harcadılar, "mortgage" sistemiyle borçlandırıldılar, paralarının geri kalanını da borsaya yatırdılar. Yani, işçiler her biçimde ellerindekini, avuçlarındakini patronlara verdiler. Sonuçta, çok çok az sayıda işçi, "kapitalist patron" olabildi. Biz buna, "kapitalizmin fırsatlar ülkesi yaratması" diyoruz. Lokanta, benzin istasyonu v.s. gibi küçük işyerleri sahipleri kapitalist anlamda "zengin" sayılmıyorlar. Bunları, işçilere hizmet veren işçiler sayabiliriz.

İşçileri artırıyorlar

ABD'de işçi sınıfının sayısının yeterince artması için, sisteme her yıl yeni işsizler alınıyor. Hatta, bu amaçla piyangolar düzenleniyor. Yeni gelenler, en az 5 yıl hizmet etmeden vatandaşlığa alınmıyorlar. 5 yıl sonra ise, zaten işçi kalmaya alışmış oluyorlar. ABD'ye yıllar boyu göçmen olarak kabul edilenlerin genel özellikleri, genç, sağlıklı, işsiz ve ülkede fazla tanıdığı olmayan kişi olmaları.

Zenginleşmenin ikinci ayağı, medyayı yönlendirmekten geçiyor. Bunun adına, "halka kötü şeyleri izlettirmemek" diyoruz. 1 Ocak günü New York Times'ta yer alan bir haberde, "Saddam'ın asılmasının Amerikan halkına nasıl verilmesi gerektiği konusunda, medya yöneticilerinin çok zor anlar yaşadığı" anlatılıyordu.

Avrupa Birliği'nin akil yöneticileri de, bu sistematik konuyu biliyorlar. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin zenginleşme sistemi, denizaşırı sömürgeler oluşturmak iken, artık bu mümkün olamıyor. Onlar da kendi işçilerini yaratmak zorundalar. En büyük sorun, çalışmadan yemeğe alışkın olan, tembel ve geniş sosyal güvenlik hakları tanınmış olan halklarını nasıl işçi sınıfı haline getirecekleri.

Sosyal sorunlar kapıda

Şimdi bununla uğraşılıyor. Ucuz işçi sağlanması için, fakir ülkeler üyeliğe alınıyor. Yeni gelenler, rahat kazanmaya alışmış eskilerin işlerini kapıyorlar. Patronlar da sonunda en düşük ücreti isteyene işi verecek. Bundan kurtuluş yok. Dolayısıyla, Avrupa'yı ciddi sosyal sorunlar bekliyor. Euro'nun ve pound'un dolara göre yüksek değerlerde tutulması da halkın fakirliğe alıştırılmasına yardım ediyor. Türkiye'ye, bol ve ucuz işçi gücü kapasitesi olan ülke olarak sıra bekletiliyor.

Avrupalı yöneticiler, bu "bekleme odası sistemi"ni, dünyaya ve kendi halklarına, "nüfusumuzun yaşlanma olasılığına karşı alınan önlemler" diye anlatıyorlar. İhtiyaç doğduğunda, Türkiye de sisteme alınacak. Öte yandan, Türkiye'yi sisteme almadan Avrupa'nın ABD ile boy ölçüşmesine fazla olanak yok.

Türkiye, artık her şeyin farkında. Biz de zenginlerimizi yaratmak istiyoruz. Biz de "mortgage sistemi"ni kuracağız. Biz de, yabancılarla ortaklık yapıyoruz. Üstelik, hepimiz vatanımızı seviyoruz ve herkesten fazla çalışıyoruz. Yeter ki, kısır çekişmelerle birbirimizi engellemeyelim.

http://www.milliyet.com.tr/2007/01/08/yazar/toruner.html

Tekzip - Cumhuriyet 6 Ocak 2007

Bitkilerin şaşırtan gücü - Bugün 6 Ocak 2007

Bitkileri meydana getiren yapıtaşı hükmündeki hücrelerin aklı ve gücü olmadığı halde, insan aklının çözemediği sağlamlığı temin ettiğini görüyoruz.

Yapı malzemelerinin dayanıklılığı üzerine yapılan hesaplamalar, içi boş boruların, dolu çubuklar kadar dayanıklı olduğu neticesini vermiştir. Aynı tarz hesaplar içi boş bitki saplarının, bükülebilme ve dayanıklılık yönünden yapı malzemelerinden çok üstün olduğunu göstermiştir. Gökdelenlerin yükseklikleri, oturtuldukları sahanın bir kenarının 11 katı kadar olabilir. Oysa bir buğday başağının sapı 3 ila 5 mm çapında, yüksekliği de 1500-2000 mm arasındadır. Bu yükseklik ise bir kenar hükmündeki çapın 11 değil 500 katıdır. Burada, şuurlu insanın dizdiği yapılışlarından çok üstün dayanıklılığı, buğday sapına kim vermiştir ve vermektedir? Şuursuz doğa mı, kör tesadüf mü! Bir başka yönüyle bütün ot ve ağaçlardaki yaprakların türlü türlü muntazam şekil ve damarları, bunların teşkili ve birçok fayda için eğri büğrü sınırlarda durmaları, yüce bir ilim ve bir kudret elinin tasarrufunu göstermiyor mu? Mühendislik ekonomisi yönünden yeryüzünü yaz zamanında seyredip görüyoruz ki; eşyanın yaratılışında karışıklık ve intizamsızlığa sebep olan bolluk, gayet derecede bir düzgünlük içinde görünüyor. Bütün bunlar, belli bir ahenkle işleyen kâinatın plân ve programcısının ne kadar kudretli olduğunu görmeyenlere dahi göstermektedir.

http://www.bugun.com.tr/haberler/060107/p30001.asp

Tekzip - Cumhuriyet 6 Ocak 2007

Milli hedefler - M. Necati Özfatura - Türkiye 6 Ocak 2007

Her milletin ve devletin milli hedefleri onun en ön sırada yer alan temellerindendir. Milli hedeflerinden yoksun olan milletler ve devletler (siyasi-ekonomik-kültürel) depremler karşısında son derece büyük yaralar alır. Milli hedefler uzun, orta ve kısa vadeli olarak tespit edilmelidir. Milli hedefler gibi ülkenin dış politikası da (uzun-orta-kısa) vadeli olarak tayin olunmalıdır. Maalesef dünya ülkeleri arasında (uzun-orta-kısa) vadeli milli hedefleri, stratejisi ve dış politikası olmayan tek ülkeyiz. Ülkenin politikacıları, bilim adamları, yazarları, aydınları ve her türlü sivil kuruluşları bu meseleyi çözmelidir.
Büyük hayalleri olmayan ülkeler asla büyük ülke değildir. “Kutup yıldızına ulaşılamaz. Ama ona bakarak istikamet tayin edilir.” Milli hedefler, milli ve manevi değerler milleti birleştiren manevi çimontadır. Devamlılık Allahü teâlâya aittir. Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız, tarihteki 16 büyük Türk İmparatorluğunu simgeler. Küçük Türk devletlerinin ve beyliklerinin sayısı ise yüzlercedir. Ancak şu anda hepsi tarihin sayfaları arasındadır.
16 Büyük Türk İmparatorluğu:
1- Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. 204-M.S. 216
2- Batı Hun İmparatorluğu M.S. 48-216
3- Avrupa Hun İmparatorluğu M.S. 375-469
4- Ak Hun İmparatorluğu M.S. 420-552
5- Göktürk İmparatorluğu M.S. 552-745
6- Avar İmparatorluğu M.S. 565-835
7- Hazar İmparatorluğu M.S. 651-983
8- Uygur Devleti M.S. 745-1368
9- Karahanlılar M.S. 940-1040
10- Gazneliler M.S. 962-1183
11- Büyük Selçuklu İmparatorluğu M.S. 1040-1157
12- Harezmşahlar M.S. 1097-1231
13- Altınordu Devleti M.S. 1236-1502
14- Babür İmparatorluğu M.S. 1526-1858
15- Osmanlı İmparatorluğu 1299-1922
16- Türkiye Cumhuriyeti 1923-.....
Türkiye Cumhuriyetini yıkmak ve Türk Milletini bölmek için son derece hain tuzaklar hazırlanmaktadır. Bu çerçevede milli ve manevi dejenerasyon içindeyiz. Âdeta milli ve manevi değerlere, örf ve adetlere ve milli kültürümüze sahip olmak suçmuş gibi bir ortamda yaşamaktayız. Bu gidiş Endülüs’ün son yıllarına benzemektedir. Aklımızı kullanalım. Bu manevi erezyona dur diyelim.
Ahlaksız milletler yok olmaya mahkumdur. Osmanlının yükseliş yıllarında Ezan-ı şerif okununca çarşı esnafı (kuyumcular dahil) dükkan kapısını kapamadan camiye (cemaate) giderdi, bir de şimdiye bakalım!..
Bir anlık tefekküre dalınız. Geçmiş ile bugünü mukayese ediniz.
“Her hikmetin başı Allahü teâlâ korkusudur” unutmayalım!..

Öğretmenlere, evrim karşıtı kitap ve CD'ler gönderildi - Vatan 5 Ocak 2007

Adana'da, Çukurova Üniversitesi'nde biyoloji ve sağlıkla ilgili bölümlerde görev yapan öğretim üyelerine ve liselerdeki biyoloji öğretmenlerine, Adnan Oktar'ın `Harun Yahya' takma adıyla hazırladığı 754 sayfalık `Yaratılış Atlası' adlı kitap ve aynı içerikteki bir CD gönderilmeye başlandı. Global Yayıncılık'ın ücretsiz olarak gönderdiği kitapta, evrim teorisinin büyük bir yalan olduğu öne sürülüyor
05.01.2007

İlk kez 2 ay önce Çukurova Üniversitesi'nde özellikle biyoloji ve sağlıkla ilgili bölümlerde görev yapan öğretim üyelerine gönderilen kitap ve CD, son bir kaç gündür de lise biyoloji öğretmenlerine ulaştırılmaya başladı. Harun Yahya imzasını taşıyan `Yaratılış Atlası' adlı kitap ve CD, gönderici bölümünde `Global Yayıncılık' yazan kargo paketleriyle akademisyen ve öğretmenlere ücretsiz olarak ulaştırılıyor. İçinde ise kitabın `Araştırma Yayıncılık' tarafından hazırlandığı bilgisi yer alıyor. Atlastaki fotoğraf ve çizimlerle, Charles Darwin'in evrim teorisinin bir yalandan ibaret olduğu öne sürülüyor. Bazı sayfalarda da, Ortadoğu'daki çatışmalar ve 11 Eylül 2001'de New York'taki büyük terör saldırısının, evrim teorisini savunanlar tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor.

KİM FİNANSE EDİYOR?

Eğitim- Sen Adana Şube Başkanı biyoloji öğretmeni Güven Boğa, lise öğretmenlerine gönderilmeye başlanmasıyla kitaptan haberleri olduğunu söyledi. Kitabın bir çok üniversite öğretim üyesine ulaştığını, bu hafta da 75'inci Yıl Anadolu Lisesi'nde 2 biyoloji öğretmenine geldiğini belirten Boğa, şunları söyledi:

"Kaliteli malzemeyle ciltlenmiş, ilginç bir teknikle kapağı süslenmiş ve kuşe kağıda basılmış böyle bir kitabın fiziki baskı maliyeti en az 100 YTL'dir. Ancak akademisyen ve öğretmenlere kendi istekleri dışında ücretsiz olarak gönderiliyor. Böylesine büyük bir harcamanın nasıl finanse edildiği bile düşündürücü. Öte yandan bu öğretmenlerin adları ve hangi kurumda çalıştıkları bilgisinin de yayınevine nasıl ulaştığı belli değil" dedi. Güven Boğa, kitabın bilim dünyasında henüz teori olarak yer alan ancak doğruluğuna dair bir çok kanıt bulunan evrim teorisini, bilimsel olmayan iddialarla yalanladığını söyledi. Bazı fosil fotoğraflarının ve yanlış bilgilerin kullanılarak evrim teorisinin uydurma bir teoriymiş gibi yansıtıldığını ifade eden Boğa, "Gösterişli baskısı ve fotoğraflarıyla ilgi çekici bir formatı olan kitapla, bilim adamları ve öğretmenler etkilenmeye çalışıyor."

Eğitimcilere, ücretsiz Adnan Hoca kitabı! - Milliyet 6 Ocak 2007

OBEN KIRDÖK, SÜLEYMAN CÜZDAN Adana DHA

Adana'da, Çukurova Üniversitesi'nde biyoloji ve sağlıkla ilgili bölümlerde görev yapan öğretim üyelerine ve liselerdeki biyoloji öğretmenlerine, Adnan Oktar'ın "Harun Yahya" takma adıyla hazırladığı 754 sayfalık "Yaratılış Atlası" adlı kitap ve aynı içerikteki bir CD gönderilmeye başlandı. Global Yayıncılık'ın ücretsiz olarak gönderdiği kitapta, evrim teorisinin büyük bir yalan olduğu öne sürülüyor.

Kim finanse ediyor?

İlk kez 2 ay önce Çukurova Üniversitesi'nde özellikle biyoloji ve sağlıkla ilgili bölümlerde görev yapan öğretim üyelerine gönderilen kitap ve CD, son birkaç gündür de lise biyoloji öğretmenlerine ulaştırılmaya başlandı. Atlastaki fotoğraf ve çizimlerle, Charles Darwin'in evrim teorisinin bir yalandan ibaret olduğu öne sürülüyor.

Eğitim - Sen Adana Şube Başkanı biyoloji öğretmeni Güven Boğa, kitaptan lise öğretmenlerine gönderilmeye başlanmasıyla haberleri olduğunu belirtti. Boğa şunları söyledi:

"Kaliteli malzemeyle ciltlenmiş, ilginç bir teknikle kapağı süslenmiş ve kuşekâğıdına basılmış böyle bir kitabın fiziki baskı maliyeti en az 100 YTL'dir. Ancak akademisyen ve öğretmenlere kendi istekleri dışında ücretsiz olarak gönderiliyor. Böylesine büyük bir harcamanın nasıl finanse edildiği bile düşündürücü. Öte yandan bu öğretmenlerin adları ve hangi kurumda çalıştıkları bilgisinin de yayınevine nasıl ulaştığı belli değil."

MİT'ten alışık siyasete ters yorum

" Türkiye bekle-gör- tavır al taktiğini izleme lüksüne sahip değil." diyen MİT Müsteşarı Emre Taner, Türkiye'de duymaya alışığımız söylemlerin çok farklı açıklamalar yaptı.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Emre Taner, Türkiye'nin, gerek stratejik, gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da 'bekle-gör-tavır al' taktiği ile sınırlama lüksüne sahip olmadığını belirterek, ''yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye'ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır'' dedi. Taner, teşkilatın revize edilmesine yönelik 2006 yılında başlatılan çalışmaları 2007 yılı içinde sonuçlandırmak amacında olduklarını bildirdi. Taner, yaptığı yazılı açıklamada, yarın MİT'in kuruluş yıl dönümünü kutlayacaklarını belirtti.

MİT Müsteşarı Emre Taner, dünyadaki tüm değerlerin, ilişkilerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasi, ister ahlaki-dini olsun yeniden şekillendiği ve hatta yeniden tanımlandığı bir sürecin yaşandığını belirtti. Taner, açıklamasında, ''Yaşadığımız bu süreç aynı zamanda parçası olduğumuz uluslararası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir'' ifadesine yer verdi.

Yakın tarih incelendiğinde uluslararası sistemde istikrarın hiçbir zaman uzun süre mevcudiyetini koruyamadığının görüldüğünü ifade eden Taner, sistemin bir veya birden çok noktasında mutlaka bir değişim yaşandığını vurguladı. Taner, ''Bunun etkileri geçmişte daha çok bölgesel nitelikte olsa da günümüz şartlarında, özellikle her alanda yaşanan küreselleşmenin sonucu olarak global düzeye taşınmıştır'' görüşünü aktardı.
-''İSTİHBARAT TEŞKİLATLARI ÖNGÖREMEDİ''-

Taner, 20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceğinin önceden öngörülebilir bir olgu olmakla birlikte 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanıldığını belirtti.

Taner, şunları kaydetti: ''Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır. Bu nedenle de geleceğe yönelik tahminler bu katı kuralcı yaklaşım içinde başarısız olmuştur. Dünyadaki istihbarat teşkilatları da sistemin birçok aktörü ya da oyuncusu gibi bu yeni 'belirsizlikler' dünyasını öngörememiştir.

Ayak sesleri özellikle teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin öncülük ettiği farklılaşan ekonomik ilişkilerle ortaya çıkan, çoğu kez küreselleşme olarak nitelendirilen ve dünyadaki insan toplulukları arasında siyasi sınırların ortaya çıkardığı iletişim limitlerini belirsizleştirerek bir 'değer devrimi' de yaratan bu radikal değişim süreci, sarsıcı bir hızla her şeyi etkisi altına almış, savunma ya da uyum mekanizmaları geliştirmeye imkan tanımamıştır. Soğuk Savaş döneminin ortaya çıkardığı katı kurallarla işleyen istihbarat teşkilatları da ortaya çıkan bu yeni ve inanılmaz derecede oynak ortam karşısında ister istemez yetersiz kalmışlardır.''

-''EGEMENLİKLERİNİ YİTİRECEKLER''-

Mit Müsteşarı Taner, içinde bulunulan 21. yüzyılın ilk çeyreğinin, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak parametrelerin gelişmekte olduğu bir evreyi de işaret ettiğini dile getirdi. Taner, ''Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişmemekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olmamakla kalmayacak, aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir'' dedi.

Gerek ulusal güvenliğin sağlanmasında gerekse dış ve iç politikaların yürütülmesinde güvenlik ortamını şekillendiren pek çok yeni yöntem, aktör ve vasıtanın görünür, görünmez etkisinin hissedildiğini belirten Taner, şöyle devam etti: ''Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu/ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir. 21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar arttırmıştır. Önümüzdeki dönemde de uluslararası sistemin kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır.''

-''KAYGAN ZEMİN...''-

Taner, son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslararası ortamda Türkiye'nin, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Ortadoğu'nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde olduğuna ifade etti. Taner, bu pozisyonun kademeli olarak Orta Asya'ya açılan alanlarla bağlantılı olduğuna da işaret etti.

Taner, şunları kaydetti: ''Bu üç bölgenin ve Orta Asya'nın birçok bakımdan küresel politikaların ve 'rol' savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. Yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan söz konusu olmakta ve bu durum Türkiye'nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir.

Bu süreç içinde, Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da 'bekle-gör-tavır al' taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlama ile (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye'ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır.

Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir.'' Taner, ulusal gücü sağlamanın ve korumanın en etkili yolunun istihbarat fonksiyonlarının ulusal güvenlik politikaları ve ulusal çıkarları destekleyecek şekilde yapılandırılması ve geliştirilmesi olduğuna işaret etti.

-''GÜÇLÜ EKONOMİ, KUSURSUZ DIŞ POLİTİKA, CAYDIRICI ASKERİ YAPILANMA''-

Taner, şunları kaydetti: ''Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir ekonomi, kusursuz bir dış politika ve caydırıcı bir askeri yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu üç ayağın ifade edilen özellikleri içinse güçlü, dinamik, etkin, esnek, hareket kabiliyeti yüksek ve yaratıcı bir istihbarat yapılanmasına ihtiyaç vardır. Ülke olarak içinden geçmekte olduğumuz bu zorlu dönemde özellikle merkezinde bulunduğumuz ve bir parçası olduğumuz uluslararası sistemin gelişim süreci, Milli İstihbarat Teşkilatı olarak duyduğumuz sorumluluğu en üst seviyeye çıkarmış durumdadır.

Ulusal güvenliğimizin ve ulusal çıkarlarımızın gelişimine katkıda bulunacak bir stratejik istihbarat yaklaşımı bağlamında teşkilatımızın mevcut yapısının, yukarıda ifade edilen ihtiyaçlara cevap verecek şekilde hem organizasyon şeması bakımından hem de söz konusu şemaya işlerlik kazandıracak/hayat verecek organizasyon kültürü açısından revize edilmesine yönelik 2006 yılında başlattığımız çalışmaları 80. yılımızı da kutlayacağımız 2007 yılı içinde sonuçlandırmak amacındayız.

Böylece 21. Yüzyılın beraberinde getirdiği koşullarla Türkiye için taşıdığı özel önem doğrultusunda ulusal çıkar ve ulusal güvenlik politikalarımız bağlamında Milli İstihbarat Teşkilatı üzerine düşen göreve en mükemmel şekilde yerine getirebilecektir. Milli İstihbarat Teşkilatı olarak, vizyonumuz, birlik ve beraberlik içinde ülkemizi içinden geçilmekte olan bu muğlak ve tehlikeli dönemden başarıyla daha da güçlenmiş olarak çıkarmak ve çocuklarımıza gurur duyacakları bir gelecek bırakmaktır.

Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları halkımızdan, resmi-özel kuruluşlardan ve medyamızdan aldığı destekle sorumluluklarını sonsuza dek yerine getirmek kararlılığı içindedir.'' Bu arada, MİT Müsteşarı Emre Taner, beraberinde bir heyetle Anıtkabir'i ziyaret ederek, özel defteri imzaladı.

AA

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=209529